9 Mayıs 2025 Cuma
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 520 / NİSAN 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa ÖNDERLİK

HİÇBİR ŞEY YAPILAMAZ DENİLEN YERDE VARLIK VE ÖZGÜRLÜK SAVAŞINI SÜRDÜRÜYORUM

2. BÖLÜM

YÖNETİMİ TARTIŞMAMIZ, EĞİTİLMEYİ VE EĞİTMEYİ TARTIŞMAKTIR

Partimizin yükselmeyi ve gelişmeyi mümkün kılan, bunun her bakımdan yolunu açan, imkanını ve hazırlığını veren, oldukça donatan yaklaşımı biliniyor. Yine geliştirilen dersler, Parti’nin örgütlenme ve gelişim savaşımını çok çok aşan, bizi yeni toplumun kuruluşuna ve hem de devrimci temelde kuruluşuna götürecek bütün bilgiler ve yöntemleri ihtiva etmektedir. Yeni toplumun kuruluşunda gereken bilgilenme ve bunun devrimci değişikliğe uğratılmasında kullanma yöntemleri, teknikleri oldukça kapsamlı verilmeye çalışılıyor. İşte bu anlamda en üst düzeyde bir eğitim olayı biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Şüphesiz böylesine bir eğitimin esas rolü oynayabilmesi için, sizlerin oldukça birikime sahip olmanızı gerekli kılmaktadır. Yeni bir kuruluşta ve aynı zamanda zafere gitmesi gereken bir devrim süreci içinde bulunuyorsunuz.

Kadromuzun şahsında yeni toplumun tipini biçimlendirmekle mükellef olduğumuz açıktır. Gelecek toplumu şahsında temsil eden militanların yaratılmasından ibaret bir konumda olduğumuz, eğitimimizin temel amacının kadroda bu gelişmeyi sağlamlaştırmak olduğunu bir an bile göz ardı edilmemelidir. Sürekli buna ulaşmakla mükellefsiniz. Yeni toplumun kuruluşunu kendinde temsil etmek demek mevcut tüm bilgileri almak kadar özümsemek, ondan daha da ötesi mücadeleye taşırmaktır. Dikkat edelim, içeriğinin özümsenmesini ve mücadeleye taşırılmasını sağladığınızda, bu anlamda geleceğin toplumunu önemli oranda şahsınızda temsil etmiş olacaksınız. Kendi konumumuza bu temelde yeniden bakalım; acaba gelişme bu düzeye ulaşmış mıdır? Gelecek toplumun her düzeyde size nüfuz etmesi sağlanmış mıdır? Bu çok önemli bir şarttır ve kadro olmanın, önder olmanın temel şartıdır. Mademki yeni bir toplumun kuruluşunda, hem de hayatınızı ortaya koyarak elde silahlı bir düzeyde savaşımı esas alan bir niyetle yola çıkmışsınız, iyi ve güzel bir niyetle ortaya çıkmışsınız; o halde, bunun kuru bir niyetten ibaret kalmaması için, bu çerçevede bir yaklaşım cesaretini, fedakârlığını, yoğun çabasını göstereceksiniz.

Geriye özgürlük tutumunda birleşmek kalıyor. Bu bizde Parti yoldaşlığıdır. Bu bağlar hepinize sonsuz büyüme imkânı vermektedir. Sağlam bir ahlaki konuma ulaşmaktan tutalım çağımızın en güçlü yorumuna ulaşıncaya kadar sizi silahlandırmaktır. Daha dün, kendiniz üzerinde bile bir söz hakkınız olmadığı bir konumda, sizi kendine getirip halkımızın çok üstün bir otorite gücü haline getirebilmektedir. Daha dün nefes alamaz, bir sözcük konuşamaz seviyedeki tipten, gürül gürül akan bir çağlayan gibi kendini konuşturabilmektir. Bütün bu konumlara ulaşmak eldedir ve en tercih edilmesi gerekenlerdir. Bu anlamda sizi güçlendirecek olanı, halkımızın önderi kılacak olanı tercih etmek; sadece en iyi, en doğru, en güzeli tercih etmek değil, aynı zamanda emir olanı, hiçbir gerekçeyle kaçınmamamız gerekeni yapmaktır. Partimizin doğrultusu, emredici konumu bu düzeydedir.

Unutmayalım ki yarın her düzeyde, toplumumuzun en özgür toplumlardan birisi haline gelmesi sağlanacaktır. Bunu sağlayacak olanlar, kuracağımız okullarda yetişecek yeni nesiller olacaktır. Burada bunun temeli atılıyor. Burada temelleri sağlam atarsak, yarının sistemi ve o sistem içinde ortaya çıkan özgür, demokrat, sosyalist insan ortaya çıkacaktır. Çünkü burada demokrasiyle çelişen, sosyalizmle çelişen bir yaklaşım içindeyse, yarının çarpık gelişmesinde suç sahibi olacaktır. Kimler bugünü tam doğru bir çözümlenişe götürmüşse, gelecek nesillerin sağlam gelişmesinde katkı sahibi olmuş sayılacaktır. Hiç kimse PKK ile oynayamayacağı gibi PKK’nin başarısı da engellenemez. Ama yok bu kadar hasta davranış, bu kadar kafa karışıklığı, bu kadar birbirlerini boşa çıkartmanın olduğu yerde de bırak zafer sağlamayı, orda ancak en zavallıca düşmüşlerin, hastaların idare edildiği bir durum ortaya çıkar. Çok radikal bir terbiye kararına varmalısınız. Düşünce ve davranış sisteminizi kesin yine çok radikal bir şekil vermeyi başlangıçtan itibaren kabul etmelisiniz. Ondan sonra öğrenmek için yardım istemelisiniz. Bu iş böyle geçecek. Hiç kimse bunu başka türlü götüremeyecek. Dediğim gibi yasaları var. Biz geliştirdik onları. Okuyacaksınız, özümseyeceksiniz. Gerekirse 7 yaşındaki bir çocuk gibi kendinizi yeniden yeniden büyütme yoluna koyduracaksınız. Bu temelde gelenlere hoş geldin derken gidenlere de güle güle ve her yerde her zaman bu çerçevede başarılı olun. Öyle yaşayın, öyle savaşın ve sonuna kadar başarı sizin olsun.

Yaşamaya ve başarmaya ihtiyacınız var. Bunun sırrını size veriyoruz, bunun derslerini öğretiyoruz. Savaş örgütü olmakta ısrarlıyız. Her ne kadar iyi savaşamadıysanız da savaşmamız gerektiğine dair azminizi koruyabilir ve daha da bileyebilirsiniz. Önemli bir savaşı kişilik boyutunda ve gerekirse topyekün bir halk savaşına taşırmadıkça, bunu göze almadıkça kurtuluşun mümkün olmadığını bilmeliyiz. Bu kişiliğiniz sonuna kadar savaşa açık olsun. Günübirlik savaşçılık değil, ömür boyu savaşçılık, büyük bir ihtirasla, büyük bir kinle ve durdurulamayacak bir iradeyle kendinizi etkili kılmalısınız. Başka tür kişilikle savaş verilemez. Bunu öğretiyoruz. Okulumuza güveniyoruz. Ve savaşçı olacak, ucuz yaşamayacağız, biz bütün bu halkı savaştıracağız.

Eğitim ve eğitilme sorununu tartışıyoruz. Görüyorsunuz yönetimi tartışmamız, eğitilmeyi ve eğitmeyi tartışmaktır. Sık sık değiştirmemiz, hepimizin öğretmen olma ihtimalinden ileri geliyor. Hepimizin ille de öğretmenlik yapmamız, ama aynı zamanda öğrenci olmamızın da gerektiğini ortaya koyuyoruz. Bunlar genel ilkelerdir, faaliyetimizin özü kendimizi daha gelişkin, yaratıcı eğitim ve yönetim ortamına kavuşturmaktır. Eğitimde hem eğitme hem de eğitilme durumu söz konusudur. Birbirinize çok şey verip alıyorsunuz. PKK’deki okul sistemi bir tarafa, öğretmenler bir tarafa, öğrenciler tarzındaki bir biçimle gelişmiyor. Belirli tecrübeler olmakla birlikte, herkes eğitime hem öğretmen hem de öğrenci olarak katılıyor.

Elime “bir fırsat geçse, insanlarla uğraşsam, onları eğitsem, dava için seferber etsem” diye düşünmek herkesin arzusu olabilmelidir. Marks’ın bir sözü vardır; “dünyanın en yüce işi insanlarla uğraşmaktır” der. Hiçbir çalışma insanlarla uğraşmak kadar değerli değildir. Hele bu bir de devrimci eğitimse, bundan daha büyük başka bir çalışmadan bahsedilemez. Onun için herkesin kendini böyle bir çalışmaya vermesi önemli ve biz bu konuda elimizdeki şansları ikinci plana atamayız.

PKK’de yakalanan eğitim şansı sizin için bir ilaçtır. Bütünüyle yaşadığınız hastalıkları giderebilirsiniz. Ustaların sözleri vardır: “Devrimciler zamanında kendilerini eğitebilmeli” derler. Yarını, öbür günü kaybederseniz kendinizi zamanında eğitmediğinizdendir. Bununla yalnız kendinize mi zarar vereceksiniz? Hayır! Ayaklanmaya girişecek halkımızın çok kanlı bir biçimde tasfiye edilmesinde, kendini eğitmeyen “devrimcilik” sorumlu olacaktır. Dolayısıyla hiç olmazsa bundan sonrasına sağlam bir eğitimle karşılamak için, mevcut olanakları en iyi biçimde kullanmanız gerekiyor. Biz eğitimle gelişen bir hareketiz. İdeolojik eğitimin bizde daha grup aşamasında nasıl geliştiğini göz önüne getirin! Yıllarca kafalarımızı kitaplara gömdük. Ulusal sorun gerçeğini nasıl ortaya çıkardık? Bugün bunu dünyaya bile kabul ettiriyoruz. Başlangıçtaki cılız grup çabalarımızı göz önüne getirin! Çok azımızın bu konudaki yoğun ideolojik eğitimi bazı gelişmelere yol açtı.

