Önder Apo’nun hazırladığı ve üç aşamada oluşan eylem planı çerçevesinde pratikleştirilen birinci aşamada hareket olarak şimdiye kadar önemli bir siyasi hamle yaşadığımız bir gerçek. Tabii bu siyasi hamle birçok alanda somutlaştı. Önder Apo’nun özgürlüğü için imza kampanyası bunun en yaygın olanı, en somut görülen alanı. Bu aynı zamanda diplomatik alandaki gelişmeleri de gösteriyor. Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya, her yerde kampanya var. Her kesimden insan kampanyaya katılıyor. Her gün yeni bir kampanya ilan ediliyor. Özellikle Güney Kürdistan’daki katılım durumu, onun uluslararası komploya karşı mücadeledeki anlamı üzerinde de durmak gerekiyor. komplonun gelişiminde Güney’deki çeşitli güçler ve ortam kullanıldı. Bunu çok iyi biliyoruz. Artık bu işin gizlisi saklısı kalmadı. Bütün bunlar komplonun aşılmasında da önemli bir gelişme düzeyini ifade ediyor. Sistemin işlevsiz hale gelmesinde rol oynuyor. Bir yandan milletvekili heyetlerinin gidip İmralı’da Önderlikle görüşme yapması, diğer yandan dünyanın dört bir yanında Önder Apo’ya özgürlük imza kampanyasının yürütülmesi, buna Güney Kürdistan’ın bölge başkanlığı, hükümet başkanlığı ve parlamentosu dahil herkesin katılması önemli. Uluslararası komployu aşmada, tümüyle yenilgiye uğratmada önemli bir noktaya ulaştığımızı gösteriyor.
Kuşkusuz bu son üç aylık mücadelenin ürünü değil. On beş yıllık mücadele ile elde edilen bir sonuç. Fakat bu üç aylık demokratik siyasi mücadele hamlesinin de bunda çok önemli bir katkısının olduğu tartışmasızdır.
I. Ortadoğu Kadın Konferansı çok anlamlı ve etkiliydi
Diğer yandan toplantılar, konferanslar var. KNK genel kurulu oldu. Etkiliydi. 25-26 Mayıs’ta Ankara’da Barış ve Dayanışma Konferansı oldu. İlk defa bu kadar güç Türkiye’de ortak bir platformda birleştirildi. Türkiye demokrasi hareketinin iki temel eksikliği, zafiyeti vardı; birincisi birlik olamaması parçalı duruş, ikincisi pratikleşememesidir. Parçalı duruş ve birlik olamamayı aşmada Barış ve Demokrasi Konferansı’nın önemli bir aşama olduğu, gelişme olduğu tartışmasızdır. Daha sonra Gezi Parkı olayı, onun etrafında Türkiye’ye, Kürdistan’a yayılan direniş önemli bir pratikleşme adımını ifade ediyor. Bu konferansla da bağlantılıdır. Konferansta yaratılan birlik düzeyiyle de ilişkilidir. Tabii doğrudan bağlantılı olmasa da, onun ardından geliyor ve konferansın pratikleşmesi anlamına da geliyor. Konferansın pratikleşmesi rolünü oynuyor. Demek ki Türkiye demokrasi hareketi, pratiksizlik durumunu da aşabilir. Sadece ideolojik grup halinde kalan, sadece söz söyleyen, sadece tartışan bir akım olmaktan çıkarak yeniden büyük bir eylem gücü, devrim gücü haline gelebilir. Taksim Gezi Parkı direnişi bunu net bir biçimde gösterdi.
Bununla birlikte Amed’de gerçekleştirilen konferanslar da var. On gün önce I. Ortadoğu Kadın Konferansı oldu. Doğrudan süreçle bağlantılıydı. Kürdistan’daki özgür kadın hareketinin gelişimiyle bağlantılı bir durumdu ve iki şeyi ortaya çıkardı. Bir, Kürt özgür kadın hareketinin gelişme düzeyinin bölgede ne kadar etkili hale, çekim gücü haline geldiğini, çeşitli halkları ne kadar etkilediğini ortaya koydu; iki, Ortadoğu kadınının aslında özgürlük ve demokrasi mücadelesinde ne kadar aktif olabileceğini, öncü mücadele gücü haline gelebileceğini, bunun güçlü bir potansiyelini ifade ettiğini ortaya koydu. Gerçekten de önemliydi. Bu hem katılım ve tartışmalarda, hem de yaşanan heyecanda net bir biçimde görüldü. Hiç adı bile duyulmayan, ihtimal bile verilmeyen ülkelerden katılımların olması, bir de düşünce ve eylemde de önemli bir iddiayı, dinamizmi temsil etmeleri gerçekten de Ortadoğu kadın devriminin gelişebileceğini, bunun da aslında Ortadoğu demokratik devriminin esasını, merkezini oluşturacağını bize net bir biçimde gösterdi. Artık önümüze böyle büyük bir hedefi ciddi bir biçimde koymak ve varolan birikimi bu temelde seferber etmek, pratikleştirmek gerekiyor. Böyle olursa aslında Ortadoğu’da gerçekten büyük gelişme olabilir. Beklenen demokratik Ortadoğu devrimi, Ortadoğu demokratik birliği kadın devrimi öncülüğünde, kadın özgürlüğüne dayalı olarak gerçekleşebilir. Tarihsel olarak da böyle olması uygun. Önder Apo tarihsel süreci daha iyi aydınlattı. Bütün devletçi sistemlerin tarihsel süreçleri, olayları, gerçekleri çarpıtmasına rağmen bunları düzelterek ve bir de bütünlüklü hale getirerek, derinleştirerek insanlık tarihini, uygarlık tarihini daha net, bütünlüklü anlaşılır bir izaha kavuşturdu. Buradan görüldü ki Ortadoğu’nun aslında bugünkü geriliğinin temelinde bu merkezi uygarlık sistemine geçiş var ve onun da temelinde erkek egemenlikli sistem var, kadının köleleştirilmesi düzeni var. Bugüne kadar bu temelde geliniyor. Eğer bugün Ortadoğu bu kadar parçalanmış, geri kalmış, dağılmış, insanlığın, toplumsallığın, uygarlığın doğuş alanı ve merkezi, gelişme alanı olmasına rağmen bugün her şeye muhtaç bir konuma, geri, köle, esir ve bağımlı duruma