Dilzar Dîlok
Önder Apo’nun paradigma değişiminin en radikal ve bize derinlik kazandıran boyutu, ekoloji mücadelesidir. Kadın Özgürlük Mücadelesi PKK’nin ilk çıkışından, Sakine Cansız yoldaşın kongreye katıldığı zamanlardan bugüne kadar mücadelemizin en temel parametrelerinden olmuştur. Yine demokrasi mücadelesi, PKK’deki tartışma kültürü, eleştiri özeleştiri geleneği, eğitim sistemi, kişinin toplumsal çözümlenmesi ve anların tarihsel çözümlenmesi bütünlüklü ele alındığında demokrasinin en radikal bir uygulaması olduğu bilinmektedir. Tüm bunlarla birlikte Önder Apo paradigmasının ekolojiyi de kapsaması, Önder Apo’nun evreni kucaklayan, evren içinde en anlamlı zerre olmayı başaran, doğa içinde varlığına en zirvede anlam veren ve doğayla birlikte anlamlı yaşama dönüşümünün adımıdır.
Ekolojik mücadeleyi paradigma değişimi öncesinde kavram olarak dillendirmesek de PKK olarak en yakın durduğumuz bir mücadele alanıdır. PKK gerillalarının savaştıkları on yıllar boyunca kestikleri ağaç kadar ağaç dikmeleri, suları hiçbir şekilde kirletmemeleri, hayvanları zorunlu-hayati durumlar dışında avlamamaları, buna rağmen üreme dönemlerinde hayvanların avlanmasını yasaklamaları, yasaklara uymayan kimi kuralsızlık durumlarının eleştiri-özeleştiri temelinde ele alınması ve toplamda kapitalist modernitenin tüketim çılgınlığına karşı direnen mütevazı yaşam tarzı, adı konulmasa da bir doğa saygısı, ekolojik bilincin varlığını ortaya koymaktadır.
Ancak bununla birlikte Kürt insanında, özellikle kapitalizmin baskın olduğu son yıllarda büyüyen kuşaklarda bir yanılgı da vardır. Ağaçlar, dağlar, toprak, hayvanlar her zaman ve her yerde vardır ve kendiliğinden varolmuşlar da sonsuza kadar varolacaklarmış gibi bir yanılgı vardır. Oysa ağaçlar, ormanlar, toprak ve doğanın her zerresini emekle, sevgiyle, korumak ve bedel vermekle varolmaktadır. Tarımın insan eliyle yapılması yerine makinalarla yapılması, doğanın hızla ekilip biçilmesini, bir anlamda talan edilmesini de beraberinde getirdi. Yüzlerce yılda ortaya çıkacak olan yıpranma 15-20 yılda ortaya çıktı. Tabi Kürdistan’da her ne kadar bu birçok kapitalist merkeze göre nispeten az olduysa da Kürdistan’da da toprak az incinmedi.
Kürt toplumu, tüm kapitalist modernite yayılmacılığına, asimilasyon ve soykırım saldırılarına ve tüm göçertmelere rağmen köylülük yanı ağır basan bir toplumdur. Kürtlük şehirlileşmeye az girmiştir. Ancak bugünün koşullarında köy kültüründen, toprağından ve toprakla kendini vareden toplum gerçeğinden de belli oranda kopulmuştur. Kuşkusuz bu durum salt Kürt insanının karakteristik özelliklerinden kaynaklanmıyor. Kürtler üzerinde yürütülen soykırım saldırıları Kürt’ü yok etmek kadar geriye kalanları kendi varoluş şartlarından, koşullarından kopararak sisteme eklemlemeyi ve metalaştırmayı da hedeflediğinden köklerinden koparmayı, susuz-topraksız ve havasız, ormansız bırakmayı esas almıştır.
