Toplumsallık ve toplumsal yaşam insanlığın var oluş biçimidir. Bilim ve hakikat adına yapılan en az tartışmalı konuların başında insana ilişkin yapılan bu değerlendirme gelmektedir. Hakikat ve bilim adına yapılan diğer tüm tespit ve değerlendirmeler tartışma konusu yapılsa da insan türünün özünü oluşturan toplumsallık için bunun olması düşünülmemektedir. Öyle ki tarihte toplum karşıtı olanlar bile toplum karşıtı olduklarını söylemekten ve öyle görünmekten sakınmışlardır. Bu ancak kapitalist moderniteyle birlikte olabilmiştir. Bunun nedeni bu gerçeğin insan için hayati olmasıdır. Bütünüyle ve her şeyiyle toplumsallığın ürünü olan insan açısından toplum dışı veya toplum karşıtı bir yaşam tahayyülü son derece zordur. Bu, insanla, insanın doğası ve hakikatiyle oynamakla eş değerdir. Bu bakımdan tarih boyunca böyle bir düşünce ve yaklaşım çok yanlış ve tehlikeli bulunmuştur. Çağımızda kapitalist modernite zihniyetinin ve sisteminin, güçlenip egemen duruma gelmesiyle birlikte toplum karşıtlığı açıktan yapılmaya başlanmıştır. Günümüzde bireycilik, bireyci bakış ve yaşam kapitalist modernitenin keşfettiği olumlu bir değer gibi savunulup geliştirilebiliyor. Böyle olmakla birlikte toplum karşıtlığı ve onun karşılığı olan bireycilik, kapitalist moderniteyle birlikte başlamamıştır. Toplum karşıtlığının ve bireyciliğin kapitalist modernite öncesine dayanan bir tarihi vardır. Fakat şu kesindir ki, kapitalist modernite sistemi bu tarihin doruk noktasını ifade etmektedir.
Kapitalist modernite doğru ve özgür yaşam arayışının gelişmesini önlemeyi amaçlıyor
Eğer insan doğası toplumsallık olarak görülüyorsa, ki öyle görülmelidir çünkü gerçeklik böyledir, o zaman insana dair olumlu olan her şeyi toplumsallığın bir sonucu olarak görmek gerekiyor. İnsan kendisi için yanlış veya zararlı olanı seçmeyeceğine göre onun doğası olan toplumsallığın yanlış ve zararlı olan şeyleri yapması düşünülemez. Böyle düşünülürse insan doğasında kötülüğün olduğunu iddia etmek olur. (DOĞRUSU: Böyle düşünmek, insan doğasında kötülüğün olduğunu iddia etmektir.) Oysa insan türü de dahil canlı cansız tüm evrende kötülük veya olumsuzluk yoktur. Doğada ve evrende sürekli gelişmeye doğru giden bir hareket ve değişim vardır. İnsan doğası ve zekasında da bu ilke ve hakikat vardır. Bu hakikat insanda, toplumsallık olarak var olmaktadır. Şüphesiz inanın pratiğinde olumsuzluklar da vardır ve olumsuzlukları yaratan da insanın kendisidir. Önder Apo tüm hakikatlerin inşa edildiğini belirterek bu gerçeği ifade etmiştir. Dolayısıyla olumlu olanların yanında olumsuz olanlar da insan eliyle yapılmıştır. Bu doğrudur. Fakat bunu söylerken her şeyi aynılaştıramaz, bir ve aynı göremeyiz. Kapitalist modernite böyle yaparak doğruluğun, iyiliğin, güzelliğin olmadığını, olamayacağını kabul ettirmeyi; doğru ve özgür yaşam arayışının gelişmesini önlemeyi amaçlıyor.
Kapitalist modernite yaşamda ve düzeninde bireycilik tek ve gerçek hakikat olarak sunularak, insanın yanlışı düzeltme arayışına girmesi, toplumsal hakikatler peşinde koşması engelleniyor. Oysa bilince çıkarılması gereken en önemli noktaların başında bu gelmektedir. Önder Apo inanın yol açtığı olumsuzlukların yanlış düşünüş ve ilişkiler sonucu geliştiğini ve bunların değiştirilebileceğini ve en önemlisi de değiştirilmesi gerektiğini belirtmek için bu gerçeği ifade etmiştir. Dolayısıyla inşa edilmiş gerçeklikler olarak olumsuzlukları da olumluluklar gibi toplumsallığın bir sonucu olarak görmemek gerekiyor. Olumsuzluklar toplumsallığın değil, yanlış kurgulanmış toplumsallıkların veya toplum dışılıkların getirdiği sonuçlardır. İkisi arasındaki bu fark önemlidir. Bu farkı bilerek ve dikkate alarak olay ve olgulara yaklaşmalı, gerçeğimizi ve pratiğimizi buna göre değerlendirmeliyiz.