düşürülmüşse; bunda merkezi uygarlık sisteminin, devletçi sistemin gelişim tarzı, mevcut egemenlik sistemi, kadın köleliği üzerinde bunun geliştirilmesi esas rolü oynuyor. Dolayısıyla da bütün bunların aşılmasının da merkezinde kadın özgürlüğünün olması, bütün bu geriliklerin tarihsel tersliklerin kadın özgürlük devrimiyle aşılması doğaldır. Diyalektiğe de uygundur. Öyle sadece bir iddia, bir hayal değil, güncel veriler de gösterdi ki gerçekleşebilir bir durumdur. Bunlar bu süreçte daha iyi açığa çıktı. Bölgede çözümsüzlüklerin aşılması, özellikle de sol, sosyalist, demokratik hareketlerin doğru bir rotaya oturamaması, teoride ve eylem çizgisinde yeterlilik kazanamaması durumu bu konulardaki doğru olmayan bilinçle, teoriyle bağlantılıdır. Eğer bu teorik bilinç düzeltilir ise, Ortadoğu’da demokratik devrim gelişimi çok daha büyük bir hız kazanabilir. Son olaylar bunun güçlü bir potansiyelinin var olduğunu, tarihsel durumun da bunu gerektirdiğini bize gösteriyor. Kadın konferansı bütün bunların varlığı ortamında tabii ki çok önemli bir veri, büyük iddiaya sahip bir çıkışı ifade ediyor. Bütün yetersizliklerin aşılması ve yanlışlıkların düzeltilmesi bakımından, hem teorik hem pratik olarak bunun yapılması açısından önemli bir gelişme yaşandı.
Kürtler birleşmediği müddetçe çözüm gücü haline tam gelemiyorlar
Amed’de “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” oldu. Coşku ile sonuçlandı. Geniş bir katılımla yapıldı. Birleşerek çözüm üretmeyi öneren bir konferanstı. Birlik ve Çözüm Konferansı denmesi bu bakımdan anlam taşıyor. Kürtler birleşmediği müddetçe çözüm gücü haline tam gelemiyorlar. Eğer Kürt sorununun çözümü bu kadar uzuyor, pratikleşemiyor, somutlaşamıyorsa, bunda Kürtlerin yeterince birlik olamamalarının payı vardır. Çünkü kültürel soykırım sistemini yürüten güçler çeşitli biçimde bu parçalılıktan, farklı duruşlardan yararlanıyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Farklı Kürt siyasetlerini ve örgütlenmelerini birbirine karşı kullanıyor. Şimdi çözüm bundan dolayı gecikiyor. Kuşkusuz çözümü engelleyen Kürtler değildir. Sorunu yaratan da Kürtler değil. Fakat sorunun ortaya çıkmasında Kürtlerin parçalı, örgütsüz ve zayıf olması bir zemin sunmuştur. Eğer öyle olmasaydı böyle bir inkar ve imha sistemi oluşmazdı. İkincisi, eğer çözümsüzlük bu kadar uzuyor, çözüm yönünde atılan adımlar tam yerini bulamıyorsa, bunda yine yeterince birlik olamamanın, parçalı duruşun önemli bir payı, sorumluluğu vardır. Buna dayanarak inkarcı ve imhacı güçler politika yapıyorlar. Çözümsüzlük politikasını sürdürmede ısrar edebiliyorlar. Dolayısıyla Kürt birliğinin yaratılması başta Kürt sorunu olmak üzere, temel sorunların çözüme kavuşturulmasında önemli bir zeminin oluşmasını ifade ediyor.
Diğer yandan birlik ve çözümün bir arada olması Türkiye açısından da iyi bir mesajdır. Bazıları Kürt sorununu çözmeden Türkiye’nin birliğinden söz ediyor. O çerçevede de bu durum değerlendirilebilir. Oysa bu konferans bu noktada da önemli bir mesajı içeriyor. Eğer bir demokratik Türkiye birliği olacaksa bunun Kürt sorununun çözümünden geçmesi gerektiği ortaya konuluyor. Çözüm ve birliğin bir konferansta, konferansın isminde birleştirilmesi, yan yana getirilmesinin Türkiye açısından da, Türkiye’deki halkların birliği açısından da böyle bir rolü, önemi var. Tartışmalar bu temelde geliştirildi. Biz inanıyoruz bütün bu konularda konferansın Kuzey Kürdistan toplumunun ölçülerini, çözüm programını, iradesini belli düzeyde ortaya çıkarmıştır. Kuzey Kürtleri nasıl bir demokratikleşme ve çözüm istiyorlar? Birlik ve kardeşliği nasıl ele alıyorlar? Onu ortaya koydu. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözüm isteminin sadece Önder Apo’nun, sadece PKK’nin ya da bazı siyasi grupların değil, yediden yetmişe tüm Kuzey Kürdistan halkının bir istemi, talebi olduğunu yüksek bir kararlılıkla dost düşman herkese göstermiştir. Konferans bu temelde gelişti. Bu noktada Türkiye’deki yanılgılı eğilimleri düzeltmeyi, ortadan kaldırmayı hedeflediği gibi, Kürt ulusal demokratik birliği açısından da gerekli ölçüleri, anlayışı ortaya koyuyor. Ulusal demokratik birlik ilkelerinin neleri içerdiğini, dolayısıyla Kürt yurtseverliğinin nelerden oluştuğunu herkese gösterdi. Bu anlamda da kendini Kürt sayan, ama yurtseverlikle, halkçılıkla, demokratlıkla bağdaşmayan tutumlar, anlayışlar içinde olan, bilinçli ve örgütlü bir ajandan daha fazla Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesine zarar veren, yabancı, sömürgeci güçler tarafından kullanılarak çözüm önünde engel oluşturan anlayışlar, kişilikler ve örgütler var. Bunların varlığı çerçevesinde ulusal demokratik Kürt çizgisi muğlaklaştırılmaya, karıştırılmaya çalışılıyor. Şimdi Amed’de 15-16 Haziran günlerinde gerçekleşen Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı bütün bu konularda Kürt yurtseverlik ve demokratlık ölçülerini netleştirmeyi ifade ediyor. Böyle önemli bir gelişme, önemli bir adım.