Bizim için eğitim hayati bir sorundur. Eylemin, örgütlenmenin hızlandırılması ve sınıf dışı etkilerin sınırlandırılması temelde başaracağımız devrimci eğitimle mümkündür. Ve pratik savaşım içinde bu eğitime şiddetle ihtiyaç vardır. Hem ihtiyaç var hem de zorunludur. Bir de uzun süreli eğitimsizliği göz önüne getirirsek, en küçük fırsatları bile bütünüyle eğitime vermemizi bilmek büyük önem taşıyor. Bu sadece devrimci militan faaliyetler için değil, yaygın halk yığınları için de gereklidir. Halkımız eğitilmeden savaştırılamaz. Onun günlük çıkarlarını göz önüne getiren yaratıcı bir eğitim sistemi verilmeden bu halkı savaştıramazsınız. Onun için milyonların eğitimini de göz önüne getiren bir eğitim politikamız olmalıdır. Eylemlerimiz kendiliğinden eğitiyor ama, bu yetmez! Onun anlamını özel eğitim faaliyetleriyle birleştirmek gerekir.

DEVRİM HER ZAMAN GÜZEL BİR BİÇİM İSTER, GÜÇLÜ BİR DİL İSTER

Devrimci dönemler aynı zamanda güçlü hitabet dönemleridir. Hitap bir sanattır; devrim de en ciddi sanat olduğuna göre, devrimin hitabeti çok güçlü ve gelişkin olmak durumundadır. Ve yine denilir ki, devrimin temel sorunu siyasaldır, siyasetse yarı yarıya hitabettir. Bütün güçlü siyasal oluşumlar, devletler ortaya çıktığında, güçlü hitabetler de ortaya çıkar. Ve hatta böyle dönemlerde büyük bir yarış başlar. Bir Roma, bütünüyle hitaptır, yine klasik Yunan çağı büyük hitabet çağıdır. Örneğin bir Kuran’ın dili bile, büyük belagat ve hitabet örneğidir. Ve bu hâlâ devam ediyor. Ayetler nasıl okunur, ezan nasıl okunur, bunlar hep hitabettir. Yine Türk parlamentosu kurulduğunda Atatürk nasıl hitap ediyor? Yani yaşamınızı yakından ilgilendiren her önemli temel siyasal iddia, güçlü bir hitabetle yürütülüyor.

Siz her bakımdan olduğu gibi, hitap açısından da tam bir ahraz, tam konuşamaz veya en bıktırıcı, en kaçırtıcı tarzı sergiliyorsunuz. Konuşamıyorsunuz. Ne Kürtçe, ne Türkçe, ne de Arapçayı hitap dili olarak kullanmak şurada kalsın, normal bir konuşma dili gibi bile konuşamıyorsunuz. Konuşmalarınız, gerçekten gerek örgütlenmede ve gerekse de eğitim ve emir-komutada çok yetersiz. Çok zarar veriyor. Hitabet tarzınız parçalayıcıdır, kaçırtıcıdır. Özü açığa koymaktan uzaktır. Gerçi hitap, bir üsluptur, dışarıya yansıtış biçimidir. Öz olmazsa, birikim olmazsa, isterseniz kuş dilini kullanın, bülbül olun yine de etkili olamazsınız. Güçlü konuşabilmek için muhteva gerekli, inanç gerekli, azim gereklidir. Bunlar olmadıktan sonra nasıl konuşacaksınız? Nasıl hakim bir hitaba sahip olacaksınız? Bu kadar dağınık, sistemsiz kişilikler, birikimsiz kişilikler konuşamaz. Aslında en etkili silahlardan biri hitabet olduğu halde, o silahı sadece, saflarda anlayış yetersizliklerini, karma karışıklığı derinleştirmekte kullanıyorsunuz. Bazılarında Ezop dili var, bazılarında cümleleri yarım bırakma uzmanlığı var. Bazılarında ise ne düşünce verilmek isteniyor belli değil. Anlatmak istediğinin onda birini sığdıramaz bir cümleye.

İçinizi dışa vuruş tarzınız gerçekten yürekler acısı. Ben şimdiye kadar parti toplantısında sağlam, güçlü bir hitaba tanık olmadım. Yani arkadaşların ağzından kelimeleri neredeyse kerpetenle çıkarıyoruz. Açık ki bu büyük bir zayıflıktır. Askerlik dilinde emir-komuta hakim bir hitaplaşma ister. Bu dinlendiren, saygı uyandıran, hatta otoriteyi hissettiren, gerekirse korkutan, gerekirse çok cesaretlendiren bir hitabetle yürütülür. Ama bizimkilere bakın; ölgündür, talimat vermeyi bilemez, terstir, cesaret vermesi gerekirken korkutur, korkutması gerekiyorsa üzer. Hayret bir durum, her konuda olduğu gibi bu konuda da büyük bir yetmezlik sürüp gider. Neden böyle? Kişiliğiniz bu kadar deforme olduktan, bu kadar gerçeklerle bağlantısını kaybettikten sonra, biçimsizlik, temelde de öz yoksunluğu sonucu bu kadar değiştikten sonra tabii güçlü bir hitaba, onun temel komutasına ulaşamazsınız.

Fotoğraflarınıza bile bakıyoruz, gerillanın fotoğrafına bakıyoruz, darmadağınık. Bir tarafında kaşkolü, bir tarafında parkası, bir tarafında yakası bükülmüş, düğmeleri sökülmüş; kısaca sağlam bir duruşu yok. Hatta bunu biçim sanıyor, ne kadar dağınık durursa o kadar sağlam bir biçime sahip olduğunu sanıyor. Rapor yazıyorlar, raporların dili aynen işkence gibi. Bir raporda güzel bir düşünce izleyelim diyeceğine ne kadar karışıklık var ne kadar yürekler acısı durumlar var, onları sıralayıp durmuşlar. Neden? Çünkü kişiliğinde hakimiyet yok, sorumluluk yok. Bütün raporlarda öyle hal ve hareketler sıralanmış. Çoğunun basit bir köylü tarzını yaşadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Veya aydın ukalasıdır, biraz ağzı çok laf yapıyorsa da içerikten yoksun bir lafazandır. Yani böyle ağır bir biçimsizlik bütün birimlerimizde neredeyse egemen haldir.

Fakat unutmayalım ki, bütün önemli politikacılar, devlet adamları, askeri kişilikler hitabeti, biçimi yıllarca öğrenerek, kendilerini etkili kılmayı bizzat kendi kişiliklerinde sağladılar. Çok önemli devletlerin ve önemli devrimlerin, çok önemli hatipleri ve önemli biçimleri vardır. Biz genelde sömürgeciliğin kurbanı olan veya düşürülmüşlüğün en derinini yaşayan bir halkta bunu göremeyiz. Hiç birisi doğru-dürüst konuşabilir mi? Kendi gerçeği yok, kendi gerçeğini kaybetmiş, neyi konuşacak? Yüzü konuşmaya utanır. Halkımız neden bu kadar utangaçtır, niye bu kadar hepsinin yüzü kızarık? Çünkü gerçeği elinden alınmıştır. Gerçeği olmayan neye dayanarak söz söyleyebilir? Güçsüzdür. Hitap için diyalog olmalı, diyalog için güçlü olmalı. Yani sağlam bir gerçeği temsil etmek gerekir. Gerçeklerle bağını bu kadar yitirmişsin, tarihle bağını yitirmişsin, sosyal gerçeklikle ve kültürle yitirmişsin, yine bilimle ve siyasetin kendisiyle bağını yitirmişsin, o zaman bir zavallı gibi ortada kalacaksın. Ve böyle kalanlarda etkili olamaz.

Nasıl sömürgeciliğe karşı savaşım diyorsanız, nasıl her türlü gericiliğe karşı savaşım diyorsanız, bu biçim geriliğini, bu dil geriliğini, bu anlatım geriliğini, bu tarz ve tempo geriliğine de bir son deyip, mücadele edeceksiniz. Bunun başka çaresi yok. Kendinizi böyle yetkinleştiremezseniz bu yaşamı ilerletemezsiniz, sağlıklı bir yaşamınız olmaz. Artık bu konuda kafanızı çalıştırmanız gerekir. “Ben yeterli, yerinde ve gerçekçi davranmak zorundayım. Konuşmak zorundayım, anlaşılır olmak zorundayım” diyeceksiniz. Mecbursunuz buna. Bir de siz milyonlara hitap ediyorsunuz, emirle insanları ölüme götürüyorsunuz.

Biraz anlayışlı olun, tutarlı olun. Böylesine bir sanatı benimsemiş olanlar, kelime hatası bile yapmazlar, tavır yetersizliğine bile düşmezler. “Beni anlayamadı, içimdekini anlatamadım” demek olur mu? Sen kimi kandırıyorsun? Kendinizi düşünün, böyle yönlerinizi bile doğru-dürüst gideremiyorsanız veya ağzınıza bile iki cümleyi doğru-dürüst sığdıramıyorsanız, peki nerede kaldı devrimcilik? Ben mecbur muyum sizin karşınızda böyle yeterliliği zorlamaya? Evet mecburum, çünkü görev başındayım, size bir şeyler verme görevim vardır. Siz halkın karşısına gidiyorsunuz onlarla dalga geçiyorsunuz. Ahbap-çavuşluk hâlâ hepinizin egemen dilidir. Ahbap-çavuşluk, dedikodu dili, gayri-siyasi ve oldukça ilgisiz konuşmalar yaşamınızın yüzde doksanını alır.

Ben bir veya bin kişinin bile karşısında olsam, dilimi temel siyasi gerçeklik dışında kullanmam. Siyasi, askeri, bütünüyle örgütsel konuyu egemen kılarım ve onun etrafında dönerim. Dolayısıyla herkesi de döndertirim. Görev adamı, militan adam, profesyonel adam dediğin böyledir. Ama siz ne yapıyorsunuz? Fırsat bulur bulmaz hemşericilik, ahbap-çavuşluk, işte her türlü askeri ve siyasi değeri fazla olmayan, hayali, fazla amaçla bağlantısı olmayan her türlü düşünce de demeyeyim, davranış da demeyeyim, karışıklığı hem kendinize ve hem de yapıya taşıyıp duruyorsunuz.

