8 Haziran 2025 Pazar
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 521 / MAYIS 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa YAZILAR

APOCU SOSYALİZM

Apo­cu çiz­gi­nin sos­ya­list içe­ri­ği­ni, sos­ya­liz­min ge­li­şi­min­de­ki ko­nu­mu­nu ve mü­ca­de­le­si­ni de­ğer­len­dir­mek, bu­nun için de ön­ce­lik­le Apo­cu­lu­ğun ne ol­du­ğu üze­rin­de dur­mak önem ta­şı­yor. Bu so­ru as­lın­da ha­re­ke­tin ge­li­şi­mi ve top­lu­mu et­ki­le­me­ye baş­la­ma­sıy­la bir­lik­te so­rul­muş­tur. Mev­cut ge­liş­me­ler bu so­ru­yu da­ha net bir bi­çim­de so­ra­rak doğ­ru ve ye­ter­li ce­vap­lar ver­me­yi ge­rek­ti­ri­yor. Doğ­ru ce­vap­la­rı Ön­der­li­ğin ya­şam çiz­gi­sin­de ve ya­şam özel­lik­le­rin­de bul­mak müm­kün­dür.

APOCU SOSYALİZM

On­la­rı en iyi ifa­de eden bel­ge­ler ola­rak da Kür­dis­tan Dev­ri­mi­nin Yo­lu’ndan De­mok­ra­tik Uy­gar­lık Ma­ni­fes­to­su’na ka­dar olan bü­tün çö­züm­le­me­ler di­zi­si­ni in­ce­le­mek esas­tır.Ön­der­li­ğin fel­se­fe, te­o­ri, ide­o­lo­ji, stra­te­ji ve tak­tik ola­rak, yi­ne ör­güt ve ya­şam ola­rak ger­çek­leş­me­si­nin iza­hı, bu de­ğer­len­dir­me­ler­de mev­cut­tur. Ön­der­li­ği­miz, ken­di ken­di­si­ni en yo­ğun ve en faz­la ifa­de eden, ta­nım­la­ma­ya ça­lı­şan bir ön­der­lik ger­çe­ği­dir. Kuş­ku­suz ifa­de et­tik­çe ve ta­nım­la­dık­ça ön­der­lik ge­li­şi­mi­nin kav­ran­ma du­ru­mu da or­ta­ya çı­kı­yor. Ta­rih bo­yun­ca en ka­lı­cı pey­gam­ber­ler, ken­di­le­ri­ni ya­zı­lı ha­le ge­ti­ren­ler ve­ya ge­tir­ten­ler ol­muş­tur. Fi­lo­zof­lar, ey­lem adam­la­rı, dü­şü­nür­ler, ide­o­lo­jik ve si­ya­si li­der­lik­ler açı­sın­dan da du­rum böy­le­dir. Marks bo­şu­na o ka­dar yaz­ma­mış ve­ya Le­nin o den­li ey­lem için­de ol­ma­sı­na, ör­güt ve pra­tik­le iliş­ki­li bu­lun­ma­sı­na rağ­men, bu ka­dar ya­zı­lı ifa­de­yi bo­şu­na ge­liş­tir­me­miş­tir. Ken­di ta­nım­la­rı­nı ken­di­le­ri­nin yap­ma­sı için bu­nu ge­liş­tir­miş­ler­dir. Do­la­yı­sıy­la Apo­cu­lu­ğun ne ol­du­ğu­nun doğ­ru an­la­şıl­ma­sı için Ön­der­lik de­ğer­len­dir­me­le­ri­ne ve ya­şa­mı­na bak­mak ge­re­kir.

 

Apo­cu­luk bir dü­şün­ce ve ey­lem gü­cü­dür

 

Ön­der­lik, “Ben de Apo­cu mi­li­tan ol­ma­ya ça­lı­şan bi­ri­yim” di­yor­du. En faz­la Apo­cu ol­ma­ya ça­lı­şan, onun söz­cü­lü­ğü­nü ya­pan, öl­çü­le­ri­ni ve­ren, özel­lik­le­ri­ni or­ta­ya çı­ka­ran, fel­se­fe­si­ni ve ütop­ya­sı­nı oluş­tu­ran, ah­la­kı­nı ya­ra­tan mi­li­tan olu­yor. Ön­der­li­ğin ken­di ta­nı­mı­nı ken­di­si ge­liş­tir­mek is­te­di­ği ve bu yön­lü ça­ba har­ca­dı­ğı ka­dar, baş­ka­la­rı da bu­nu yap­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar. Her­kes ken­di­ne gö­re ta­nım ya­pa­bi­lir, fa­kat ta­nım­lar an­cak ya­pan­la­rın olur. Ön­der­li­ğin yap­tı­ğı ta­nım da, ken­di­ne ait olur. Bu­ra­dan ba­ka­rak Ön­der­lik ol­gu­su­nun en iyi, ob­jek­tif ve ger­çek­çi bi­çim­de an­cak ken­di ta­nı­mıy­la ele alı­nıp de­ğer­len­di­re­bi­le­ce­ği gö­rü­le­bi­lir. Baş­ka­la­rı­nın ta­nı­mı, on­la­rın ba­kış açı­la­rı­nı yan­sı­tır. Ön­der­lik tar­tı­şı­lı­yor ve da­ha faz­la tar­tı­şı­la­cak. Her dü­zey­de tar­tış­ma, de­ğer­len­dir­me ve ta­nım ge­tir­me ol­ma­lı, fa­kat şu bi­lin­me­li­dir ki ta­nım­lar, ya­pan­la­ra ait olur. Bu ne­den­le ol­gu­yu ele alır­ken baş­ka­la­rı­nın yap­tı­ğı ta­nı­mı doğ­ru ve ger­çek­çi bir ve­ri ola­rak ele alma­ma­lı­yız. Ön­der­li­ği doğ­ru an­la­mak, özüm­se­mek, do­la­yı­sıy­la Ön­der­li­ğin ye­ter­li, et­ki­li ve doğ­ru bir uy­gu­la­yı­cı­sı ha­li­ne ge­le­bil­mek için ol­gu­yu ken­di ger­çek­li­ğiy­le öğ­ren­mek, tek doğ­ru yol­dur.

 

Bu ba­kım­dan ek­sik­lik­ler var. Bi­rin­ci ola­rak ol­gu­yu ken­di ta­nı­mı ile al­mı­yor, Ön­der­li­ği ken­di ger­çek­li­ği üze­rin­de de­ğer­len­dir­mi­yor, ken­di­mi­ze gö­re de­ğer­len­dir­me­ye ça­lı­şı­yo­ruz. İkin­ci ola­rak ka­fa yor­mu­yor, de­ğer­len­dir­me­ye ih­ti­yaç ol­ma­dı­ğı­nı dü­şü­nü­yo­ruz. Bu da ken­di yak­la­şım­la­rı­nı giz­le­me eği­li­mi­ni, ya­ni na­sıl al­gı­la­dı­ğı­nı ve an­la­dı­ğı­nı dı­şa vur­ma­ma­yı içe­ri­yor. Do­la­yı­sıy­la bi­re­yin ne­yi an­la­yıp ne­yi an­la­ma­dı­ğı, ol­gu­yu na­sıl ele al­dı­ğı bel­li ol­mu­yor. Bu­nun aşıl­ma­sı ge­re­kir.

 

Ön­der­lik ger­çe­ği ken­di­ni ta­nım­la­dı: Apo­cu­luk bir dü­şün­ce ve ey­lem gü­cü­dür. Ba­zı­la­rı bu ha­re­ke­ti salt bir pra­tik­çi­lik ola­rak gör­dü­ler. Öze­lik­le Tür­ki­ye’de­ki sol çev­re­ler­de Apo­cu­luk uzun sü­re öy­le al­gı­lan­dı. Bu yan­lış­tır. Apo­cu­luk yal­nız ba­şı­na bir pra­tik gü­cü de­ğil, ay­nı za­man­da pra­ti­ğe yö­ne­len bü­yük bir dü­şün­ce gü­cü­dür. Ya­ni Ön­der­lik ger­çe­ğin­de dü­şün­ce ve pra­tik bü­tün­lü­k var, do­la­yı­sıy­la et­ki­li ve çö­züm­le­yi­ci pra­ti­ğe, kap­sam­lı ve de­rin­lik­li dü­şün­ce ve tah­lil gü­cü­ne da­ya­nı­yor. Hat­ta şöy­le bir hat bi­le iz­le­ni­yor: Dü­şün­ce gü­cü faz­la­sıy­la var. Ön­der­lik ger­çe­ğin­de pra­tik­te ya­pı­lan­lar­dan ders çı­kar­ta­rak ve ken­di tec­rü­be­sin­den öğ­re­ne­rek iler­le­me du­ru­mu var, ama pra­ti­ği ge­liş­ti­re­bil­mek için faz­la­sıy­la ay­dın­lat­ma da var. Ne­re­dey­se iz­le­ne­cek pra­tik baş­tan so­na çi­zi­li­yor, son­ra uy­gu­la­ma­ya ge­çi­li­yor. Bu doğ­ru bir du­rum mu­dur? As­lın­da çok doğ­ru sa­yı­la­maz, çok ge­rek­li de de­ğil, ama Kür­dis­tan ko­şul­la­rı bu­nu ge­rek­tir­di­ği, Kür­dis­tan’da ör­güt ku­ra­bil­mek ve ey­lem ya­ra­ta­bil­mek için bu den­li izah ve açık­la­ma­ya ih­ti­yaç du­yul­du­ğu için böy­le ol­muş­tur. İn­san­lar böy­le bir bi­linç­len­me içi­ne alın­maz­lar­sa ör­güt­len­mi­yor, doğ­ru ve et­ki­li ey­lem yapa­mı­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la Ön­der­lik ger­çe­ği böy­le bir tah­lil gü­cü ge­liş­tir­me­ye ve böy­le bir yol iz­le­me­ye so­mut ko­şul­lar ta­ra­fın­dan ade­ta zor­la­nı­yor. So­mut ko­şul­lar öy­le olun­ma­sı­nı ge­rek­ti­ri­yor. De­mek ki, bir dü­şün­ce ve ey­lem gü­cü ol­ma ger­çe­ği var.