Bugün AKP-MHP faşist iktidarı Kürdistan üzerindeki soykırım saldırılarını üst boyutlara çıkardı. Türkiye’de 12 Eylül darbesinin Türkiye ve Kürdistan halklarına verdiği zararı hiçbir rejimin vermeyeceği tartışılırdı; oysa bugün AKP-MHP’nin verdiği zarar 12 Eylül rejiminin saldırılarını kat be kat aşmıştır. Dört parça Kürdistan’da Kürtlere yönelik Türkleştirme-Araplaştırma, Farslaştırma saldırıları vardır. Egemen ulus devletlerin Kürtler üzerinde uyguladığı baskı, asimilasyon, toplu katletme, faili meçhul tarzında katletme ya da kültürel asimilasyon Kürt halkının diğer halklar gibi varolmasını engellemiştir. Tüm bunlara rağmen Kürtler kültür-dil ve yaşam tarzlarını, kendilerini devlet dışı bir toplum olarak varederek sürdürmeyi başarmışlardır. Bu, Kürt kültürünün kadim, derin ve aşılmaz varoluşsal özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ulus devletler sürekli talan etmiş, kültürümüzü çalıp çırpmışlar ama umut ettikleri gibi ne tüketebilmişler ve ne de yok edebilmişlerdir. Çünkü bu varoluşun üzerinden gerçekleştiği doğa, anlam, evren zemini vardır. Bugün AKP-MHP faşizmi Kürtlüğe, Kürt insanlarına, Kürt direniş güçlerine, Kürdistan kadınlarına, PKK’ye saldırdığı kadar Kürt’ü vareden doğaya, toprağa, ağaçlara, tohumlara, suya havaya saldırmaktadır.
AKP-MHP’nin saldırmadığı Kürdistani değer kalmamıştır
50 yıllık Özgürlük Mücadelemiz Kürt varlığını kesinleştirmiştir. Varlık ve özgürlük savaşımımızın geldiği düzey Kürt düşmanlarını korkutmaktadır. 50 yıldır amansız saldırılar karşısında Kürdistani değerler, özgür Kürtlük değerleri Önder Apo’nun paradigması doğrultusunda yeni anlamlar kazanarak varolmaya devam etmiştir. Bu durum, sömürgeci egemen devletlerde büyük bir korku yaratmaktadır. PKK’yi ve Kürtlüğü yok edemeyen faşist AKP-MHP iktidarı her dönemde yeni saldırı yöntemleri deneyerek Kürt’ü yok etmeye odaklanmıştır. Tekçi faşist Türklük, Kürdün yokluğunda kendi varlığını görmektedir. Bundan başka bir varoluş biçimi düşünememek ve uygulayamamak, Türklük açısından en büyük zafiyet olmaktadır. Çünkü bu saldırılara rağmen Kürt halkı 50 yılda on binlerce şehit vererek yokoluşu durdurmuş, dört parça Kürdistan’da köklü bir ulusal varoluş bilinci yaratmıştır. Bu bilinç, her dört parçada, tüm sınırlara, baskılara, tehditlere, katliamlara rağmen ortak ulusal dili, zihniyeti ve kendini yapılandırma çabasını-mücadelesini yaratmıştır. Bu durum kuşkusuz egemenlerde büyük korku kadar panik de yaratmıştır.
AKP-MHP bu korku ve panikle Kürdistan’ın her şeyine saldırmaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı 2016 sonrası Kürdistan’da en fazla kadınlara, gençlere ve doğaya saldırmıştır. Gençlik üzerindeki özel savaş saldırıları, Kürdistan’da polis eliyle yaygınlaştırılan uyuşturucu bağımlılığı, gençliği özgürlük bilincinden ve mücadele dinamiğinden koparmaya odaklandığı bilinmektedir. Bugün binlerce Kürt genci bu faşist tuzaklarda can vermiştir. Kuşkusuz buna karşı on binlerce gencin bilinçli direnişi vardır, ancak verilen bedeller az değildir. Yine bu son 6-7 yılda Kürdistan’da tecavüz-taciz ile yaşamdan koparılan, toplum dışına itilmeye çalışılan genç kadın sayısı az değildir. Özellikle Kürdistan’da asker-polis ve benzeri devlet adamı denen en düşmüş ve açlıktan dolayı polis olmuş, devlete muhtaç olmuş, yaşamın anlamını kaybetmiş ve nihayetinde devletin en pis işlerini yapan kesimlerin Kürdistan’da yaygınlaştırmaya çalıştıkları tecavüz tuzakları da az değildir. Kürt kadınlarının, genç kızların bu kişilerle ilişki kurmaları değil, yanlarına yaklaşmaları, onları mahallelerinin, sokaklarının yakınından geçmelerine izin vermeleri dahi büyük bir ahlaki düşüşe yol açmaktadır. Bunları baştan engellemek ve tecrit ederek yaşam alanlarının dışına itmek özgür yaşamanın bir şartıdır.
