Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla giriş yapacağımız bu süreçte geçmiş yılın muhasebesini yapmak, yaşananları doğru tahlil etmek ve çıkaracağımız sonuçlar temelinde yeni yıla girmek ve yeni yılın planlamasını yapmak oldukça önemli olmaktadır. Bizde yıllar direniş ile anlamlandırılmaktadır. Her yıl esasında mücadelemizin bir direniş sürecini ifade etmektedir. Bu bağlamda 2023 yılı direnişin oldukça yükseltildiği, düşman konseptinin önemli oranda boşa çıkarıldığı, Önder Apo’nun düşünce ve paradigmasının dünya halklarına yayıldığı ve evrenselleştiği, mücadelemizin zaferine dair umudun ve inancın her alanda başat konuma geldiği önemli bir mücadele yılı oldu. Önder Apo’nun İmralı direnişi ile öncülüğünü yaptığı mücadelemiz Zap-Avaşîn-Metîna başta olmak üzere tüm gerilla alanlarında fedai çizgide zirveleşti. Rojava’da, Avrupa’da, Bakur’da halkımız hep ayaktaydı ve direniş konumundaydı. Rojhilat alanında “Jin-Jiyan-Azadî” serhildanı sonrası İran devletinin tüm vahşi saldırılarına karşı halkımız direniş tutumundan geri adım atmadı. Başûr Kurdistan’ında başta Mexmûr ve Şengal olmak üzere tüm saldırılara halkımız direnişle karşılık verdi. Bu anlamda düşmanın imha ve soykırım konseptinin çöktüğü, psikolojik ve moral üstünlüğün de mücadelemiz lehine değiştiği önemli bir mücadele yılı olarak 2023 yılı tarihimizdeki yerini almış oldu.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezinde bulunuyoruz
2023 yılını değerlendirirken öncelikli olarak üzerinde durmamız gereken husus Önder Apo üzerinde uygulanan mutlak tecrit ve iletişimsizlik durumu olmaktadır. Yıla damgasını vuran en temel husus bu durum oldu. Önder Apo’dan haber alamamanın yarattığı kaygı, düşmanın Önder Apo üzerinde yürüttüğü ve tüm alanlara yansıttığı imha ve soykırım konsepti tüm alanlarda yaşanan direnişin temel gündemi ve belirleyeni oldu. Düşman Önderlikle bu mutlak iletişimsizlik halini kimi amaçlar doğrultusunda hayata geçirmektedir. Her şeyden önce Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında Ortadoğu’yu özgür Kürt olmadan yeniden şekillendirmeyi, bu savaş koşullarının yarattığı durumdan PKK’nin yararlanmasının önüne geçmeyi amaçlamaktadırlar. Biz Üçüncü Dünya Savaşı’nın merkezinde bulunuyoruz. Bu savaşla Kapitalist modernite sistemi Ortadoğu ve dünyayı dizayn etmek istiyor ve bunu tekrar Kürt soykırımı temelinde gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Komplo bundan dolayı yapıldı. Sovyetler yıkıldıktan sonra savaşın odağı Ortadoğu oldu. Sistem 2 bin yılına kadar “Yeni Dünya Düzeni” 2 bin sonrası ise “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Ortadoğu’yu şekillendirmek istedi. Bunu yapmak için Ortadoğu’da amaçları doğrultusunda PKK ve Önder Apo’nun etkisizleştirilmesi gerekiyordu. Komplo bu amaçla gerçekleştirildi. Sonra körfeze yöneldiler, Ortadoğu’ya savaş için çıkarma yapıldı. Şimdi de Gazze Savaşı gerekçesi üzerinden Akdeniz’e büyük bir güç getirildi. Bundan önce de çeşitli hazırlıklar yapılmıştı. Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden güç yığılması gerçekleştirilerek hazırlıklara gidilmişti.