 

Apo­cu­luk in­san­lı­ğın öz­gür, eşit ve adil bir ya­şa­ma ulaş­ma­sı için iğ­ne ucuy­la ku­yu kaz­ma tar­zın­da bir ça­lış­ma yön­te­miy­le, ödün­süz ve çı­kar­sız bir mü­ca­de­le yü­rüt­me­yi ifa­de edi­yor. Salt si­ya­si ik­ti­dar­la bağ­lan­tı­lı bir ol­gu de­ğil, top­lu­mun de­ği­şim-dö­nü­şü­mü ve ge­li­şi­miy­le da­ha öz­gür, eşit, adil ve pay­la­şım­cı bir ya­şa­ma ka­vuş­ma­sıy­la il­gi­li­dir. Bu­nu sağ­la­mak için mü­ca­de­le­yi içe­ri­yor. Do­la­yı­sıy­la Apo­cu­luk bir mü­ca­de­le­ci­lik ger­çe­ği­dir. Bu­nun doğ­ru an­la­şıl­ma­sın­da ya­rar var. Çün­kü mü­ca­de­le et­mek ye­ri­ne Apo­cu­lu­ğu öz­gür­lük, eşit­lik, ada­let ve im­kan da­ğı­tan bir ku­rum ola­rak al­gı­la­ma du­rum­la­rı ol­du. Do­la­yı­sıy­la ken­di­ne gö­re de­ğer­len­dir­me yak­la­şı­mı ol­du, ki bu da ha­ta­lı ve ek­sik ol­du, Ön­der­lik çiz­gi­si­nin ta­nı­mı­nı içer­me­di. Yan­lış yak­la­şım­lar ve bek­len­ti­ler için­de kal­dık, ken­di­mi­ze ve dı­şı­mı­za kar­şı bir çiz­gi doğ­rul­tu­sun­da sü­rek­li ve et­kin mü­ca­de­le yü­rü­ten ko­num­da ola­ma­dık. Mü­ca­de­le­ci ko­num ka­za­na­ma­dık ya da mü­ca­de­le­de doğ­ru bir tarz ve yön­tem edi­ne­me­dik. Her iki­si de biz­de çok faz­la gö­rü­len du­rum­lar ol­du. Ob­lo­mov­ca du­ruş, tem­bel­lik çok faz­la var. Gev­şek du­ru­şun di­ğer ya­nı da mü­ca­de­le­ci­lik­tir, ama bu na­sıl bir mü­cade­le­ci­lik­tir? Öl­çü­lü, ku­ral­lı, ör­güt­lü ve bir ama­ca bağ­lı de­ğil; ge­le­nek­sel Kürt tar­zın­da ger­çek­le­şen bir mü­ca­de­le­ci­lik olu­yor. Bu­na is­yan­cı tarz da de­ni­le­bi­lir. Ka­zan­ma­yı ön­gö­ren, do­la­yı­sıy­la ka­zan­ma­yı sağ­la­ya­cak öl­çü­le­re sa­hip olan de­ğil; kı­rıp dö­ken, sa­de­ce mü­ca­de­le eden, do­la­yı­sıy­la tep­ki­le­ri­ni or­ta­ya ko­yan bir mü­ca­de­le­dir. Apo­cu­luk ise ne mü­ca­de­le­siz­lik­tir, ne de bir is­yan­cı­lık, ya­ni yal­nız ba­şı­na kı­rıp dö­ken bir mü­ca­de­le­ci­lik­ değildir. Her iki du­rum­dan fark­lı ola­rak es­ki, ge­ri ve ge­ri­ci ola­nı aş­ma­yı ifa­de edi­yor, ama aş­tı­ğı­nın ye­ri­ne ye­ni­si­ni koy­ma­yı da içe­ri­yor, ya­ni or­ta­da bı­rak­mı­yor.

 

Apo­cu­luk sos­ya­liz­mi ide­o­lo­jik ol­gu ola­rak ele alı­yor

 

Apo­cu­luk sos­ya­liz­me na­sıl yak­la­şı­yor? Sos­ya­liz­mi na­sıl ele al­dı ve ge­liş­tir­di? Sos­ya­liz­mi na­sıl ta­nım­la­dı ve ya­şam­sal­laş­tır­dı? Bu­ra­da bir ba­kış açı­sı ve fel­se­fi bir çer­çe­ve var. Sos­ya­lizm an­la­yı­şı­na ve ide­o­lo­jik yak­la­şı­mı­na her şey­den ön­ce bu fel­se­fe ve ba­kış açı­sı yön ve­ri­yor. Do­la­yı­sıy­la bu fel­se­fe­nin kav­ran­ma­sı ge­rek­li­dir. Ek­lek­tik, yü­zey­sel ve­ya dar de­ğil; son de­re­ce bi­lim­sel, de­ği­şi­mi esas alan bir yön­te­me da­ya­nan, Kür­dis­tan ko­şul­la­rı­nı gö­ze­te­rek ona ça­re ol­ma­yı, ih­ti­ya­cı­nı gi­der­me­yi içe­ren bir fel­se­fe­dir. Do­la­yı­sıy­la bu fel­se­fe­nin in­sa­nı, top­lu­mu, ya­şa­mı ve mü­ca­de­le­yi ele alış­ tarzında öz­gün­lük­le­ri var. Çün­kü ge­nel ge­çer fel­se­fi öl­çü­ler Kür­dis­tan’da iş­le­me­miş, bu ol­gu üze­rin­de çö­züm üret­me­miş­tir. Çok ya­ra­tı­cı ve de­ği­şim ka­rak­te­ri­ne uy­gun ele al­ma­yan yak­la­şım­lar hiç­bir so­nuç do­ğur­ma­mış, çok ka­tı ve dog­ma­tik ka­lıp­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı­na –ki bu da çok sı­nır­lı ol­muş­tur– yol aç­mış­tır.

 

Bir­çok eği­li­min ken­di­ni ta­nım­la­ma ve­ya açı­lım sağ­la­ma dü­ze­yi çok dar ve ye­ter­siz­dir. Ör­ne­ğin re­for­mist mil­li­yet­çi­lik, sol­cu­luk ola­rak or­ta­ya çık­tı, hat­ta mark­sist-le­ni­nist ol­ma id­di­a­sın­da bu­lun­du. Bi­lim­sel sos­ya­liz­mi esas al­dık­la­rı­nı di­le ge­tir­di­ler, ama bü­tün bu öğ­re­ti­ler adı­na or­ta­ya koy­duk­la­rı dü­şün­ce kı­rın­tı dü­ze­yin­de­dir, hiç­bir de­rin­li­ği, kap­sa­mı yok­tur. Kür­dis­tan’da­ki top­lu­mu ve in­sa­nı ta­nım­la­ya­rak so­run­la­rı aşa­cak çö­züm­ler üret­me ko­nu­sun­da ver­di­ği hiç­bir ya­nıt yok­tur. O ne­den­le top­lum üze­rin­de et­ki­de bu­lu­na­ma­mış­tır. Apo­cu­luk, fel­se­fe­de bun­la­rı aş­tı. Bi­lim­sel ba­kış açı­sı­nı özüm­se­mek­ten Kür­dis­tan ger­çe­ği­ni bu­na gö­re tah­lil et­me­ye ka­dar, bü­tün alan­lar­da önem­li bir ge­liş­me ya­şa­dı. Di­ya­lek­tik ma­ter­ya­liz­min can­lı ve ya­şa­mı çö­züm­le­yen bir bi­lim ha­li­ne gel­me­si Kür­dis­tan ger­çe­ğin­de, Apo­cu­luk­la ger­çek­leş­ti. Ge­çen mü­ca­de­le sü­re­ci­ni bu te­mel­de ele al­mak ve de­ğer­len­dir­mek müm­kün­dür.

 

Apo­cu­lu­ğun te­o­rik bir çer­çe­ve­si var; sos­ya­liz­mi bir dü­şün­ce akı­mı, te­o­rik çer­çe­ve ola­rak ele alı­yor ve çö­züm­lü­yor. Ken­di fel­se­fik ba­kış açı­sı­na uy­gun ola­rak ol­gu­la­rı tah­lil et­me ça­ba­sı için­de bu­lu­nu­yor, ki bu Ön­der­li­ğin en bü­yük ça­ba­la­rın­dan, do­la­yı­sıy­la en faz­la pra­tik­leş­ti­ği sa­ha­lar­dan bi­ri­dir. Bir­çok çev­re böy­le bir hu­su­sun hiç ol­ma­dı­ğı­nı san­dı; Apo­cu ha­re­ke­ti te­o­ri­den, de­ğer­len­dir­me güç ve ka­bi­li­ye­tin­den yok­sun, salt ba­zı ka­lıp­la­rı bi­len ve onun üze­rin­den ey­lem ya­pan bir güç ola­rak de­ğer­len­dir­di ve salt bir ey­lem gü­cü ola­rak ni­te­le­di. Hal­bu­ki ger­çek öy­le de­ğil­di. Ön­der­lik bu­nun ter­si­ni sa­vun­du. Böy­le dü­şü­nen­le­re “biz iş­le­ri ney­le yü­rü­tü­yo­ruz, doğ­ru an­la­şıl­sın” de­di. Apo­cu­luk iş­le­ri ney­le yü­rüt­tü? Bu ka­dar ge­liş­me ney­le sağ­lan­dı? Apo­cu ha­re­ke­tin ne­yi var­dı? Pa­ra­sı ve­ya si­la­hı yok­tu. Bun­la­rın va­rol­du­ğu­nu, bü­tün ge­liş­me­le­rin bun­lar­la ya­ra­tıl­dı­ğı­nı öne sür­mek, ger­çe­ği sap­tır­mak olur. Apo­cu­luk, bü­tün ge­liş­me­le­ri en baş­ta dü­şün­ce ve de­ğer­len­dir­me gü­cüy­le, bu gü­cü ge­liş­tir­me az­mi ve ça­ba­sıy­la ya­rat­tı. Fel­se­fe­de doğ­ru bir ba­kış açı­sı­nı ge­liş­tir­me de as­lın­da bu ça­bay­la bağ­lan­tı­lı­dır. Ken­di­si­ni böy­le bir dü­şün­ce gü­cü­nü ge­liş­tir­mey­le so­rum­lu gö­rün­ce, onu ya­rat­mak için olay ve ol­gu­la­rı na­sıl ele ala­ca­ğı­nı ve de­ğer­len­di­re­ce­ği­ni, ba­kış açı­sı­nın ve yön­te­mi­nin ne ola­ca­ğı­nı da­ha doğ­ru ve bi­lim­sel dü­ze­ye ge­tir­me­yi ge­rek­tir­di. Bu­nun için fel­se­fe­de yet­kin­leş­me, de­rin­leş­me ve tu­tar­lı­lık or­ta­ya çık­tı.

 

Bu ba­kım­dan Ön­der­lik ger­çe­ği­ni, sos­ya­lizm adı­na kap­sam­lı bir de­ğer­len­dir­me gü­cü ola­rak, çö­züm­le­me­le­ri de sos­ya­liz­min te­o­rik ha­zi­ne­si­nin bir par­ça­sı ola­rak ele al­mak ve de­ğer biç­mek ge­re­ki­yor. Baş­ka tür­lü yak­laş­mak doğ­ru de­ğil­dir. Ol­gu­nun çö­züm­len­me­si­ni tam ola­rak ver­me­miş ola­bi­lir, tek­ra­rı ola­bi­lir ve­ya dü­ze­ni ol­ma­ya­bi­lir. Bu tür eleş­ti­ri­ler ge­ti­ri­le­bi­lir, bu müm­kün­dür. Bu eleş­ti­ri­le­re kar­şı sa­vun­ma da ya­pı­la­bi­lir, o da müm­kün­dür. Mev­cut ko­şul­la­rı­mız, mü­ca­de­le ger­çe­ği­miz ve üze­rin­de ça­lı­şı­lan ol­gu ola­rak Kür­dis­tan ger­çe­ği or­ta­da­dır. Onu gör­me­den ve esas al­ma­dan hiç­bir de­ğer­len­dir­me ya­pa­ma­yız. Onu dik­ka­te al­ma­dan söy­le­ne­cek her söz ez­be­re söz, gös­te­ri­le­cek her dav­ra­nış ken­di­mi­ze gö­re dav­ra­nış olur, do­la­yı­sıy­la kar­şı­da­ki ol­gu­yu dik­ka­te alan ve çö­züm­le­yen bir dav­ra­nış an­la­mı­na gel­mez. Ne olur­sa ol­sun çö­züm­le­me­le­rin bü­yük bir te­o­rik güç, sos­ya­liz­min te­o­rik ha­zi­ne­si­nin bir par­ça­sı ol­du­ğu yad­sı­na­maz ve çar­pı­tı­la­maz bir ger­çek­tir.

