Reel sosyalizm etkisindeki siyasal güçler de marjinalleşti. Geriye PKK kaldı. Şimdi PKK için öngörülen cezaları PKK karşısında başarısız olan generallere verdiler. Kendi içlerinde bu kadar çatışmalıdırlar, birbirlerini bu kadar düşman görüyorlar. Böyle olan bir güç savaşmaz. Nasıl savaşacak? Savaşmak için inanç gerekli, irade gerekli, istek gerekli, amaç gerekli, amaca bağlılık gerekli. Peki, mevcut durumuyla insanlar niçin savaşacaklar? Eskiden diyorlardı vatan millet Sakarya! Şimdi o da tutmayınca para, para, para diyorlar. İnsanları parayla savaşa ne kadar sürecekler, ne kadar savaştıracaklar belli değil. Onun mutlaka bir sınırı var. Açıkça orduya ya PKK silahıyla ölürsün ya da AKP yargısıyla idamlık olursun, dayatılıyor. Başarısız oldukları, savaşta sonuç alamadıkları için ‘terör örgütünün başı olmakla!’ suçlanıyorlar.
Karşımızda özgürlük mücadelemizi hiçbir alanda engelleyecek bir güç yok. Doğru mücadele edildiği takdirde her alanda başarılı olacak bir özgürlük gücüne sahip bulunmaktayız. Bu demek değil ki düşmanın hiç gücü yok, savaşma imkanı yok, ölmüş gitmiş. Ama stratejik olarak da baktığımızda gerçekten de hükmü bitmiş bir düşman gerçekliğiyle yüz yüzeyiz. Böyle bir pozisyondayken peki niye hala ayaktadır, niye hedeflediğimiz devrim amaçlarına ulaşamıyoruz? İşte burada kendi zayıflıklarımız sürüyor. Düşman güçlü olduğundan ve bizi vurduğundan bu durumda değiliz. Ağacın kurdu içinde olur misali kendi kurdumuz içimizdedir. Kendi kurdumuz içimizde olması ne demek? Parti dışılıklar demek, yaşamda, çalışmada bireycilik, kendine görelik, örgüt olmayı, birleşmeyi ortadan kaldırma, dağıtıcı etkenler oluyor. Kurt bunlardır. Yanlışlıklarla yan yana yaşıyoruz ve bunu kabul edebiliyoruz. Öyle bir hava oluşmuş ki bu yanlışlıklarla da yaşanabilir, bunlarla da başarılı olunabilir. Hatta bu yanlışlıklarla Apocu militan olunabilir sanılıyor. Bu yanılgıdır. Öyle Apocu militanlık olmaz. Öyle etkili, dürüst insan bile olunmaz. O halde bu basit gibi görünen, ama bize çok zarar veren etkenleri yok edeceğiz. Onları yok edecek bir duyarlılığa, bilince, disipline sahip olacağız. Bu düzeyde ideolojik örgütsel mücadele yürütmeyi bileceğiz. Sınıf ve cins mücadelesi yürütmeyi bileceğiz. Çünkü düşmana vurduğumuzdan daha fazla kendi yanlışlıklarımızla kendimize vuruyoruz. Savaşta bunlarla karşılaşıyoruz. Kuşkusuz diğer alanlarda da karşılaşıyoruz. Hala gerilla yüzde elli pratikleşemiyorsa nedeni budur. Gerilla dahil birçok çalışma alanında örgüt versin, halk versin devrim yürüsün isteniyor. Ben yapayım, edeyim, doğrultayım, düzelteyim denmiyor. Demek ki ideolojik, örgütsel çizgi düzeltmesine, tarz ve taktik zenginlik bakımından düzeltmeye askeri alanda da ihtiyaç var.
Eğitim anlama yeridir anlama işidir
İdeolojik mücadele sadece felsefik, yaşamsal hususlarda değil, çalışmanın her alanında sürüyor. Bunsuz bir adım atamayız. İdeolojik mücadele yürütmeden ne asker olabiliriz ne de siyasetçi. Ne başarılı bir siyasi eylem geliştirebiliriz ne de savaş. Kim dese ki ben ideolojik mücadelesiz büyük savaşlar verip zaferler kazanacağım, o bir yalancıdır ya da kendini bilmez, geçeği tanımaz birisidir. Başka hiçbir anlamı yok o tür sözlerin. Bunları doğru anlamamız şart artık. Eğitim anlama yeridir, anlama işidir, olgunlaşma yeridir. Eğitimle ideolojik çizgiyi özümseyeceğiz, kendimize uygulayacağız. Bununla da sınırlı kalmayacak, gittiğimiz yerde örgüte uygulayacağız; yoldaşlara aktaracağız, savaş alanlarına taşıracağız, düşmana karşı mücadelede güç haline getireceğiz. İçimizde saklayıp kendimizle sınırlı tutmayacağız. Kendi içimize kapanmayacağız, bir de pratikleştireceğiz, eyleme dönüştüreceğiz. Bununla örgütü ve eylemi geliştireceğiz. Bu işin başka yolu yok, başka başarma imkanı yok.
Devrimci Halk Savaşı’nı önemli bir aşamaya getirmiş bulunuyoruz. Uluslararası komplonun 14. yıldönümünde büyük bir savaş verildi. Komplonun 15. yılına giriyoruz. 14 yıldır bir günde bizi yok etmek isteyen komploya karşı direniyoruz. Bu direnişin iki boyutu var. Bir taraftan ele alırsan bir günde yok edecekti, ama on dört yıldır yok edemiyor. Bak, nasıl da başarılıyız diyebilirsin. Fakat bunun bir de öteki yüzü vardır. On dört yıl gibi bir süre komploya karşı mücadele edip henüz tam sonuç alamamak da ciddi bir eksikliğe işaret ediyor. Herkes dikkatle değerlendiriyor; bu nasıl bir mücadeledir ki on dört yıldır sürüyor, sonuç yok. İlelebet hep aynı şekilde mücadele olacak değil. Dikkat edelim Önderlik baktı ki böyle mücadele olmaz; “ben durduruyorum bu tarzı,” dedi. Sonuç alıcı mücadele tarzını önümüze koydu. Önderliğin duruşunu böyle anlamak lazım. Doğru tutum bu, doğru duruş budur. Demek ki bu tarzla sürmez. Buradan da baktığımızda böyle bir mücadelede ciddi eksikliklerimiz var. Kuşkusuz düşmanın başarısı önlenmiş, ama bizim de kalıcı bir başarı kazanma, komployu tümden yok etme durumumuz söz konusu değil.
