Yeni bir birlik, direniş ve özgürlük günü olan Newroz’u yaşıyoruz. Newroz Özgürlük Bayramı’nın başta Önder Apo olmak üzere tüm halkımıza ve yoldaşlara kutlu olmasını diliyoruz. Bu vesileyle Ulusal Kahramanlarımız Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Önder Apo’ya ve kahraman şehitlerimize verdiğimiz özgürlük mücadelemizi zafere götürme sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. Yeni Newroz yılının Önder Apo’ya ve Kürdistan’a özgürlük yılı olacağını belirtiyoruz.
Yeni bir Newroz’a ulaşmanın, halkımızın varlığı ve özgür geleceği açısından çok büyük ve derin bir anlam ve önem taşıdığı açıktır. Bilindiği gibi çok ağır ve zorlu bir kış süreci geçirdik. Bu sürecin ağır kış koşullarından kaynaklanan doğal zorlukları, yine içinde bulunduğumuz savaş sürecinden kaynaklanan siyasi ve askeri zorlukları vardı. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, düşmanın iddiası, hareket ve halk olarak bahara çıkmamızı, yeni bir Newroz’a ulaşmamızı engellemekti. Özgürlük hareketi ve halk olarak bizi bu kışın ağır soğuğunda, her türlü güçle ittifak yaparak ve topyekün özel savaş konsepti temelinde vahşice saldırarak, boğmak istiyordu. Bütün umut ve hesaplarını bunun üzerine kurmuştu. Şimdi böyle bir saldırı karşısında ağır kış dönemini geride bırakmanın ve yeni bir Newroz özgürlük gününe, yeni bir bahara ulaşmanın derin anlam ve öneminin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu iliklerimize kadar hissediyor, 2012 Newrozu’nun bu büyük anlamını ruhumuzda, duygumuzda, bilincimizde ve direniş mücadelemizde güçlü bir biçimde yaşıyoruz.
Bütün bunlar gösteriyor ki, sömürgeci soykırım rejimi bir kere daha yenilmiştir. Bu rejimi yalan ve dolana dayalı son bir hamleyle ayakta tutmaya çalışan AKP faşizmi ve soykırımcılığı yenilmiştir. Kürt özgürlük hareketini Newroz’a ulaştırmak istemeyenler, halkımızı yeni bir Newroz’u daha yaşamadan soykırımdan geçirmek isteyenler, şimdi yaşadıkları başarısızlıkların telaşı içerisinde ne yapacaklarını bilmez bir biçimde sağa sola saldırmaya, ABD’den İran’a kadar dünya gericiliğinin hepsinden medet dilenmeye çalışıyorlar. Ama bütün bu çabaları da nafiledir. Bir insanlık suçu olan sömürgecilik ve soykırım Kürdistan’da bir kez daha yenilmiştir. Özgürlük ve demokrasi, halkımızın yürüttüğü kahramanca mücadeleyle Kürdistan topraklarında bir kez daha zafer kazanmıştır. Bu Newroz böyle bir zaferin müjdecisi olmaktadır. Bu Newroz sömürgeci soykırım rejiminin kesin yenilgisinin başlangıcı olmaktadır. Bu Newroz halkımızın varlığının ve özgür geleceğinin garantisi olmaktadır. İşte biz 2012 Newrozu’nu bu temelde yaşıyoruz. Bunun halkımızın varlığı ve özgürlüğü açısından nasıl büyük bir tarihsel değer taşıdığını çok iyi biliyoruz. Elbette aynı zamanda bunun kendiliğinden gerçekleşmediğini, çok büyük bir direniş temelinde bu sonuca ulaşıldığını da çok daha iyi biliyoruz.
Büyük direnişler yaşandı
Unutmayalım ki, AKP faşizminin imha ve tasfiye planları kendiliğinden boşa çıkmadı. Bunlar halkımızın gösterdiği topyekün direniş sayesinde boşa çıkartılıp etkisiz kılındı. Her şeyden önce Önder Apo direndi. Tarihe silinmez bir biçimde iz bırakan büyük İmralı direnişi zafer kazandı. Yine halkımız direndi. Genciyle, kadınıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla yediden yetmişe özgürlük için topyekün bir direniş içinde oldu. AKP faşizmine karşı, polis terörüne karşı, mahkeme zulmüne, işkencesine, tecavüzüne karşı sokakta ve zindanda kahramanca bir direniş gösterdi. Elbette bunlarla birlikte demokratik siyaset direndi. Kürt demokratik siyaseti zaten böyle bir direniş temelinde ortaya çıkmıştı ve kendini var eden temele ters düşmediği gibi, onu sahiplenme ve savuma doğrultusunda her türlü siyasi soykırım saldırısına, baskıya, zulme, tutuklamaya, zindana koymaya karşı yiğitçe bir direniş gösterdi. Ulusal demokratik değerlere, devrimimizin yarattığı birikime bağlı kaldı, bu değerlere sahip çıkıp, onları daha da ilerletmek ve savunmak istedi. Tabii bütün bunlarla birlikte faşist AKP yönetiminin imha ve tasfiye planı temelinde geliştirdiği askeri saldırılara karşı kahraman gerilla gücü direndi. Cûdî’de, Amed’de, Dersîm’de, Erzirom’da, Kandil’de Kürdistan’ın dört bir yanında özgürlük gerillası her türlü zorluğa ve saldırganlığa karşı Önderlik çizgisinde Kürdistan’ın özgürlüğü ve halkımızın özgür ve demokratik yaşamı doğrultusunda kahramanca bir direniş içerisinde oldu.