Tabi Ortadoğu’ya yönelik bu hazırlıklar daha büyük müdahale ve savaşların gündemde olduğunu göstermektedir. Özgürlük Hareketi’nin bu süreçten faydalanmaması için Türk devletine her türlü destek verilerek ve yaptığı tüm savaş suçları görmezden gelinerek her türlü saldırının önü açılmakta ve bu temelde Özgürlük Hareketi’nin üzerine gelinmekte ve tasfiyesi amaçlanmaktadır. Bu açıdan önümüzdeki sürecin daha sert geçeceğini bilmemiz gerekiyor. Buna göre kendimizi hazırlamamız gerekiyor. Hazırlıklarımızı iyi yaparsak bu süreçten önemli başarılarla çıkabiliriz, tehlikeyi azaltıp Kurdistan, bölge halkları ve dünya insanlığı adına oluşturduğumuz umudu geliştirebiliriz. Birinci ve ikinci dünya savaşında sosyalistlerin aldığı sonuçları şimdi biz alabiliriz. Tehlikeyi bilerek rahatlığa kaçmamalı, kolaya girmemeli, riskleri göze alıp hazırlık yaparak mücadele etmeli, bu temelde “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesini geliştirip, kalıcı sonuçlar elde etmeye odaklanmalıyız.
Sürecin tarihselliği, kritikliği bu nedenledir. Ciddi tehlike ve riskler vardır ama bir o kadar da başarı için büyük fırsatlar ve imkânlar açığa çıkmıştır. Bu süreçte yeterli hazırlık yapar, örgütlülüğümüzü geliştirme temelinde toplumsal direnişi yükseltebilirsek başta Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü olmak üzere önemli kazanımlar elde edeceğimizi bilmek, buna inanmak ve bunun sonsuz çabasını büyük bir kararlılık ve fedakârlıkla yapmak en önemli husus olmaktadır. Düşman sürecin bu kritikliğini bildiği için Önder Apo’yu mutlak iletişimsizlik halinde tutmaktadır. Önder Apo’nun en ufak bir imkânı dahi sürece müdahale etme tarzında kullanacağını, Önder Apo’nun dışarıya yansıyacak birkaç cümlelik düşüncelerinin dahi ciddi sonuçlara yol açacağını iyi bilmektedir. Önderliğin halk ve hareket üzerindeki büyük etki düzeyini bildikleri için mevcut İmralı sistemi ile bunun önüne geçmek istemektedirler. Bununla bağlantılı olarak Önder Apo’nun düşünceleri ve geliştirdiği paradigmanın dünya insanlığını önemli oranda etkilediğini, hızla yayılıp etki düzeyini genişlettiğini gören sistem güçleri ve TC faşizmi bu durumdan oldukça ürkmekte, bunu en büyük tehlike olarak görmekte ve geliştirdiği politikalarla Önderliği adeta unutturmayı, kanıksatmayı ve bu yolla da Önder Apo’nun düşüncelerinin etkisini ve yayılmasını engellemeyi amaçlamaktadırlar. Önderlik daha önce geliştirdiği savunmalar aracılığı ile bu konsepti önceden öngörerek boşa çıkarmış olsa da yine de düşmanın bu politikalarla kimi amaçlarını başarmak istediğini bilmek gerekiyor.
Önderliğin fiziki özgürlüğünü dünya çapında genel bir talep haline getirmek gerekir
Önderliğin durumuna yaklaşımda Özgürlük Hareketi’nin kadroları, sempatizanları, yurtseverleri olarak bizde de yaşanan ciddi eksik ve yetmezlikler var. Her şeyden önce Önderliği doğru anlama ve doğru pratikleştirme sorunlarımız oldukça fazladır. Doğru anlamaya dönük çabamız da azdır. Böyle olunca her konuda Önderlikten bahseden ama pratikte kendini uygulayan bir durum ortaya çıkmaktadır. Önderliğin paradigmasını anlama düzeyimiz yüzeysel olduğu için inşa pratiğimiz de yüzeysel kalmakta, paradigmanın inşası yerine bildiğimizi uygulama ortaya çıkmakta ve bu anlamda objektif olarak paradigmasal pek çok kurumlaşma anlamsızlaştırılmaktadır. Bunun yanında Önderliğin mevcut fiziki esaret durumunu yeterince hissetmeme, giderek alışma ve bu durumun normalleşmesi tehlikesi vardır. O nedenle Önderliği yaşama ve pratikte Önderlik paradigmasını doğru anlayarak pratikleştirme temelinde Önderliği yaşatma en temel sorumluluğumuz olmaktadır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde başlatılan hamlenin önemli bir ayağı da bu durumdan kendimizi çıkarmak olmaktadır.
