Tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyoruz. 15 Şubat Uluslararası Komplo saldırısı ve İmralı tecrit, işkence, soykırım sistemi 25’inci yılını doldurdu, 26’ncı yılına giriyor. Kürt soykırım saldırısı da 100’üncü yılına girdi. Önder Apo, 15 Şubat 1925’i Kürt Soykırım Günü olarak değerlendirmek gerektiğini ifade etti. Bu durum hiç yaşanmamıştı. Ne tarihte benzeri var ne de günümüz dünyasında. 100 yıllık bir soykırım saldırısına hiçbir toplum buna maruz kalmadı. Dolayısıyla Kürt sorunu deyip geçmemek lazım. Kürtlere dayatılan soykırım saldırısı diyerek basit yaklaşmamak gerekir. Bu eşi benzeri olmayan bir durum. Bu, 100 yıllık son derece planlı, örgütlü, bütünlüklü bir saldırıyı ifade ediyor.
Uluslararası Komplo saldırısının da ne tarihte ne de günümüz dünyasında bir benzeri bulunmuyor. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi de öyle. Bunlar benzeri olmayan saldırılar. O halde komplo saldırısı, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi deyip geçmemek gerekir. Bunları hafif değerlendirmemek lazım. Eşi benzeri bulunmayan bir saldırı ve baskı sistemi. Tümüyle imhayı hedefleyen saldırılar bunlar. Yüzyıla yayılmış bir soykırımcı saldırı ve hala bunu ortaya çıkartanlar bunu gerçekleştirmek için ısrar ediyorlar. Bütün imkanlarını ve fırsatlarını birleştirerek Kürtleri tarihten silmek, yok etmek için saldırıyorlar. Ondan sonra da diyorlar ki; “Kürtler terörist, Kürtler suç işliyor, Kürtler kural dinlemiyor”. Kim terörist, kim kime saldırıyor, kim kimi yok etmek istiyor; bu çok açık ortada.
Yok eden kendileri, suçlanan Kürtler
Alenen yok edeceğiz diyorlar ve zaten yok edici saldırılar da yapıyorlar. Saldıran kendileri, katleden kendileri, yok eden kendileri; yine de suçlanan Kürtler oluyor, Kürt özgürlük iradesi oluyor, Önder Apo ve PKK oluyor. Bu, üzerinde çok iyi düşünülmesi, anlaşılması gereken bir durum. Örneğin Önder Apo’dan, İmralı’daki diğer yoldaşlardan üç yıldır hiçbir haber yok. Ne TC hukukunda, ne Avrupa Birliği ve ne de ABD hukukunda böyle bir şey yazmıyor. Fakat uyguluyorlar. Kimse de itiraz etmiyor. Kendi hukuklarını bile uygulamıyorlar. Şaşılacak bir durum. O hukuk gerçekten uygulansın diye mi yazıldı yoksa insanları, emekçileri, halkları, kadınları, gençleri aldatmak için mi yazıldı?
25 yıl dile kolay. Tarihte 100 yıl soykırıma karşı direnmiş başka bir halk var mıdır? Böyle bütünlüklü bir soykırıma maruz kalmış mıdır kimse? Ama Kürtler direniyor. O halde gerçekten de yüz yıllık mücadeleyi doğru anlamak lazım. Ne yaptılar, neyi yaşadılar, ne kadar şehit verdiler? Ne kadar imha yaşadılar? Değerleri, imkanları yok edildi. Mesela bunlar hiç sorgulanmıyor. Sanki bunu yapanların buna hakkı varmış gibi. Tanrı onlara bu hakkı vermiş, Kürtlere ise, “bunlara yaşayacaksınız” vebalini çekeceksiniz demiş gibi.
İmralı saldırısı da böyle, Önder Apo’nun direnişi de böyle. 25 yıllık İmralı işkence ve tecrit, soykırım sistemine karşı bu anlamda görkemli bir direniş var.
İmralı bir cezaevi değil. Bir rehine evi de değil. Yüzyıldır sürdürülen soykırımcı saldırının son 25 yılının bir yönetim merkezidir. 25 yıldır bu soykırım, İmralı sistemi temelinde yürütülüyor. Çünkü Önder Apo, Kürt özgürlüğünün ve varlığının iradesidir, temsilcisidir. O nedenle kaçırıldı ve İmralı’ya kondu. Önder Apo bu saldırıyla imha edilmek isteniyor. Önder Apo’nun şahsında imha edilmek istenen Kürt halkıdır, Kürt toplumudur. Önder Apo’ya saldırıyla Kürt soykırımı tamamlanmak isteniyor.