Hata yapmak insana özgüdür
Amiyane tabirle hata yapmak insana özgüdür. İnsan doğru ve iyi yaptığı gibi yanlış ve kötü de yapabilir. Fakat sözünü ettiğimiz bu yanlışlık ve kötülükler kerhen ortaya çıkan sonuçlar değildir. Kötülük diyebileceğimiz, insan tarafından tasarlanan ve insanı özgürlüğünden eden, en derin köleliğe ve sömürüye sürükleyen bir gerçeklik vardır. Bu da insanın bir gerçeğidir ve doğada bu sonuçlara yol açan tek varlık insandır. İnsan dışındaki varlıklar için yanlıştan, hata ve yetersizliklerden bahsedilemez. Ancak onların potansiyelinden ve buna göre oluşmuş doğasından bahsedilebilir. İnsan ise kendi doğasını oluşturan bir özelliğe sahiptir. Bu, insanı diğer tüm canlı cansız varlıklardan ayıran temel özelliktir. Şüphesiz insanın da oluşmuş bir doğası vardır. Fakat insan kendi doğasını inşa ederek varlığını oluşturup sürdürüyor. Böyle yaparak bir nevi kendini keşfetmiş oluyor. Dolayısıyla insan kendi doğasını yeniden oluşturarak, yaşamını inşa ederek, yaşam biçimini belirleyerek doğasından uzaklaşmıyor, doğasına ters düşmüyor. Tam tersine, böyle yaparak doğasını gerçekleştiriyor ve yaşıyor. Böyle olmayan bir insan gerçeğinden bahsedilemez. Bu, insanın en temel özelliğidir. İnsanın tarihte de bugün de yaptığı budur. Bunun anlamı veya karşılığı şüphesiz toplumsal yaşamın inşa edilmesi olmaktadır. İnsan, var oluşunu, toplumsallığını inşa ederek, geliştirip güçlendirerek ortaya koyuyor. Bu, insan olmanın, insanın kendi gerçekliğini yaşamasının özü olmaktadır. Kendini gerçekleştirmek, insan için belirtilebilecek en doğru kavramlardan biridir. Anlamak, anlaşılmak, yeteneklerini geliştirmek ve bunları görünür kılmak, yani topluma bu yetenekleri sunmak ve böylece toplumca kabul edilmek belki de insanın derinde yatan en temel amacıdır. Düşünce ürünü olan ürünlerden teknik araçlara kadar tüm gelişmelerin, icat ve yaratımların kaynağında insanda bulunan bu özellik vardır. Bu aynı zamanda insan bireyi açısından da belirtilebilecek en temel özelliktir. Toplum ile birey arasındaki ilişki insan gerçeğinin oluşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Toplumsallık birey olmanın da temeli ve zeminidir. Çağımızda çokça tartışılan ve kapitalist modernite tarafından gerçeğinden uzaklaştırılmaya çalışan birey açısından da toplumsallık vazgeçilmezdir. Toplum ve toplumsallık olmadan birey de olamaz. Birey ancak toplumsallıkla var olabilir ve anlam kazanabilir.
Toplumsallık var olmanın temeli olduğuna göre, bu var oluşu doğru, özgür ve anlamlı kılmanın yeri de yine toplumsallık olmaktadır. Dolayısıyla insanın tüm olumlu arayışlarının yaşam bulduğu yer toplum olmaktadır. Toplum ve toplumsallık olmadan bunları sağlamanın, doğru, özgür ve anlamlı yaşamanın imkanı yoktur. Eğer toplumda bu değerler yaşanmıyorsa, buna göre bir yaşam yoksa, yapılması gereken bunun olması için mücadele etmek ve bunu gerçekleştirmektir. Nitekim insanlık devletçi uygarlığın gelişip egemen olmasından bu yana geçen binlerce yıllık zaman içerisinde hep bozulan toplumsallığın yeniden yaşam bulmasının özlemi içerisinde olmuştur. Sadece bunun özlemini çekmemiş, bunun olması için kesintisiz bir mücadele içerisinde olmuştur.
