Ekim ayı vesilesiyle; Beritan, Gurbetelli, Meryem, Sarya arkadaşlar şahsında, özgür ve anlamlı yaşamın ilkelerini ortaya koyan, kadın özgürlük çizgisinin zaferine inanan, ataerkil düzene karşı mücadele ederek ölümsüzleşen bütün Ekim Şehitleri’ni saygıyla anıyorum. Ekim Şehitleri’nin anısına bağlılık, her şeyden önce yaşamı anlamlı yaşamanın arayışında olmayı gerektirir. Anlamlı yaşamak, özsavunmayı bilmek, yeni yaşamı yaratma ilkelerini ortaya çıkararak toplumsallaştırmakla mümkündür. Bu, şehitlerimizin kendilerinden katre katre vererek kendilerini bedel ederek yarattıkları Jin Jiyan Azadî felsefesiyle örülen yaşamımızı anlamak, anlatmak ve büyütmek, anılarına layık olmanın önemli bir adımı olacaktır.
Direniş edebiyatının önemli düsturlarından biridir küllerinden yeniden doğmak. Küllerinden doğmak; yani ölümlerin içinden doğmak, yakıp kül eden cehennemlerden cennetimsi doğuşların yaratıcısı olmak. Aslında umudun, özgürlük olasılığının yeşermesiydi doğmakta olan. Kürt yurdunda yaşam, her an ölümlerde sınanarak, ölümlerin içinden geçe geçe ve ölümcül darbelerden kırıla döküle ve nihayetinde yeniden doğarak gerçekleşiyor. Ölümün içinden yaşam doğurtuluyor. Bundandır Jin Jiyan Azadî sloganının Rojhilatê Kurdistan’da bir mezarlıkta yükseltilmesi ve bir yaşam felsefesine dönüşmesi, giderek yüzlerin, binlerin diline düşmesi, milyonların bu sözü kendi dilinde haykırması. Kabristanda yaşam sloganı atmak ve kabirleri kıra kıra yaşamı haykırmak tesadüf de değildir, kolay da değildir. Orada o anda ölümün reddedilişi vardır. Ölümün reddi karşısında yaşamı inşa iddası vardır. Bu anlamıyla da bir sistemin zihniyetteki yıkılışına tanık olunduğu andır.
Yeni bir devrim çağı başlamıştır
Fransız devrimindeki “Kardeşlik, Özgürlük ve Eşitlik” sloganından ve Marksizmin “Dünyanın Tüm İşçileri, Birleşin” sloganından sonra en fazla sayıda insanın sahiplendiği, haykırdığı slogan “Jin Jiyan Azadî” olmuştur. Bu anlamıyla yeni bir evrensel devrimin doğuşunun, fikir olmaktan çıkarak emekleme sürecine geçtiğinin göstergesidir. Yeni bir devrim çağı başlamıştır. Kadın özgürlük devrimi çağı başlamıştır. Egemen, cinsiyetçi erkekliğin ve onun çürümüş zihniyetinin korktuğu zaman gelmiştir.
Rojhilatê Kurdistan’dan tüm dünyaya yayılan Jin Jiyan Azadî çığlığı, özgür yaşamda ısrarlı olanın, özgür yaşam için özsavunmanın zorunluluk olduğunu bilenin, mezarda olsa dahi yaşamı yaratmaya muktedir olduğunu gösterir. Bu en fazla kadın için geçerlidir. En temelinde de kendisi tarih olmuş kişilikler için geçerlidir. Bu, tam da Önder Apo’nun “Benim ölüm bile rol oynar” sözünün bedenleşmesidir. Bu anlamda Jin Jiyan Azadî düsturu, bizim Önderlik çizgisindeki geleceği görmemizdir. Direnen kadınların yaratacağı özgür kadın çizgisinin tüm dünya kadınlarının yaşamlarını etkileyeceği, değiştireceği, tüm dünya kadınlarının yüreğine, yaşamına, saçlarına, gözlerine dokunacağı gerçeğinin kendisini bize şimdiden göstermesidir.