“Biz nasıl gelişeceğiz” diyorsunuz, gelişebilmeniz işte bu söylediğim tarzda olur. Yıllardır niye kendinizi sağlam bir dile kavuşturmadınız? Çocuklar bile yedi-sekiz yaşlarından itibaren iyi konuşurlar. Siz yıllardır saflardasınız, sağlam bir askeri biçime kendinizi niye kavuşturamıyorsunuz? Demek ki tembelsiniz, demek ki tutarsızsınız. Ciddi değilsiniz, olmaz bu! Temel siyasi bir kadro olmayı madem görev bellediniz, o zaman onun gereklerini kendiniz de yerine getirmelisiniz. Yıllarca da sürse kendinizi yetiştirmeyi bilecektiniz. Sizin bütün davranışlarınız örgüt olayından uzaktır, ilişkileriniz örgütlülüğü esas almıyor, siyasi derinliği esas almıyor. Duygularınız, tutkularınız siyasi içerikten yoksundur. Aslında niçin yaşadığınızı bile kendiniz de kestiremiyorsunuz. Dolayısıyla irade dağınıklığı var. Tabii bu nedenle askeri işin içine intiharvari giriyorsunuz.

Siyasi yaşayacaksınız, her tarafa siyasi yansıyacaksınız; asker olmak istedin askeri konuşacaksın, askeri yansıyacaksın, hiçbir zaman askeri gerçeklikle, kurallarla bağlantını bitirmeyeceksin. Yapmayın! Siz bütün temel kurallarla bağınızı yitiriyorsunuz, ondan sonra “kayıplar, başıma neler geldi” diyorsunuz. Kendinizi unutuyorsunuz. Senin yaşamın buna yol açmıştır, senin tarzın, üslubun dağıtmıştır. Anlamıyorum, siz devrimciliği başka nasıl anlıyorsunuz? Bu halinizle neyin devrimini yapacaksınız? Sorun kendinize; ben neye hitap ettim, neyi çözüyorum? Bunu yapmazsanız o zaman örgüt içinde ne arıyorsunuz? Sağlam bir biçim; fiziki biçim, ruhi biçim ve onun dile getirilişi, mümkünse onu en çarpıcı kılma bir görevdir. Diliniz yok dersem, bedeniniz yok dersem, doğru değil. Var ama, işletmemişsiniz. Biçimlendirmemişsiniz. Yanlışta ısrar, “böyle doğmuşum, böyle büyümüşüm, ben adam olamam” bu sömürgeciliğin istediği bir şey.  Ama bir militanın herhalde böyle sömürgeci etkileri bedeninde ve dilinde yaşamaya hakkı yoktur. Çekici kişilik, sürükleyici kişilik, dil ve onun temel gerçeklerle bağlantısı olmadan olmaz. Gerçeklerle bağını yitiren bir demagogdur, ne kadar ince de konuşsa o bir gevezedir. Dil ne kadar gerçekleri dillendiriyorsa o kadar büyük rol oynayabilir. Ama kendi içinde de mümkün olduğunda biçim güzelliğini bulacaktır. Etkili olmak istiyorsan bu kaçınılmazdır. Diğer el-kol hareketlerinden tutalım yürüyüş havasına kadar, bakış tarzından tutalım her türlü ilişkileniş biçimine kadar, hep güzellik arayacaksınız. Hiçbir devrimcinin bir diğerini kendi davranışlarıyla, diliyle üzmeye, zorlamaya, çirkinleştirmeye, öfkelendirmeye, çekiştirmeye hakkı yoktur. Her devrimci diliyle kolaylık sağlar, ilişkileriyle yüceltir, güzelleştirir, yaşamı anlamlı kılar.

Devrim her zaman bu anlamda güzel bir biçim ister, güçlü bir dil ister, güçlü bir hava ister. Devrimcinin havası vardır, temposu vardır, göz alıcılığı vardır, ama bütün bunların anlam ifade etmesi için büyük gerçeklerle bağlantısı kurulmalıdır.

SANAT; DAĞILMIŞLIĞA, BOĞULMUŞLUĞA ÇARE OLMAK, NEFES OLMAKTIR

Edebiyat; şiirden romana, anıdan röportaja kadar birçok türü içerir. Edebiyatın kendisi bir yazı yazma sanatıdır. Sanat ise daha geniş alanları kapsamında bulundurur. Fakat insan eyleminde, insanın toplumsal gerçekliğinde sanatın yeri büyüktür. Aslında daha da genelleştirilirse sanat; insani yaratma eylemidir. Çok genel bir tanım olarak insanın yaratma tarzıdır veya sanat, insanın doğa üzerinde ilk çağdan günümüze kadar kendini toplumsal biçimlendirmesidir, düşüncesini oluşturmasıdır. Bunlar için yaptığı her şey sanat kavramına girmektedir. Üretim tekniği de bir sanattır. Düşünme tekniği de bir sanattır. Sanat insan doğuşuyla bu kadar bağlantılıdır.

Sanat tarihi, toplumları çok iyi işler. Siz öyle bir kitapta her şeyi bulabilirsiniz. Bizim için gerekli olan, sanatın daha da ilerici, devrimle ilgili yanıdır. Yani gelişmeye ne kadar köstektir, ne kadar yol açandır? Bunlar önemlidir. Örnek olsun diye söylüyorum. Zamanla iyi dinlediğim Kürtçe türkü, beni ulusal soruna çekmiştir, etkisi hayli belirgin olmuştur. Demek ki burada iyi bir türkü veya türküyü iyi söyleyen biri beni devrime çekmiştir. Bu kadar bir etki gücü var. Duygusu gelişmeyenin anlayışının da fazla gelişemeyeceği açıktır. Yaşamı çok dar ekonomik sınırlar içinde algılayan bir çoban gibi, işi-gücü birkaç keçi gütmek olan birisinden güçlü sanatkâr olması beklenemez, olamaz da. Veya gece-gündüz kan-ter içinde çalışan bir inşaat işçisi, güçlü bir duyguya sahip olamaz. Kendini dar bir üretime mahkûm edenlerden sanatkâr çıkamaz.

Halk olarak kendimizi düşünelim; kendini bu kadar basit yaşamını kurtarmaya veren bir halk güçlü bir sanat edimine sahip olamaz. Olamadı mı da devrimci eyleme, siyasi eyleme ulaşamaz. Neden? Çünkü onun için mühim olan, bir çorbayı, bir parça ekmeği kurtarmaktır. Bunlar yaşam için daha elzem ama, geri kalırsınız.

Ne yapıp edip bu zor durumda bile bir sanatçı çıkaracaksınız. O senin acılı yaşamını dillendirsin, senin bu acılı yaşamının müziğini, resmini yapsın. Toplum o kaba, maddi ve oldukça da altta seyreden acılı durumdan başka türlü kurtulamaz. Sanat burada kabul edilemez bir yaşam koşulundan veya onun darlıklarından sıyrılmak, kurtulmak edimi olarak başlıyor. Sanat; dağılmışlığa, boğulmuşluğa çare olmak, nefes olmaktır.

Bizde çok cılız bir ses vardır. Kürtlük biraz türküde yaşar. Biraz geri insanların ağıtlarında, ezgilerinde yaşar. Diğer bütün alanlarda yok edilmiştir. Demek ki sanat düzeyi, aynı zamanda toplumsal düzeyin bir ifadesidir. Ama yine de bir çağrıdır, bir kimliktir, bir yaşam belirtisidir. Ot gibi yaşayabilirsin ama, bu bir yaşam belirtisi değildir. Mühim olan kendi temel tarihi, doğal toplumsal gerçeğinin ifadesi misin, değil misin ve onunla bağlantın var mı, yok mu? Böyleyse yaşadığını iddia edebilirsin. Hangi tarihte, hangi temel toplumsal gerçeklikle bağlantın var, onu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Ot gibi yaşıyor ama, “ben de Kürdüm” veya “ben de Türküm” diyor. Bunun hiçbir anlamı yok. Kimlik böyle gösterilmez. Kimlikli olmak demek, gerçeğin temel değerlerine bağlı kalmayı bilmek demektir. İdeolojik gerçeklik, siyasal gerçeklik, sosyal gerçeklik, devrimsel gerçeklik bir kimlik olabilir. Bütün bunlar için demek ki sanat; “kendi kimliğini bul, gerçeklerle bağlantını kur” çağrısıdır. Aksi halde olan sanat değil, demagojidir, yine bir yaranmadır, sanat adına gericiliktir, saptırmadır.

Sanatın toplumda, daha çok da bireyin yaşamında canlandırma, ruh verme özelliği de vardır. Ekonomik olarak yaşayabilirsin ama, ruhtan yoksun yaşayamazsın. Buna otsu yaşam denir. Hatta ideolojik olarak bile sanatın işlevini koyarsak; bir insan kendini ne kadar sanata verirse o kadar ömrünü uzatır ve kendini biraz tatmin eder. Siyasetin, hatta bilimin bile sanatla ilgisi vardır. Ve onlar için de bu böyledir. Bunlara ne kadar kendini verirsen o kadar etkili ve başarılı olursun. Yani sanat yaratıcı ruh demektir. Espridir ve gereklidir. Toplumları sanattan kopardın mı, ruhtan ve kimlikten kopardın demektir. Gerisi bir moloz yığınıdır.

EDEBİYAT YAŞAMIN GÜZELLEŞTİRİLMESİDİR, YAŞAMIN ESPRİSİDİR, RUHUDUR, ZENGİNLİĞİDİR

Edebiyat başta olmak üzere sanatla bağını kurmadan, hatta sanatçı özeniyle donatmadan ideolojik ve siyasi hareketleri yürütmek büyük eksiklik taşır. Hatta bu hareketler hastalıklı olur. Hâkikat sadece ideolojik ve bilimsel yöntemle açıklanamaz; açıklansa da eksik kalır. Bu tür bir açıklama bir modernite saplantısı olarak anlaşılmalıdır. İleriki bölümlerde daha da açıklayacağım gibi, modernitenin kişiliği tek boyuta indirgeyen (ekonomist, siyasetçi, ideolog, akademisyen, asker, işçi, bilim insanı, aydın vs.) yaklaşımı aşılmadan, kapitalist moderniteye karşı tutarlı ve bütünlüklü, dolayısıyla başarılı bir mücadele geliştirilemez. Devrimci çıkışların, kişiliklerin ve örgütlerin donanımları bütünlüklü olmadıkça, tarihsel-toplumsal kültürle, bu kültürü temsil eden şimdiki halleriyle ilişkilenme ve bu hallerle donanma sağlanmadıkça, liberal yaşamın tuzağına düşmek kaçınılmazdır. Kapitalist modernite liberal yaşamın içerdiği ideolojik ve teorik silahlarla rakibini düşürmektedir. Liberal birey veya yaşamın çok doğal ve özgür birey ve yaşam olduğu sanılır. Hâlbuki bu tür bir yaşam en katı dinlerden daha dogmatik ve tek boyutlu yaşamdır. Eğer PKK çıkışı benzer reel sosyalist örneklerin yaşadığı savrulma ve tasfiyeyi tam yaşamamışsa, tasfiye edilememişse, bunun temel nedeni toplumsal hâkikate bütünlüklü olarak bağlı kalması ve yenilik içeren teorik ve pratik adımlarını aynı bütünlükle birleştirebilmesidir. Sonuçta bu tarz çıkış ve yürüyüş, kapitalist modernite unsurlarına karşı alternatifi olan demokratik modernite unsurlarının gelişmesine yol açtı. Devrimci çıkışları sadece fiziki güce veya herhangi tekil bir boyuta indirgemek er ya da geç yaşamın bütünselliği tarafından aşılacaktır. Çağdışı uygarlığın ve kapitalist modernite unsurlarının ezici güç dengesizliği karşısında özgür ruh ve bilinç mücadelesi kayalıklarda kök salarcasına çiçeklenmiş ve meyvesini vermiştir.

