Cemil Bayık: Ortadoğu dünya siyasi tarihinde her zaman önemli yere sahip olmuştur. Zaten insanlığın toplumsal kültürü yarattığı ilk alan olduğu gibi, ilk uygarlıkların da şekillendiği alandır. Bu açıdan dünya siyaseti, siyasi dengeleri insanlığın ilk toplumsal yaşama kavuştuğu coğrafyada ilk çağla birlikte ortaya çıkmıştır.İlk toplumsallık Ortadoğu’da şekillenip dünyaya yayıldığı gibi, ilk uygarlıklar da Ortadoğu’da şekillenmiş, dünyaya yayılmıştır.
Ortadoğu’da yeniden yapılanma süreci yaşanıyor. Üçüncü dünya savaşı olarak da tanımlanan Ortadoğu’daki yeniden dizayn sürecinde hegemonik güçlerin Suriye’de odaklanan siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu dünya siyasi tarihinde her zaman önemli yere sahip olmuştur. Zaten insanlığın toplumsal kültürü yarattığı ilk alan olduğu gibi, ilk uygarlıkların da şekillendiği alandır. Bu açıdan dünya siyaseti, siyasi dengeleri insanlığın ilk toplumsal yaşama kavuştuğu coğrafyada ilk çağla birlikte ortaya çıkmıştır.İlk toplumsallık Ortadoğu’da şekillenip dünyaya yayıldığı gibi, ilk uygarlıklar da Ortadoğu’da şekillenmiş, dünyaya yayılmıştır. sonraki bin yıllarda da bu gerçeklik değişmemiştir. Ortadoğu, uygarlık sistemlerinin buluştuğu, kesiştiği yerdir, dünya ticaret yollarının geçtiği yoldur.İlk ideolojilerin, temel kültürlerin şekillendiği yerdir. İlk inançların, tek tanrılı dinlerin şekillendiği yerdir. Ortadoğu’nun bu karakterine kapitalist çağda petrol ve enerji kaynakları gibi önemli etkenler de eklenmiştir. Böylelikle Ortadoğu günümüzde de siyasal mücadelenin odaklandığı merkez olmuştur.
21. yüzyılda reel sosyalizmle kapitalist modernist sistem arasındaki çekişmenin de odaklandığı temel coğrafyalardan biridir. Yine kapitalist sistem güçlerinin kendi aralarında kavga ettikleri alanların başında gelmektedir. Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra siyasal dengelerin dağılması en fazla da Ortadoğu’da siyasal boşluklar ortaya çıkardı. Ortadoğu’daki bu siyasal boşluk sistemi rahatsız eden birçok sorun da ortaya çıkardı. Bu çerçevede 1991’de I. Körfez Savaşı, yine 2003’te II. Körfez Savaşı denilebilecek savaşlara sahne oldu. Bu savaşların tümü Ortadoğu’ya yeniden çekidüzen verme temelinde gerçekleşti. Öte yandan reel sosyalizm ortamında şekillenen iktidarlar varlığını sürdürmeye devam ettiler. Şekillendikleri siyasal ortam ortadan kalktığı halde bu rejimler kendi varlıklarını sürdürme çabası içinde oldular. Yine İran gibi bir devrim yaşayan ve gücünü tarihsel kültürden, geleneğinden alan ve devlet geleneği köklü olan bir siyasi güç de Ortadoğu’nun siyasal denge mücadelelerinde etkin olmak istemektedir. İmparatorluk geleneği, kültünü taşıyan Türkiye’nin egemen güçleri de Osmanlı İmparatorluğu’nun ayak izlerine dayanarak Ortadoğu’da etkin olmak istemektedir. Tüm bunlar Ortadoğu’da ciddi bir çatışma ve çekişme durumunu ortaya çıkarmıştır.
Suriye üzerinden bir Ortadoğu sistemi şekillenecektir
Son yıllarda Tunus’la başlayan, Mısır’a yayılan, Libya ve Yemen’le boyut kazanan eski iktidarların yıkılması, Ortadoğu’da yeni dengelerin oluşma sürecine hız kazandırmıştır. Özellikle de dünyanın en temel hegemonik gücü olan ABD Avrupa’yla birlikte bu süreçte Ortadoğu’yu şekillendirmek istemektedir. Bu çerçevede Mısır ve Libya’da iktidarların el değiştirmesinden sonra Suriye’ye el atılmıştır. Suriye de zaten soğuk savaş döneminde şekillenen bir rejimdir. Bu açıdan kendisini yeni dünya koşullarında köklü bir temele dayandıracak ve yaşatacak yeniden bir yapılandırma yaşamamıştır. Bu nedenle on yıllardır baskı altına alınan içteki muhalefet Suriye’de ayağa kalkmıştır. Suriye’de siyasal iktidarsızlığın ortaya çıkmasıyla birlikte Ortadoğu’da güç olmak isteyen Türkiye de, Suriye’de etkin olmak istemiştir. Özellikle ABD’nin Libya müdahalesine katıldıktan sonra Suriye müdahalesine de erkenden katılıp Suriye’de avantaj kazanarak Ortadoğu’da etkinliğini artırmayı hedeflemiştir. Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere daha başka güçler de Suriye’deki çeşitli muhalif güçlerle ilişkilenmiştir. Bu durum Suriye’de ciddi ve karmaşık bir çatışma ortamı yaratmıştır.
Suriye’nin Ortadoğu siyasetindeki önemi her zaman biliniyordu, bilinmektedir. Ancak bu çatışma sürecinde Suriye’nin Ortadoğu siyasal dengelerini etkileme gücünün ne kadar önemli olduğu bir daha görülmüştür. Bu nedenle de bütün etkili uluslararası güçler, Türkiye ve İran da dahil bölgesel güçler Suriye’ye daha fazla müdahil olmuşlardır. Çünkü Suriye üzerinden bir Ortadoğu sistemi şekillenecektir. Suriye’deki değişiklik ve gelişmeler sadece Suriye’yi etkilemeyecek, bütün Ortadoğu’daki yeni kurulacak sistemin nasıl şekilleneceğine de etkide bulunacaktır. Bu açıdan da Suriye üzerindeki çekişme ve çatışma düşünüldüğünden daha farklı ve karmaşık bir boyut kazanmıştır.
ABD, Avrupa ilk başlarda Suriye’deki muhalefete destek verirken, Suriye muhalefetinin ayağa kalkarak Baas rejimini devirmesini isterken, kısa sürede Suriye’de islamcı güçlerin etkili hale geldiği görülmüştür. Bu durum Suriye’deki savaşı daha da farklı bir boyuta taşımıştır. Böyle bir durumda İsrail güvenliği konusunda hassas olan güçler Suriye’deki muhalefeti daha yakından takip etmeye başlamışlardır. Yine Lübnan ve Suriye’yle yakından ilgilenen, Lübnan’daki hıristiyanların vasisi gibi kendini gören Fransa gibi bir güç de Suriye’deki islamcı muhalefetin gelişmesiyle birlikte bu muhalif güçlere karşı politikaları daha dikkatli yürütmeye başlamıştır. ABD ve Fransa da şunu görmüştür ki, Suriye’deki yeni devlet şekillenmesi sadece Suriye’yi ilgilendirmeyecek, bütün Ortadoğu’nun siyasal karakterine yön verecektir. Böyle bir karakteri olduğu görülmüş, bir de siyasal islamcıların etkin olacağı anlaşılınca Suriye’nin yeni iktidarının nasıl olması gerektiği konusunda yeni arayışlar içine girmişlerdir.
Rusya ve Çin ise Suriye’nin bütün Ortadoğu’yu etkileyen karakterini bildiklerinden onlar da diğer alanlarda olmadığı kadar Suriye üzerinde ilgilerini artırmışlardır. Zaten daha önce sıkı ilişki içinde oldukları Suriye rejimine destek olmuşlardır. İran ise esas olarak kendi kaygısı nedeniyle Suriye rejimini desteklemektedir. Dolayısıyla Irak da bu çekişmenin parçası haline gelmiştir. Bu durum Suriye’deki siyasal çekişme ve çatışmaları daha da karmaşık hale getirmiştir. Hem Suriye üzerinden Ortadoğu dengeleri önemli düzeyde netleşmeye gideceğinden hem de uluslararası ve bölgesel birçok gücün içerisinde olduğu karmaşık bir savaş olmasından dolayı Suriye üzerinde yürütülen savaşa Üçüncü Dünya Savaşı denilmektedir.