Kapitalist Modernitenin süreklileşen kriz ve kaosu ortamında Önderlik paradigmasının dünya halkları arasında hızlıca yayılma zemini oldukça fazladır. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü Önderlik paradigması demokratik ulus anlayışı ve demokratik konfederalizm sistemiyle insanlığa yeni bir çıkış yaptıracak alternatifi sunmaktadır. Ancak Önderlik düşüncelerini dünya insanlığına taşıma, onlara mal etme ve bunun mekanizmalarını ve platformlarını oluşturma konusunda yetersizliklerimiz vardır. Sınırlı bir çabayla yayılan Önderlik düşüncelerinin nasıl büyük etkide bulunduğunu ve umut yarattığını görebilmekteyiz. Geçmişe oranla son birkaç yıldır bu konuda daha fazla bir çaba olsa da hala oldukça yetersiz kaldığımız da bir gerçektir. O nedenle Önderlik düşüncelerini dünya halklarına taşıyacak platformların mutlaka oluşturulması, savunmaların yabancı dillere çevrilmesi, başta Arap ve Fars halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının Önderlik düşünceleriyle buluşmalarını sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi Hareket olarak en öncelikli görevimiz olmaktadır. Buradan yola çıkarak oluşturulacak inisiyatif ve platformlarla Önderliğin fiziki özgürlüğünü dünya çapında genel bir talep haline getirmek ve her yerde yaygın eylemselliklerle sonuç almaya odaklanmak başlatılan hamle süreci açısından oldukça önemli olmaktadır.
Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlama konusunda mücadele yürütürken dar yaklaşımlardan da kurtulmamız gerekiyor. Mücadeleyi salt askeri başarıda görme ya da sadece toplumsal eylemsellikle sonuç alacağını düşünme, sadece diplomasiyi esas alma, sadece siyaset ile sonuç alacağını düşünme ya da hukuki çalışmalara öncelik verme gibi dar ve tek yönlü yaklaşımlar ortaya çıkabilmektedir. Oysa Önderliğin fiziki özgürlüğü ideolojik, siyasi, askeri, toplumsal, diplomatik, hukuki mücadelenin bütünlüğü ile sağlanabilir ancak. Yani tüm çalışma alanlarının bütünlüklü tarzda ve Önderliğin fiziki özgürlüğü temelinde mücadeleyi büyütmekle sonuç alınabilir. Hareketimizin başlattığı hamle süreci aslında tüm bu mücadele alanlarında bütünlüklü tarzda hamlesel çıkışların yapılmasını ve bu yolla sonuç alınmasını öngörmektedir.
Son sekiz yıldır faşist Türk devleti Kürt soykırımını sonuca götürmek istiyor
2023 yılına dair değerlendirilmesi gereken diğer önemli bir husus ise Kürt soykırım politikasının gereği olarak hem gerilla alanlarına hem de halkımıza ve onun demokratik kurumlarına yönelik yapılan kapsamlı saldırılar olmaktadır. “Çöktürme Eylem Planı” kapsamında 2014 Ekim’inde kararlaştırılan, 2015 Nisan ayında Önderliğe tecrit uygulaması ile startı verilen ve 24 Temmuz 2015 saldırıları ile hayata geçirilen bu konsept temelinde son 8 yıldır faşist Türk devleti Kürt soykırımını sonuca götürmek istemektedir. Bunun için tüm imkânlarını seferber etmiş durumdadır. İç politikası da, dış politikası da tümüyle bu eksende oluşturulmaktadır. Türkiye’nin tüm imkânları, tüm kaynakları bu politikanın başarısı için pazarlanmakta, Kürt soykırımı temelinde küresel güçler tarafından istendiği gibi kullanılmaktadır. Rusya ve ABD arasında denge politikası yürütme adına yapılanlar aslında bu güçler tarafından istendiği gibi kullanıma açık olmayı ifade etmektedir.
