Bu ay içerisinde Serhed’de, Tendurek’te şehit düşen çok değerli arkadaşlar oldu. Hêjar Zozan arkadaş, Bager arkadaş. Yine Botan Goyî arkadaşın şehadeti açıklandı. Her üç arkadaş şahsında bütün devrim ve özgürlük şehitlerini saygı, sevgi, minnetle anıyorum. Hêjar arkadaşı tanıma imkanım da oldu. Yakından tanıyan arkadaşlar da hep anlatıyor. Gerçekten çok değerli bir arkadaştı. Mücadelenin birçok alanında kaldı. 2020’deki Heftanîn savaşında, Heftanîn direnişinde Heftanîn komutanı olarak rol aldı, öncülük yaptı. Çok güçlü rol oynadı o hamlede. Arkadaşlar katılımını, arkadaşlarla ilgilenmesini, öncülük düzeyini, çalışmalardaki ciddiyetini, başarısını, sevgiyle anlatırlar hep. Gerçekten de öyle çok samimi, içten bir arkadaştı. Tüm bu yoldaşların mücadelesi zafere kadar devam edecek.
Fedai ruh sürdükçe bu mücadele yenilmez
Savaş sürüyor. Türk devleti her yerde saldırılarını, eylemsizlik kararına rağmen sürdürüyor. Bakurê Kurdistan’da, Başûrê Kurdistan’da, Rojava’da saldırılar tüm şiddetiyle devam ediyor. Buna karşı tabii gerillanın meşru savunma temelinde direnişi de, duruşu da en güçlü bir biçimde sürüyor. Bu mücadele devam edecek. Bu saldırılar sürdüğü müddetçe, bu soykırım politikaları sürdüğü müddetçe direniş de çok görkemli bir biçimde devam edecek ve mutlaka bu halk özgürlüğüne kavuşacak. Kurdistan özgürleşecek, Türkiye demokratikleşecek.
Artık bu soykırım politikası da iflas noktasına gelmiştir. Yüz yıldır yürütülen bu soykırım politikası, 8 yıldır da AKP-MHP faşist rejimi tüm devletin imkanlarını kullanarak, bu soykırım politikasını sonuca götürmek istedi. Geldiği nokta ortadadır. Bu biçimiyle savaşla, inkarla, imha ile sonuç alamazlar. Bu çok nettir. Hêjar yoldaş gibi arkadaşlar olduğu müddetçe, Botan, Bager arkadaşlar gibi yoldaşlar olduğu müddetçe Zap, Avaşîn, Metîna direnişçilerinin ruhu olduğu müddetçe bu direniş iradesi, bu fedailik duruşu olduğu müddetçe asla bu mücadele yenilmez. Mutlaka ve mutlaka kazanacak ve bu mücadele kesinlikle zafere ulaşacaktır.
CPT, AKP-MHP faşizmini meşrulaştırıyor
Türkiye’de bir hukuk oyunu, bir yargı oyunu oynanıyor. AKP-MHP faşist rejimi sanki Türkiye’de yargı varmış, yargı kurumları işliyormuş, hukuk varmış, hukuk işliyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Faşist Türk devleti dünyaya, Türkiye toplumuna böyle lanse ediyor. Ortada ne bir yargı var, ne bir yargı kurumu kalmış ne de ortada bir hukuk var. Hepsi şu anda AKP-MHP rejiminin elinde birer politik enstrümandır. Soykırım savaşında Kürtlere karşı, Türkiye toplumuna karşı kullandıkları bir silahtır. Yargı da bir silaha dönüşmüş, savaşın, saldırıların bir parçası haline gelmiştir. Bu bir gerçektir. Yani tamamen siyasete hizmet eden, siyasetin aracı konumuna gelmiş, kurumlara dönüşmüştür. Ortada ne bir yargı ve ne de bir hukuk var.
Bunu bilinçli yapıyorlar. Yani sanki Anayasa Yüksek Mahkemesi işliyormuş, yargı organları da işliyormuş, Adalet Bakanı izliyormuş gibi bir oyun oynanıyor. O yüzden işte Anayasa Mahkemesi Adalet Bakanlığı’ndan görüş istiyor, Asrın Hukuk Bürosu’ndan görüş istiyor. Böyle bir aldatmaca, kandırmaca içerisindeler. Tabii kimse buna aldanmaz. Kimse buna kanmaz. En başta da Kürt halkı, Özgürlük Hareketi, demokratik dünya kamuoyu kanmaz. Artık bunların zamanı geçti.
Adalet Bakanı, “İmralı’da öyle iddia edildiği gibi ağır bir tecrit yoktur. Normal uygulamalardır. İmralı’yla diğer görüşme olmamasının temel nedeni elde olmayan sebeplerdir” diyor. Bu açıklamalardan ne anlamak lazım?
Oysa çok iyi biliyoruz ki İmralı’da ağır bir işkence ve tecrit sistemi var. Orada sistematik bir özel savaş yürütülüyor. Önder Apo’ya karşı, Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşının merkezi haline getirilmiştir İmralı. Önderlik yıllardır avukatlarıyla görüştürülmüyor. Aileler, sivil toplum kurumları, görüşmek isteyen hiç kimse görüşemiyor, ziyaret edemiyor İmralı’yı, Önder Apo’yu ve oradaki tutsak yoldaşları. Uluslararası hukuk, sözleşmeler ayaklar altına alınmış, hiçbir biçimde bunlar işlemiyor, işletilmiyor.
CPT defalarca İmralı’ya gitti. En son eylül ayında gerçekleştirdiği ziyaretle birlikte dokuzuncu defa oluyor, ziyaretlerde bulunuyor. İmralı’ya ilişkin CPT bir açıklama yapmıyor. Adeta AKP-MHP faşizminin meşrulaştıran bir rol oynuyor. Ve Avrupa Konseyi bu soykırım savaşının, soykırım saldırılarının, işkence tecrit sisteminin bir parçası, ortağı durumuna gelmiş bulunuyor. Yani böyle insanlık dışı bir uygulama var. Orada bir insanlık suçu işleniyor.
İmralı, özel savaş rejimi, işkence ve tecrit sistemiyle, özel kanunlarla yönetiliyor. İmralı’da ne oluyor ne bitiyor hiç kimsenin haberi yok. Önderliğin sağlığına ve güvenliğine ilişkin bir sürü iddia ortaya atıldı. Hiçbirimizin, halkımızın, hareketin hiçkimsenin bilgisi yok. Adalet Bakanı İmralı’daki bu işkence, tecrit, özel savaş rejimini, uygulamalarını normal görüyor, hafife alıyor. Bu ne anlama geliyor? Yani ‘bunlar hafiftir, daha beteri var’ demek istiyor. Bunun daha beteri nedir? Fiziki imhadır. Bunun bir adım ötesi, fiziki imhadır.
Bu söylemi boşuna kullanmıyor. Aslında hareketi, Kürt halkını, Türkiye toplumunu, demokratik toplumunu tehdit ediyor, şantaj yapıyor. Bu bir tehdittir. Bu bir şantajdır. Ve bir de elbette seçimin arifesinde bu yapılıyor. Seçime günler kalmış, bu açıklamalar yapılıyor. Tehdit ediyor.