Nitekim tüm dünya savaşları sonunda olduğu gibi belirli konferanslarla bölgenin karakteri şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Cenevre görüşmeleriyle aslında birçok gücün içinde yer aldığı belirli bir savaş ve siyasal mücadeleden sonra Suriye üzerinde belirli bir uzlaşma yaratılmaya çalışılmaktadır. Uluslararası güçlerin kapsamlı bir uzlaşmaya yönelmesi bile zaten Suriye’deki durumun ciddiyetini göstermektedir. Daha önce Türk devleti Cenevre görüşmelerini küçümserken, aleyhinde konuşurken, hatta ABD ve Avrupa’ya da kendine göre çatarken, Obama’yla yapılan görüşmelerden sonra Cenevre görüşmelerinin öneminden söz edilmiştir. Türkiye de Suriye üzerinde sandığı gibi tek başına silahlı ve siyasi gücüyle bir şey yapamayacağını gördüğünden böyle bir uluslararası konferansın içine girerek kendi etkisini ve varlığını sürdürme yaklaşımını benimsemiştir. Daha doğrusu bunun dışında başka türlü kendisinin Suriye üzerinde etkin olması ve Suriye politikasını yürütmesinin mümkün olmadığını görmüştür.
Eski Suriye aşılırken, yeni Suriye kurulurken belli bir uzlaşma temelinde sonuca gidilecektir. Tabii ki bu uzlaşma da eşit güçlerin uzlaşması olmayacaktır. Bir hegemon güç olacaktır. Bu zaten ABD ve yanındaki Avrupa’dır. Esas güç sahibi onlar olsalar da Cenevre görüşmelerinde Çin ve Rusya’nın çıkarları da belirli düzeyde gözetilecektir. Türkiye’nin siyasi olarak Suriye üzerinde çok etkin olmasına izin verilmeyecek, ama bazı ekonomik imkanların tanınması da sağlanacaktır.
Suriye üzerinde siyasal islamcıların hakimiyetini Avrupa ve ABD’nin de istemediğini gören İran, bu süreçten yararlanıp çok sınırlı bir biçimde Lübnan’da ve Suriye’de varlığını sürdürecektir. Daha doğrusu kendisinin bölgedeki karşı kutbu haline gelecek sünni islamcı bir iktidarın Suriye’de güç olmaması objektif olarak İran’ın da tümden kaybetmemesi gibi bir durum ortaya çıkaracaktır.
Ortadoğu’yu yeniden düzenleme politikaları
– Yeniden şekillendirilmek istenen Ortadoğu’da ‘siyasal islam’ gibi gündeme giren çözüm formları var olan sorunlara yanıt oluşturabilir mi? Mevcut milliyetçi devlet yapıları yıkılırken bu çözüm modellerinin geleceği ne olacaktır?
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra başını ABD’nin çektiği uluslararası sistem Ortadoğu’da eski işbirlikçi iktidar bloklarıyla bölgede etkin olamayacaklarını görmüşlerdir. Son iki yüzyılda kendine modern ve laik diyen, bir yönüyle Avrupa kapitalist modernist sisteminin maketi olan toplumsal kesimler ve siyasal akımlarla Ortadoğu kontrol edilmek istenmiştir. Ancak özellikle de soğuk savaşın bitmesinden sonra bu iktidarlarla Ortadoğu’daki ülkeleri kontrol etmek, bu temelde de kapitalist modernist sistemin hakimiyetini sağlamak zorlaşmıştır. Bu iktidarlar sistemin ihtiyaçlarına cevap vermedikleri gibi toplumsal meşruiyetleri de kalmamıştır. Toplumun kültürel değerlerinden kopuk siyaset anlayışı, yaşam tarzı ve kültürleriyle toplumun çoğununun hedefi haline gelmişlerdir. Bu iktidar güçleriyle artık bölgede egemen olmak, bu iktidar bloklarıyla bölge toplumlarını kontrol etmek mümkün değildir. Bu açıdan toplumsal meşruiyeti olan, toplumla barışık olan yeni işbirlikçi güçler üzerinden Ortadoğu’yu kontrol etme politikasına yönelmişlerdir. Bunun için de işbirlikçi ılımlı islam dedikleri iktidar blokları üzerinden Ortadoğu’ya hakim olma politikasına yönelmişlerdir, böyle bir strateji izlemişlerdir. Zaten soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı, komünizme karşı yeşil kuşak adı altında Sovyetler Birliği’ni kuşatma, etkisiz kılma politikası yürütülmüştü. Bu politika gereği Ortadoğu’daki birçok İslamcı kesimle ilişki kurulmuş, onları kendi işbirlikçisi, kendi politikalarının parçası haline getirmişti. Bir yönüyle siyasal islam içinde ABD ve Avrupa’yla ajan ilişkisi içinde olan çevreler yaratılmıştı. Bu nedenle ABD ve Avrupa işbirlikçi islama dayalı bir Ortadoğu şekillendirmek istemişlerdir.
Tunus’ta olaylar başlayınca Ortadoğu’daki yeni hakimiyet stratejilerinin gereği olarak bu ülkelerde işbirlikçi siyasal islamcıların etkili olmasına destek vermişlerdir. Onları yeni oluşacak iktidar bloğunun hakim gücü haline getirme çabası göstermişlerdir. Bunun sonucu Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Yemen’de bu yönlü yeni işbirlikçi profile dayanarak bölgedeki etkinliğini güçlendirmeye, bölgeye yeni bir düzen vermeye çalışmışlardır. Ancak Suriye söz konusu olunca kısa bir süre sonra Suriye’de bu güçlere dayalı bir iktidar bloğu yaratmanın Ortadoğu’da işbirlikçi ılımlı islama dayalı düşündükleri stratejiye de katkı sunmayacağını görmüşlerdir. Hatta öngördükleri strateji açısından kendilerine dönecek ters sonuçlar yaratacağını düşünerek Suriye’ye farklı bir yaklaşım göstermişlerdir. Mısır ve diğer ülkelerde olduğu gibi Suriye’de işbirlikçi de olsa siyasal islamın hakim olmasını istememişlerdir. Bunda İsrail ve Lübnan’ın Suriye’ye sınır olması yanında Türkiye’nin durumu da etkide bulunmuştur. Türkiye’deki siyasal islamcı rejimin Suriye’deki işbirlikçi siyasal bir rejimle birleşmesi durumunda düşündükleri işbirlikçi islama dayalı rejimlerin giderek karakterinin farklılaşıp kendilerine zorluk çıkaracak bir duruma geleceğini düşünerek Suriye’de farklı bir iktidar bloğunun etkin olmasını kendi çıkarlarına görmüşlerdir.
Suriye’de siyasal islamın da içine alınacağı ama başat olmayacağı; Kürtlerin, Dürzilerin, alevilerin, Süryanilerin, Ermenilerin, son yüzyılda Batı kültürüyle yetişmiş çeşitli kesimlerin, yine farklı siyasal anlayışta olanların ve sol kesimlerin de içinde yer alacağı geniş yelpazede bir Suriye gerçeğini kendilerine uygun görmüşlerdir. Böylelikle aslında Türkiye ile Suriye’nin Güney’indeki islamcı güçler arasında bir tampon bölge oluşturmayı düşünmektedirler. Zaten Güney Kürdistan böyle bir oluşumdur. Suriye’yi de siyasal islamın hakim olmadığı bir ülke haline getirerek böyle bir tedbir kuşağı oluşturmuş olacaklar.