Bu durumu gidermek için strateji değişimini gündeme getirdik. Demokratik siyasi mücadele stratejisinin sonuçsuzluğunu, başarısızlığını değerlendirerek Devrimci Halk Savaşı stratejisiyle mücadele eder konuma kendimizi getirdik. Çünkü demokratik mücadeleye ağırlık veren stratejiyle sonuç alamıyorduk. Bu yönlü tercihimize ve çabalarımıza rağmen başarı elde edemiyorduk. Çünkü koşullar buna el vermiyordu, ortam buna uygun değildi. Sömürgeci soykırımcı güçler siyaset değişikliğine gitmiyordu. Siyasi ortamı etkileyen güçler çözüm için inisiyatif almıyorlardı. Tam tersine Türk-Kürt savaşından, PKK-TC savaşından ekonomik siyasi rant kazanmaya çalışıyorlar. Bunu kendilerine temel siyaset bilmişler. Bu durumda demokratik siyasi mücadelenin yapacağı bir şey kalkmıyordu. Eğer bu oyun bu biçimde sürüp gitsin, ilelebet sonuçsuz bir mücadele yürütelim demiyorsak o halde sonuç alıcı bir mücadele ortaya çıkartacaksın. Böyle bir mücadeleyi benimseyip yürüteceksin. Devrimci Halk Savaşı stratejisi böyle gündeme geldi. Devrimci Halk Savaşı stratejisi demokratik siyasi mücadele stratejisinin sonuç alamadığı, zafer kazanamadığı bir yerde sonuç alıcı, zafer kazanıcı strateji olarak gündeme geldi. Yeni mücadele dönemini ve bunun gerektirdiği stratejiyi buna göre anlayalım.
Dördüncü stratejik dönemle öncesini birbirine karıştırmayalım. Farklılıklarını iyi görelim. Ona göre kendimizi değiştirmeyi, yeni stratejinin gereklerine uygun bir tarz ve taktik geliştirmeyi bilelim. Bu iş başka türlü olmaz. Demokratik mücadele stratejisiyle sonuç alma doğrultusunda 2010 pratiğini yürüttük olmadı, 2011’de 14 Temmuz Demokratik Özerklik ilanıyla birlikte bu konuda önemli bir adım atıldı, fakat yine sonuç alınmadı. Demokratik Özerklik çözüm istemine olumlu yanıt verme yerine Özgürlük mücadelesini şiddetle ezme kararı aldılar.
İşte 2012 Devrimci Halk Savaşı hamlemiz önceki iki yılın derslerini çıkarma temelinde gelişiyor. Demek ki zafere bağlı bir süreç, kesin başarıya endeksli bir süreç bu. Başka türlü bu süreci anlayamayız, değerlendiremeyiz. Ona katılım gösteremeyiz. Geçen yılın olumsuzlukları nedeniyle 2012 hamlesine başlarken de zorlandık. 19 Haziran Oramar-Şitaza eylemleriyle hamleyi başlattık. Daha sonra Şemzinan devrimci hamlesi, Çele devrimci hamlesi olarak gelişme gösterdi. Yaz boyu bu alanlarda yönetimimizin çok önemli çabasıyla direniş içinde olduk. Buna güze girerken Botan’daki Beytüşşebap’taki hamle eklendi. Botan hamlesinin ne kadar önemli olduğunu, savaşın Kuzey’e yayılmasında önemli bir rol oynadığını net gördük. Botan hamlesi doğrudan Kuzey’i etkiledi. Kuzey’de istenilen düzeyde olmasa da düşmana önemli darbeler vuruldu. Sonuç 2012 güzünde tabii Kuzey’in bütün alanlarına devrimci hamle yayılım gösterdi. Amed, Erzurum önemli bir hamle geliştirdi, kısmen Dersim’e yayıldı. Serhat ve Amanos pratikleşir hale geldi. Bütün alanlarda önemli bir düzey tutturdu.
Gerillanın ciddi tarz taktik sorunları var
2012 güzünde savaşın yaygınlaşma ve derinleşme durumu geçen yılın taktik dışılığını önemli ölçüde aşmayı sağlayacak düzeyde. Geçen yılki gibi taktik dışı bir konum yok. Neden yok? Savaş bütün alanlara yayılmış olduğu için mi? Bu kadar çok şiddetli çatışma var, çok asker vuruldu, çok şehit verildi onun için mi? Hayır öyle de değil. Demokratik özerklik amacına bağlı, onu gerçekleştirmeyi hedefleyen planlı, kısmen de önemli sonuçlar ortaya çıkartan bir savaş pratiği var da ondan. Şemzinan, Oramar, Çele, Beytüşşebap ve diğer tüm alanlarda devrimci savaş hamlesi geliştirmek neyi hedefliyor? Bu alanlarda düşmanı etkisizleştirmeyi. Kırda gerilla denetimini, şehirde halk etkinliğini artırmayı, Demokratik Konfederalizmi kurumlaştırma temelinde Demokratik Özerklik Çözümü’nü gerçekleştirmeyi hedefliyor. Yani savaş; sosyal, siyasi, ideolojik hedeflere bağlı gelişiyor. Bunun için taktiğe yaklaşmıştır. Tümüyle başarılı bir biçimde uygulanamasa da bugün yürütülen Devrimci Halk Savaşı’nın askeri boyutu geçen yılın taktik dışılığını aşan, dönemin stratejik hedeflerini, yani Demokratik Özerkliği inşa etme, Demokratik Özerklik Çözümü’nü gerçekleştirme görevini üslenmiştir. Devrimci Halk Savaşı stratejisinin başarısını getirecek, parça parça onu başarıya götürecek eylemsel adımlar atıldığı için taktik çizgiye girmeden söz ediyoruz.