Bunlar yanında faşist AKP-MHP iktidarının en fazla üzerinde durduğu bir saldırı türü de doğa katliamıdır. AKP-MHP faşist iktidarı sistemli bir doğa katliamı yapmaktadır. Başûr ve Bakûr’da, son 3-4 yıl içinde kesilen ağaç sayısını kimse bilmemektedir. Bu, tonlarla ifade edilmekte ve kesilen ağaçlar Kürdistan dışına çıkarılıp satılmaktadır. Bunu Başûrê Kurdistan’da KDP eliyle yapmaktadır. KDP Başûrê Kurdistan’da Kürt gençlerinin katledilmesinin önünü açmaktadır. TC tarafından öldürülen Kürtlerin ölüm belgelerine çeşitli hastalıklar yazarak TC’nin katliamcılığının da üzerini örtmektedir. TC katliamları KDP eliyle gizlenmektedir. Türkiye’deki iktidara payanda olan ve sözde muhalefetten daha fazla rol oynayan KDP, insanlık suçlusu TC’yi temize çıkarmaktadır.
Türkiye’yi parsel parsel satan bir iktidar Kürdistan’a neler yapmaz ki
Aynı durum Bakûrê Kurdistan’da özellikle de Botan’da orman-ağaç kıyımı, soykırım şeklinde sürdürülmektedir. Kuşkusuz AKP faşizmi TC tarihinin en faşist, kirli, riyakâr ve açgözlü iktidarıdır. MHP’nin payandalığında faşizmi, halklar düşmanlığını ve kadın düşmanlığını da zirvede uygulamaktadır. AKP’nin tüm yaptığı, Kemalizmin ezici etkisi altında kalan bastırılmış dinciliğin patlama yaptığı ve geçen yılların intikamını almaya odaklanmış bir açgözlülük, sapıklık, talan ve hırsızlıktır. Kapitalist modernitenin tüketim çılgınlığı diyoruz ya, AKP de hırsızlık ve sapıklık çılgınlığı içindedir. Ayyuka çıkan onca olaya rağmen utanmazca bu talanın, hırsızlığın ve sapıklıkların sürdürülmesi, bastırılmışlıktan cinnet haliyle çıkmış olmasından kaynaklanmaktadır.
AKP faşizmi bu hırsıyla adeta Kemalizmin inşa ettiği her şeyi talan etmeye yemin etmiş gibidir. Öyle ki, artık bu talan bir sınıra gelip dayandığında, yani talan edilecek kurumsal yapılar kalmadığında AKP açgözlülüğü gözünü Türkiye’nin toprağına, suyuna dikmiştir. Bugün Türkiye’de imara açılmayan, talana açılmayan, tecavüz edilmeyen toprak, deniz ve su kalmamıştır. AKP denetiminde çıkarılan orman yangınlarının hepsi AKP ve yandaşlarına toprak ve imar alanı açmak içindir. Dağlar kepçelerle düzleştirilerek imara açılmış, en nadide topraklar maden arama-fabrika yapımı adı altında yok edilmiştir.
Düşünelim ki, Türkiye’ye, sözde kendi vatanına bunu yapan, Kürtlere, Kürdistan’a neler yapmaz ki! AKP pratiği de işte budur. AKP’nin saldırmadığı Kürdistan değeri, toprağı, ormanı ağacı kalmamıştır.