Daha özgün edebiyatın rolü üzerinde duracak olursak; bu konuda sömürgeciliğin büyük bir katliamı gerçekleştirdiği bilinmektedir. Yani edebiyat alanında sömürgeci etkiler çok yoğundur. Edebi alanda da değerler sömürülmektedir. Hatta Kürdistan’daki edebiyat için kullanılabilecek her türlü malzeme sömürgeci süzgeçten geçirilmiş ve bir karşı silah şeklinde kullanılmaktadır. Yine bir Türk edebiyatı araştırılacak olursa, onun oluşumunda da yoğun bir malzeme olarak kullanılma durumumuz vardır. Bu durum müzikte de öyledir. Özellikle edebiyatın temel taşları olan şiir ve romanda kullanılanlar kesinlikle hepsi Kürt malzemesidir. Fakat Türk biçimlidir, üzerine Türk damgası vurulmuştur bu neden böyledir?

Aslında Kürt gerçeği, devrim edebiyatına yatkın bir gerçekliktir. Eğer devrimin edebiyatı oluşursa bu, sömürgeciliğe karşı büyük bir kuvvet haline gelecektir. Sömürgecilik bunu önlemek için Kürt değerlerini –ki bunlar kesin devrime ihtiyaç gösteren bir toplumsal gerçekliktir- alıp aşındırıyor. Bunun için bazılarını teşvik ediyor, bazılarını korkutup zindana atıyor, bazılarına olanak sunuluyor, sonuçta da kendine bağlıyor. Bu ise, Kürt değerlerine karşı hor bakmayı getiriyor. Teşvik vererek daha da kokuşturuyor. Sonuç; böyle asimile edilmiş kocaman bir edebiyat kitlesi, sömürgeci ordu gibi kendi ulusal değerlerine karşı savaştırılıyor.

Şimdi şu çok açık; neredeyse ağırlıklı olarak bütün türküler Kürt gerçeğine dayanır ama, şu anda Kürt olayına karşı tam bir kontra gibi savaştırılıyor. Belli başlı türkücüleri, artistleri göz önüne getirelim, durum daha iyi anlaşılır. Bu, Amerika’da da böyledir. Birçok ülkede asimile edilenler, sömürülenler içinde azınlıktadırlar. Kendi halklarının dertlerini, sorunlarını işleyeceğine onların gerçeklerine karşı kullanılan bir saldırı durumu haline getirilirler. Ve bu Kürdistan gerçeğinde de çok somut olarak yaratılmıştır. Düşman bir yandan askeri ordusu, polisi, jandarmasıyla savaşırken, bir yandan da edebiyat kontralarıyla alanı bombalamaktadır. Bu gerçekten acıdır. Kendi halkının içinden çıkmalarına rağmen ve hatta halkçı geçinmelerine rağmen çok ağır bir kimlik bozuşmasına yol açtırmak, cinayetten daha tehlikelidir. Halkımızı yaralamaları, manevi yönden ölüme götürmeleri hiç de küçümsenecek bir tehlike değildir. Burada söz konusu olan; Kürtçe konuşmama, Kürtçe edebiyat yapmamaktan da öteye, özden bir yitirilmişliktir. İnsanın ruhunu köleleştirdin mi, insanın kimliğini buruşturdun mu aslında ona en büyük darbeyi indirmişsin demektir.

Sanat silahıyla vurulan bir halk, ülke, tarih gerçekliğini sanat adı altındaki katliamı ortaya çıkarmak çok önemlidir. Bir toplumun ruhunun, dilinin kesilmesinin sonuçlarını iyi göstermek çok önemli bir edebiyat görevidir. Bunu ortaya koymak için bir devrimci bile olmaya gerek yoktur. Yani gerek vardır da “illa ben bir örgüte bağlı olmadan edebiyat yapmak istiyorum” diyenlere söylüyoruz; eğer bu anlamda gerçekten partisiz, örgütsüz bir edebiyatçı olarak kalmak istiyorlarsa; onların öncelikle ruh katliamı, duygu katliamı, kimlik katliamı, tarih katliamını ortaya koymaları gerekir. Böyle büyük bir gerçekliği bir-iki kelimeye sığınıp örtbas ederek değil, bütün yönleriyle koymak ancak o kişiyi dürüst bir edebiyatçı olmaya götürebilir.

Şimdi bu konuda öz edebiyatçı var mı desek, maalesef yok. Gerçek bir katliamı irdeleyen ve halklar üzerinde –Türk halkı da dahil- yaratılan tahribatı gösteren ne bir Türkiyeli ne de bir Kürdistanlı edebiyatçı var. Zaten kendine Kürdistan edebiyatçısı diyen bir kişi de bulamazsın. Türk edebiyatçılarının da büyük bir kısmı bozmadır, bozuntudur, şuradan-buradan derlemedir. Ve işleri-güçleri resmi ideolojiyi sanat biçimleriyle yutturmaktan ibarettir.

Bir Kürdistanlı edebiyatçıdan bahsetmek mümkün müdür? Hali hazırda böyle edebiyatçılar bile yok. Belki ilgi duymak, anlamak isteyenler vardır. Bunlar büyük sanat ve edebiyat edepsizidirler. İyi bir edebiyatçı kılmak için, önce bunları edepli kılmak gerekiyor. Nasıl edepli kılacaksın? Onlara tarih gerçekliğini çok iyi göstereceksin, bir halkın yaşam gerçekliğini, bir halkın kimlik gerçeğini, giderek savaşım gerçeğini kabul ettireceksin ki, biraz terbiyeleşsinler. Terbiye ancak böyle olabilir. Ancak beyni bu değerlerle yoğunlaşırsa, ruhu biraz canlanırsa terbiyesini bulur. Ondan sonra belki bazı gerçekler üzerine yönelebilir. Ondan sonra onun bazı edebiyatçı özelliklerini ortaya çıkarmasından söz edilebilir.

Kürdistan somutu söz konusu olduğunda daha da bir hiçleşme var. Bunun aşılabilmesi için ne gerekiyor? İşte biz, onun da çözüm dili devrimdir dedik. İyi bir devrimci gelişmeye yol açmadan, kimliksizliği, sinmişliği, ruhsuzluğu devrimle kırmadan edepli insan yetiştirmek mümkün değildir. Edepsizlerle edebiyatçı yetiştirmek mümkün değil. Dolayısıyla edebiyatın da gelişmesinin temel bir çaresi olarak, bizim bütünüyle devrimci yöntemi esas almamız doğruydu. Devrim; öncelikle boğulmuş insanı, kimliği elinden alınmış insanı, dili elinden alınmış insanı, ruhu çıkmış insanı, neredeyse canı da elinden alınmış insanı kazanmayı amaçlıyor. Savaşan insan kazanılmış insandır. Savaşan insanda çaba da vardır ve “yaşamak istiyorum” der. O zaman işte yaşamın nasılı, yaşamın anlamlısı, kabul edilebiliri akla gelir. O da edebiyata götürür. Dolayısıyla önce devrimle insanı kazanmak, onun canlanışını sağlamak ve giderek daha güçlü bir edebiyat zemini yaratmak doğrudur.

Edebiyat yaşamın güzelleştirilmesidir, yaşamın esprisidir, ruhudur, zenginliğidir. Onun da ancak devrimle elde edildiğini çok iyi görüyoruz.

Biz müziği biraz canlandırdık. Hatta resmi inkâr duvarını yıktık. Kürtçe müzik biraz alan buldu. Bu ilk adımdır. Yine Kürtçe yazılar yasağı delindi. Bazı yazı yazmalar oluyor. Müzik, resim, heykel için ilgi alanları yaratılmış, zemin sunulmuştur.

Fakat alan kendi terbiyecilerinden o kadar yoksun ki, bu konuda o kadar inkarcılık var ki, ilgi duyan çok az veya hiç yok. Duysa da beceremez. Neden? Çünkü terbiyesi yok. Dedim ya, bu iş tarihi bilinç ister, yürek ister, yüreğin olması için de toplumsal boyutlanışı görmesi lazım. Toplumun acısını, toplumun kırımını, imhasını görmesi, dirilişini görmesi lazım.

Bu ara Kürt tipi üzerine yoğunlaştık. Yoğunlaşmamızın oldukça siyasi nedenlerden kaynaklandığı, Kürt tipinin aslında bir kördüğüm olduğu askeri görevlere doğru yol aldığımızda, siyasal ve örgütsel olmaya çalıştığımızda ortaya çıktı. Baktık ki, elimizdeki kişilikler bela. Sizler bir belasınız. Bunlar neden böyle diye sorduk ve burada biraz çözümlemeyi geliştirelim dedik. Siyasi sınırları aşarak sosyoloji alanına, psikoloji alanına, edebiyat alanına girdik. Çünkü, var olan problem kördüğüm! Çünkü çaresiz, dilsiz, yüreksiz, duygusuz insanlar. Yoldaşını katlediyor, “devrim yaptım” diyor. Bir sigara için, bir çorba için birimi imhaya yatırıyor, “komutanlık yaptım” diyor. Bir ahbap-çavuşluk için kendini imha ettiriyor, “kendimi kanıtladım” diyor. Bastırıyor, bütün parti değerlerini harcıyor, “kişiliğimi kanıtladım” veya “intikamımı aldım” diyor. Suçsuzu vuruyor, sağı-solu dağıtıyor, “en büyük eylemi yaptım” diyor. Bütün bunlar kişilik sapmalarıdır. Büyük bir kişilik bozulması ile karşı karşıyayız. Bir kördüğüm, suç yumağı olduğu ortaya çıkıyor. Nasıl böyle bir suç yumağı haline gelinmiş? Çözümlemelerde bunun üzerinde yoğunca durduk. Bu kadar suç teşkil ettiğinizi ben bile fark etmiyordum. Ama en son ortaya koyduk, gerçekten deli toplumu. Parti içinde de önemli bir kesim suç yumağı. Zaten suçlar ortaya çıktı. En ağır suçlar; örgüt suçları, askeri suçlar, siyasi suçlar görüldü. Ve dehşetle karşıladım bunları. Bu durum neyle aşılabilir? Şimdi assak, zaten düşmanın yüzyıllardan beri istediği de bu. Birbirleriyle kapıştırsak, zaten düşman bin defa bölmüş, parçalamış ve bir de bizim elimizle bölmek ve parçalamak istiyor. Eski hikâyenin tekrarı oluyor. Bu suçluluk durumunu kabul etsek, o zaman örgütü bitirir, tasfiye ederiz. Zaten müthiş tasfiyeciler çıkıyor. Doğru yolu bulmaya çalışırsak, bu da güç, yetenek, sabır ve çözüm gücü istiyor. İşte edebiyat burada kendi temel işlevini ortaya koyuyor.