Bu anlamda İmralı direnişinin dersleri çok öğreticidir. Şimdiye kadarki düşünceleri altüst etti. En devrimci düşünce neydi? Objektif koşullar olmalı deniliyordu. Şu veya bu düzeyde belli bir imkan, fırsatlar olmalı ki, onları büyütmek üzere akıllı, planlı, tarzlı, üsluplu, tempolu mücadele edilebilsin. İmralı’da bunların hiçbiri yok. Yani objektif koşul, somut şartlar diye bir durum işlemiyor. Beyni ve yüreği dışında elinde hiçbir şey yok. İnsani olarak beyin ve yürek gücüyle direnmek dışında başka bir şey yok. Dolayısıyla İmralı direnişi çok öğreticidir. Dikkat edelim; Önder Apo, 25 yıllık İmralı direnişiyle her koşulda, her ortamda özgürlük için mücadele edilebileceğini ve kazanılabileceğini kanıtladı. Hem de en zor ortamda. Eğer doğru anlaşılır, anlam gücü geliştirilirse en büyük devrimci gelişmenin, büyük devrimlerin yapılabileceğini kanıtladı Önder Apo’nun 25 yıllık İmralı direnişi. Çünkü paradigma değişimini gerçekleştirdi. Öyle bir ortamda kendisini ulusal önder olmaktan çıkartarak küresel bir önder haline getirdi. Kürt önderi olmaktan çıkartarak halkların önderi, ezilenlerin önderi, kadınların önderi haline getirdi. Tüm ezilenler için kurtuluş yolunu gösteren, programını, tarzını ortaya koyan bir zihniyet ortaya çıkardı. Bu düzeyde bir zihniyet devrimi, entelektüel devrim gerçekleştirdi. Yeni bir paradigma, yeni bir anlayış, iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı bütün sorunlar için yeni, uygulanabilir çözüm yolları ortaya çıkardı. Şimdi herkes bunları görünce, “bizim buna ihtiyacımız var” diyor. Dolayısıyla Önder Apo’nun düşüncelerini daha çok duymak, öğrenmek istiyor. Çünkü Önder Apo’nun düşünceleri kendi çıkarlarınadır. Kendi yaşadıkları sorunlara çözüm üretiyor. İşte İmralı direnişi, böyle bir direniştir.
Bizler bir bütün olarak böyle bir direniş çizgisinde kendimizi sorguladık, değerlendirdik. Böyle bir anlayışla, tarzla, çizgiyle ters olan, uyumsuz olan zihniyet yapılarımızı, duygu-ruh hallerimizi, anlayış ve tarzımızı düzeltmeye, değiştirmeye, İmralı direniş çizgisinde kendimizi yenilemeye çalıştık. 25’inci yıl dönümü bunu gerektiriyordu.
Bir de Kürt toplumuna yöneltilen soykırımcı saldırının 100’üncü yılına girildi. Şimdi Kürtler, bu içinde bulunduğumuz yılda, yani soykırımcı saldırının 100’üncü yılına karşı mücadele edecek. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminin 26’ncı yılına karşı mücadele edecekler.
25 yıllık tarihin en azgın saldırısı Önder Apo’yu, PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni yok edemediyse, bu direnişi bundan sonra hiç yok edemez. Kürtler 100 yıldır soykırımcı saldırıda yok olmadıysa, direnip var olmayı sağladıysa buradan çıkardıkları derslerle yürütecekleri varlık ve özgürlük mücadelesiyle sadece kendilerini özgür kılmayacaklar, bütün halkları özgür, demokratik ve kardeşçe yaşar hale getirecekler. Bu nedenle Kürt özgürlük mücadelesi ve Önder Apo’nun direnişi, bütün ezilenler tarafından başta kadınlar olmak üzere böyle dikkatle değerlendiriliyor. Bu temelde ele alınıyor ve gittikçe yayılıyor, küresel bir direnişe dönüşüyor. Bunu daha çok yaymamız ve zafer yolunda ilerlememiz gerekiyor.
Köln yürüyüşü bir zirvedir
Gerçekten de 10 Ekim 2023’te ilan edilen Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen eylem hamlesi. 15 Şubat komplosunun 25’inci yılını, yıl dönümünü protesto eylemlerinde kelimenin gerçek anlamıyla bir zirve yaptı. Komployu protesto etmeyen hiçbir yer kalmadı. Kurdistan’da, dünyada her yerde protesto edildi. Hepimiz bu protesto eylemlerine katıldık ve komploya karşı başarı çizgisinde yürümüş olan İmralı direniş gerçeği çizgisinde ruhumuzu, duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı yeniden bir düzene koyduk. Yani bir özgürlük hamlesi yaşadık. Kendimizi komplo gibi vahşi bir saldırı karşısında başarı kazanan İmralı çizgisinde eğittik. Bu önemli bir gelişme oluyor.
Diğer yandan büyük eylemler oldu. Bir aydır Avrupa’da gençler yürüyorlar. Sadece Kürt gençleri değil, dünyanın dört bir yanından gelen, kendilerini enternasyonalist topluluk olarak tanımlayan gençler yürüyor.
Diğer yandan Kuzey Kurdistan’da Qers’tan ve Wan’dan gruplar 15 gün yürüdü. 15 Şubat’ta Halfeti’de eylem tamamlandı. Yürüyüş kolları birleşti, onlarca kentten, kasabadan geçildi, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, Kürt sorunun çözümü için bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyeti yürütüldü. Bu gerçekten büyük bir olay. Diğer yandan zaten Rojava Kurdistan’ı ayakta. Yüz binler, milyonlar yürüyor. Komplonun 25’inci yıl dönümünü protesto eylemlerine yediden yetmişe bütün Kuzey ve Doğu Suriye halkları katıldılar.
Zindanlar direniyor. Zindanlarda süren açlık grevleri üçüncü ayını tamamladı. Zindanlarda açlık grevi gerçekleştiren yoldaşlar “daha radikal, daha güçlü eylemler yapmak gerekir” dedi. Seçim sonrasına ertelediler. Durum değişmezse daha radikal eylem biçimine gideceklerini açıkça ifade ettiler.