 

Apo­cu­luk sos­ya­liz­mi bir ide­o­lo­jik ol­gu ola­rak ele alı­yor, onun öz­gür­lük, eşit­lik, ada­let ve pay­la­şım ütop­ya­sı­na sı­kı sı­kı­ya bağ­lı­dır. İn­san­lık için böy­le bir ya­şa­mı doğ­ru, gü­zel ve mut­lu bir ya­şam ola­rak gö­rü­yor, do­la­yı­sıy­la in­san­lı­ğı böy­le bir dü­ze­ye ulaş­tır­mak için mü­ca­de­le et­me­yi ve ça­lış­ma­yı doğ­ru ve ge­rek­li bu­lu­yor. Bu ba­kım­dan in­san­lı­ğa öner­di­ği ya­şam özel­lik­le­ri ve doğ­ru­la­rı var, ya­şa­mın be­lir­len­me­sin­de bir ta­raf ol­ma özel­li­ği var. Bu­na tut­ku dü­ze­yin­de bağ­lı. Ütop­ya­la­rı­na müt­hiş bir inan­cı, bağ­lı­lı­ğı ve tut­ku­yu ifa­de edi­yor. Bu ba­kım­dan ide­o­lo­jik ütop­ya­lar, top­lum için ye­ni ya­şam özel­lik­le­ri öner­mek­le bir­lik­te on­la­rı ger­çek­leş­tir­mek, on­la­ra ula­şıl­ma­sı­nı sağ­la­mak için bü­yük bir inan­cı ifa­de edi­yor. Sos­ya­lizm ger­çe­ği­ne, onun ütop­ya­la­rı­na inan­ma­sı bu çer­çe­ve­de­dir. Bü­tün bun­lar işin te­o­rik, dü­şün­sel ya­nı­dır. Bu an­lam­da Apo­cu­lu­ğu, sos­ya­liz­min bü­yük bir dü­şü­n­ce akı­mı, ide­o­lo­jik ve fel­se­fik akı­mı ola­rak ele al­ma ger­çe­ği söz ko­nu­su­dur. Apo­cu­luk bu­na bü­yük an­lam ve­ri­yor, bu ba­kım­dan dü­şün­ce dü­ze­yin­de sos­ya­liz­min yet­kin­leş­me­si ve ge­liş­me­si için yo­ğun ça­ba har­cı­yor.

 

Bu işin bir ya­nı­dır. Di­ğer ve da­ha önem­li olan ya­nı ise bu­nu ya­şam­sal­laş­tır­mak, mü­ca­de­le­ye ka­na­li­ze et­mek­tir. Bu ba­kım­dan Apo­cu­luk sos­ya­liz­mi ger­çek­ten bir ey­lem kı­la­vu­zu, mü­ca­de­le gü­cü ve ya­şam ger­çe­ği ola­rak ele alı­yor, pra­tik bir ol­gu ola­rak gö­rü­yor. Bu ko­nu­da Ön­der­lik il­ke­si şöy­le­dir; dü­şün­dü­ğün ka­dar yap, da­ha bü­yük şey­ler ya­pa­bil­mek için de da­ha faz­la dü­şün. Ön­der­li­ğin dü­şün­me ve yap­ma di­ya­lek­ti­ği­ni iç içe ve anı anın­da ge­liş­ti­ren bir tar­za sa­hip ol­du­ğu ba­zı bi­lim adam­la­rı ta­ra­fın­dan da tes­pit edil­miş­tir. Ön­der­lik çiz­gi­si dü­şü­nür­ken ya­pan, ya­par­ken dü­şü­nen, do­la­yı­sıy­la dü­şün­ce ve ey­lem bir­lik­te­li­ği­ni bu dü­zey­de ku­ran bir çiz­gi­dir. Bu, sos­ya­lizm açı­sın­dan da böy­le­dir.

 

Apo­culuk ya­şam ve ey­lem gücüdür

 

Ön­der­lik, sos­ya­liz­mi ger­çek­leş­tir­di­ği ka­dar ifa­de et­ti. Bu nok­ta­da tar­tı­şı­lan ba­zı hu­sus­lar var. Ör­ne­ğin çe­şit­li çev­re­ler ta­ra­fın­dan ha­re­ke­ti­mi­zin ne ka­dar sos­ya­list ol­du­ğu, ne ka­dar ol­ma­dı­ğı tar­tı­şı­lı­yor. Bu ko­nu­da Apo­cu ha­re­ket şöy­le bir iki­le­mi ya­şı­yor; ka­pi­ta­list­ler, em­per­ya­list­ler ve bu­nun gü­nü­müz­de­ki Av­ru­pa­lı, Ame­ri­ka­lı tem­sil­ci­le­ri ta­ra­fın­dan en ka­tı sos­ya­list, hat­ta ko­mü­nist, mark­sist-le­ni­nist ha­re­ket ola­rak de­ğer­len­di­ri­li­yor ve yar­gı­la­na­rak mah­kum edil­mek is­te­ni­yor. Hat­ta Baş­kan Apo 1998-99 yıl­la­rın­da ça­ğı­mı­zın son dev­rim­ci­si, son sos­ya­lis­ti ola­rak de­ğer­len­di­ril­di. İşin bir ya­nı, üs­te­lik sö­mü­rü­cü­ler açı­sın­dan ba­kıl­dı­ğın­da gö­rü­len ya­nı bu­dur. Fran­sız­lar ’93’te Ön­der­lik ger­çe­ği­ni “aca­ba bi­zim ide­o­lo­jik çer­çe­ve­mi­ze, ya­ni ya­şam ger­çe­ği­mi­ze, Fran­sız sis­te­mi­ne, Av­ru­pa sis­te­mi­ne al­ter­na­tif bir ya­şam sis­te­mi ha­li­ne ge­le­bi­lir mi? Öy­le bir teh­li­ke arz edi­yor mu?” di­ye de­ğer­len­dir­me­ye ve tar­tış­ma­ya al­mış­tı. Bu du­rum, ba­sı­na da yan­sı­dı. Ya­ni Av­ru­pa’nın ge­liş­tir­di­ği ve ka­pi­ta­liz­min çe­şit­li aşa­ma­lar­da or­ta­ya çı­kar­dı­ğı ya­şam ka­lıp­la­rı­na, ya­şam sis­te­mi­ne bu dü­zey­de al­ter­na­tif bir ya­şam sis­te­mi ola­rak gö­rü­yor. Ulus­la­ra­ra­sı komp­lo, bi­raz da bu de­ğer­len­dir­me­le­rin so­nu­cu ola­rak ge­liş­ti. Apo­cu ger­çek­lik böy­le ele alın­dı­ğı için bü­yük bir teh­li­ke ola­rak gö­rül­dü ve bu teh­li­ke­yi ber­ta­raf et­mek ama­cıy­la ulus­la­ra­ra­sı sal­dı­rı ge­liş­ti­ril­di. Ya­ni ulus­la­ra­ra­sı komp­lo­nun Kür­dis­tan’da olu­şan sta­tüy­le, in­kar ve im­ha sis­te­miy­le, do­la­yı­sıy­la Kür­dis­tan’ı in­kar ve im­ha­ya alan ulus­la­ra­ra­sı sis­tem ger­çek­li­ğiy­le bağ­lan­tı­sı var. Ka­pi­ta­list-em­per­ya­list dün­ya sis­te­mi ora­da oluş­tu. Bu, işin bir ya­nı, fa­kat bü­tün yan­la­rı de­ğil. Kuş­ku­suz bu da çok önem­li bir yön­dür. Çün­kü dün­ya sis­te­mi­nin de­ği­şi­mi­ni ge­rek­ti­ri­yor. Ni­te­kim Kür­dis­tan’da­ki in­kar sta­tü­ko­su­nu boz­ma yö­nün­de ge­liş­me­ler olup onu zor­la­dı­ğın­da ulus­la­ra­ra­sı sis­tem bu­na kar­şı sal­dı­rı yap­mak­tan, bir­lik ol­mak­tan ve sa­va­şa gir­mek­ten ge­ri kal­ma­dı. Ulus­la­ra­ra­sı ge­ri­ci­lik da­ha ’80’le­rin or­ta­sın­da böy­le bir sal­dı­rı sü­re­ci­ne gir­di, ’90’lar­da bu­nu da­ha faz­la bo­yut­lan­dır­dı. ’90’la­rın so­nun­da ise bir ulus­la­ra­ra­sı komp­lo dü­ze­yi­ne var­dır­dı. Bu­nun, bu sis­te­min par­ça­lan­ma­sı ve aşıl­ma­sıy­la ba­ğı var. Kür­dis­tan’da ge­li­şen mü­ca­de­le, sis­te­mi bu bi­çim­de zor­la­dı. Bu du­ru­mun bir de in­san­lık için ön­gö­rü­len ye­ni ya­şam sis­te­miy­le ba­ğı var. Ya­ni sa­de­ce Kürt so­ru­nu ve Kür­dis­tan’da­ki in­kar sis­te­miy­le de­ğil, o sis­te­mi ya­ra­tan ve ayak­ta kal­ma­sı­na yol açan ulus­la­ra­ra­sı ya­şa­mın, ka­pi­ta­list ya­şa­mın özel­lik­le­ri­ni aş­ma ile de ba­ğı var. Onun ide­o­lo­jik çer­çe­ve­si­ne ve ka­lıp­la­rı­na kar­şı ye­ni bir ide­o­lo­jik çiz­gi ha­li­ne gel­me­siy­le, sos­ya­liz­min bu bi­çim­de ge­liş­ti­ril­me­si ve tem­sil edil­me­siy­le bağ­lan­tı­lı­dır. Bu nok­ta­da ka­nıt, ulus­la­ra­ra­sı dü­zey­de­ki mü­ca­de­le­dir.

 

Ken­di­ni sos­ya­list sa­yan­lar ise bu­nu ter­sin­den ele alı­yor­lar. Tür­ki­ye’de, yi­ne Tür­ki­ye dı­şın­da ba­zı çev­re­ler­de bu tür de­ğer­len­dir­me­ler ya­pı­lı­yor. Özel­lik­le re­el sos­ya­list sis­te­min par­ça­sı ve­ya uzan­tı­sı olan güç­ler Apo­cu­lu­ğu sos­ya­lizm dı­şı bir akım ola­rak gö­rü­yor; yurt­se­ver, de­mok­rat, do­la­yı­sıy­la sos­ya­liz­me müt­te­fik ola­bi­le­cek bir akım ola­rak de­ğer­len­di­ri­yor­lar. Ba­zı­la­rı iyi bir müt­te­fik ola­rak gö­rür­ken, baş­ka­la­rı teh­li­ke­li bir müt­te­fik ola­rak ni­te­li­yor, dik­kat­li yak­laş­ma­la­rı ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nü­yor­lar. Bi­raz da her­kes ken­di al­gı­la­dı­ğı ve an­la­dı­ğı gi­bi ta­nım­lı­yor. Apo­cu sos­ya­liz­min böy­le bir ger­çek­li­ği var. Ön­der­lik bu ko­nu­da şu­nu di­le ge­tir­di: “Biz, çok faz­la de­yim­ler ve­ya ta­nım­lar­la uğ­raş­mı­yo­ruz, as­lın­da ya­şa­mın ken­di­siy­le uğ­ra­şı­yo­ruz. Ta­nım­la­rın içe­ri­ği­ni ya­şam­sal­laş­tır­mak­la uğ­ra­şı­yo­ruz. Sos­ya­liz­min sö­zü­nü çok faz­la et­mek ye­ri­ne iyi bir mi­li­ta­nı, ya­şa­ya­nı ve ya­şa­ta­nı ol­ma­yı da­ha de­ğer­li bu­lu­yo­ruz.” Bu ne an­la­ma ge­li­yor? Apo­cu­lu­ğun pra­tik­çi­li­ği ve ey­lem­ci­li­ği an­la­mı­na ge­li­yor. Bu­ra­dan bak­tı­ğı­mız­da Apo­cu­luk baş­lı ba­şı­na bir ya­şam ve ey­lem gü­cü­dür, pra­tik güç­tür. Apo­cu­luk, sos­ya­liz­mi söz dü­ze­yin­de de­ğil, böy­le ele alı­yor. Bu, ide­o­lo­ji­ye yak­la­şı­mı da ifa­de edi­yor.