Dikkat edilirse yaptığımız çözümlemeler siyasi bir tahlilden ziyade, önemli oranda romana yaklaşıyor. Roman yanı ağır basan değerlendirmelerdir. Neredeyse ulusal tip çözümlendi. Çözümlemeler temel tipleri az-çok ortaya çıkardı. Romanın da en temel işlevi; tipleri yaratma, ortaya çıkarmadır. Toplumsal tipleri yaratmaya çalışır veya toplumdaki tipleri analiz eder, ayrıştırır, soyutlar. Bizim yaptığımız da önemli oranda bu. Ama biz bunu edebiyat yapmak için yapmadık, devrimci tıkanıklığı, kişilik bunalımını, hastalıklarını aştırmak için görev bildik. Bir de kendini tanınmaz hale getirmiş, demagojik, bazen hiç konuşmayan, bazen çok konuşan büyük yalancılar ortaya çıktı. Ve her gün bir sürü yalancı var. Rapor-talimat yalanlardan ibarettir, toplantılar yalanlardan ibarettir, siyasi gerçekleri alt-üst ediyor, askeri gerçekleri yerle bir ediyor, ama yine de “varım” diyor. Peki nedir bu? Ucube! Bunu izah etmek gerekir. Peki nasıl izah edeceksin?

Şu anda öyle tahmin ediyorum ki, eğer çok güçlü bir edebiyat faaliyeti gelişecekse bu çözümlemelere bağlı olarak gelişir. Temelini orada attık. Gerçekten tarihle bağlantısı, temel toplumsal gerçeklikle bağlantısı, yine gerçek amaçla bağlantısı, yücelikle bağlantısı, kurtuluşla bağlantısı tam anlamıyla konulmuştur. Sağlam tip çürük tip, çirkin tip güzel tip, hain tip kurtuluşçu tip, hasta ve bunalımlı tip çözüm olabilen tip, bunların hepsi az-çok konuldu. Yani bu tiplerin bazı temel özellikleri, yurtseverlik özellikleri, siyasileşme ve örgüt olma özellikleri, güç sahibi olma özelliği gösterildi. Düşmanın hizmetindeki özellikleri gösterildi. Birçok temel gerçeklikle bağını kopardığı için nasıl lümpenleşmiş, serserileşmiş; bunu gösterdik. Yani bir yerde serseri tipin, kaçan tipin, delinin izahını yaptık. Bütün bunlar ne anlama geliyor? Edebiyatın yapıldığını gösteriyor. Kürt edebiyatı dediğin olay biraz da böyle gelişir anlamına geliyor. Yani daha önce yapılan edebiyat mıdır? Ağrı katliamını, Dersim katliamını konu alan bazı romanlar TC ideolojisine göre yazılmış. Bu durum özünde katliamın övgüsüdür. Her gün televizyonda, sinemada Kürt tipini en aşağılık bir biçimde ve hem de dalga geçerek yansıtıyorlar. Bu, sömürgeciliğin horlamasıdır. Ve Kürt dedin mi, bozuk Türkçe konuşan, çaresiz, dalga geçilecek, alay edilecek, kullanılacak adam akla gelir. Edebiyatta da bu böyle olmuştur, sinemada da. Özellikle televizyonda böyle işlenmiştir. Edebiyatta muazzam bir kendinden utanma, toplumsal gerçeğinden vazgeçme işlevi yüklenmiştir. Devrimci edebiyatı yapan bütün bunları göğüsler. Doğrusunu ortaya koyma savaşımını verir. Biz bunların temellerini atıyoruz. Aslında en can alıcı edebiyat bu alt-üst oluşu dile getirmektir. Ölü ruhlarla canlanan ruhları veya ruhun bizzat dirilişini yaratmak gerekir, işlemek gerekir. Çünkü bizde ayakları üzerinde dolaşanların büyük bir kısmının ölü canlar olduğu açıkça söylenebilir.

Candan bahsedemezsiniz ki. Birçok özelliğinizle ölümü temsil ediyorsunuz. İlgisiz, soğuk, itici, çürütücü yanlarınız ölü yanlarınızdır ve yaygındır. Şahadetlerde canlanmayı görmek, ağır işkencelerde direnmeyi görmek, yaşadığını sanırken ne kadar ölü olduğunu görmek, kısaca yaşamda çok farklılığın geliştiğini görmek yaygındır. Yaşam heyecanı gelişiyor. Bütün bunlar edebiyatla müthiş dile getirilebilir. En çarpıcı edebiyat bu alt-üst oluş dönemlerinde neyin ölmesi gerektiğini, neyin dirilmesi ve yaşatılması gerektiğini göstermektir. Edebiyatın baş görevi budur.

Kültür üzerinde baskı olmasa edebiyat daha farklı gelişir. Ve sosyal gelişme açık bırakılsa, örneğin bir Amerikan sömürgeciliğinin sömürgesi olsaydık sosyal yan, kültürel yan serbest bırakılırdı, hatta gelişmeye uğratılırdı, kültürel ve edebi gelişme daha farklı yaşanırdı. TC sömürgeciliğinin sosyal gelişmeyi serbest bırakması mümkün değil. Hatta dil ve kültür katliamı söz konusu dolayısıyla sanata, sosyal geleneğin ayakta kalmasına, müziğe imkan yok. Bugün İsrail’de Güney-Afrika ırkçılığında bile bu tür baskı yok. Oralarda Araplar, siyahlar güçlü bir müziğe, güçlü bir edebiyata sahiptir. Çünkü yasaklama yok, kendi sosyal gerçekliklerini yaşarlar. Çünkü onların üzerindeki baskının sınırı, onların bir çok alandaki gelişmelerine karışmaz, tersine fırsat sağlayabilir. Bizde ise bunların hiçbiri yok. Bu farkı biraz iyi görmek gerekir. Dolayısıyla gelişme bizde toptan olacaktır. Yani bizde her gelişen kişi biraz siyasi olacak, biraz askeri olacak, biraz edebiyatçı olacak, biraz hukukçu olacak, yani komple bir insan olacak. Toptan kaybedilmiş, toptan kazanılacaktır. Kazanımlar toptan olmak zorundadır. Sömürgeci gerçeklik bunu zorluyor. Bu açıdan kişinin kalkıp “ben askerim siyasetten anlamam veya siyasiyim sosyal yaşamdan anlamam” demesi kendini aldatmadır, sömürgeci gerçekliği görmemedir.

Elbette bu ayrışma olmayacağı anlamına gelmez. Hayır, askeri alan, cephe bölümü, sosyal faaliyetler ayrı kollar halinde gelişir. Ama bağlar çok sıkıdır. Birbirini etkileme, birbirini büyütme olacaktır. Her alan için parti örgütü koyamazsın, ancak özgünlük temelinde birbirlerini güçlendirmeden bahsediyoruz. Edebiyat askerliğe, askerlik edebiyata aykırı değildir. Tam tersine birbirinin önünü açar. Devrim iyi bir edebiyatçı olmanın önünde engel değildir, bilakis iyi bir edebiyatçı olmanın yolunu açar. Böyle karşıtlık temelinde değil, muazzam birbirini geliştirme temelinde görülmelidir. Bundan rahatsız oluyorsan o zaman sen sömürgeci etki altındasın.

Bunu niye söylüyorum? Çünkü, yazarlar, edebiyatçılar bunu yapıyorlar. Edebiyatta böyle küçük şeyler yoktur, küçük aileler yoktur. Büyük edebiyatlarda halk vardır, büyük ruh vardır, büyük savaş vardır. Benden ülke isteyeceksin. Zaten bunlar böyle olursa aile iyi olur, ev iyi olur, mülk iyi olur, yani herkes için yaşam oluşur. Ahlak bizden bunları istiyor, edebiyat böyle istiyor. Size bakıyorum, sanatçılarımıza bakıyorum, hepsi beni yoldan çıkarmak istiyor. Küçük ucuz yaşamlarıyla beni kandırmak istiyorlar. Hepinize sesleniyorum; vicdan yoluna, birlik yoluna gelin. Düşmanın, “kendilerinden başkasına değer vermiyorlar, şöyle teröristtirler” dediği gibi benim üzerimde duruyorlar. Bunlar kara yüzlüdür. Onlara ülkeyi kazandırdık, yaşamı kazandırdık, ama kör gibi bakıyorlar.

Ne yaptık? Bu savaş, bu azap, bu direnişler –PKK’nin çıkışından bugüne kadar- ne içindi, nedendi? Bu kadar şehit kanı, kendini yakanlar ne içindi? Bunu unutmamalıyız.

Fransız tarihinde Jan Dark adında bir kız vardı. İngilizlere karşı direnmiş, Fransız halkı için çok çalışmış. Şimdiye kadar hâlâ büyük bir direnişçi olarak anılır. Fransa’nın ruhudur, direnişin, bağımsızlığın, özgürlüğün ruhudur. Ve Fransa bu temel üzerinde büyüyor.