Milliyetçi eğilim biraz islam sosuyla yer değiştirmektedir
Kuşkusuz Ortadoğu’nun diğer alanlarında yine işbirlikçi siyasal islama dayalı bölgeye hakim olma politikalarını sürdüreceklerdir. Zaten AKP ve Fethullah Gülen gerçeğinde görüldüğü gibi Türkiye’de de böyle bir işbirlikçi siyasal islamcı kesimin belirli düzeyde güç olmasını kendi çıkarlarına görmektedirler. Belki Türkiye’de işbirlikçi siyasal islamın Türkiye’ye tümden hakim olmasını istemiyorlar; bu konuda Türkiye’de işbirlikçi siyasal islamı dengeleyecek diğer siyasal akımların varlığını da gerekli görüyorlar, ama gerektiğinde kullanacakları bir işbirlikçi siyasal islamcı kesimin varlığını da kendileri açısından gerekli görüyorlar. Fethullah Gülen’le ajanlık düzeyindeki sıkı ilişkilerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Yine AKP içindeki etkilerini bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Ancak İstanbul’da bir parkta kesilen ağaçlar sonrası gelişen direniş sürecinde görülmüştür ki ABD ve Avrupa siyasal islamın hegemon olduğu bir Türkiye’yi de istememektedir. Bu nedenle siyasal islamcı hegemonyanın oluşmayacağı siyasi dengeleri önemli görmektedir. Bunun sonucu da gezi parkı süresince AKP iktidarına ciddi eleştiriler getirmişlerdir. Bu eleştiriler aslında nasıl bir Türkiye istediklerinin ortaya konulmasıdır. ABD ve Avrupa’ya göre siyasal islamcılar Türkiye’de bir güç olmalı, gerektiğinde onları kullanabilmeli, ancak hegemonik iktidar haline gelmemelidirler. İstanbul’dan başlayan ve Türkiye’ye yayılan direnişler sürecinde ABD’nin ortaya koyduğu tutumu böyle değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Kuşkusuz bundan Gezi Parkı Direnişi’nin demokratik ve özgürlükçü olmadığı gibi bir anlam çıkmaz. Sadece demokratik ve özgürlükçü bu direnişten kendine göre bir yararlanma tutumu gösterdikleri söylenebilir. Yoksa Gezi Parkı Direnişi’nin ortaya çıkardığı duygu ve düşünceyi de kendileri açısından tehlikeli görmektedirler. Bu gerçeklik bir daha göstermektedir ki Ortadoğu’daki ülkeler kendi sorunlarını demokratik temelde çözmezlerse dış güçler her sorunu kendilerine karşı kullanabilirler. Bu, söz konusu direnişlerin ve tutumların yanlışlığını değil, bu direnişlere yol açan sorunları çözmeyenlerin yanlış bir yaklaşım içinde olduğunu gösterir.
Uluslararası güçlerin Ortadoğu’da işbirlikçi siyasal islama ya da başka güçlere dayalı egemenliğini sürdürme politikalarında ulus devlete dayanma vardır. Kuşkusuz ulus devletin bazı katı yönlerini törpülemektedirler. Çünkü ulus-devletin 20. yüzyıldaki çok katı karakteri toplumda huzursuzlukları süreklileştirmekte, bu da uluslararası güçlerin işbirlikçiler yoluyla bölgedeki hakimiyetini sıkıntıya düşürmektedir. Diğer yandan klasik ulus devletlerin zihniyeti ve hukuk formu sermayenin serbest ve güvenli dolaşımı konusunda da bazı engeller çıkarmaktadır. Uluslararası tekeller artık ulus devletlerin kendilerini biraz daha etkili ve güç gördükleri eski zihniyeti bırakmalarını ve ülkelerini tümüyle uluslararası tekellerin sömürüsüne açmalarını istediklerinden ulus devletlerin bu yönlü engelleyici yanlarını törpülemektedirler. Ancak yine zihniyet ulus devletçi zihniyettir. Milliyetçi eğilim biraz islam sosuyla yer değiştirmektedir. Ya da işbirlikçi islam renginin etkili olduğu bir ulus devlet gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bunlar iki yüzyıldır Ortadoğu’ya sokulan modernist zihniyetin ve yapıların devamından farklı bir şey değildir. Modernizm aslında islam kimliğiyle Ortadoğu’ya sokulmaktadır. Kapitalizm bu işbirlikçi siyasal islamla Ortadoğu’yu fethetmektedir. Bir yönüyle işbirlikçi siyasal islam ulus devlet ajanlığını yeni biçimde sürdürmektedir.
Eski ulus devletler dünyada şekillenen yeni kapitalist modernist uygarlığın yerel şubeleriydiler. Ulus devletlerin klasik iktidar bloklarının yapamadığı, beceremediği ajanlığı şimdi işbirlikçi islam daha etkili bir biçimde yapmaya çalışmaktadır. Bu açıdan uluslararası kapitalist modernist sistem ulus devletler döneminde tümden fethedemediği Ortadoğu’yu şimdi ılımlı işbirlikçi islam örtüsü altında, onların ajanlığıyla fethetme politikası izlemektedir. Bunun da Türkiye gerçeğinde olduğu gibi önemli başarılar ve sonuçlar elde ettiğini görmek gerekir. İşte şimdi Tunus’ta da, Mısır’da da, Libya’da da bu işbirlikçi ılımlı islam üzerinden bölgeyi fethedeceklerdir. Bir nevi işbirlikçi ılımlı islam Ortadoğu’da kapitalist modernitenin Truva Atı rolünü oynamaktadır.
Kapitalist modernist sistemin ulus devlet anlayışı gibi bu yeni işbirlikçi politikaları da bölgedeki sorunlara cevap olmayacaktır. Çünkü özünde demokratik karakterde değildir. Bütün etnik ve dinsel toplulukların demokratik yaşamına ve özgürlüklerine dayalı bir sistem şekillendirilmiyor. Toplumları işbirlikçileri üzerinden zapturapt altına almayı hedefliyor. Yine Ortadoğu’daki çelişkileri sürekli kullanarak kontrol etme politikasından vazgeçmemişlerdir. Bu yönüyle Ortadoğu’da çelişkilerin ortadan kalkacağı, bütün etnik ve dinsel toplulukların, diğer sosyal toplulukların kendini özgürce örgütleyeceği, ifade edeceği ve bu temelde demokratik topluma dayalı bir Ortadoğu sistemi istenmiyor. Çünkü demokratik topluma dayalı demokratikleşmiş toplumlar iradeli topluluklardır, güçlenmiş topluluklardır. Dolayısıyla dış güçlerin isteklerine, dayatmalarına boyun eğmeyecek topluluklardır. Demokrasi ve demokratikleşme aslında egemenlerin, dış güçlerin bir coğrafyada, bir ülkede etkilerini azaltma, ortadan kaldırma durumunu ortaya çıkarır. Bu açıdan tabii ki uluslararası güçler Ortadoğu’nun tümden demokratikleşmesini ve özgürleşmesini sağlayacak politikalar ve adımlardan rahatsız olacaklardır. Toplumların demokratik örgütlenmesine dayalı özgür topluluklar haline gelmesini istemeyeceklerdir. Bu yönüyle ABD ve Avrupa’nın Ortadoğu’ya müdahalesi ve yeni şekillendirmek istediği düzen toplumları tatmin etmediğinden ve ihtiyaçlarına cevap vermediğinden toplulukların örgütlenme ve direnme pozisyonu devam edecektir. Ne Ortadoğu’da sorunlar bitecektir ne de Ortadoğu’da bu sorunların kaynağı olan uluslararası güçlere ve bunların işbirlikçilerine karşı direniş son bulacaktır. Bu yönüyle uluslararası güçlerin bölgedeki yeni düzeni sorunlara çözüm bulma düzeni değildir. Aksine sorunların varlığı üzerinden kendini yaşatma, yine toplumlar üzerinden işbirlikçiliğe dayalı bir bölge hakimiyeti istediklerinden Ortadoğu’daki siyasal çatışmalar da egemenlere karşı toplumların direnişi de devam edecektir. Hem de eskisinden daha fazla devam edecektir.