Bu kahramanca direnişler içerisinde büyük şehitler verildi. Rubarları, Armançları, Azizleri, Mahirleri, Hamzaları, bunlarla birlikte elliden fazla yiğit insan şehit oldu. Bu kahraman şehitleri saygı ve minnetle bir kez daha anıyor, amaç ve özlemlerini zafere taşıma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz.
Onlar boş yere direnmediler. Kahramanca tutumları asla boşa gitmedi. Zor koşullarda azgın düşman saldırılarına karşı Önderlik çizgisinde zafere ulaşma inançlarından asla tereddüt duymadan kahramanca direniş gösterdiler. Kürt halkının varlığının ve özgür geleceğinin buna bağlı olduğunu derinden bildikleri için direndiler. Dolayısıyla da AKP faşizminin yenilgisinin adı oldular; Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesinin zafere ulaşmasının garantisi, teminatı haline geldiler. Hareket ve halk olarak yeni bir Newroz’a ulaşarak özgürlük mücadelesini zafere ulaştıracak yeni bir hamlenin geliştirilmesinin sağlam temellerini attılar.
2011-2012 kışında gösterilen direniş, harcanan çabalar, her türlü baskı ve zulüm karşısındaki yiğitçe direniş her dönemdekinden çok daha derin, saygın ve anlamlı oldu. En kritik tarihi bir sürecin kazanılmasını sağladı. ABD-AKP ittifakının PKK’yi imha ve tasfiye amaçlı yeni topyekün özel savaş konseptinin yerle bir edilmesini, parçalanıp başarısız kılınmasını sağladı; dolayısıyla direnişlerin en büyüklerinden biri oldu. Özgürlük doğrultusunda en güçlü kazanımlardan birini ortaya çıkardı. PKK’nin ve PKK öncülüğünde Kürt halkının hiçbir engel ve zorluk karşısında yenilmeyeceğini, tersine özgür ve demokratik yaşam için ne gerekiyorsa onu yapacağını, ne kadar bedel ödemek gerekiyorsa büyük bir cesaret ve fedakarlıkla bunu ödemekten geri durmayacağını, özgür yaşamdan başka hiçbir şeyi asla kabul etmeyeceğini bir kez daha net bir biçimde ortaya koydu ve herkese gösterdi. Dolayısıyla bu direnişler mücadele tarihimizin en anlamlı direnişlerinden birisi oldu. Şimdi bunlar sayesinde yeni bir Newroz’u yaşıyoruz; birlik, direniş ve özgürlük günümüzü coşku içerisinde kutluyor, yeni bir direniş hamlesinin, özgürlük hamlesinin temeli haline getirmeye çalışıyoruz. “Êdî bes e; An Azadî, An Azadî” şiarı temelinde yeni Newroz yılını halkımız için kesin bir zafer yılı haline getirmek istiyoruz. Dolayısıyla hem geldiğimiz noktayı çok iyi anlıyor, hem de bizi bu noktaya getiren büyük değerlerimizi çok iyi biliyor, sahipleniyor ve mücadelemizin zaferinin temeli yapıyoruz. Bizi bugünlere getiren bu kahramanca direnişlerin hepsini minnetle ele alıyor, saygıyla selamlıyoruz.
AKP’nin imha konsepti boşa çıkartıldı
Kürt özgürlük hareketi üzerinde yeni bir topyekün özel savaş konseptinin uygulandığını biliyoruz. Topyekün savaş demek; hedefte, araçta, yöntemde her şeyi topyekün ele almak demektir. Özel savaş ise, tek boyutlu değil, çok boyutlu bir savaş tarzı demektir. Dolayısıyla topyekün özel savaş konseptinin çok boyutlu bir savaş tarzı olduğu bilinmektedir. Askeri saldırılar bu savaşın boyutlarından bir tanesi ve belki de birincisi oluyor. Fakat kesinlikle tek boyutu değildir. Askeri boyut yanında bu savaşın psikolojik, ideolojik, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal boyutları da var. Hatta hukuksal boyutu var ve bu boyut dikkat edilirse çok daha öndedir. Halka ve özellikle demokratik siyasete karşı topyekün özel savaş konseptinin hukuksal boyutu, tıpkı askeri boyut gibi, çok daha saldırgan bir biçimde uygulanmaya çalışılmaktadır. Topyekün özel savaş konseptine karşı Hareket ve halk da topyekün bir devrimci demokratik direniş içerisindedir. Demokratik Özerklik hamlesini ve bu temelde Devrimci Halk Savaşı’nı çok boyutlu bir direniş süreci olarak geliştiriyor. Düşman konseptinin boyutlarını karşılayıp boşa çıkartacak bir devrimci savaşı her alanda etkili bir biçimde geliştirmek zorunda kalıyoruz.
Sekiz boyutlu demokratik ulus örgütlenmemiz aynı zamanda sekiz boyutta düşmanın topyekün özel savaş konseptine karşı devrimci demokratik direnişi örgütlemek ve geliştirmek anlamına geliyor. Elbette savaş sözkonusu olduğunda bu sekiz boyuttan birinci sırada yer alanı askeri boyuttur. Silahlı çatışma bu savaş sürecinin birinci derecedeki karakteri olmaktadır. Biz de Devrimci Halk Savaşı’nı bu temelde ele alıyor, böyle bir direniş mücadelesinde gerillanın öncülüğünün vazgeçilmez ve tayin edici olduğunu görüyoruz. Gerilla güçlerinin böyle bir öncülük görev ve sorumluluğunun var olduğunun derinden bilincindeyiz.
