Devletçi uygarlığın toplumsal alanda yaratmış olduğu en büyük ve en çetrefilli sorun hiç kuşkusuz özgürlük sorunudur. Toplumsal tabakalaşma ve iktidarcı sistem inşası, özgürlük yitimi üzerine inşa edilmiş, bu şekilde toplumsal eşitsizlik oluşmuştur. Dar anlamda toplumsal ilişkiler bu biçimde alt üst, haklı haksız ikilemleri şeklinde ayrışmış, ezen ezilen, sömüren sömürülen, hükmeden hükmedilen biçiminde çelişkili, eşitsiz toplumsal sorunları yaratmıştır. Devletleşme olarak tüm toplumsal değerlere el koyma organizasyonu uygarlık denilen zorbalık ve hırsızlık düzenini yaratmıştır. Zor ve ideolojik ikna araçlarının birlikte kullanıldığı bu düzen inşa edilirken yeni toplumsal sistem dışında kalan milyonlarca insan katliamlarla düzene dahil edilmiş, sistem içerisinde ise üst sınıf daha ihtişamlı yaşayabilsin diye zalimce köleliğin türlü çeşitleriyle ölene kadar sömürülmüştür. Uygarlık denilen sınıflı devletçi sistem çarkı bu ilişkilere dayanarak toplumdan ve insandan özgürlüğünü gasp etmiştir. Kaybedilen özgürlük ile toplum, dolayısıyla insan çetin bir varlık yokluk mücadelesi içerisinde kendisini bulmuştur. O nedenledir ki uygarlık tarihi kadar eski bir tarihe dayanan özgürlük sorunu günümüze kadar uğruna en çok bedel ödenen bir sorun olarak mücadele konusu olmuştur.
Zalimlerin ve zorbaların saltanat düzeni olarak devletçi uygarlık sistemi bütün aşamalarında yaratmış olduğu bu sorundan dolayı direniş ile karşılaşmıştır. Haksızlık ve eşitsizliklere başkaldırı şeklinde gelişen uyanışlarda, bu eşitsizlerin düzenini değiştirmek için büyük bedeller ödenmiştir. Bu düzenden en fazla muzdarip olan toplumsal kesim hiç kuşkusuz gençlik olmuştur. Sistem tarafından gücü, enerjisi kullanılmak üzere, üzerinde her türlü tasarrufta bulunulan kesim olarak gençlik, sistemin zorbalığından, eşitsizliğinden de en çok etkilenen kesim olmuştur. Bundan dolayıdır ki eşitsizliğe en fazla itiraz eden, başkaldıran, bu uğurda savaşanlar gençler olmuştur. Gençliğin karakter özellikleri olarak yoğun bağımsızlık duygusu, arayışçılığı, verili düzen ve ilişkilerle çelişikliği bu konuda etkili bir güç olmaktadır. Bunlarla birlikte özgürlüğe en yakın kesim olması, ideolojik olarak sistemlere karşı daha esnek bağlarla bağlı olması, bağnazlıklarının az olması, gücü ve enerjisi bakımından kendine güven duyması isyankarlığında etkili birer unsur olmuştur.
Sınıfsal, ulusal aidiyetleri yine ideolojik aidiyetleri, manevi inaçsal aidiyetleri ne olursa olsun gençler her yerde ezilen, cahil görülen toplumsal rol dağılımında yaşlı ve tecrübelilerin enerjilerinden faydalandığı araçsal konumdan çıkamamışlardır. Tarihsel olarak “jerontokrasi’’ yani yaşlı ve tecrübeli olanın gençlik üzerinde hakimiyet kurmasına dayanan hiyerarşik yapılanma bu rol dağılımından ileri gelmektedir. Buna rağmen tüm toplumsal kesimlerde doğal olarak yer alan, tüm sınıfların içinde bulunan, inançların ve ideolojilerin her birinin içinde olan gençlik en çok göz ardı edilerek nesneleştirilen kesim olmuştur. Her farklılığın içerisinde yer aldığı gibi tüm toplumsal kesimlerin de yaşadığı sorunların ilk elden parçası veya etkileneni olmuştur. Dolayısıyla bütün toplumsal tarih boyunca hem egemenlerin safında hem de ezilenlerin safında ulusları, kabileleri, aşiretleri, inançları vatanları, sınıfları, şehirleri, aileleri uğruna savaşmışlardır. Yine tüm uygarlık tarihi boyunca her şeyiyle en vahşi şekilde sömürülen, gücünden enerjisinden faydalanılan değersiz bir şekilde köleleştirilip satılan, tarlada çalıştırılan, savaşçı diye cephelere sürülen hep gençler olmuştur. Herkes adına savaşmış ama sorunların ve sistemin ezilen bir kesimi olarak kendi kimliği ile var olmayı bir türlü başaramamıştır.