2012 devrimci halk hamlesinin hataları çok, kayıpları da az değil. Bunlar taktik dışılıktan değil de tarz hatasından, uygulamasından kaynaklandı. Bu anlamda gerillanın ciddi tarz, taktik sorunları var, uygulama sorunları var, pratikleşme sorunları var. Kendini büyütme, gücünü eğitme ve örgütleme, düşmanı iyi tanıma, kendisini etkili mevzilendirme, düşmanı çözeceği noktada, onu çözecek yöntemlerle vurma gibi ciddi uygulama sorunları var. Bunları geliştirdiği yerde ilerleme, güçlenme sağlıyor. Bu pratik uygulama hatalarını aşabilmek, yöneldiğimiz taktik süreci başarıyla gerçekleştirmek için mücadeleyi, savaşı geliştirmek, çabayı yoğunlaştırmak gerekli.
Devrimci Halk Savaşı’nın diğer ayaklarındaki durum biraz daha farklı. Aslında propaganda ayağı içinde bulunduğumuz kapsamlı, derin, psikolojik savaşın gereklerini karşılamaktan, onu boşa çıkarmaktan çok uzak. Kuşkusuz orada bir çaba var, ama çok yetersiz. Psikolojik savaşın gereklerini karşılamıyor, kendini eğitmiyor, örgütlemiyor. Doğru yöntemlerle pratikleştirmiyor. Dışarıdan bekliyor adeta. Başkasından istiyor. Ciddi yanlışlıkları var. Bu bakımdan propaganda alanımızın da önemli eksikleri var. Düşman kapatıyor, engelliyor, psikolojik savaşla boşa çıkartıyor. AKP hükümeti bu konuda çok planlı, bilinçli hareket ediyor. Medyayı ele geçirmek için yapmadık bırakmıyor. Niye? Çünkü gerçekliği zayıf. Bunu ancak medya gücüyle ve psikolojik savaşla örtebilir. Bu nedenle psikolojik savaşın etkilerini tam işlesin, en küçük bir açık kapı kalmasın diye medya alanına görülmedik düzeyde yükleniyor. Böyle yapan tabii ki aykırı sese izin vermek istemez. Onun için gazeteleri kapatıyor, dergileri kapatıyor, televizyonları kapattırıyor, sürekli kapattırıyor. Dikkat edin tüm gücünü buraya harcıyor. Düşman bu kadar bilinçli ve planlı yaklaşıyor, çaba harcıyorsa biz en azından düşman kadar bu alan çalışmalarının değerini bilip imkanları doğru değerlendirerek gerekli çalışmayı başarıyla yürütecek çabayı harcamalıyız. Yani başarı kazanmak istiyorsak bu alanda da en az düşman kadar ciddi bir çabanın sahibi olmamız gerekiyor.
Serhildan ayağında ise zayıflık daha fazla. Geçen seneki durumu ciddi biçimde aşamadık. Neden? Hükümet veya karşımızdaki düşman mı çok güçlü? Hayır. Halk mı serhildana kalmak istemiyor? Hayır. KCK operasyonları nedeniyle mi serhildan gelişmiyor? Hayır. Halkı mücadeleye çekecek savaş mı yok? Hayır. Serhildanın gelişmesi için siyasi zemin de var, halk gerçeği de var, savaş da var. Ama buna rağmen serhildan istenilen düzeyde gelişmedi. Dönemin Devrimci Halk Savaşı’nın temel ayağı olabilecek bir serhildan düzeyine ulaşamadık. Bu iş nasıl olacak, nasıl planlanacak, eskisinden farkı ne olacak, yeni nasıl örgütlendirilecek? Ne planlama ne örgütleme konusunda bunları geliştirdik. Ciddi yetersizliklerin nedeni bundandır.
Sadece gerillayla istediğimiz hedeflerin tümüne ulaşamayız
Eğer savaşa geçen yılki gibi yaklaşım gösterseydik gerillanın durumu, serhildanın durumundan farklı olmayacaktı. Ama kıştan beri parti yönetimimizin belirlediği taktik dışılığı aşma temelinde ciddi bir tartışma, yoğunlaşma, arayış, yeniden yapılanma gündeme koyduk. Eleştiri-özeleştiriler bunun için gelişti. Tartışmalar bunun için yoğun yürütüldü. Eğitimler bunun için daha kapsamlı nicel, nitel hale getirildi. Dahası yönetim tartışmalarımız bu işin gereğini sağlayacak şekilde yoğunca yapıldı. Nisan ayında yönetim olarak oturduk şunu önümüze koyduk; geçen yıl bu kadar kan döktük, taktik dışıdır, başarılı olunmadı. Bu yılkinin yeterli olacağını, başarılı olacağının, taktiğin içinde olacağının garantisi ne? Geçen yıl da bu işi yapan güçler bunlardı, bu yıl da böyle. Savaş yönetiminin geçen yılki yetersizliği bu yıl başarıya dönüştüreceğinin kanıtı ne? Bu ortaya çıksın. Lafla bu olmaz. Biz bu sefer iyi yapacağız demek hiç kimseyi inandırmaz. Geçen yıl olumsuzlukları getiren etkenler nelerdi, bu yıl başarı olacaksa o zaman somut değişiklikler neler olacak? Başarıyı getirecek çalışma düzenine nasıl giriyoruz? Bunlar somut olgular. Bunlar üzerinde tartışılarak savaş bu duruma getirildi. Bu tartışmaları yürütmesek, gereken planlama ve örgütsel düzenlemeleri yapmasaydık savaş da şimdi serhildan gibi yetersiz olacaktı. Serhildanda tartışmaları ve düzeltmeleri bu düzeyde yapamadık. Çok şey şekli kaldı. Geçmişin siyasi eylemliliğinden ne kadar kopup kopmadığı da belli değil. Geçmişi aşan bir tarzı ve planlamayı geliştirmedikleri için serhildan geçen yılki seviyeyi aşamadı.