Arap Baharı denen hareketlerde olduğu gibi eski despotik rejimlerin yıkılmasından sonra yeni iktidar blokları, yeni siyasal güçler tarih sahnesine çıkmıştır. Pandoranın kutusu açılmıştır. Yeni iktidar bloklarına dayalı olarak ülkelerde ve bölgede hakimiyet kurulsa da artık altüst oluş sürecinde ortaya çıkan yeni siyasal güçler Ortadoğu’da özgürlükçü demokratik sistem kurmak için mücadelelerini sürdüreceklerdir. Bu yönüyle Ortadoğu 21. yüzyılda mücadeleleriyle, çekişme ve çatışmalarıyla 20. yüzyıldan daha zengin, daha dinamik bir siyasal ve toplumsal yaşam gerçeğini yaşayacaktır.
Ortadoğu’nun köklerine dayanmayan hiçbir proje başarılı olamaz
– Başkan Apo, Kuzey Kürdistan ve tüm Ortadoğu için demokratik çözüm inisiyatifini ortaya koydu. Ortadoğu coğrafyası kapitalist sistemin hegemonyasındaki son iki yüz yıllık geçmişinde bu tür proje ve hamleleri görmedi. Siz bu projenin Türkiye’nin geleceği ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde nasıl bir rol oynayacağını düşünüyorsunuz?
Önder Apo bugün ortaya koyduğu yeni paradigması ve bu çerçevede öngördüğü siyasal ve toplumsal proje Ortadoğu’nun tarihsel birikimine ve tecrübelerine dayanmaktadır. Tabii ki insanlığın başta Avrupa olmak üzere dünyanın diğer alanlarındaki tecrübesini ve birikimini de bu yeni paradigmasını oluştururken değerlendirmiştir. Yeni paradigma temelinde öngördüğü özgürlükçü demokratik sistem tabii ki insanlığın bütün değerlerine dayanmaktadır. Ancak kendisinin duruşunu ve savunmalarını esas olarak Ortadoğu’nun savunması olarak değerlendirmiştir. Bunu bir ülkenin ya da bir bölgenin kendisini dış güçlere karşı savunması olarak algılamak dar bir yaklaşım olur. İnsanlığın en güzel değerlerini, kültürünü yaratan bir coğrafyanın, insanlığın ve uygarlıkların kök hücresi olan bu coğrafyanın tarihsel birikiminin doğru çözümlenmesini ve değerlendirilmesini sadece Ortadoğu açısından değil, insanlığın özgür ve demokratik yaşamı açısından da önemli görmektedir. Bu yönüyle insanlığın diğer birikimlerine önem vermekle birlikte ilk toplumsallığı ve uygarlığı yaratan bu coğrafyaya dayanarak insana dair, insanın doğuşuna, kök hücresine uygun yeni bir insanlık projesini ortaya çıkarmıştır. Bu açıdan yeni paradigmanın ortaya çıkmasında Ortadoğu değerlerinin ve kültürünün payı çok çok büyüktür. Kuşkusuz bu paradigma bütün insanlık sorunlarına cevap olacak nitelikte olduğu gibi, en başta da Ortadoğu sorunlarına cevap verecek karaktere sahiptir. Zaten Ortadoğu gerçeğini dikkate alan, onu çok iyi çözümleyen bir zihniyet ve paradigma olduğu için Ortadoğu’nun sorunlarının çözümü açısından tam bir ilaç niteliğindedir.
Kapitalist modernitenin Ortadoğu’nun toplumsal yapısını, zihniyetini, her şeyini parçalayıp dışarıdan bir aşıyla yeni bir toplum yaratmasına karşı Ortadoğu gerçeğine dayalı yeni bir özgür ve demokratik toplum projesi ortaya koymuştur. Zaten Ortadoğu dışarıdan dayatılan aşıya ve dışarıyı temel alan siyasal, toplumsal ve kültürel yaşam projelerine karşı hep direnmiştir, sert karşılık vermiştir, kabul etmemiştir. Dolayısıyla kapitalist modernist ufku aşmayan birçok proje, birçok siyasal anlayış da Ortadoğu’da başarısız kalmıştır. Zaten yakın zamana kadar üretilen birçok proje ve dayandığı ideoloji Ortadoğu köklerine gerçekliğine dayanmadığından sonuçsuz kalmıştır. Ortadoğu’nun tarihsel toplumsal kültürüne dayanan çeşitli kesimlerin direnişiyle boşa çıkarılmıştır. Belki bu direnişi gösterenlerin çoğunluğunun toplumun sorunlarını çözecek, ihtiyaçlarına cevap verecek bir projeleri yoktur, sadece tepkisel hareketlerdir. Ancak sadece tarihsel toplumun kültürüne dayanarak da dış kaynaklı her türlü projeyi boşa çıkarma gücünü gösterebilmektedirler.
İşbirlikçi ılımlı siyasal islama dayanan güçler de ne kadar kendilerini islamcı, Ortadoğu kökenli, yerel olduklarını söyleseler de tamamen kapitalist modernitenin ufkunu aşmayan ve onların ajanı konumunda olan hareketlerdir. İnsanlığın ve toplumsal sorunların çözümünü insanlık değerlerine, Ortadoğu değerlerine dayanarak çözmeyi hedeflemekten çok, bu kültürü istismar ederek, kullanarak Batı’dan gelen iktidarcı devletçi zihniyetin farklı bir biçimini Ortadoğu toplumları üzerinde yaşatmaya çalışmaktadırlar. Sorunları çözen bir zihniyet ve yaklaşımla değil de, Ortadoğu’da ve dünyada sorunlar yaratan iktidar anlayışını bu defa islami renkte yürüterek kendini var etmeye çalışmaktadırlar. İktidar islamı olduklarından, iktidarcı ve sömürücü karakterde olduklarından Batı’dan gelen ve toplumun kabul etmediği diğer projeler gibi toplum tarafından reddedilmektedirler, reddedileceklerdir. Çünkü onlar da öncekiler kadar ajan karakterdedirler.
Önder Apo’nun 21 Mart’ta Amed Newrozu’nda ilan ettiği siyasal zihniyet Ortadoğu’daki tüm farklı etnik ve dinsel toplulukların özgür ve demokratik yaşamına dayanan, toplumun tamamen demokratik temelde örgütlenmesini esas alan, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren ve toplumların sorunlarını çözme gücünde olan bir paradigma ve bir projedir. Böyle bir paradigma ve proje olduğu için kapitalist modernitenin son dört yüzyılda Ortadoğu’ya dayattığı yabancılaşma, sosyal ve kültürel dokunun bozulmasına karşı yeniden köklerine dayalı, kendi toplumuyla barışık ve toplumun tarihten gelen komünal demokratik ve ahlaki politik toplum değerlerini esas alan bir proje olduğundan; Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da bir özgürleşme çağı başlatmıştır. Önder Apo’nun demokratik topluma ve toplumların demokratikleşmesine dayalı cinsiyet özgürlükçü ekolojik demokratik toplum paradigması ve projesi tanınıp toplumlar tarafından sahip çıkıldıkça hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de demokratik ve özgür bir gelecek için önemli adımlar atılacaktır. Özellikle de Kuzey Kürdistan’da Kürt halkının sahiplendiği bu projenin etkisi Türkiye’de daha da fazla sonuç alacaktır. Önder Apo’nun ortaya koyduğu gibi Türkiye demokrasi güçleriyle Kürdistan özgürlük hareketi ortak bir mücadele içine girdiğinde, güçlerini birleştirdiğinde Türkiye özgürlüklerin ve demokrasinin ülkesi haline gelecektir. Özgürlük ve demokraside çekici olacaktır. Tabii ki bu Ortadoğu toplumlarını etkileyecektir. Ama bu hegemonik bir etki olmayacaktır. Ortadoğu’da bir hegemonya peşinde koşan, yeni bir Osmanlı arayışı içinde olan bir Türkiye olmayacaktır. Aksine özgürlükçü ve demokratik duruşuyla bütün Ortadoğu ülkelerindeki özgürlükçü ve demokratik duruşu, tarihsel değerleri doğru temelde harekete geçirecektir. Böylelikle bütün ülkelerin güç olacağı, bütün Ortadoğu’nun güç olacağı, kendi değerlerine dayalı bir özgürlükçü ve demokratik sistem yükselişe geçecektir.