TC devletinin ve AKP hükümetinin planlayarak yürüttüğü ve başarıya götürmek istediği topyekün özel savaş konsepti birçok boyutta önemli ölçüde boşa çıkmış, başarısız kılınmış bulunuyor. Örneğin askeri boyutta gerillayı ezme ve imha etme hedefi kesinlikle başarısız kalmıştır. Siyasi boyutta demokratik siyaseti tutuklama ve teslim alma çabaları yenilgiye uğratılmıştır. Psikolojik boyutta Kürt halkını psikolojik olarak etkileyerek partiden ve direnişten vazgeçirme yaklaşımları kesin yenilgiye uğratılmıştır. Bırakalım halkın psikolojik savaştan etkilenerek mücadeleden uzaklaşmasını; tersine, daha çok mücadeleye katılan, daha fazla mücadele isteyen, daha çok öfkeli, tepkili bir toplum gerçeği ortaya çıkmıştır. Cezaevlerinde geliştirilen ve Newroz’u en büyük direniş Newrozlarından biri yapan Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin zindan direniş mirasını günümüzde de yiğitçe temsil eden açlık grevleri ve benzeri türden direnişler Türk özel savaşının hukuki boyutunu 1982’de olduğu gibi günümüzde de yerle bir ederek yenilgiye uğratmıştır.
AKP hükümeti bu durumu önleyebilmek, yenilgisinin tam bir yıkıma dönüşmesini durdurabilmek, yine özel savaş saldırılarını sürdürebilmek için çok yoğun ve çok yönlü bir çaba içinde bulunmaktadır. Aslında çoktan yenilmiş olmasına rağmen, seçimde elde ettiği gücü ve alternatifsizliğine dayanarak PKK’yi de yenilgiye uğratabilirim umuduyla çabalarını geliştirmeye, Türkiye’nin bütün imkanlarını peşkeş çekerek uluslararası ve bölgesel güçlerden destek alıp PKK’ye karşı savaşı sürdürmeye çalışmaktadır. Bütün zayıflıklarına ve yenilgilerine rağmen AKP’nin topyekün özel savaşta kararlı olduğu ortadadır. Çünkü varlığını ve iktidarını böyle bir özel savaş konseptinin başarısına bağlamıştır. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü adına söylenen sözlerin hepsi yalan ve oyundan ibarettir. Tersine, Kürt soykırımını gerçekleştirerek yeni bir inkar ve imha sistemini ve buna dayalı Ortadoğu statükosunu geliştirmenin bölgesel gücü olmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla varlığını ve iktidarını PKK’nin imhasına ve Kürt soykırımının gerçekleşmesine bağlamıştır. Nitekim hükümet sözcüleri, Tayyip Erdoğan, Beşir Atalay gibi güçler PKK’nin imha ve tasfiye edileceğinden başka hiçbir şey söylememektedirler. Kendileri var oldukça İmralı işkence sisteminin devam edeceğini açıkça ifade etmektedirler. Aslında çözümsüzlüğü, faşizmi geliştirdikleri halde Kürt özgürlük hareketini savaş yapmakla, direnişi geliştirmekle suçlayarak toplumu kandırmaya çalışmaktadırlar. Oysaki görüşmeleri boşa çıkartan, protokolleri reddeden, Kürt sorununun siyasi çözümü için müzakereye girmeyen, Önder Apo ile görüşmeleri kesen, dahası kendileri var oldukça İmralı işkence sisteminin devam edeceğini ve Önder Apo’nun İmralı’dan çıkamayacağını açıkça söyleyen kendileridir.
Bütün bunlar halkımızın varlığına ve özgürlük iradesine yöneltilmiş soykırım saldırısı demektir. Nitekim zaten sekiz aydır Önder Apo ile her türlü görüşmeyi yasaklamışlardır. İmralı’da en ağır baskı, işkence ve yok etme süreci uyguluyorlar. Halkımız üzerindeki faşist baskı ve terör en üst safhaya çıkmıştır. Demokratik siyaset yapanların neredeyse tümü tutuklanıp zindanlara konmuştur. Devrimci demokratik güçler şimdi zindanda da faşizme karşı direniyorlar.
Sorun çözülmeden sorunun ortaya çıkardığı durum giderilemez
Gerillaya karşı da en vahşi saldırganlıkta bulundukları, yasaklanmış silahları kullandıkları artık dünya kamuoyu tarafından da görülüp kabul edilir hale gelmiş durumdadır. İşte AKP gerçeği budur. Geçen süreçte ulaştığımız en önemli sonuç, AKP’nin bu gerçeğini tamı tamına açığa çıkartmak olmuştur. AKP’nin yalana ve hileye dayalı yüzünü gerçek planda açığa çıkarmamız, maskesini düşürerek, onun nasıl bir faşizm ve soykırım gücü olduğunu netçe görür ve herkese gösterir hale gelmemiz olmuştur. Bu büyük bir sonuçtur, önemli bir başarıdır. Dikkat edilirse, bu temelde değişik toplumsal kesimler gittikçe daha fazla AKP’den kopmakta, umutlarını kesmekte, dolayısıyla AKP hükümeti daha çok teşhir ve tecrit olarak kuşatılmaktadır.