Sistemler gençlik ile toplumsal inşalarını gerçekleştirir
Gençlik bir kimlik olmasına rağmen diğer sosyal sınıflar için bir geçiş ve hazırlanma, yine yaş aralığı olarak ele alınmış, bu çağda uygarlık sistemine elverişli bireylerin inşa edildiği bir aşama olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan sağlıksız toplumların ve inşası tamamlanmamış, toplumsal çarpıklıkların nedeni bir anlamda gençlik denilen olgu olmuştur. Tüm sistemler gençlik ile gelecek toplumsal inşalarını gerçekleştirdikleri için genel olarak gençliğe yönelim çok erken yaşlarda ve zamanlarda başlamıştır. Uygarlık sistemi bu gerçeklikten hareket ile inşa edilirken gençlik başat rol oynamıştır. Egemenin ve ezenin elinde ve buyruğu altında eskiyi yıkıp yeniyi inşa eden güç olmuştur.
“Tüm toplumsal gerçeklikler insan eli ile inşa edilmiştir’’ gerçekliğinden hareketle devletçi uygarlık sistemi ve onun tüm maddi ve manevi yapısallıkları tanrı vergisi olmayıp sonradan inşa edilmişlerdir. En despot sistemlerden, en bağnaz zihniyet yapılarına kadar yine en demokratik oluşum ve kurumlaşmalara kadar hepsi insanlar tarafından inşa edilmişlerdir. Devletçi uygarlık sistemi de doğal toplumdan yaşanan bir sapma olarak gelişmiş, beş binyıllık tarihiyle insanlığın başına bela olmuştur. Hiyerarşik devletçi bir düzen olarak oluşan bu sistem uzun bir tarih boyunca toplumları boyunduruğu altına almak üzere kanlı bir katliam ve zorbalık döneminden sonra aşamalar kaydederek kapitalist çağa kadar gelmiştir. Zorbalıklar, zalimlikler, savaşlar, katliamlar gasp ve hırsızlık yoluyla sömürü tekellerini oluşturmak, bunun ideolojik meşruiyet araçlarını inşa etmek, siyasal kurumlaşmalarını sağlamak üzere tüm toplumsal yapılarda hâkimiyet oluşturmayı hedeflemiştir. Bütün bu sistemin inşa edilmesi, savunulması ve devam ettirilmesinde temel güç olarak gençliğin enerjisinden ve gücünden faydalanılmıştır. Kapitalist modernitede ise bu durum bambaşka bir aşamaya ulaşmıştır. Bir yandan bu sistem için savunma gücü, bir yandan da enerjisinden faydalanılan işçiler ordusu, aynı zamanda bir tüketim nesnesi olarak sistemin devam ettirilmesinde her zaman için sistem tarafından ihtiyaç duyulan bir kitledir. Denetlenip kontrol edilmesi, manipüle edilerek yönlendirilmesi gereken bir kesim olarak değerlendirilmeye, faydalanılmaya çalışılması gençliğin karakterindeki özgürlük arayışçılığı ile ironik bir tezatlık yaratsa da sistemin en çok ihtiyaç duyduğu, onsuz yapamadığı bir olgudur.