Bizim bir değil, iki değil, üç değil, kendini sadece yakma değil, teslim olmamak için yüzlercesi bombayı kendilerinde patlatmış, kendilerini uçurumlardan atmışlardır. Bu büyük direnişleri tanımayan biri; “çalışıyorum, yürekliyim, Kürtlüğün, Kürdistan’ın sahibiyim” derse, o büyük bir sahtekârdır. Siyaset adına, edebiyat adına, tarih adına, savaş adına ne iş yaparsa yapsın, bu direnişlerden bir şey anlamazsa, bunların üzerine düşünmezse, bu yaşamı ve siyaseti birleştirmezse, savaşı, ruhu birleştirmezse, yaptığı, ihanetten daha kötü olur. Bazı şeyleri çok tekrarlıyorum, fakat böyle isteniyor. Bir ülke için kendini yakanlar, teslim olmamak için kendinde bombayı patlatanlar unutulmaz. “Bunların üzerine düşünmem, yazmam” diyemezsin. Böyle düşünenlere değer vermem. Böyle yaparsan; bitiksin, sahtekârsın, yüreksizsin, imansızsın, bilinçsizsin, ruhsuzsun. Böyle olursan yurtsever de olamazsın. Büyük değerlerin sahibi olamazsın. Siyaset sahibi, büyük ruh sahibi, önder kişilik sahibi olamazsın.

Bunun dışında neler oluyor? Bu kanlar, bu savaş ne içindi? Adıma konuşayım; içimde yeşerttiğim nedir? Bir halkın karşısında ne olduğum ispatlıdır. Edebiyat ruhu yaratmadır. Edep, ruhun yaratılmasıdır. Güç ister, yürek ister, büyük düşünce ister. Yüreksiz olanlar ve kara yürekli olanlar bu savaşı aydınlatıp, yüreklendiremezler, savaştıramazlar.

Kültürde belki fazla silahlar yoktur, ama kesinlikle o da bir savaştır. Kaldı ki kültürde şu ilkeyi kabul etmeliyiz; bizi savaşa bağlamayan hiçbir kültür değerimiz olamaz. Savaşa çağrı olamayan sanatçıyı, gerektiğinde cephenin en ön saflarında savaşıma götürmeyen sanatçılığı, kof bir sanatçılık olarak görmeliyiz. Bu bir ilkedir. Büyük sanatçı köle uluslarda özgürlük ateşini yakabilen ve gerektiğinde bu ateşte yanabilen kişidir. Kendimizi aldatmayalım. Sanatçı kendi kendini bireysel tutkular içinde tüketen biri olabilir mi? Bu akla uygun olabilir mi? Bu kişi devrimci sanatı geliştirebilir mi? Kendini düşünen, kendini savaştan çıkaran bir kişi, savaşa yüreğini kapatır. Savaş; bütün çelişkilerin çözüm aracıdır. Savaş; büyük özgürlük tutkularını gerçekleştirme aracıdır. İnsan buna yüreğini kapatırsa, özgürlüğe nasıl ulaşır? Özgürlüğe çağırmayan bir sanat, nasıl devrimci bir sanat olabilir?

Bizde bazıları bunu böyle ele almak istediler. Kendilerini devrimci savaşıma kapatarak kültürü bu konuda gerici ve giderek oportünist bir araç haline getirmelerinden dolayı bu alanda neler yaşandığı iyi biliniyor. Örgütsüzlük, yozluk ve bireycilik yaşandı. Sonuçta Parti bunlara müdahale etmeseydi, yozlaşıp gideceklerdi. Bazılarının örneği açıktır. Eğer kişiliğini ulusal kurtuluşa verseydi ve gelip dağa çıkabilseydi, gerçekten bir ulusal kahraman olabilirdi. Ama bunun yerine neyi tercih etti? Düğün derneği, içki sofralarında oynamayı tercih etti. Sonuçta; zillet, düşkünlük! Eğer biz sanatla oynamak istemiyorsak, sanatın rolünün çok kötü bir karikatürünü çizmek istemiyorsak, en az silahlı savaşımı verenler kadar, sanatçının da bir savaşçı olduğunu unutmamız gerekiyor. Kesinlikle tanım böyledir. Bütün dünyanın saygıdeğer sanatçı kişilikleri, uluslarının derin özlemlerine ve özgürlük savaşımlarına yürekleriyle, bunu bir kutsal tutku düzeyine getirerek yaklaştıklarında ortaya çıkarlar. Bu ilkeyi uygulamalıyız. Biz bu ilkeyi devrimci sanat faaliyetlerinde uygulatmak istiyoruz. Elbette bu da gerilla kadar gelişim ister. Biz nasıl gerillanın inşası geliştirilmesi, sevk ve yönetimi büyük olmalı zorundadır diyorsak, sanat birliği de bir savaş birliğidir. Onun da inşası, geliştirilmesi, sevk ve idaresi bir savaşçılığı gerektirir. Kendine özgü bir savaşçılıktır bu. Savaşçı ve sanatçı kişi köşesine çekilip rahata ulaşamaz. Bütün devrimci sanatçı kişilikleri inceleyin, yaşantıları ıstırap içindedir, ateş içindedir. Öyle olmazsa yaratıcılık gelişmez, arayış gelişmez.

O halde, tercihi doğru yapmak gerekiyor. Sanatçılığın da bir savaşçılık meselesi olduğunu bilmek gerekiyor. Kan ter içinde çalışarak sonuç alınabileceğini bilmek gerekir. Sanatçının sazıyla, savaşçının silahı ve namlusu arasında çok az fark vardır. İkisi de devrimi çağrıştırır, düşmana ateş kusar. Bu bağı da iyi anlamak gerekiyor. Türkülerimiz aynı silah sesleri gibidir. Yani, halkı uyandırır ve savaşı çağrıştırır. Oyunlarımız adeta gerillanın hareket tarzıdır. Böyle değerlendirmek gerekir. Bu aşamada rolü budur. Eğer incelenir ve araştırılırsa, halk sanatımızın özünde bu yatar. Kendi hareketli, direnişçi ve savaşçı özelliği vardır. İnceleyin, araştırın bunu bulursunuz. Sanatı modernleştirmek isteyenler, çağdaş halk savaşımlarına dönüştürmek isteyenler, özünü ancak bu şekilde tespit ederek ve gelişimi başararak, sanatı da ilerletebilirler. Bunu dışında, başka türlü olması mümkün değildir.

BASIN YAYIN ÇALIŞMALARINDA İDEOLOJİK YAKLAŞIMDAKİ İLKELER TUTUMUNU YAKALAMAK, HERKES İÇİN ELZEMDİR

Günlük haberlerden tutalım, süreçleri değerlendirmeye kadar, tarihi ele almaktan tutalım günlük politikaları değerlendirmeye kadar sürekli alternatif olanı ortaya koyacaksın. Oradan kırpayım, buradan kırpayım demekle alternatif olamayız. Kaldı ki bizim ideolojik-politik bagajımız çok zengindir, istediğini alabilirsin. Tarihe nasıl bakılır? Günlük politik gelişmeye nasıl bakılır? Bunlar hareketin ideolojik tarafında ve politik çizgisinde çok iyi dile getirilmiştir. Bunları anlayacaksın ve uygulayacaksın. Çok açık temel ideolojik-politik çizgiden bağını koparmış birisi, gazetenin ciddi bir yönetim birimini oluşturamaz, hatta orada yer bile alamaz.

Günlük olaylar var, iyi haberler yapılabilir, ama bakıyoruz haberler çok az yansıyor. Yansıyor da düzen gazetelerinin sınırları dahilinde yansıyor. Bir defa bizim haberler ne atlatılabilir ve ne de çok önemli bir haber önemsiz verilebilir. Bu ikisi de henüz doğru yere oturtulmuş değildir. Bir defa olup bitenlerin ancak yüzde onu ya veriliyor ya verilmiyor. Verilenler de önem derecesine göre çok geridir. Kesinlikle yanlış olan, düzenin ileriye sürdüğünde takılıp kalmadır. Bu yapılmamalıdır. Bu kendi kendini tatmin etmedir. Haberi kendin toplayacaksın. Yüzlerce çalışan var, hiç kimse demesin muhabir yok. Hemen her köyde, her türlü muhabirlik yapabilecek insanlarımız vardır. Haberi iyi seçeceksin.

Çok önemli olaylar olup bitiyor. Gazetede bunlar çoğunlukla görünmüyor bile. En değerli yurtseverler katlediliyor, işkenceler yapılıyor ve bir yığın başka olaylar oluyor. Haber sanki halkın yaşamında tarihi bir boşluk vardır gibi halka yansıtılıyor. Bir defa öncelikle bu konudaki sorumsuzluk aşılacaktır. Mevcut gelişmeler haber dilinde tam dökülmelidir. Bakın burjuvalar, kendi dünyalarını nasıl haber ediyorlar, kendi köşelerini dolduruyorlar, çarşaf çarşaf sayfalarını dolduruyorlar. Nasıl eğleniyorlarından tutalım nasıl savaşıyorlarına kadar, bunu yapıyorlar. Nasıl iş yapamayanlarından tutun nasıl asker, siyasetçi oluyorlarına kadar hepsi çarşaf çarşaf yansıtılıyor. Ama biz ise, gidiyoruz sadece onların kopyasını alıyoruz. Bu çok çarpık bir anlayıştır.

Siz de kendi halkın nasıl yaşıyor, nasıl savaşıyor, nasıl düşünüyor; onu aktaracaksınız, resimleriyle, halkın diliyle aktaracaksınız. Halk nasıl düşünüyor? Halkın umudu nedir? Halkın düşüncesi nedir? Halkın çıkarı nedir? Bunları doğrudan kendi dilinde veya halkın dilinden vereceksiniz, bunları görüntüleyeceksiniz. Var mı sizde bu düzey? Yok! Bu öyle bir teknik imkân sorunu da değil, aslında aksine çok geniş imkanlar, burjuva gözlüğünün bir kenara atılmamasından ötürü değerlendirilememektedir. Yapılan daha çok resmi düzen anlayışına kendini kaptırıp gitmedir. Yapılan çizgi dahilinde, siyasileşmemedir, kendini düzen sınırlarından kurtaramamadır, bağımsız bir kişiliğe veya kendi emekçi sınıf tavrına ulaşamamadır. Yoksa Kürdistan’da olaylar çok, haberler dolu. Bundan sonra yorumlar dahil, bütün yazılacaklar; olup bitenler neye işaret ediyor, hangi tarihe ve hangi resmi görüşe hizmet ediyor, hangisi yıkılıyor hangisi yapılmak isteniyor gibi soruların cevabını açıklamak yönünde olmalıdır. Bu konularda özellikle değerlendirmeler, yorumlar çok az. En liberal demokratlarından tutalım en faşistine kadar, hepsi bu sahada kendine göre bir görevi icra ediyor, hepsi bol bol aleyhimize yazıyor. Bizim yazarlar bunlara ne kadar cevap veriyorlar? Bakıyoruz, yorumları şekilci kavrayışlarla doldurma yaklaşımları söz konusu. Tarih konusundaki inceleme-araştırmalar çeşitli siyasi değerlendirmeler, uluslararası durumların yorumlanması kendi mücadele ihtiyaçlarımıza göre ne kadar ele alınıyor belli değil.