İşte bütün bu gelişmelerin sıkıştırdığı AKP hükümeti, özellikle kış döneminde yaşadığı başarısızlığın da verdiği sıkıntıyla, şimdi son bir çabayla bu durumları nasıl tersine dönüştüreceğinin arayışı içindedir. Bu çabaların birincisi, çeşitli çevreleri etkileyerek ve devreye sokarak hareketimiz üzerinde baskı oluşturup, silahlı direnişi durdurmaya çalışmak olmaktadır. Bu yönlü birçok çevrenin şu veya bu biçimde hareketimize ve halkımıza dönük çeşitli baskılar geliştirdiği ortadadır. Bunu Kuzey’de yapıyorlar, Güney’de yapıyorlar; ülke içinde yapıyorlar, dışında yapıyorlar. Kış boyu saldırarak ezip imha etmeyi umut edenler, bunu başaramayınca ve şimdi yeni bir bahara ulaşıp, aktif mücadele döneminin başarılı bir biçimde gelişeceğini gördükçe, bunu engelleyebilmek için birçok oyun ve numaraya başvurmaktadırlar. Bu konuda çok yönlü baskılar, arayışlar vardır. Artık hükümet sözcüleri neredeyse süt dökmüş kedi gibi sözlerini geri çevirerek, “ne olur terör olmasa” diye adeta yalvarır hale gelmektedirler. Oysaki iki ay önce, üç ay önce “ezeceğiz, yok edeceğiz, sonlarını getireceğiz” diye nara atanlar, şimdi dikkat edilirse gittikçe suspus olan, birçok çevreyi devreye koyarak, aman ne olur PKK silahı durdursun, diye yalvaran bir noktaya gelmişlerdir.
Hiç kuşkusuz ki, hareket olarak AKP’nin bu tür oyunlarının farkındayız. Geçen on yıllık süreç içerisinde AKP gerçeğini çok iyi tanıdık. Aslında gerçekten tutarlı bir güç olsaydı demokratik demeyeceğiz, ama demokrasiye saygılı bir güç olabilseydi Önderlik ve Kürt özgürlük hareketi demokratik bir ortamın gelişmesi için defalarca çok fazla şans ve fırsat vermişti. Fakat herkesin de bildiği gibi, AKP hükümeti bütün bu imkan ve fırsatları değerlendirmediği gibi, bunları hareketimizin imha ve tasfiyesinde kullanmaya çalıştı. Bunları bir zayıflık olarak görerek, üzerimize daha azgın bir faşist soykırımcı saldırıyla geldi. İmralı’da Önder Apo üzerindeki saldırılarını artırdı, demokratik siyasete dönük soykırım operasyonlarını derinleştirdi, halkımız üzerindeki faşist polis terörünü tırmandırdı; dahası, gerillayı ezebilmek için insanlık dışı yöntemlere başvurdu.
Kürt özgürlük hareketi bütün bunları yaşamış bir güç olarak şimdi AKP’nin oyunlarına karşı son derece uyanık, hazırlı ve bilinçlidir. Öyle “ateşkes olsun her şey olur” gibi laflara karnı tok. Bu tür numaraları kesinlikle anlayacak ve boşa çıkaracak durumdadır. O bakımdan sorun artık silahı durdurmak, ateşkes yapmak ya da yapmamak değildir. Sorun; “Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun demokratik siyasi çözüm plan ve projesi nedir? Bu doğrultuda Önder Apo’nun öngördükleri hayata nasıl geçirilecektir? Önder Apo’ya bunları hayata geçirme şansı ve fırsatı ne kadar tanınacaktır,” sorunudur. Kesinlikle Kürt sorununun çözümünü içermeyecek hiçbir plan ve çaba pratikte hayat bulmayacak, geçerlilik kazanmayacaktır.
Çözüm isteyen herkes projesini ortaya koyacak
Artık eski süreç değişmiştir. Eylemsizlik ya da ateşkes olsun, ondan sonra Kürt sorununun çözümünü tartışalım, çözüm için belki yöntemler geliştiririz türünden yaklaşımların aslında birer oyun olduğu, bizi engellemek ve oyalamaktan öteye bir amaç gütmediği netçe ortaya çıkmıştır. Artık sorunu böyle ele almıyoruz. Tersine, sorunu esas olarak Kürt sorununun çözüm projesi olarak görüyoruz. Ateşkes isteyen, barış isteyen, eylemsizlik isteyen her kimse, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik çözüm projesini netçe ortaya koyar. Bu projeyi nasıl uygulayacağını gösterir. Bunun güçlerini, dinamiklerini netleştirir ve bu temelde ikna edici kararlı bir tutum gösterirse, işte o zaman ancak barış gelir, savaş durur, ateşkes olur. Bunun dışında Kürt sorununun çözüm projesi temelinde olmayan hiçbir eylemsizlik ya da ateşkes arayışı kesinlikle doğru ve tutarlı olmayacaktır; oyalama ve aldatmadan öteye, dolayısıyla zaman kazanıp Özgürlük hareketine darbe vurucu imkan ve fırsatlar elde etmeye çalışmaktan öteye bir anlam taşımayacaktır. Biz bu gerçeği çok iyi gördük, çok net bir biçimde anladık ve bu konuda tutumumuzu hareket olarak netleştirdik. Kim ki ateşkes ya da barış istiyorsa, elbette ki savaşı, çatışmayı ortaya çıkartan temel sorunu, yani Kürt sorununu ve demokratikleşme sorununu çözmek zorundadır. Sorun çözülmeden, sorunun ortaya çıkardığı durum giderilemez. Bu nedenle de AKP’nin mevcut oyunları, arayışları boştur. Ya tutarlı olacaktır, gerçekçi bir çözüm politikası ortaya koyacaktır ya da hiçbir numarası ve oyunu kabul görmeyecek, hiç kimseyi aldatamayacaktır. Tüm bunların hepsine karşı uyanık bir biçimde karşı durup, hile ve oyunları bozacak bir bilince, iradeye, örgütlülüğe ve güce ulaşmış durumdayız.