Bütün toplumsal sistemler ve yapılanmalar statüsünü koruma ile değişim arasında sürekli bir çelişki ve çatışma halindedirler. Varoluşun doğal akışı içerisinde değişim ve dönüşümler normal iken yerleşik alışkanlıkların teolojikleştirilmesi benzeşmeyi dayatır. Çatışmaların temel sebebi olarak bu tutucululuk ve değişmeme hali doğal akışa aykırı olarak statüko oluşturmaktadır. Kapitalist aşamada toplum liberal tahakküm biçimine, rekabetçi tüketim ilişkilerine, egemen sınıf çıkarlarına hizmet eden devletçi bürokratik kurumlaşmalarına dayanarak örgütlenir ve toplumu işgal eder. Bu durum doğal akışı bozarak sapma yaratır ve toplumsal kriz ve bunalımlar baş gösterir. Siyasal literatürde “düzen’’ veya “sistem’’ olarak tanımlanan toplumsal alanın sürekli kriz durumu olan kapitalizm ancak köklü devrimci müdahaleler ile tekrardan rayına oturtularak doğal olana dönüş yapılabilir. Bunu yapabilme cesaretini gösterebilen ve tarihe yön verenler devrimcilerdir. Bu anlamda tarihe yön veren, yeni toplumsal sistemlerin kuruluşunda öncülük yapan, toplum içerisinde birçok yeniliğe damgasını vuran tarihsel kişiliklere baktığımızda, gençlik dönemlerinde mevcut olandan kopup yeni olanı geliştirmeye başladıklarını görürüz. Bu gençliğin temel sosyolojik özelliğidir. Mevcut sınıflı-devletli toplumsal sistemler gençliğin bu özelliğini kendileri açısından bir tehlike olarak görmüş ve gençliğin bu özelliğini köreltmek, denetlemek veya kendi toplumsal sistemine bağlamak için çeşitli tedbirler almışlardır. Gençliğin eğitiminin her toplumsal sistemde en temel çalışma olması bu gerçeklikten kaynaklanır. Çocuklukta verilmeye başlanan “aile terbiyesinden” başlayarak devlet okullarında ezberletilen resmi ideoloji dogmalarına, askerlik kurumunda katı bir disiplinle irade kırıp mevcut sisteme itaat ettirmeye kadar gençliğin bu özelliği köreltilip, gençlik mevcut sistemle uyumlu hale getirilmeye çalışılır. Gençliği kendine bağlayan, kontrol edebilen sistemler kendi geleceklerini, varlıklarını garantiye almış olurlar. Bunun karşıtı olarak gençlik arayışı, yeni bir toplumsal sistemin örgütlendirilmesinde de temel dinamiktir. Mevcut toplumsal sistem kalıplarını kırabilen, özgür düşünme gücüne ulaşan, yeni toplum ütopyalarını gerçekleştirmenin yol-yöntemini geliştirebilen gençlik kurulu düzeni, alaşağı edip yenisini kurmanın da öncü gücüdür. Bu yönüyle diyebiliriz ki gençlik özellikle toplumsal değişimlerin kendini dayattığı tarihsel dönemlerde savaşın bir alanıdır. Bir değişimin olup olmayacağı ya da nasıl olacağını, gençliğin nerede yer aldığı belirler. Bundan dolayı hem mevcut toplumsal sistemler hem de yeniyi yaratma adına ortaya çıkan mücadele güçleri gençliği kazanmaya, kendi saflarına çekmeye çalışır. Gençlik üzerinde adeta bir savaş yürütülür. Çünkü üretimin sürdürülmesinden tutalım, saldırılar karşısında kendini savunmaya kadar toplumun temel işlerinde gençlik vazgeçilemez bir dinamiktir. Kendini hakim kılmak isteyen her toplumsal sistemin ilk yöneldiği toplumsal kesimin gençlik olması bu gerçeklikten kaynaklanır.
Yorum gücü olmayan, sorgulamayan gençlik yaratılmak isteniyor
Kapitalist modernite, bu hedefi gerçekleştirmek için en temel silah olarak hiç kuşkusuz ideolojik ikna gücünü kullanır ve bu biçimde liberal ideoloji yoluyla kafaları bulandırır. Bunun için gayri meşru bir gasp ve hırsızlık organizasyonu olan devlet mekanizması aracılığıyla, ulus ve yönetim maskesini de kullanarak topluma sızması ve toplumun en saf ve en temiz beyinlerini ve yüreklerini işgal etmesini sağlar. Bu şekilde toplumun bütün çocuklarının ve gençlerinin eğitilmesi işinin ele geçirilmesi ideolojik inşa için büyük bir fırsat olmaktadır. Çağdaş rahipler sınıfı tarafından gençliğin bu yol ile ele geçirilmesi ideolojik olarak ilkokuldan başlayarak dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, bilimcilik olgularıyla özgür düşüncenin önü kapatılarak yorum gücü olmayan ezber yoluyla bağnaz bir gençlik yaratılmaktadır.
