20’inci yüzyılın sonuçlarından biri de ulus devlet modelinin Ortadoğu’da geliştirilmiş olmasıdır. Merkezi, despot rejmler bu yolla iktidara gelmiş, bu rejimlerin hükmü altında demokratik kültürün önü kapatılmış, toplum üzerinde sınırsız bir baskı mekanizması işletilmiştir. Bu o kadar derinleştirilmişti ki her yere korku sinmiş ve değişime olan inanç tamamıyla ortadan kalkmıştı. 2003 yılında Saddam Hüseyin rejimi, öncülüğünü Amerika’nın yaptığı uluslararası koalisyon güçleri tarafından yıkılınca mevcut rejimlerin ilahi güçler olmadıkları, yıkılabilecekleri inancı gelişti. Fakat değişime dair gelişen inanç topluma, toplumsallığa dayanmıyordu, hegemonik küresel güce dayanıyordu.
Fakat 2010 yılında Tunus’ta Zeynelabdin rejiminin düşmesi, özellikle halkların ayaklanmasıyla birlikte bu sürecin domino etkisi şeklinde Mısır, Libya, Yemen’e yayılması Ortadoğu’da yeni bir sürecin kapılarını açtı. Artık halk değişim ve devrime dair olan umudunu, inancını hegemonik küresel güçlerde değil, halkın gücünde olduğunu görmüş ve buna inanmıştı. İşte bu sürece “Halklar Baharı” denildi.
Biliniyor, kapitalist modernite sistemi Ortadoğu kültür gerçeği karşısında başarılı olamadı ve büyük bir krize girdi, çaresiz kalıp tıkandı. Aynı zamanda herkes artık Ortadoğu’da merkezi ulus devlet rejimlerinin ortadan kalkması gerektiği ve hiçbir şeyin eskisi gibi kalmayacağı kanaatine ulaştı.
Halklar Baharı ve yeşeren demokratik değişim umudu
Bu ulus devletlerden biri de 1963 yılında Suriye’de iktidarı ele geçiren Baas rejimiydi. Suriye coğrafyası farklı inanç ve halklara ev sahipliği yapan ortak, kadim bir tarihi mirası içinde barındırır. Maalesef bu gerçekliğe rağmen Suriye bir Arap devleti olarak tanımlanmış ve tarihi, kültürel gerçeğine aykırı bir şekilde yönetilmeye çalışılmıştır. Süryani, Asuri, Ermeni, Kürt, Dürzi, Çerkez, Türkmen gibi kimlikler Arap kimliği adı altında tanımlanmışlardır. Bütün toplulukların kültür ve inançları önüne set koyulmuş, düşünce ve kendisini ifade etme özgürlüğü yasaklanmıştı. Baas rejimi devlet kurumları eliyle bunu bütün Suriye halkına dayatıyordu. Özellikle Kürt halkının dilini, kültürünü, kimliği ve tarihini ortadan kaldırmak için özel politikalar yürüttü. Bu politikaların bir devamı şeklinde Kürt halkının topraklarına el koydu, vatandaşlıktan çıkardı.
Suriye coğrafyası ve Rojava binlerce yıl boyunca çok güçlü medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve bu topraklar üzerinde yaşayan Kürtlerin kadim bir halk olduğu ispat edilmiştir. (Mezopotamya’nın Doğusu) Buna dair, Tel Halaf’taki ziraat devrimi, yine Serêkaniyê’nin Mitani medeniyetine ve Orkêş’in (Amûdê), Hurri Medeniyetine ev sahipliği yapması örnek olarak verilebilir.
“Halklar Baharı” olarak adlandırılan sürecin başlamasıyla birlikte herkes demokratik bir değişimin olabileceğine, Suriye’nin tarihsel gerçeğine döneceğine dair umut sahibi oldu. Fakat ne Baas rejimi olumlu bir adım attı ne de Suriye muhalefetinin böyle demokratik bir projesi vardı. Herkesin temel amacı iktidara sahip olmaktı. Dolayısıyla Baas rejimi iktidarını korumayı, muhalif güçler de iktidarı ele geçirmeyi istiyordu. Kimsenin Suriye’nin demokratikleştirilmesi gibi bir amacı, projesi yoktu. Bundan dolayı hızlı bir şekilde Katar, Türkiye gibi ülkeler bu alana el attılar ve muhtemel gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda inşa etmeye çalıştılar.