Diğer alanlar zayıf kalınca sadece gerillayla istediğimiz hedeflerin tümüne ulaşamayız. Şimdi tüm alanların etkili olmasını, birbirini tamamlayarak hedefe doğru ilerlemesi için çaba gösteriyoruz. Gerillada yaşanan pratik hataları düzeltmeye çalışıyoruz. Propaganda alanını yeniden ele alma, güçlendirme, psikolojik savaşı boşa çıkartmaya çalışıyoruz. Serhildanı da belirttiğim kapsamda yeniden ele alıyoruz. Mücadeleyi birbirini tamamlayan bütünlüklü bir çerçevede yürütmeyi önümüze koyuyoruz. Çünkü bazen bir tarafı etkili yürütelim derken diğer tarafı aksatıyoruz. Bu da bizim eksikliklerimiz, yönetimimizin zayıflığıdır, eksikliğidir, temel özeleştiri konusudur. Oradan çıkarak stratejiyi tam anlayan, iyi planlayan, onu başarıya götürecek politikaları, taktik uygulamaları günü gününe, anı anına örgütsel bütünlük içerisinde geliştirecek bir yönetim gücü ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Ancak bütün kadronun, savaşçının önünde de başarmak için kendini düzeltme ve çabalama görevi vardır. Her şeyi allahtan bekler gibi örgütten beklemek, yönetimden beklemek doğru değildir. Sen de bu örgütün bir parçasısın, günlük olarak yoğunlaşacaksın, kafa yoracaksın, anlayacaksın, var edeceksin.
Demek ki mevcut eksiklikleri gidermek üzere mücadele ediyoruz. Herkes de yaşanan hata ve eksiklikleri, zayıflıkları gidermekle yükümlü. Hamleye katılmakla yükümlü, hamleyi başarmakla yükümlü. Her şeyi güllük gülistanlık olan, kendiliğinden başarıyla yürüyen bir mücadeleye katılım gösterilmiyor. Kendine güvenen pratik görev alır. Güvenmeyen, eksikliği olan, zayıf olan kendini güçlendirmeye çalışır. İşin kuralı bu. Başka türlü de olmaz. Niye yapmıyorsun diye kimse kimseye bir şey diyemez. Herkes kendi amacı için, inancı için yapıyor bunları. Dolayısıyla başkasından beklemek değil de kendisi yapmakla yükümlü.
AKP oyuna getirildi
Hükümetin durumu, düşmanımızın durumu hakkında çok söz söylemeye ne gerek var? Suriye’deki durum ortada. Türkiye gaza geldi; kraldan daha kralcı yaklaşımla herkesten önce savaş ilanı yükü altına iyice sokuldu. Sonra kimse destek vermedi. AKP’nin bekledikleri olmadı. Bunun üzerine büyük bir hayal kırıklığıyla bu işten nasıl kurtulacağım diye araştırmaya, bu durumdan çıkmaya çalışırken buna da izin verilmiyor. Birçok çevre kaçamazsın, işin içine gireceksin diye itiyorlar. AKP baktı ki oyuna getiriliyor, kullanılıyor. Aslında AKP biraz geri çekilmek istiyor. O durumdan kendisini nasıl kurtaracak şimdi bunun arayışı ve çabası içinde.
Suriye konusunda kimin politikasının ne olduğu tam netleşmiş değildir. Birbirlerine top atıyorlar. Neredeyse şimdiye kadar gizli bir savaş yürütülüyordu. AKP Suriye’de şimdi daha açık bir savaş yürütür hale geldi. Günlük olarak karşılıklı top atışları sürüyor, yoğun bir yığınak var. Tezkere çıkardılar, herkes diyor bu bir Suriye tezkeresidir. Türk ordusu hücum etti, edecek deniyor. Baktılar tampon bölge yaratmazsak içine girdiğimiz bu yükün altından çıkamayız dediler, onu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ama Türkiye’nin bu talebine kimse kulak asmıyor. Türkiye istiyordu ki Amerika müdahale etsin Suriye’ye, ve Amerika’yı PKK’nin üzerine sevk ederek PKK’yi ezdirsin. Türkiye ABD’yi savaştırmak isterken şimdi ABD Türkiye’yi savaşın içine sürüyor. Böylece kendisine daha fazla muhtaç etmeye çalışıyor. Türkiye’yi Kuzey’de Kürtlerle savaştırması yetmemiş olacak ki ikinci cephede Kürtlerle savaş içine sokuyor. Türkiye o kadar çıkmaz içerisinde, çaresizdir. Peki, kullanıldığını görmesine rağmen Türkiye hükümeti niye bunun içine giriyor? Çaresiz, çünkü milliyetçidir, şovendir, Kürt düşmanı, Kürt karşıtıdır. Kürt sorununu çözemediği için savaşmak zorunda. Kürt sorununu çözemediği için de dışa bağlanmak zorunda. Dış efendileri bu zayıf karnı üzerinden onu istediği gibi kullanıyor.
Tayyip Erdoğan herkese taşeron diyordu. Böylece kendi kimliğini herkese yüklemeye çalışıyor. Kendi sıfatını, içinde bulunduğu konumu başkasına yükleyerek kendisine böyle denmesini engellemek istiyor. Anlaşılır bir ruh hali bu. Aslında Türkiye bırakalım taşeronluğu, ABD ve NATO’nun jandarmasıdır, askeridir. İstediği gibi hareket ettiriyorlar. Şimdi onun için bir savaşa daha giriyor. Ama nasıl yürütecek bu savaş? Ordu barış ve terhis beklerken bu savaşı nasıl yürütecek? Yüzlerce generaline, emekli generale o kadar ceza verdi. Ortada savaşacak güç yok. Paralı askerlerle yürütmek istiyordu Kürdistan’da, yürümedi bu. Özcesi karşımızdaki güç ciddi bir zorlanma, zayıflık içerisinde. Fakat zayıftır diye pes etmiyor, pes edemez çünkü birçok güç onu teşvik ediyor. Onun üzerinde siyaset yapıyorlar, yıkılmasına izin vermiyorlar; yaşatıyorlar ve saldırtıyorlar. Kuşkusuz bizim zayıflıklarımız da bunda bir etken. Eğer büyük devrimsel hamleler gelişmiyorsa bunu gerçekleştirecek örgütlü güçlerin pratik zayıflıklarının da bunda önemli bir payı var. Yoksa TC gericiliği çözülmekle karşı karşıya. Doğru ve etkili bir mücadele verilirse öngördüğümüz hedeflere ulaşmak zor değil. Bu da Türkiye’nin demokratikleşmesi ve doğru bir politik çizgiye girmesi anlamına gelir.