Faşist Türk devletinin Kürt soykırımını sonuca götürme politikasında en büyük dayanağı ise ihanetçi Kürt güçleri olmaktadır. Başûr Kurdistan’ında KDP, Rojava’da KDP’nin denetimindeki ENKS yapıları ve Bakur Kurdistan’ında Hizbul-Kontra bu uğursuz rollerini oynamak için en pervasız saldırılarda bulunmaktan geri kalmamaktadırlar. Tümüyle Türk devletinin ve onun istihbarat örgütü MİT’in denetimine giren bu yapılar her açıdan birer MİT kurumu gibi çalışmakta ve PKK düşmanlığı temelinde varlıklarını korumak istemektedirler. Şu anda Medya Savunma Alanları’na dönük yapılan tüm saldırı ve operasyonlarda KDP güçleri Türk devletine en büyük desteği sağlamakta, istihbarat sunmakta hatta direk saldırılar içinde yer alarak bu temelde iyi bir uşak olduklarını Türk devletine kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Düşkünlüğün ve ihanetin sınırının olmadığı bu güçlerin pratiğinde açıkça ortaya çıkmaktadır.
Türk devleti bu ihanetçi güçlere dayanarak, ABD ve NATO’nun tüm gücünü de arkasına alarak 2023 yılında Medya Savunma Alanları’na dönük tarihinin en kapsamlı operasyonunu geliştirdi. Baharda başlatılan bu operasyonlardan hızla sonuç alacaklarını, Zap-Metîna-Avaşîn alanlarını hızla işgal edeceklerini ve bunun sonrasında Gare ve Qendîl operasyonları ile gerillayı tümden etkisiz kılıp yönünü Şengal ve Rojava’ya vereceklerini hesaplıyorlardı. Bu sonuca ulaşmış olsaydılar Cumhuriyet’in 100. yılında zaferlerini ilan edeceklerdi. Hem her alanda halkımızın bu işgal saldırılarına karşı mücadelesi hem de gerillanın fedai çizgideki destansı direnişi düşmanın tüm hesaplarını bozdu. Bırakalım bu alanları işgal etmeyi büyük darbeler yemekten kurtulamadılar. Gerillanın yıl boyunca yapmış olduğu devrimci operasyonlar Türk Ordusunun iradesini bir kez daha kırdı. Erdal ve Rojhat arkadaşların Ankara eylemleri ise bu fedai direnişin zirvesel sembolü oldu. Büyük bedellerle yürütülen bu destansı direniş Türk devletinin planını boşa çıkardığı gibi yürüttüğü özel savaşı da önemli oranda etkisiz kıldı. Adeta kapana kısılmış durumdadırlar. Mevcut haliyle operasyon yaptığı alanlardan ne çekilebilmekte, ne de kalabilmektedirler.
Türk devletinin bu operasyonlardan sonuç alacağını düşünen ve her açıdan onlarla birlikte hareket eden KDP’de bu durumdan Türk devleti kadar olumsuz etkilenmekte, başarısızlığın verdiği ruh haliyle saldırılarını daha da arttırmakta ve adeta ihanet bataklığında debelenmektedir. Artık Başûr halkı arasında ciddi bir karşılığı ve etkileme düzeyi kalmayan KDP ve Barzani ailesi elindeki zor gücüyle ayakta kalmaya çalışmakta, halka yönelik her türlü baskı ve şiddeti uygulamaktan geri kalmamakta, sadece aile ve aşiret çıkarları temelinde hareket ederek, hırsızlık ve yolsuzlukla kendileri zenginleşirken halkımız büyük bir yoksulluk içinde tutulmaktadır. Başûr’daki genç kesimin ülkede kalmak istememesinin, Avrupa ve Batıya yönelmesinin en büyük nedeni de bu olmaktadır. Rojava’da ENKS adıyla KDP tarafından bir araya getirilen ihanetçi güruh ise Rojava Devrimi’nin başarısız olması için elinden geleni yapmaktan geri durmamaktadır. Türklerin tüm saldırıları esasta bu ihanet şebekesinin yardımı ve sunduğu istihbarat ile gerçekleşmektedir. Tarihte ve tüm evrende hiçbir canlı kendi soyuna ihanet ve düşmanlık etmede bu kadar ileri gitmemiştir. Bugün KDP eliyle Başûr ve Rojava’da ortaya çıkan durumu anlatmak için ihanet kelimesi dahi anlamsız kalmakta ve bunu karşılayamamaktadır.