Muhtevayı geliştirme konusunda alabildiğine bir sığlık yüzeysellik yaşanıyor. Kendileri haber toplayamıyor, yoksa binlerce haber iletmek durumunda olan insan var, telefonlar var, istenildiğinde fakslar her yerden anında her şeyi çıkarabilir. Bunlar değerlendirilemiyorsa onlar tembeldir, uyuşuktur, planlayamıyorlar, yönetemiyorlar demektir. Yorum yapmak isteyen insan dolu. Bizim potansiyelimizin yarısı bile çalıştırılsa günde elli makale çıkarırlar, ama yönlendiremiyorlar. Kimden ne istenir, kim ne yazabilir bilmiyorlar. Hangi yazara sen şunu yaz, sen bunu yaz deniliyor? Yeterince denilmiyor. Herkes kendi keyfine göre ne getirdiyse o oluyor. Ülkeyi dolaşıyorlar ama, tarihi bir harabeden nasıl yorum çıkarılacağını bilemiyorlar. Bir bölgenin sosyo-ekonomik oluşumundan haberleri yok. Bir aşiret veya kabile hakkında doğru değerlendirme yapmak yok, kişilik çözümlemesi hiç yok. Her şey resmi anlayışla nasıl ele alınmışsa öyle ele alınıyor. Dikkat et, o seni inkâr ediyor, o seni yok sayıyor. O halde sen de ona karşı büyük bir savaşım vereceksin, kültür savaşı, sanat savaşı vereceksin.

Tüm bunların yanında herkesin işlediği konuları bizim de işlememize gerek yok. Biz işçi sınıfının durumunu ele alırız, sadece Kürt halkının değil. Fakat devrimin bakış açısıyla bunları ele alırız. Sendikalar ne yapıyorlar? Bu konuda bazı haberler sunulmuşsa da ancak ajanslardan sunulabilmiştir. Ancak ajanslardan geliyor deniliyor, fakat biz işçi sınıfının sorunlarını ajans haberlerinden öğrenemeyiz. Bir defa onlardan öğrenmek demek; emekçinin gerçeğini inkâr etmek demektir. Kaldı ki bu konuda devrimin yaklaşımları var, kendi yaklaşımlarımız var. Bunlar uygulanmadan sen işçi sınıfıyla bağ kuramazsın ve kimse de seni okumaz. Politika yapabilme kabiliyeti yerine, zihin tembelliği var. Şurada grev olmuş, burada işçilere bilmem ne yapılıyor diye yazılıyor. Ama işçi sınıfının acil sorunları bunlar değil. Türkiye işçi-emekçi halkının acil ideolojik, siyasal, örgütsel sorunları günlük mücadele sorunları vardır. Bunlar doğru ele alınmalıdır. Neredeyse tümü yasaklanmıştır. Bunlara yer verilmez de yerine eklektik, tutarlılıktan uzak bazı ne idüğü belirsiz değerlendirmelere yer verilirse kabul edilemez tabi. Bu gazete gerekirse Türkiye halkının sorunlarını yarı ağırlıkta işlemeli; ama doğru, ama devrimci, ama sistematik verebilmeli her şeyi. Sayfalarını buna göre hazırlamalı, görüntülerini de çok dengeli ve yaratıcı bir biçimde yansıtabilmeli.

Uluslararası gelişmeler vardır. Ajanslar ne söylüyorsa bizimkiler onu yazıyor. Hayır, bu olmaz! Emperyalistlerin denetimindeki ajanslardan doğrular öğrenilemez. Kendi değerlendirme gücümüz var, doğrular buna dayalı sunulmalı. Değerlendirmelerimizle, yorumlarımızla doğruyu bulmaya çalışacağız. Bu konuda da imkanları zorlayarak verebileceğimizin en iyisini en doğrusunu veririz. Çoğu zaman dikkat etmek gerekiyor, zira haber aleyhimizedir. Biz bunu niye verelim? Kaldı ki çoğunlukla yalandır da. Dikkat edilirse, muhtevaya ilişkin olarak çok sıkı gözden geçirme ve muhtevayı geliştirme gerçeği çok ciddi bir görev olarak önümüzde duruyor. Bunları yeni yaklaşım ve çözümlerle sonuçlandırmayı istiyoruz. Bu iş kafa patlatmayı istiyor. Günlük gazete nasıl düzenlenir, manşetten ne verilir, tek tek her şey nasıl düzenlenir diyecek durumda değilim, ama manşetlik konular da doğru belirlenmeli. Baş yazı meselesi de öyle. Günlük olaylara önem derecesine göre bir baş yazıyla karşılık verilir. Bunda isme de gerek yoktur. Yayın organının kolektif değerlendirmesi olur. Her gün bir tane olur, şimdiye kadar olmaması büyük eksikliktir. Örneğin, zindandan bir arkadaş sürekli yazıyor, o zindanlarda yüzlerce böyle arkadaş var, bu şansı niye onlara da vermeyelim? Çok değerli yazarlar var, genç yazarlar var, niye biz bir-iki kişiyle sınırlı kalalım?

Bu alanda çalışmak isteyenlerin ideolojik esaslara dikkat etmesi kadar, sınıf veya emekçiler örgüt anlayışına uygun bir tutum da almalıdır ve bunun somut yaşamında da ispatlamalıdır. Bireyciliğe değil kolektivizme, ayrılığa değil uyuma, çeşitli biçimlerde dayanışmaya, çeşitli biçimlerde birbirini güçlendirmeye, yani ideolojik denilen ilişki esaslarına cevap vermedir. Böyle olmayanların bizim tarafımızdan desteklenmeyeceği açıktır. “Giderlerse geriye çok az kalır” deniliyor; az kalsın, hatta hiç olmasın. Biz kendi emeklerimizle burjuva aydınlarını başımıza bela edemeyiz, küçük-burjuva bireyci tutumlarına alan kazandıramayız. Bu bizim dünya görüşümüze, temsil ettiğimiz sınıfa, emekçi halka ihanet olur. Dikkat edilirse, burjuvazi basın alanında büyük bir saldırı halindedir. Basın-yayın alanında televizyonuyla, radyosuyla, gazeteleriyle, kitaplarıyla, dergileriyle muazzam bir saldırı yürütüyor. Emekçinin bilincini, duygularını sürekli çarpıtıyor ve felç etmeye çalışıyor. Satın alıyor, teslim alıyor. Bizim elimize zor bela bir mücadele aracı geçmiştir ve eğer bu bilerek veya bilmeyerek onların hizmetine sokulursa, en büyük kötülük yapılmış olur. Mücadelemiz zorludur, çetin geçiyor.

Bu gerçek karşısında bir yandan da dışa karşı medya dünyasının saldırılarına cevap vermemiz gerekiyor. Ama bu konuda görevlerini tam yerine getiremeyenlerin, burjuvaziye benzeşmeye çalışanlar olduğunu unutmayın. Her gün bize doğrudan dayatılan bir karşı-devrimci özel savaş vardır. Hemen her gün verilen haberlerle, geliştirilen yorumlarla, gösterilen filmlerle nefes alamaz duruma getirilmek isteniyoruz. Peki aydın olanların buna cevapları ne kadardır? Size “elinize silah alın, savaşın” diyen yok. Legal bir araçla savaşın diyoruz. Bugün, bu ideolojik mücadele aracı yasalarla yasaklanamaz da. Bu silahı istediğin gibi kullanabilirsin.

Acaba sen bu silahı ne kadar savaş aracı haline getirdin? Neredeyse onların izdüşümü bir kuyrukçusu gibi olunuyor. Genelde resmi düzey, özelde onun bu alandaki ideolojik saldırı araçları dikkate alınmadan, bu mücadele götürülemez, kabul edilemez şeyler yazılıyor. İşte bazı örnekleri; “şu gazeteciyi dayanışmaya çağırıyoruz, televizyondaki programlar şunlardır, şu filmde, şu programda şu vardır, seyredin” deniliyor. Bizimki eksiktir, fakat o da yapmaktadır. Görevler böyle ele alınamaz. Biz bu anlayış ve gündemi tanımayız. Bunun yerine kendi mücadele anlayışımız içinde halkın, emekçinin gündemini tuttururuz. Bu kapsamda eleştiriler yaparız. O kadar gazete çıkıyor, her birinde bize yönelik günde bir makale var. Fakat bizimkinde bir tane ciddi karşı makale bile yoktur. Çok can alıcı saldırılar var, fakat bunlara karşı cevap bile yoktur. O zaman emekçi halkların sözcüsü nasıl olunacak? Televizyon programı halkları uyuşturuyor, buna rağmen bizimkiler kalkıyor seyrediyor, bir de “seyredin” diyerek bol bol program veriyor. Bizim görevimiz bunları hiç seyrettirmemek, bazen bunların bütün kötülüklerini sergilemektir. Buna rağmen sağlam bir bakış açısı, değerlendirme yoktur, kendini yorma yoktur. Bu şekilde medya dünyasına karşı emekçiler katiyen savunulamaz, dışarıya karşı ideolojik savaşım başarıyla verilemez. Nitekim böyle de oluyor.

Neden gelişemiyorsunuz? Neden ürün kaliteli olamıyor? Bir ideolojik yayın organı eğer ideolojik mücadele görevlerine sahip çıkmazsa elbette ki başa bela olur. Tüm sorunlar tiraja indirgenmiş. Tirajı kurtardık mı, kurtarmadık mı tartışması yapılıyor. Fakat tirajdan çok daha önce, kurtarılması gerekenler vardır. Bu kadar emekçi halk vardır ve hala tiraj sorunu varsa, bu, organın o halklara indirgenemediğini gösterir, halka layık olunmadığını gösterir. Sorunu doğru ele almak gerekiyor. Sosyalizme, demokrasiye hak ettiği önem verilmezse, bu, ideolojik yayın organlarıyla oynanması gereken rolün oynanmadığı anlamına gelir. Gazete ancak önemli şahısların, halkın nezrinde itibarı olanların demeçleriyle, önemli haber kaynaklarının haberleriyle kurtarılıyor. Hiç kimse sanmasın ki, çok güçlü bir ideolojik yayın organı olarak oynaması gereken rolüne karşılık verdiği için halk destekliyor. Hayır! Bu gerçeği iyi görmek gerekir ve gördükten sonra da kendimizi düzeltmeyi bilmek gerekir. Yoksa sorun yayın kurumunun, personelin başına kim geçecek veya diğer köşe başlarını kim tutacak sorunu değildir. Önemli olan; hangi boşluğun doldurulduğudur.