ABD, Avrupa bir taraftan Türkiye’yi savaşın içine sokuyor, ama diğer taraftan Türkiye’nin istediği kadar destek vermiyor. Suriye’de bunu açıkça gördük. Aralarında ciddi çelişkiler var. Birkaç ayda Suriye savaşı olur biter hesabı yaptılar, ama savaş yılları aldı. Savaş uzadıkça Türkiye daha da zorlanacak. Çünkü Suriye’nin durumunun ne olacağı hala belli değil. Bu siyasi ortamda ırak’la savaşır hale geldi, İran’la çatışır hale geldi. Kendine dost olarak kala kala KDP kalmış. Irak’ta ve Güney Kürdistan’da yalnızlaşan KDP Ortadoğu’da tecrit olan AKP’yle şimdi kader birliği yapıyorlar. Öyle ki, Barzani’yi AKP kongresine götürüp Türkiye seninle gurur duyuyor bile dediler. Irak yönetimi diye Barzani’yi çağırdılar, Kürt bile demediler. Barzani’nin itibarı dibe vurdu. Artık Kürt milliyetçileri bile bir bit yeni görerek bu politikalara kuşkuyla bakıyorlar.
İmralı süreci bitti
AKP kongresindeki görüntü gerçeği böyledir. AKP’nin içine düştüğü durumu bile bile bu kongreye niye gitti KDP deniliyor. AKP niye bu kadar şatafatlı kongre yaptı? Çünkü yıkılmak üzere. O durumunu gizlemek için böyle şatafatlı bir kongre yaptı. Bunun anlaşılmayacak bir yanı yok. Gösterişle yaşadığı erimeyi, zayıflığı gizlemeye çalışıyor. Numan Kurtulmuş gibi şuradan buradan kalıntıları toplayarak AKP’nin büyüdüğü intibaını toplum üzerinde yaymaya çalışıyor. Halbuki eriyor. Bütün bunların hepsi birer psikolojik savaş oyunu. Hepimiz bu gerçeği bilelim. Ama böyle taktikler de yapıyor. Dördüncü kongresini gerçek yüzünü gizlemek için birbirlerine muhtaç olanları topladı. Bir yandan KDP’ye, diğer yandan Hamas’a dayanarak bütün o bölgedeki tecrit olmuşluğunu, içte iktidar mücadeledeki zayıflığını gidermeye çalışıyor.
Öyle yapmazsa, PKK ile ilişkilense demokratik olmak zorunda. PKK demokratikleşmeyi bize dayatır, halk üzerindeki baskı ve sömürümüzü azaltır diye korkuyorlar. Bu kadar menfaatçiler, aileciler, çıkarcılar. AKP ile KDP siyaset tarzlar birbirine çok benziyor. Onun için birbirine sarılmış, yaşamaya çalışıyorlar. Fakat kendi yaptıklarıyla kendi itibarlarını zedelediler. Başka çaresi yok, görüyorsunuz. Diyorlar ki kendi gücüyle yaşıyor, özgür Kürdistan’ın başkanı olmuş. Öyle kendi gücüne dayanan başkan mı olur? Öyle özgür Kürdistan mı olur? PKK güç vermese, dayanağı olmazsa bir gün bile ayakta kalacak durumda değil. KDP’nin ve AKP’nin durumu da böyle.
AKP bir ölüm kalım savaş içerisinde. Esas olarak söylediklerinin hiçbirisini yapamadı. 12 Haziran seçimlerinden sonra bir yıl içerisinde yeni anayasa hazırlayacağız dediler, şimdi anayasanın neresindeler kimse bilmiyor. 2012 Martı’na kadar PKK’yi bitireceğiz dediler, şimdi PKK direnişi karşısında kendisi çaresiz duruma düşmüş. Bırak PKK’yi bitirmeyi, PKK onu bitiriyor. Ancak bu durumdan çıkmak için taktik-tarz geliştirmekten de geri durmuyor. Çeşitli oyunlar geliştirdi. Zayıflıklarını demagojiyle, oyunla, yalanla, psikolojik savaşı yoğunlaştırarak, medyayı denetleyerek gidermeye çalışıyor. Gerçekler açığa çıkmasın, gerçek durumu görünmesin diye kendini büyükmüş gibi gösterip ayakta tutmak istiyor.