Önder Apo’nun paradigmasının Ortadoğu ve Türkiye’deki etkisinin böyle olacağını düşünüyoruz. Böylelikle kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki hakimiyetine son verilecektir. Modernizmin, oryantalizmin Ortadoğu toplumuna dayattıkları siyasal, sosyal ve kültürel projeler boşa çıkarılacaktır. Dayatılan elbise yırtılacak, kalıp kırılacaktır. Onun yerine Ortadoğu’nun demokratik toplum değerleri, binlerce yıl etnik ve dinsel toplulukların yan yana yaşama ve var olma gerçeği, demokratik ve özgürlükçü temelde güncelleşecektir. Tarih içinde oluşmuş gericilikler, tüm önyargılar bu demokratik özgürlükçü paradigmayla yıkılarak, her türlü gericilik saf dışı edilerek Ortadoğu ve Türkiye tüm etnik ve dinsel toplulukların, farklı sosyal kimliklerin özgünlükleri ve özgücüyle yaşadığı bir coğrafya olacaktır. Tabii ki en başta da toplumsallığı yaratan, özgür ve demokratik yaşamın özünü oluşturan ana tanrıça kültürünü canlandırarak cinsiyet özgürlükçü ekolojik demokratik topluma dayanan özgür ve demokratik yaşam gerçeği Ortadoğu’ya ve tüm insanlığa örnek olacaktır.
Rojava’da Kürtler kendi özgür ve demokratik yaşamlarını kurmaktadırlar
– Suriye ve Batı Kürdistan’da Kürt özgürlük hareketinin geldiği demokratik özerklik aşaması sonrasında Arap demokrasi güçlerinin Kürt halkının mücadelesine ve Kürt sorununun çözümüne yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Önder Apo yeni değil, daha ABD’nin Irak’a müdahalesi öncesi yazdığı Atina Savunması’nda ABD’nin bölgeye müdahalesi karşısında halkların özgürlük ve demokratik yaşamını sağlayacak üçüncü bir siyasi çizginin ortaya konulmasını istemiştir. Atina Savunması’nı bu temelde yazmıştır. Buna yeni paradigma demiştir. Atina Savunması’nda ortaya koyduğu siyasal ve toplumsal projeyle sınıflı, şehirli, iktidarlı, devletli tarihe dayalı olan gerici despotik zihniyet ile günümüzde bütün gericilikler üzerinde şekillenen, dünyayı ve Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmek isteyen yeni kapitalist modernist hegemonyayı kabul etmeyen üçüncü çizgisini ortaya koymuştur. Aslında PKK, ABD müdahalesi döneminde Güney Kürdistan dahil bütün Irak için bu projeyi uygulama hamlesi yapacaktı. Alternatif bir siyasal yaşam projesi olarak kendisini örgütleyecekti, etkili kılacaktı. Ancak 2003-2004 sırasında ortaya çıkan tasfiyecilik Önderliğin paradigmasını saptırarak siyasal zihniyet ve örgütsel yapıda yaratmak istediği değişimi sabote etmiştir. Yeni paradigmaya dayalı değişimin, bir üçüncü çizginin yaratılması biçiminde değil de, bölgeye hakim olmak isteyen uluslararası yeni hegemonyaya eklemlenen bir biçimde ele alınması dayatılmıştır. Bu da Önder Apo’nun 2003’te ortaya koyduğu paradigmasının ve üçüncü çizgisinin boşa çıkmasını beraberinde getirmiştir. Böylelikle daha o zaman harekete geçecek ve etkili olacak çizgi daha baştan uygulanamamıştır.
Önder Apo’nun örgütlü demokratik topluma dayalı komünal demokratik değerler temelinde şekillendirmek istediği demokratik özgür toplum projesi 2005’ten itibaren Türkiye’de belirli düzeyde kurumlaştırılmaya çalışılmaktadır. Hem zihniyet değişikliği hem de yeni yapılanma gerçeği temelinde Önder Apo’nun yeni toplum projesi Türkiye’de eksik ve yetersizlikleriyle birlikte pratikleştirilmektedir. Kuşkusuz bu pratikleşme en önemli imkanı ve fırsatı Rojava Kürdistan’da bulmuştur. Suriye sisteminin sarsıldığı ve siyasal krizin ortaya çıktığı ortamda zaten 30 yıla yakındır Kürt özgürlük hareketinin çalıştığı Rojava alanında; demokratik güçler hemen Önder Apo’nun demokratik topluma, komünal demokratik değerlere dayalı özgür ve demokratik yaşam projesini Demokratik Konfederalizm esaslarına göre örgütlendirmeye başlamışlardır. Önder Apo’nun Rojava Kürdistanı’nda yarattığı halk gerçekliği, yıllardır Kürt özgürlük hareketinin oradaki çalışmaları ve Kürt özgürlük hareketinin bütün Ortadoğu’da yarattığı gelişmelerin Rojava Kürdistan’daki etkileri Suriye’deki kriz ortamında Kürtlerin kendi özgür ve demokratik yaşamlarını kurmalarını beraberinde getirmiştir. Şu anda Rojava’da Kürtler kendi özgür ve demokratik yaşamlarını kurmaktadırlar. Kendi demokratik sistemlerini ortaya çıkarmaktadırlar. Şu anda fiili olarak Demokratik Özerklik temelinde özgür ve demokratik yaşama dayalı bir özgür ve özerk Kürdistan gerçeği ortaya çıkmıştır.
Rojava’da ortaya çıkan özerk ve özgür Kürdistan gerçeği gerçekten de sadece Suriye açısından değil, bütün Ortadoğu açısından örnek teşkil edecek bir karaktere sahiptir. Zaten özgürlükçü ruhunu kadın özgürlük çizgisinden, özgürlük dinamizmini Kürt gençliğinin özgürlük tutkusundan almaktadır. Önder Apo’nun yeni paradigması, özgür ve demokratik yaşam felsefesi, örgütlü demokratik topluma dayalı Demokratik Konfederalizm kurumlaşması Kürt toplumunun bütün enerjisini açığa çıkarmıştır. Kürt toplumundaki özgür ve demokratik yaşam arzusunun derinliği Kürt toplumunda büyük bir özgür ve demokratik yaşam enerjisi patlaması yaratmıştır. Bugün Rojava’da yediden yetmişe bütün halk ayaktadır. Herkes özgür ve demokratik yaşam istemektedir. Artık eski köleci ve iktidarcı yaşamı kabul etmemektedir. Toplumun güç olduğu, toplumun kendi işlerini kendisinin yaptığı, kendisi hakkında kendisi karar verdiği bir özgür yaşam gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu da toplumun gücünü ve direncini açığa çıkarmıştır. Eğer bütün baskılara rağmen Kürt halkı Rojava’da direniyorsa bu, o özgür yaşam gerçeğinin ve inancının ortaya çıkardığı, özgür yaşam ruhunun ortaya çıkardığı büyük dirençten dolayıdır. Özgürlük tutkusunun derinliği direnişin de kapsamını ve derinliğini ortaya çıkarmıştır. Bunu bütün Suriye halkı görüyor, bütün Ortadoğu halkı görüyor.
Şu bir gerçektir ki bugün Suriye’de esas demokratik alternatif güç Kürtlerdir, Kürtlerin özgür ve demokratik yaşam gerçeği tek siyasal ve toplumsal yaşam alternatifidir. Bugün ABD, Avrupa, Rusya ve Çin farklı biçimde de olsa Kürtlerin üçüncü çizgisine gelmişlerdir. Ne Esad rejimi ne işbirlikçi islama dayalı bir siyasal ve sosyal yaşam! Bunlar reddediliyor, ama yerine ne konulacağı ABD, Rusya, Çin ve diğer güçler için çok belirgin değil. Ama Kürtlerin projesi, açık, net ve belirgindir. Üçüncü yolu, üçüncü çizgisi belirgindir. Özgür ve demokratik yaşam çizgisi belirgindir. Bu bakımdan tabii ki bütün Suriye toplumunu etkiliyor. Eğer bugün Suriye içindeki o işbirlikçi islamcı, demokratik olmayan muhalif kesimler etkisiz kalmışsa, toplum onlara yüz vermiyorsa, eğer Suriye’ye hakim olamamışlarsa bunun nedeni eski Suriye rejimi ve mevcut muhalifler dışında başka bir siyasal yaşam projesini görmüş olmalarıdır. Kürtlerdeki siyasal zihniyet, özgür ve demokratik yaşam projesi Suriye-Arap toplumunun başka seçeneklere kaymasını engellemiştir. Kürtlerin yaşadığı demokratik gerçekliğin kesinlikle Suriye’deki siyasal yaşam ve gelişmeler üzerinde büyük etkisi olmuştur. Eğer bugün ABD, Avrupa, Rusya, Çin, İran, herkes üçüncü bir yol arayışı içindeyse aslında buna zemin sunan Kürtlerin Rojava’daki özgürlük mücadelesi ve ortaya çıkardıkları yaşam projesidir.