 

İde­o­lo­ji ne­dir? İde­o­lo­ji sa­de­ce söz­cük­ler­le ifa­de edi­len bir ol­gu de­ğil­dir; ter­si­ne ya­şa­mın ken­di­si, ya­şam­da or­ta­ya çı­kan ve ger­çek­le­şen­dir. Ya­şam öl­çü­le­ri­nin söz­le ifa­de edil­me­si an­la­mı­na ge­li­yor, do­la­yı­sıy­la esas olan, ya­şam­da ger­çek­le­şen­dir. Ya­şam­da ger­çek­leş­me­yip söz ola­rak söy­le­nen­ler ide­o­lo­ji ola­rak ta­nım­la­na­maz; on­lar boş laf­lar, ha­yal­ler, ni­yet­ler ve­ya is­tek­ler­dir ama hiç­bir za­man ger­çek­le­şen­ler de­ğil­ler­dir. Do­la­yı­sıy­la ba­zı­la­rı sos­ya­liz­mi bir ni­yet, is­tek ve­ya ha­yal ola­rak ele alı­yor ve sos­ya­liz­me laf dü­ze­yin­de yak­la­şı­yor­lar. Sos­ya­liz­min çok sö­zü­nü edi­yor­lar, her cüm­le­de ne­re­dey­se on se­fer sos­ya­lizm ke­li­me­si­ni kul­lan­mak­la güç­lü sos­ya­list ol­duk­la­rı­nı sa­nı­yor­lar, ama sos­ya­liz­min ilk har­fi­ni bi­le pra­tik­leş­tir­me­ye yak­laş­mı­yor­lar. Ön­der­lik, böy­le yak­la­şan­la­rı sah­te sos­ya­list­ler ola­rak ta­nım­la­dı. Bu­na söz sos­ya­liz­mi de de­ni­le­bi­lir. Öy­le ol­ma­ya ge­rek yok­tur. Bu du­rum za­yıf­lık­tan ve­ya ör­güt­süz­lük­ten kay­nak­la­nı­yor ola­bi­lir. Güç­süz ki­şi­lik­ler ha­yal ede­bi­lir, ni­yet­le­ri­ni ge­liş­ti­re­bi­lir­ler, ama ger­çek­leş­tir­me gü­cü­nü gös­te­re­mez­ler. Öz­lem du­yar­lar, öz­lem­le­ri pra­tik­te ger­çek­leş­ti­ril­se, onu ya­şa­mak da is­ter­ler, iti­raz et­mez­ler, ama ken­di­le­ri ger­çek­leş­ti­re­mez­ler. Do­la­yı­sıy­la ger­çek­leş­ti­re­ni, ya­ni mi­li­ta­nı de­ğil, ya­şa­ya­nı ola­bi­lir­ler. Bu, güç­süz in­san­la­rın işi­dir.

 

Ba­zı­la­rı da tüc­car­lık ya­pı­yor, sos­ya­liz­mi pa­zar­lı­yor­lar. Onu ya­şa­yan bir ol­gu ola­rak de­ğil, ter­si­ne üze­rin­de pa­zar­lık ya­pı­la­cak, ken­di ya­şa­mı­nı sağ­la­mak için sa­tı­la­cak bir ol­gu ola­rak ele alı­yor­lar. Sos­ya­lizm adı­na bir şey­ler söy­lü­yor, söy­le­dik­le­ri­ni de pa­za­ra su­na­rak pa­ra ka­za­nı­yor, böy­le­lik­le ya­şı­yor­lar. Ta­bii bu sos­ya­list ol­mak de­ğil, sos­ya­liz­min pa­zar­la­yı­cı­sı ol­mak­tır. Kür­dis­tan’da ge­li­şen il­kel mil­li­yet­çi­lik ne ka­dar Kürt­çüy­se, bun­lar da o ka­dar sos­ya­list­tir­ler. Sos­ya­liz­min sa­tı­cı­la­rı, sos­ya­liz­mi pa­zar­la­ya­rak ya­şam el­de eden­ler­dir. Tür­ki­ye’de böy­le ke­sim­ler çok var. Za­ten Apo­cu ha­re­ket, Tür­ki­ye’den kay­nak­lı ola­rak sos­ya­lizm dı­şın­da gö­rül­me­ye ça­lı­şı­lı­yor. Yüz­ler­ce sos­ya­list, bir sü­rü ör­güt, grup ve par­ti var, bun­la­rın bin­ler­ce in­sa­nı var. Her gün, ade­ta dua eder­ce­si­ne sos­ya­liz­min la­fı­nı edi­yor, bu ko­nu­da ya­zıp çi­zi­yor­lar. Ba­zı­la­rı ger­çek­ten iyi ni­yet­li­dir, ba­zı­la­rı da tüc­car­dır, ama so­nuç­ta ey­lem­de yok­tur­lar. Ba­zı­la­rı tüc­car ol­duk­la­rı için, ba­zı­la­rı da güç­süz ol­duk­la­rı için ey­le­me gir­mi­yor­lar. On­lar, sos­ya­liz­min mi­li­ta­nı, do­la­yı­sıy­la ya­şa­ya­nı ve ya­şa­ta­nı de­ğil; sos­ya­lizm al­tın­da bi­rey­sel ola­rak ken­di­ni ya­şat­ma­yı doğ­ru bu­lan, bu ba­kım­dan sos­ya­liz­me ta­raf­tar olan­lar­dır. Ne ya­zık ki yak­la­şım­la­rı an­cak sos­ya­lizm ta­raf­tar­lı­ğı dü­ze­yin­de olan­lar, ken­di­le­ri­ni sos­ya­liz­min ide­o­log­la­rı, te­o­ris­yen­le­ri, li­der­le­ri ola­rak gö­rü­yor ve öy­le gös­te­ri­yor­lar. Tür­ki­ye’de ve Or­ta­do­ğu’da böy­le bir çar­pık­lık var.

 

Kür­dis­tan’da re­for­mist mil­li­yet­çi akım­lar böy­le bir çar­pık­lı­ğı ge­liş­tir­me­ye ça­lış­tı­lar, an­cak PKK bu­na izin ver­me­di. Apo­cu­luk bu çar­pık yak­la­şı­mı ön­ce­den gör­dü ve mas­ke­si­ni dü­şür­dü. De­mek ki, Apo­cu sos­ya­liz­min te­mel ka­rak­te­ri, onun ya­şam ve ey­lem ka­rak­te­ri­dir, ya­ni ya­şa­ma geç­me özel­li­ği­dir. Apo­cu­luk­ta opor­tü­nizm yok­tur. Opor­tü­nist ol­ma­dı­ğı için de opor­tü­nist­ler ta­ra­fın­dan sos­ya­lizm dı­şı­na iti­li­yor. Çün­kü sos­ya­list o olur­sa, opor­tü­nist­le­rin yü­zü or­ta­ya çı­kar, mas­ke­le­ri dü­şer. On­la­rın ger­çek­te sos­ya­list ola­ma­dık­la­rı, sos­ya­liz­min te­o­ris­ye­ni ya da mi­li­tan­la­rı ola­ma­dık­la­rı or­ta­ya çı­kı­yor. Bu ne­den­le afa­roz et­me­yi, sos­ya­lizm dı­şı­na it­me­yi ge­rek­li bu­lu­yor ve bü­tün güç­le­riy­le bu­nu sağ­la­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar.

 

Mü­ca­de­le­ci­lik Apo­cu­lu­ğun te­mel ka­rak­te­ri­dir

 

Mü­ca­de­le­ci­lik, Apo­cu­lu­ğun sos­ya­liz­mi ele alı­şı­nın bir par­ça­sı, stra­te­ji­ye ve tak­ti­ğe yak­la­şı­mı, ide­o­lo­ji­yi ör­gü­te dö­nüş­tür­me, po­li­tik­leş­tir­me, do­la­yı­sıy­la ya­şa­ma ak­tar­ma tar­zı­dır. Bu ba­kım­dan Apo­cu sos­ya­lizm, mü­ca­de­le ede­rek de­ğer ya­rat­ma­yı ve ye­ni­yi or­ta­ya çı­kar­ma­yı esas alır. Bu yö­nüy­le es­ki, ge­ri ve ge­ri­ci olan­la çok yön­lü bir mü­ca­de­le için­de­dir. Bu­nu hem in­san dü­ze­yin­de hem de top­lum dü­ze­yin­de ya­pı­yor. İn­san­da­ki ge­ri­lik ve ge­ri­ci­lik­ler­le mü­ca­de­le et­ti­ği ka­dar, top­lum­da­ki ge­ri­lik ve ge­ri­ci­lik­ler­le de mü­ca­de­le et­me­yi esas alı­yor. Mü­ca­de­le­ci­lik, Apo­cu­lu­ğun te­mel ka­rak­te­ri­dir. Çün­kü fel­se­fe­si de­ği­şim, ye­ni­len­me ve ge­liş­me­dir. De­ği­şi­mi sür­dü­re­bil­me­si, ye­ni­len­me­yi ve ge­liş­me­yi ya­ra­ta­bil­me­si için de sü­rek­li mü­ca­de­le et­me­si ge­re­kir. Ön­der­lik PKK’yi ta­nım­lar­ken çok sık ola­rak PKK’li ol­ma­nın her gün ye­ni baş­lan­gıç­lar ya­pa­bil­mek ol­du­ğu­nu di­le ge­tir­di. Bu, bir fel­se­fi yak­la­şı­mı, ay­nı za­man­da bir ide­o­lo­jik du­ru­şu, ya­ni doğ­rul­tu­yu ifa­de edi­yor, ha­re­ke­tin sos­ya­lizm öl­çü­sü­nü or­ta­ya ko­yu­yor.

 

Apo­cu­luk mü­ca­de­le­yi na­sıl yü­rü­tü­yor? Tarz, tem­po ve üs­lup ör­güt ya­pı­sı için­de öne çı­kı­yor. Mü­ca­de­le­yi ken­din­den baş­lat­mak, çö­zü­mü ken­din­de ger­çek­leş­tir­mek ve ça­re­yi ken­din­de üret­mek te­mel il­ke­dir. Apo­cu sos­ya­lizm bir an­da top­lum­da pra­tik­leş­ti­rile­mi­yor­sa, bu­nu top­lu­mun ma­ke­tin­de ya­pı­yor. Tür­ki­ye’de ken­di­ni çok sos­ya­list sa­yan­lar, çok faz­la laf ya­pı­yor­lar; her gün on se­fer dev­rim ya­pı­yor, sos­ya­liz­mi ku­ru­yor­lar, ama or­ta­da hiç­bir ge­liş­me yok­tur. Bu­nun kar­şı­sın­da Sov­yet­le­rin yap­tı­ğı gi­bi ka­nun­lar, ya­sak­lar ve si­ya­si oto­ri­tey­le ya­şa­mı de­ğiş­ti­rip dö­nüş­tür­me yön­te­mi var. Bi­rin­ci­si pra­tik­te hiç­bir şey yap­mı­yor. İkin­ci­si, pra­ti­ği bi­raz ge­liş­tir­di, ama ka­lı­cı ol­ma­dı, top­lum ta­ra­fın­dan be­nim­sen­me­di ve çö­zül­dü, do­la­yı­sıy­la bir sis­tem ha­li­ne ge­le­me­di. Apo­cu­luk bun­la­rın iki­sin­den de ders çı­ka­ra­rak on­la­rı aş­ma­yı içe­ri­yor. Ne laf­ta bir mü­ca­de­le­ci­li­ği, ne de ka­nun ve­ya ya­sak­la, zor­la bir mü­ca­de­le­ci­li­ği esas alı­yor, top­lum kar­şı­sı­na böy­le çık­mı­yor. Top­lu­mu da­ha dar alan­lar­da çö­züm­lü­yor, ör­gü­tü böy­le ele alı­yor ve çe­liş­ki­le­ri bu­ra­ya ta­şı­ya­rak bu­ra­da çö­zü­yor. Do­la­yı­sıy­la top­lum­sal çö­züm­len­me­yi bu­ra­da ge­liş­ti­ri­yor. Ge­ri­li­ği ve ge­ri­ci­li­ği bu­ra­da alt edi­yor, çok yön­lü ge­liş­tir­di­ği mü­ca­de­ley­le, bu­ra­dan üret­ti­ği çö­züm­le­ri gün­lük ya­şam ve ça­lış­ma içe­ri­sin­de top­lu­ma ta­şı­yor, top­lu­mu yön­len­di­ri­yor ve de­ğiş­ti­ri­yor. Bu, önem­li bir mü­ca­de­le tar­zı ola­rak ge­liş­miş­tir. Ör­güt ile halk ol­gu­la­rı­nın bir­bi­rin­den ay­rış­ma­sı­nı do­ğur­du. Laf­ta sos­ya­liz­mi ele alan­lar ise bu nok­ta­da bü­yük bir ko­puk­luk içer­di­ler, top­lum­la ör­gü­tü bir­bi­rin­den çok ko­par­dı­lar, iki­si­ni bir­bi­ri­ne hiç yak­laş­tır­ma­dı­lar. İş­le­ri ya­sa­lar­la yü­rüt­mek is­te­yen­ler ise ay­nı­laş­tır­ma­ya ça­lış­tı­lar. Apo­cu­luk bu iki ha­ta­ya da düş­mü­yor, tam ter­si­ne her iki ol­gu­yu da yer­li ye­ri­ne ko­yu­yor, on­la­ra rol bi­çi­yor, ay­rı­lık­la­rı­nı ve bağ­la­rı­nı doğ­ru ku­ru­yor ve iki­si­ne de ro­lü­nü oy­na­tı­yor. En kes­kin, şid­det­li ve hız­lı çö­züm­le­ri ön­cü­de, ya­ni ör­güt­te üre­ti­yor ve çok yön­lü bir ça­lış­may­la top­lu­ma ta­şı­ra­rak to­plu­mu de­ği­şim sü­re­ci­ne alı­yor. Top­lum­da­ki ge­ri­lik­ler­le ve ge­ri­ci­lik­ler­le mü­ca­de­le edi­yor, on­la­rı yı­kı­yor ve de­ğiş­tir­me­ye ça­lı­şı­yor. Bu, önem­li bir tarz­dır.