Bakur’da ise Hizbul-Kontra üzerinden aslında yaratılmak istenen Kürt Hamas’ını ortaya çıkartmaktır. Nasıl ki Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tasfiye etmek üzere bir proje olarak Hamas ortaya çıkarıldıysa aynı durum bugün Hizbul-Kontra üzerinden Bakur Kurdistan’ında bu hayata geçirilmek istenmektedir. Bu konuda Türk devletinin hedefini kısaca şöyle ifade edebiliriz: Bakur alanındaki iç eyaletlere kapsamlı operasyonlar yaparak gerilla etkisini kırmak, özel savaş yöntemleri ile toplumu yozlaştırmak ve mücadeleden uzaklaştırmak, Kürt demokratik siyaset alanını her türlü saldırı ve özel savaş politikaları ile etkisizleştirmek, itibarsız kılmak ya da yapabiliyorsa parçalamak ve bu yolla kendisine tüm imkân ve olanakları da sunarak Hizbul-Kontrayı bir siyasi figür olarak ortaya çıkartmak, toplumsal tabanımızı daraltarak Hizbul-Kontraya yönlendirmek ve bu temelde Özgürlük Hareketi’nin çıkış yaptığı Bakur alanını ona kapatmak en temel politika olarak şu anda pratikleştirilmek istenmektedir. Ancak bu konuda da tüm saldırı ve özel savaş politikalarına rağmen Bakur eyaletlerinde gerillanın varlığını ve etkisini sürdürmesi, halkımızın duruşu ve mücadeleden geri adım atmaması, demokratik Kürt siyasetinin tüm saldırılara rağmen direnişçi tutumundan vazgeçmemesi ve en önemlisi de Önder Apo ve gerillanın destansı mücadelesi tüm bu kirli hesap ve politikaları boşa çıkartmakta, etkisiz kılmaktadır.
Türk devlet faşizminin Bakurê Kurdistan’da toplumsal dokuya yönelik saldırıları
2023 yılına damgasını vuran gelişmeleri ele alırken hem kapitalist modernitenin, genelde de Türk devlet faşizminin Bakur Kurdistan’ı özelinde toplumsal dokuya yönelik saldırılarını da ele almak ve değerlendirmek önemli olmaktadır. Kapitalist modernite sisteminin toplumsal dokuya her an yapmış olduğu saldırıların sosyolojik olarak toplumsal değişimler yarattığı bilinmektedir. Modernitenin toplumu kitle toplulukları haline getiren, kültür endüstrisi ile yozlaştırarak dejenerasyona uğratan, atomize ederek bireycileştiren ideolojik saldırılarından tüm toplum ve en fazla da gençlik kesimi etkilenmektedir. Bir de TC sömürgecilik sisteminin Kurdistan’da geliştirdiği kültürel soykırım ve asimilasyon politikalarını da eklediğimizde Kürt toplumu ve gençliği günlük olarak çok büyük bir saldırı ile yüz yüze kalmaktadır. Yaygın bir biçimde internet ve teknik kullanımından dolayı sanallaşarak toplumsal bağları her gün daha fazla zayıflayan Kurdistan toplumu ve gençliği tarihsel olarak hafızasızlaştırılmakta, kültürel yabancılaşma ile ülke, ulus ve sınıf bilincini yitirmektedir. Soykırımcı TC rejiminin zorunlu asimilasyoncu eğitim sistemi ile Türkleştirme politikaları yine siyasi ekonomik baskılardan dolayı yöneldiği bireysel kurtuluşçu yaklaşımlar virüs gibi gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır.
Bütün bu soykırımcı politikalar ile sonuç alamayan TC özel savaş rejimi Kurdistan’da geliştirdiği apolitik, lümpen gençlik kitleleri ile sonuç almaya çalışmaktadır. Özel ve psikolojik savaş aracı ve konusu yapılmamış hiçbir şey adeta bırakılmamıştır. Kurdistan’da devlet eliyle geliştirilen fuhuş, uyuşturucu, ajanlaştırma, göçertme politikaları son yıllarda zirveye çıkmış durumdadır. Rojava, Mexmûr, Bakur ve Başûr’dan 10 binlerce gencin Avrupa’da mültecileştirilmesi bir MİT faaliyeti olarak son dönemlerde çok fazla geliştirilmiştir. Cinsiyetçilik kurumsallaştırılarak toplum ahlaki değerlerinden düşürülmeye çalışılmaktadır. Kurdistan’da bir devlet politikası olarak geliştirilen taciz ve tecavüz saldırıları zirveye çıkmış durumdadır. Ajanlaştırma, tutuklama ve gözaltı politikaları ile faşist TC Devleti toplumu ve gençliği tamamen etkisizleştirmek istemektedir. Bu yol ile toplumu mücadeleden uzaklaştırmayı, gençliği siyasetten koparmayı ve mücadele dışında bırakmayı amaçlamaktadırlar.