Bireycilik ile toplumsallık birbirine zıt iki kavram ve olgudur
Günümüzde bilimsel bir doğru gibi kapitalist modernite tarafından insana dayatılan bireycilik ve bireyci yaşam, gerçekte toplum karşıtı olması bakımından insan doğasına aykırı bir olgudur. Böyle bir olgunun bırakalım bilimsel olmasını, yanlış ve insan için tehlikeli bir tasarım olması şüphe götürmez bir gerçekliktir. İnsan doğasının toplumsallığa dayandığı gerçeği dikkate alındığında bireyciliği insan doğasına en aykırı düşünce ve pratik olarak tanımlamak son derece doğrudur. Çünkü bireycilik ile toplumsallık birbirine zıt iki kavram ve olgudur. İki farklı ideolojik bakışı ifade ederler. Birinde demokratik komünal yaşam varken, diğerinde toplumun, kişilerin hizmetine koşturulması vardır. Toplumsallıkta yaşamın özgür, demokratik ve komünal olması gözetilen temel değer iken, bireycilikte böyle bir yaklaşım ve kaygı yoktur. Sadece bireyin çıkarı veya arzuladıklarının gerçekleştirilmesi vardır. Bireycilikte tek ilke ve değer bireydir. Bireyin çıkarı için sunulmayan hiçbir değer yoktur. Bunu en iyi ortaya koyan uygarlık çağımızın egemen uygarlığı olan kapitalist modernitedir. Kapitalist modernitede bireycilik ve bireyin arzu ettiği ihtiyaçların karşılanması için toplum tümüyle kurban edilmektedir. Toplumun kurban edilmesiyle de sınırlı kalınmamakta, bireyin çıkarı uğruna tüm doğanın yok edilmesi söz konusudur. Kapitalist moderniteyle birlikte bireyciliğin vardığı nokta toplumun ve doğanın yok edilmesi olmuştur. Sadece bu sonuç bile dikkate alındığında bireyciliğin insan doğasına olan aykırılığı ve bilimle, hakikatle ilgisinin olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Bireycilik için söylenecek tek en doğru özellik, sürekli savaştır. Bireycilik sürekli savaş hali demektedir. Bu savaş öncelikle toplumla olmaktadır. Fakat bununla da sınırlı kalmayarak doğaya ve her türlü hakikate karşı bir savaşa dönüşmektedir. Bireyciliğin toplumla olan karşıtlığı ve savaşı ontolojiktir. Yani varlık nedenidir. Çünkü toplum zayıflatılmadan, bireycilik kendini var edememektedir. Toplumla olan karşıtlığının ve savaşının nedeni budur. Bu savaş bireyciliği egemen hale getiren devletçi uygarlığın doğuşuyla birlikte başlamış ve günümüzde de sürmektedir. Kapitalist moderniteyle birlikte doruğa çıkan savaş gerçeği bireyciliğin nasıl bir gerçeklik olduğunu, insan doğasına ve hakikatine ne kadar aykırı olduğunu, insana ve doğaya ne kadar zarar verdiğini, ne kadar acılara yol açtığını tüm dehşetiyle ortaya koymaktadır. Bir gerçeği anlamanın en iyi yolu her zaman yaşamın kendisidir. Bireyciliğin ne olduğunu ve insanlığa neler getirdiğini anlamak için de bireyci ideoloji ve sistemin egemenliği altında yaşamın nasıl sürdürüldüğüne bakmak gerekiyor. Bunu yaptığımızda bireyciliğin insana bir şey getirmediğini, tam tersine insandan çok şey götüren bir gerçeğe sahip olduğunu görmekteyiz. Öyle ki, bireycilik insandan özgürlüğü ve dolayısıyla da yaşamın kendisini alıp götürmüştür. İnsan açısından bundan daha büyük bir kayıp düşünülemez. Özgürlüğü elinden alınmış insan bitmiş, bitirilmiş bir insandır. Özgür olmayan bir yaşam, insan için yaşam olamaz. Bunun ölmekten bir farkı yoktur. Hayatın doğru yaşanması meşhur bir sözdür. İnsan hakikatini anlatan bu sözün özünde bireyciliğin, yaşamı nasıl imkansız hale getirdiği anlatılmak istenmektedir.
Tüm sömürülerin kaynağında bireycilik vardır
Anarşistler, kötülüğün kaynağında devletin olduğunu belirtmişlerdi. Anarşistlerin yaptığı bu tespit son derece doğrudur. Önder Apo anarşistlerin devlet ve iktidara olan yaklaşımlarını bu yönüyle doğru olarak görmüştür. Hatta Önder Apo anarşistlerin devlet ve iktidar olgusuna olan yaklaşımını, sosyalistlerin yaklaşımından daha doğru görmüştür. Anarşistler devrimin gerçekleşmesi için devletin hemen ortadan kaldırılması gerektiğini belirtirken, sosyalistler ise ilkesel olarak devleti olumlu görmemekle birlikte, devrimin olması ve kökleşmesi için devletin ele geçirilerek devrimin hizmetinde işletilmesini savunmuşlardır. Devlet olgusuna bu biçimde iki farklı yaklaşım olmuştur. Bu farklılık, devletin ne olduğu ve sömürüyle ilişkisinin nasıl olduğu konusunda net bir yaklaşım olmamasından kaynaklanmıştır. Fakat Önder Apo devletin ve iktidarın tarihsel kökenini ve gelişimini tüm yönleriyle ortaya koyarak bu olguyu çözümlemiştir. Bu çözümlemesiyle Önder Apo devlet ve iktidar olmadan sömürünün mümkün olmadığını, sömürünün ancak devlet ve iktidar aracıyla sürdürülebildiğini göstermiştir. Fakat Önder Apo bununla sınırlı kalmamış, sömürüyü gerçekleştiren ve sürdüren devletin ve iktidarın dayandığı kökleri de ortaya koymuştur. Bu da bireyciliktir. Bireycilik bir zihniyet ve ideoloji olarak sömürünün dayandığı köktür. Devleti ve iktidarı bu zihniyetin kurumsallaşmış biçimi olarak görmek yerinde bir değerlendirme olacaktır. Bireyci zihniyet ve ideoloji olmadan devlet ve iktidar da olmaz. Şüphesiz iktidar ve devlet bireyci zihniyeti geliştiren araçlar olmaktadır. Bu yönüyle karşılıklı olarak birbirini üreten olgulardır. Ama eğer zihniyeti, özü oluşturan kök olarak ele alırsak, ki bu doğru bir yaklaşımdır, iktidar ve devletin kökü de bireycilik olmaktadır. Dolayısıyla bireycilik, anarşistlerin deyimiyle kötülüğe kaynaklık eden tüm araçların zihniyetidir. Buna kötülüğün kötülüğü demek yerinde olacaktır.