Kapitalist çağda bilim üretme ve öğretme misyonuyla kurulan üniversiteler dahi, gençliğin kafasını bilimsel gerçekler adına dogmalarla doldurup, düşünmesine, sorgulamasına fırsat vermiyor. Kapitalist modernitenin hakim olduğu çağımızda orta çağdaki kadar bile felsefe, bilim, sanat alanlarında çığır açan filozof, düşünür ve sanatçıların çıkmaması sistemin eğitim kurumlarında gençliğin öğrenme yeteneğinin iğdiş edilmesinden kaynaklıdır. Yoksa iletişim, teknik ve araştırma imkanlarının bu kadar gelişkin olduğu bir yüzyılda sadece belirli insanlar değil herkes özgür düşünce, bilim ve sanat üretebilirdi. Ancak mevcut modernist eğitim sistemi buna yol açmaktan çok, kendi gemisini kurtarmaktan, yanındakini sollamaktan başka amacı olmayan, hakikati bulmaktan çok, yaşamı güzel, iyi yaşamanın sistemin dogmalarını en iyi ezberlemekten geçtiğine inanan bir genç tiplemesi yaratıyor. Yani eğitim sistemi ile ilk başta zihin, düşünce tutsak ediliyor. Böylece her türlü yaşam alışkanlığına, yönlendirilmeye açık bir gençlik yaratılıyor. Eğitim, kapitalist modernitenin kendini üretmesinin, yerleştirmesinin sadece bir ayağıdır, toplumsal yaşamın her alanı aynı şekilde işgal edilip, modernist ölçüler temelinde yeniden şekillendiriliyor.
Bu anlamda kapitalist modernite sisteminde eğitim ve bilim tamamen özel ve psikolojik savaş silahıdır. Özellikle sömürge toplumlara karşı ahlaksızca kullanılan bir araçtır. Dünyanın birçok yerinde sömürge halkların asimile edilerek soysuzlaştırılması için yıllarca kullanılmıştır. Çarpıcı bir örnek olarak eğitim kurumları Kürdistan’da on yıllardır faşist soykırımcı TC Devleti tarafından Kürt çocuklarının asimile edilmesi, kimliksizleştirilmesi için çirkin bir biçimde kullanılmaktadır. Çocuklar Kürt kimliğini unutması, ulusal bilincini kaybetmesi için daha küçük yaşlardan başlayarak Türkleştirmek için eğitilmektedirler. Gençliğin Kürt olarak yetişmemesi için tüm devlet imkanları kullanılmakta, Türklük kimliğini benimsemesi için her türlü imkan sağlanmakta, kandırılmakta; kanmayanın ise iradesi kırılarak sindirilerek baş kaldıramaz hale getirilmektedir. Kürdistan’da gençliğin ulusal mücadelelerini, işgal altındaki ülkelerini tanımaması için bunca şarlatanlık yapmaları, türlü hokkabazlıklara başvurmaları bundandır. Dikkat edilirse TC, Kürdistan gençliğinin Kurdistan Özgürlük Gerillasını tanımaması ve bu saflara yönelmemesi için tüm eğitim sistemlerini seferber etmiş durumdadır. Tüm okullar birer ordu kışlası gibi, öğretmenler ise birer başçavuş gibi gençliği değerlerinden uzaklaştırmak, robotlaştırmak, Türklük zihniyetine sokmak ve Türklük yalanlarıyla kandırmak için seferber olmuş durumdadır. Kuşkusuz bu politikaların tümü kapitalist modernist paradigmanın tüm dünyadaki ezilenlere uyguladığı bir politikadır. Bu uygulamalar çağdaşlık, ilericilik kılıfıyla yapılmakta ve liberalizmin sahte özgürlük, sahte demokrasi ve eşitlik yalanlarıyla maskelenerek saklanmaktadır.
Kapitalizmin dayandığı temel zihniyet bireyciliktir. Bu yüzden birey adına ve toplumu yönetmek, kontrol etmek adına var olan tüm toplumsal değerlere pervasızca saldırır. Bunun temel nedeni kapitalizm gibi gayrı meşru bir sistemin ancak toplumsal örgütleri dağıtarak kendini yaşatabilecek olmasıdır. Bundan dolayı toplumun karşısına ahlak, düşünce, inanç ve diğer tüm toplumsal değerlerden koparılmış bir birey çıkarılmaktadır. Bununla toplum dağıtılıp savunmasız hale getirilmekte, toplum olmaktan çıkarılıp kalabalık bireyler yığını oluşturulmaktadır. İşte kapitalizmin gençliğe biçtiği temel misyon bu noktada çok çarpıcıdır. Gençlik toplumu dağıtmada koç başı olarak kullanılmaktadır. Gençlik üzerinde pervasız bir bireycileştirme projesi uygulanarak bu yapılmaya çalışılıyor. Her taraftan insanın toplum olma, toplumsal bir varlık olma eğilimine karşı saldırılar geliştiriliyor. Bu saldırılar özelde de gençlik üzerinde uygulanıyor ve daha çok sonuç almaya odaklanılıyor.