Büyük Köln mitingine yüz binlerin katıldığını herkes kabul ediyor. 15 Şubat komplosunu protesto eylemleri Köln’de zirve yaptı. Bütün bunları toplayalım; milyonlar 15 Şubat Komplosu’nu ve İmralı işkence, tecrit, soykırım sistemini protesto ettiler. Milyonlar, beyinlerinin ve yüreklerinin Önder Apo ile olduğunu ifade etti. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü istediler. Herkes olduğu yerde yaptığı eylemde bunu ortaya koydu, ifade etti. Açıkça Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gerçekleşinceye kadar kesintisiz bir eylem halinde olunacağını ilan ettiler. Bu, yeni bir durum ilanı, tutumu oluyor. Kürt halkı kadını, genci; yurt dışında soykırım nedeniyle dört bir yana sürülmüş Kürtler bir araya geldiler; özgür yaşam kararlılıklarını, iradelerini ortaya koydular ve temsilcilerinin fiziki özgürlüğünün sağlanmasını, İmralı sisteminin parçalanmasını istediler. Onlarla birlikte hiç de azımsanmayacak düzeyde dostları vardı. Dünyanın dört bir yanından, Avrupa’nın her tarafından gelen dostlar, kadınlar, gençler, akademisyenler, işçiler, sendikacılar, aydınlar, sanatçılar vardı. Her düzeyde topluma hizmet eden insanlar Kürtlerle birlikte Köln mitingindeydi. Ve onlar da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istedi. En az Kürtler kadar kendilerinin talebinin de bu olduğunu, kendilerinin de buna ihtiyacı olduğunu haykırdılar. Bu kadar netti.
Artık güneş balçıkla sıvanmıyor. Gerçekler görülmeli. Birçok çağrı da oldu; “PKK yasağı kaldırılsın” dediler. Avrupa da hata yapmış, özür dilensin, düzeltilsin diyenler oldu. Suç işlemiş; insanlık suçu. 25 yıldır İmralı sistemini ayakta tutarak suç işlemeye de devam ediyorlar.
Avrupa Konseyi yönetiyor İmralı sistemini. Bunu herkes biliyor. Toplumun beyni ve yüreği olan insanlar, “bizim alnımıza sürülen bu kara leke daha fazla devam ettirilemez” diyerek kendi devlet sistemlerini uyardılar. Gerçekten de anlayan için büyük mesaj verildi.
Köln yürüyüşü şunu gösterdi ki; ne yapılırsa yapılsın, ne kadar saldırı olursa olsun bu Kürt toplumu yok edilemez. Kürtler artık özgürlüksüz bırakılamaz, soykırım başarılamaz. Bu netleşmiştir. Dolayısıyla herkes Kürt halkının varlığını ve özgür yaşamını kabul edecek. Bu irade net bir biçimde Köln’de yüz binlerin haykırışı ile ortaya kondu ve biz bunu Önder Apo’dan öğrendik, Önder Apo ile birlikte yaşamak istiyoruz, dediler. Bunun içinde mücadele edecekler ve mutlaka kazanacaklar.
Kitlesel eylemlerin daha fazla geiştirilmesi hedeflenmeli
Köln mitingi birinci aşamanın zirvesi, ikinci aşamanın ise başlangıcı olarak ifade ediliyor. Aynı süreçte Brüksel’de bir de konferans oldu. Konferans sonuç bildirisi yayınlandı, talepler ortaya konuyor. Aslında ikinci aşamada neler yapılacağı biraz o talepler içerisinde yer alıyor.
15 Şubat Komplosu’nun 26’ncı yılına girildiği süreçte Önder Apo’ya fiziki özgürlük hamlesi, küresel özgürlük hamlesi, yeni eylem biçimleriyle daha üst düzeyde yürütülecek. Bu işi yürütenlerin açıklamaları var. Şimdiye kadar küçük topluluklar tutum koydular. Her yerde açıklamlar yapıldı. Çeşitli konferanslar, tartışmalar oldu. Tabii çeşitli kitlesel eylemlerle de desteklendi ama Köln mitingi gibi bir eylem olmadı. O zaman anlaşılıyor ki, Köln mitingi sadece 15 Şubat Komplosu’nun 25’inci yıl dönümünü protesto değil, aynı zamanda Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesinin de yeni bir eylem startıdır. Bundan sonra kitlesel eylemler olacak. Kitlesel eylemler öne çıkacak. Dar, küçük gruplar olmaktan çıkarak büyük eylemler şeklinde olacak. Böyle anlayabiliriz.
Bunun dışında hukuki mücadele kuşkusuz gelişecek. Bu çok önemli. Hukuki mücadele deyip geçmeyelim. Önder Apo’ya ideolojik yakınlık duymayabilirsiniz, zihniyet yakınlığı duymayabilirsiniz, siyasi yakınlık duymayabilirsiniz. Gerçekten demokrat olmanıza da gerek yok. Hukuka inanan birisiyseniz İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı çıkmanız gerekiyor. İmralı’da hukuk diye bir şey yok. Bu kadar hukuktan söz edilecek, adaletten söz edilecek, her şeyin temeli hukuk denecek ama böyle hukuksuzluk da işlenecek. Bu olmaz. Bunu teşhir etmek kolaydır. Hukuk mücadelesi çok daha geniş bir potansiyele sahip. Daha etkili karşı çıkışı geliştirilebilir, geliştirilmeli de.
Basın yayın, propagandayı daha çok daha etkili geliştirmeli. Hem eylemleri daha çok kitlelere ulaştırmalı ve hem de İmralı’daki uygulamalar basın üzerinden daha fazla teşhir edilmeli.