Bunlarla birlikte Avrupa ve Hewlêr’de konferans hazırlıkları tamamlandı. Bu yazı okunduğunda büyük ihtimalle gerçekleşmiş olacak. Bu konferanslarla Türkiye toplumu kadar, değişik parçalarda ve yurtdışında yaşayan tüm Kürt toplumunun iradesi ve çözüm programı bütün bu konferanslarla net bir biçimde ortaya çıkartılmak isteniyor. Bütün bunlar da bu süreç içerisinde ortaya çıkan gelişmelerdir. Süreçle, demokratik siyasi mücadele hamlesinin geliştirilmesiyle bağlantılı ve onun pratikleştirilmesini ifade eden adımlar oluyor. Tabii ki bunlar önemli gelişmelerdir.
Bunlarla birlikte tabii gerillanın duruşu ve tutumu var. Örgütsel duruşumuz var. Birçok güç, başta AKP olmak üzere böyle bir sürece girişle birlikte PKK’nin örgütsel disiplini, denetimi kaybedeceğini, parçalanacağını, özellikle gerillanın böyle bir sürece uyum sağlayamayacağını, dolayısıyla parçalanacağını, dağılacağını, eriyeceğini hesap ediyordu. Fakat şu ana kadarki gelişmeler bütün bu hesapların, umutların boş, geçersiz olduğunu, başarısız kılındığını net bir biçimde ortaya koydu. Bu noktada ideolojik, örgütsel duruş bakımından da süreç iyi yürüyor. Yani Önderlik, hareket ve halkın bütünlüğü tam. Yine başta gerilla olmak üzere hareketin bu süreçle birleşme, bütünleşme yönünde yürüyüşü kararlı. Eksikler, eleştiri götüren tutumlar olsa da, aykırı duruşlar, ters eğilimler, yaklaşımlar kesinlikle yok. Bu da bu yeni sürecin başarıyla yürüdüğünün bir göstergesidir.
Halka inançsızlık ve Gezi Parkı direnişi
Böyle bir eylem çizgisinin gelişiminde aslında bu Gezi Parkı olayı ve onun etrafında Türkiye ve Kürdistan’ın çeşitli kentlerine, kasabalarına yayılan yaklaşık yirmi günü aşan direniş sürecinin de önemli bir yeri var. Çok bilinçli, planlı, örgütlü, tam süreci ifade etmesi için düşünülmüş, hazırlanmış bir eylemdir denemez. Bu, gün gibi açık. Fakat böyle bir direnişin de Önder Apo’nun Newroz açıklamasıyla başlayan süreçten kopuk olmadığı çok açık bir gerçek. Tamamen o sürecin bir parçası oluyor. Bu süreçte geliştirilen eylemliliği ifade ediyor. Zaten şunu biliyoruz; sürecin önemli karakteri silahlı mücadeleden demokratik siyasi mücadele hamlesine geçmekti ki, işte Gezi Parkı Direnişi etrafındaki olaylar bunu net bir biçimde ortaya koydu. Yine bu yeni sürecin eylem çizgisinin önemli bir hedefi mücadeleyi sadece Kürdistan’la sınırlı olmaktan çıkartarak Türkiye’ye yaymaktı. Serhildanların Taksim Gezi Parkı’ndan başlayarak Ege’ye, Akdeniz’e, Anadolu’nun çeşitli alanlarına yayılmış olması bu gerçeği de net bir biçimde gösterdi. Bu bakımdan sürecin eylem çizgisi açısından öngördüğünün gerçekleşmesini ifade ediyor. Böyle değerlendirmek, anlamak yanlış değil, kesinlikle doğru. Başka türlü izahı mümkün değil.