 

Böy­le olun­ca ör­güt dar bir sı­nıf, ulus ve­ya cins ör­gü­tü de­ğil, ge­niş ve bü­tün ke­sim­le­re açık bir ör­güt ol­du. Kürt ulu­sal özel­lik­le­riy­le sı­nır­lı kal­ma­dı. İlk ör­güt­len­me sü­re­cin­de adı­nı iş­çi par­ti­si ola­rak koy­sa da, dar bir sı­nıf ha­re­ke­ti ol­ma­dı. Top­lum­da ge­çerli öl­çü ola­rak dar bir cins ha­re­ke­ti, ya­ni bir er­kek ör­gü­tü ola­rak da or­ta­ya çık­ma­dı. Baş­tan bü­tün bun­la­rı aş­ma­yı, top­lu­mun bü­tün ke­sim­le­ri­ne açık ol­ma­yı bil­di. Bu du­rum, ha­re­ke­tin mü­ca­de­le an­la­yı­şın­dan kay­nak­lan­dı. Top­lu­mun bü­tün çe­liş­ki­le­ri­ni ta­şı­ya­bil­me­si, on­la­rı çö­züm or­ta­mı­na ala­bil­me­si için böy­le dav­ran­ma­sı ge­re­ki­yor­du ve böy­le yap­tı.

 

Bu, kuş­ku­suz ba­sit ve­ya ko­lay bir iş de­ğil, çok yo­ğun ve şid­det­li mü­ca­de­le­le­re yol açan, bü­yük bir zor­lan­ma or­ta­ya çı­ka­ran bir du­rum­dur. Ör­gü­tü teh­dit­ler­le ve teh­li­ke­ler­le yüz yü­ze ge­ti­ri­yor, çok ça­lış­ma­yı ve mü­ca­de­le et­me­yi ge­rek­ti­ri­yor, bu­na zor­lu­yor. Çö­zü­mü de bu üre­ti­yor, ka­lı­cı­lık bu­ra­da­dır. So­run­la­rın çö­zü­mü ön­cü ör­güt­te ger­çek­le­şi­yor, do­la­yı­sıy­la ör­güt da­ha çok zor­la­nan olu­yor. Bu an­lam­da mi­li­tan da ra­hat bir du­rum­da ol­mu­yor, çok yo­ğun ve hız­lı bir ye­ni­len­me­yi, baş­ka­la­şı­mı ya­şa­mak zo­run­da ka­lı­yor, do­la­yı­sıy­la üze­rin­de en çok mü­ca­de­le edi­len olu­yor. Ken­di­si mü­ca­de­le­ye ön­cü­lük et­mek için ör­gü­te ka­tı­lı­yor, fa­kat en faz­la mü­ca­de­le­nin ze­mi­ni olu­yor, üze­rin­de mü­ca­de­le edi­len bir ol­gu ko­nu­mun­da olu­yor. Bir de­nek, ma­ket gi­bi iş­lev gö­rü­yor. Üze­rin­de çö­züm üre­til­dik­çe bu, top­lu­mun çö­züm­len­me­si olu­yor. III. Kon­gre­’de Ön­der­lik, “Bu­ra­da çö­züm­le­nen an de­ğil ta­rih, ki­şi de­ğil sı­nıf ve top­lum­dur” de­miş­ti. Ör­gü­tün an­lık mü­ca­de­le­sin­de bir bü­tün ola­rak ta­ri­hin çö­züm­len­me­si­ni ya­rat­ma, mi­li­tan­da ise bü­tün top­lu­mu çö­zü­me uğ­rat­ma ol­gu­su var. Bu­nun için Apo­cu ha­re­ket, top­lu­mun bü­tün ke­sim­le­ri­ni içi­ne ala­bil­di.

 

Bu­ra­dan yo­la çı­ka­rak bir­çok in­san PKK ya­pı­sı­nı çok ka­rı­şık gör­dü, hat­ta çok faz­la so­run­la­rı yük­le­nen bir ya­pı ola­rak de­ğer­len­dir­di. Or­ta­lık­ta kal­mış, ay­lak ta­kı­mı­nın ha­re­ke­ti ola­rak de­ğer­len­di­ren­ler de az de­ğil­di. O du­ru­ma ba­ka­rak, “bun­dan bir şey çık­maz, ken­di yü­kü al­tın­da eri­yip gi­der” di­ye he­sap ya­pan­lar da çok ol­du. Ama bü­tün he­sap­lar Ön­der­lik çiz­gi­si­nin sos­ya­lizm an­la­yı­şı­nın in­sa­nı ele alış ve çö­züm­le­yiş gü­cü kar­şı­sın­da bo­şa çık­tı. Ken­di için­de da­ğı­la­cak bir ör­güt ol­ma­sı bek­le­nir­ken, ge­ri­ci­li­ği da­ğı­tan bir ör­güt ol­du.

 

Apo­cu ha­re­ket bir emek ha­re­ke­ti­dir, ama ha­mal­ca ve­ya laf­ta bir emek ha­re­ke­ti de­ğil­dir. Ger­çek­ten üre­ten, ya­ra­tan, in­sa­na ve top­lu­ma hiz­met eden bir eme­ğin sa­hi­bi­dir. Bu ba­kım­dan Apo­cu sos­ya­lizm bir emek ha­re­ke­ti, ça­lış­ma, ça­ba ve üre­tim ha­re­ke­ti­dir. Do­la­yı­sıy­la bir hiz­met ha­re­ke­ti­dir; Apo­cu­luk sos­ya­liz­mi ve sos­ya­list­li­ği top­lu­ma ve in­sa­na hiz­met ola­rak gö­rür. Ön­der­lik bun­dan zevk al­dı­ğı­nı, Kürt in­sa­nı de­ği­şip ge­liş­tik­çe, Kürt top­lu­mu in­san­lık­la bü­tün­leş­tik­çe ve in­san­lı­ğa hiz­met ede­cek adım­lar at­tık­ça müt­hiş haz al­dı­ğı­nı bir­çok kez di­le ge­tir­di. Ken­di­si­ni tü­müy­le bir hiz­met gü­cü ola­rak ta­nım­la­dı ve mi­li­tan­lı­ğı öy­le ele al­dı. Ön­der­lik, hiz­met eden mi­li­tan­la­rın eşit ya­pı­sı içe­ri­sin­de, hiz­met­te bi­rin­ci ol­du­ğu­nu di­le ge­tir­di. Apo­cu fel­se­fe­nin ya­şa­ma yak­la­şı­mı, son­suz hiz­met yak­la­şı­mı­dır; hiç­bir çı­kar gö­zet­mi­yor, hiç­bir en­gel ta­nı­mı­yor ve top­lu­ma hiz­met için bü­tün im­kan­la­rı kul­lan­ma­yı esas alı­yor.

 

Ön­der­lik bu­ra­dan yo­la çı­ka­rak mül­ki­yet ko­nu­sun­da önem­li bir çö­züm ya­rat­tı. “Ben bir şe­yi ka­zan­ma­yı de­ğer­li bu­lu­rum, ka­zan­mak için ça­lış­ma­yı” de­di ve umu­dun za­fer­den da­ha de­ğer­li ol­du­ğu­nu di­le ge­tir­di. Eğer za­fer bir so­nuç ola­cak, bir ka­lı­ba, ya­ni son nok­ta­ya gö­tü­re­cek­se, onu de­ğer­li bul­ma­dı­ğı­nı or­ta­ya koy­du. Her za­man ye­ni so­nuç­lar ya­rat­mak için umut­lu ol­ma­yı ve o umut çer­çe­ve­sin­de ça­lı­şa­rak üre­tim yap­ma­yı de­ğer­li bul­du. “So­nu­ca var­dı­rı­lan, el­de edi­len bir şe­yin be­nim için an­la­mı bi­ter, de­ğer­den dü­şer, onu bı­ra­kı­rım” de­di. Ya­ni mülk edin­me­di, mül­ki­yet sa­hi­bi ol­ma­yı red­det­ti. Sos­ya­liz­min özü bu­ra­da ya­tı­yor. Özel mül­ki­yet, hiç­bir şey üret­me­den baş­ka­la­rı­nın üret­ti­ği­ni çal­may­la ge­liş­ti ve sı­nıf­lı top­lum bu­nun­la oluş­tu. Ça­lı­şıp bir şey­ler üre­ten ve üret­ti­ği­ne sa­hip ola­rak ya­şa­mak is­te­yen­le­ri sos­ya­liz­min mi­li­tan­la­rı de­ğil, ya­şa­yan­la­rı ola­rak de­ğer­len­dir­mek da­ha doğ­ru­dur. O tarz sos­ya­liz­me bağ­lan­mak ve sos­ya­liz­mi öy­le an­la­mak­la Apo­cu ha­re­ke­tin sos­ya­lizm ta­nı­mı­nın an­la­şıl­ma­sı, onun mi­li­tan­lı­ğı­na gi­ril­me­si müm­kün de­ğil­dir.