Mezarlıkta biriken bir öfkeyle dile geldi dedik. Halkımızın, en fazla da kadınların ahvalini arzeden bir durumdu yaşanan. Katilin maktule saldırdığı, tüm gücüyle onu boğmaya çalıştığı, maktulün ise kendini koruma çırpınışları dışında pek işaret veremediği, dolayısıyla katilin başardığını düşündüğü an, belki de maktulün nefessiz kaldığı an bir derin iç çekişle ciğerlerine havayı doldurup yeniden yaşama dönmesi, kalbinin o anda yeniden atmaya başlaması gibidir. Hem ölüm eşiğindeki cesede can gelmesidir, -ki bu anlamda yaşam ifadesidir-, hem de öldürdüğünü sandığı maktulün canlandığını gören katilin korkuyla irkilmesi, yaşam karşısında ölüm korkusuna düşmesidir. Erkek egemenliğine, soykırımcı faşist rejimlere ölüm korkusu yaşatan sloganın yaşam ile örülü olması, kadınla ve özgürlükle olması tarihsel toplumun hafızasını koruduğu müddetçe başarabildiğini gösteren benzersiz bir gerçekleşmedir. Tarihsel toplumun hakikati Jin Jiyan Azadî sözünde güncellenmekte ve dile gelmektedir. Ve bu hakikat, erkek egemenliğinin ölüm korkusu yaşamasına yeterli olan bir güç, anlam ve bilinç toplaşması ihtiva etmektedir.
Jin Jiyan Azadî hakikati Kürtçe doğum yaptı
Dünya insanlığının liberal bireyciliğin ağlarında ölümle cebelleştiği bir anda, doğudan, ülkesi olmayan bir toplumun toplumsallığının ve özgür yaşam öngörüsünün dile geldiği hakikat olan Jin Jiyan Azadî hakikati Kürtçe doğum yaptı. Dört parça edilmiş, her parçasındaki toplumsallığın da minimize edilerek hakim sömürgeci kültürlerin hammaddesi haline getirildiği bir Kürtlük-Kürdistanilik içinden böyle bir yaşam ve özgürlük doğumunun kadın öncülüğüyle gerçekleştirilmesi, tüm bölgede ve dünyada sarsıcı bir etki yarattı. Ölen bir kadının ardından, kadınların yaşam ve özgürlük bilinci, yaşam sloganıyla dile geldi. Dünya kadınları bu sesi duydu ve sahiplendi. Liberal burjuva sınıfın ve devletçi sistemin temsilcileri de sahiplendi bu sloganı ancak maniple etmeye çalıştılar. Sloganın Farsçasını farklı zeminlerde dillendirerek ya da İranlı kadınlardan ve başörtüsünden söz ederek konuyu daraltmaya uğraştılar. Her şeye rağmen güneş balçıkla sıvanamayacak kadar gerçek, parlak ve aydınlıktı.
Kürdistan toplumsallığının, kök kültür olan Aryen toplumsallığının, görkemli Zagros kültürünün yeniden canlanışı önemli bir aşama katetti. Tüm Ortadoğulu kadınlar bu yaşam felsefesini sahiplendi. Farsça, Arapça olarak seslendirdi. Akabinde tüm dünya dillerinde yer edinen bu slogan, dünya insanlığının özgür yaşam felsefesi olarak gerçek yerini buldu. Jin Jiyan Azadî devriminin öncüsü olarak Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin tarihsel deneyimi ve misyonunu ele almak istersek, bu mücadelenin ilk çıkış koşullarına bakmamız gerekir. Bu koşullara bakmak, bu koşulların içinde kimlerin nasıl yaşadığına ve yaşanmışlıkların da toplumsallıklarına bakmak önemli ve gereklidir.
Her olgu gelişim aşamasında dışsal unsurlardan da etkilenir ancak esas olarak özündeki karakterin etkisindedir. Burada başlangıçtaki özü, devrime bağlılığı, cesareti, erdemi, ahlakı, arkadaşlığı ve kendinden feragat etmeyi görebilmek oldukça önemlidir. Kadın Özgürlük Hareketi’nin böyle bir özün içinde şekillenmesi doğuş içinde yeniden doğuştur. Mücadelenin gelişim seyri bir tohumun serpilip gelişmesi gibi bu özgürlük tohumunu beslemiş, büyütmüş ve dallandırmıştır. Ömrünün baharındaki bir grup Kürdistanlı gencin örgütlenmesi zamanla özgürlüğe aşk düzeyinde tutkuyla bağlı insanların toplumsallığı haline gelmiş ve en çok özgürlüğe ihtiyacı olan kadınlar da bu yeni yaşamda yerlerini günden güne çoğalarak almaya başlamıştır. Kadının mücadele içerisinde yer alışı öncelikle özgür Kürt kimliğini ve bağımsız Kürdistan’ı yaratma gibi genel mücadele amaçları ekseninde gelişmiştir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki Kürdistan gibi varlığı inkar edilmiş, sömürülmüş, yok sayılmış, aynı zamanda büyük oranda hakim ataerkil kültürlerin etkisine itilmiş bir toplum içerisinde gerçekleşen bu katılımlar, oldukça derin anlamlarla yüklü özgürlük çıkışlarıdır. Dolayısıyla ilk dönemlerdeki kadın katılımlarını bir bütün olarak genel bir katılım, cins çelişkisinden ve mücadelesinden tümden bağımsız bir katılım şeklinde değerlendirmek yetersiz tespitlere yol açacaktır.