Özgürlük ancak toplumsallıkla mümkündür
Zihniyet olarak bireycilik, kendisi dışında olanın hakikatini reddetmeyi ve her şeyi kendisine bağlamayı ifade etmektedir. Bu, toplumsallığa ters düşen bir yaklaşımdır. Toplumsallıkta bunun tersi bir zihniyet ve yaşam anlayışı vardır. Toplumsallıkta bağımlılık değil, demokratik ve komünal yaşam esastır. Fakat demokratik komünal yaşam yerine bağımlılık ilişkileri ikame edilince özgürlük yitirilmiştir. Bu, bireycilikten kaynaklanmıştır. Nitekim özgürlüğün yitimi ve sömürülü yaşamın ortaya çıkışı bireyciliğe dayalı gelişen devletçi uygarlığın doğuşuyla olmuştur. Bu hakikati bilmek ve anlamak çok önemlidir. Çünkü özgürlüğün nasıl sağlanacağını bilmek ve buna göre doğru bir yaklaşım içerisinde olmak için özgürlük sorununun nasıl ortaya çıktığını ve özgürlüğün ne ifade ettiğini bilmek gerekiyor. Kapitalist modernite bu yönlü bir çarpıtma içerisindedir. Bağımlılığı ve sömürüyü özgürlük olarak sunarak bunu topluma kabul ettirmeye çalışıyor. Kapitalist modenite bunu bireysel özgürlük adına yapmaktadır. Halbuki bireysel özgürlük kavramı son derece yanlıştır. Yanlış, yanılsamalı ve aynı zamanda tehlikeli bir kavramdır. Başkasını kendisine bağımlı kılan ve bu arada kendisi de başkasına bağımlılık ilişkileriyle bağımlı olan bir sistemde özgürlük olamaz. Özgürlük ancak toplumsallıkla mümkündür. Doğru toplumsal inşalar geliştirilerek özgür olunabilir. Bu da en başta bireyciliğin, bireyci zihniyet ve yaşamın aşılmasıyla olur. Öte yandan toplum, bireyi yadsımaz. Tam tersine her birimizin birey olması toplumsallıkla mümkündür. Toplum olmadan birey de olunamaz. Gerçeklik böyleyken, bu gerçeklik çarpıtılıyor, sanki toplum yok olursa birey olunabilir gibi bir gerçeklik yaratılmak isteniyor. Halbuki toplumsal yaşam ortadan kaldırıldığında geriye insana dair hiçbir şey kalmamaktadır. Genel olarak devletçi uygarlıkta ve özelde kapitalist modernitede gerçeği çarpıtmak temel bir yöntemdir. Devletçi uygarlıkta her şey tersine çevrilir. Çünkü kökeninde hırsızlık, haksızlık, gasp, sömürü ve kölelik vardır. Tüm bu olumsuzlukları sürdürmek ancak çarpıtmalarla olabilir. Çarpıtma olmadan, yanlış doğru gibi gösterilmeden bunları yapmak mümkün olmaz. Bu gerçeklikten dolayı Önder Apo devletçi uygarlığın ve onun günümüzdeki versiyonu olan kapitalist modernitenin verilerinin hep tersten okunması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla bireyciliğe ve bireyciliği esas alan sistemlere bu biçimde şüpheyle bakmamız gerekiyor. Bir şey sistem tarafından iyi olarak sunulduğunda aslında içerisine saklanan bir kötülüğün olduğunu düşünerek yaklaşmalıyız.
Kapitalist modernitenin çarpıttığı kavramların başında özgürlük gelmektedir. Özgürlük, liberalizm kavramıyla sunularak ve bireysel özgürlük yanılsamasıyla bezenerek özünden uzaklaştırılıp çarpıtılmıştır. Böylece geliştirilen özgürlük değil, modern kölelik olmuştur. Önder Apo kapitalist modernitenin egemenliği altında şekillenen toplum için ancak modern kölelik tabirinin kullanılabileceğini belirtmiştir. Özünde toplumsal bir varlık olan insanın, toplumsallık olmadan özgür olması düşünülemez. Fakat liberalizm ideolojisiyle bu mümkünmüş gibi gösteriliyor. Bu gerçekliğinden dolayı liberalizmi anti özgürlükçü ve hakikat dışı tasarım olarak görmek gerekiyor.
Kapitalist modernitede toplumsallık iyice zayıflatılarak ve böylece birey ahlaki yapıdan boşanarak toplumla savaşır duruma getirilmektedir. Toplumsallıktan ve ahlaki yapıdan boşanan veya bundan yoksun olarak yetiştirilen birey, yaşamı toplum dışılıkta görmeye başlar ve böylece toplumla ve toplumsallıkla mücadele eden bir tutuma girer. Kapitalist modernite bunu yaparak toplumu toplumla savaştırmış ve bundan beslenmesini bilmiştir. Kapitalist modernitenin ve onun ideolojisi olan liberalizmin gücü veya etkisi burada yatmaktadır. Kapitalist modernitenin başvurduğu bu tehlikeli yöntemi önemsemek, bunun ne denli tehlikeli olduğunu anlamak gerekiyor. Kapitalist modernite bu yöntemle toplumla olan savaşını, toplumu ve bireyi toplumla savaştırarak yapmaktadır.