 

Ba­zı­la­rı bu­nu ah­mak­lık ola­rak de­ğer­len­di­ri­yor. Ör­ne­ğin son za­man­lar­da içi­miz­de ba­zı­la­rı “bi­zi kul­lan­mak is­ti­yor, ça­lış­tı­rı­yor­lar. İm­kan ve yet­ki ver­mi­yor­lar. Ken­di­mi­zi kul­lan­dırt­ma­ya­ca­ğız” di­yor­lar. Bu­nu ha­re­ke­ti­miz içe­ri­sin­de en faz­la Fat­ma söy­lü­yordu, Ön­der­li­ğe “ken­di­mi kul­lan­dırt­ma­ya­ca­ğım” di­yor­du. Ön­der­lik, “ben ken­dim de öy­le ya­pı­yo­rum. Be­nim için bir ya­şam fel­se­fe­si, var­lık ge­rek­çesi; ça­lış­mak, üret­mek ve hiz­met et­mek­tir” di­yor ve her­ke­si bu­nu ger­çek­leş­ti­re­cek yol­da rol sa­hi­bi kı­lı­yor­du. Ya­ni “ben ken­di­me bu ro­lü biç­tim: Ör­güt­çü ola­rak, ör­güt­len­mek id­di­a­sıy­la or­ta­ya çık­tım. Ken­dim de da­hil her­ke­si, be­lir­le­di­ği­miz amaç doğ­rul­tu­sun­da rol sa­hi­bi kıl­mak, ça­lış­tı­rıp hiz­met et­tir­mek için her tür­lü şe­yi ya­pa­rım. Bu be­nim as­li gö­re­vim­dir” di­yor­du. Bi­ri hır­sız­la­mak, ege­men ol­mak, sağ­dan sol­dan top­la­ya­rak mülk sa­hi­bi ol­mak an­la­yı­şı iken, di­ğe­ri hiz­met an­la­yı­şı; ça­lış­ma, ça­lış­may­la üret­me ve üret­ti­ği­ni top­lu­mun hiz­me­ti­ne sun­ma an­la­yı­şı­dır. Sos­ya­lizm bu­dur, do­la­yı­sıy­la sos­ya­list mi­li­tan­lık bu­dur. Bu, sı­ra­dan bir yak­la­şım de­ğil, fe­da­kar­lık ve ce­sa­re­tin en ile­ri dü­ze­ye çı­kar­tıl­ma­sı­dır.

 

Sos­ya­liz­min in­san ve top­lu­ma yak­la­şı­mı en çok de­ğer­len­di­ri­len hu­sus­lar­dır. Sos­ya­list an­la­yı­şın mer­ke­zin­de in­san ve top­lum var­dır. Sa­vun­ma­lar­da Ön­der­lik bu­nu çö­züm­le­di, bi­rey ola­rak ge­liş­mek ve top­lu­ma hiz­met eden öz­gür bi­rey ha­li­ne gel­mek­le top­lum­sal öz­gür­lü­ğün ge­liş­me­si ara­sın­da­ki ba­ğı iyi or­ta­ya koy­du ve bun­la­rı ge­liş­tir­me­nin doğ­ru sos­ya­list an­la­yış ol­du­ğu­nu gös­ter­di. İn­sa­nı ye­ni­den ya­rat­mak, her in­san­da bü­yük ge­liş­me­ler ya­ra­tı­la­bi­le­ce­ği­ni esas ala­rak bu­na inan­mak ve böy­le­ce in­sa­nı yü­celt­mek, ge­liş­tir­mek için son­suz ça­ba içe­ri­sin­de ol­mak, Ön­der­li­ğin sos­ya­lizm an­la­yı­şı­nın önem­li bir par­ça­sı­dır. İn­sa­nı sev­me­yen, ge­liş­tir­me­yen, in­sa­na de­ğer biç­me­yen sos­ya­list ola­maz. Bu du­rum, top­lum açı­sın­dan da ge­çer­li­dir. Sa­de­ce in­san ve top­lum mu? Bü­tün can­lı­lar açı­sın­dan öy­le­dir. Ön­der­lik “ka­rın­ca ez­mez bir ki­şi­yim” de­di. Ön­der­lik bü­tün can­lı­la­ra bü­yük de­ğer biç­ti ve on­la­rı ko­ru­du. Do­ğa ve hay­van sev­gi­si ile­ri dü­zey­de va­ro­lan bir hu­sus­tu. Za­ten De­mok­ra­tik Uy­gar­lık Ma­ni­fes­to­su bü­tün bun­la­rı çok da­ha iyi in­ce­le­di ve bi­rer il­ke ha­li­ne ge­tir­di. Böy­le­ce sos­ya­lizm­de ye­şil ha­re­ke­tin bü­tün kol­la­rı­nı içi­mi­ze al­dık, hat­ta onu aşı­yo­ruz. On­lar bu ha­re­ke­tin ge­li­şi­mi­ni bir tep­ki ola­rak ele alır­ken biz, ya­şa­mın bir par­ça­sı ola­rak ele al­dık.

 

Başkan Apo, sos­ya­lizmi ka­dın öz­gür­lük ide­o­lo­ji­siy­le de­rin­leş­tir­di

 

Üze­rin­de du­rul­ma­sı ge­re­ken bir di­ğer hu­sus da Apo­cu sos­ya­liz­min öz­gür­lük ve eşit­lik kav­ram­la­rı­na yak­la­şı­mı­dır. Apo­cu sos­ya­liz­min çö­züm nok­ta­la­rı­nı iyi ya­ka­la­ma, çe­liş­ki­le­ri iyi ta­nım­la­yıp doğ­ru yön­tem­ler­le çöz­me ve böy­le­lik­le top­lu­mun öz­gür ve eşit kı­lın­ma­sı­nı te­mel çe­liş­ki­le­re gi­de­rek ger­çek­leş­tir­me yö­nün­de bir ara­yış var. Baş­ka sos­ya­list yak­la­şım­lar bun­dan çok kaç­tı­lar, özel­lik­le pra­ti­ğe geç­tik­çe bu­nu yap­tı­lar. Le­nin Rus­ya’da ai­le, ka­dın-er­kek iliş­ki, sev­gi ve aşk çö­züm­le­me­sin­de öz­gür­lük ve eşit­li­ği ya­ka­la­mak ko­nu­sun­da kü­çük bur­ju­va eşit­lik­çi­li­ği­ni, ya­ni çı­kar arz eden iliş­ki­len­me tar­zı­nı öz­gür­lük ola­rak ka­bul eden yak­la­şı­mı eleş­ti­ren ve bu nok­ta­da son­suz bir de­rin­li­ğe doğ­ru git­me­yi esas alan dü­şün­sel bir yak­la­şı­mı kıs­men gös­ter­di. Rus ay­dın­la­rı ara­sın­da yü­rü­tü­len tar­tış­ma­lar­da ter­ci­hi­ni ve yak­la­şım ola­rak esas al­dı­ğı doğ­rul­tu­yu iyi or­ta­ya koy­du. Kü­çük bur­ju­va sos­ya­liz­mi­ni, onun hız­la bir ka­lı­ba gi­re­rek ken­di­ni ya­şat­mak is­te­yen öl­çü­le­ri­ni red­det­ti ve bun­la­rın mad­di­ya­ta, kar­şı­lık­lı çı­kar el­de et­me­ye da­yan­dı­ğı­nı gör­dü, eleş­tir­di ve mah­kum et­ti. Fa­kat Ekim Dev­ri­mi ar­dın­dan sos­ya­liz­mi uy­gu­la­ma dü­ze­yi ge­liş­tik­çe pra­ti­ğe ha­kim olan, bü­yük öl­çü­de kü­çük bur­ju­va öl­çü­ler ol­du. Re­el sos­ya­lizm pra­ti­ği, öz­gür­lük ko­nu­sun­da top­lu­mu gö­ze­nek­le­rin­den de­ğiş­tir­me­yi gö­ze ala­ma­dı, bun­dan sap­tı.

 

Apo­cu sos­ya­lizm, bu­nun ter­si­ni ele alı­yor. Bi­zim ha­re­ke­ti­miz ger­çe­ğin­de pra­ti­ğe atıl­dık­ça ve pra­tik ge­liş­me sağ­la­dık­ça top­lu­mun de­rin­lik­le­rin­de olan bas­kı, sö­mü­rü, eşit­siz­lik ve ada­let­siz­lik ol­gu­la­rı­nı açı­ğa çı­kar­ta­rak çö­züm­le­me du­ru­mu or­ta­ya çık­tı. Apo­cu sos­ya­lizm sı­nıf çe­liş­ki­si­ni ve ulus çe­liş­ki­si­ni da­ha kap­sam­lı ele ala­rak bun­lar­la bir­lik­te cins çe­liş­ki­si­ni, onun sı­nıf ve ulus çe­liş­ki­siy­le ba­ğı­nı, on­la­rı bes­le­yen ve ya­şa­tan te­mel öğe ol­ma du­ru­mu­nu da­ha açık ve de­rin­lik­li ola­rak gör­dü, bu­nun üze­rin­de de­rin­leş­ti ve bu­ra­dan eşit­lik ve öz­gür­lü­ğü ge­liş­tir­me­ye ça­lış­tı. Do­la­yı­sıy­la bu du­rum her­ke­sin kaç­tı­ğı, hiç kim­se­nin el at­ma­dı­ğı bir ol­gu­ya da­ha gö­tür­dü. Bi­raz dü­şü­nen, an­la­yan çev­re­ler Kürt so­ru­nu­na el at­mak­tan ka­çı­nı­yor­du. Bu­nun üze­ri­ne Ön­der­lik “bi­zim üze­ri­mi­ze kal­dı, çün­kü her­kes ka­çın­dı” de­di. Dün­ya­nın bel­li baş­lı sos­ya­list­le­ri, ne­re­dey­se bü­tün ön­der­le­ri ka­dın so­ru­nun­dan, ka­dın öz­gür­lü­ğü ol­gu­sun­dan ka­çın­dı­lar. Do­la­yı­sıy­la o da Ön­der­li­ğin üze­ri­ne kal­dı. Ön­der­lik ka­çın­mak, yü­zey­sel ele al­mak ve­ya ida­re ede­rek ge­çiş­tir­mek ye­ri­ne, ol­gu­nun üze­ri­ne git­me ve onu ta­nı­ya­rak çö­züm­le­me yak­la­şı­mı­nı esas al­dı. Do­la­yı­sıy­la bü­tün so­run­la­rı omuz­la­dı. Dün­ya ge­ri­ci­li­ği­nin Ön­der­li­ği bu ka­dar teh­li­ke­li bul­ma­sı­nın ne­de­ni bu­dur.

 

Apo­cu sos­ya­lizm, sos­ya­liz­min öz­gür­lük ve eşit­lik ütop­ya­sı­nın sa­de­ce ulus­la­rın öz­gür­lü­ğü ve eşit­li­ği ve­ya sı­nıf öz­gür­lü­ğü ve eşit­li­ği ol­ma­dı­ğı­nı, on­la­rın te­me­lin­de cins öz­gür­lü­ğü ve eşit­li­ği­nin yat­tı­ğı­nı, bu te­mel­de ka­dın öz­gür­lük çiz­gi­si­nin top­lum­sal öz­gür­lük ve eşit­lik çiz­gi­si­nin esa­sı ol­du­ğu­nu be­lir­le­di. Böy­le­ce sos­ya­lizm ide­o­lo­ji­si­ni ka­dın öz­gür­lük ide­o­lo­ji­siy­le de­rin­leş­tir­di. Öl­çü­le­ri en fe­o­dal, ge­ri ve ege­men­lik­çi bir top­lum­da bu­nu yap­tı­ğı için de dik­kat­li ve yön­tem­li dav­ran­dı. Mü­ca­de­le tar­zı bi­raz da bu­ra­dan kay­nak­lan­dı. Zor­luk­lar, teh­li­ke­ler ve teh­dit­ler var di­ye kaç­ma­dı ve­ya vaz­geç­me­di, ama üs­tün­kö­rü de yak­laş­ma­dı. “Doğ­ru bu­dur” di­ye çok dog­ma­tik ve­ya ka­lıp­çı yak­laş­ma­dı. Öy­le yak­laş­say­dı ha­ta yap­mış olur­du, do­la­yı­sıy­la kay­be­der­di. Bun­la­rı yap­mak ye­ri­ne adım adım ge­liş­me çiz­gi­si iz­le­di, ge­ri­ci­li­ği eleş­tir­me­yi esas al­dı. Bu ko­nu­da te­mel ve­ri ola­rak ör­gü­tü ge­liş­tir­me­yi ön­gör­dü. Bü­tün bun­lar bir pra­tik­leş­me ala­nı bul­du. Top­lum bun­dan ol­duk­ça et­ki­le­ni­yor, bu sis­tem top­lum­sal de­ği­şi­me iyi yön ve­ri­yor.