Gençlik şahsında potansiyel muhalefet boğulmak isteniyor
Medya, eğitim sistemi, sanal ortam denilen internet, eğlence merkezleri, dizi, sinema ve benzer araçlarla bir insan modeli çizilip gençliğin önüne konuyor. Bu insan modeli kapitalizmin evcilleştirilmiş, sisteme muhalefet edemeyecek, itaatkar, tüketici, düşünmeyen insanıdır. Bu yaratılmak istenen toplumun daha doğrusu toplumsuzluğun ideal insan tipidir. Bu tip, gençlik içerisinde yaratılmaya çalışılıyor. Kapitalizm kendi istediği gibi bir gençlik yaratıp bununla kendi geleceğini garantiye almak istiyor. Yine 1968 gençlik kuşağının içinden çıkan devrimci gençlik hareketlerinin şimdiye kadar kapitalizmin karşısına çıkan en büyük direniş olduğunu hatırlarsak gençliğe dönük uygulanan toplumsallıktan uzaklaştırma projesi ve potansiyel, dinamik muhalefet yapma gücüne sahip gençlik hareketini daha doğmadan boğmak oluyor. Sadece toplumsal değerlerden koparıp bireycileştirme değil tabii; yaratılmak istenen gençliği sistemin dişlisi haline getirmek oluyor.
Kapitalist modernitenin toplum ile giriştiği savaşta kısmi de olsa başarı kazanması ve toplum ile yapmış olduğu bu savaşın üzerini örtmesi gençliği denetleyip yönlendirmesi ile ilgili olmaktadır. Liberalizm denilen sahte özgürlük yanılsaması ile politik alandan uzaklaştırılan ve hatta politik alanın dışında bırakılan gençlik, lümpenleştirilir. Kapitalist çağda lümpenlik bir moda olarak özenilen bir duruş olarak geliştirilmektedir. Bu duruş, sınıf ve ulus bilincinden yoksun, tüketim alışkanlıklarının esiri olmuş, başkalarının emeğini mirasyedi olarak sömürmeyi, çalmayı marifet sanan, politik bilinçten yoksun bireyci bireylerin duruşudur. Tüm dünyada adaletsizlikler yaşanırken, toplumlar soykırımdan geçirilirken, bunca duyarsızlık ve umursamazlık bundan ileri gelmektedir. Çünkü; lümpenlik liberal ideolojinin birey çıkarlarının tanrılaştığı bir kişilik şekillenmesidir. Liberalizmin bu kadar çıkarcı, menfaatçi, tüccar, hırsız, paraya tapan birey üretmesi bu ideolojik duruş ile ilgili olmaktadır. Bu ideolojinin yetiştirdiği gençlik toplumsal yabancılaşma yaşadığı gibi tüm tarihsel toplumsal değerlere de kapalıdır. Bütün bu uygulamalar göz önüne alındığında gençliğin kendini kapitalist modernitenin bu çok yönlü kuşatmasından kurtarması öyle kolay olmamaktadır. Çünkü sistem yaşamın her alanını kontrol altına alıyor, her yerden, bir şeyler empoze ederek gençliğin yaşamında hiç boşluk bırakmamaya çalışıyor.
Aileden başlayarak, okula, sokağa, televizyona, sanal ortama, eğlence merkezlerine, reklamlara kadar her yerden gençliğin beynine saldırıp onu adeta işlemez kılıyor, düşüncesizleştiriyor. Sistemin bu sarmalından çıkma yönünde arayışlar da var hiç kuşkusuz. Anti-kapitalist, sol, sosyalist, anarşist ve diğer sistem muhalifi hareketler ağırlıkta gençlikten oluşuyor. Bunlar hiç kuşkusuz kapitalist sistemin dışında kalmayı amaçlayan hareketler ve gençliğin bu hareketlere yönelimi de bu amaçladır. Ancak bu hareketler içerisinde de kapitalizmin toplumsal bünye üzerindeki saldırıları, bunlara karşı nasıl bir duruşla sistem dışında kalınabileceği çok net tahlil edilebilmiş değildir. Bundan dolayıdır ki sisteme karşı çıkma niyetiyle ortaya çıkan kişiler veya örgütlemeler de kısa sürede düzenin değirmenine su taşımaktan kendilerini kurtaramamaktadırlar. Bunun yanında bu amaç ile ortaya çıkan örgütlemelerin de kısa sürede törpülenerek yedeklendiği veya çarpıtılarak popülist eylemciliğe kaydığı görülecektir.