Şüphesiz kapitalist modernitenin topluma bu kadar karşıt olmasının, bireyciliği azami şekilde geliştirerek toplumu tümüyle zayıflatmasının nedenin azami sömürü hırsıdır. Buna hırs değil de zihniyet demek daha doğru olur. Sömürü toplumsallığa karşıtlık temelinde olduğundan, azami sömürü azami toplum karşıtlığını gerekmektedir. Azami kar mantığıyla hareket eden kapitalist modernite sistemi, bundan dolayı azami toplum karşıtlığını geliştirmektedir. Bu da bireyciliğin azami geliştirilmesiyle yapılmaktadır. Fakat burada önemli olan kapitalist modernitenin bunu nasıl yaptığı, neyle yaptığıdır. Bunun bilinmesi, olgunun kendisinden çok daha önemlidir. Bunu bilmeden sadece sömürüden, yapılan haksızlıklardan bahsetmenin pek bir anlamı yoktur. Bunlar kapitalist modernitenin yol açtığı sonuçlar olmaktadır. Önemli olan bu sonuçların nedeni ve nasıl yaratıldığıdır. İşte kapitalist modernite sistemi bunu liberalizm ideolojisiyle, onun ifadesi olan bireysel özgürlük çarpıtması ve yanılsamasıyla gerçekleştirmektedir.
Liberalizmin özü bireyciliktir
Önder Apo’nun kapitalist modernite için çıplak krallar ve maskesiz tanrılar tabirini kullanması bu gerçeklikle yakından ilgilidir. Önder Apo kapitalist moderniteden önceki devletçi uygarlık süreçleri için örtük krallar ve maskeli tanrılar deyimini kullanırken devletçi uygarlığın kapitalist modernite süreci için ise böylesi bir tabir kullanmıştır. Kapitalist modernite sürecine kadar güçlü bir toplumsallık olduğundan egemen güçler toplum karşıtlığını açıktan yapamamışlardır. Başta özel mülkiyet olmak üzere her türlü sömürü ve bağımlılık ilişkisi toplum tarafından kabul edilmeyip tepkiyle karşılanmıştır. Bundan dolayı egemen güçler bin bir maskeye bürünerek, gerçekliklerini perdeleyerek toplum karşıtlığını yapmaya ve dolayısıyla sömürüyü geliştirmeye çalışmışlardır. Yaptıklarını tanrının inayeti-mukadderatı şeklinde sunarak meşrulaştırmaya ve mümkün kılmaya çalışmışlardır. Sümerler döneminde bunun nasıl yapıldığı, Sümer tapınağında bunun tanrı-din adına nasıl geliştirildiği artık aydınlanan bir gerçekliktir. Daha sonraki Mezopotamya, Mısır ve diğer uygarlıklarda da bu yapılmıştır. Denilebilir ki Sümer tapınağında ve onu örnek alan diğer uygarlık tapınak ve merkezlerinde esas geliştirilen olgu bireycilik olmuştur. Fakat bu perdeleme ve maskelerle ahlaki örgüde ancak kısmi bir aşındırma yapılabilmiştir. Zaten toplum buna karşı sürekli kabile, din ve ezilen sınıflar adına isyan ve mücadele halinde olmuştur. Fakat kapitalist modernite özgürlük adı altında bireycilik ideolojisini toplumda egemen kılarak söz konusu örtü ve maskeleri kullanma ihtiyacı duymamıştır. Bu durum kapitalist modernitede toplumun ne kadar zayıflatıldığını, toplumsallığı ayakta tutan ahlaki örgünün ne kadar aşındırıldığını ortaya koymaktadır.
Liberalizm ideolojisi sistem ve sistemin ideologları tarafından siyasi bir olgu olarak sunulmak isteniyor, fakat gerçekte liberalizm ve onun özü olan bireycilik bir zihniyettir. Eğer liberalizm salt siyasi bir olgu olsaydı çok zayıf olur ve yaşam üzerinde bu kadar etkili olamazdı. Fakat günümüzde tüketim toplumu aşamasına geçilmesiyle bireyciliğin ne kadar derinleştiği ve toplum üzerinde etkili olduğu daha iyi görülmüştür. Bireycilik bir zihniyet ve bir tarz olarak geliştirilip toplum üzerinde egemen kılınıyor. Bilim, bilgi, sanat ve hatta teknikle takviye ediliyor. Üretilen bilim, bilgi, sanat ve teknikle toplum zayıflatılırken bireycilik teşvik edilip geliştiriliyor. Zaten tüketim toplumu demek bireyciliğin zirve yapması demektir. Bireyciliğin özünde maddi yaşam, yaşamın maddileştirilerek ele geçirilmesi vardır. Bu ilke başlangıcından günümüze kadar değişmemiştir. İlk sömürüyü yapan ile bugünkü kapitalist modernitenin tüketim toplumunu yaratan ve sürdürenin yaptığı aynıdır. Belki beş bin yıl, on bin yıl önceki sömürü ve sömürme biçimiyle günümüzde azami tüketime dayalı sömürü biçimi arasında fark vardır. Fakat bu fark biçimseldir. Özde bir değişim yoktur. Günümüze doğru değişim nicel boyutta olmuş, o da sömürünün gittikçe artmasını ifade etmektedir.