Taksim Gezi Parkı direnişi ile başlayan olaylar bize neleri gösterdi? Aslında bazı anlayışların yanlışlığını ortaya koydu. Örneğin “Türkiye toplumu çökertilmiş, yok olmuş, direnemez, bir şey yapamaz biçimindeki” çok ucuz, halka güvensizlik ifade eden yaklaşımların gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Aslında kendisi zayıf olan ve halka öncülük edemeyenlerin, kabahati kendilerinde bulmak yerine halka yükleme yaklaşımı içinde olduklarını, bu anlayışın da oradan kaynaklandığını bize net bir biçimde gösterdi. Buna karşılık Türkiye’de büyük bir demokrasi potansiyelinin boşluğunu, halkın özgürlük ve demokrasi isteminde büyük bir potansiyel ifade ettiğini ortaya koydu. Bu konuda önemli bir öfkenin, tepkinin birikmiş olduğunu, güçlü bir direniş potansiyelinin oluşmuş bulunduğunu net bir biçimde ortaya koydu ve herkese gösterdi. Bunlar bu olaylarla açığa çıkan, kanıtlanan hususlar oluyor. Bazı anlayışlar bu biçimde düzeltilmiş oluyor. Tabii aynı zamanda böyle bir direniş durumunu tarihsel bakımdan bize gösteriyor. Bunun gerisinde, 12 Mart 1971 faşist askeri darbesinden bu yana çeşitli baskı ve sömürünün, özel savaş uygulamalarının yattığı bu direnişlerin böyle bir tarihsel despotizme öfke duyduğu tartışmasızdır. Yine bu öfke ve tepkinin 10 yılı aşkın süredir bu sistemi değiştireceğim diye iktidara gelen demagojiyle aynı sistemi çeşitli biçimde sürdürmeye çalışan AKP yönetimine, despotizmine karşı bir çıkış olduğu ortada. Bir anda oluşmuş bir durum değil. Tarihsel bir geçmişi var. Dayanak olarak 1970’lerin başındaki gençlik devrimini, demokratik devrimi esas alıyor. 1970’lerin devrimci gençlik hareketi büyük bir toplumsal hareketti. Demokrasi hareketiydi. Aslında Türkiye’de faşizm ve demokrasi savaşı o zaman başladı. 12 Mart darbesi ile birlikte faşist hamle gelişti ve 40 yıldır egemen olmaya çalışıyor. Buna karşı da Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin direnişiyle başlayan Önder Apo’yla, PKK direnişiyle günümüze kadar süre gelen demokrasi mücadelesi var. İdeolojik, örgütsel, politik bir mücadele oldu. Şimdi ortaya çıkan aslında Kürdistan’da kesintisiz sürmüş olan mücadelenin Newroz’da başlayan sürecin zeminine dayanmış sürecin taşması oluyor. İnsan rahatlıkla görüp anlayabiliyor.
Böyle bir direniş niye geçmişte gündeme gelemedi de neden şimdi gerçekleşiyor? Aslında bu daha çok olayların süreçle bağını ortaya koyuyor. Potansiyel dün de vardı. Halk dün de yoğrulmuştu. Çok ağır baskı ve sömürüyle geçen süreçlerin tümünde baskılara uğradı. Neden o dönemlerde böyle bir başkaldırı gerçekleşemedi? Çünkü Kürdistan’daki savaş hep bir bahane olarak kullanıldı. Özel savaş rejimi Türkiye toplumunu Kürdistan’daki savaşa dayanarak hep bastırdı ezdi. Sıkıyönetim, olağanüstü hal, savaş, Kürdistan’da alenen yürütüldü, ama onun Türkiye’ye yansıması da ağır baskı ve zulüm oldu. Bu hem ideolojik olarak hem pratik bakımdan sürdürüldü. Ne zaman ki bir güç, bir kesim demokrasi istemiyle, hak talebiyle biraz ayağa kalkmaya çalıştıysa, bölücülükle, PKK yandaşlığıyla suçlanıp kolaylıkla bastırıldı. Hem ideolojik olarak bastırıldı hem de polis terörüyle baskısıyla susturuldu, insanlar tutuklanıp işkenceden geçirildi, korkutuldular. Kürdistan’daki savaşa paralel Türkiye toplumunun gençleri, kadınları üzerinde polis terörü uygulandı. Göz açtırılmadı. O nedenle insanlar bu düzeyde tepkilerini ortaya koyamadılar. Koymak isteyenler, hem ideolojik hem de pratik yöntemlerle bastırıldılar. Yeni süreç bu bastırmanın gerekçelerini ortadan kaldırdı. Önder Apo’nun Newroz’da ilan ettiği yeni süreç, Kürdistan’da içine girilen ateşkes dönemi, 3 yıldır süren Devrimci Halk Savaşı sürecinin sona ermesi, gerillanın Medya Savunma Alanları’na çekilme kararı, Türkiye’de çeşitli toplumsal kesimlerin özgürlük ve demokrasi arayışlarını, hak istemlerinin önünü açtı. Bu tür istemlerin bölücülük, PKK yandaşlığı, şoven milliyetçi söylemler ile bastırmanın fırsatını, imkanını ortadan kaldırdı. Böyle bir ortamda taksim direnişi gündeme geldi. Bunların çok örgütlü, planlı durumları yok elbette. İçlerinde çeşitli grup, örgütler var ama böyle bir süreçte “şu zaman şu ortaya çıksın” gibi bir karara dayanmadı. Sürecin kendisine dayandı. Sürecin bir gerçeği olarak ortaya çıktı. Bunlara rağmen bu olayların bu biçimde değerlendirilmemesi, farklı ele alınması üzerinde daha çok üzerinde durulması gereken yan oluyor. Tamamen Türkiye’deki bu halk direnişi, Newroz’da başlatılan yeni sürece bağlı olmasına rağmen hiç kimse böyle bir bağlantı kurmadı. Ne medya böyle tartıştı, ne hükümet, ne muhalefet böyle tanımlandı, ne de sol sosyalist taraflar böyle değerlendirebildiler. Bizim değerlendirmelerimiz de geç kaldı. Çok ihtiyatlı, tamamen kendi yürüttüğümüz sürecin ürünü olmasına rağmen zamanında, yeterli düzeyde görememe ve dolayısıyla yeterince tanımlayıp etkili gelişmesi için bilinçli, planlı bir çalışma yürütememe yaşandı.