Diğer taraftan elden olmayan sebepler, diyor. Elde olmayan sebepler nedir? Önce de yıllarca “koster bozuktur, hava muhalefeti var, o yüzden avukatlar gidemiyor İmralı’ya” dediler. Sonra kaç yıldır da sürekli disiplin cezaları diyerek avukatlar İmralı’ya gönderilmiyor. Neyin cezası? Şimdi de elde olmayan sebepler deniliyor. Peki elde olmayan sebepler neler? Bunları neden açıklama gereği duymuyor.
Bunun anlaşılır bir tarafı yok. Her türlü yoruma açık, toplumda tereddüt, kaygı yaratan, içinde siyasi kirli hesaplar olan bir ifade biçimi. Bunlar kabul edilemez. CPT’nin bu duruma açıklık getirmesi, açıklama yapması gerekiyor. Eylül’de gitti, İmralı’yı ziyaret etti. Sonra Mart’a kadar rapor hazırlayacağım, Türkiye’ye sunacağım dedi. Mart’ta raporunu Türkiye’ye sundu. Hiçbir açıklama olmadı. Ne CPT’den, ne Türkiye’den CPT’nin raporuna ilişkin tek bir açıklama olmadı. CPT İmralı’da ne gördü, nelere tanık oldu, nedir İmralı’nın durumu? Oradaki uygulamalar neyin nesidir? Adalet Bakanı’nın bu açıklamalarına CPT nasıl cevap verecek? Ne diyecek bu halk? Bu Hareket, CPT’den ve Konseyi’nden açıklama bekliyor.
CPT Türkiye’ye sunduğu raporun içeriğini açıklamalı
CPT, Avrupa ülkelerinin, Avrupa Konseyi’nin siyasi kirli çıkarları temelinde hareket ediyor. Bir siyasi araca dönüşmüş. Oysa işkenceyi önleme kurumudur. Hani nerede? Gerçekten işkenceyi meşrulaştıran, AKP, MHP faşizmini meşrulaştıran, güçlendiren, cesaret veren kurumlar haline geldi CPT, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği.
Avrupa’nın bu ikiyüzlü, pragmatik politikayı bırakması, terk etmesi gerekiyor. Dün de Almanya çok sayıda Kürt kurumlarına ve evlerine baskın yaptı. Almanya seçim sürecinde Erdoğan’a Türkiye’ye mesaj veriyor; yanınızdayız demeye getiriyor.
Biz CPT’den açıklama bekliyoruz. CPT bir açıklama yapsın. Ne oldu? O raporunda neler vardı, neler yazdı? Türkiye neler sundu, ne dedi? Bu açıklamalar ciddidir. Adalet Bakanı’nın yaptığı açıklamalar Anayasa Mahkemesi’nin bu süreçte devreye girip sözde hukuk, yargı işliyor gibi bir havaya girip Asrın Hukuk Bürosu’ndan, Adalet Bakanı’ndan görüş istemesi, ardından da böyle bir açıklama yapması ciddidir. İşin içinde korkunç bir özel savaş var. Çok kirli bir politika var. Bu işkence, tecrit sisteminin, soykırım politikalarının ne kadar derinleştiğini gösteriyor. Ne kadar kirli bir biçimde bu savaşın yürütüleceğini ifade ediyor. Bu, AKP-MHP faşist rejimi iktidarda kalırsa Türkiye’nin geleceğinde de neler olabileceğini ortaya koyuyor.
Bu bir iç savaşa çağrıdır. Bunun zeminini adım adım hazırlıyorlar. AKP-MHP faşizmi, Türkiye’de iç savaşın zeminini adım adım döşüyor. Bu İmralı işkence, tecrit sistemine karşı çok güçlü mücadele etmek gerekiyor.
Hamburg Konferansı Önderliği sahiplenmeyi gösteriyor
Şimdiye kadar gerçekten çok önemli, değerli çalışmalar oldu. Hamburg’daki konferans da son derece heyecan verici. Gerçekten hepimizi çok mutlu eden, oldukça içerikli bir tartışma süreci oldu. 4 gün boyunca Önderlik paradigması birçok boyutuyla tartışıldı. Bu çok önemliydi. İşte kapitalist moderniteye meydan okuma, kapitalist modernitenin yaşadığı yapısal krize, Önderliğin getirdiği demokratik modernite çözümü birçok boyutuyla çok önemli, değerli tartışmalarla geçti. Tabii bu, Önderlik paradigmasının ne kadar evrenselleştiğini de ortaya koyuyor. Giderek dünya toplumuna mal oluyor. Dünyada birçok aydın, akademisyen, çevre tartışıyor. Çok ciddi bir etkilenmeye de yol açıyor. Mevcut durumda kapitalist modernitenin, kapitalist sistemin yaşadığı krize de halklar açısından demokratik modernite, demokratik konfederal sistem çözümünü öneriyor. Demokratik ulus paradigması, demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü paradigma artık bütün dünya sorunlarına, toplumun yaşadığı her türlü soruna temel bir çözüm olarak ortaya çıkıyor. Önderlik paradigması çok ciddi anlamda benimseniyor, kabul görüyor. Mücadelesi gelişiyor, giderek yayılıyor. Ve bu sahiplenme beraberinde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için de güçlü bir mücadele gücü ortaya çıkarıyor. Dikkat edilirse; Önderliğin fiziki özgürlüğü için mücadele artık giderek dünyaya yayılıyor. Ciddi bir sahiplenme dünya çapında gelişiyor. Evrenselleşen bir mücadele haline geliyor. Bu son derece önemlidir. Büyük bir başarıdır bu. Bunu böyle görmek lazım. Bu çok önemli bir boyut. Yani paradigmanın, Önderliğin fikirlerinin yayılması, bu kadar sahiplenilmesi, bunun birçok boyutuyla giderek güçlü bir mücadeleye dönüşmesi, evrenselleşmesi çok önemli bir başarı oluyor.
Yine Düsseldorf’ta tecride karşı gerçekleştirilen yürüyüş de önemliydi. Güçlü bir katılım vardı. Görkemli bir yürüyüştü. Katılanları selamlıyorum. Giderek bu eylemler de kitleselleşiyor. Yani Önderliğin fiziki özgürlüğü için yürütülen toplumsal mücadele giderek evrensel nitelik kazanıyor. Avrupa toplumunda da çok ciddi bir katılım oluyor. Enternasyonallerde çok ciddi bir katılım oluyor. Bu önemlidir. Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur: Önderliğin fiziki özgürlüğü konusunda tek yanlı değil, çok boyutlu bir mücadele yürütürsek siyasi, diplomatik, hukuki, toplumsal, ideolojik, çok yönlü, çok boyutlu mücadele yürütürsek kesinlikle sonuç alırız; Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlarız. Eş zamanlı ve paralel olarak da Kürt sorununu, demokratik çözümünü gerçekleştirmiş oluruz. Bunun her türlü zeminini de oluşturmuş oluruz. Bunlar zaten çok iç içe olan gerçeklerdir, hakikatlerdir. Bu anlamda da Önderliğin fiziki özgürlüğü için bu mücadeleyi her yönüyle sürdürmek lazım. Hem paradigmanın dünyaya taşırılması, hem toplumsal mücadelenin büyütülmesi, yayılması, kapsamlılaşması ve hem de hukuki mücadele boyutuyla yapılması gerekenler oluyor. Yine diplomatik, siyasi, ideolojik mücadele tümü iç içedir ve topyekun bir mücadeleyi daha güçlü bir biçimde geliştirmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar yapılanlar çok değerlidir, çok anlamlıdır. Bu önemli bir duyarlılık geliştirdi, önemli bir sahiplenme düzeyini açığa çıkardı. Önderliğin fiziki özgürlüğünü, Kürt sorunun demokratik çözümünü dünyanın gündemine koydu. Evrensel bir sorun haline getirdi. Çözümünü de evrensel boyuta, düzeye taşıdı. Bunu da güçlü bir biçimde devam ettirmemiz gerekiyor.