Dünyaya yayılan devrimci dalga
Yok oluş koşullarında varoluşa cesaret etmek oldukça değerli ve anlamlıdır. Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi’ne ilk katılan kadınlar en zorlu koşullarda yaşayıp genç yaşlarında kahramanca şehadete ulaşmayı, geleneksel ve ucuz yaşama tercih etmişlerdir. Dolayısıyla Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne ilk katılan kadınlar Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin ilk adımlarını atmış ve Özgürlük Hareketi’nin soy damarlarını oluşturmuşlardır. Mücadelenin her aşamasında ve bundan sonrasında da her adımda dönüp bu damarlara bakmak, bunlara tutunmak, ana kök hücreyi bilmek ve kendi hakikatini bilmektir.
Türkiye Cumhuriyeti oluşumu darbe mekaniği ile mümkün kılınmıştır. Sürekli darbelerle devlet aygıtı ayakta tutulmaktadır. Devlet, olağan koşullardaki gibi kurumlaşmalara dayanmaz, kurumların toplamından oluşmaz. Tersine kurumlar darbelerle var edilen bir organa dayanır. Bundan dolayı kritik zamanlarda derin devlet diyerek bu aygıt hatırlatılır herkese. Tecavüzcünün “biz devletiz” demesi buna örnektir. Mafyanın, vurguncunun, polisin ya da benzer işlere bulaşmış olanların bismillah der gibi “biz devletiz” demesi, aynı sözü ezberlemiş olmaları, bu derin aygıta dayanarak her tür insanlık dışı uygulamayı herkese reva görmelerinden kaynaklıdır. Darbe mekaniği, TC kuruluşunun bir karakteristiğidir. Tüm darbeler gibi 12 Eylül Darbesi de Anadolu ve Kürdistan halklarındaki, isyancı-asi ruhu kırmış, işkencelerden geçirmiş, aşağılamış ve öldürmüştür. Sisteme başkaldıran, insanca yaşam mücadelesi veren ve bu uğurda canını esirgemeyen insanın mücadele ruhunu katletmiştir. Faşist işkenceler bir kuşaktaki isyan ve mücadele ruhunu öldürdüğü kadar o kuşağı, bir sonrakilerin tarihi direniş mirasından koparılmasında kullanacak kadar sindirmiş, iradesiz ve köksüz bırakmış, tarih bilincinden koparmış ve kendi sistemi içinde eritmiştir. İnsanların yüreğine korkuyu yerleştirerek iradesine yönelen darbe, sistem karşısında direniş gösterebilecek hiçbir insani öğe bırakmamıştır. İnsanın tüm enerjisini, salt maddi yaşam imkânlarını sağlayarak yaşanılabileceği yanılgısını yaratmaya yönelmiş, insan emeğini sömürmeye, düşüncesini yok etmeye ve duygularını dejenere etmeye kilitlenmiş, sadece cinselliği bıraktığı insanda metalaşma, nesneleşme yaratmıştır. İnsan bütünen istismar aracı kılınmıştır.
19. yüzyıl, tüm dünya halkları kadar dünya kadınları için de köklü değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Dünyaya yayılan devrimci dalgalanma içersinde, erkek egemenlikli uygarlıkla en fazla uyumsuzluk içerisinde olan kadın da yerini almıştır. Koşullar ülkelere, sosyal sınıfa, mezheplere göre değişen hızda da olsa genel toplumlarda yaşanan hareketlenmelerle beraber kadında da özgürlüğe evrilme gelişmiştir. Kürdistan kadını bu dalgaya geç de olsa 20. yüzyılın sonunda güçlü bir özgürlük ideolojisiyle ve örgütüyle katılmıştır.