Tüm ideolojik araçlar gençliğe karşı özel savaş aracı olarak kullanılmakta
Bundan dolayıdır ki kapitalist çağda en büyük savaşlar özelleştirilmiş ve kuralsız savaşlardır. Düşman bellenene karşı her türlü gayrı meşru yöntem ile kuralsız bir biçimde savaş en çok da sistem için tehlike olarak görülen gençliğe karşı uygulanmaktadır. Bu anlamda gençliğin eğitiminden tutalım da, kültürel eğilimlerine, sanat ve spor ilgilerine, gelecek hayaline kadar tüm ideolojik araçlar birer özel savaş aracı olarak kullanılmakta, her türlü saptırma bu yolla yapılmaktadır.
Sanat alanı da buna çarpıcı bir örnektir. Toplumsal maneviyatın ve toplumda değer gören duygu ve algıların estetik ifadesi olan sanat alanı, toplumsallığın temel düşmanı haline getirilmeye çalışılıyor. Örneğin modernizmin yerleştiği her alanda yaygın olan pop kültür buna temel örnektir. Pop kültürün, modelleştirdiği insan, toplumdan kopuk, dünyası ikili bir ilişkiyle sınırlı, son çıkan ürünleri tüketme imkanlarına sahip olmayı, yaşamının temel amacı haline getirmiş dar kafalı, düşünme meziyetini yitirmiş insandır. Resim, sinema alanı da aynı durumdadır. Etrafındaki insanlardan, doğasından, anlam arayışından yoksun, günübirlik yaşamın içinde boğulan insan tipi daha çok telkin ediliyor. Toplumsallaşmanın henüz bu kadar yıkıma uğramadığı dönemlerdeki kendini büyük işlere ve herkesi hayran bırakan bir yaşama adayan roman kahramanları yerine, kalkışabildiği en büyük iş eşini aldatmak, karşı cinsten daha çok insanla cinsel ilişkiye girmek olan roman kahramanları öne çıkıyor. Sinema ve dizi filmler, çok paraların harcanarak yapıldığı bir sanat alanı haline geldiğinden, modernitenin en güçlü hakimiyet kurduğu alanlardır. Bir avuç zenginin yaşamı temel konu edilmektedir. Verilmek istenin mesaj şudur; olabilecek en güzel, en anlamlı yaşam budur, sen de tüm yaşamını böyle yaşayabilme imkanlarını elde etmeye göre planla… Bunun yolu da daha çok para kazanmaktır, daha çok para kazanmaktan daha önemli bir şey yoktur. Tiyatro ve şiir her ne kadar toplumla bağını korumada direnmişse de bunlar da modernist toplum insanı nazarında rağbet görmüyor, yeni bir anlam gücü ve çıkış noktası yaratmadığından silikleşiyor. Gençliğin duygu, hayal dünyasını belirleyen, bunun üzerinde yönlendirici rol oynayan sanat-edebiyat bu durumdadır. Kapitalist modernite, gençliğin özünde saf ve çıkarsız olan duygularını sanat adına yapılan böyle bir ideolojik saldırı dalgası ile kirletip yüce duygu ve anlamlardan uzaklaştırıyor. Faşist Türk devletinin Kürt toplumsal soykırımını gerçekleştirmek için bu alanın tümünü kültürel soykırım aracına dönüştürmesi kapitalizmin esin verdiği bir yöntem olmaktadır. Yaşadığımız şu günlerde Kürdistan gençliğini onursuzlaştırmak için Amed’in Sur Mahallesi’nde, Cizre’de, Şırnak’ta, Colemêrg’te öz yönetim direnişlerinde barbarca katlettiği Kürt gençlerinin cenazelerinin üzerinde festivaller yapması ve gençleri oraya çağırması bu yaklaşımın bir sonucudur. Kürt çocuklarının yıllarca kendi anne ve babalarından utanmalarını sağlayan, kendi saf temiz ve nadide kültürlerinden uzaklaşmalarını sağlayan bu devletçi sistem, gençliğin sözde modernleşmesi için yapmadık şey bırakmamıştır. Türk dizileriyle kendi ulusunu geri gören, o yüzden de korkutarak Türk’müş gibi kendisini göstermeye çalışan bireyler yaratmıştır.