Bütün bu saldırıların MİT eliyle ve devlet politikası olarak, Kurdistan’da oluşturulan kurumlar üzerinden geliştirildiği bilinmektedir. Kuzey Kurdistan’da cafe kültürü ile yozlaştırma, spor dernekleri ile sisteme bağlama, sözde sanat çalışmalarıyla asimile etme, tarikatlar eliyle kimliksizleştirme en fazla başvurulan yöntemler olmaktadır. Bunların yanında dejenere örgütlemeler eliyle de toplumun ve gençliğin özgürlük mücadelesi ile bağları koparılmak istenmektedir. Bu nedenle düşmanın direk askeri saldırılarına karşı nasıl ki fedaice ve en üst duyarlılıkla karşı çıkıyorsak ve mücadele edip direnişi geliştiriyorsak, topluma ve gençliğe dönük tüm özel savaş uygulamalarına karşı da aynı duyarlılık ve mücadele ruhuyla karşı durmalı, ideolojik mücadeleden pratik eylemselliğe kadar her türlü direnişi geliştirmekten geri durmamalıyız. Tüm bu özel savaş uygulamalarına karşı toplumu duyarlı hale getirmek, örgütlü kılmak ve mücadele eder hale getirmek hepimizin temel görevi olmaktadır.
Seçim adı altında yürütülen bir operasyon
2023 yılı açısından üzerinde durmayı gerektiren diğer bir husus ise yapılan genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile yapılacak olan yerel seçimler olmaktadır. Bu anlamda 2023 yılı için bir seçim yılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yılın ilk yarısı Türkiye’nin iç siyaseti tümüyle genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında şekillendi, ikinci yarısı da önümüzdeki süreçte yapılacak olan yerel yönetim seçimleri temelinde yürütülmek istenmektedir. Bu konuda Mayıs’ta yapılan genel ve Cumhurbaşkanı seçimlerine dair her açıdan kapsamlı pek çok değerlendirme yapıldı, yapılıyor. Aslında AKP ve Tayyip Erdoğan’ın kaybedeceğine herkes kendini inandırmıştı. Çünkü yıllarca yürütülen savaş politikaları ve yolsuzluklarla büyük bir ekonomik çöküş ortaya çıkmış, demokrasi rafa kaldırılmış, her türlü hak ve özgürlükler ortadan kaldırılmış, adalet mekanizmaları tamamen AKP’nin lehine dizayn edilmiş, ciddi bir yönetememe durumu ve toplumsal tepki ortaya çıkmıştı. Türk devletinin dış politikası da tümüyle iflas etmiş, KDP, Katar ve Azerbaycan dışında önemli oranda yalnızlaşmıştı. Yine yaşanan ve 100 binin üzerinde can kaybına, milyonlarca insanın da etkilenmesine yol açan 6 Şubat depremi, bu deprem karşısında AKP-MHP faşist yönetiminin duyarsızlığı ve acizliği her kes tarafından açıkça görülmüştü. MHP ile ortaklık temelinde yürütülen Kürt düşmanı politika daha önce AKP’ye oy veren Kürtler içerisinde de bir hoşnutsuzluğa yol açmıştı. Tüm bunlar ortada iken seçimi yeniden AKP-MHP faşist kliğinin kazanması elbette pek çok kuşkuyu da beraberinde getirdi. Muhalefetin ciddiyetten ve bütünlükten yoksun duruşu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun pasif ve etkisiz kampanyası, Kürt ve Alevi oluşu gibi etmenler de başarılı olmamada etkili oldu. Fakat esasta durum farklı işledi. Uluslararası hegomon güçler Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye çalışırken en rahat kullanabilecekleri siyasi aktör olarak Tayyip Erdoğan’dan yana tutum belirlediler. Türkiye’deki derin devlet aklı da Kemal Kılıçdaroğlu ile hedefledikleri Kürt soykırımını başarıya ulaştırma amacını gerçekleştiremeyeceklerini düşünerek Kürt düşmanlığında sınır tanımayan AKP-MHP ittifakını yeniden iktidarda tutmak istediler. Bu anlamda ortaya çıkan sonuçlar halkın iradesinin tecellisi değildir. Seçim adı altında yürütülen bir operasyon oldu ve Tayyip Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimden sonra basına yansıyan Şenkal Atasagun’un “seçmen oyunu kullanır ama sayan biziz, kimi istersek onu çıkartırız” mealindeki sözleri her şeyin itirafı olmaktadır.