Suriye’de Kürtlerin özgür ve demokratik yaşam projesi ve ortaya çıkardıkları özgürlük enerjisi, ortaya çıkardıkları demokratik direnç tabii ki yeni Suriye’nin oluşmasında çok etkili olacaktır. Kürtler kendi siyasal zihniyetlerini ve özgür ve demokratik yaşam projelerini doğru anlatsalardı bugün sadece Suriye’de değil, bütün Ortadoğu’da daha etkin hale gelirlerdi. Ancak bu yeterince anlatılamamıştır. Diğer taraftan hem uluslararası güçler hem Türkiye hem de başka güçler Rojava’daki Kürt özgürlük hareketinin özgürlükçü ve demokratik duruşunun dünya tarafından tanınmaması için ellerinden geleni yapmışlardır, bu gerçeğin görülmesini perdelemişlerdir. Yine Kürdistan’da iktidarcı, otoriter bir zihniyeti, bir yaşam anlayışını temsil eden KDP geleneği de Rojava’daki özgür ve demokratik yaşam seçeneğinin sadece Kürtler içinde değil Ortadoğu toplumları arasında tanımaması için önemli bir perdeleme yapmıştır. Rojava’daki özgür ve demokratik yaşam gerçeğini Kürt toplumuna ve dünyaya farklı göstermek için elinden geleni yapmıştır, yapmaya devam etmektedir. Ancak bütün bunlara rağmen Rojava’daki özgürlükçü demokratik devrim Arap demokrasi güçleri üzerinde etkilidir. Suriye’deki demokrasi güçlerine umut ve güven vermektedir. Eğer bugün Suriye’deki demokrasi güçleri, farklı etnik ve dinsel topluluklar geleceğe biraz umutla bakıyorlarsa bunda Kürtlerin özgür ve demokratik yaşam seçeneği ve farklı kültürlere, etnik ve dinsel topluluklara, sosyal topluluklara dayanan eşitlikçi, özgürlükçü demokratik toplum projesinin rolü büyüktür.
Kürtlerin Rojava’daki yarattığı devrim Suriye’yi etkileyip Suriye’nin demokratikleşmesine temel teşkil ettiği gibi, Kürt sorununun çözümünün Suriye ve bütün Ortadoğu dünyasındaki demokrasi güçleri tarafından kabul edilmesinde büyük etkide bulunmuştur. Suriye ve Ortadoğu’daki demokrasi güçleri Kürtlerin Suriye’de özgür ve demokratik yaşamlarına bugün her zamankinden fazla sıcak bakmaktadırlar. Bu özgür ve demokratik yaşam seçeneğinin Suriye’yi, Ortadoğu halklarını zayıflatan değil de güçlendiren, Suriye’deki halklar arası birliği pekiştiren bir proje olduğunu görmektedirler. Bu açıdan bu projenin Suriye’nin demokratikleşmesine temel ve örnek olacağı gibi, Suriye’nin demokratik birliğini ve farklı kültürlerin özgür ve demokratik olarak bir arada yaşamasını sağlamada önemli rol oynayacağı şimdiden ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Önder Apo tüm Ortadoğu halklarının siyasi önderidir
– Gündemde olan barış ve demokrasi süreciyle birlikte; Kürt halkının Ortadoğu’da yaşayan halklar ve azınlık topluluklarla kardeşlik ve birlik içinde özgür yaşam sistemini geliştirilmesinde hareketinizin rolü nedir?
– Kürt Halk Önderi kuşkusuz Kürt halkının ulusal ve siyasal önderidir. Ancak sadece Kürt halkının ulusal ve siyasal önderi değildir, tüm Ortadoğu halklarının siyasal önderidir. Önder Apo Kürt gerçeğinde ve yürüttüğü kırk yıllık mücadele gerçeğinde şunu görmüştür; Ortadoğu halklarının özgürlükçü demokratik siyasal önderi olmadan, Ortadoğu’nun özgürlük ve demokratik yaşamını hedefleyen bir siyasal zihniyete sahip olmadan Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını sağlayacak ulusal ve siyasal önder olunamayacaktır. Bu açıdan Önder Apo’nun yaklaşımında sadece Kürtleri, Kürdistan’ı özgürleştirmek değil, bütün Ortadoğu ülkelerini özgürleştirme hedefi vardır. Hatta Ortadoğu özgürleştirilmeden, bölge ülkeleri özgürleştirilmeden Kürtlerin özgürleşemeyeceğini, demokratik yaşama kavuşamayacağını görmüştür. Çünkü Kürtlere bu zulmü yaşatanların, Kürtler üzerinde inkar ve imha siyasetini uygulayanların kökleri tarihe dayanan ve kapitalist modernist sistemden güç alan gerici zihniyetler olduğunu bilmektedir. Uluslararası gerici kapitalist modernist sistemin bölgede kurduğu düzenin Kürtler üzerinde yok etme politikasının temeli olduğunu ve Kürtleri inkar ve imha noktasına getirdiğini bildiğinden bütün Ortadoğu’yu demokratikleştirmeyi ve özgürleştirmeyi esas alan bir siyasal zihniyet ve toplum projesine sahiptir. Kürt Halk Önderliği’ni Ortadoğu’nun diğer önderliklerinden ayıran temel özellik budur. Ortadoğu’daki bütün halkların özgürlüğünü kendi halkının özgürlüğü ve demokratik yaşamı anlamına geldiğini görmüştür. Ortadoğu özgür ve demokratik yaşama kavuşmadan, bölge ülkelerinde özgür ve demokratik yaşam gerçekleşmeden Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamının güvenceye alınamayacağını, Kürtlerin varlığını koruyamayacağını çok iyi anlamıştır. Bu açıdan da Önder Apo daha PKK’nin ilk kuruluşundan itibaren halkların kardeşliğine dayalı özgür ve demokratik yaşama önem vermiştir. O zaman sosyalist anlayışıyla, kimliğiyle bunu savunmuştur, bunu önemli görmüştür. Kürtlerin özgürlüğüyle bölge halklarının özgürlüğünün iç içe geçtiğini vurgulamıştır. Ancak mücadelesini geliştirdikçe, Ortadoğu gerçeğini, dünya içindeki yerini gördükçe Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamıyla Ortadoğu’nun özgürleşmesinin ve demokratik yaşama kavuşmasının iç içe olduğunu daha iyi anlamıştır. Bu yönüyle de hiçbir ulusal toplumda olmadığı kadar Kürtlerde milliyetçi ve dar yaklaşımlara karşı duran, dar milliyetçi yaklaşımların Kürtlere iyilik değil kötülük getireceğini düşünen, bütün düşüncesini ve pratiğini bu temelde oluşturan bir önderlik gerçeği olmuştur.