AKP hükümeti bir yandan sözünü ettiğimiz hile ve oyunlarla Kürt özgürlük hareketini aktif mücadeleden uzaklaştırmaya ve etkisiz kılmaya çalışırken, diğer yandan da her ihtimale karşı, gelişen devrimci direnişi zayıflatabilmek için çok yönlü bir askeri saldırı hazırlıkları yürütmeye de çalışmaktadır. Bu doğrultuda özellikle Suriye’deki durumdan faydalanmak istemektedir. Çünkü Arap isyanı gelip Suriye’de odaklanmıştır. Dolayısıyla ABD’nin ve dış güçlerin Ortadoğu müdahalelerinin ne kadar sonuç verip vermeyeceği aslında Suriye’deki mücadelenin kesin sonucuna bağlı hale gelmiştir.
Arap toplumunun 2011 Ocak’ından bu yana geliştirdiği isyan hareketi kesin sonuç verecek mi? Yine ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi temelinde yirmi yılı aşkın süredir Ortadoğu’ya yönelik geliştirdiği saldırılar başarıya ulaşacak mı? İşte bütün bunlar bir yerde Suriye’deki mücadelenin sonucuna, mevcut Baas yönetiminin düşüşüne ve yerine yeni iktidarın kuruluşuna bağlı hale gelmiştir. AKP hükümeti, ABD ve NATO’nun bu konuda yaşadığı zorluklardan yararlanmak ve yeniden onların güçlü bir biçimde desteğini alarak Özgürlük hareketimize karşı saldırtmak istemektedir. ABD ve NATO’ya, eğer Suriye’de politikalarınızın başarıya gitmesini istiyorsanız ben bunu sağlayabilirim, ama sizin de buna karşılık PKK’yi ezme ve Kürt iradesini yok etme saldırılarına tümden destek vermeniz gerekir demektedir. Bu temelde kendisinin yürüttüğü Kürt soykırımına NATO’nun, Batı sisteminin desteğini sağlamaya çalışmaktadır. Bir yandan Suriye’deki karmaşık savaş sürecinin etkilerine dayanarak ABD ve NATO desteği almaya çalışırken, diğer yandan da geçen yıllarda olduğu gibi tekrar İran kapısını çalmaya yönelmektedir. Sözde İran üzerindeki ABD baskılarını hafifletme numaralarıyla, yine Kürt sorununun ortak sorun olduğu noktasından yola çıkarak İran’ı etkilemek, hareketimize karşı yeniden İran’la ittifak yapmak ve İran desteği alarak, savaşı İran üzerinden de yürütmeye çalışmaktadır.
Peki, AKP’nin bu çabaları ne kadar sonuç verebilir? Batı’dan ve Doğu’dan sağlamaya çalıştığı bu destek AKP iktidarını ne kadar kurtarabilir? AKP’nin faşist soykırımcı rejimi daha fazla sürdürmesine ne kadar fırsat ve imkan tanıyabilir? Dikkat edilirse, bu konuda AKP’nin çok fazla şansa sahip olmadığı, elinde çok fazla imkan ve fırsatın bulunmadığı netçe görülecektir. İran’la ne kadar ilişki kurmaya çalışırsa çalışsın, herhalde geçen yılda ulaştığı ittifaktan daha ilerisine kesinlikle ulaşamayacaktır. Hatta geçen yıldaki gibi yeni bir Kandil savaşını ortaya çıkarması da çok zordur. Kaldı ki öyle bir savaş ortaya çıkardığı durumda bile, hareket olarak biz buna karşı direndik, bu saldırganlığı kırma gücünü gösterdik. O halde İran’dan alacağı destek ki bunun ne kadar olacağı çok net değildir AKP’nin faşist soykırımcı saldırganlığını ayakta tutmaya kesinlikle yetmeyecektir.
Diğer yandan, Suriye üzerinde ABD ve Avrupa’yla yürüttüğü pazarlıklar çok daha karmaşık bir hale gelmiş durumdadır. Aslında genel planda NATO sistemi içerisinde sanki tam bir uyum ve ittifak varmış gibi görünse de, içten içe bu ittifak içinde yer alan güçler arasında çok yoğun bir siyasi mücadelenin yaşandığı da gözle görülecek kadar açıktır. Nitekim Suriye üzerinde tüm küresel güçler etkili bir mücadele yürüttükleri gibi, bölgesel hegemonya güçleri de aktif bir mücadele içindedirler. Suriye’ye dönük sadece Türkiye etkin mücadele yürütmüyor, aynı düzeyde İran da etkili bir mücadele konumunda, yine Arap Birliği de etkili bir mücadele yürüten güç konumundadır. Öyle ki, Suriye’nin Arap olması Arap Birliği’nin konumunu daha da güçlendiriyor. Yine bölgenin önemli aktörlerinden biri olarak İsrail’in de Suriye’deki mücadeleye diğer Arap ülkelerinde olduğundan çok daha derin bir yaklaşım gösterdiği tartışma götürmüyor. Bütün bunlar Suriye üzerindeki mücadelede AKP’nin gücünü ve şansını azaltıyor.
AKP iktidarı, ABD ve NATO’nun her şeyi kendi üzerinden yürütüp, tümüyle kendi politikalarına bağlanmasını istemesine rağmen, ABD böyle bir politikayı kuşkusuz kabul edemiyor. TC ile ittifakı kadar ve Türkiye’yi dikkate aldığı kadar, Arap Birliği’yle de ittifakı var, Arap Birliği’ni de dikkate alması gerekiyor. Yine İsrail’le de birliği var ve İsrail’in güvenliğini, bunu sağlayacak politikaları da dikkate alması gerekiyor. Bu da aslında genel planda ittifak halinde görülen güçlerin kendi içinde yoğun bir siyasi çatışmayı yaşadıklarını gösteriyor. Bu nedenle ne kadar çaba harcarsa harcasın, Türkiye imkanlarını ne kadar peşkeş çekerse çeksin AKP hükümeti ABD’den ve NATO’dan istediği desteği alamıyor, alamayacaktır. Geçen yıl Libya savaşında aldığı düzeyde bir desteği bile alması artık çok zordur.