Kemalist TC ordusu operasyon adı altında Kürdistan’da doğaya büyük zarar verdi. Adeta her operasyon, PKK üzerinde olduğu kadar Kürdistan coğrafyası üzerinde de gerçekleştirildi. Karakolların etraflarındaki ormanlar kestirildi. Kendince karakol etraflarındaki ormanları keserek araziyi kontrol altına almaya ve korkusunu bastırmaya çalıştı. Ormanların derinliklerine-dağ başlarına tanklarını götürebilmek için doğa katliamı yaptı. Ancak AKP-MHP faşist iktidarı Kemalist orduyu tasfiye ettiği gibi Kemalist ordunun tüm yöntemlerini de tasfiye etmiştir. Başta bunu karşıtlık olarak gösterse de AKP-MHP, Kemalist ordunun soykırım yöntemlerini yetersiz bulduğunu, soykırımı tam yapamadığını da ortaya koyarak, AKP-Kemalist ordunun yarım bıraktığı Kürt soykırımını tamamlamak istiyor.
Kürdistan’ı çölleştiriyorlar
Bugün AKP-MHP’nin Kürdistan’da yaptığı soykırım saldırılarının doğaya yansıması, adeta I. ve II. Dünya Savaşlarındakinden daha ağır ve büyüktür. Bugün AKP-MHP faşist iktidarı Kürdistan’da doğa katliamı yaparak Kürtlüğü vareden doğal değerleri yok etmektedir. Her gün sayısız ağaç kesilmekte, kamyonlara yüklenip Türkiye şehirlerine götürülerek satılmaktadır. Kürt insanları gibi Kürt ormanları, Kürt ağaçları da yok pahasına pazara sunulmaktadır. AKP-MHP bir yandan her zerre varlığa para olarak bakıyor, talan ediyor, öte yandan da esas amaç Kürt soykırımını gerçekleştirmek için Kürdistan ormanlarını yok ediyor; Kürtlerin yaşam alanlarını, otlakları, yaşamlarını idame ettikleri eko çevreyi ortadan kaldırmaya odaklanıyor. Bundan dolayı AKP-MHP faşizminin Türkiye’de yaptığı doğa katliamıyla Kürdistan’da yaptığı doğa katliamı da birbirinden ayrışmaktadır.
Türkiye’de tümden rant için, para kazanmak için gözü doymazlıkla yapılıyor doğa katliamları. Ancak Kürdistan’da doğa katliamlarının en temel amacı Kürt soykırımını tamamlamak içindir. Kürdistan doğasının katledilmesi gerektiğini düşündükleri için ormanları yok ediyorlar, Kürdistan’ı çölleştiriyorlar. AKP-MHP, Kürt soykırımını tamamlamak amacıyla Kürdistan’da ormanları kesiyor, tonlarca ağacı odun halinde Türkiye şehirlerinde satıyor.
Bu doğa katliamını Türk devleti Bakûrê Kurdistan’da da korucular eliyle yapıyor. Başûr’da KDP’nin oynadığı rolü, Bakûr’da korucular ve kimi işbirlikçi açgözlü kesimler oynuyor. Bunun karşısında Bakûr’da yurtsever halkın bu doğa talanına, bu soykırıma karşı mücadelesi de yeterli olmamıştır. Kimi girişimler olmuşsa da sonuç vermemiştir. Bakûrê Kurdistan’da mücadelenin salt hukuki boyutla ele alınmasının yarattığı sonuç, doğa katliamında da kendini göstermektedir. Ağaç-orman katliamı için kimi barolar başvuru yapmışsa da sonuç almamıştır. Peki, mücadele bu kadar mı olmalıdır, yeterli midir, bundan öte bir şey yapılmayacak mıdır? Her Kürdün bu soruyu kendine sorması ve cevabını mutlaka vermesi gerekmektedir.
Doğa soykırımına karşı ekolojik hamle geliştirilmeli
Dünyada ekolojik mücadelelerin tüm yüzyılı sardığı bir dönemde Kürt toplumunun kendi köyünün çevresindeki ormanları koruyamaması 50 yıllık mücadelemizin yarattığı değerlere yakışır mı? Kuşkusuz hayır! Kendi köyünü, arazisini, ormanını, otlaklarını koruyamayan toplumun koruyacağı hiçbir şey kalmamış demektir. Bundan dolayı Bakûrê Kurdistan’da ekolojik bir hamle başlatılmalıdır. Büyük bedelleri göze alarak ekolojik bir hamle başlatılmazsa faşizmi durdurmak da mümkün değildir.