Türkiye diplomasisini Kürt düşmanlığı üzerinden yapıyor
Türkiye bütün diplomasisini Kürt düşmanlığı, Kürt karşıtlığı üzerinden yapıyor. Dış siyasetini tamamen buna endekslemiş. Arap devletleriyle ilişkiler de bunun üzerindedir. Körfez ülkeleriyle görüşüyor; Suudi Arabistan, İran, Katar, Mısır, Ortadoğu ve Afrika ülkeleri ile yaptığı bütün görüşmelerini Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı üzerinden diplomasisini yürütüyor. Şimdi Arap ülkelerini de Kürt karşıtı bir pozisyona getirmeye çalışıyor. Suriye’de demokratik bir çözümün olmaması, Suriye’nin Kürtlerle savaşması ve savaşın derinleşmesi için elinden geleni yapıyor. Arap ülkeleriyle yürüttüğü bütün siyaseti bunun üzerinden yürütüyor.
Türkiye, Arap ülkeleri ile ilişkilerini Suriye’nin demokratikleşmesinin engellenmek, Suriye’de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimiyle sorunlarının demokratik temelde çözülmemesine karşı çıkmak için kullanıyor. Türkiye’nin bu konuda politikası çok nettir. Suriye’yle geliştirmek istediği ilişki de tamamen bu amaçladır. Kürt karşıtlığını geliştirme, Suriye’yle Kürtleri çatıştırma, savaştırma ve Kürtlere Suriye’de de soykırım yapılmasına zemin yaratmaktır. Suriye’de devlet ve rejimle politikasını da bu temelde geliştiriyor. Rusya’yı buna çekmeye çalışıyor. Suriye’yi, İran’ı, herkesi, yani Arap ülkelerini bir bütün buna çekmeye çalışıyor. Tabii bu süreçte Suriye rejiminin Arap ülkeleriyle çeşitli görüşmeleri oldu. Arap ülkelerinin çeşitli ziyaretleri oldu. En son Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı da Şam’a gitmişti. Çeşitli görüşmeler yaptı. Arap Birliği’ne Suudi Arabistan’ın Suriye’ye davet ettiği yönünde de çeşitli haberler çıktı, tartışmalar oldu. Öyle bir eğilimin olduğu da ortaya çıkıyor. Katar dışında Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Arap ülkeleri Suriye’yi Arap Birliği’ne katmak istiyorlar. Bu açıktır. Arap devletleri Suriye’de giderek büyükelçilik de açıyor. Peyderpey orada elçilikler de açılıyor. Şimdi Mısır’la ilişki içerisindedir. Dolayısıyla Arap ülkeleriyle, özelde de Körfez ülkeleriyle Şam’ın ilişkileri giderek iyileşiyor. Bu şu anlama geliyor. Arap ülkeleri mevcut Şam yönetimini tanıyor, Esad yönetimini tanıyor. Bu bir tanımadır. Giderek Suriye’yi de Arap Ligi içerisine, alma gibi bir yaklaşım var. Katar buna karşı çıkıyor. Türkiye ile Katar’ın stratejik ilişkileri var. Aynı çizgide, aynı anlayış, zihniyetler ve bu konuda sadece ayrışan, farklılaşan Arap ülkesi Katar’dır.
Bunlar önemli gelişmeler. Suriye ile Arap ülkelerinin ilişkilerinin bu düzeyde gelişmesi olumlu ve önemlidir. Tabii bu ilişkilerin Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde Suriye’de Özerk Yönetimle sorunu, demokratik müzakereler temelinde çözüme hizmet etmesini tabii ki istiyoruz. Böyle olması Suriye’nin çıkarınadır. Bütün Arap ülkelerinin, Arap toplumunun, Arap halkının faydasınadır. Kürtlerle Arapların çatışması sadece faşist soykırımcı Türk devletine hizmet eder. Hiçbir Arap ülkesine hizmet etmez. Suriye’ye, Suriye devletine ve Suriye toplumuna, Suriye halkına hiç hizmet etmez. O açıdan da bu ilişkilerin, sorunun demokratik temelde çözümüne dönük bir biçimde sürmesi, o kulvarda ilerlemesi çok önemlidir.
Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’nden Suriye rejimine çözüm deklarasyonu
Zaten Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi de bir deklarasyon ilan etti. O deklarasyon çok önemli bir deklarasyon. Arap ülkeleriyle Suriye yönetiminin Suriye devletin ilişkilerini önemli bulduğunu, kendisi de böyle bütün ülkelerle de ilişkilenmek istediğini, çözümden yana olan her türlü siyasi yapı, sivil toplum örgütü, her kesimle ilişkiye açık olduğunu ilan etti. Sorunu, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde, sınırları içerisinde, demokratik temelde Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde çözmek istediğini, niyetinin de, siyasetinin de, yaklaşımının da, amacının da bir bütün olarak stratejisinin de bu olduğunu ortaya koydu. Bu son derece önemli, değerli bir yaklaşımdır, bir açıklamadır. Şam’la Arap ülkelerinin ilişkilerinin böyle yoğun geliştiği bir süreçte, Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’nin de aynı süreçte böyle bir deklarasyon yayınlaması birbirini tamamladı. Son derece önemli bir yaklaşımı ortaya koydu ve biz de bu çözümden yanayız. Tabii demokratik çözümden yanayız. Suriye devletiyle, yönetimiyle, Suriye sınırları içerisinde, bütünlüğü içerisinde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin demokratik temelde bir araya gelip sorunlarını çözmesini destekliyoruz. Gerçekten çözüm, Suriye’nin demokratikleşmesinden geçer. Kürtler’in de, Suriye’de yaşayan tüm toplumun da demokratik haklarını kazanmasıyla Suriye demokratikleşir. Sorun demokratik temelde çözülmüş olur. Bu anlamda tüm bu çabaları biz destekliyoruz ve önemli buluyoruz.