2011 yılının Mart ayında Suriye’de ayaklanma başladı. Artık bu ülkede yeni bir sürecin, değişimin başladığı görülüyordu. Fakat bu değişim nasıl olacaktı? Ülke nereye doğru gidecekti? Bu soruların cevapları henüz netlik kazanmamıştı. Türkiye ve Katar’ın İxvan-i Müslim’ini destekleyeceği netleşmişti. İxvan-i Müslim’in iktidara gelmesi halinde ise sadece kimlik, dil ve kültür yasaklanmayacak, aynı zamanda yaşam olanağı da kalmayacaktı.
Böylesi bir dönemde Kürt halkının büyük bir mücadele mirasına, örgütlülüğe ve demokratik bir projeye sahip olması Demokratik Suriye ve Ortadoğu’nun inşasına öncülük edebileceği anlamına geliyordu. Bunun yanında Önder Apo’nun bu alanda 20 yıllık büyük bir emeği, atmış olduğu bir temel vardı. Rojava halkı doğru yurtseverliği Önder Apo’dan öğrenmiş, örgütlenmesini, eğitimini, mücadeleye katılım çalışmalarını Önder Apo’nun perspektifleri doğrultusunda geliştirmiştir. Kendisine Önderliğin yaşam tarzını, özgür yaşam ve örgütlülük ölçüsünü esas almıştır. Bu yüzden bir sorun olduğunda, net olmayan konular görüldüğünde Rojava halkı Önder Apo’nun tavrını ve görüşünü bir talimat gibi esas almış ve hayata geçirmiştir. Bu Önder Apo’nun projesi olan üçüncü çizginin yaşamsallaştırılmasına büyük bir katkı sunmuş ve bu temelde örgütlenmesini geliştirmiştir.
Diğer yandan Amed Zindan’ında gelişen direniş kültürü, gerillanın Kurdistan dağlarında yürüttüğü özgürlük savaşı, ERNK çatısı altında somutlaşan halk örgütlülüğü, yine Ortadoğu’daki tüm sorunlara çözüm getiren Önderlik savunmaları Rojava halkı için her zaman büyük, güçlü bir örgütlülük anlamına geldi. Başta, PKK’nin çıkışı Kürt sorununun çözümü temelinde bağımsız ve özgür bir Kurdistan’a dayanıyordu. Daha sonra Önder Apo iktidar ve işgalciliğin tarihini yorumlamış ve Kürt sorununun çözümünün ulus devlet eksenli değil de demokratik toplumsal bir sistemin geliştirilmesiyle olabileceğini öngörmüştür. Ortadoğu’da adeta kör düğüm haline gelmiş sorunların çözümü Önder Apo’nun geliştirmiş olduğu demokratik ulus felsefesinden, halkların ortak yaşam iradesinden, özgür kadın ve demokratik toplumdan geçer. Filistin-İsrail, Lübnan, Irak gibi sorunlu alanlarda çözümün adresi Önder Apo’nun projesidir. Ortadoğu’daki tüm halklar ve inançlar bilmeli ki yaşadıkları sorunların çözümü bu projeden geçiyor. Bu prensibe göre Kürt sorununun çözümü de demokratik ulus zihniyetine dayanan özerk yönetim projesiyle mümkündür. Bu proje ulus devlet sisteminin alternatifidir. Böyle bir projenin varlığı Rojava’da büyük bir imkân ve olanağın önünü açmış, aktif bir güç ortaya çıkartmış ve sürecin kaderini belirlemiştir.
Buna karşın Türk devleti, Katarın imkân ve paralarıyla tüm muhalif güçlere arka çıkmış, destek olmuştur. Bu güçler adına kendi kontrollerinde askeri güç ve karargahlar kurmuş ve bu grupların Suriye devriminin temsilcileri olarak tanınmaları için de diplomatik faaliyetler yürütmüşlerdir. Bu şekilde tüm imkân ve olanaklarını Suriye’ye yönelik müdahalede seferber etmiş, Mısır’da İxwan-i Müslimin iktidarı eline geçirmesi gibi Şam’daki iktidarın da bu güçler eliyle kendi kontrollerine geçmesi için çalışmışlardır. Diğer yandan da bölgede Kürt hareketi öncüğülüğünde her hangi bir demokratik çözüm projesinin gelişmemesi için elerinden gelen her şeyi yapmışlardır.
Zihniyet değişimi ve demokratik toplumun inşası
Daha baştan itibaren hareketimiz Suriye’de iktidar savaşına girmeyeceğini ilan etti. Çünkü Suriye’deki tüm sorunlar kaynağını ulus devletten alıyordu. Bu yüzden üçüncü çizgiyi temsil eden bir güç olarak sorunların çözümü sadece Şam’daki iktidarın değişmesiyle olmayacaktı. Demokrasi ve özgürlük ancak ulus devlet ve zihniyetinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündü.