Bu seçimlerin ortaya çıkardığı en önemli sonuç ise şu oldu. Türkiye’de siyasetin kendini yeniden yapılandırma ihtiyacı ve zemini ortaya çıktı. AKP mevcut haliyle düşüşe geçmiş durumda, Erdoğan sonrası fazla etkinlik göstermesi olasılığı zayıf. Milliyetçi cenahta MHP’den kopan yapılar fazla etkili olamadı. Merkez sağ oyları kendisinde toplayacağını hesaplayan İyi Parti dağılmayı yaşadı. Diğerleri ise ciddi bir varlık gösteremediler. Aynı şekilde AKP’den ayrılan Deva ve Gelecek Partisi gibi yapıların da ciddi bir etkileme düzeyleri olmadığı açığa çıktı. Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP de etkili bir muhalefet yapıp kendisini geliştiremedi. Özgür Özel’in bu gidişatı tersine çevirme düzeyi de pek görünmüyor. Geriye umut yaratan, tüm saldırılara rağmen gücünü önemli oranda koruyan, gelişme potansiyeli ve zemini yüksek olan Emek ve Özgürlük Bloğu bileşenleri kalmaktadır. Doğru politikalarla, toplumu örgütleme ve mücadeleyi esas alan bir muhalefet anlayışıyla Türkiye halklarının sorunlarına cevap olabilecek tek yapı şu anda Dem Parti de temsilini bulan demokratik ulus anlayışına dayalı bileşenler olmaktadırlar. Bu durum doğru tahlil edilir ve gerekleri yerine getirilirse ciddi bir etki düzeyi ortaya çıkaracakları ve Türkiye siyasetinde belirleyici konuma gelecekleri ortadadır.
Türkiye’nin iç siyaseti yeniden kendisini yapılandırırken önümüzdeki yerel seçimlerin bu süreç üzerinde büyük etkisi olacaktır. Bu seçimler daha şimdiden yerel seçim olma düzeyini aşmıştır. Ondan da öte her siyasi yapının geleceğini şekillendireceği bir seçim konumuna gelmiştir. O açıdan tüm partiler bu seçimi önemsemekte, bir şekilde bu seçimlerde etkili olmayı istemektedirler. AKP başta Ankara ve İstanbul olmak üzere daha önce kaybettiği büyükşehirleri almaz ise yaşadığı düşüşün daha da derinleşeceğini görmekte ve bu nedenle seçimlere en fazla yüklenen parti olmaktadır. Tüm devlet kurumlarını ve imkanlarını da açıktan kullanarak ve elindeki medya gücünü seferber ederek bu amacına ulaşmak için büyük bir çaba sergilemektedir. Özgür Özel liderliğindeki CHP o kadar eleştirdikleri, her türlü olumsuz gidişatın sorumlusu olarak gösterdikleri Kılıçdaroğlu döneminde kazanılan belediyeleri kaybederse bu Özgür Özel’in siyasi kariyerinin başlamadan bitmesi olacağı gibi CHP’nin de toparlanması zor bir sürece girmesini beraberinde getirecektir. MHP şimdiki konumuyla kendisini uzun süre sürdüremez. Zaten Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçim sisteminin elli artı bir olmaktan çıkarılıp salt çoğunluğa dayalı olması gerektiğini söylerken esasta MHP’ye muhtaç konumda olmaktan çıkmayı ifade etmektedir. MHP sadece AKP’ye seçim kazandırma temelinde iktidar nimetlerinden yararlanmayı bundan öteye götüremez. Onlarda bunu gördükleri için kimi yerel belediyeleri kazanarak etkinlik oluşturmak ve gücünü korumak istemektedirler. Bunun dışında kalan İyi Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Yeniden Refah gibi diğer partilerde ittifaklarla daha fazla nasıl kazançlı çıkacaklarının hesabını yapmakta ve onlarda seçimi bu açıdan oldukça önemsemektedirler.