Irak Kürt düşmanı bir noktaya çekilmeye çalışılıyor
Türkiye, Irak’la da ilişkileri geliştirmek istiyor. Uzun zamandır bu yönlü yoğun çalışıyor. Aslında elinden gelse Irak’a biçim de verecek. Irak’ın dizaynında da etkili rol oynamak istiyor. Bu konuda yıllardır özellikle Kerkük merkezli Türkmenleri, kendisine yakın Türkmenleri her yönüyle örgütlemeye çalışıyor. Orada ciddi bir örgütleme yarattıklarına dönük çeşitli bilgiler de var. Irak karşıtı bir faaliyet içerisindedir. Alttan alta böyle bir örgütleme içerisindedir. Bu çok açık. Kerkük’ü de bunun merkezi haline getirmiş. Şimdi böyle bir faaliyet yürütüyor. Suriye açısından da ifade ettik; Irak’ı da özellikle Kürt düşmanı bir noktaya çekmeye çalışıyor. Irak’ın Kürtlerle bir sorunu olamaz. Başûr’da, Irak’ta Kürt sorunu çözülmüş. Yani ısrarla ama ısrarla Irak’ı bu noktaya getirmeye çalışıyor. Tabii Irak buna gelmiyor. Irak’ın böyle bir sorunu yok. Başûrê Kurdistan’da bir statü var, ilişkiler var. Anayasada Irak bunu tanımış. Irak niye Bakur’daki Kürtlerin düşmanlığını kazansın? Bunun Irak’a ne faydası var? Rojava’daki Kürtlerin düşmanlığını Irak niye kazansın? Komşulardaki Kürtlerin düşmanlığını Irak niye kazansın? Irak’a bunun ne faydası var? Irak bunu biliyor tabii. Devlet aklıyla yaklaşıyor. Rasyonel yaklaşıyor yani. Çok ciddi bir su sorunu var Irak’ta. Fırat suyunu Irak’a karşı adeta bir şantaja, bir tehdide dönüştürmüş. Yıllardır AKP-MHP faşist rejimi suyu kesiyor. Halbuki bu uluslararası bir suçtur. Evet, birçok ülkenin sınırlarından geçen uluslararası sulara böyle keyfi kesemez. Uluslararası sözleşmelerde bunun hükümlülükleri var. Türkiye bunları çiğniyor. Aslında Türkiye bir insanlık suçu işliyor. Uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bunu Irak’a karşı koz olarak kullanıyor. Fırat suyunu kesiyor. Şimdi Irak’ta ciddi bir çölleşmeden bahsediliyor. Tarım yapılamıyor, hayvancılık yapılamıyor. Su sorunu çok ciddi bir sorun durumundadır. Gerçekten büyük bir krize dönüşmüş durumdadır. Bunu bir silaha dönüştürmüş. Aynı şeyi Suriye’de de yapıyor. Irak’ta da yapıyor.
Şimdi bunu bir koz olarak kullanarak Irak’ı kendi çizgisine, kendi politikasına çekmeye çalışıyor. Kürt düşmanlığına çekmeye çalışıyor. Diyor, özgür Kürt’ü yok etmeli. Ben soykırım uyguluyorum. Bu soykırımda bana destek sunacaksınız, destek vermezsen, ben de suyu keserim. Yıllardır bunu Irak’a karşı kullanıyor.
Iraklı yetkililerin esas olarak bu su sorununu çözmek için Türkiye’ye gittiği söylendi. Ve yüksek olasılık da su gerçekten ciddi bir krizdir. Temel gündem su sorunu olabilir, ticaret sorunu olabilir. Ciddi bir ekonomik sorun da var. Bu konularda sorunlar fazla. Gündemlerin bu olduğu iddia ediliyor. Olabilir. Fakat Türkiye’nin gündemi bu değil! Türkiye’nin gündemi Kürt düşmanlığıdır. Türkiye, Irak’ın gündemine Kürt düşmanlığını getirmiştir, Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım saldırılarına, işgal saldırılarına destek vermesini Irak’a dayatmıştır. Bunu Irak’tan istemiştir. Bu açıktır. Bu gizli saklı değil. Zaten kendileri de, Türk devleti de, AKP-MHP faşist rejimi de bunu ifade ediyor.
Biz Irak’ın bu tür şeylere gelmeyeceğini düşünüyoruz. Çünkü bunun Irak’a bir faydası yok. Irak’ın çıkarına değil, Irak’a zarar verir. Irak’ın gerçekten çıkarı Kürtlerle, özgür bir gelecekten, stratejik bir dostluktan yana olmasından geçer.
YNK’yi KDP’lileştirmek istiyorlar
Aynı politikayı Türk devleti Başûrê Kurdistan’da da sürdürüyor. Bu soykırım saldırıları zaten yıllardır yürütüyor. Önemli düzeyde Başûr coğrafyasını işgal etti. Bunu sürdürüyor. Daha da derinleştirmek istiyor, bu işgal saldırılarını ve etki alanını tamamen KDP alanı haline getirmeye çalışıyor. Süleymaniye’yi, Hewlêr gibi yapmaya, KDP gibi yapmaya çalışıyor. YNK’yi KDP’lileştirmek istiyor. Süleymaniye’yi, Hewlêrleştirmek istiyor. YNK’yi, KDP gibi hain, işbirlikçi bir çizgiye getirmek istiyor. Bu saldırıların esas nedeni de budur. Mesela Mazlum Abdi’ye yönelik yaptığı saldırıyı o yol güzergahında havaalanının çok uzak bir noktasında da yapabilirdi ama yapmadı. Havaalanına yakın bir yerde yaptı. Çünkü amacında havaalanına el koymak var. Havaalanı üzerinde, Süleymaniye Havaalanı üzerinde denetim kurmak var. Havaalanına yakın yaptı ki havaalanını gündeme koysun. Bunun üzerinde ciddi bir baskı oluştursun, taviz alsın, Süleymaniye Havaalanı üzerinde de hakimiyet kursun.
Aynı şekilde o düşen helikopterleri de gerekçe yaptı. Halbuki DAİŞ’le yıllardır koalisyon ortak bir mücadele yürütüyor, belli bir plan yürütüyor. Bu konuda ilişkiler var. O temelde de zaten açıklama yaptık. Helikopterlerin gelişi de DAİŞ’le mücadele kapsamında. Kazadır; şimdi o da gerekçe yapılıyor. Tabii bütün bunlar bahane, gerekçe. Yıllardır bu çalışmalar, bu faaliyetler sürüyor. Böyle bir sürece denk getirdi. Seçimin arifesinde soykırım savaşını derinleştirmek istiyor. Zaten bu seçimleri savaşla kazanma gibi bir plan içerisindedir. Kendince yeneceği bir çizgiye getirirse, bu yönlü baskılarla YNK’yi de hain, işbirlikçi bir çizgiye çekerse, KDP gibi avucunun içine alırsa, teslim alırsa, bu soykırım savaşını istediği biçimde, planladığı biçimde yürütecek. Böylelikle ırkçı faşist kesimlerin, milliyetçi kesimlerin oyunu alarak Türkiye’de o gündemi yoğunlaştırarak seçimleri kazanacak. İşte o amaçladığı Mazlum Abdi’ye suikasti saldırısını tam olarak başaramadı. Şimdi de böyle bir konsept yürütüyor. Saldırılarılarını tüm yoğunluğuyla Rojava’da da sürdürüyor. Medya Savunma Alanları’nda da, Bakurê Kurdistan’da da her gün operasyon, saldırılar devam ediyor. Topyekun bir savaş konseptini bu biçimde yürütüyor. Başûr üzerinden de YNK’yi de bu saldırılarına dahil ederek bunu yapıyor.