Kongre de, kongre sürecinde önderlikle görüşmelerin gündeme getirilmesi de bu amaçla oldu. Aslında bir biçimde bizi de psikolojik savaş kapsamında işin içine soktu. Önderlikle kısa bir görüşme yapılmasını sağladı. Zaten kardeşi Mehmet görüşme değil, görme oldu açıklaması yaptı. Önderlik aslında görüşmeye çıkmak istememiş. Ancak toplumda kaygı var denilerek kısa bir görüşme yapılması sağlanmış. Kardeşi psikolojik ve fiziki olarak sağlamdır, morallidir, dedi. Bunu zaten önceden de biliyorduk. CPT de gitmiş görmüştü, Önderliğin durumunun böyle olduğu bilgisini vermişti. Fakat ona rağmen MİT gizliden gizliye öyle bir provokasyon geliştirdi ki, sonuçta AKP’nin dördüncü kongresine hizmet edecek böyle kısa bir görüşme ortamı yarattı. Gerçekten de haklarını yememek lazım, bu konuda ustalar. Bir sürü dedikodu yaydılar el altında. İmralı’da şu oldu, bu oldu diye telaş yarattılar. Aile telaşlandı, hepimiz telaşlandık. Legal ortam gitti AKP’ye böyle şeyler var, halk galeyan halinde ve bu durumu giderecek girişim olsun, dediler. Özcesi, AKP MİT eliyle bu yönlü propagandalar yaptırarak görüşmenin zeminini oluşturdu. BDP başvurunca hemen koştular İmralı’ya “dışarıda durum böyledir, bir görünseniz iyi olur, kardeşiniz sizi görmek istiyor” dediler. Mehmet’e de “ağabeyin sizi görmek istiyor, hazırdır” diye apar topar götürdüler, bir gösterdiler. Tayyip Erdoğan kongre öncesi üç gün televizyon kanallarının karşısına geçti, işte İmralı’da görüşmeler oluyor, öyle tecrit filan yok, eskiden görüştük, şimdi de görüşürüz, İmralı’ya gideriz, diyerek bütün AKP yöneticileri ile birlikte bir propaganda bombardımanı yaparak ortamı velveleye verdiler. O karışıklık içerisinde o şatafatlı kongreyi yaptılar. Anladık ki her şey kongrenin bu şekilde yapılması için tezgahlanmış. Kongre olurken ya bir ayaklanma olursa, ya yirmi otuz askerin ölümüne yol açan eylemler olursa, kongre çökecekti. Bundan korkmuşlar. Sadece bunları engellemek, bunları engelleyecek bir karışıklık ortamı yaratmak için tezgahlanmış bir husus bu. Bu görüşmeden başka bir anlam çıkarılmamalıdır.
Biz, bu görüşmeden sonra AKP’nin açıklamalarına gereken cevabı verdik. İmralı’da görüşme olmaz, kimse öyle bir görüşme beklememeli. Birileri “bize izin verilsin gidelim İmralı’da ateşkes ilan ettiririz” diyorlar. Bunlar Önderliği ve hareketi anlamayan saygısızca ve kendini bilmez yaklaşımlar. Bu tür söylemin gerçekle alakası yok. Sanki İmralı’da bir çocuk var, küsmüş, kafası kızmış gidecek şeker verip bilmem ikna edeceklermiş. Önderlik algısı böyle olmaz. Ciddi ve saygılı olmak, gerçekçi olmak lazım. Önderlik bu süreci bilinçli biçimde yürütmektedir. Kardeşinin mevcut tutumunu da Önderlik dikta ettirmiş. Kardeşi Kürt basınına da açıklama yapmadı. Önderlik açıklama filan yapmayacaksın, görüştüm demeyeceksin, sadece gördüm diyeceksin, yeter, demiş. Mehmet ısrarla bu tutumu gösterdi. Görüşmeyi Önderlik istemiyor. Herkes sanıyor AKP götürmüyor, öyle değildir. AKP toplumu telaşa soktu ve bu kısa görüşmeyi sağladı. Önderliğin görüşmemesi nedeniyle AKP çok zor durumdadır. Öndelik sözlü söyledi, mektup gönderdi, bu ortamda görüşme olmaz, dedi. Ne aileyle, ne avukatla, ne devletle görüşme olur, bitmiştir bunlar artık. İmralı süreci bitti, İmralı sistemi bitti. Uluslararası komplonun on beşinci yılında İmralı gerçeği artık bitmiştir. İmralı sistemi bir cenaze olarak vardır artık. İmralı sisteminin başka türlü bir özelliği kalmamıştır. Tasfiye edilecek, yok edilecek. Bu sistem herkese zarar veriyor, dedi önderlik. Önderlik bu durumda kalmanın, bu esas üzerinde çalışmanın faydası yok, devlete de zarar veriyor, PKK’ye de zarar veriyor; o halde zarar veren olmayacağım diyerek bu pozisyonu aldı. Bu bakımdan İmralı’dan yeniden görüşme, açıklama beklememek lazım. İmralı’da görüşme olsun, tecrit kalksın diye değil, İmralı sistemi yok olsun diye mücadele etmek lazım. Önderlik de biz de mücadeleyi şimdi bu temelde yürütüyoruz.
Önderliğin tutumunu anlamak önemlidir
Sağlık, güvenlik, özgürlük koşulu ve mücadelesi böyle çıktı ortaya. Her yerde Önder Apo’ya özgürlük mücadelesi bunun için geliştiriliyor, doğru tutum bu oluyor. Kim diyorsa gidip İmralı’da görüşelim, o uluslararası komplodan yanadır. Onun etkisi altında kalmıştır. Kim kahrolsun İmralı sistemi, Önder Apo’ya özgürlük, diyorsa doğru çizgide olan odur. Bütün mücadeleler bu esas üzerinde olmak zorunda. Bu çizgiye bağlanmak, Önder Apo’nun özgürlüğünü istemek zorundadır. Bunun dışında herhangi bir özgürlük çizgisi yok, devrimci çizgi yok. Doğru olan bu olduğu bir kere daha ortaya çıktı, kanıtlandı. Eskiye dönüş olmaz, eski bitti. Öyle olsa Önderlik bu kadar kendisini kapatır mı? Eski tekrarlanmaz. Bu nedenle Önderlik eskiyi tekrarlamanın bir faydası yok, dedi. O bakımdan artık İmralı’da, Oslo’da eskisi gibi görüşme beklentileri yanlıştır. Bu tür şeyleri AKP ve çeşitli çevreler yayıyorlar. Bu tür öngörüler, düşünceler onlara aittir. Bu açıdan herkes net olmalıdır. Bu tür şeylere kulaklarını tıkamalıdırlar, gerçeği görmelidirler. Bu gerçekler bilinsin ki hata yapılmasın; yanlış değerlendirmeler yapılmasın. Söylendiği gibi bir görüşme durumu yoktur. Böyle bir görüşmenin olacağı da yoktur.