Gezi Parkı olayları zamanında doğru ve yeterli tanımlanamadı
Tabii bu konuda hiçbir şey olmadı demek doğru değil. Açıklamalar bakımından da, pratik bakımdan da çeşitli çabalar oldu. Öyle köktenci olmamak lazım. Ya ak, ya kara mantığıyla hareket etmemek gerekiyor. Her şey iyiydi, mükemmeldi, ya da hepsi kötüydü demek doğru değil. İyi şeyler de vardı. Katılımlar da oldu. Bu konuda önemli çabalar harcandı. Değişik kesimlerden geldi bu. Fakat yeterli olmadı. Zamanında olmadı. İyi tanımlanamadı. Dolayısıyla bütün bu olanlar hem yeterli bir biçimde sahiplenilip ilerletilemedi, hem de süreçle bağlantılandırılamadı. Kopuk kaldı. Aslında süreci unutturmak, yavaşlatmak, gündemden düşürmek isteyenlerin çabaları, sözleri, gündemleri etkili hale geldi. Öyle oldu ki sürecin ürünü olarak ortaya çıkan olaylar, sürecin gündemden düşürülmesinin vesilesi yapıldı. Bu ciddi bir psikolojik savaş durumudur. Bunu böyle görüp anlamak lazım. Kesinlikle kendiliğinden olmadı. Anlamsız değildir. Hem iktidarın hem muhalefetin aynı üslubu sürdürmesi bir tesadüf değil. Bu konuda AKP ile CHP ve MHP’nin tam bir birliği var. Bu güçler elbirliğiyle yaşanan olayları, halk direnişlerini, gelişen bu yeni süreçten koparmak, ondan ayrı, farklıymış gibi ele almak, hatta gündem çarpıtması yaratarak yeni süreci tartışma gündeminden düşürmek üzere kullandılar. Bu yönlü elbirliğiyle ortak çaba harcadılar ve etkili de oldular.
Psikolojik savaşın bu tutumu aşılamadı. Dolayısıyla Gezi Parkı etrafında gelişen olaylar zamanında doğru ve yeterli tanımlanamadı, değerlendirilemedi. Örgütlendirilip etkili biçimde yürütülemedi. Bazen ilgisiz kalındı, uzak kalındı, ihtiyatlı yaklaşım oldu. Bazen çok sahiplenilen bir durum içine girilerek, sanki her şeyi devrimci güçler yapıyor gibi bir hava verildi. İkisi de doğru değil. Ne uzak durmak, hiç olayın içinde olamamak doğruydu, ne de her şeyi yapıyormuş gibi sahiplenip öne çıkmak doğruydu. Birincisi, örgütlemeyi, mücadeleyi, onun yaratıcı yöntemlerle sürdürülmesini zayıflattı. İkincisi ise, sanki olayı bazı örgütler yürütüyormuş gibi bir hava vererek birçok karşıt güce propaganda malzemesi sundu. Yine birçok kesimin bu olaylara daha ihtiyatlı yaklaşmasına yol açtı. Bunlar kesinlikle doğru ve yeterli yaklaşımlar değildi. İstikrarlı değerlendirememe, zamanında olayları yeterince tanımlayamama ve bu temelde politika belirleyememe, böyle dalgalı, parçalı, karı yanında zararı da olan pratik duruşlara yol açtı. İnsan çeşitli yaklaşımlar açısından da bunu söyleyebilir.
Oysaki olayı böyle somut ve bütünlüklü olarak görüp değerlendirmek gerekirse, öyle çok değişik kesimleri içine alan, kırk yıldır toplumun faşizme karşı oluşmuş tepkisinin dışa vurmasını ifade eden, AKP’nin demagojisine de “artık yeter” diyen, kendi yaşamı üzerinde toplumun etkinlik kurmasını içeren bir demokratik halk eylemi, demokratik halk çıkışı olarak tanımlamak lazım. İçinde her türlü eğilim vardı. Bu direniş içerisinde sol demokratik güçler, gençlik hareketleri, kadın hareketleri, feminist hareketler, demokratik islami hareketler, kendilerine antikapitalist müslümanlar diyen akımlar, sanatçılar, aydınlar, çeşitli kültür grupları yer aldı. Gerçekten renkli ve zengin bir bileşimdi. Türkiye demokrasisini temsil edecek bir içeriğe sahipti. Bileşim olarak öyleydi. Bu biçimde olması aslında bir zayıflık değil güçlülüktür. Demokratik karakterini ortaya koyuyor. Toplumsal bütünlüğü içerdiğini gösteriyor. Mevcut faşist despotik iktidar sistemine karşı toplumun çok değişik kesimlerinde oluşmuş bir genel tepkiyi ifade ediyor. Bu bakımdan mevcut bileşimi bir zafiyet değil, kesinlikle bir zenginlik olarak görmek lazım.
Diğer yandan çok örgütlü, planlı, programlı olamaması da aslında bir zafiyet değil. Kaldı ki öyle çok örgütsüz de değildi. Katılan kesimler, çok değişik özellikleri ifade eden kesimlerin hepsi kendi içinde örgütlüydüler. Kırk yıldır-kırk beş yıldır süren bir mücadelenin mirasına, deneyimine sahipler. Büyük bir tecrübe birikimini temsil ediyorlar. Yine yakın dönemde Halkların Demokratik Kongresi ve Halkların Demokratik Partisi gibi bir birlik çalışmasına, en son da Ankara’da yapılan barış ve demokrasi konferansının ortaya çıkardığı birlik zeminine dayanıyordu. Böyle bir örgütlülük ve birlik de bu hareketin gerisinde vardır. Bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen çeşitli partiler de olmuştur. Bu ulusalcı çevreler gibi, CHP’dir, İşçi Partisi benzeri kesimler. Ama onlar marjinal kesimlerdi, zaman zaman ortaya çıkan kesimlerdi. Daha çok da provokatif rol oynayan konumundaydılar. Yoksa direnişin başından sonuna kadar var olan, başat rol oynayan, etkinlik yürüten güçler değillerdi. Gözlemlediğimiz kadarıyla pratik durum buydu. Bu bakımdan öyle çok örgütsüz de denemez. Kesinlikle bir örgütsel zemine, bilhassa tecrübeye dayanıyorlardı. Ama somut olarak bir planlamanın ürünü değillerdi. Önceden planlanıp hazırlanmış, örgütlendirilmiş, bu temelde eyleme geçilmiş bir durumu ifade etmiyorlardı. Böyle olması da yine bir zafiyet değildi. Halk hareketleri de zaten böyle olurlar. Hiçbir halk hareketi önceden kararlaştırılıp planlanarak yürütülemez. Hiçbir halk hareketi birilerinin istediği gibi, istediği nitelikte gelişmez. Devrimciler böyle bir halk hareketi yaratan güçler değillerdir. Halkın bilinçlenmesi, değişik kesimlerinin örgütlendirilmesi, eyleme kalkması için çalışan, halka bu temelde düşünce ve örgüt öncülüğü taşıyan, aşılayan kesimlerdir. Diğer yandan herhangi bir durumda halk direnişine öncülük yapmak için gerekli kadro, örgüt yapısını ortaya çıkaran, hazırlayan, yani hazırlıklı olanlardır. Yine bir halk direnişi, kitle eylemliliği, ya da isyanı ortaya çıktığında da onu belli amaçlara kanalize etmeye çalışan, yöneten, dolayısıyla örgütsel öncülüğe kavuşturarak başarıya taşıran kesimlerdir. Devrimciliği böyle anlamak lazım. Devrimcilerin, devrimci kadro ve örgütlerin halk devrimlerinde rolleri, misyonları da böyledir.