Sömürünün kaynağında bireycilik olduğu için bireyciliğin ilk hedeflediği toplumsal kesim kadın olmuştur. Çünkü sömürüye ilk maruz kalan kadın olmuştur. Eğer bu gerçekliğe inanıyorsak o halde bunun ilişkisini kurmamız ve her şeyi buna göre yeninden düşünmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor. Önder Apo, kadın şahsında zayıflatılan ve düşürülenin bizzat toplum olduğunu söylemiştir. Önder Apo bu gerçeği söylerken onun gerisindeki hakikati de bu şekilde açıklamış olmaktadır. O da şudur; erkek egemen zihniyetin kaynağında yatan esas gerçeklik bireyciliktir. Bunu görmemiz veya bilmemiz çok önemlidir. Dolayısıyla erkek egemen zihniyet deyip geçmememiz gerekiyor. Bu zihniyetin kaynağında bireycilik yatmaktadır. Erkek egemen zihniyetin hakimiyeti altında toplumun ve toplumsallığın neden bu kadar tahribata uğradığı başka bir şeyle izah edilebilir mi? Bu mümkün değildir. Zaten kadının toplumsallıkla olan güçlü bağı düşünüldüğünde bireyciliğin ve bireycilikten kaynağını alan sistemlerin neden kadına yöneldiği de anlaşılmaktadır. Bu yönüyle tüm sömürü sistemlerini erkek egemen zihniyetin ürünü olarak değerlendirirken bu zihniyeti oluşturanın neler olduğunu bilmek ve ortaya koymak son derece önemlidir. Zaten sömürü çarkını çeviren ve sürekli kılan iktidar, devlet ve sınıf olguları egemen erkeklik tarafından geliştirilmiştir. Bunun ortaya çıkışının ve gelişiminin tarihsel boyutu da vardır. Önder Apo toplumu ve uygarlığı tahlil ettiği savunmalarında bunu bütün boyutlarıyla açmıştır.
Yine Önder Apo’nun ortaya koyduğu çözümlemeler ışığında anlıyoruz ki bireyciliğin doruğunu ifade eden kapitalist modernite ve onun tüketim toplumu aşaması, aynı zamanda erkek egemen zihniyetin de en gelişmiş halini ifade etmektedir. Azami sömürü, azami erkek egemen zihniyet kadın doğasına azami saldırı demektir. Bu da toplumun ve toplumsallığın azami derecede zayıflatılıp geriletilmesi, bireyci yaşamın egemen kılınması demektir. Kapitalist modernitede kadının bu kadar hedeflenmesinin, cinsiyetçiliğin bu derecede derinleştirilmesinin, hatta bununla da sınırlı kalmayıp yeni cinsel kimlikler adı altında kadın özgürlük çizgisinin saptırılmaya çalışılmasının bu gerçeklikle yakından ilgisi vardır.
Öte yandan bunları dile getirirken gerçekliğin diğer boyutu olan kadının toplumla, toplumsallıkla, yaşamla ve dolayısıyla da özgürlükle olan bağını bilmemiz ve ortaya koymamız çok önemlidir. Kadın özgürleştikçe toplum ve yaşam da özgürleşmekte ve yeniden inşa olmaktadır. Bireyciliğin ve bireyci yaşamın aşılması, kadının özgürleşmesiyle çok yakından bağlantılıdır.
Reel sosyalizm bireyciliği aşamadığından çözülmeyi yaşadı
Sosyalizm özü gereği toplumsallığı savunur. Zaten sosyalizmin anlamı toplumculuktur. Dolayısıyla sosyalizm bireyciliğe dayanan liberalizmin karşıtıdır. Liberalizm bireyciliği ve bireysel özgürlüğü esas alırken sosyalizm toplumsallığı ve toplumun özgürleştirilmesini esas almıştır. Ne var ki böyle bir öze sahip olmasına rağmen klasik sosyalizmde bireycilik aşılamamıştır. Bireycilik aşılamadığından da çözülmekten kurtulamamıştır. Reel sosyalizmin pratiği böyle olmuştur. Bugün çeşitli biçimlerde varlıklarını sürdüren diğer reel sosyalist sistemler için de bunu belirtmek mümkündür. Aslında Lenin bireyciliğin tehlikesinin farkında olarak tedbirler alıp bireyciliği geriletmek ve toplumsallığı geliştirmek istemiştir. Bu amaçla da partiye ideolojik çizgiyi oturtmaya çalışmıştır. Fakat Lenin’in amaca ulaştığını söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Benzer bir şeyi Mao için de belirtmek mümkündür. Mao da bireyciliğin tehlikesini görerek bunu önlemeye çalışmıştır. Kültür Devrimi hareketiyle bunu sadece parti içinde geliştirmeyi değil, topluma da taşırmaya çalışmıştır. Fakat Lenin gibi Mao da bunda başarılı olamamıştır. Onlardan sonra gelenler ise bu yönlü bir arayış ve mücadele içerisinde olmamışlardır. Bırakalım bireycilikle mücadele etmeyi ve geriletmeyi, iktidar ve devlet yetkisine dayanarak toplumu yönetmeyi yeterli görmüşlerdir. Bu yapıldıktan sonra bireyciliğin daha derinleştirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Reel sosyalizmde yaşanan çözülme