Yeni eylem biçimleri ve daha çok da sürekliliği olan, uzun süreli eylemler geliştirilmeli. Böyle eylem biçimlerini, yöntemlerini de araştırmak gerekir. Çünkü önümüzde kitlesel eylemliliği, sürekliliği sağlayacak önemli bir zaman dilimi var. Önümüzde 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü ve Newroz var; Kürt Özgürlük Bayramı var. Kürtler, 2500 yıl önce dünyaya, insanlığa, devlet karşısında, zalimler karşısında özgürlüğü kazandırmış, özgürlük bayramı hediye etmiş bir toplum, soykırıma karşı tarihin en anlamlı özgürlük mücadelesini yürütüyor. Bu duruma gelmiş. Dolayısıyla tam da Newroz’un anlamına uygun bir durum yaşanıyor. O halde Newroz en güçlü eylem günü haline getirilmeli. 15 Şubat Komplosu protestosunu kat kat aşan, 10 milyonları kapsayan bir Newroz etkinliği tüm dünyada geliştirilebilir. Yine 4 Nisan, 1 Mayıs var önümüzde. Mücadele için önemli günler. Bunlar değerlendirilecek. Bu anlamda önümüzdeki süreçte gelişmeler olacak. İnsan bunu rahatlıkla görebiliyor.
Bu zafer hamlesi sonuç alacak. Yani giderek eylem biçimleri sonuç alıcı, İmralı tecridini kıracak, fiziki özgürlük yönünde adımlar attıracak, sonuçları ortaya çıkartacak bir düzey olmalı. O yönlü gelişmeler yaşanacak.
Gerilla öncülük rolünü oynuyor
Yine gerilla bu konuda öncülük rolünü oynuyor. Hep belirtiyoruz; Parti öncülüğü gerilla öncülüğüdür diyoruz. Gerilla öncüdür. 10 Ekim’de böyle bir hamle ilan edilmeden, gerilla Ankara’da zaten kendi hamlesini ilan etti. Hem de faşist soykırımcı karargahı yerle bir ederek. Rojhat ve Erdal yoldaşların fedai eylemi böyleydi. Aslında süreç öyle başladı. Gerilla süreci bu temelde başlattı. Her ay kapsamlı bir devrimci operasyonla AKP-MHP faşist sürülerine kar, kış soğuk demeden ezici-süpürücü darbeler vurdu.
Gerilla yeni aşamayı Ocak ortasında Girê Amediyê’deki eylemle başlatmıştı. Dost düşman herkes gördü gerillanın ne olduğunu, nasıl savaştığını. Yine karşısındaki gücün de ne durumda olduğunu herkes gördü. Gerilla görüntüleri kamuoyu ile paylaştı ve her şey o görüntülerde vardı. Ve bu da ilk defa oluyor. Hep savaş filmleri izledik şimdiye kadar ama hakiki savaş filmini ilk defa izliyor insanlık. O da Zap gerillasının yürüttüğü eylem temelinde gerçekleşti. Bunu iyi görüp anlamamız gerekiyor. Bu düzeye gelmiş gerilla. Hem bu kadar ağır koşullarda bu düzeyde savaşıyor hem de sonuçlarını hiç çekinmeden, bunları belgeleyerek topluma, insanlığa sunuyor. Ben bunu yapıyorum diyor. Alın, değerlendirin, ölçün, biçin. Beğenirseniz beğenin, beğenmezseniz eleştirin. Benden yana; yani gerilladan yanaysanız da, karşı çıkıyorsanız da bu işi doğru yapın. Görün, bilin öyle yapın. Yanlış olmasın, rastgele olmasın, hatalı övgüler de olmasın istiyor. Düşmansanız da kendinizi yanıltmayın. Çünkü gerilla yakar. Hata yaparsanız yanarsınız. AKP-MHP faşist sürüleri hatalar yaptılar, yanıyorlar. Her şey göz önünde. Oradaki ortam gerçekten her bakımdan öğretici. Herkesin dikkate alacağı, ders çıkaracağı şeyler var.
Kürt gerillasını herkes iyi tanısın, dost olmak isteyenler de tanısın, öyle dost olsun. Düşmanlık yapmak isteyenler de bilerek yapsınlar. Çünkü Tayyip Erdoğan yönetimi herkesi düşman yapmak istiyor bu gerillaya karşı. Bir sürü tavizler veriyor. Herkesi karşı çıkartmak istiyor. Neye karşı çıkartmak istediğini herkes bilsin, hata yapmasın, sonunda yanılmasın. Tayyip Erdoğan yönetimi tarafından kimse kandırılmasın; onu istiyoruz. Yoksa kendileri de yanar. Savaş olur da, böyle olmaz. Böyle yapanlar yanarlar, ağır darbeler yerler. Merkez Karargah Komutanlığımız defalarca ifade etti, biz de belirttik. Israr ederlerse ağır hezimet yaşayacaklar. Ki yaşadılar.