Siyasi nedenlerle Başûr’a gelen yurtsever insanlarımıza KDP ajanlık dayatıyor. Ajanlık yapacaksın, MİT’e çalışacaksın diyor. Ajanlık yaparsan burada yaşarsın, ajanlık yapmazsan seni burada yaşatmayız diyor. Ya çık git, nereye gidiyorsan git ya da MİT’e çalışmazsan ben seni Türkiye’ye teslim ederim. Bu dayatmalar içerisindedir. Buna gelmeyeni de, belli bir duruş içerisinde olanı da bir biçimde MİT’le ortaklık yaparak tasfiye ediyor. Zeki Çelebi’ye de Hüseyin Türeli’ye saldırı böyle gelişti. Yani saldırının nedeni budur.
Bu, yüz karası bir durumdur. İğrenç bir şey. Tek kelimeyle utanç verici bir şey. İnanıyorum ki Kürtlerin vicdanında KDP mahkum olmuştur. Bu anlayışıyla, bu zihniyetiyle, bu kirli politikasıyla Kürt halkı KDP’yi vicdanında mahkum etmiştir. Tarih onu mahkum etmiştir.
AKP’nin savaş dışında hiçbir vaadi yoktur
Seçimler gerçekten de çok önemlidir. Bu seçimlerde bu faşist iktidar kazanırsa bu soykırımcı faşist politikalar meşrulaşmış olur. Meşrulaştırmak ile kalmaz, kalıcılaştırılmış olur. Artık bu faşizm, bu faşist rejim, kurumsallaşır, kalıcılaşır. Türkiye toplumuna kan kusturmaya devam eder. MHP bu soykırım politikalarını derinleştirerek sürdürür. Bu anlamda bu faşist iktidarın, bu faşist rejimin bu seçimleri kazanmaması gerekiyor. Ancak AKP-MHP faşist iktidarı kazanmak için her şeyi yapıyor. Elinde yıllardır yürüttüğü tek şey savaş ve topyekun soykırım savaşı kalmıştır. Her yerde bunu yürütüyor. Savaştan medet umuyor. Başka bir rezervi kalmamış. Şiddet dışında, öldürme dışında, kan dökme dışında başka bir şeyi kalmamış. AKP basınının savaş ve savaş silahları dışında farklı bir gündemleri yok. Bütün gündemleri Kürt düşmanlığıdır, Kürt karşıtlığıdır. Muhalefete saldırırken de Kürt düşmanlığı üzerinden saldırıyor. Sistem içi muhalefete saldırırken, Millet İttifakı’na saldırırken de Kürt düşmanlığı üzerinden saldırıyor. Bütün argümanı bunun üzerinden, siyaseti bunun üzerinden yürütüyor. Onun dışında da bütün gündemleri cihattır. Yeni üretecekleri savaş silahlarıdır, savaş tekniğidir. Düşmanlıktır yani. Bütün gündemleri budur.
HDP’yi kapatma davasının gerekçelerini açıkladılar. Yine Selahattin Demirtaş’a verdikleri cezanın gerekçelerini ortaya koydular. Temel bir gerekçelerinden biri de Selahattin Demirtaş’ın, HDP heyetinin Kandil’e gelip görüşmeler yapması gösterilmişti. O diyalog sürecinde 2013-2015 sürecinde, Kandil’e geliş gidişleri temel bir gerekçe olarak öne sürüyorlar. Arkadaşlarımız da açıklama yaptı; HDP heyetinin Kandil’e geliş gidişi, Erdoğan’ın, AKP yönetiminin, AKP hükümetinin izni temelinde gerçekeleşti.
Geliş gidişlerde HDP heyetinin yol güvenliğini sağlayan hükümetin kendisiydi. O süreçte, o diyalog sürecinde biz Önderliğe birçok mektup gönderdik. HDP heyeti o mektupları götürdüğünde o mektuplar hemen Önderliğe verilmiyordu. Günler sonra, bazen haftalar sonra veriliyordu. O arada o mektuplar ne yapılıyordu? Erdoğan’a sunuluyordu. Bizim Önderliğe yazdığımız mektuplar Erdoğan’a gidiyordu. Erdoğan mektupları okuyordu. Ondan sonra Hakan Fidan’a veriyordu. Sonra Önderliğe gönderiliyordu mektuplar. Yine o süreçte AKP’ye bağlı Sabah gazetesi gelip röportaj yaptı. Abbas arkadaş da açıkladı. En fazla PKK ile ilişki geliştiren de Erdoğan’dı. AKP hükümetiydi. Evet, bu bir gerçektir. Şimdi bütün o görüşmeleri neden gerçekleştirdiği çok açıktır. Kendisini devlette bir bütün hakim kalacaktı. Hakim olacaktı devlete. Kendi bu soykırımcı, faşist sistemini de, rejimini de kurumsallaştıracaktı. Bütün amacı buydu. Önderlik, “Kürt sorununu araçsallaştırıyorlar” dedi. Gerçekten AKP Kürt sorununu araçsallaştırdı, taktiksel yaklaştı. Ama her biçimde, her düzeyde de o süreçte herkesle de ilişki geliştirdi. Şimdi de Erdoğan ağzını açıyor; Kürtlere küfrediyor, Kürtlere hakaret ediyor, Kürt düşmanlığı yapıyor. Kürt düşmanlığı üzerinden Kürtlere her gün hakaret ediyor, küfrediyor. Millet İttifakı’nı bunun üzerinden vuruyor. Ancak Önder Apo ve Hareketimiz Erdoğan’ın bütün maskelerini düşürdü. Bu faşist iktidarın artık elinde hiçbir rezerv kalmadı: Artık kral çıplak. Tam gerçeği; bu faşist soykırımcı gerçeği ortaya çıktı. Şimdi savaş dışında elinde başka da bir malzeme kalmadı. Bütün seçim politikasını da Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüyor. Dolayısıyla Kürtlere ve Türkiye halkına vadettiği tek şey var o da savaştır, katliamdır. Göz yaşıdır, acıdır, ölümdür. Başka bir şey vadetmiyor.
AKP-MHP rejiminin yıkılması gerekiyor
AKP-MHP’nin listesine bakın; zaten içinde bir sürü katliamcı tetikçi var. Tetikçilerle dolu bir liste. Kürt düşmanlarıyla dolu bir liste. Türkiye’ye vaat ettiği bu. Yani bu açıdan, bu iktidarın 14 Mayıs’ta kesinlikle yıkılması gerekiyor. Bu iktidar Kürt halkına, Türkiye halklarına ölüm dışında, karanlık dışında, savaş dışında, katliam dışında hiçbir şey vaat etmiyor. Yok ediyor. Türkiye’nin geleceğini yok ediyor. Bu iktidarın yıkılması gerekiyor.
Millet İttifakı’nın da demokratik bir projesi, planı, politikası yok ortada. Kendileri seçim beyannamesini ilan etti. Açıklamalar oluyor işte. Herkes konuşuyor, tartışıyor, birçok açıklama yapılıyor. Yani Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye’nin demokratikleşmesini, demokratik cumhuriyetin inşasına dönük güçlü, ciddi bir plan, proje, politika ortada yok. Çok açık ki Türkiye’nin geleceği, Emek ve Özgürlük İttifakı’ndadır. Türkiye’yi demokratikleştirecek, demokratik cumhuriyeti inşa edecek, Kürt sorunun demokratik temelde çözümünü sağlayacak esas güç, temel güç, Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. Yeşil Sol Parti’nin bu seçimdeki başarısıdır. Kesinlikle bu böyledir. O yüzden Yeşil Sol Parti’nin bu seçimden zaferle çıkması gerekiyor. Bu Türkiye’nin demokratikleşmesi, demokratik cumhuriyet inşası açısından, Kürt sorunun demokratik çözümü açısından çok önemlidir. Yeşil Sol Parti’nin çok güçlü bir biçimde nicel olarak da nitel olarak da meclise girmesi gerekiyor. Bunun için halkımızın, Türkiye toplumunun barıştan, demokrasiden, adaletten, eşitlikten, doğayla dost anlayıştan yana olan tüm çevrecilerden, ekolojistlerden, kadın hareketinden, gençlik hareketinden beklentisi budur.