Nitekim bu durum kendisini Türkiye’de bir iç mücadele biçiminde ortaya koymuştur. Geçen süreçte MİT-Emniyet çatışması biçiminde ortaya çıkan çatışmanın aslında Suriye’den kaynaklı bir çatışma olduğu şimdi herkes tarafından daha iyi görülüp anlaşılmaktadır. Aslında bir MİT-Emniyet çatışması değil, ABD-AKP çatışması olduğu, bunun da Suriye üzerindeki çelişki ve çatışmalardan kaynaklandığı şimdi daha net görülebilmektedir. Bu da AKP’nin Kürt soykırımını yürütmek için elde etmeye çalıştığı dış ve bölgesel desteği eskisi kadar alamayacağını ortaya koymaktadır. AKP istediği kadar çaba harcasın, geçen yıldaki kadar ne ABD’den, ne de İran’dan destek alabilecek bir güce ve imkana sahiptir. Giderek gücünü ve imkanını büyük ölçüde kullanmış, zayıflatıp, azaltmış bir durumu yaşamaktadır.
Oysaki Özgürlük hareketine karşı imha saldırılarını, yani Kürt soykırımını başarıya götürme çabalarını büyük ölçüde dış ve bölgesel güçlerin desteğine dayalı olarak yürütüyordu. Küresel ve bölgesel güçlerden aktif destek almadıkça AKP hükümetinin değil Kürt soykırımını yürütebilmesi, Kürt direnişi karşısında ayakta kalması bile artık mümkün değil. Bu bakımdan ne kadar çaba harcarsa harcasın artık eskisini aşacak bir destek alamayacağı gibi, Özgürlük hareketine karşı saldırıda artık eskisi kadar bile ABD ve İran desteğine sahip olamayacaktır. Bu durum aşılmıştır. Bu anlamda AKP’nin topyekün özel savaş konsepti küresel ve bölgesel güçlerden destek alma anlamında ciddi bir çıkmaz sürece girmiş durumdadır. Benzer biçimde AKP’nin iç iktidar duruşu da eskisi kadar güçlü değildir. 12 Haziran seçimlerinden yüzde elli civarında oy alarak çıkmış olsa da, bu oy oranının büyük bir iktidar gücü haline gelmediği tartışmasızdır. Aslında AKP seçim öncesindeki iktidar gücünün de gerisine düşmüştür. Dahası, geçen on yıllık süre içerisinde izlediği politikalar AKP’nin maskesini daha çok düşürmüş, gerçek yüzünün daha çok görülür hale gelmesini sağlamış ve bu temelde birçok kesim; azınlıklar, emekçiler, kadınlar, aleviler AKP’ye daha fazla karşı çıkar, AKP iktidarına karşı muhalefet eder duruma gelmişlerdir. Öyle ki, AKP’nin bu teşhir ve tecridini Cemil Çiçek’in “yeni anayasayı toplumcu hazırlıyoruz” biçimindeki yalan propagandası ve numarası bile önleyememektedir. Sözde yeni bir anayasa hazırlama temelinde toplumu oyalama, beklentiye sokma çabaları giderek deşifre olmakta, AKP üzerinde yeni bir toplumsal baskıya dönüşecek bir sürece doğru ilerlemektedir.
Yalancı AKP’nin sahte ampulü söndü
AKP-cemaat çatışması gittikçe gelişeceğe ve derinleşeceğe, bu temelde AKP iktidarını tehdit edeceğe benzemektedir. AKP’nin bu geçen süreçte liberalleri aldatarak Kürt özgürlük hareketine saldırtma, yine bazı hain, işbirlikçi Kürt çevrelerini etkileyerek Özgürlük hareketine karşı propaganda ettirme planları da önemli ölçüde kullanılmış ve artık deşifre olarak gücünü bitirmiştir. Kürt hainleri tümden teşhir olup etkisiz duruma düştükleri gibi, liberaller de büyük ölçüde gerçeği görerek, AKP’nin oyun ve hilelerine karşı durur, ona karşı mücadele eder hale gelmişlerdir. Bu biçimde içerden Özgürlük hareketini teşhir ve tecrit etme planı güden AKP, şimdi birçok çevre nezdinde kendisi teşhir ve tecrit olan ve içten de toplum tarafından kuşatılır hale gelen bir konumu yaşamaktadır.