Kadınların çoğu despot bir babadan, kocadan, ekonomik sıkıntılardan, egemen sistemden ve geleneksel yaşam tarzından kaçmak ister. Bu durum birçok kadın için geçerli olduğu gibi pek çok erkek için de geçerlidir. Ancak başlangıçta sömürgeciliğin yarattığı derin hayal, inanç ve umut kırıklıklarıyla Kürdistanlı kadın ve erkeklerin sınırlı bir kısmı bu arayışlar içerisine yönelmiş ve Özgürlük Hareketi’ne katılım sağlamıştır.
Kendisini yalan ve hileler üzerinden şekillendiren bir sistem için bu tür bir arayış elbette en şiddetli nükleer tehditten daha tehlikelidir. Ve sistem de bunun farkındadır ki, kadın katliamlarını teşvik eden bir yapılanmayı tüm bireylere dayatmakta ve kadını cüceleştirmeye yönelmektedir. Bu yöneliş salt eylemlerle sınırlı olmayıp yaşamın her karesinde sürmekte. Ataerkil sistem, kadına yönelik saldırılarını günümüzde zirve düzeyde sürdürmektedir. Dolayısıyla ancak böylesi bir yoğunluk, inanç ve bilinç düzeyi zirvede süren yönelimleri karşılayabilecektir.
Kürt kadını sistem karşıtıdır
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ile kadınlar ve erkekler geleneksel modelin terk edildiği yeni bir yaşam, ilişki ve kişilik alanıyla tanışmışlardır. Kadından her zaman itaat ve özverinin istendiği ataerkil bakış açısının aşılarak yeni bir kadın ve yaşam formülasyonunun inşa edilmesi çabası Kürdistan Kadın Hareketi öncülüğünde devam etmiştir. Kürdistan toplumunda fedakâr ana, iyi-uyumlu eş, erkeği tatmin etmekle görevli kılınmış cinsel nesne olan köle kadın arketiplerine karşı savaşım başlatılmış, sosyalist disiplinin zamansal dokusuna yeni bir motif olarak özgür kadın motifi işlenmiştir.
Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ilk yıllarında Kürdistan gençliği içinde bir ilgi, merak konusu olmakla birlikte faşist baskının getirdiği zorluklar da vardı. Böyle bir süreçte Kürdistan mücadelesine ilgi duyarak mücadele öncülerine ulaşan, onların etrafında bir yeni toplumsallık inşa etme iddasında olan az sayıda kadın içerisinde bilinen-tanınanlar Sakine Cansız ve Kesire Yıldırım’dır. 70’li yıllara dair anlatılar bu dönemin tablosunu az çok ortaya çıkarır. Faşist baskının yoğun olduğu, toplumun darbelerle korku altında tutulmak istendiği, ancak tüm bunlara rağmen insan ve toplum tahlillerinin en kötü şekilde kullanılacak düzeyde yapılamadığı bir çağ olduğu kesin. Ancak Kürdistan toplumsallığında köy yaşamının kültürel belirginliği TC sisteminin içine girmemede önemli bir rol oynamaktadır. Kürt kadını sistemin dışındadır. Soykırım sisteminin yarattığı kurumlaşmaların dışında duruyor, asimilasyon çemberine girmiyor. Şehirlerden uzak, memurculuktan uzak, zaten askerlik yapma gibi bir zorunluluk yok, sokağa açılma da yok. Kürdistan erkeğinin maruz kaldığı hiçbir uygulama kadın üzerinde etkili değildir. Kürt yaşamında sokak tanımı da bugünkü ve başka toplumlardaki gibi değil. Kürt kadınının sömürgeci, soykırımcı rejimin tüm uygulamalarının dışında durması, salt fiziki şartlar gereği değildir. Kürt kadını sistem karşıtıdır, sömürgeci soykırımcı rejim karşıtıdır. Bundan dolayı da kendi varlığını sistemi inkar ile, sistemi ret ile inşa etmektedir.