Önder Apo’nun Türkiye’deki oluşturmak istediği sistem de bu çerçevededir. Türkiye halklarının özgür ve demokratik yaşamıyla Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını bir bütün olarak ele almaktadır. Özellikle Türkiye’deki demokrasi güçleriyle Kürt demokrasi güçlerinin birleşerek demokratik Türkiye özgür Kürdistan yaratıldığı takdirde bunun bütün Ortadoğu’nun özgürleşmesi ve demokratikleşmesinde büyük bir rol oynayacağını görmektedir. Bu açıdan da Türkiye’nin demokratikleşmesine ve halkların kardeşliğine dayalı Kürt sorununun çözümünü Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve özgürleşmesi stratejisinin önemli bir ayağı olarak ele almaktadır. Bu açıdan Newroz’da yayınladığı mesaj Kürtlerle Türklerin özgür ve demokratik yaşamına ve ortak hareket etmesine dayanan, ona vurgu yapan içerikte olsa da, yaratmak istediği toplum projesi açısından bütün etnik ve dinsel toplulukların özgürlüğüne dayanan bir karakterdedir. Çünkü bu proje tekçi, ulus devlet anlayışını reddederek Ortadoğu’nun tarihsel gerçekliğiyle uyumlu olan, farklı etnik ve dinsel toplulukları içine alan bir siyasal sistem öngörmesinden dolayı Ortadoğu’daki bütün halkların ve azınlık toplulukların özgür ve demokratik yaşamını hedefleyen bir mesajdır.
Bu mesajda hiçbir halkın ve etnik topluluğun bir diğerinden üstün olduğu söylemi yoktur. Küçük olsun büyük olsun bütün halkların, etnik ve inançsal toplulukların eşit olduğu bir demokratik Ortadoğu düşünülmektedir. Ortadoğu’da zengin bir halk ve inanç gerçeği vardır. İlk toplumsallık, ilk kültürler, ilk inançlar burada oluşmuştur, ilk tek tanrılı dinler burada oluşmuştur. Bu açıdan çok zengin bir etnik ve dinsel topluluk söz konusudur. Bu aslında Ortadoğu’nun mirasıdır, hepimizin mirasıdır. Bu mirasın sahiplenicisi olmak, bu mirası korumak, bu mirasa uygun davranmak en başta da özgürlükçü ve demokratik güçlerin temel görevidir. Kürt Halk Önderi ve Kürt özgürlük hareketi kesinlikle tarihin Ortadoğu halklarına bıraktığı inançsal olsun, etnik olsun her mirası sahiplenme, onları koruma, onları bu özgür yaşamın zenginliği olarak görme, hatta onlara pozitif ayrımcılık yaparak onların zenginliklerinin, kültürel değerlerinin daha fazla açığa çıkmasını sağlama gibi bir tarihsel, ahlaki ve politik sorumluluk duymaktadır. Bu yönüyle Önder Apo’nun demokratik siyasete ve demokratik kültüre dayanan, küçük büyük bütün etnik toplulukların kendini örgütlemesi, tüm özgünlüğüyle kendini ifade etmesi ve kültürel olarak canlanmalarını hedefleyen yeni toplum projesi sadece Türkiye ve Kürdistan’ı özgürleştirme değil, bütün halkların özgür ve demokratik yaşamı temelinde Ortadoğu’yu özgürleştirme projesidir.
Bu projeye de tabii ki hareketimiz zihniyet olarak öncülük yapmaktadır. Bütün milliyetçi genleri bünyesinden atarak, milliyetçiliği kendisinden uzak tutarak, hatta kendi varlığını bütün toplulukların varlığıyla özdeşleştirerek, kendisini o kültürlerde, o kültürleri kendinde görerek böyle bir sorumlulukla ve bu güzelliğin yarattığı heyecanla düşünen, böyle yaklaşan, böyle hareket eden bir özgürlük çizgisine sahip bulunmaktayız. Bu bize onur ve gurur vermektedir. Halkların birlikte özgür ve demokratik yaşamına sahip olmak, etnik, dinsel her türlü bağnazlıktan uzak bir biçimde bütün toplulukların özgür geleceğini, özgür yaşamını hedeflemek hareketimizin çizgisinin gereği olduğu gibi, Kürt halkının, Kürt özgürlük hareketinin temel moral değerleridir. Kürt özgürlük hareketi moral gücünü sadece kendi özgürlüğünü ve demokratik yaşamını yaratmada değil, bütün halkların özgür ve demokratik yaşamını yaratmada görmektedir. Bu nedenle PKK belki de sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın en coşkulu, en inançlı, en dirençli, en iradeli örgütüdür. Kürt halkı da en coşkulu, en inançlı, en dirençli, en iradeli halkıdır. Böyle bir zihniyete, böyle bir siyasal ve toplumsal projeye sahip olmak Kürtleri zayıflatmak bir yana, güçlendirip moralli kılmaktadır. Bu da her türlü zulüm ve baskı karşısında direnci artırarak Ortadoğu’da yaşayan tüm halkların eşitliğine ve özgürlüğüne dayalı yaşamın gerçekleşeceğini ortaya koymaktadır. Hareketimiz ve Önder Apo bugünden bu rolünü oynamıştır, bundan sonra da bu rolünü daha etkili oynamaya devam edecektir.
Önder Apo herkesi kendi gerçeğine dönmeye çağırıyor
– Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 21 Mart’ta yaptığı açıklamada öze dönüşten bahsetti ve demokratik dayanışma ve birlik konferansı için çağrı yaptı. Bu çağrının yerine gelmesi için toplumun ve demokrasi güçlerinin üzerine düşen görevler nelerdir?
Önder Apo’nun 21 Mart mesajında öze dönüşten söz etmesini kuşkusuz iki biçimde anlamak gerekiyor. Birincisi kapitalist modernitenin son iki yüz üç yüz yıldır Ortadoğu’ya zihniyet ve kültürel olarak, sosyal ve ekonomik yaşam olarak soktuğu değerlerin Ortadoğu’nun gerçekliğinden uzak, Ortadoğu’yu özüne yabancılaştıran değerler olduğunu söylemektedir. Bilindiği gibi Ortadoğu toplumsallığı, toplumsal değerleri esas alan, toplumsallaşarak insanlaşan ve bunu yaratan bir coğrafyadır. Toplumsal değerler her zaman bu coğrafyanın esas değeri, temeli olmuştur; güç kaynağı olmuştur. Bütün güzelliklerini bu toplumsallık içinde yaratmıştır. Toplumsallığıyla tarih içinde güç olmuş, sadece Ortadoğu’da kültürel değerler yaratmamış, bütün dünyaya kültürel değerler ulaştırmıştır. Kültürel olarak tüm dünyayı beslemiştir. Toplumsal değerleriyle, kültürüyle her bakımdan insanlığı beslemiştir. Bu coğrafya son iki yüz, üç yüz yılda kapitalist modernitenin bireyci, toplumu dağıtan ve ulus devletçi zihniyetle farklı kültürleri, etnik ve dinsel toplulukları yok sayan, ortadan kaldıran anlayış ve gerçeğiyle tanışmıştır. Bireycilik ve farklılıkları reddeden yaklaşım aslında Batı’nın yaklaşımıdır. Kuşkusuz Ortadoğu’da tarih içinde dinsel çatışmalar yaşanmıştır. Fakat bunlar daha çok bir egemenlik aracı olarak ve egemenlik kurma temelinde gerçekleşmiştir. Kapitalist modernist sistemde ise sadece egemenlik değil, tek tipleştirme, tek tipleştirerek egemenliğini pekiştirme zihniyeti hakim olunca farklı etnik ve dinsel topluluklara yönelik büyük katliamlar olmuştur.
Kapitalist modernite çağı insanlık tarihinde hiçbir dönemde olmadığı kadar kültürler mezarlığı çağı olmuştur. İşte Önder Apo öze dönüş derken farklı etnik ve dinsel toplulukların birbirini kabul edeceği, ulus devlet zihniyetinin terk edileceği, reddedileceği yeni bir yaklaşımdan söz etmektedir. Ortadoğu tarihinde olumlu örnekleri olan yaklaşımı canlandıralım, öze dönelim demiştir. Kapitalist modernitenin Ortadoğu gerçeğini anlamayan, Ortadoğu toplumsallığına yabancı yaklaşımlar; bırakalım sorunları çözmeyi, sorunları ağırlaştırmaktan başka bir sonuç yaratmaz. Bu bakımdan sorunların çözümünü öze dönüşte görmektedir. Zaten Newroz çağrısı sorunları demokratik ve özgürlükçü yaklaşımla çözme çağrısıdır. Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da etnik, dinsel, siyasal, sosyal, kültürel sorunları, bunlara dayanan çatışmaları ortadan kaldırma çağrısıdır. Özgürlükçü ve eşitlikçi temelde birlikte yaşama çağrısıdır. Bu çağrı aslında öze dönüş çağrısıdır.