Bu yerel seçim geleceğini belirleme seçimi olacaktır
Tabi bu seçimde en fazla merak edilen ise DEM Parti’nin etkinlik düzeyi olacaktır. Daha önce 2014 seçimlerinde 3 büyükşehir, 8 il ve toplamda 104 belediye kazanan Demokratik Siyasi gelenek son Mayıs seçimlerinde ortaya çıkan verilerle bile bu düzeyi aşacağını ortaya koymaktadır. Bu durumun siyasi anlamı oldukça büyüktür. Faşist Türk devletinin çöktürme planı ve kayyum politikalarının iflasını ortaya koyacaktır. Yine Kürt soykırım politikasının başarılamayacağını, her türlü saldırı ve özel savaş politikasına rağmen Kürt halkının mücadeleden geri adım atmayacağını, halkın özgürlük mücadelesi ve değerlerine sahip çıkacağını açık bir şekilde beyan etmiş olacaktır. O açıdan bu seçim her kesten çok Kürt halkı ve demokrasi cephesi için sadece bir yerel seçim değil geleceğini belirleme seçimi olacaktır. Başlatılan “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesinin bir ayağı da yukarda belirttiğimiz nedenlerden dolayı yerel seçimler olmaktadır. Hiç kimse seçim önemli değildir dememeli, seçimi ve seçim sonuçlarını hamlenin bir ayağı olarak ele almalı, aynı şekilde seçim ortamının yarattığı imkanları da en iyi şekilde kullanarak hamlenin büyütülüp geliştirilmesi için çaba içerisine girilmelidir. Bu herkesin, tüm yurtseverlerimizin temel görevi olmaktadır.
Adaylık sürecinde kimin aday olduğuna bakılmaksızın seçimin siyasi kazanımlarına odaklanılmalı, özel savaşın oynamak istediği tüm kirli oyunlar birlik sağlanarak, örgütlülük ve direniş temelinde boşa çıkartılmalıdır. Gündemimizi düşman yönlendirmesine giren birey ve kesimler oluşturmamalı ya da bu birey ve kesimlerin sanal medya paylaşımları olmamalıdır. Biz Önderliği esaret altında bulunan, büyük bedellerle özgürlük mücadelesi yürüten ve soykırım politikalarıyla karşı karşıya bulunan bir halk konumundayız. Her davranışımız, hal ve hareketimiz, söylem ve gündemimiz buna göre olmalı, Önderliğin fiziki özgürlüğü temelinde halk olarak özgürleşmemize ve soykırım politikalarını yenilgiye uğratmaya odaklanmalıyız. Bunun dışında söylemi, eylemi, gündemi olanların bu halkın özgürlük mücadelesiyle bir ilgi ve alakalarının olmadığını bilmeli, tavır alıp teşhir etmeli, etkisiz kılmalıyız. Bu düzeyde bir duyarlılık ve sahiplenme ile büyük başarılar ortaya çıkarabileceğimize inanmalı ve bu temelde sınırsız bir emek ve fedakârlığın temsilini kendimizde yaratabilmeliyiz. Hiç kimse süreç görevlerini yerine getirmeyi başkasından beklememelidir. Tüm yurtseverlerimizin, arkadaşlarımızın, çalışanlarımızın hamle ve hamle kapsamında seçim çalışmalarına seferberlik düzeyinde katılması gerekmektedir. Planlı, hedefli ve herkese giden, ikna etmeyi esas alan bir çalışma anlayışı ve tarzı mutlaka ortaya çıkarılmalı, halkı eğitme, örgütleme ve direnişe çekme temelinde hamle sürecinin başarısı hedeflenmelidir.
Mücadele tarihimizin bu kritik eşiğinde büyük imkân ve fırsatların elimizde olduğu bilinciyle bu imkân ve fırsatları en iyi kullanan ve buradan başarıyı ortaya çıkarmayı hedefleyen bir yaklaşım ve buna dayalı pratikleşme en doğru tutum olmaktadır. Tüm yoldaşlarımızın ve yurtsever halkımızın da bunu esas alacağına olan inancımızı belirterek 2024 mücadele yılında başarılar diliyoruz.