Faşizmin Kürt nefreti büyüktür. Zap, Gare ve Avaşîn’de, Metîna ve Zagros’ta askerler operasyona sürülmekte ve büyük sayıda asker ölümleri gerçekleşmektedir. HPG’nin verdiği son bilançoda 1871 askerin öldürüldüğü belirtilmektedir. TC asker ölümlerini gizlerken öfkesini Kürt dağlarından, Kürt ormanlarından ve zindanlardaki yoldaşlarımızdan çıkarmaya çalışmaktadır. Bu öfkeyi durdurmazsak, dağlarımıza, ormanlarımıza, zindanlara uzanan eli kırmazsak kuşkusuz daha büyük saldırılar da olacaktır. Ancak özgürlük hamlemizin verdiği ruhla ve Gerilla direnişinin yarattığı büyük özgüvenle AKP-MHP faşist soykırımcı eli kırmanın büyük gücü yaratılmıştır.
Kapitalist modernite tüm dünyayı olduğu gibi Kürt insanını da etkilemektedir. Dijital dünya aynı şekilde, tüm dünyayı esir etmiş durumdadır ve Kürtler de bundan payını almaktadır. Kürdistan gençleri dijital dünyanın ve TC özel savaşının, bağımlılaştırıcı saldırılarının etkisinden kendini kurtararak mücadeleyi büyütmelidir. Kuşkusuz insanların öldürüldüğü, her gün çok sayıda insanın katledildiği bir çağda, ağaçların, suların, havanın katledilmesine karşı mücadele yürütmek için büyük bilinçlenmek ve kararlı olmak gerekir. İnsanın toprakla bağını kurabilmek gerekir. Zerdüşt’ün ziraata dair söylemlerindeki derin anlamı bilmek gerekir. İnsanın doğayla varolduğu gerçeğinin derin bilinci olmazsa, Kürt toplumunun varolmasının Kürt dağlarıyla mümkün olduğu gerçeğinin derin bilinci olmazsa, kuşkusuz ekolojik mücadele yürütmeye anlam verilemez. Ancak bilmek gerekir ki bir insan ölürse bir aile etkilenir ama bir ağaç ölürse tüm toplum ve tüm canlılar etkilenir. Tüm toplumu etkileyecek bir kuraklığın önü açılır. Ağacın yapraklarından beslenen tırtıllar, kelebekler, keçiler ve sayamayacağımız kadar hayvan etkilenir. Bunu derinden hissetmek, yaşam anlamı yükleyerek Kürdistan’daki doğa katliamına karşı ekolojik bir hamle yaparak bu katliamı durdurmak gerekir.
Tüm varlıklar, varolmak için başka varlıklara ihtiyaç duyar. Dünya yüzünde görüp anlamaya çalıştığımız tüm varlıklar, insanlar, toplumlar, toprak, hava, su ve daha sayabileceğimiz tüm varlıkların değişen zamanlarda değişen özleri var ve bu, hepsinin farklı zaman boyutunda olsa da canlı olduklarını göstermektedir. Bu varlıklar içinde insan en karmaşık-kompleks olan canlıdır. Çünkü insan en hızlı ve en fazla değişen varlıktır. Kuşkusuz kuantum maddeciklerin hareketinin ışık hızına oranla insan hareketi hantal kalacaktır. Ancak kuantum zerreciklerin insan formatına kavuşması da belli bir zaman-hız aralığına hapsolması, zamansal bir form kazanmasıyla mümkün olmaktadır.
İnsan, içinde varolduğu evreni, doğayı tanıyarak, anlayarak insan olmaya başlamıştır. İnsan olarak varolmanın ilk şartı içine doğduğu doğayı-evreni tanımak, anlamak ve onu kabullenmektir. İnsanın doğaya ibadeti, tüm tek tanrılı dinlere rağmen aşılamamıştır. Çünkü doğaya ibadet varlığın bir koşuludur. Doğanın tanrısallığının unutulduğu ve bu tanrısallığa münkir-münafık yaklaşıldığı oranda, doğanın gazabı da büyük olmaktadır. Tabi doğanın zamanı bizim zamanımızdan farklı işlemektedir. Doğa daha sabırlıdır, köklü düşünmektedir ve düşündüklerini yaparken sonrasında geri dönüşümü olan kararlar vermemektedir. Doğanın kurduğu mahkemenin temyizi yoktur. Ve en keskin olanı da doğa, sadece kendisine kötülük yapanları değil, kötülük yapanları engellemeyen-engellemeyenleri de cezalandırmaktadır.