Türkiye’nin gerçekten demokrasisini, barışını isteyen, adaletli, adil bir sistem yaratılmasını isteyen herkesin Emek ve Özgürlük İttifakı’na, Yeşil Sol Parti’ye oy vermesi gerekir. Her kes Yeşil Sol Parti’nin başarısı için, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın başarısı için çalışmalıdır. Bu çok önemlidir. Türkiye’nin geleceği buradadır. Esas güç budur. Demokrasi gücü budur. Türkiye’yi demokratikleştirecek esas güç budur. Bu faşist diktatör Erdoğan’ın yıkılması için de Yeşil Sol Parti’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın adres gösterdiği adaya tüm halkımızın oy vermesi gerekiyor. Bu faşist diktatörün gitmesi gerekiyor. Bu faşist rejimin başındaki kişi, bu faşist diktatördür. Hem bu faşist diktatörü götürmek lazım hem de bu faşist rejimi çökertmek, yıkmak lazım. Bunun için 14 Mayıs’ta Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, Yeşil Sol Parti’nin başarısı çok önemlidir. Yeşil Sol Parti aday listesi oldukça güçlü. Kadın temsiliyeti de çok güçlü. Gençlik temsiliyeti çok güçlü. Hemen hemen her kimlikten temsiliyet var. Türkiye’nin tüm renklerini, tüm farklılıkları içinde barındırıyor, taşıyor, meclise taşıyor. Bunları meclise taşıma iddiasını ortaya koyuyor. Bu çok önemlidir. Bu anlamda son derece demokratik bir liste. Türkiye’nin o renkli, çoğulcu gerçeğini yansıtan bir liste ve bu anlamda da halkımız bu adaylar etrafında kenetlenmelidir. Bu adayların kazanması için seferber olmalıdır. Mutlaka herkes oyunu kullanmalıdır. Herkes sandığa gitmelidir, oyunu Yeşil Sol Parti’den yana kullanmalıdır. Faşist Erdoğan’ı yıkmak için oyunu kullanmalıdır. Demokrasi güçlerinin adayına oyunu vermelidir. Parlamento seçiminde Yeşil Sol Parti’ye oy vermelidir. Türkiye’nin demokrasisi için demokratik, bir gelecek için özgür, eşit, adil, barışçıl bir gelecek için Yeşil Sol Parti’ye bu seçimlerde herkes oy vermelidir. Bunun için seferber olmalıdır. Bu çok önemlidir ve adayların etrafında da herkesi kenetlenmeye çağırıyorum.
Bu seçim sürecinde bazılarının çeşitli beklentileri olabilir. O beklentilere göre bir yaklaşım belki de gelişmemiş olabilir. Bu süreç bunu sorun haline getirmemek gerekir. Gücü olan, etkisi olan herkesin bu sürece seçimlere katılması gerekiyor. Gücünü, enerjisini seferber etmesi gerekiyor. Demokrasinin kazanması için, demokrasi ve özgürlük güçlerinin kazanması için seferber olması gerekiyor. Çalışması gerekiyor. Bu çok önemlidir.
Boykot zayıflık yaratır
Bazı yapıların, siyasi, demokratik, sol, sosyalistlerin Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda böyle boykot gibi bazı tartışmaları yürüttüğünü de duyuyoruz. Bu bize göre doğru değil. Bu seçim öyle bir seçim değildir. Yani her türlü boykot, Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda boykot tutumunu geliştiren kim olursa olsun, ideolojisi, eğilimi, çizgisi ne kadar demokratik sosyalist sol olursa olsun bu tutumu geliştirirse, bu direk ve dolaylı olarak faşist diktatör Erdoğan’a hizmet eder. Bu faşist soykırımcı rejime hizmet eder. Ve buna girişmemek lazım. Çünkü bu oy kaybına yol açar. Oy kaybı faşist rejime hizmet eder. Boykotun demokrasi güçleri açısından bir faydası yoktur. Bunu bilmek lazım. Çünkü bu seçimler gerçekten önemlidir. Kurdistan ve Türkiye halkları açısından en küçük bir hata bile yapmamak lazım. En küçük bir zayıf duruşa bile izin vermemek gerekir.
Yeşil Sol Parti ciddi bir heyecan yarattı. Seçim bürosu açılışları adeta miting niteliğinde geçti. Çok coşkulu, kitlesel geçti. Ciddi bir coşku var, heyecan var, beklenti var. Yeşil Sol Parti’ye dönük bu yoğun ilgi, heyecan aynı zamanda demokrasiye ilgidir. Özgür bir geleceğe ilgidir. Demokratik, özgür, eşit geleceğe ilgidir. Adil yaşama, özgür yaşama ilgidir. Böyle ele almak lazım. Yeşil Sol Parti de bunu ifade ediyor, bunu temsil ediyor. Programıyla, anlayışıyla, siyaset anlayışıyla, yaşam anlayışıyla bunu ifade ediyor. Demokratik, kadın, özgürlükçü, ekolojik bir paradigmayı ve siyaseti temsil ediyor. Bu da çok önemli.
Şu anda korkunç bir ekolojik yıkım var. Kurdistan’da bu soykırım savaşının bir parçası olarak yürüyor. Türkiye’de de talan ve rant politikalarının bir sonucu olarak korkunç bir çevre yıkımı var. Doğa yıkım var, eko yıkım var ve bu anlamda da Yeşil Sol Parti ekolojist örgütler, çevre örgütlerinde de çok ciddi bir heyecan yarattı. Toplumda ciddi bir heyecan yarattı. Gerçekten bu üzerinde yaşadığımız mekan, coğrafya, dünya yok olursa, demokrasi, özgürlük mücadelesinin de bir anlamı kalmaz. Çünkü senin yaşam mekanın yok olduktan sonra, sen o özgür, demokratik yaşamı neyin üzerinden inşa edeceksin? Yaşam bir mekan üzerinden inşa edilir. O anlamda Yeşil Sol Parti çok ciddi bir ilgiyle karşılandı. Bu çok önemlidir. İnanıyoruz ki Emek Özgürlük İttifakı, Yeşil Sol Parti bu seçimin kazananı olacak. Demokrasi ve özgürlük güçleri bu seçimin kazananı olacak. Faşist diktatörlük, bu faşist rejim 14 Mayıs seçimlerinde tarihe gömülecek.