Herkes devrim kavramını kendisine göre tanımlıyordu. Bundan dolayı devrim gerçeği üzerine toplumun eğitimi son derece önemliydi. Devrim bazı rejimlerin yıkılmasıyla ya da mevcut rejimlerin yerini başka rejimlerin almasıyla olmaz, devrim yeni bir zihniyet inşası ve gerçeğin peşine düşülerek olur. Bu yüzden devrim bazı olay ve olgulara bağlı, onunla sınırlı değildir, devrim her an ve her zaman yaşanır. Zihniyet inşası ne kadar gelişir, anlık olarak değişim ve dönüşüm ne kadar ortaya çıkar ve toplumsal sistemin inşasında ne kadar yol alınırsa devrim de o düzeyde gerçek anlamına ulaşır ve zihniyet değişimi de bu temelde başlar. Bu çerçevede ekolojik, demokratik, toplumsal bir sistem gelişir, kadın özgürlüğü inşaya kavuşur, toplum yeni bir yaşam felsefesine sahip kişilik temelinde kendisini yürütür, korur, kendisine çizilen sınırları aşar, tüm toplumsal yapı (ulus ve din) hep birlikte yaşar ve birbirini kabul eder. Kuşkusuz bunların yaşamsallaştırılası toplumun kendisini kapitalist moderintenin ideoloji ve kültüründen kurtarmasıyla mümkündür. Bu anlamda toplumsal zihniyetin geliştirilerek ahlaki, politik ve demokratik bir toplum olabilmesi, ya da demokratik bir modernite yaratılabilmesi önem kazanmaktadır.
Türk devleti’nin Kürtlere dönük tüm saldırılarına rağmen, özerk yönetimin böylesi bir dönemde iktidar savaşı yerine, halk meclislerini, halk evlerini, toplumsal kurum ve kuruluşların inşasını geliştirerek toplumun kendisini örgütlemesi, irade sahibi kılması herkesi etkiliyordu. Kuşkusuz büyük zorluklar vardı. Fakat yine de toplumsal sistemin altyapısı atıldı.
16 aylık kesintisiz bir çalışma ve örgütlenmeden sonra halk ilk defa 19 Temmuz 2012’de Baas rejimi ve devletinin Kobanê’den çıkartılması iradesini gösterdi. Bu sonuç uzun yıllara dayanan bir mücadelenin ürünüydü. Halk bu şekilde yönetim iradesini kendi eline alıyor, demokratik çözüm projesini tüm insanlık ve dünyaya gösteriyordu. Büyük bir inanç ve açıklıkla kendi devrimini ilan ederek inançlarına sahip çıkıyor ve bunun için halklar arasında ortak yaşama dayalı, ulus devleti aşan bir sistem kuruyordu.
Kobanê şehrinin özgürleştirilmesinin üzerinden 11 yıl geçti. 12’inci yıla girdik ve devrim süreci bugün de devam ediyor. 11 yıl büyük bir çalışma ve direnişle geçti, fakat devrim hala devam ediyor, gün be gün büyüyüp genişliyor. Bu süreç her ne kadar bir meclis, komün ya da bir kurum örgütlülüğüyle başladıysa da bugün tüm Kuzey ve Doğu Suriye’de bir toplumsal sisteme dönüşmüş ve tüm Suriye’yi etkisi altına almış durumda. Dolayısıyla mücadelenin küresel düzeyde gözle görülen bir adresi oldu.
O dönemler bir yandan Şam rejimi yıkıma doğru gidiyor ve ülke silahlı gruplar arasında parçalanıyor, diğer yandansa BM, ‘Suriye’deki krizin çözümü’ adı altında almış olduğu 2254 nolu karar uyarınca Suriye halkının kaderini TC’ye teslim etmek istiyordu. Bunu da “çözüm için diyalog” adı altında TC devletinin ajanlarını ve asalakları Suriye halkının temsilcileri şeklinde göstererek yapıyordu.