Yaşayabilmek için sonsuz bir kavga içinde olmak
Dersim soykırımı, bu doğrultuda incelenmesi gereken bir tarihsel kesittir. Katliamın erkek ve kadın bireyler üzerindeki etkisi aynı değildir. Dersim kadınındaki inat, öfke ve savaşçı ruh, katliamla gerçek yüzü açığa çıkan faşist Türk devletinin her türlü uygulamasına karşıtlık ifade eder. Soykırım hafızası kadında daha güçlüdür. Soykırım öncesi yaşamın etkisi kadında daha derin olduğu gibi, soykırımın yarattığı tahribatın da en fazla etkisinde, bilincinde olan cins kadındır. Soykırımla insanların katledilmesine, çocukların çalınarak ailelerinden-toplumsallıklarından koparılmasına ve yurt toprağının her tür saldırıya maruz kalmasına öfke büyüktür. Dersim kadını sistemiçileşmeme savaşını büyük vermiştir. Bunu büyük devrimci kadın öncülerden olan Aysel Doğan’ın keskin belirlemelerinde görmekteyiz. Sakine Cansız’daki arayış da, herkesle kavgalı olma durumu da bu sistem karşıtlığı ve sisteme yakın duran her şeyi, sisteme doğru çekme olasılığı olan her şeyi reddetme, böyle olan her şeyle kavgaya tutuşma kararlılığıyla ilgilidir. Bir Dersim kadın karakteristiğidir, arayışını köreltmeden, kendi önüne engeller koymadan, varolan engelleri aşa aşa bu karakteristiği özgür yaşama doğru evriltme inadı ve ısrarıdır. Sakine Cansız’da zuhur eden bu karakteristik, soykırımla yok edilemeyen kadın özüdür, yok edilenlere tepki ve yeniden yaratma ısrarındaki kadın ana, ana tanrıça özüdür. Bundan dolayı Sakine Cansız’ın Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’ndeki varlığı, tekil değil, kolektif bir varoluş, bir yer ediniştir.
Sakine Cansız karakteri bu anlamda incelemeye, üzerinde büyük araştırmalar yapmaya değer bir tarihsel karakterdir. Onu anlamak, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin mayasını, ilk özünü anlamak demektir. Sakine Cansız, Hareket ile tanıştığı ilk günlerden itibaren büyük bir dirayetle ailesiyle ve çevresinde bulunan herkesle büyük bir kavga içerisinde olduğunu belirtir. Yaşamın kadın için yaşam olmaktan çıkarıldığını ve yaşayabilmek için sonsuz bir kavga içinde olmak gerektiğini belirtir.
Özgürlük mücadelesinde Sakine Cansız figürü
Bu kavganın O’nu götürdüğü yerler hayatına dair anlatılarda az da olsa yer alır. Erkeği tanıma, erkek karşısındaki kendini tanıma kararlılığı da büyüktür. Aileden hızla koparak kendisini aile bağları dışında yaratmanın arayışına yönelmiştir. Bunu şeklen, verili sistem içinde yapmış olsa da, özde aile bağlarının ötesinde bir toplumsallık yaratma istemi vardır.
İnandığı ve bildiği doğruları büyük bir inatla savunmuş, inandığı doğruların kavgasını vermiş ve bunları yaşamsallaştırmak için kendi topraklarından uzakta, İzmir’de ucuz iş gücü olarak insan emeğinin sömürüldüğü fabrikalarda, atölyelerde çalışmıştır. Onun amacı bu fabrikalarda çalışan kadın işçileri eğitmek, bilinçlendirmek, örgütlemek olmuş ve çalıştığı yerlerde yaşamdaki duruşu, disiplini ve bilinciyle kısa sürede birçok genç kadını örgütlemiş, bilinçlendirmiş, en azından bu kadınların ilgilerini siyasallaştırmış ve arayışlarını güçlendirmiştir. Sakine Cansız adeta iğneyle kuyu kazarcasına mücadeleyi yaygınlaştırmaya, toplumsallaştırmaya çalışmış mahalle mahalle, ev ev dolaşmış, yüzlerce kişiye özgür yaşama dair görüşlerini anlatmış, eğitimler vermiş ve örgütlü gruplar oluşturmuştur. Yine Diyarbakır Zindanı’nda dönemin işkencelerine direnen, düşmanın her tür vahşet uygulamasına karşı direnmek kadar kendini ve birlikte yaşadığı kadın gruplarını örgütleyerek ve eğiterek yanıt olmuştur. Sakine Cansız’ın özgürlük iddiasını, O’nun zindandan kaçış denemelerinden de bilmekteyiz. O, tutsak edilemeyecek kadar özgürlük iddiası büyük olan tarihsel bir kadın karakteridir. Sakine Cansız’ın tarihin derinliklerinde kök salmış olan ana kadın kültüründen alarak getirdiği direniş, özgür yaşam iddiası, özgür eş yaşam arayışı, kararlılık, her tür hâkim sistem karşısında mutlaka kavga etmek, hiçbir baskı biçimini kabul etmemek ve daha sayabileceğimiz birçok özellik, sadece onun kişisel özelliği olmaktan çıkmış, Kürdistan Kadın Hareketi’nin tarihsel misyonu-kökeni ve mücadele ilkesi haline gelmiştir.