Kadın siyasette demokratikleşmenin öznesidir
Bu faşist iktidar kadınlara yapmadığını bırakmadı. İktidar, devlet sisteminin kendisi zaten kadın karşıtıdır. Anti kadın, anti toplumsal bir sistemdir. Bu bir gerçek. Fakat bu iktidar sürecinde AKP’nin 21 yıllık iktidar sürecinde ve özellikle bu 8 yıllık AKP-MHP faşist iktidarı sürecinde kadına yönelik şiddet. 3-4 kat belki de daha fazla arttı. Kadın katliamları, kadın cinayetleri korkunç düzeyde arttı. Zirve yaptı artık. Aileye, sokağa, iş yerine, medyaya, siyasete; yani yaşamın tüm alanlarına, tüm çalışma alanlarına şiddet bulaştı, şiddet taşındı. Cinsiyetçilik, cinsiyetçi kültür korkunç derinleşti. Bu iktidar cinsiyetçi kültürü, cinsiyetçi anlayışı korkunç derecede besledi. Zaten kadına şiddetin bu kadar artmasının temel nedeni de budur. Her yerde adeta erkek, kadın düşmanı haline getirildi. Böyle kadın düşmanı bir iktidar. Bununla da kalmadı, bütün kadın kurumlarını kapattı. Eşbaşkanlık eşit temsil sistemine saldırdı. Çok sayıda eş başkan şimdi cezaevinde. İstanbul Sözleşmesi’ni feshetti. Şiddete karşı olan yasayı Hüda Par ve yeniden Refah Partisi ile pazarlık konusu yaptı. Büyük ihtimalle taviz verdi. Ulus devlet hukukuna göre hukuksal anlamda kadınlar lehine olan bütün yasaları ortadan kaldırdı, feshetti. Bu düzeyde bir kadın düşmanlığı yaptı. Bu açıdan bu iktidar, kadın düşmanı bir iktidardır. Kadının tüm kazanımlarını ortadan kaldırdı. Bu iktidar kalırsa, bu kadın kırım politikaları derinleşerek devam eder. Gerçekten köle kadına dayalı köle bir toplum, köle bir topluma dayalı da faşist, soykırımcı, diktatöryal bir sistemi kurumsallaştırmak, kadınların tüm varlığıyla yok olması demektir, bitirilmesi demektir. Bu açıdan, kadınların bu seçimde bu faşist iktidara karşı güçlü bir duruş ortaya koyması gerekiyor. Birazcık kadın duyarlılığı olan, kadının özgürlüğünü isteyen, kadın özgürlüğü için mücadele eden, kendi özgürlüğü için mücadele eden hiçbir kadının bu AKP-MHP faşist iktidarına tek bir oy bile vermemesi gerekiyor.
Normalde böyle olması gerekiyor. Bu iktidar kadın katliamcı bir iktidardır. Fakat Yeşil Sol Parti bir kadın partisidir. Programıyla, siyaset anlayışıyla, gösterdiği aday listesiyle bu öyledir. Eşit temsiliyete yakın bir kadın temsiliyeti var. 34 yerden kesin seçilecek kadınlar var. Bu meclise girecekler arasında, kadın özgürlükçülüğü açısından Türkiye’de birinci partidir. İlk sırada yer alıyor kadın temsiliyeti ile, kadın özgürlükçü anlayışıyla. Bu anlamda Yeşil Sol Parti, bir kadın partisidir. Bütün kadınların Yeşil Sol Parti’ye oy vermesi gerekiyor. Yeşil Sol Parti’nin kazanması için, başarısı için seferber olması gerekiyor. Yeşil Sol Parti’nin kazanması demek, kadınların kazanması demektir. Kadınların kazanması, siyasetin demokratikleşmesi demektir. Demokratik siyasetin, demokratik yönetimin giderek Türkiye’de hakim olması demektir ve dolayısıyla Türkiye siyasetinin ve Türkiye toplumunun demokratikleşmesi demektir. Kadın siyasette demokratikleşmenin temel öznesidir. Toplumun demokratikleşmesinde, özgürleşmesinde temel öznedir. Bu açıdan kadınların bu seçimde başarısı Yeşil Sol Parti’nin başarısı, Yeşil Sol Parti’nin başarısı da kesinlikle kadınların başarısı, demokratik siyasetin, demokratik toplumun, demokratik Türkiye yönetiminin, Türkiye demokratikleşmesinin başarısı olacaktır. Bu anlamda çalışmak gerekiyor.
Gençler açısından da benzer bir durum söz konusu. Yeşil Sol Parti gerçekten bir gençlik partisidir. Güçlü bir gençlik temsiliyeti var. Siyaseti de anlayışı da gençler açısından özgür bir geleceği, demokratik bir geleceği vaat ediyor. Bunu gerçekleştirmenin mücadelesini veriyor. AKP-MHP faşist iktidarı gençlere karanlık bir gelecek sunuyor. Millet İttifakı gençlere ciddi bir gelecek sunmuyor. Bu iktidar gençlerin geleceğini de bitirdi, gençliği karanlığa mahkum etti. Bu anlamda da gençlerin Yeşil Sol Parti’nin kazanması için seferber olması lazım. Bu partinin kazanması genç, özgür gelecek açısından, gençlik açısından çok çok önemli olacaktır. Bu açıdan gençleri de seçime güçlü katılmaya Yeşil Sol Parti’ye oy vermeye çağırıyorum. Yine kadınları ve gençleri sandık güvenliğini sağlamada da çok güçlü rol oynamaya çağırıyorum.
Alevi kırımına karşı mücadele
AKP-MHP faşist iktidarı Alevilere çok büyük zulüm yaptı. Zaten bu iktidar Muaviye geleneğinin üstüdür. Günümüzün Muaviye’sidir Erdoğan. AKP de günümüzün Muaviye hareketidir. Şimdi Türkiye halklarına yaşattığı da tam bir Kerbela’dır. Bu bir gerçektir. Alevilere de Kerbela’nın iki katını yaşatıyor. Alevilere korkunç bir zulüm uyguluyor yıllardır. Aleviler büyük bir inanç kıyımına uğruyor. Her yerde çok ciddi bir asimilasyon var. Alevilere dönük inanç asimilasyonu, inanç kırımı var. Bu da Alevilere dönük bir soykırımdır. Birçok yerde zaten katliam var. İşte yakın tarihte gerçekleştirilen Maraş katliamı, Çorum katliamı, Sivas katliamı, Dersîm katliamı. Bu katliamlar bir Kürt katliamı olduğu kadar bir soykırımdır. Dersîm tertelesi, bir Kürt tertelesi, bir Alevi tertelesi, bir soykırımdır aynı zamanda. Bütün Alevi ocakları Dersîm’de bulunuyor. Dersîm, Kürt Alevilerinin ana ocağıdır, merkezidir. Burada büyük bir soykırım yaptı bu faşist Türk devleti. Bu iktidar sürecinde de Alevilere dönük bu soykırım binbir türlü yöntemle sürdürüldü. Bunun başında asimilasyon geliyor. Günümüzde en korkunç, en acımasız, en vahşi soykırım yöntemi asimilasyondur. Kürtlere kültürel soykırım uyguluyor. Alevilere, Alevi toplumuna inanç soykırım uyguluyor, asimilasyon uyguluyor. Yani inanç kırımı uyguluyor. Şimdi Kültür Turizm Bakanlığı bünyesinde bir kürsü oluşturdular. Burada da bütün amaç bu inanç kırımını geliştirmektir. Bunun için yaptılar.
