Enerjinin ahlakı var mıdır? Sayısız atomun akışında ilerleyen yaşam insanla düşünce gücü kazanır. Peki, evrende madde sürekli hareket halinde neye ulaşmanın peşinde ve nereye varacak? Mazlum Doğan’ın direnişi üzerinde düşününce bu sorular zihnimde oluştu. Çünkü aradan geçen kırk yıla rağmen enerjisi, yaşam amacını bulmanın arayışındadır. Cezbeden enerjisi, inançlı bir insanın en karanlık yeri dahi aydınlatacağını göstermiştir. Ülkesi Kürdistan’ın güzellikleri sürekli yabancı istilacıların karanlık bulutları ile örtülmüştü. Mazlum Doğan bu karanlık bulutları savurmanın savaşçısıydı. Bu nedenle zeki, güzel, herkesin olmak isteyeceği bir insanın vücut bulmuş haline geldi. Özgürlükten beslenen, hakikati hırka edinen dahi ve derviş bir kişilikti. Verili yaşamın dansına ayakları uymamış, hayatını ideallerine adamıştı.
Amed Zindanının direniş mayası olan Mazlum Doğan, düzenli, titiz, disiplinli, temiz ve planlıydı. Her anı planlı yaşardı. Spor, çalışma, dinlenme, okuma, uyuma saati yani a’dan, z’ye her anı planlı ve düzenliydi. Zamanda boşluğa yer vermezdi. Her anına düzenli bir çalışma tarzını sığdırırdı. 1979 Kasımında tutuklandığından dolayı o süreçte yeni çıkan iki kitabı okuyamadığı için üzülmüştü. Hayatının her anına bilgi edinme aşkını yerleştirmişti. Kitap okumayı sanat düzeyinde ele alıyordu. Okuduğunu inceleyen, araştıran, kitapların içeriğinde doğruyu, yanlışı süzgeçten geçiren, kavrayan ve özümseyen bir yapıya sahipti. Yaşamının her anına anlam yüklüyordu. Zihni yorulmak bilmeden davası için büyük bir gayretle çalışıyordu. Zengin entelektüel özelliğinin yanı sıra inatçı ve direnişçi bir mizacı vardı. Davasında yorulmak bilmeyen, zapt edilmez, sevgi dolu bir devrimciydi. Yaşam tarzının zarafetini, anlam derinliği ve ince ruhu tamamlıyordu. Yaşamın onun için tek bir anlamı vardı o da; mücadele için üretmek ve yaratmaktı… Her hücresinin cevheri güzelliğin mekanıydı.
Kıt kanaat koşullara rağmen parti tarihini yazmıştı. Yazdığı belge ablasında yakalanmıştı. Ablası ve çocuğu birlikte düşmanın elindeydi. Zorbalığı ustaca icra eden Esad Oktay Yıldıran, Mazlum Doğan’ın ağlayan yeğenini kucağına almış, ona: ‘Gel yeğenin yanımda. Yeğenini kucağına almayacak mısın’ dedi. Mazlum Doğan yeğenine bir zarar verir endişesiyle insan suretine bürünmüş bu yaratığın söylemine kayıtsız kaldı. Düşmanını iyi tanıyordu. Zaafı görülmesin diye yeğenine sevgisini göstermedi.
Amed zindan direnişinin adını: ‘Mazlum Doğan’ diye dile getirir ardılları. Kan dökme düşkünlerinin vahşet arenasına dönüştürdüğü zifiri zindan karanlığında: ‘Direnmek Yaşamaktır’ dedi. Yaşamı ancak direnerek var edebilirdi. Teslimiyete ve apoletli generallerin kurallarına ve işkencelerine asla boyun eğmedi. Teslimiyeti kabul edenlere: ‘PKK bize direnişi öğretti. Direniş zafere, teslimiyet ihanete götürür’ diye çağrıda bulundu.
Fosseptik çukurunda, algı ötesi, akıl sınırlarını zorlayan bütün işkencelere, bir avuç kalan sayılarına rağmen direndiler. İlkeli insan nasıl olmalıdır diye sorulursa: ‘En hakiki yanıt Mazlum Doğan gibi olunmalıdır’ diye anlatır arkadaşları. İlkeli bir tabiatta sahipti. Hayatını ilkeleriyle inşa etmişti. Canlı canlı mezarda olmalarına rağmen bir gün bir arkadaşıyla satranç oynuyordu. O arkadaşı yanlış bir hamle yapınca, yaptığı yanlış hamleyi geri almak istedi. Mazlum Doğan: ‘Satrançta hamle geri alınmaz. Her şeyin bir kuralı vardır. Satrancın evrensel kuralları vardır’ dedi. Kaybetmeye tahammülü olmayan arkadaşı: ‘Biz cezaevindeyiz. Cezaevinin kuralları da ayrıdır’ diye yanıt verdi. Mazlum Doğan: ‘Olmaz, kabul etmem. Her şeyin bir kuralı vardır’ dedi. Oyunu yarıda bırakıp, kalktı ve oynamadı.
1981 Ölüm orucu anlaşmasında Türk devleti, verdiği sözleri kalleşliğinin gereği yerine getirmedi. İşkencelerin dozajı da her gün kat be kat artmıştı. Alçaklığın cisimleşmiş hali olan Türk devleti: ‘Kurallara uyarsanız, siyasi savunma yapabilirsiniz. İşkence de yapmayacağız’ demişti. Ölüm orucunu sürdüren PKK’nin öncü kadroları tarihe not düşmek için savunma yapmayı olmazsa olmaz görmüştü. Anlaşma karşılıklı verilen sözlerle sağlanmıştı. Mazlum Doğan ve Mustafa Karasu bu anlaşmaya ‘Siyasi savunma yapmamıza izin vermezler’ diye karşı çıkmışlardı. Ama zulüm onları çimento gibi birbirine kopmamacasına bağlamıştı. Bu bağlılıktı. Anlaşmaya karşı çıkmalarına rağmen arkadaşlarının savunma yapmak için aldığı ölüm orucuna son verme kararına uydular.