Temel ideolojik işlev görülüyor mu? Demokrasinin hangi sorununa güç getiriliyor? Sosyalizmin hangi ilkesine can veriliyor? Bu konularda herkes hesap verecektir.

Kimse kimseden imkansızı başlatmasını istemiyor ama çok hazır olanı çok iyi bir potansiyel durumda olanı da layıkıyla işlememek, bu sahanın hiç anlaşılmaması demektir. Yüksek bir kolektivizmin, yüksek bir yoldaşlık ilişkisinin dışında hiç kimse bize herhangi bir tutumu dayatmaz. “Ben böyle yer tutmuşum,” “benim boşluğum kolay doldurulamaz” denilmesin. Öte yandan, işler hiç de öylesine bireysel, keyfi niyetlerle ele alınacak durumda değildir, naziktir, çok ciddidir. Öznel niyetleriniz ne olursa olsun, bu hiçbir şey ifade etmez. Mesele şudur; işin durumuna, tarihi özelliklerine, geliştirmek istediği yaşam biçimine, oluşturmak istediği alternatife uygun mudur, değil midir? Herkes buna göre boyunun ölçüsünü almak zorundadır. Bilinmelidir ki herhangi bir yerde çalışılmıyor, herhangi bir şey adına hareket edilmiyor. Karşılarında dev gibi bir hareket vardır ve onun mücadelesinin sonuçları söz konusudur. Ona göre herkes boyunun ölçüsünü almalı, almazsa şüphesiz hareket de hesap sorar. “Niye anlaşılmak istenilmedim” denilmesin. Hatayı sen kendin yaptın. Türkiye ortamında yetişen insanda bireycilik oldukça köklüdür ve gözü karadır.

Benim bu alan çalışmalarında çıkardığım bir sonuç da bunların gafilliğidir. Örneğin hemen herkes kendine rahatlıkla maaş bağlayabilmekte, ölçülerimiz pek dikkate alınmadan bu yapılıyor. “Verimli mi, verimsiz mi çalışıyorum, biçim ve uyum ne kadar iyidir” demeye bile bakmadan neredeyse bir memur anlayışına kadar düşebiliyorlar. Bizim etki sahamızda böyle yaşamak, çalışmak hiç mümkün değil. Sürekli sağdan-soldan para istiyorlar. Kendi ürünleri konusunda bile saygısızlar. Bir ihtirası belki vardır, ama “iyi mi yapıyorum, kötü mü yapıyorum” sorusu pek umurunda değil. Biz bu türden sorumsuz insanları barındıramayız.

Bu alandaki hareketin etki sahaları sahipsiz değildir. “Genelde devrime, özelde partimizin önderlik ettiği devrime sadakatle bağlıyım, onun için yaşıyorum” diyorsunuz, bu tüm yaşamı farklı biçimde ele almayı getirir. O kişinin bu sözüne bağlılığı için, pratiğini günlük olarak sonuçlarını çıkarması gerekir. Kendini bir alanın en özlü ifadesi tam kişiliği haline getirir. Bu olmadan da bu sözlerin hiçbir değeri olmaz. Aslında sıcak savaşım alanı değil, keyfi tutumların kendini gizleyerek kendilerini sürdürebileceklerine oldukça fırsat var diye, bu şekilde hareket edilemeyeceği açıktır. Aksine bu sahanın sorumluluğun daha da geliştirilmesi gereken bir saha olduğu, burada da temel değerlere bağlılığın esas olduğu ve bunu da lafla değil, her gün çalışmalara artan bir tempoyla, iyi bir özle, başarıyla karşılık vermekten geçtiği göz ardı edilemez.

Çoğu geliyor, bizden güç alıyor, imkân olanak veriliyor, ama sonradan tüm gücüyle konuşturduğu kendi egoizmidir, kendi öznel niyetleridir. Bu bizim açımızdan saygı değer bir tutum olamaz. Dikkat ederseniz, kendimize tanımadığımız çalışma fırsatını, hatta rahat hareket etme imkanlarını siz kazanıyorsunuz. Bütün savaşanlarımıza çok acımasız yükleniyoruz, ama tümünü size veriyoruz. Bunlar bir grup rahatlasın diye yapılmıyor, tersine yoğunlaşmanın sonuç alıcı olma gereğidir, yani işin esas ölçüsüdür. Eğer bugün büyük bir disiplinle aydınlığa gelmiyorlarsa kaypak olduklarından, sorumsuzluklarındandır. Bu hareket, halk güçlerini bile dalga dalga etkisi altına aldıktan, halkın kendine çeki düzen vermesine kadar getirildikten sonra, aydınlarımızın kendini sorumsuz hissetmesi, bireyciliğini konuşturması onların ne kadar sefil olduğunu gösterecektir

Hiç şüphesiz gazetecilik söz konusu olduğunda, görüşümüze göre buna dergiler de girer, kitaplar da girer. Bu konuda muazzam ürünlerimiz vardır. Bir bu hazır ürünler vardır, bir de inceleme, araştırmayla elde edilecek ürünler vardır. Bunların çeşitli düzeylerde, çeşitli çabalarla, halka ve bütün yurtsever demokratik kamuoyuna sunulması gerekir. İnceleme-araştırmanın sağlıklı yürütülmesi, bir kitaba veya bir gazeteye dönüştürülecek bütün aşamalarda, herkesin çapı oranında karşılık vermesi gerekir. Gerçekten bu durum bir zincirin halkaları gibidir. Eğer her halka rolünü oynarsa, zincir tamamlanır.

Ama mevcut düzeye bakıyoruz, ne sağlıklı bir inceleme-araştırma vardır, ne de yeterli bir çaba. En son biçime bakıyoruz, oldukça yetmezliklerle dolu. Neden böyle? Neden rastgele ele alınıyor? Neden planlarla, güçlü bir beyinle yaklaşılmıyor? Bakıyoruz alan organize bir hareket değil, organ hareketi haline gelmemiştir. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Herhangi bir kişi boşluktan istifade ederek, kendini rahatlıkla merkez organ yerine koyabilmektedir. Nitekim ortaya çıkan sonuç budur. Saha gözü açıkların bol cirit attığı bir saha haline gelmiştir.

Uyarıyoruz; artık bu aşamadan sonra böyle yapmak mümkün değildir! Şimdiye kadar çeşitli nedenlerle bu duruma düştüysek de bu durumun hızla aşılması gereken bir durum olduğunu vurguluyoruz. Gazete olayını, kitap olayını sağlam ele almak için ne imkansızlıklardan ne kadro yetersizliğinden ve ne de eksik planlamadan bahsedilebilir. Her şey mükemmel yapılabiliyor. Mesele şudur; kendini doğru verebilecek misin? Belli bir dünya görüşünün gereklerine göre kendini verebilecek misin? Bu alanın tam bir ideolojik keşmekeşliği yaşadığını belirtmek gerekiyor. Yayın organlarımız, en azından halkçılık sınırını dikkate alacaktır. Tutarlı devrimciliği ve demokrasiyi esas alacaktır ve giderek ortamı sosyalist yönde zorlayacaktır. Bu yönlü bütün yaşam felsefesine ve davranışlara damgasını vuracaktır. Ama biz yaşam tarzlarıyla, en değme burjuvaya, küçük-burjuvaya taş çıkartanı, örgütlenmeye gelmeyen veya her türlü oportünizmi sergileyen tipleri saflarda asla tutamayız. Sadece benim ideolojim diyerek, ideolojik beraberliğe itaat etmeyenleri, özellikle önemli görevler alanında tutamayız. Kısaca, bu sahada ideolojik yakınlığı, ideolojik yaklaşımdaki ilkeler tutumunu yakalamak, herkes için elzemdir.

Daha önceleri burjuvalar beceriklidir, aslında onlardan yararlanmalıyız biçiminde bir anlayış getirildi ve bir sürü burjuvayı sahaya doldurdular. Bu yanlış bir anlayıştır. Proletaryanın kendi işini burjuvaziye yaptırmasına benzer. Burjuvazi o kadar aptal mı ki? Hayır, o sınıf sömürüsüyle uğraşır, o kendi çıkarını düşünür. Bu sahada fırsatı yakaladığında, hem de on kat daha fazla bunu yapar. Nitekim aramıza gelenler de böyle olmuştur, bundan sonra da böyle gelecekler. “Burjuvazi bu işten iyi anlıyor, burjuvalar bu işi iyi yapıyor” deyip işi onlara havale edenler, kendine güveni olmayanlardır. Bu kişinin kendi görevleri karşısındaki yüzeyselliğini, başaramama kompleksini ve başından beri yenilgiye açık bir tutum içine girdiğini gösterir. Bu yaklaşımın başlangıcındaki durum, tam bir ideolojik yenilgidir. Anlayışın sahibi örgüt anlayışı itibarıyla, parti anlayışı itibarıyla tam bir tasfiyecidir. Örgüte inancı kalmamıştır. Tüm gücüyle bireyciliği yaşıyordur. Biz böyle olan kişiyi alan örgütlenmesine alamayız. Çünkü o bireycilikten başka bir şey istemiyordur.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

NEWROZ ETKİNLİĞİ MİLYONLARLA GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİR

Sonraki Yazı

PKK’NİN KABUL VE RET ÖLÇÜLERİ ÖZGÜRLÜĞE KİLİTLENMİŞ MİLİTANLIĞIN ŞİFRESİ

Sonraki Yazı
PKK’NİN KABUL VE RET ÖLÇÜLERİ ÖZGÜRLÜĞE KİLİTLENMİŞ MİLİTANLIĞIN ŞİFRESİ

PKK’NİN KABUL VE RET ÖLÇÜLERİ ÖZGÜRLÜĞE KİLİTLENMİŞ MİLİTANLIĞIN ŞİFRESİ

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!