Doğa böyle yaparken de anlayabildiğimiz kadarıyla bizi eğitmektedir. Doğaya saygı duymak, onun anlamını tüm zamanlarda en yüksek düzeyde bilince taşımak ve korumak zorundayız. Bunu yapmadığımız oranda da gücümüz buna yetmediğince de yok olmaya, zaman içinde yok edilmeye, insanlığından çıkmış insanlar eliyle, sömürgeci sistemler eliyle yokoluşa razı olmuşuz demektir.
Doğa katliamının altında köklü bir kadın düşmanlığı var
AKP-MHP’nin doğa katliamının altında köklü bir erkek egemenlikli kadın düşmanlığı vardır. Nasıl ki Kürt kadınlarını susturamayan, Kürt kadınlarının direnişini yok edemeyen AKP-MHP faşizmi o kadınları öldürmeye çalışıyorsa, Kürt direnişini yok edemeyen düşman, Kürdü bağrına basan dağlara, ormanlara saldırıyor. Sömüremediğini, kendine ait kılamadığını yok etmeye odaklanıyor. Bu, tam bir erkek faşizmi örneğidir. Kürdistan ormanları bize anadır. Doğanın ana olma özelliği de bununla birleşmektedir. Doğa anaya, toprak anaya, bizi ana kucağıyla sarmalayan ve 50 yıllık direnişimizi besleyen ormanlarımıza, sularımıza ve toprağımıza yönelik bu saldırılar, faşist egemen erkeğin tecavüz ve katletmesi anlamını taşıyor. Kürdistan anamız üzerindeki bu faşist erkek saldırılarına, tecavüzlerine dur demek için bir anlam hamlesi başlatmak gerekir. ‘Özgürlük Zamanı’ hamlemizi bu dönemde ekolojik hamle adımıyla tamamlamak gerekir.
Ekolojik mücadele evrensel bir mücadeledir. Ekolojik mücadele yürütürken yerel ve evrensel gücü birleştirmek gerekli ve doğal olandır. Çünkü herhangi bir kara parçasındaki doğaya, toprağa, ormanlara ve havaya verilen zarar en fazla o bölgeyi etkilese de önemli boyutta tüm dünyayı, tüm insanlığı etkilemektedir. Bundan dolayı ekolojik mücadeleyi ortaklaştırma, büyütme ve yaygınlaştırma gerekçeleri çok fazladır. Doğa talanına karşı mücadele yürütürken uluslararası ekolojik kurumlarla, organizasyonlarla ve örgütlerle bu mücadeleyi ortaklaştırmak önemli ve gereklidir. Ancak konu Kürdistan olduğunda, dünya egemen güçlerinin yarattığı Kürdistan statüsüzlüğünün bu mücadeleye de yansıması olmaktadır.
Gezi direnişi adıyla Türkiye’de anılan dönemin birkaç ağaçla başladığı biliniyor. Kuşkusuz anlamlı ve örnek bir direniştir. Ağaçların korunmasıyla başlayan, giderek tüm Türkiye’deki doğa katliamlarını, hak ihlallerini, anti demokratik uygulamaları hedef alan ve bir toplumsal karşı koyuşa dönüşen bu mücadele, hala tarihselliğini korumaktadır. Ancak bu gerçeğe rağmen Kürdistan’daki doğa katliamına karşı gelişen sessizlik, baskı, yok sayma, mücadelesizlik durumu Türkiye’deki faşist, baskıcı, şoven ve tekçi iktidar baskısını ve bu baskının Türkiye halklarında yarattığı korkuyu da ortaya koymaktadır. Kürdistan’daki doğa katliamına karşı mücadele ederken halkımızı örgütlemek ve topyekün bilinçlendirip ayağa kaldırmak gerekirken Türkiye halklarıyla da bu mücadeleyi ortaklaştırmak zor olsa da gereklidir.