Diğer taraftan da Aleviler göçertiliyor, demografi değiştiriliyor. İşte 6 Şubat Elbistan, Pazarcık merkezli depremde de gördük; çok ciddi bir demografi değişimi var o alanda. Soykırım uyguluyor, göç artıyor. Göçertip çeteleri getirip yerleştiriyor. Demografik yapıyı değiştiriyor, katlediyor. Deprem oldu, iktidar ilk 2-3 gün hiç gitmedi o alanlara. Ölüme terk edildi Aleviler. Katliama terk edildiler. Bilinçli yaptı bunu devlet. Devletin imkanı olmadı, gidemedi falan, bunların hepsi hikayedir. 2-3 gün hiçbir müdahalede bulunmadan, müdahale edenlere müdahale etti. Ölüme terk etti. Bilinçli bir politikaydı.
Bir soykırım politikası uygulanıyor. Aleviler bu seçimde bunun intikamını alacak, hesabını soracak. Bu yüzden Yeşil Sol Parti, Alevilerin partisidir. Emek Özgürlük İttifak ve Yeşil Sol Parti Alevilerin haklarını en güçlü bir biçimde savunan partidir. Çok güçlü bir temsiliyet de var Yeşil Sol Parti’de. Alevi temsiliyeti, kurumsal temsiliyet; yani Alevi kimliği üzerinden de güçlü bir temsiliyet var. Alevi sorununu güçlü bir biçimde Meclis’e de taşıyacaklar.
Türkiye’de Kürt sorununun yanı sıra en büyük tarihsel sorun, Alevi sorunudur. Neredeyse Kürt sorunu kadar, belki de daha eski bir sorundur. Osmanlı sürecinde de on binlerce Alevi katledilmiş, katliamlar yaşamış. Cumhuriyet sürecinde de bu devam etti. Aleviler de Kürtler gibi inkar edildi. İnkar, imha politikası, soykırım politikası Alevilere de uygulandı bugüne kadar. Halen Alevi olan, Aleviyim demekten korkuyor. Oysa, siyaset yapıyor en doğal ve meşru hakkını kullanıyor insanlar. Alevilik üzerinden özel savaş yürütülüyor. Böyle bir zulümle karşı karşıya Aleviler. O yüzden Aleviler bunun hesabını çok güçlü sormalı bu seçimde. Bu hesap sorma yeri ve biçimi nasıl olur? Elbette ki Alevileri en güçlü bir biçimde temsil eden Yeşil Sol Parti’ye oy vermekle olur. Alevilere de böyle bir çağrı yapıyorum. Bütün Aleviler Yeşil Sol Parti’nin başarısı için, zaferi için oylarını Yeşil Sol Parti’ye vermeli. Mutlaka sandıklara gitmeli.
Dersîm Halkına çağrı
Dersîm soykırımı halen devam ediyor. Dersîm Katliamı’ndan, Dersîm Tertelesi’nden, soykırımından sonra beyaz soykırım biçiminde devam etti. Bu faşist rejim sürecinde de Dersîm’de kültürel soykırım ve asimilasyon derinleştirilerek sürdürüldü. Asimilasyon had safhadadır. Bununla birlikte inanç soykırımı da, Alevi inancına dönük inanç kırımı da Dersîm merkezli derinleştirerek sürdürülüyor. İnanç bakımından da Dersîm Kürtlerine, Kürt Alevilerine korkunç bir asimilasyon uygulanıyor. Bu iktidar sürecinde bu çok derinleştirdi. Aynı zamanda coğrafyasına dönük de korkunç bir saldırı var. Dersîm coğrafyası tüm Kürt Alevilerin ana ocağı olduğu için ana merkezidir. Dersîm, 12 Alevi ocağına beşiklik yapıyor. Onun merkezidir. Tüm Alevilerin, Kürt Alevilerinin yüzünü döndüğü yerdir. Kutsal coğrafyadır. Şimdi bu coğrafyayı bu faşist rejim adeta talan etti, büyük bir yıkıma uğrattı. Her yerde maden ocakları açılmış. HES’ler yapılmış. Munzur suyu, Kürt Alevilerin kutsal suyudur. O su üzerine şimdi çok sayıda baraj yapılmış. İklim değiştirilmiş. Tüm doğa etrafındaki canlılar adeta yok edilmiş. O kutsal dağların hepsine şimdi maden ocakları açılmış. Ziyaret yerlerine bir sürü rant projeleri geliştirilmiş. Yani büyük bir yıkım yaşıyor bu kutsal coğrafya. Bu, Dersîm’in kutsallığına, Dersîm’in kültürüne, inancına büyük bir saldırıdır. Varlığına, tarihine, hafızasına büyük bir saldırıdır. Yani aslında bir bütün Dersîm yok edilmeye çalışılıyor. Ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Çok yönlü, çok boyutlu bir yok etme saldırısı var. Bir yıkım saldırısı var. Soykırım saldırısı var.
Buna karşı ben bütün Dersîmlileri, Dersîm’e sahip çıkmaya çağırıyorum. Dersîm’in doğasına, Dersîm’in inancına, Dersîm’in kültürüne, Dersîm’in tarihine sahip çıkmaya çağırıyorum. Dersîm’e sahip çıkmanın yolu da, kesinlikle bu faşist soykırımcı iktidarın yıkılmasından geçiyor. Bu iktidar, bu iktidarın politikaları, saldırı, yıkım geliştiriyor.
O açıdan da ben Dersîm halkını, özellikle bu seçimde Yeşil Sol Parti adayına oy vermeye çağırıyorum. Mutlaka herkes ama herkes sandık başına gitmelidir. Yeşil Sol Parti adayına Dersîm’de oy vermelidir. Dersîm düşmanı, Kürt düşmanı, Alevi düşmanı, kadın düşmanı, gençlik düşmanı bu faşist iktidar kesinlikle bu seçimde kaybetmelidir, yıkılmalıdır. Bu anlamda da Dersîmlilere de çok büyük bir rol düşüyor. Dersîm’i kurtarmak istiyorlarsa yeniden yaratmak, yeniden inşa etmek, var etmek istiyorlarsa o zaman Dersîm’i bu hale getiren, bu zihniyetten, bu anlayıştan, bu politikalardan, bu politikanın temsilcilerinden büyük bir hesap sormalılar, hesaplaşmalılar.
Tabii bu iktidarın yıkılmasıyla da her şey çözülmüyor. Bu çok derin bir zihniyettir. Türk faşist devleti, ulus devlet sistemi zihniyeti inkar imha sistemine dayanıyor, köklüdür. Fakat bu demokrasi cephesinin kazanması, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde çok güçlü bir mücadele cephesini oluşturacak. Bu konuda çok önemli gelişmeler ortaya çıkacak. Türkiye’de yeni dinamikler ortaya çıkacak. Demokrasi zemini gelişecek, güçlenecek. Türkiye’nin demokratikleşmesine dönük, demokratik cumhuriyet inşası, demokratik bir yönetim, demokratik bir sistem çok önemli bir imkan ve mücadele zemini ortaya çıkarmış olacak. Bu açıdan, bu seçimlerde herkes üzerine düşen rolü oynamalıdır. Buna uygun yaklaşmalıdır.