esasında malumun ilanı olmuştur. Şüphesiz önemli olan buna yol açan nedenleri ortaya çıkarmak ve kavramaktır. Sosyalizm olarak ortaya konulan paradigma kapitalist modernite zihniyetini ve paradigmasını aşamadığından alternatif bir yaşam inşası geliştirilememiştir. Bireyciliğin asıl yuvası olan iktidar ve devlet araçları salt siyasi olgular olarak ele alınmıştır. Böylece bu araçlara başvurularak toplum lehine gelişmeler yaratılacağı düşünülmüştür. Aynı yanlış yaklaşım kapitalist modernite tahlilinde de yaşanmıştır. Kapitalist modernite sadece maddi yönüyle görülmüş ve buna göre bir çözümlemeye tabi tutulmuştur. Pozitivist bilim anlayışının etkisinden dolayı, zihniyet boyutuna dayalı bir toplum ve sistem tahlili yapılmamıştır. Böylece zihniyete gereken önem verilmeyerek toplumun zihniyete dayalı değişim ve dönüşümü üzerinde durulmamıştır. Değişim, dönüşüm ve inşa yerine üstten iktidar ve devlet eliyle toplumun yönetilmesi esas alınmıştır. Halbuki toplumun oluşturucu ve biçimlendirici öğesi maddi yapılar değil, zihniyettir. Toplumsal yaşamı oluşturan ve sürükleyen güç toplumun sahip olduğu bilinçtir. Toplumdaki kurumlar da toplumun sahip olduğu zihniyete göre olurlar. Kurumlar hangi zihniyetle oluşturulmuşlarsa ona hizmet ederler. Topluma ait olmayan, daha doğrusu toplum karşıtı, toplum aleyhine olan sistemler ve kurumlar da bir zihniyete dayanırlar. Dayandıkları zihniyet olmadan onlar da var olamazlar. Tıpkı bugünkü kapitalist modernite sisteminin bireyciliğe dayanması gibi. Bireyci zihniyet olmadan, bireyciliğin ideolojisi olan liberalizm olmadan, bireyciliği geliştiren bilgi-bilim paradigması olmadan kapitalist modernite sistemi var olamaz, varlığını sürdüremez. Dolayısıyla kapitalist modernite sistemi de dahil tüm devletçi uygarlık sistemleri bir zihniyete dayanırlar. Onlarla mücadele etmek ve onları aşmak öncelikle ideolojik bir mücadeleyi gerektirir. Bu yapılır, yani alternatif bir zihniyet ortaya konulabilirse, o zaman alternatif yaşam inşası da mümkün olur.
Reel sosyalizm, kapitalist moderniteye karşı alternatif bir zihniyet ve paradigma ortaya koyamamıştır. Alternatif paradigma ve yaşam yerine iktidar ve devlet aracına başvurarak egemen sınıfların ortadan kaldırılacağı ve böylece sömürünün ortadan kaldırılarak sosyalizmin inşa edilebileceğine inanılmıştır. Halbuki başvurulan iktidar ve devlet araçları sömürü sisteminin araçlarıdırlar. Özü gereği bu araçlar toplumsallığa karşıttırlar. Bu araçlarla bırakalım toplumsallığın gelişmesi, tam tersine bireyciliğin daha da gelişerek toplumsallığın zayıflatılması kaçınılmazdır. Niyet ne olursa olsun bu sonuç değişmez. Önder Apo’nun belirttiği gibi özgürlük ancak özü özgürlükle dolu olan zihniyet ve araçlarla sağlanabilir.
Önder Apo demokratik modernite zihniyetini geliştirerek bireyciliğin temellerini ortadan kaldırmıştır
İlk günden beri bireysellik, bireysel özgürlük adı altında bireycilik, parti ve mücadele saflarımıza sızmaya ve etkili olmaya çalışmıştır. Bu durum bugün de varlığını sürdürmektedir. PKK bir nevi bireyciliğe karşı verdiği ideolojik örgütsel mücadeleyle var olmuş ve biçim almıştır. Önder Apo’nun bu yönlü çabaları ve bunun için geliştirdiği sayısız çözümlemeler bilinmektedir. Hiç kimsenin yapmadığı kadar Önder Apo birey üzerinde durmuş, kişilik çözümlemeleri geliştirerek bireyi egemen zihniyetlerin etkisinden kurtarmaya ve bununla parti ve devrimin ideolojik çizgiden çıkmasını önlemeye çalışmıştır. Önder Apo henüz demokratik modernite olarak biçimlenen düşünce sistemini geliştirmeden önce de yaptığı kapsamlı kişilik çözümlemeleriyle çok önemli sonuçlar almış, gelişmeler kaydetmiştir. PKK, hiç kimsenin umut görmediği, harekete geçmesini beklemediği Kürt halkını ayağa kaldırmayı ve yeniden diriltmeyi başarmıştır. Hem de bunu en zor koşullarda yapmıştır. Bunun temelinde bireyciliğe karşı verilen ideolojik örgütsel mücadele vardır. Eğer parti içerisinde böylesine keskin ve yoğun bir ideolojik örgütsel mücadele verilmeseydi, Kürt toplumu gibi iliklerine kadar sömürge durumuna gelmiş, kendisi olmaktan çıkarılmış bir halkı ayağa kaldırmak ve özgürlüğü için mücadele etmesini sağlamak kesinlikle mümkün olmazdı.