Kapitalist modernitenin gençliği istediği gibi şekillendirmede kullandığı temel bir diğer araç, yürüttüğü esaslı bir politika da esas amacından saptırılmış spordur. Spor, insanın ruhsal ve bedensel sağlığını dengeleyen temel bir insan faaliyeti olmaktan çıkarılıp büyük paraların döndüğü bir sektör, gençliği uyuşturmanın aracı haline getiriliyor. Sporun sektörleştirilmesi ile spor elitleştirilip, spor yapmaktan çok seyirlik spor esaslı bir şey olarak gençliğin önüne konuluyor. Hangi spor kulübüne taraftar olunduğu neredeyse esaslı bir kimlik, aidiyet öğesi haline getirilmiştir. Bilinçli bir politika olarak geliştirilen holiganlık ile adeta kulüp-takım milliyetçiği yaratılıp bunun üzerinden bir taraftan kulüplerin kasaları daha çok doldurulurken bir taraftan da gençliğin düşünsel, duygusal potansiyeli hadımlaştırılıyor.
Kapitalist modernitenin yozlaştırma araçları (S)’ler spor, sanat, seks, sanal dünya
Kapitalizmin toplumu kontrol etmede esas politikası olan 3-S (spor, sanat, seks) modernitenin Ortadoğu ve Kürdistan’da giderek kendisini örgütlediği günümüzde daha derinleştirilerek uygulanıyor. Spor ve sanatla birlikte, cinsellik de sınıflı toplumun başından beri bir uyuşturma, düşürme öğesi olarak kullanılmıştır. İnceltilmiş politikalarla erkek egemen zihniyetini uygulayan kapitalist modernite, kadını tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar cinsel meta haline getirmiş, toplumun zihniyetini çarpıtarak toplumun da kadını böyle algılamasını, tanımlamasını körüklemiştir. Bir diş macunu reklamından tutalım, yapılan filmlere kadar kadının cinselliği öne çıkarılıp metalaştırılıyor. Bu yönüyle ele aldığımızda fuhuş genel evlerinden çıkarılıp televizyon reklamlarına, mağaza vitrinlerine, ürün etiketlerine kadar yaygınlaştırılmıştır. Bununla gençliğin güdüleri körüklenip, duygu, akıl ve toplumsal ahlaktan kopup cinsel güdülerine esir edilmiş bir gençlik kuşağı yaratılmak isteniyor. Cinsel güdülerinin esiri olmuş bireyler bu zaaflarından dolayı kendine ve topluma karşı her türlü suçu işler hale gelebiliyorlar. Basit bir cinsel zaaf üzerinden onlarca Kürt gencinin TC işgalci devleti tarafından kandırılarak ulusal Özgürlük Mücadelesi’ne düşman hale getirilmesi, düşmanının elinde birer ihanetçiye dönüştürülmesi bununla ilgilidir. Toplumsal yozlaşmanın fuhuş aracılığıyla geliştirilmesi aynen uyuşturucu kullanımının devlet tarafından geliştirilmesi gibi bir politik yaklaşım olmaktadır.
Kapitalist modernitenin 3-S politikasına aslında bugün dördüncü bir S daha eklemek gerekmektedir. Gerçek yaşamın sanal yaşam ile yer değiştirmesi olarak dijitalleşme ve sanallaşma giderek yaygın bir yaşam modeli haline gelmektedir. Sürekli kriz ve bunalım üreten kapitalist modernite sistemi bireyde maneviyattan kopuşu getirdiği gibi tekniğe bağımlılık ile gerçek yaşamdan kopuş ile yaşamın sanal haline hücum etmeye yol açmaktadır. Birey, gerçek yaşamı yaşamaya takat ve cesaret gösterememenin sonucu olarak sahte yaşam ve ilişki yaşayarak tatmini sağlamaktadır. Gençliğin çok büyük bir bölümünün esir hale geldiği gerçek yaşamdan kaçış alanı olarak sanal arkadaşlık, sanal oyunlar, sanal ve sahte insanlar ortamı daha cazip hale gelmiş durumdadır. Herkesin olduğu kişi değil olmayı hayal ettiği kişi olduğu bir ortam olmaktadır. Modernitenin tüketici ve sanala hapsolmuş gençlik olarak pasifize ettiği, kendisine yönelme riski olan enerji ve öfkesini bertaraf ettiği, politik alandan uzaklaştırdığı kısacası kandırdığı, sömürdüğü gençlik olmaktadır. Kısa süre önce izlenilen oyunlardan aldıkları talimatlar ile onlarca gencin intihar etmesi hala akıllardaki tazeliğini korumaktadır. Buna benzer olarak bir beğeni almak veya takipçi sayısını artırmak