Öze dönüş çağrısının diğer bir boyutu da başta Kürtler olmak üzere bütün toplulukların kendi gerçeğine dönmesine yöneliktir. Gerçekten de kapitalist moderniteyle birlikte Kürtler yok edilişin, tümden tarihten silinmenin eşiğine getirildiği gibi Türk gerçeği, Arap, Fars gerçeği çarpıtılmıştır; tarihsel özlerine ters topluluklar haline getirilmişlerdir. Kürtler yok olurken Türkler, Araplar, Farslar da olumlu değerleriyle değil, bir nevi çirkin yanlarıyla öne çıkan bir gerçeği yaşamışlardır. Türkler tarihin katliamcı, soykırımcı halkı haline getirilmiştir. Farslar tarih boyunca diğer halkları ve etnik toplulukları kendi içinde barındıran, yaşatan bir gerçekliğe sahipken, ulus devlet zihniyetiyle bağnaz dinciliği birleştirip tarihine ters bir siyasal ve sosyal yaşam gerçeğine sürüklenmiştir. Araplar ise parçalanarak, bölünerek kendisini güçlendiren değil, kapitalist moderniteyi güçlendiren, kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yerleşerek bütün Ortadoğu kültürüne saldırı yapmasını sağlayan bir konuma düşmüşlerdir. İşte öze dönüşle Arapları da, Türkleri de, Farsları da kendi gerçeğine dönmeye çağırmıştır.
Kürtleri ise kültürel soykırım politikaları sonucu yaşadığı Araplaşma, Farslaşma ve Türkleşmeden koparak kendi öz kimliğiyle Araplarla, Türklerle ve Farslarla kardeşçe yaşamasını bilen, tarihinde bunu belli düzeyde yaşamış gerçekliğine dönmeye çağırmıştır. Bu yönüyle bu öze dönüş çağrısı hem Kürtler açısından hem de bölge halkları açısından özgür ve demokratik temelde kardeşçe yaşamanın çağrısı olmuştur. Bu yönüyle Ortadoğu’da yeni bir sayfa açmıştır. Bu da ilk önce zihniyetten başlayarak demokratik siyasete, oradan da toplumların demokratik temelde özgür ve demokratik yaşamlarının yapılandırılmasına dayanan, bunun zeminini yaratan bir dönüm noktası olmuştur. Öte yandan da Kürtler de özgür ve demokratik yaşam zihniyetiyle, özgürlükçü karakteriyle büyük direnerek sadece varlığını koruma mücadelesi vermemiş, aynı zamanda Ortadoğu halkları için özgür ve demokratik yaşamı sağlatacak güzel değerlerin sahibi haline gelmiştir. Bu açıdan Kürtlere birleşin, dayanışma içinde birliğinizi sağlayın, ama bu güzel değerleriniz temelinde sadece kendinizi özgürleştirmeyin, kendinizi demokratik kurumlaştırmaya kavuşturmayın; kendinizi özgür ve demokratik yaşamda güçlendirerek bütün Ortadoğu’da özgür ve demokratik yaşamın öncüsü haline getirin çağrısı yapmıştır. Kürtler şu anda böyle bir avantaja sahiptir, böyle bir onura ve gurura sahip olmanın imkanlarını yakalamıştır. Bu açıdan Önder Apo Kürtlerin mücadeleleriyle hak ettikleri bu güzellikleri, bu özgür ve demokratik yaşam anlayışını ulusal birlik ve dayanışma içinde daha da örgütlü, güçlü hale getirerek hem kendi ulusal varlıklarını güvenceye alma, özgürlüklerini sağlama çağrısı yapmıştır, hem de kendilerini demokratikleştirme ve özgürleştirme temelinde bütün Ortadoğu’yu demokratikleştirme ve özgürleştirme rolleri olduğunu söyleyerek Kürt halkına, Kürt toplumuna, Kürt siyasetine bu tarihsel rolü oynamaları çağrısında bulunmuştur.
Bu çağrı içi boş bir çağrı değildir, bir hayal değildir; Kürt’ün yarattığı değerlere dayanmaktadır. Önder Apo’nun yarattığı cinsiyet özgürlükçü demokratik ekolojik paradigmaya dayanmaktadır. Kürtler şimdi hiç kimsenin sahip olmadığı kadar böyle bir özgürlükçü zihniyete ve toplumsal güce sahip olmuşlardır. Bunun için bütün Kürt örgütlerinin de, Kürt toplumunun da bu gerçeği görerek birliğini yaratıp bu birlik temelinde yaratılan demokratik ve özgürlükçü toplum gerçeğiyle hem Kürtlerin özgürleşmesini sağlayacak etkili bir güç hale gelmeye hem de bu güçlerini bölgenin demokratik güçleriyle birleştirerek Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde rol oynamaya çağırmıştır. Bu açıdan bir taraftan Amed’de birlik ve dayanışma konferansı yapılıyor, diğer tarafta Ankara’da Türkiye’nin demokratikleşmesi konferansı yapılıyor. Güney Kürdistan’da yapacakları konferansla da kendi demokratik birliklerini sağlayarak özgürlükçü demokratik karakterleriyle hem Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamı hem de bütün Ortadoğu’yu demokratikleştirme doğrultusunda büyük adım atacaklardır. Dün soykırımcılar, inkar ve imha siyasetçileri Kürtleri metropollere ve Avrupa’ya zorla göç ettirerek eritip ortadan kaldırmak isterken, şimdi Avrupa’da yapacakları konferansla oradaki Kürtleri de sömürgecilerin ve imhacı güçlerin düşündüklerinin tersine demokratik güç haline getirerek hem Kürtlerin hem de bütün Ortadoğu’nun özgür ve demokratik yaşamını sağlamada etkili kılmaya çalışmaktadır. Bu konferansla birlikte Kürdistan’ın, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Avrupa’daki özgürlükçü demokratik ayağı olarak, diplomatik ayağı olarak Kürdistan’ın, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun özgürleşmesine güç verme yanında, Avrupa’daki ilerici demokratik halklarla birlikte bu özgürlükçü ve demokratik zihniyeti hem Ortadoğu’da hem de dünyada etkili kılmaya çalışacaklardır.
Önder Apo’nun çağrısı mesajda da belirttiği gibi bir mücadeleyi bırakma değil, mücadeleyi daha da geliştirme çağrısıdır. Mücadelede gevşeme değil, örgütlenmeyi artırma, birliği artırma ve demokrasi güçleriyle ortak hareket ederek özgürlük ve demokrasi güçlerinin mücadelesini daha da yükseltme çağrısıdır. Bu çağrıda halkların özgür ve demokratik yaşamlarını Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin egemenlerinin insafına bırakma çağrısı değildir. Bu açıdan da toplumun ve özgürlükçü tüm demokrasi güçlerinin bu çağrının gereklerini yerine getirmesi gerekir. Örgütlülüklerini, birlikteliklerini ve dayanışmalarını güçlendirmeleri gerekir. Bunu sadece Kürdistan’ı ve Türkiye’yi değil, bütün Ortadoğu’yu özgürleştirecek, demokratikleştirecek bir zihniyetle ve hedefle ele almaları gerekmektedir. Eğer böyle geniş ufuklu olunursa o zaman yerel hedeflere de ulaşılabilir. Böyle geniş ufuklu olunmadan ne Kürdistan özgürleşir ne Türkiye demokratikleşebilir. Bu açıdan Kürdistan’ın özgürlüğünün ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin bütün Ortadoğu’yu demokratikleştirme ve özgürleştirmeyle sağlanacağı düşünülürse doğru bir yaklaşım gösterilir. Böyle bir bakış açısıyla Kürdistan’ın özgürleştirilmesi ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi yaklaşımı içinde olunursa o zaman Önderliğin mesajı ve çağrısı doğru ele alınmış olur. Bu çağrı ve mesaj temelinde Kürdistan’dan başlayarak Türkiye ve Ortadoğu’da yeni bir özgür ve demokratik yaşam çağı başlatılmış olur.