Önder Apo Kürt halkına dayatılan derin sömürü ve soykırıma karşı sosyalizmin özgürlük ve kurtuluş fikrini edinerek ve buna dayanarak mücadeleyi mücadeleyi başlatmıştır. Fakat diğer ulusal kurtuluş ve sosyalist hareketlerde olduğu gibi Önder Apo’da devletçi uygarlığın gelenek ve araçlarına sarılma, onlara dayanarak sonuç alma yaklaşımı gelişmemiştir. PKK başlangıçta devlet paradigmasını aşan bir kurtuluş fikrini geliştirmemiş olsa da Önder Apo ağırlıklı olarak kendi tarzını geliştirerek birey ve toplumun özgürlük sorununu anlamaya ve bunu çözüme kavuşturmaya çalışmıştır. Özgürlüğe olan derin inanç ve bağlılıktan dolayı Önder Apo kolaycı yöntemlere başvurmamıştır. Hep bunun dışında kalarak, kendine ait yöntemler geliştirerek özgürlük sorununu çözmeye çalışmıştır. Zaten soykırımcı sömürgeci zihniyetin derin etkisi altında olan Kürt bireyini ve toplumunu verili araçlarla ve alışıla gelen tarzlarla etkilemek, söz konusu etkiden çıkarmak ve harekete geçirmek mümkün olamazdı. Bu durum, Önder Apo’nun kişilik çözümlemeleri ve toplumsal bilincin ne olduğu ve nasıl gelişeceği üzerinde durmasına ve bunda derinleşmesine yol açmıştır. Çünkü soykırımcı sömürgecilik Kürt toplumunda ve bireyinde toplumsal bilinci yok etmiş, tümüyle bireyciliği hakim hale getirmiştir. Tabi bunu söylerken Kürt toplumunda toplumsallığın tümüyle bitirildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Kürt toplumunda güçlü bir toplumsal gelenek ve yaşam vardı. Fakat soykırımcı sömürgecilik toplumsallığı bilinçte parçalamıştı. Kürt halkına tümüyle kendi olmaktan çıkmayı dayatmış ve bunda önemli bir mesafe almıştı. Kendisi olmaktan çıkan bir toplumun gittiği ve varacağı yer bireycilik ve bireyci yaşamdır. Kürt halkına dayatılan bu olmuştur. Kürt toplumunun ve bireyinin yaşadığı bu durumdan dolayı Önder Apo Parti içerisinde ideolojik örgütsel mücadelenin gelişmesine çok önem vermiştir. Bu mücadeleyi en öncelikli çalışma olarak ele almıştır. Partisel gelişme ve PKK’nin yol açtığı gelişmeler bu mücadelenin sonucunda olmuştur. Parti, örgüt, mücadele ve özgülük sorunları hep bu mücadelenin geliştirilmesi ve derinleştirilmesiyle olmuştur. Eğer bu mücadelenin dayandığı özü ortaya koyarsak, bu, kesinlikle bireyciliğe karşı toplumsallığın geliştirilmesini ifade etmektedir.
Önder Apo verili zihniyet ve paradigmalarla bireyciliğin aşılamadığını, özgür toplum yaşamının inşa edilemediğini anlayınca yeni bir paradigma oluşumuna gitmiş ve demokratik moderniteyi geliştirmiştir. Önder Apo’yu çağımızın en derinleşmiş ve ileri özgürlük felsefesini geliştirmiş kişiliği haline getiren gerçeklik budur. Demokratik moderniteyi anlamak açısından bunun anlaşılması önemlidir. Demokratik modernite her şeyden önce bir zihniyettir. Kapitalist modernite ideolojisine karşı demokratik toplumun ideolojisidir. Temelinde özgür yaşam arayışı ve arzusu vardır. Bunu özgür birey ve demokratik komünle gerçekleştirme anlayışını savunmakta ve bunun mücadelesini öngörmektedir. Demokratik modernite, özgür birey ve demokratik komün yaşamıyla her türlü bireyciliğin ve bireyci yaşamın aşılarak toplumun eşit, özgür ve demokratik yaşamın gerçekleştirilmesini ifade etmektedir. Dolayısıyla da Önder Apo demokratik modernite ideolojisini geliştirerek bireycilikle ve bireyci yaşamı geliştiren kapitalist moderniteyle daha keskin bir mücadele sürecini başlatmıştır. Bunu böyle anlamalı, özgür birey ve demokratik komün zihniyetinde derinleşerek, örgütlenerek, bu temelde ideolojik örgütsel mücadeleyi daha da geliştirerek sonuç almayı hedeflemeliyiz.