Devletin gücünü, karanlık yüzünü ve ihtişamını yansıtan zindanda tutsaktılar. İnsan dilinin ifade etmeye utanacağı işkenceler görüyorlardı. Kurallara uymalarına rağmen Türk devleti verdiği: ‘Siyasi savunma yapabilirsiniz’ sözünü unutmuş, ihaneti dayatmış ve eski işkenceleri ise aratır olmuştu. Mazlum Doğan ise arkadaşlarına sürekli direnmeyi dayatıyor: ‘İhanet çöküştür, ihanete dur dememiz gerekir’ diyordu.
Hayatının öyküsünü inancıyla yazdı
21 Mart 1982 yılının gecesiydi. O her şeyin kuralına değer biçerdi. Direnişin de kuralı vardı. Bedeli can olsa da. Direnişin kuralına uyma kararı almıştı. İhanete ve teslimiyete bir yanıt vermeliydi. Mazlum Doğan yan hücresinde kalan Mustafa Karasu’ya: ‘Heval bu gece Newroz. Newroz’u nasıl karşılamayı düşünüyorsun’ diye sordu. Mustafa Karasu: ‘Bilmiyorum’ diye yanıt verdi. Fısıltı şeklinde de olsa Mazlum Doğan ona: ‘Ben üç kibrit çöpünü yakacağım ve bu benim son Newroz’um olacak’ dedi. Düşündüğü ve hissettiği direniş, Kürt halkının geleceğini yaratacaktı. Zindanın zifiri karanlığında nefesin sesini alacak kadar duyargalar açıktı. Her bakış, her söz, her dokunuş bir kitap kadar anlam ve düşünce yoğunluğu yaratıyordu, zulme karşı yüreklerinde öfke taşıyanlarda. Onu işiten biri daha vardı. Mehmet Hayri Durmuş, ona: ‘Yapma, savunmaları hazırlayalım. Sonra direnişe geçeriz’ dedi.
Yüzü bir doğa yasası gibiydi… Sorgulanamayacak, değiştirilemeyecek. Ödün koparılamayacak bir doğa yasası. Amacının yaşayacağı yere adımlarını atmaya hazırdı. Hayatının öyküsünü inancıyla yazacaktı. Ölecekti ama direnerek… Yaşamaktan çok daha onurlu bir hakikat vardı. O da teslim olmayıp da ölmekti. Ölümden yaşamı yaratacaktı. Direnişlerini tüm sözcüklerden daha iyi anlatan bir deri bir kemik kalmış bedenleriydi. O bedeni dışında hak olan, yaşatan ve kendilik olma değerlerine onları ulaştıracak öz savunması yoktu.
Newroz gecesini yaktığı üç kibrit çöpü ile aydınlattı. Tek kişilik hücresi ancak 1, 70 cm uzunluğundaydı. Su borusu tavandan geçiyordu. Kravatını boğazına ilmek yaptı. Ayaklarını musluğa bağladı. Kendisini asabilmesinin hiçbir şekilde koşullu yoktu. Ama eylemini yapmada kararlıydı. Bedenini her iki elini duvardan çekerek boşluğa bıraktı. İnsan kolay kolay can veremezdi. Kaç saat o acı sürdü. Kimseler bilemezdi. Doğrusundan o kadar emin bir şekilde kravatın onu boğmasıyla can verdi. Fakat sessiz çığlığı, kendini unutan kavminin vicdanında yankılanacaktı. Emin olduğu doğrusu da zaten kavminin kendi hakikatini hatırlamasıydı. O bunu üç kibritin kıvılcımıyla başarmıştı.
Ağzından tek bir ah sesi bile çıkmamıştı. Çünkü biri öksürse, kaşınsa veya hapşırsa bile herkes işkence görürdü. Newroz sabahı, çorba dağıtan tutuklunun elinden kepçe düştü. Hemen gardiyana: ‘Hücrede kimse yok’ dedi. Gardiyan hemen hücreye koştu. Ama dışarı çıkması bir oldu. Eylemi yoldaşlarının kalbinde yankılanmıştı. O gün zebaniler hiç kimseye dokunmadı. Mazlum Doğan’ın hemen etkisini gösteren onurlu öfkeden korkmuşlardı. Her gün onlara işkence yapanlar tutsaklara yaklaşamadılar. Çünkü hepsi patlamaya hazırdı. Bunu anlamışlardı.
21 Mart 1982 Newroz’unda Mazlum Doğan, direnişi halka haline getirmişti. 18 Mayıs günü üç kibritin kıvılcımı dörtlerin bedeninde gürleşti. 14 Temmuz günü ise ölüm orucunu mahkemede açıklayan Mehmet Hayri Durmuş: ‘Tarih Mazlum Doğan’ı haklı çıkardı. Siyasi savunma yapmamıza izin vermediğiniz için ölüm orucuna başlıyoruz. Mezar taşıma bu adam halkına borçlu gitti diye yazınız’ dedi. Amed zindan direnişinin ruhuyla varlığı yaralanan Kürtlerin adımları fedaice dağlara atıldı… Enerjinin ahlakı var mıdır? Evet vardır. Aradan kırk yılda geçse ölmedi yaşıyor Mazlum Doğan… Newroz’da zulme karşı ayaklanan halkının ruhuna akıyor enerjisi.
İskan Amed