 

Öte yan­dan ge­ri­ci­lik ken­di­si için va­ro­lan teh­li­ke­yi iyi gö­rü­yor, bu ne­den­le Ön­der­lik ger­çe­ği­ni ken­di­si için çok sin­si bu­lu­yor. Özal “eli­ni ver­sen ko­lu­nu kap­tı­rır­sın” di­yor­du. Bu ne­den­le hiç kim­se eli­ni ver­me­di ve ulus­la­ra­ra­sı komp­lo te­me­lin­de ha­re­ke­ti­mi­ze kar­şı bir­leş­ti­ler. Apo­cu sos­ya­lizm­de ide­o­lo­jik de­rin­lik ve onun içe­ri­sin­de Ka­dın öz­gür­lük ha­re­ke­ti­nin ye­ri ba­şat­tır. Sos­ya­list çiz­gi­nin ka­dın öz­gür­lük çiz­gi­siy­le bü­tün­leş­ti­ri­le­rek, bu çiz­gi­de de­rin­leş­ti­ril­me du­ru­mu söz ko­nu­su­dur. Bu yak­la­şım, Marks’ta ge­liş­me­di. Le­nin “Na­sıl Yap­ma­lı”da ba­zı şey­ler ge­liş­tir­me­yi ön­gör­dü, o dü­şün­ce­yi bi­raz be­nim­se­di, ide­o­lo­jik ola­rak öy­le ol­ma­sı­nı da is­te­di, ama ge­liş­tir­me­di, pra­tik­leş­tir­me­ye ise hiç gir­me­di. Do­la­yı­sıy­la sap­ma ko­lay ge­liş­ti. Çok faz­la le­ni­nist te­o­ri ol­ma­sı­na rağ­men Sov­yet pra­ti­ği­nin fark­lı ol­ma­sı bun­dan kay­nak­lı­dır. Bü­tün bun­la­rı dü­şün­ce ve pra­tik­te bir­bi­ri­ne bağ­lı, tu­tar­lı, de­rin­lik­li ve kap­sam­lı ola­rak ge­liş­ti­ren, sos­ya­liz­min öz­gür­lük ve eşit­lik ütop­ya­sı­nı doğ­ru an­la­ma­ya, top­lu­mu doğ­ru çö­züm­le­yip ge­liş­tir­me­ye gö­tü­ren, Apo­cu ger­çek­lik ol­du.

 

Apo­cu sos­ya­liz­min, sos­ya­list ya­şa­mı ku­ra­ca­ğı alan ör­güt ala­nı­dır. Onun dı­şın­da­ki söy­lem bir id­di­a­dır. Çok de­ği­şik özel­lik­le­ri ön­gö­re­bi­lir, ama faz­la de­ğe­ri yok­tur. Bir dü­şün­ce­nin id­di­a­sı ve söy­le­mi ne olur­sa ol­sun de­ğe­ri ger­çek­leş­me dü­ze­yiy­le, do­la­yı­sıy­la mi­li­tan ve ör­güt­te ya­rat­tı­ğı et­ki ve on­lar­da ya­şam­sal­laş­ma dü­ze­yiy­le öl­çü­lür. Dü­şün­ce ola­rak or­ta­ya koy­du­ğu­muz, söy­lem ola­rak for­mü­le et­ti­ği­miz ol­gu­lar, Ön­der­lik ger­çe­ği­nin çö­züm­len­me­si­ni, ya­ni sos­ya­liz­min Ön­der­lik ger­çe­ğin­de ya­şam­sal­laş­ma­sı­nı ifa­de edi­yor. Bu da bir ger­çek­leş­me­dir. Bu ba­kım­dan eğer bir özel­lik ör­güt­te ya­şam­sal­laş­ma­mış­sa, o özel­li­ğin Apo­cu sos­ya­liz­min özel­lik­le­rin­den bi­ri ol­ma­dı­ğı şek­lin­de de­ğer­len­di­ri­le­mez. Ön­der­lik­te ya­şam­sal­laş­ma­sı, bir ger­çek­leş­me­dir. Ör­güt­te bir­çok özel­lik az, ye­ter­siz ve­ya çar­pık ya­şam­sal­la­şı­yor. Do­la­yı­sıy­la Apo­cu sos­ya­liz­min özel­lik­le­ri­ni ve öl­çü­le­ri­ni Ön­der­lik ya­şa­mın­dan, mü­ca­de­le pra­ti­ğin­den ve tar­zın­dan çı­kart­mak esas­tır. Bu an­lam­da be­lir­ti­len öl­çü­ler ve ya­pı­lan tah­lil­ler so­yut de­ğil­dir, Ön­der­lik­te ya­şam­sal­la­şa­nın ifa­de edil­me­si­dir.

 

Ay­rın­tı­ya inil­di­ğin­de, bu­nun çok da­ha de­ği­şik yön­le­rin­den söz et­mek müm­kün­dür. Çün­kü çok kap­sam­lı, bü­tün­lük­lü ve de­rin­lik­li bir ya­şam; çok du­yar­lı, dik­kat­li, öl­çü­lü, bi­linç­li, umut­lu ve he­ye­can­lı bir ya­şam var. Bu ba­kım­dan Apo­cu sos­ya­lizm, ön­ce­lik­le bir ger­çek­lik­tir, ya­şa­ma dö­nüş­müş, ka­nıt­lan­mış bir ol­gu­dur. Bu ne­den­le so­yut ve­ya yü­zey­sel ele alı­na­maz, çar­pı­tı­la­maz ve­ya te­red­düt­lü yak­la­şı­la­maz. “Bu ya­pıl­maz, ol­maz. Kim olur di­yor­sa gel­sin, yap­sın” de­ne­mez. Bir de “Ön­der­lik öl­çü­le­ri­ni, do­la­yı­sıy­la sos­ya­list ide­o­lo­ji­yi an­cak Ön­der­lik ya­şar, biz ya­şa­ya­ma­yız” yak­la­şı­mı ol­duk­ça ha­kim bir yak­la­şım­dır. Bu, şu an­la­ma ge­lir; “Ön­der­li­ğin ken­di­si söy­ler ve ya­şar, ama Ön­der­li­ğin öl­çü­le­ri ve özel­lik­le­ri, ya­ni çiz­gi­si, is­tem­le­ri ya­şa­ma ak­ta­rıl­maz, pra­tik­leş­ti­ril­mez, top­lum bu­nu ya­şa­ya­maz. O za­man Ön­der­lik bir ha­yal­dir, ger­çek ol­maz.” Bu­nun teh­li­ke­li bir yak­la­şım ol­du­ğu açık­tır. Bu yak­la­şım­dan do­la­yı geç­miş­te Ön­der­lik öl­çü­le­ri­ni çok dik­ka­te al­ma­ma, hat­ta gör­se bi­le “ben ya­pa­mam” di­ye­rek baş­tan ken­di­ni o öl­çü­ler­le ve özel­lik­ler­le ya­şam içi­ne çek­me­me yak­la­şı­mı biz­de çok ha­kim ol­du. Bu ya­nıl­gı­dan kur­tul­mak ve ona as­la düş­me­mek ge­re­ki­yor. Bu ba­kım­dan Ön­der­li­ğe, ide­o­lo­jik çiz­gi­ye yak­la­şı­mın doğ­ru ol­ma­sı ge­rek­li­dir.

 

Sos­ya­lizm, ya­şa­mın ken­di­si­dir

 

Ön­der­lik­te so­mut­la­şan bu ide­o­lo­jik çer­çe­ve, ya­ni öl­çü­ler ve öze­lik­ler ör­güt­te ne ka­dar ya­şam­sal­laş­mış du­rum­da? Top­lu­ma ne ka­dar yan­sı­yor, top­lu­mu na­sıl ve ne dü­zey­de et­ki­li­yor? Ör­güt, Ön­der­lik çiz­gi­si­nin ya­şam­sal­laş­ma ve ya­şam­sal­laş­tı­rıl­ma ala­nı­dır. Her çiz­gi ken­di öl­çü­le­ri­ne gö­re kad­ro ve ör­güt ya­ra­tır. Mev­cut ör­gü­tü­müz ve mi­li­tan ger­çek­li­ği­miz, ör­güt­sel şe­kil­len­me­miz, ya­şam özel­lik­le­ri­miz Ön­der­lik çiz­gi­si­ne, Apo­cu sos­ya­list ide­o­lo­ji­ye gö­re şe­kil­le­ni­yor ve ona gö­re mi­li­tan is­ti­yor, onu ya­şam­sal­laş­tı­ran ve tem­sil eden alan olu­yor. Bu ba­kım­dan üze­rin­de mü­ca­de­le edi­len in­san ve top­lum ger­çe­ği­nin ay­na­sı olu­yor. Dü­zen, ya­ni ge­ri­ci­lik ile Ön­der­lik ger­çe­ği böy­le bir mü­ca­de­le yü­rü­tü­yor. İki­si ara­sın­da­ki mü­ca­de­le ken­di­si­ni ör­güt­te ve mi­li­tan­da so­mut­laş­tı­rı­yor. Bu an­lam­da önem­li bir dü­zey var; ide­o­lo­jik çiz­gi­nin, sos­ya­liz­min güç­lü mi­li­tan­laş­ma ve ör­güt­leş­me­yi ya­rat­ma du­ru­mu var. “Sa­de­ce Ön­der­lik­te so­mut­laş­mış, onun dı­şı­na taş­mı­yor, ya­şam­sal­laş­mı­yor” de­mek, ger­çe­ği ke­sin­lik­le ifa­de et­mez. Dün­ya­da ya­şa­nan ör­nek­ler­den çok fark­lı bir bi­çim­de sos­ya­list öl­çü­le­ri­ni ve ide­o­lo­jik özel­lik­le­ri­ni ya­şam­sal­laş­tır­mak için müt­hiş ça­ba har­ca­yan, bu yön­lü mü­ca­de­le yü­rü­ten bir ör­güt ve mi­li­tan ya­pı­mız var. Söz­le de­ğil, söy­le­di­ği ka­dar yap­ma­yı esas alan, bu te­mel­de ya­pan ve yap­tır­tan bir ör­güt ya­pı­mız var. Ön­der­lik ger­çe­ği böy­le, do­la­yı­sıy­la ör­güt de bu te­mel­de şe­kil­le­ni­yor ve böy­le ge­li­şi­yor.