Ciddiye almadılar, dikkate almıyorlar. Kendilerini çok büyük görüyorlar, kendilerini çok abartıyorlar. Aslında o MİT ve özel savaş merkezinin parayla satın aldığı, eğittiği kişiler var. Basına çıkarıyorlar. Gece sabahlara kadar durmadan vaaz eder gibi savaş stratejileri çiziyorlar, taktikler belirliyorlar, herkesi maniple ediyor, yönlendiriyorlar, toplumu etkisiz hale getiriyorlar. Onların hepsi MİT ajanı, özel savaş elemanları. Merkez karargah komutanlığının, özel kuvvetler komutanlığının elemanları. Türk ordusunun sivilleştirilmiş elemanları. Gazeteci ya da yorumcu, düşünür falan değiller. Yönlendirmeye çalışıyorlar.O kadar yüksek perdeden konuşuyorlar ki! Buyurun, sonuçlar ortada. Yani işte kar varmış, kış varmış, soğuk varmış. Herkese var! Gerillayı gördünüz. Ne kadar sakin, ne kadar uyumlu, ne kadar bütünlüklü! Yaptığı işlerde ne kadar emin, ne kadar örgütlü, disiplinli, ne kadar soğukkanlı. Böyle bir gerilla karşısında kim durabilir?
HPG ve YJA Star komutası, savaşçısı, gerillası gibi hiçbir ordu savaşamaz. Ne Amerikan ordusu, ne Çin ordusu ne de bir NATO ordusu böyle bir savaş yürütemez. Bir gün bile dayanamazlar o koşullarda. Türk ordusu, NATO’nun en savaşkan ordusuydu sözüm ona. Ne hale geldiği ortada. Aslında Türk aydınları, solcuları, demokratları bunları teşhir etmeliler. Çünkü toplumun beynini yıkıyorlar. En tehlikeli işi onlar yapıyorlar. Onlara bu fırsatı vermemek gerekir.
Şimdi yeni bir ilan var. Tepê Cûdî’de HPG duyurdu. Ayrıntılarını daha sonra paylaşacak ama “tepeyi süpürdük” diyor. Yani Tepê Cûdî denen büyük alanın birkaç tepesi vardır; bir tanesinde ezilmiş düşman. Tepê Amediyê’deki Tepê Gelhat dediğimiz yer gibi. Orada da ezildiler benzer bir biçimde. Sonunda ateşe verilmiş, yakılıp yıkılmış oradaki işgalci ordunun bütün varlığı. Kalanlar da adım adım böyle olacak, Sonları bu olacak. “Ya kaçıp giderler ya da yok olurlar” dedi komutanlığımız. Bu uygulanıyor, uygulanacak. Bu basit bir söz değildi. Bu bakımdan yaz da olur, kış da olur, bahar da olur, güz de olur. Artık kimse şu zaman olur, bu zaman olmaz demesin. Gerilla daha fazla sorguluyor kendisini, yeniliyor, geliştiriyor, zenginleştiriyor eylem biçimlerini. Bundan sonrası daha çok büyüyecek, daha çok yayılacak. Bunun beklenmesi lazım. Eğer bu işgalci güçler bu savaşta, saldırılarında, işgallerinde ısrar etmeye çalışırlarsa sonları bu olacak. Gerillanın daha güçlü direnişleri ile karşılaşacaklar.
TC devleti Ortadoğu’dan dışlanıyor
Hakan Fidan Köln mitingi yapıldığında Almanya’daydı. Tuhaf ama aynı gün Neçirvan Barzani de oradaydı. Her yerde görüşmeleri yetmemiş gibi bir de Almanların önünde görüştüler. Amaçları mitingi engellemeye yönelikti. Eğer yasal kılıfa uydurabilseydi Alman polisi mitingi engelleyecekti. Bijî Serok Apo sologanını bu yüzden yasakladılar. Bir sürü bahane yaratmaya çalıştılar. Bu yasaklamanın arkasında Neçirvan Barzani ve Hakan Fidan olduğu anlaşıldı. Bunlara ne denilir? Bu kişiler irdelenmeye değer. Neçirvan Barzani’yi biraz tanıyoruz ama Hakan Fidan kişiliğini de daha iyi tanımak lazım. Ne oldu bu kadar yeminli Kürt düşmanı, Kürt kasabı haline kendini nasıl getirdi? Kimdir, nedir, nerede, nasıl eğitildi; anlamak lazım. Bir sürü katliamları yaptı aslında. 9 Ocak 2013 Paris Katliamını yaptırdı. Yine 24 Aralık 2022 Paris Katliamını yaptıran da Hakan Fidan’ın kendisidir. Avrupa’nın her yerinde katliamı örgütlemiş, bundan sorumlu tutulup sorgulanması, yargılanması gereken kişidir. Avrupa’da yasal olan ve insanların bir miting yapmalarını engellemek için Almanya’ya gitmiş. Aman Kürt’ün hiçbir şeyi duyulmasın, Kürt halkının hiçbir hakkı olmasın, adı-kimliği bile kimse tarafından söylemesin diye Türkiye’yi de pazarlıyorlar, kendilerini de. Böyle şeyler yapıyorlar.