AKP-MHP faşist iktidarı devrilirse soykırım durdurulabilir
Yine bu mücadeleyi geliştirerek uluslararası örgütlerin gündemine taşımak da gereklidir. Şunu belirtmek gerekir ki kimi uluslararası kuruluşlar, Kürdistan’daki soykırım saldırılarına karşı sessiz kalmakta, göz yummaktadır. Buna en büyük örnek OPCW’nin içine girdiği durumdur. Kimyasal silahların kullanılmasına karşı bir kuruluş olsa da Kürdistan’da kimyasal silah kullanımına karşı sessizliğini sürdürmektedir. Burada ortaya çıkan tutum, sıradan bir duyarsızlık değildir. Önceki dönemlerde faşist Türk devletinin yardım adı altında OPCW’ye aktardığı paralar, “sus payı” olarak rol oynamaktadır. Faşizm örgütlenmekte ve bu kurumları satın almaktadır. Aynı şekilde kimi ekolojik örgütler de bu durumdadır. Bundan dolayı da yapılan başvurular cevapsız kalmıştır. En son Şırnak’taki ağaç katliamı için Greenpeace’e yapılan başvurulara verilen “Bizim çalışma alanımız dışındadır” cevabı, soykırım karşısında sessiz kaldıklarını göstermektedir. Bundan dolayı ekolojik mücadele yürütürken örgütlenmek, uluslararası alanda çalışma yürütmek ve bu örgütlerin de faşizme baş eğen, faşizm karşısında sessiz kalan tutumlarını protesto etmek, bu örgütleri TC’nin faşist soykırımcı doğa talancısı uygulamalarına karşı tutum almaya zorlamak gerekmektedir. Yoksa “dünya sessizdir, kimse karşı çıkmıyor” şeklinde yakınmalarla yetinmemek, mücadeleyi süreklileştirmek ve TC’nin bu saldırılarını teşhir etmek gerekir. Bu saldırıları durdurmanın tek koşulu, AKP-MHP faşist iktidarını devirmek, bu iktidarın sonunu getirmek ve faşist TC rejimini değiştirmektir.
Kürdistan Kürtlerin vatanıdır. Türklerin bu vatanı, toprağı ve doğayı korumasını, sevmesini ya da bu kutsal toprağa zarar vermemesini beklemek kendini kandırmaktır. Türkler Kürt toprağına baktıkça kendi topraksızlıklarını, yersiz yurtsuz göçebe tarihlerini hatırlamaktadır. Kürtlerin toprak bilinci, mücadelesi, özgürlük bilincini, doğa sevgisini, toprağa bağlılığını tüm eksikliklerine rağmen sürdürdüklerini gördükçe Malazgirt Savaşı öncesini hatırlamaktadırlar. Bundan dolayı kendi yersiz yurtsuzluklarını telafi etmek için, Kürtleri yurtsuzlaştırmaya odaklanmaktadır. Bu faşist hafıza Kürtlerin soykırımı için her şeyi göze almıştır. Bugün Türkiye toplumlarının düşürüldüğü her türlü geri, fakir, cinnet durumunun kaynağında bu soykırımı yapabilmek için sürdürülen savaş vardır. PKK’ye karşı AKP-MHP faşist iktidarının yürüttüğü yok etme saldırılarının kaynağı salt, 50 yıllık PKK direniş tarihiyle ya da Türk ulus devletinin tarihiyle sınırlı değildir, bin yıllık bir tarihsel hafızaya dayanmaktadır. Bunu kavramak, bu bilinçle mücadele etmek, Önder Apo’nun demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmasının tüm halklara mücadele ve yaşam imkanı tanıdığını bilerek mücadeleyi yükseltmek gerekir. Bunun en temel yolu da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için “Dem Dema Azadiyê ye” hamlesini 2022 yılının ikinci yarısında zirveleştirmek ve 2022 yılı bitmeden AKP-MHP faşizmini bitirmektir.