Bütün bu iç ve dış koşullar gösteriyor ki, AKP iktidarı aslında on yıllık varlığının en zayıf dönemlerinden birini yaşamaktadır. Derler ya yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yalancı AKP’nin sahte ampulü de buraya kadar yanmıştır. Bundan sonra artık bu ampulün söndürülme süreci başlamıştır. Bırakalım daha gür yakmayı, sönük bir tarzda yakılmasının devamını sürdürmenin koşulları bile kalmamıştır. İç ve dış koşullar, özellikle bölgesel durum, Suriye üzerinde yaşanan çelişki ve çatışma ortamı, AKP siyasetini iyice daraltmakta ve teşhir, tecrit etmektedir. AKP’yi bölgesel hegemon olmak isteyen bir güç olarak bu konumdan iyice uzaklaştırmış, onu daha da daraltmıştır. Geçen yıllarda islami lider diye Araplarda öne çıkarken, İran tarafından desteklenirken, şimdi tüm bölge güçleri tarafından güvenilmez, tehlikeli bir güç olarak ifade edilmektedir. Yine tüm islami çevreler AKP’yi münafık olarak görüp, tüm islam alemini AKP’nin sahte islamına karşı dikkatli ve duyarlı olmaya çağırmaktadırlar. Bütün bunlar AKP’nin politik olarak daraldığını, pratik olarak da saldırı güçlerini ciddi biçimde kaybettiğini göstermektedir. Orduyla içine girdiği çatışmalar askeri bakımdan da fazla bir saldırı gücüne sahip olmadığını ortaya koymaktadır. Geriye polis akademisi temelinde örgütlemeye çalıştığı yeni kontrgerilla gücü var ki, onun üzerinde de cemaatle içine girdiği çatışma AKP’nin etkinliğini zayıflatır bir özellik taşımaktadır.
Bütün bunlar şunu gösteriyor: 2012 Newrozu’nda inkar ve imha sistemini yürüten AKP iktidarı en çok teşhir olmuş, tecrit olmuş, en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor; şimdiye kadar güç rezervlerinin büyük bölümünü tüketmiş bulunuyor. Dolayısıyla 2012 yılında böyle bir güce karşı ideolojik, siyasi ve askeri mücadeleyi doğru bir tarzda etkili bir biçimde geliştirmenin ve zafer kazanmanın koşulları, fırsat ve imkanları her zamankinden daha fazla ortaya çıkmış bulunuyor.
TC devletinin yaşadığı bu duruma karşılık bir halk olarak Kürtlerin durumu ve duruşu her zamankinden çok daha güçlü ve önemli bir konumdadır. Çözülemeyen Ortadoğu denkleminde Kürtlerin konumu ve çözüm gücü her geçen gün daha çok öne çıkmakta ve etkili olmaktadır. Bölgede güç olmak isteyen tüm küresel güçlerle, bölge hegemonyasını yürütmeye çalışan bütün bölgesel güçler yaşadıkları zayıflıkları gidermek için her zamankinden daha çok Kürtlere ihtiyaç duymakta ve bu temelde yeni Kürt politikaları geliştirme arayışı ve çabası içerisine girmektedirler. Bu da ulusal demokratik Kürt siyasetinin bölgesel ve uluslararası etkinliğini ortaya çıkarmaktadır.
Mevcut politik gerçeklik Önder Apo tarafından tarihsel temellere dayalı olarak kapsamlı ve net bir biçimde aydınlatılmıştır. Bu çerçevede ister PKK düzeyinde olsun, isterse PKK dışında olsun, Kürt toplumunda her zamankinden daha güçlü bir aydınlanma süreci yaşanmaktadır. Bölgedeki çatışmaları anlayacak ve bunları Kürt varlığı ve özgürlüğü temelinde, yine bölge halklarının kardeşliğini ve demokratik birliğini yaratacak şekilde değerlendirmeyi ifade eden Kürt duruşu ve siyaseti gelişmektedir. Bu çerçevede bütün Kürdistan parçalarında önemli bir duyarlılık, örgütlülük ve mücadelecilik söz konusudur. İlk defa bu düzeyde eşzamanlı olarak bütün Kürdistan parçaları ulusal demokratik mücadele içine girmektedir. Suriye’deki gelişmelere dayalı olarak Batı Kürdistan’da gelişen devrimsel mücadele Kürdistan’ın bu parçasını da hareketlendirerek, Kürt ulusal demokratik devrimini bütün parçalarda birlikte sürdürülen bir devrim mücadelesi haline getirmiş durumdadır. Yine bölge ve Kürdistan’daki bu gelişmeler ve Kürt sorununun Kürt halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğü temelinde çözülme imkanları bütün Kürt siyasi güçleri ve önderlikleri tarafından şu veya bu düzeyde anlaşılmaya ve değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu da geçmişte olmayanı şimdi gerçekleşebilir hale getirmekte ve bu da Kürt ulusal birliğini güncel gerçekleşir bir olgu olarak gündemleştirmektedir. Bu temelde parçalardaki Kürt siyasi hareketlerinin parça düzeyindeki birlik ve ittifaklarının gelişmesi yanında, bütün parçalardaki Kürt siyasi hareketlerini ortak bir strateji ve örgütlülükte birleştirebilecek ulusal konferans veya kongre çalışmalarını güncel bir olgu haline getirmiş bulunmaktadır. Kürt siyasal hareketleri arasındaki ilişki ve dayanışma şimdiye kadar olandan çok ileri bir düzeye ulaşmış durumdadır. Bu ilişki ve dayanışmayı ulusal konferans veya kongre düzeyinde bir ittifaka ve birliğe dönüştürme ise herkesin katıldığı ve güncel olarak yapılması için çalışılan bir olgu haline gelmiştir.
2012 yılı Kürt yılı olacak
Bütün bunlar neyi gösteriyor? Çok açık ki, artık eskisi gibi sadece bir parçada mücadele edilmiyor, bütün parçalarda birlikte mücadele ediliyor. Yani Kürt özgürlüğü için tek bir mücadele cephesi yok, bütün Kürdistan mücadele alanı haline gelmiş durumda. Yine tek bir hareket mücadele etmiyor, bütün siyasi güçler şu veya bu düzeyde Kürt özgürlüğü için katkı sunabilecek bir mücadele içine gittikçe daha fazla giriyor. Herkes mücadele edebilir, dolayısıyla özgürlük mücadelesi içerisinde Kürt ulusal demokratik birliğinin yaratılma koşulları oluşur hale geliyor.