Tayyip Erdoğan’ın Mısır gezisi de öyleydi. Bütün AKP kanalları Sisi’nin büyük ricası üzerine Tayyip Erdoğan Kahire’ye gitmiş, diye yazdılar. Niye bunu yazma gereği duydular? Çünkü gerçek hiç de öyle değil. Tabanından, Türkiye toplumundan, her yerden tepkiler var. Şimdiye kadar Sisi için ne dediğini iyi biliyoruz, herkes biliyor. Nasıl ayağına gidip sarmaş dolaş olduğunu da gördük. Kibirlenen, üstten bakan, aşağlayan Erdoğan’ı oraya ne götürdü? Erdoğan bir de utanmadan “ben gitmedim de, rica etti de dayanamadım” diyor. Yani başkaları da rica etse her ricaya gidecek mi Tayyip Erdoğan? Ricalarla mı diplomasi yapıyor? Öyle değil tabii. Dikkatle değerlendirmek gerekir bu gezileri. Ortadoğu’daki gezilerin şu boyutu var özellikle. Ortadoğu’da TC Devleti dışlanıyor. 1923’ten itibaren şekillenen Ortadoğu, TC Devleti’nin kuruluşuna göre, o ulus devlet yapısına göre şekillenmişti. Şimdi yeni bir Ortadoğu şekilleniyor. TC bunun içinde yok. Kapitalist sistem Ortadoğu’da kendisini bu düzeyde değiştiriyor. Tayyip Erdoğan yönetiminin izlediği politikalar, Kürt düşmanlığı, Kurdistan’daki savaş Türkiye’yi bu hale getirdi. Çok övündükleri ve üzerinde yaşadıkları jeostratejik konumunu, imkanlarını tüketti. Bunu herkesin görmesi lazım. Özellikle Türkiye’yi sevenlerin görmesi lazım. Bu politikalar neye yol açtı diye anlamaları gerekli. Şimdi bunu bir yönüyle telafi etmeye çalışıyor.
Diğer yandan ise biliyoruz; Kürt düşmanlığıdır. PKK’ye dönük saldırıdır. Bunun için güç, imkan toplamaya çalışıyor. Bu konuda yanılmamak lazım. İsveç’in NATO’ya giriş meselesini, bu konuda çok etkili kullandı ve ABD’den, NATO’dan bir takım şeyler aldı. Şunu görüyoruz, son bir imha saldırısı için yeniden bir onay ve destek aldıkları görülüyor. İşte ABD’nin F-16 vermesi, pazarlıklar böyledir. Yani İsveç’in üyeliğini bir şeyler almadan kabul etmedi AKP hükümeti. Tamamen Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım savaşı ile pazarlık yaptı. Oradan yeni bir onay aldı, bir destek alıyor ve bu temelde kabul etti. Şimdi onunla saldıracak saldırı hazırlıkları yapıyorlar. Bunu görüyoruz. Fakat ABD ve NATO’nun desteği ve onayı, şimdiye kadar yapılanın ötesinde bir saldırı yapma imkanı vermiyor AKP-MHP faşist diktatörlüğüne. Ancak yaptıklarını tekrarlayabilir. Bu yaptıklarıyla da sonuç alamadı zaten. Planladıklarını gerçekleştiremedi. İradesi kırıldı, çakılıp kaldı Medya Savunma Alanları’nda. İşgal saldırılarını başaramadı. PKK’yi defalarca yok ediyorum diye planlar yaptı, bunu ilan da etti, ama sonuç ortada. Onlarca defa boşa çıktı. Yalancı çıktı, gerçekleştiremedi. Şimdi de aynı şeyi yaparsa farklı bir sonuç alamayacağını görüyor.
Başka güçleri de katarak bu yeni saldırıyı daha da güçlü kılmak istiyor. Bunu da anlıyoruz, takip ediyoruz. İran’la görüşme tamamen bu çerçevedeydi. Israrla İran Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gidişini sağladılar. Zaten Irak’ı, YNK’yi durmadan tehdit ediyorlardı. Aslında İran üzerinden Irak ve YNK’yi de yeni saldırı planlarına katmak istiyorlar. İran’la ne kadar uzlaştılar, ne yaptılar bilemiyoruz. Çok fazla İran’ın bu şeye geleceğini sanmıyoruz. İran şimdiye kadar belli bir düzeyde destek veriyor. Zaten birlikte çalışıyorlar. Bazı saldırıları birlikte yapıyorlar. İran istihbarat veriyor, Türkiye saldırıyor. PJAK güçlerine bile Türk uçakları o kadar saldırı yapıyor. Bunlar İran’la ilişki içinde oluyor. Öyle İran bilgisi dışında olmuyor. Bunun ötesinde daha fazla İran’ın verebileceği bir şey yok. Çünkü İran Türkiye gibi bir ağır durumu yaşamıyor. O düzeyde bir sorunu yok. Yani İran’ın çıkarları bunu gerektirmiyor. Fakat “İran’la da görüştüm” diyerek Irak ve YNK üzerindeki baskılarını arttırmaya çalışıyor. Mısır ziyareti gerekçeseninin bir diğer nedeni de buydu. Yani işte Mısır’la da görüşerek Irak’ı, Arap alemini etkilemek istiyorlar. Diğer yandan Mısır’la güya Gazze’deki savaş durumunu konuştuklarını belirtiyorlar. Onu da Kürtlere karşı savaş konusunda pazarlamaya çalışıyorlar. Mısır’dan da bu yönlü destek almaya çalışıyor. KDP ile birlikte yürüttüğü bu saldırı savaşına Irak ve YNK’yi de katmak istiyor. Zordur. Üzerlerinde baskı çok olabilir ama ne Irak’ın ne de YNK’nin bunda bir çıkarı yok. Katılmalarını gerektirecek bir durum ortada yok. Mısır ve benzeri ülkelerle yaptıkları görüşmelerle ekonomik, ticari şeyler geliştirebilirler. Bir süredir buna ihtiyaçları vardı. Mısır’ın da ihtiyacı vardı. Onun ötesinde bir şey olacağını sanmıyoruz.