Önderliğin tutumunu anlamak önemlidir. Önderlik İmralı sisteminin bittiğini ve tasfiye edileceğini ilan etti ve buna göre bir duruş gösteriyor. Gerilla başta olmak üzere hepimize ve bütün halka düşen görev de Önderliğin bu tutumunun pratikte başarı kazanması için her türlü yöntemle mücadele etmek, savaşmak oluyor. Devrimci halk savaşı işte böyle bir savaştır. Bunu sağlatacak bir savaştır. Birileri diyor ki, işte silah susarsa konuşma olur, adım atılır. Biz de diyoruz ki Önderlik özgür olursa, İmralı sistemi yıkılırsa ancak görüşülebilir. Silah durur mu durmaz mı, ateşkes olur mu olmaz mı artık o zaman tartışabiliriz. Bir ateşkes olacaksa artık önderliğin özgürlüğü temelinde olacaktır. İmralı koşullarında olmayacak veya mevcut İmralı koşullarında olmayacak.
İşte zindan direnişi bu temelde büyük anlam kazanıyor. Zindan direnişçileri Önderliğin özgürlüğünü istiyorlar ve çözümün temel adımı olacak anadilde eğitim talebini dile getiriyorlar. Öyle sadece Önderlikle bir görüşme olsun demiyorlar. İmralı sistemini kırmak için yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Böylece Türkiye’de tıkanmış siyasetin önünü açarak Kürt sorununun çözümünde adım attırmak istiyorlar. Bu açıdan sürece doğru yaklaşmak lazım. Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ekseninde sorunlara bakmak lazım. Yoksa birileri gitsin İmralı’yla görüşsün, açlık grevi bitsin gibi yaklaşımlar hiçbir siyasi değeri olmayan basit yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlar ölümleri önleme değil de, daha büyük ölümlere yol açacak savaşı sürdürmek ve siyasetin çözümsüz hale gelmesini, hatta bitmesini istemek anlamına gelmektedir. Bu açlık grevleri kendiliğinden ortaya çıkmış değil ki! KCK adı altında yürütülen siyasi soykırım operasyonları ve Kürt özgürlük hareketini tasfiye politikasına verilen bir cevap olmaktadır. Bu açıdan önceleri cezaevlerinde olan ve siyasi yaklaşım içermeyen herhangi bir açlık grevine yaklaşım gibi yaklaşılması doğru değildir. En başta da bu direnişi yürüten eylemcilere saygısızlıktır. Açlık grevlerinin bitirilmesi İmralı’nın değil, AKP hükümetinin elindedir. Çünkü bu talepleri karşılaması gereken AKP hükümetidir. Bu açıdan yapılması gereken, bu direnişe her yerde güç vererek başarıya ulaşmasını sağlamak olmalıdır.
Suriye artık demokratikleşmek zorundadır
Suriye’de Kürt halkı doğru politikalarla önemli mevziler kazandı. Kürdistan’ı ve Kürtleri kirli savaşın dışında tuttu. Hem savaşın dışında tutmak hem de Demokratik Özerkliği inşa eden demokratik devrimi gerçekleştirmek çok önemli bir devrim hamlesi olmaktadır. Tarihin gördüğü demokratik devrimlerin en derin ve kapsamlılarından biri Batı Kürdistan’da gerçekleşmektedir. Bu devrim öyle bir kapsamlı ve etkileyicidir ki, Suriye artık demokratikleşmek zorundadır. Artık Suriye’de demokratik olmayan bir siyasi rejimi sürdürmek ya da kurmak mümkün değildir. Bu devrim Suriye’de savaşan tarafları her gün daha fazla sıkıştırmakta, anlamsız kılmakta ve üçüncü bir yolun hakim olmasını dayatmaktadır. İşte hem devlet hem de demokratik olmayan muhalif güçler bu nedenle Kürtleri savaş içine çekmek ve devrimi boğmak için çaba göstermektedirler. Kuşkusuz Halep’te görüldüğü gibi bu saldırıların arkasında Türkiye bulunmaktadır. Türkiye, Kürtleri hem devletle hem de bazı muhalif güçlerle karşı karşıya getirip savaştırıp Kürtlerin Demokratik Özerklik statüsünü ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bu açıdan Suriye’deki Kürt halkının mücadelesi kritik bir aşamaya gelmiştir. Bir taraftan güçlenirken, diğer taraftan gerici güçlerin hedefi haline gelmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında tüm parçalardaki Kürtlerin Rojava’daki halkımızın arkasında olması gerekir. Rojava, Kürtlerin Filistini’dir; küçük kardeşidir. Rojava’daki halk bütün parçalardaki mücadeleye şimdiye kadar büyük destek vermiştir. Şimdi sıra diğer parçaların Rojava’ya destek vermesine gelmiştir. Bu açıdan tüm siyasi güçler açısından tarihi bir sınavdan geçilmektedir. Ne var ki bu konuda özellikle Güney Kürdistan yönetimi çok kötü bir sınav vermektedir. Batı Kürdistan’a açılan kapıları kapattığı gibi, Batı Kürdistan halkının kazanımlarına yönelik saldırılara karşı sessiz kalmaktadır. Bu durum başta KDP olmak üzere Güneyli siyasi güçlerin Güney Kürdistan’daki devrime çok çıkarcı yaklaştıklarını ortaya koymaktadır. Bizim etkimiz yoksa bizi ilgilendirmez, demekte hatta Rojava halkının siyasi gücünü zayıflatacak tutumlar içine girmektedirler.
Hewler’de PYD’yi zayıflatmaya ve etkisizleştirmeye toplantı yapılması çok talihsiz bir durumdur. Rojava halkının iradesini dikkate alacağına, Kürt karşıtı güçlerle ortak toplantılar içinde olmak tarihin affedemeyeceği bir durumdur. PYD’nin güç olması bir gerçektir. PYD’yi etkisizleştirmek için çalışmak Kürtler arası bir iç savaş yaratmak anlamına gelmektedir. Çünkü başka bir biçimde PYD’nin Kürt halkı üzerindeki etkisini kırmak mümkün değildir. Savaşla, işgalle bu etkiyi kırmak isteyen Türk devletidir. Güneyli güçlerin Türk devletinin bu politikasının bir parçası olması kabul edilemez. Sonuçları sadece Rojava için değil, tüm Kürdistan parçaları açısından ağır olur. Bu açıdan tüm siyasi güçlerin daha sağduyulu ve sorumlu politika izlemeleri Kürt kamuoyunun da bütün siyasi güçlerini böyle bir politika izlemeye zorlamaları gerekmektedir.