 

Ör­güt ya­pı­mız sos­ya­lizm­de önem­li bir dü­ze­yi ya­şı­yor. Ulus­la­ra­ra­sı ge­ri­ci­lik, komp­lo­cu sal­dı­rı sü­re­cin­de bu­nu doğ­ru de­ğer­len­dir­me­di ve kü­çüm­se­di, ama komp­lo­nun he­sap­la­rı bo­şa çı­kar­tıl­dı. Bu da bir ka­nıt­lan­ma du­ru­mu­dur. As­lın­da ör­gü­tü­müz, ör­güt ya­pı­sı ve mi­li­tan ya­pı­sıy­la bir sı­nav­dan geç­ti ve ulus­la­ra­ra­sı komp­lo kar­şı­sın­da ulaş­tı­ğı dü­ze­yiy­le ken­di­si­ni ka­nıt­la­dı. Ör­gü­tü bu dü­ze­ye ge­ti­ren, ulus­la­ra­ra­sı komp­lo­nun he­sap­la­rı­nı bo­şa çı­kar­ta­cak gü­ce ka­vuş­tu­ran, ha­re­ke­tin ide­o­lo­jik özü ve sos­ya­list ide­o­lo­ji­nin ger­çek­leş­me dü­ze­yi­dir, yi­ne ide­o­lo­jik çiz­gi­si­ne uy­gun ola­rak ve onu esas al­ma te­me­lin­de­ki ör­güt­len­me­si, pra­tik­leş­me­si ve ya­şam öl­çü­le­ri­ni ona gö­re oluş­tur­ma­sı­dır. Böy­le ol­ma­say­dı taş üs­tün­de taş kal­maz­dı. On­la­rın dik­ka­te al­mak is­te­me­dik­le­ri hu­sus, ide­o­lo­jik çiz­gi­nin mi­li­tan ve ör­güt­te sağ­la­dı­ğı ge­liş­mey­di. Bu­nun komp­lo­yu bo­şa çı­kar­ta­cak bir güç ve sağ­lam­lık­ta ol­du­ğu, öy­le bir dü­zey ka­zan­dı­ğı, ha­re­ke­tin ya­şa­dı­ğı de­ği­şim ve ye­ni­den ya­pı­lan­ma ile komp­lo kar­şı­sın­da onun­la mü­ca­de­le eden bir güç ka­zan­ma­sıy­la ka­nıt­lan­dı. Bu bir ka­nıt­lan­ma­dır. Ge­ri­ci­lik, di­ğer sü­reç­le­ri Ön­der­lik zor­la­ma­sı ola­rak al­gı­la­dı, öy­le gör­mek is­te­di ve gös­ter­di. Onun için ula­şı­lan dü­ze­yin bir ör­güt­sel ge­liş­me ol­du­ğu­na inan­ma­dı. Fa­kat ulus­la­ra­ra­sı komp­lo kar­şı­sın­da ör­güt ve mi­li­tan ken­di ayak­la­rı üze­rin­de ka­lıp kal­ma­ya­ca­ğı nok­ta­sın­da en so­mut de­ne­me­yi ya­şa­dı. Ar­tık o tür dü­şün­ce­ler ile­ri sü­rü­le­mez. As­lın­da baş­tan be­ri mü­ca­de­le içe­ri­sin­de Ön­der­lik çiz­gi­si­nin pra­tik­leş­me dü­ze­yi, ken­di özel­lik­le­ri­ne uy­gun mi­li­tan ve ör­güt ya­rat­ma ger­çe­ği var­dır. Bu ger­çek­lik ha­re­ke­tin hal­kı et­ki­le­me dü­ze­yiy­le, zin­dan­da, yurt­dı­şın­da, ge­ril­la­da, ka­dın ha­re­ke­tin­de, ser­hil­dan­da, pro­pa­gan­da ve aji­tas­yon­da ka­nıt­lan­dı. Ha­re­ket bü­tün ge­ri­ci sal­dı­rı­la­ra rağ­men on­lar­la mü­ca­de­le ede­rek ayak­ta kal­ma­yı ve ge­liş­me sağ­la­ma­yı bil­di. Bu­nu yü­rü­ten mi­li­tan­lar or­ta­ya çı­kar­dı, mi­li­tan öl­çü­yü en ile­ri dü­zey­de­ki fe­da­kar­lık ve ce­sa­ret öl­çü­sü dü­ze­yi­ne var­dır­dı ve fe­da­i­li­ği or­ta­ya çı­kar­dı. Bu­nun ka­nı­tı ola­rak on bin­den faz­la şe­hit, ge­ri­ci­li­ğin sal­dı­rı­la­rı kar­şı­sın­da ayak­ta ka­lan bir ör­güt ya­pı­sı var.

 

Bü­tün bu güç, ide­o­lo­ji­den ge­li­yor. Ör­güt­sel ya­şam, mi­li­tan ya­şam ide­o­lo­ji­nin ken­di­si de­mek­tir. Bu gü­cü ve­ren sos­ya­list ide­o­lo­ji­nin ken­di­si­dir. İde­o­lo­ji­nin mi­li­tan­da ve ör­güt­te pra­tik­leş­me­siy­le bu güç or­ta­ya çı­kı­yor. Do­la­yı­sıy­la Ön­der­lik çiz­gi­si­nin çok güç­lü bir pra­tik­leş­me dü­ze­yi, or­ta­ya çı­kar­dı­ğı müt­hiş bir iler­le­me dü­zeyi var. Sos­ya­liz­min ya­şam­sal­laş­ma­sı­nı ifa­de eden çok ile­ri ya­şam öl­çü­le­ri var. Bun­lar, dün­ya­da ör­ne­ği bu­lun­ma­yan öl­çü­ler­dir. Bi­zim gi­bi oluş­muş baş­ka bir ör­güt yok­tur. İç ya­şa­mı­nı bu bi­çim­de dü­zen­le­yen, bi­rey­sel ya­şam özel­lik­le­ri­ni bü­yük öl­çü­de dur­du­ran, onun ye­ri­ne top­lu­mu ya­şa­yan, fe­da­kar­lı­ğı ve ce­sa­re­ti bu dü­ze­ye var­dı­ran baş­ka bir ör­güt yok­tur. Bu, çok ile­ri bir du­rum­dur. Bü­yük kuv­vet bu­ra­da or­ta­ya çı­kı­yor. Ta­rih­te ba­zı ki­şi­ler böy­le ya­şa­mış­lar, ör­ne­ğin pey­gam­ber­ler, gü­nü­mü­ze ka­dar in­san­lı­ğı bü­yük öl­çü­de et­ki­le­yen ki­şi­lik­ler ol­muş­tur. PKK’de ise bin­ler­ce pey­gam­ber var, üs­te­lik bun­la­rın pey­gam­ber­sel ya­şa­mı çok bi­linç­li, tut­ku­lu ve en ile­ri dü­zey­de ger­çek­leş­tir­me du­rum­la­rı var.

 

Bu dü­ze­yi gör­me­mek, de­rin­li­ği­ne an­la­ma­mak, kü­çük gör­mek ke­sin­lik­le ka­bul edi­lir bir du­rum de­ğil­dir. An­la­ma­ma­yı ifa­de edi­yor, ki an­la­ma­mak teh­li­ke­li­dir. An­la­ma­ma­nın mut­lu­luk ve­re­ce­ği dü­şün­ce­si, bir çar­pıt­ma­dır. An­la­ma­mak teh­li­ke­li ol­mak, ser­se­ri ma­yın gi­bi or­ta­da bu­lun­mak­ta­dır. Ön­der­lik ıs­rar­la doğ­ru ve ye­ter­li an­la­şıl­ma­sı ge­rek­ti­ğin­den söz ede­rek an­la­şı­la­maz ve­ya doğ­ru an­la­şıl­maz ol­mak­tan en­di­şe et­ti­ği­ni be­lir­ti­yor. De­mek ki, biz ye­ter­siz ve ha­ta­lı yak­la­şa­ma­yız, an­la­maz­lık ede­me­yiz. An­la­ya­rak de­ğer biç­mek, bir de in­kar­cı ol­ma­mak, boz­ma­mak, çar­pıt­ma­mak, za­yıf­la­tıl­ma­sı üze­rin­de ken­di­ni ya­şat­ma­yı is­te­me­mek, hır­sı­zı ol­ma­mak bü­yük önem ta­şı­yor.

 

Bu çer­çe­ve­de on bin­le­ri bu­lan ge­ril­la dü­ze­yi­mi­zin dün­ya­da ken­di­ne sos­ya­list di­yen her­kes­ten çok da­ha ile­ri bir sos­ya­liz­mi ya­şa­ma ve ya­şat­ma ger­çe­ği var. Kür­dis­tan’da­ki ge­ril­la bi­rey ve ör­güt ola­rak dün­ya­da sos­ya­liz­mi en ile­ri dü­zey­de ya­şa­yan bir pra­ti­ği ifa­de edi­yor. Sos­ya­liz­min ne ol­du­ğu, na­sıl ya­şan­dı­ğı ve ya­şa­tıl­dı­ğı, ya­ni sos­ya­liz­min na­sıl mi­li­ta­nı olun­du­ğu, ken­di­si­ni Apo­cu ha­re­ket­te çok iyi gös­te­ri­yor. Kürt in­sa­nı­nın ve top­lu­mu­nun mev­cut du­rum­da bun­dan da­ha kut­sal ve yü­ce bir de­ğe­ri yok­tur. Kuş­ku­suz ta­rih­te böy­le bü­yük­lük­ler çok­tur, in­san­lık bu bü­yük­lük­ler üze­rin­de ya­şa­mış ve bu gü­ne gel­miş­tir. He­men he­men her top­lum böy­le bü­yük­lük­ler ya­rat­mış, her hal­kın ta­ri­hin­de böy­le bü­yük­lük­le­ri or­ta­ya çı­kar­dı­ğı dö­nem­ler ol­muş­tur. Top­lum­lar o dö­nem­le­rin or­ta­ya çı­kar­dı­ğı de­ğer­ler ve bi­ri­kim­ler üze­rin­de va­ro­lu­yor ve ya­şı­yor­lar. Apo­cu ha­re­ke­tin Kür­dis­tan’da or­ta­ya çı­kar­dı­ğı dü­zey de on­la­rın bir par­ça­sı, da­ha ile­ri­ye gö­tü­rül­me­si­dir. Bin­ler­ce mi­li­ta­na ulaş­mış, on yıl­lar sü­ren bir mü­ca­de­le ger­çe­ği­ni or­ta­ya çı­kar­mıştır. Bu an­lam­da dün­ya­da ger­çek­le­şen sos­ya­liz­min en ile­ri dü­ze­yi­yiz; ya­şa­mı dur­du­ran, mülk edin­me­yi or­ta­dan kal­dı­ran, ta­ma­men top­lu­ma hiz­me­ti, üre­ti­mi ve or­tak de­ğer ya­rat­ma­yı esas alan ve onu pay­la­şan bir bi­çi­mi­yiz. Çok­ça di­le ge­ti­ri­len ih­ti­ya­cı ka­dar al­mak, gü­cü ve ye­te­nek­le­ri ka­dar ver­mek il­ke­si, biz­de, güç ve ye­te­nek­le­ri­ni tü­müy­le ver­mek, ih­ti­ya­cı ka­dar bi­le de­ğil, fi­zi­ki ya­şa­mı­nı sür­dü­re­cek ve im­kan­lar el­ver­di­ği öl­çü­de al­mak şek­li­ni alı­yor. Ya­ni ko­mü­niz­min öl­çü­le­ri ola­rak be­lir­le­nen çer­çe­ve­yi bi­le aş­ma du­ru­mu var.

 

Baş­ka­la­rı­nın bol bol sos­ya­list laf et­me­si, on­la­rın ger­çek­ten sos­ya­list ol­duk­la­rı an­la­mı­na gel­mi­yor. Sos­ya­lizm, ya­şa­mın ken­di­si­dir. İn­sa­nın ne söy­le­di­ği­ne de­ğil, na­sıl ya­şa­dı­ğı­na bak­mak la­zım. Biz öl­çü­yü böy­le alı­yo­ruz. Apo­cu­luk sö­ze de­ğil, pra­ti­ğe ba­kan ve ger­çek­leş­me­yi esas alan bir ha­re­ket­tir. Do­la­yı­sıy­la ken­di­si­ni ger­çek­leş­ti­ği ka­da­rıy­la ele alı­yor; ha­yal­ci ve­ya çok üto­pik de­ğil, ken­di­si­ni abart­mı­yor, öv­mü­yor, hat­ta çok faz­la eleş­ti­rel yak­la­şı­yor. Aşı­rı ha­yal­le­re ka­pıl­ma­mak, ken­di­ni abart­ma­mak, do­la­yı­sıy­la ger­çek­ler dün­ya­sın­dan kop­ma­mak için bu­nu ya­pı­yor. Bu da ge­liş­me ya­ra­tı­yor. Do­la­yı­sıy­la sos­ya­list top­lu­mun bir ma­ke­ti ola­rak ör­güt or­ta­mın­da sos­ya­list ya­şam bu bi­çim­de ge­liş­ti­ri­li­yor.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

ONURLU VE ÖZGÜR BİR YAŞAM İÇİN DİRENİŞİ YÜKSELTELİM

Sonraki Yazı

COMANDANTE CHE GUEVARA

Sonraki Yazı
COMANDANTE CHE GUEVARA

COMANDANTE CHE GUEVARA

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!