Kürtler ne kadar yok sayıldıysa Araplar o kadar parçalandı
Hiç kimse Filistin halkının ve Kürt halkının bu kadar haklı, var olma ve özgür olma davasının mücadelesini basit ekonomik, siyasi çıkarlar için pazarlık konusu yapmamalı. Teşhir olur, zarar görür. Bütün Arap devletleri bunu iyi görmeliler. Türkiye ile yapacakları bir şey kalmadı. Eğer böyle yaparlarsa, Filistin ve Kürt halkının davasına karşı çıkarlarsa İsrail’le kurdukları ilişkiler de onları kurtaramaz. Çünkü kendilerini Ortadoğu’da etkili hale getiren, yeni etkinlik kazandıran Kürt halkının özgürlük mücadelesidir, Filistin halkının mücadelesidir. Buradan kazanıyorlar. Bunu çok iyi görüp anlamalılar. Özellikle de Arap aydınları, yazarları, siyasetçileri bu gerçeği daha iyi görmeli. Arap toplumu kadın ve emekçileri daha iyi görmeliler, baskı yapmalılar. Kürt, Arap stratejik ilişki ve ittifakı dedik biz buna. Önemli. Kürtler hiçbir zaman Arap halkının haklarına karşı çıkmadılar. Mücadelelerinin temelinde Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ortaya çıkan bölge düzenini değiştirmek olduğunu öngördüler. O düzen Kürtleri yok saydı ise Arapları da bu kadar parçaladı, zayıf düşürdü. Ortadoğu’nun zayıf gücü haline getirdi.
Arapları bu zayıflıktan kurtarmak için en büyük desteği Kürtler verdi yürüttükleri mücadeleyle. Şimdi bu gerçeği görüp Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketiyle daha iyi ilişkiler kurmak varken, yeni bir bölge, demokratik bir bölge Ortadoğu yaratmak için tekrar kendilerini TC gibi, AKP-MHP faşist diktatörlüğü gibi güçlere angaje ederlerse Kürtlerden çok kendileri kaybederler. Çünkü Türkiye Misak-ı Milli denen her yeri almak istiyor. “Ben işgal etmeyeceğim, alayım sonra size vereceğim” diyor ama yalan söylüyorlar. Aslında Kurdistan’ı işgal etmek, orada mevzilenmek istiyorlar. Tabii ki arkasından Yeni Osmanlıcılığı geliştirecek. Zaten Arap topraklarının hepsi bizimdi diyorlar. Yüzyıl önce bizimdi oralar, elimizden aldılar, tekrar alırız, diyorlar. Bunu herkes görüyor. Kürtler mücadele ediyor, önünü kesiyor. Dolayısıyla tehlikeli. Sadece Kürt karşıtlığı yapmıyor AKP-MHP faşizmi, Arap düşmanlığı, Arap karşıtlığı yapıyor. Hamas’ı da onlar tahrik ettiler. Gazze’nin bu hale gelmesinden herkesten çok Tayyip Erdoğan sorumlu, AKP yönetimi sorumlu. Şimdi AKP’yle çözüm bulmaya çalışıyorlar. Neyle çözüm bulacaksın ki? Kendi çıkarını sağlamak için Filistin halkını ateşe attı. Gazze halkının, insanların kanı üzerinde hiç kimse pazarlık yapmamalı. Biz teşhir ederiz bunu, karşı çıkarız yapanları. Filistin halkıyla bu düzeyde kardeşliğimiz, dostluğumuz var yani. Biz dostluk gördük onlardan. Sonuna kadar da bunu sürdürürüz. O bakımdan da kim olursa olsun, nerede Filistin insanının kanı üzerinde basit ekonomik, siyasi çıkar hesapları yapmaya kalkarlarsa karşılarında bizi bulurlar. Teşhir ederiz, karşı dururuz.
Türkiye kendine göre bir şey yapmak istiyor ama buna ne Mısır yatar ne Irak ne de İran. Herkes görüyor AKP-MHP ordusunun Zap’ta ne duruma düştüğünü. Bu kadar kış ortasında ezilen bir ordunun peşinden kim gider? Kendi çıkarlarını oraya kim bağlar? Bağlayacaklarını sanmıyoruz ama AKP-MHP çıkar hesapları nedeniyle belli ki herkesi biraz Kürtler üzerine, PKK üzerine daha fazla yöneltmek istiyor.
Buna karşı çıkmalı Türkiye toplumu, aydınları, emekçileri, işçileri, gençleri ve kadınları. Orada bir bilinçlenme olmuyor. Çok cılız, zayıf kalıyor bu bilinçlenme. Böyle bir mücadele, bu durumu teşhir çok daha güçlü olmalı. Akılları başına gelmeli artık. 20 yılı aşkın süredir bu AKP yönetimi yapacağını yaptı. Daha fazlasına sabır mı edecekler? Dolayısıyla aslında bütün bunlardan ders çıkartması gereken Türkiye toplumudur. Aydınlar, işçi ve emekçilerdir, sendikalardır. Ama zayıf kalıyorlar. Israrla bu bilinci geliştirmek için bizim de çalışmamız gerekir.