Buradan baktığımızda mevcut halk direnişi öyle çok çok önceden planlanmamış, kararlaştırılmamış, çok farklı kesimleri içine alıyor, tümüyle örgütlü olarak ortaya çıkmamış denerek eleştirilemez. Zaten hareketler böyle olur. Dolayısıyla halk hareketi kategorisine uygundur. Bu noktada tabii böyle bir hareketin ortaya çıkmasında, baskı, sömürü, faşist, despotizm, 12 Eylül ve 12 Mart faşist darbelerinin uyguladığı zulüm ile birlikte AKP tekçiliği ve despotizminin geliştirdiği demagojinin bu tür halk hareketlerinin ortaya çıkmasını yaratan zemin olduğu gibi, tabii bir de devrimci demokratik güçlerin çeşitli biçimlerde yürüttükleri ideolojik örgütsel mücadelelerin, eylemlerin de bunun hazırlanmasında payları var. En çok da 1969-71 devriminin, devrimci gençlik hareketinin büyük payı var. Çünkü hala bir efsanedir. Türkiye’deki halkların bilincinde, belleğinde silinmez bir biçimde yer etmişler ve bir çekim gücüdürler. Faşizm tarafından darbelenmiş, ezilmiş, parçalanmış olsalar da halkların bilincinde, yaşamında yer etmişler ve Kürdistan’da da kesintisiz bir devrimci direniş ile temsil edilmiş durumdalar. Bu bakımdan yenilmiş, yok edilmiş hareketler değiller. Bu anlamda 1970’lerin başında gelişen devrimci hareketin devamı oluyor. Onun özellikle Kürdistan’da PKK biçiminde devam ettirilmesine dayanıyor. Bu temelde Türkiye’de zor koşullarda yürütülen demokrasi mücadelesinden güç alıyor, onları esas alıyor ve yeni sürecin bir gereği olarak ortaya çıkıyor. Bu direnişi de bu çerçevede ele almak, anlamak gerekli.
Gezi Parkı Direnişi AKP’yi ciddi ürküttü
Şimdi karşı saldırılar da geliştirildi. AKP, bir anlamda yararlanacağı kadar yararlandı. Gündemi değiştirmede, gerektiğinde güç gösterisinde bulunmada bundan yararlanmaya çalıştı. Çeşitli güçler, ulusalcı çevreler, provoke etmeye, sabote etmeye çalıştıkları kadar çalıştılar. Birçok kesim, eğilim kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirmek istediği kadar çaba harcadı. Hareket düz bir çizgide istikrarlı bir tutum gösteremedi. İnişli çıkışlı oldu. Fakat Gezi Parkı bir aya yakın bir süre kesintisiz bir biçimde devam eden bir direniş oldu. Ona dayanarak Taksim’de mitingler oldu. Türkiye ve Kürdistan’ın başka birçok kentlerinde dayanışma mitingleri oldu. AKP yönetimi bu gelişmelerden büyük korku, ürküntü duydu. AKP’nin polis terörüne dayalı faşist rejimi ciddi bir sarsıntı yaşadı. Bunlar birer gerçek. Fakat AKP de gündem saptırmada ihtiyaç duyduğu kadar bu olaydan yararlanmaya çalıştı. Yani sonuçları itibarıyla insan bunu ifade edebilir. Pratik yönelim olarak da öncelikle Taksim dışındaki destek hareketlerine karşı saldırgan, ezici katliamcı yaklaştı. Türkiye ve Kürdistan’ın çeşitli şehirlerinde ortaya çıkan destek eylemlerini bastırdı. Onlara fırsat vermedi. Onlar üzerinde ağır baskı, zulüm, terör uyguladı. Ardından Taksim’de adım adım benzer bir planı uygulamaya koydu. Bir yandan çok yumuşak davranarak, güya anlaşmaya çalışarak eylemcileri gevşetmeye çalıştı ve gizli hazırlıklarına dayanarak böyle bir duruma ulaştığını değerlendirdiği anda Taksim’e saldırıp oradaki direnişi ezmeyi sağladı. Böylece Gezi Parkı’nı hem Taksim’den hem de diğer alanlardaki destek eylemlerinden yalıttı, tekleştirdi. Kuşatmaya almış oldu. Orayla da işte görüşmeler yaparak, yumuşatarak, mevcut oluşan birliği dağıtmaya çalışarak, zayıflattı, gevşetti. Sonunda saldırıp direnişi ezdi. Şu anki durumda Gezi Parkı’ndaki direnişçiler tümüyle parktan çıkarılmış durumdalar. Çeşitli biçimlerde protesto gösterileri sürüyor, ama bunlar dar grup gösterilerdir. Direnişin o büyük boyutlu durumu yok ortada. Bu AKP’nin faşist saldırıları temelinde ezildi. Bunu görmek lazım.