Bütün bunlar da 2012 yılını Kürtler açısından çok daha önemli bir yıl haline getiriyor. Adeta 2012 yılının daha şimdiden Kürt yılı olacağa benziyor. 2011 için Arap yılı dendi; öyle anlaşılıyor ki 2012 de Kürt devrim yılı olacak. Nasıl ki 2624 yıl önce, MÖ 612 yılında dönemin zulüm güçleri Dehak’lar yenilerek Ortadoğu halkları özgür kılındıysa, 2012 yılında da günümüzün Dehak’ları, zulüm güçleri, faşist soykırımcı çevreler yenilgiye uğratılarak yine Kürdistan’dan bölgesel bir özgürleşme süreci geliştirileceğe benziyor. Kısaca, halkımızın varlığı ve özgürlüğü açısından 2012 yılı her zamankinden önemli bir yıl haline gelmiş bulunuyor. Bu, bütün parçalarda birlikte özgürlük için mücadele edilmesinden kaynaklanıyor. Bu, Ortadoğu’da yeniden yapılanma sürecinin artık en yoğun bir düzeye ulaşmış olmasından kaynaklanıyor. Öyle ki, 2012 yılı aslında Kürtler açısından ya özgür olarak var olma ve böylece Ortadoğu halklarını yeniden özgürlük temelinde aydınlatma yılı olacağı, ya da bu başarılamazsa, yeni inkar ve imha sistemlerinin kurulması temelinde artık yok oluşun önlenemez bir duruma girmesinin önünün açılması gerçekleşeceğe benziyor. İşte bu noktada imkanlar çok, fırsatlar yoğun, fakat tehlikeler de var. Bütün bunları çok iyi görüp anlamak gerekiyor. Tehlikeleri ortadan kaldıracak, imkan ve fırsatları en güçlü bir biçimde değerlendirerek, 2012 yılını Kürt özgürlük yılı ve Ortadoğu halklarının özgürlük yılı haline getirecek bir mücadeleyi böyle bir yılda geliştirip, bu sonuçları mutlaka kazanmayı bilmek gerekiyor.
Gelişmeler bu biçimde değerlendirdiği için tarihsel süreç açısından yeniden “Êdî bes e; An Azadî, An Azadî” denildi. Yani artık tarihsel sürecin şimdiye kadar olduğu gibi devam etmesi kesinlikle kabul edilmiyor, reddediliyor ve karşı çıkılıyor. Bunun Kürt özgürlüğü temelinde değişmesi öngörülüyor. “Olacaksa yaşam özgürce olacak, yoksa hiç olmayacak” dedi Önder Apo. Dolayısıyla 2012 yılında özgür yaşamı yaratmanın bütün koşulları oluşmuş bulunuyor. Dolayısıyla artık zaferden başka bir şey Kürdistan’da yaşanamaz, özgürlükten başka bir sonuç Kürtler ve Kürdistan için kesinlikle kabul edilemez.
İçinde bulunduğumuz süreç bu düzeyde hassas bir süreçtir. Önder Apo bunları değerlendirdiği için, sürecin çok hassas ve kritik olduğunu belirtti. Dolayısıyla bu süreçte yapılması gerekenin gereksiz görüşme ve konuşmalar değil, direnmek olduğunu ortaya koydu. Bu temelde de sekiz aydır bir milim bile gerilemeden özgürlük için tam bir kararlılıkla direniyor. Önderlik gerçeğimizin ortaya koyduğu bu direniş zindanları sarıyor, toplumu sarıyor; genciyle, kadınıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla tüm Kürt toplumunu ve dostlarını sarıp harekete geçiriyor.
Bu direniş herkesten çok elbette ki Özgürlük hareketini ve onun öncü gücü olarak gerillayı etkiliyor. Önderlik, halk ve hareket olarak topyekün bir direniş içinde bulunuyoruz. Hareketin gösterdiği bu birlik ve direnişçilik diğer Kürt hareketlerini de etkileyerek, Kürt toplumunu da böyle bir süreçte sömürgeci soykırım rejimine karşı topyekün bir ulusal direnişe çekiyor. Özcesi Önderlik duruşundan net bir biçimde şunu anlıyoruz: Süreç hassastır, zafer mümkündür, özgürlük kazanılabilir, ama bunun için direniş gereklidir. Doğru bir tarzla, üslupla, yeterli bir tempoyla zafer kazanan bir direnişi göstermek gereklidir. Onun için de herkes olduğu yerde koşullarını ve imkanlarını doğru bir biçimde değerlendirme temelinde bu ortak zafere katkı sunacak bir direnişi başarıyla geliştirmelidir. İşte hareket ve halk olarak 2012 yılında duruşumuz kesinlikle böyle olacaktır.
Aslında bir yerde insanlığın özgür geleceği, Ortadoğu’nun özgür ve demokratik yeniden yapılanışı ve bu temelde Kürt sorununun demokratik çözümü 2012 yılında yaşanacak gelişmelere bağlı olacağa benzemektedir. O halde böyle kritik ve tarihi bir yılı başarmaktan başka bir şeyi kesinlikle kabul edemeyiz. Hareket olarak, halk olarak, en başta da gerilla olarak başarıya mahkum olduğumuz tarihi bir süreci yaşıyoruz. Bunun derin bilinciyle hareket etmek ve 2012 yılını en büyük bir zafer yılı haline getirmek, halkımız için, Ortadoğu halkları için, insanlık için özgürlük yılı haline getirmek boynumuzun borcudur.