KDP’nin AKP kongresine katılması da tabii ki çok yanlış olmuştur. Türk devleti bu nedenle çözümsüzlük politikalarında ısrar etmektedir. Türk devletini çözümsüzlükte cesaretlendiren bu tür politikalardır. Bu açıdan Güneyli siyasi güçlerin mevcut yürüttükleri politikaları gözden geçirmelerinde bütün parçalardaki Kürt halkının özgürlük mücadelesinin başarıya ulaşması açısından fayda vardır. Özellikle sömürgeci güçlerin başta Kuzey ve Batı Kürdistan olmak üzere çok zor durumda olmaları böyle bir sorumluluğun gösterilmesini zorunlu kılmaktadır.
Düşmanımızı da iyi tanımalıyız
Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesinin ve Batı Kürdistan’daki halkımızın demokratik özerkliği inşasının AKP’yi ne kadar zora soktuğu, zayıflattığı ortada. Fakat iradesini de kıramadık henüz. Ciddi biçimde zorlanıyor ama direnerek, hile ve oyuna başvurarak zorlukları aşmaya çalışıyor. AKP’nin mevcut tutumu bu. Kendisini daha fazla pazarlıyor. Daha çok dış güçlerden, ABD’den, Avrupa’dan, bölge güçlerinden, Hamas’tan, KDP’den güç alarak kendini kurtarmaya çalışıyor. Daha çok saldırganlaşarak, çevreyi korkutup, zayıfları korkutup etkili hale gelmek istiyor. İşte sınır ötesi operasyon da böyle ortaya çıktı.
İmralı sistemini kırma ve Önderliği özgürleştirmek için bir mücadele yürütüyoruz. Demokratik Özerkliği inşa etmek için Devrimci Halk Savaşı’nı yükseltiyoruz. Ancak bir taraftan da mücadelenin içine su katan epey çevre de var. Bazıları ha bire dayatıyorlar, İmralı’da görüşme olsun, AKP bize izin versin gidelim imralı’da ikna edelim, bilmem ateşkes yaptıralım, diyorlar. Böyle yaklaşanlar özgürlük mücadelesini doğru yürütemez. Nitekim mücadelemizin etkili sonuçlar yaratmamasında bu tür tutumların da payı var. Ancak mücadele bunları da aşacak güçtedir. Kimse yanlış anlamamalı. Ne Önderlikle eskisi gibi görüşme olur ne de oyalamayla zaman geçirilebilir. Bu açıdan hiçbir mücadele planından, projesinden geri durmamalı, gevşememeli, geri çekilmemeli.
Düşmanımızı da iyi tanımalıyız. Buna karşı bir duruş içinde olan Önderlik gerçeğini de iyi tanımalıyız. Önder Apo’nun İmralı’daki duruşunu, mücadelesini, tutumunu iyi anlamamız lazım. Yoksa doğru mücadele edemez, başarılı sonuçlar ortaya çıkaramayız. Eskiye dönmek olmaz. İmralı günleri yeniden gelsin, Oslo günler yeniden gelsin. Öyle olmaz. AKP hile ve oyununu gördük, onları bozmak üzere Önderliğin tutumunun ne olduğunu anlamak temelinde kendi tutumumuzu önderliğin tutumuyla uyumlu olacak şekilde net ortaya koyduk. Önder Apo özgür olmadan artık hiçbir görüşme olmaz. Savaşta en küçük bir durma olmaz. Ateşkes olacaksa İmralı sisteminin tasfiye olması karşılığında olabilir. Bu da ancak artık İmralı sistemini ayakta tutanlar uyarsa olur. Bazıları bize diyorlar, silah susturulursa ya da bırakılırsa görüşme olur. Biz de diyoruz ki İmralı tasfiye olur, Önder Apo özgür olursa görüşme başlayabilir. Yeni bir ateşkes süreci olacaksa, ancak bu şartlarda gündeme gelebilir. Başta da böyle söyledik. Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük sorununun çözümüne bağladık. Şimdi bu gerçeklik kendisini, varlığını sürdürüyor.
AKP’nin hile ve oyununa Önderliği görüşmeye zorlaması, bazı çevreleri kullanarak hiçbir siyasi değeri olmayan eski politikaların sürmesini sağlayacak ateşkes yaratma çabaları düşmanın zayıflığından kaynaklanıyor. Bizim çok güçlü bir potansiyelimiz var, ama yeterince aktifleştiremiyoruz. Çünkü örgütleyemiyoruz. Doğru tarz ve taktik haline getiremiyoruz. Yaratıcı, zenginleştirici davranamıyoruz. Eksiklerimiz buradadır, bu eksikliklerimizi giderirsek büyük başarı elde edeceğimiz kesindir. AKP tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Devrimci Halk Savaşı gerçekten de tuttu, gelişti. Uluslararası komplonun zihniyetini sürdürmek isteyenlerin etkilerini kırdı.
Bölgedeki gelişmeler lehimizedir. Suriye’deki savaş ortadır. İki buçuk aydır Rojava devrimi yaşıyor. Hem de gittikçe sağlamlaşıyor, örgütleniyor, gelişiyor. Halep saldırısından sonra Kobani’de, Derik’te, Afrin’de özgürlük güçlerinin etkinliği bir kademe daha genişledi. Şimdi de bütün eksikliklerine rağmen örgütlülüğü gelişiyor, büyüyor. Hem ulusal birlik korunmaya çalışıyor hem de halkın gücü örgütleniyor. Rojava devrimi halkın gücüne dayanıyor. Bu durum herkesin derdi olmuş. Ne olacak bu Batı Kürdistan’ın durumu, diyorlar. Önder Apo’nun etkisindeki bir devrimci demokratik toplum ve statüyle mi karşılaşacağız diye kaygı ve telaş içine düşmüşler.