Taksim Direnişi’nin sonuçları elbette değerlendiriliyor, değerlendirilecek. Birçok çevre işin içine girdi. Herkes bu olayla ilgiliydi. Şimdiye kadar da birçok şey söylendi. Mevcut sonuç temelinde de bundan sonra da daha fazla bu durum tartışılacak değerlendirilecek. Birçok görüş ileri sürülecek. Bunun dersleri çıkarılmaya çalışılacak. İnsan bunu rahatlıkla söyleyebilir. Daha fazla bilgi aldıkça, gerçekler açığa çıktıkça, doğruları bilme ve değerlendirme imkanı daha çok da artacak. Fakat şu haliyle de bazı hususlar söylenebilir. Aslında eylem, bu yeni süreçte ve başlangıç olarak başarılı oldu, sonuç verdi. Bu kadar uzun süre kesintisiz bir kitle direnişi, hiç de deneyim, hazırlık olmadığı halde önemli bir sonuçtu. Sesini Türkiye kamuoyuna, dünya kamuoyuna duyurdu, destek buldu. AKP’nin tekçi faşist iktidar sistemini sarstı. Türkiye’de demokratikleşme, demokratik dönüşümün gereğini ortaya çıkardı. Tabii bütün bunlar önemli sonuçları ve başarıları ifade ediyor. Bu bakımdan öyle gereksiz yere olmuş, bir anlam ifade etmemiş, başarısız bir olay denemez. Öncelikle bunu belirtmek lazım. Bu konuda doğru yaklaşmak da gerekiyor.
Diğer yandan AKP’nin buna karşı tutumu tabii demokratikleşmeyi geliştirmek değil, direnişi ezmek oldu. AKP’nin bu tutumu gerçek yüzünü daha iyi açığa çıkardı. Sürece yaklaşımını da açığa çıkardı. Aslında böyle bir olayın bu biçimde ortaya çıkmasının AKP’nin duruşuyla, politikalarıyla bağı da var.
Aslında Önder Apo’nun Newroz çağrısıyla birlikte tabii gelişen yeni süreç bu tür olayların zeminidir. Türkiye toplumunun çeşitli kesimlerinin demokrasi istemlerini açığa çıkardı, ama bir de bu tür çatışmalara, eylemlere gerek kalmadan demokratik değişim dönüşüm ile bunu sağlanmasını da imkan dahilinde kıldı. Eğer AKP yeni süreci doğru değerlendirse, örneğin ikinci eylem planının ikinci aşamasına hızla geçiş yapsa, birinci aşamadaki görevlerini -işte Akil İnsanlar Komisyonu’dur, Meclis Komisyonu’dur- yeterli bir biçimde geliştirseydi, tabii Gezi Parkı Direnişi gibi olaylara gerek kalmadan Türkiye’nin demokratik dönüşümü daha rahat sağlanabilecekti. AKP bunları yapmadı, yapmak istemedi. Oyalamaya çalıştı. Ertelemeye çalıştı. Sürecin içini boşaltmaya çalıştı. Aslında bu olaylar, Gezi Parkı Direnişi bir de bu AKP politikalarına karşı olarak gelişti. AKP’nin bu oyalamacı ve geçiştirmeci politikaları böyle bir direnişi mecbur kıldı, tetikledi. AKP ise, fırsat yaratarak bunları ezmeyi öngördü. Şu haliyle ezmiş görünüyor.
AKP iktidarı aşılma sürecine girmiştir
AKP’nin Gezi Parkı Direnişi’ndeki aldığı sonuç kendisi için yeterli midir? Öyle olmadığını yakın gelecek gösterecek. Şimdi belki Gezi Parkı’nı ezdi, direnişçileri dağıttı, binlerce, onbinlerce insanı yaraladı, beş insanı katletti. Bu sonucu bu temelde elde etti, ama bu bir geçici sonuçtur. Halk bir kere direnmeyi öğrendi. Birlik olup direnirse sonuç alabileceğini, iktidarı sarsabileceğini gördü. Destek bulabileceğini gördü. Bu bakımdan da aslında AKP; bir, zamanında demokratikleşme adımları atmayarak; iki, mevcut direnişi doğru değerlendirip bunları demokratikleşme süreci ile, demokratik dönüşümle karşılayarak değerlendirmeyerek aslında kaybetti. Mevcut oyalama, hile ve baskı, ezme politikası AKP’nin yüzünü, faşist-despotik tekçi yüzünü daha çok açığa çıkardı. AKP içte ve dış kamuoyunda daha fazla teşhir ve tecrit oldu. Bunun sonuçları önümüzdeki süreçte görülecek. Böylece AKP gerçekten de baş aşağıya gidişe girdi. Bunu insan rahat söyleyebilir. AKP iktidarı aşılma sürecine girmiştir. Bunu rahat ifade edebiliriz. Halk direnmeyi de öğrendi. O da önemli bir sonuçtu.