Kürt kadını dinamik bir toplumsal kurucu güçtür
Kürt yaşamında sokak tanımı da bugünkü ve başka toplumlardaki gibi değil dedik ancak Kürdün kendi sokağında (aynı anlama gelmek üzere günlük-güncel yaşam mekanları içinde) ise Kürt kadını aktif, canlı ve dinamik bir toplumsal kurucu güçtür. Bunda ana tanrıça kültürünün kalıntı düzeyinde de olsa yaşanıyor olmasının, yine fiziki olarak fazlasıyla yıpranmış olsa da, maddi kültür ve manevi dünyada-hafızada star kültürünün yaşatılıyor olması büyük bir şans olarak pek farkında olunmasa da Kürt kadının avuçlarındaki paha biçilmez hazinedir. Bu hazine, üzeri tozla kaplanmış bir hazinedir. Birçok kadın çok yakınından geçmiş olmasına rağmen farkına varamamış, çok yaklaşmışken dahi uzağına düşmüştür. Ancak Sakine Cansız, bu hazinenin üzerindeki fazlalıkları kaldırıp atmayı, tozları dağıtmayı ve hazinenin gerçeğini açığa çıkararak onu avuçlarına almayı başarmış bir kadındır. Hem bunun cesaretini hem ısrarını ortaya koymuş, hem de emeğini vermiştir. Bundan dolayı da Kürdistan Kadın Hareketi içinde tanrıça düzeyinde ele alınan bir kadın karakteri olmuştur.
Sakine Cansız’dan bugüne kadar on binlerce kadın katılmış, binlerce kahraman ortaya çıkmış, binlercesi canını feda etmiş, on binlercesi emek vermiştir. Toplamında tüm bireylerin katılımlarındaki ortak özgürlük ilkeleri, mücadelenin özgürlük ilkelerinin en zirvede uygulanması ve sürekli ana kök hücreye dayalı olması şeklinde ele alınmıştır.
Kadın özgürlük problemine yönelim
İlk dönemler kadının mücadele kararlılığında ulusal varoluş sorunsallığı ağır basmakta. Çıkış koşulları ve içinden gelinen toplumun gerçekliği dikkate alındığında Kürdistanlı kadınların halklarının varlık mücadelesinde yer almaları, bunu hiçbir imkânın olmadığı, başarı inancının sıfırdan yaratıldığı, umudun kırıntısının dahi bırakılmadığı koşullarda gerçekleştirmeleri sıradan yaklaşılabilecek, sıradan değerlendirilebilecek çıkışlar değildir. Ancak kadın olarak varolamamanın getirdiği arayışlar, dile getirilemese de bir cins mücadelesine, kadın özgürlük problemine doğru bir yönelim olduğuna da işaret eder.
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi tarihsel deneyiminden aldığı güçle, güncelde varolmakta ve mücadele yürütmektedir. Zagros tanrıçalarının kültürel gücü bu topraklarda hiçbir zaman yok edilememiştir. Bugün de bu tanrıçaların gölgesinde direnen, savaşan ve özgürleşen kadınların varlığı artık herkesin malumudur. Tüm Kürdistan parçalarında bu kadınlar, güneş ve suyla buluşunca toprağın altından başını çıkaran buğday başakları gibi birer birer yükseldiler, yükselmekteler. Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi öncülüğünde Kürdistan ve dünyadaki tüm kadınların birleşmesi, ortak ilkelerde buluşması, ortak amaçlarla eyleme yönelmesi, ortak özgürlük tanımı yaratması, dünya insanlığının özgür yaşam ilkelerini yeniden inşa etmektedir. Bu inşayı yaratanlara, yüreğini bu inşaya açanlara, bu inşanın verdiği heyecanla, coşkuyla özgür yaşama yürüyenlere aşk olsun.