için türlü şaklabanlıklara giren binlerce genç insan her gün bu mecrada kapışmaktadır. Bunların en kötüsü de sistemin bu barbar saldırılarına ve Kürtlerin soykırımdan geçirilme saldırılarına karşı sanal medyadan birkaç twitt atarak mücadele edildiği yanılgısıdır. Sahte yaşam algısı gibi sahte mücadele algısı da bu şekilde yaratılarak enerji ve öfke yönlendirilir, bu şekilde öfkeli kitleleri deşarj ederek gerçek yaşamda reflekslerin önünü alır. Halbuki Cûdî’de, Besta ve Dersim’de Kürdistan’ın ormanlarını talan eden, coğrafyasını çoraklaştıran, Kürt’ün nefes damarı olan havasını gasp eden sömürgeci talancıların ümüğünü sıkarak onları Kurdistan topraklarından kovmak gerçek bir eylem olmaktadır. Kürdistan topraklarını barajlar ile sulara gömen, tarihini talan eden, ülkesini işgal edene karşı twitter, facebookta mesaj atmak yetmez sokakta özsavunma oluşturularak işgalciler kovularak eylem yapılabilir. Bütün bu reflekssizlik ve sanallaşma; özgürlük uzaklaşırken elden giderken arkasında bağırmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde açığa çıkmaktadır ki kapitalist modernitede temel amaç gençliğin gözünün bağlanması, öfkesinin ve tepkisinin bertaraf edilmesidir. Gençlik düşmanı ve sürekli gençlik ile savaş halinde olan bir sistem olmasına rağmen, usta bir münafıklık ile gençliğe hiçbir şey vaat etmeden kendisini de kabul ettirmektedir. Kapitalist modernitenin bütün bu politikalarla yapmak istediği, toplumu sürüleşmiş, bir arada bulunan ancak hiçbir ortak değeri kalmamış bireyler yığını haline getirmektir. Robot bireyler olarak yetiştirilen gençler maneviyattan kopuk ve maddiyata esir birey olmaktadırlar. Çevrede olup bitenden bi haber veya etrafına tamamen duyarsız bireyler olmaktadır. Kürdistan’da ulusal kimliği vatanı işgal altında olmasına rağmen işgale karşı Kürt gençliğinin duyarsızlığı, isyana kalkmaması bu yoğun özel savaş çarpıtmalarından kaynaklıdır. Kürdistan coğrafyasında her gün çocuklar katledilmekte, infazlar gerçekleşmekte, anne ve babalara torbalar ve kutular içinde çocukların kemikleri teslim edilmektedir. Kürdistan’ın en güzel, en değerli, en temiz oğullarının ve kızlarının üzerine bombalar atılmakta, onlarcası onları savaşarak yenemeyen faşist düşman tarafından kimyasal silahlar ile katledilmektedir. Her biri birer serhıldan, her biri isyan edip dağlara çıkmak için ya da delirip çöllere düşmek için birer gerekçe olan bu saldırılara karşı yürekleri tenekeleşmiş, beyinleri paslanmış insan müsveddelerini bu kapitalist modernite sistemi yaratmıştır.
Sonuç olarak özgürlük gençlik açısından başkalarından talep edilecek veya dilenecek bir şey değildir. Mücadele edilerek uğruna savaşılarak alınacak bir şeydir. Kapitalist modernite ve onun tüm yapısallıklarını yıkarak köhnemiş zihniyetini yerle bir ederek alınacak, inşa edilecek bir durumdur. Bin yıllardır başka kimlikler ve sahte yapıların iktidarları ve çıkarları için verilen bedeller kadar büyük bedelleri de göze alarak hakikate sadakat göstererek sistemden boşanmayı ve kopuşu sağlayarak gerçekleştirilecektir. Kapitalizmin tüm zincirlerini kırarak kapitalist sisteme rağmen ona karşı bir yaşam inşa edilmeden ve bunu gençlik yapmadan geleceği kurtarmanın mümkün olmadığı yeterince ispatlanmıştır. Bu nedenle de kapitalizmden koparak dağlara çıkmanın ve özgür yaşamı dağlardan başlayarak tüm dünyaya yaymanın zamanı gelmiştir. Her biri birer ciwan mert olan özgür dağların asi ve asil ruhlu özgürlük savaşçılarının yaşamını hakiki yaşam, cesaretini ve fedakarlığını yaşamın temeli, savaşımlarını özgür yaşamın ibadeti yapmak gerek. Onurlu olmanın bir gereği olarak bu çağda Kürdistan dağlarında başlayan bu yolculuk özgür gelecek için umut olmaya devam ediyor.