Bu ulusalcı çevreler, CHP, İşçi Partisi gibi çevreler ortamı provoke etmeye çalıştılar. Fakat çok etkili olamadılar. Birçok kesim örgütlü ve bilinçli olduğu için bunlara karşı uyanık davrandı. Çok fazla da ulusalcılar etkiledi denilemez. Geriye kalan ne? Aslında sol demokratik güçler, ya da işte islami olabilir, hangi ideolojiden olursa olsun gerçekten siyasette demokratikleşmeyi öngören, demokratik siyasete bağlı olan gruplar, güçler, başta sol demokratik güçler olmak üzere süreci doğru tanımlama ve yönetme gücünü gösteremediler. Eylem çizgisini doğru ve yeterli geliştiremediler. Bence önümüzdeki süreçte en çok üzerinde durulacak, tartışılacak konu bu olacak gibi. Böyle olması da doğal. Çünkü eylemin sürmesi ve başarısı buraya bağlıydı. Bu noktada ısrar etmek, geliştirmeye çalışmak, bütünlük sağlamak, bu kadar geniş eğilimi bir arada tutmak tabii ki bu konuda başarıları ifade ediyor. Bunlar öyle basit şeyler değil. Kolay elde edilecek durumlar da değil. Öyle ucuz yaklaşmamalıyız. Ama direnişi yöneten güçler bu kadar ezdirtme noktasına da gitmemeliydi. AKP son vuran oldu. Öyle yapmaya çalışıyor. Savaşta da öyle, siyasi mücadelede de öyle yaklaşıyor ve son vuran kendisi oldu mu tabii başarı elde etmiş oluyor. AKP’ye o fırsat verilmemeliydi. İlk defa birinci bir direniş durumu oluyordu, hemen bununla sonuç alınacağı düşünülmemeli. Dolayısıyla uygun biçimlerde, kırılmaya, ezilmeye yol açmadan sonuca götürülebilmeliydi. Daha güçlü hamleler için geri çekilme olabilmeliydi. Manevra yapabilme olabilmeliydi. Ama böyle bir esnek ve yaratıcılığı gösteremedi bu direnişi yöneten çevreler. Dolayısıyla yani hiç yönetilmedi demek doğru değil, ama mevcut sonuca gidiş değerlendirildiğinde çok yeterli ve iyi yönetildi de diyemeyiz. Yönetimde eksiklikler var, zayıflıklar var. Demek ki eylem çizgisinde daha oturmamış yanlar var. Bir halk hareketi, kitle eylemliliği nasıl ortaya çıkar, nasıl yönetilir, nasıl ele almalıyız, değerlendirmeliyiz, bu konuda hala biraz eksikliklerimiz, yetersizliklerimiz var. Bu konuda biz de dahil bütün hareketler sorumlu. Hiç kimse kendini sorumluluk dışına çekmemeli. Falan kesimler sorumlu, biz değiliz dememeli. Belki bazıları etkili olmuş, olumsuz rol oynamıştır, onlar öyle eleştirilebilir. Ama etkisiz olanlar da etkinlik gösteremedikleri için eleştirilmelidir. Niye etkinlik göstermemiş, niye böyle bir eylem yeterince sahiplenilip doğru bir çizgiye yöneltilememiş? Bunu yapamayanlar da bundan sorumlular. Bu son olaylara da bu temelde yaklaşmak lazım.
Tabii böyle bir sonuç iyi olmadı. Ama bu direniş kesinlikle iyidir, tarihidir, süreçle bağlantılıdır. Sürecin ruhuna uygun, süreci geliştirendir. Demokratik siyasi mücadele hamlesinin eylemsel parçasıdır. Nasıl ki konferanslar toplum iradesini ortaya çıkarmayı ifade ediyor ise bu serhildanlar da toplumun dinamizmini, öfkesini, tepkisin ortaya koyuyor. Toplumun gücünü eylem alanına yansıtıyor. Bu bakımdan belki çok eleştirilecek, ayrıntıda eleştirilecek yanı olabilir, ama böyle bir eylem bu süreçte Türkiye’de halk direnişinin gelişebileceğini, demokratik siyasetin örgütlenme ve eylem alanında güçlenebileceğini bize gösterdi. Eğer bunlar esas alınırsa güçlü bir demokratik siyasi mücadele, kitle eylemliliği ortaya çıkarılabilir. Diğer yandan eğer bu temelde etkili bir kitle çalışması yürütülebilirse, o zaman demokratik siyasetin sandıktaki gücü de, oy oranı da şimdikini kat kat aşacak şekilde büyütülebilir. Bu olmayacak bir durum değildir. Şunu hep söylüyoruz: Niye AKP’nin oy oranı yüzde elli de, BDP’nin yüzde yedi olsun, bilmem ÖDP’nin yüzde bir bile olmasın? Bunlar çalışmayla bağlı bir durum. Pratikle bağlı bir olay, yoksa Önder Apo’nun kitle çizgisi bugünün Türkiye’sinde yüzde doksan beşi birleştirecek, yanına çekecek bir içeriğe sahip. Oysa pratikte yanına çeken yüzde on bile olamıyor. Niye çizgi bu kadar geniş kitleleri hedeflerken, bu kadar dar kitlelerde kalıyor? Burada demek ki yeterince çalışılamıyor, o çizgi halka, kitlelere, topluma yeterince götürülmüyor, taşırılmıyor, örgütlendirilmiyor. Bu net bir biçimde ortaya çıktı. İşte burada kadroların rolü, öncülüğün rolü, öncü çalışmanın rolü ortaya çıkıyor. Örgütsel çalışmanın görev ve sorumluluklarını ne kadar yerine getirip getirmediğini görüyoruz. Ne kadar dar, tutucu ve zayıf kalındığı açığa çıkıyor. Şimdi genelde bu konularla uğraşıyoruz. Hareket olarak her alanda bunu yaşıyoruz, bunu önceki süreçlerde de belirttik. Tartışıyoruz da. Mevcut örgüt duruşumuz, kadrosal duruşumuz zihniyet olarak, sistem olarak, planlama ve çalışma tarzı olarak Önderlik çizgisini yeterli bir düzeyde pratikleştirmiyor, bununla uyumlu değildir yani. Bunu insan net söyleyebilir. Gerçekten de Önderlik çizgisi adına hareket ediliyor, PKK’nin itibarı, birikimi değerlendiriliyor, kullanılıyor ama pratikte olup bitenler, yaşananlar bu konuda gerçekten geri, dar, zayıftır. Çok fazla güçlü, ileri değil. Bu da bize işte kadro sorununu, örgüt sorununu, demokrasi anlayışının ve mücadelesinin nasıl olması gerektiği sorununu dayatıyor. Önümüze çıkarıyor. Bunları anlamaya çalışıyoruz, tartışıyoruz.