Doğa katillerine karşı mücadele yürütülmeli
“9 işçiyi şöyle kurtaracağız, böyle kurtaracağız” diyorlardı. Şimdi diyorlar, yaşamını yitirmiş. Saygıyla anıyoruz. Ama ne böyle emekçi olsunlar, işçi olsunlar ne de öyle şehit. Yani böyle olmamak lazım. Kendi yaşamımız üzerinde kendimizi sorumlu kılmalıyız, etkili kılmalıyız. Yaşamımızı bu kadar başkalarına bağlarsak, bizi bu düzeyde zorlarlar. Ezerler yani. O hale gelmemek gerekir. Bu göz göre göre bir cinayettir. Birileri altın kazanıyor, altın çıkarıyor, öbürü canından oluyor. Şimdi Fırat’ın suyu zehirleniyor, diyorlar. Bütün Mezopotamya ölecek, kimse ses çıkarmıyor. Çok tuhaf. Yani böyle olabilir mi? Bu kadar yağma, talan düzeni olabilir mi? Hiçbir toplum buna dayanmaz. Aslında Türkiye toplumunun bunu bu biçimde kabul etmesi gerçekten de anlaşılır bir durum değil. Böyle bir şey kabul edilebilir mi yani? Fakat işte özel savaşla, yalanla, baskıyla, zorla toplumu etkisiz hale getirmişler. Böyle para babaları üretiyorlar. Niçin yapıyorlar bunları? Bu kadar yağma, talan Kürtleri katletmek için. Diyorlar ya; “savaş sanayii yapıyoruz, savunma sanayimizi güçlendiriyoruz, şu kadar, şunu alıyoruz, bu kadar bunu alıyoruz ve Kürt’e vuruyoruz”. Şimdi bunlar Kürt soykırımında kullanılıyor. Kürt soykırımı, Kürt düşmanlığı Türkiye’yi bu hale getirdi. Bütün imkanlarını pazara satıyor. NATO’ya gitti teslim oldu. Yalvar yakar ediyor, para alıyor. İran’da yalvardı, destek almaya çalışıyor. Mısır yönetimine yalvarıyor destek almak için. Ne itibar kaldı, ne etkinlik kaldı. Kriz, ekonomik kriz, siyasi kriz hat safhada. Diğer yandan şimdi ekolojik yağma çok daha ileri düzeyde. Bu süreç HES’lerle başlamıştı Artvin sürecinde, Karadeniz’de. O kadınların ellerini öpmek lazım. Nasıl karşı çıktılar o zaman? Ama hepsini bastırdı. Susturdular. Kimse sahip çıkmadı. “Biz bu HES’lere karşı çıkıyoruz” diye eylem yapmışlardı. Ondan sonra altın çıkartıyoruz diye orman bırakmadılar, yaktılar, yağmaladılar.
Ormanı yok ediyorlar para kazanmak, zengin türetmek için. Bütün Kurdistanı yaktılar ve kestiler. Zaten o güzelim Botan, Bestler ne hale getirildi? Dümdüz yapıldı. Yani karşı çıkamadık. Gerçekten de onu yapan herkesi yok etmek lazım. Çünkü onlar doğa katilidirler. O katillere karşı her türlü mücadele yürütülebilir. Kim yapıyorsa yapsın, bir katildir. Karşı durmak gerekir. Ama mesela bu rejim sadece soykırımcı değil, Kürt katili değil, sadece Arap düşmanı değil, sadece kadın düşmanı değil, düşman değil; bir de doğa düşmanı, yeşil düşmanı. Yaşadığımız değerlere düşman.
Kapitalizm zaten azami kar, yağma, talan düzeni. Daha fazla kazanmak için yapmayacağı yok. Bir de Kürt soykırımı için silaha, silah için paraya ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla Türkiye’nin yağmalamadığı, pazarlamadığı, satmadığı hiçbir şeyi kalmadı. Ormanlarını o kadar kestiler. Kaz Dağlarını, diğer yerleri, ormanı, coğrafyayı yok ettiler. Sattılar bir sürü yeri. Türkiye’nin satılmamış yeri kalmadı. İstanbul boğazı, Karedeniz kıyıları satılmadık yer kalmadı. İsrail’e Katar’a satıldığı söyleniyor. Satılmadık değeri kalmadı. Sattıkları paralarla kendi göbeklerini şişiriyorlar. Bir de Kürt’e vuracak silah kazanıyorlar. Bu faşist sürüleri besliyorlar. Kürt katliamı, soykırımı için saldırıyorlar.
Ekolojik devrimsiz toplumun özgürlüğü olmaz
Kürt düşmanlığı, kadın düşmanlığı, toplum düşmanlığı aynı zamanda doğa düşmanlığıyla, tabiat düşmanlığıyla paralel gidiyor. Birine düşman oldun mu artık hepsine düşmansın. Bu çok önemli bir durum. Bu konuda yetersiz kalındı, yetersiz kaldık. Daha fazla teşhir gerekiyordu, daha çok örgütlenme lazımdı Kurdistan’da da, Türkiye’de de. Özellikle doğa talanına karşı daha çok mücadele edilmeliydi. Ekolojik mücadeleye çok önem vermemiz lazım. Bu iş tehlikelidir. Paran gider, iki yıl sonra yerine koyabilirsin ama doğayı yeniden kuramazsın. Getiremezsin. Kaybettin mi artık bir daha hiç elde edemezsin ya da yüz yıl sonra ancak yeniden elede edebilirsin. Bu en büyük kayıp oluyor.
Bu konuda bilinç, örgütlülük, mücadele çok önemli. Önder Apo, demokratik toplumcu paradigmasını iki ayak üzerine kurdu. Biri kadın özgürlüğü, diğeri doğa dostluğu, toplumsal ekolojik ayak. Kadın özgürlüğüyle ekoloji birbirine çok bağlı. Dolayısıyla ekolojik devrimsiz, ekolojik sistemsiz kadın özgürlüğü de, toplumun özgürlüğü de olmaz. Bu düzeyde ele alıp yaklaşmamız ve ekolojik bilinci de, örgütlülüğü de, eylemi her düzeyde geliştirmemiz gerekir.