19 Temmuz devrimin en doğru ve uygun tanımıdır
19 Temmuz Devrimi’nin ilan edilmesiyle birlikte AKP rejimi Rojava’ya dönük saldırılarını (Diplomatik, siyasal, ekonomik, basın ve kültürel olarak) ağırlaştırdı. AKP baştan beri kendisine bağlı çetelerle Rojava Devrimi’ni ortadan kaldırmak için çalıştı. Bu dönem tüm Suriye’de büyük bir yıkım ve savaş gelişmiş olmasına rağmen Rojava Kurdistan’ında demokratik bir devrim, özgür kadın ve demokratik ulus devrimi yine ortak yaşam ve halkların kardeşliği temelinde tüm halklar için büyük bir özgürlük ve demokrasi arayışı ve mücadelesi vardı. İşte böyle bir dönemde PDK başkanı Mesut Barzani basın önüne çıkıp şunları söyledi: “Kimler Rojava’da devrim olduğunu söylüyorsa doğru söylemiyor, Rojava’da devrim adına bir şey yoktur.” Belirttiğimiz gibi bu dönemde tüm Rojava’da devrimin derinleştirilmesi ve geliştirilmesi için hazırlıklar vardı. Askeri güçler, sözde Suriye muhalefeti denilen ama gerçekte Türk devletine bağlı çeteler Şam’a doğru gideceklerine silahlarını Rojava’ya doğrulttular (Serêkaniyê, Eşrefiyê, Halep, Til Koçer). O zaman anlaşıldı ki Türk devletinin stratejisi 19 Temmuz Devrimi’ni ortadan kaldırmaktır.
Kuşkusuz özgür ve demokratik bir toplum projesinin geliştirilmesi, yeni bir felsefe ve paradigma anlamına gelir. Bu yaşam, özgür toplum ve evren için yeni bir düşünceye sahip olmaktır. Yani kapitalist modernite sistemi dışında yeni bir düşüncedir. Demokratik bir zihniyete sahip olmaktır. Bundan dolayı 19 Temmuz, devrimin en doğru ve uygun tanımı olmaktadır. Burada temel amaç Rojava’ın tüm şehir ve köylerinde demokratik toplum sistemini inşa etmektir.
Devrimin kendi cevher ve anlamına ulaşması için komün sisteminin kurulması, yani tüm toplum kesimlerinin komün temelinde örgütlendirilmesi çok önemli olmaktadır. Bütün farklı inanç ve kültürler sorunsuz bir şekilde komünlerde yerini almakta ve bu şekilde toplumsal örgütlülüğün inşasına gidilmektedir.
Kadınlar tüm kurumlarda kendi güç ve iradelerini ortaya çıkardı
Öne çıkan en önemli nokta şuydu: 19 Temmuz Devrimi’nde kadın büyük bir rol sahibi oldu ve öncü düzeyde katılım sağladı. Kadın tüm komün, meclis, kurum ve kuruluşlarda yer alarak büyük bir mücadele örneği gösterdi. Bu şekilde herkese devrimin nasıl olması gerektiğini ve yine doğru devrimin kadın iradesiyle mümkün olduğunu, devrimin büyütülmesinde kadının vazgeçilmez rolünü ispatlamış oldu. Eğer kadın özgürleşmezse toplum da özgürleşmez. Kadın öncülüğünde demokratik devrim gelişti. Kadın özgür eş yaşam temelinde tüm direniş alanlarında (toplumsal, örgütsel, askeri, ideolojik, siyasi, diplomatik, bilimsel, eğitimsel) eşbaşkanlık sistemini geliştirdi. Tüm meclis ve komünler, yine bunun dışında kalan örgütler de bu sistemi kendilerine esas aldılar. Erkek hegemonyasını ortadan kaldıracak şekilde kadınlar tüm kurum ve kuruluşlarda, yaşam alanlarında kendi güç ve iradelerini ortaya çıkardı. Devrim ilk geliştiğinde tüm kurum, kuruluş, meclis ve komiteler için yüzde kırklık bir kadın kotası belirlenmişti. Fakat zamanla cins bilincinin, kadın çalışma ve iradesinin gelişmesiyle bu durum aşıldı ve doğal bir şekle büründü. Artık bu oran kadın ve erkek eşitliği temelinde kabul edilmiş ve resmileşmiştir.
Erkek egemen sisteme dayanan zihniyetin değişmesi amacıyla yaşam sorgulanmış ve yaşamsal güce ulaşmak için her daim kadın bakışı ve bilimi temelinde mücadele edilmiştir. Özellikle pratikte özgürlük sosyolojisinin geliştirilmesi için jineoloji çalışmalarının eğitim alanlarında ve toplum içinde geliştirilmesi önemlidir.
Kadın çalışmaları başka alanlarda da önemli adımların atılmasına güç ve olanak sağlamıştır. Özellikle eğitim konusu büyük bir öneme sahip. Çünkü toplum uzun yıllar boyunca iktidar ve devlet bilinciyle eğitildi, o yüzden bu etkiler altında şekillenmiş olan toplumsal zihniyetin gelişim ve değişim yönünde kaydettiği adımlar önemli oldu. Çünkü demokratik bir sistem ancak demokratik bir zihniyetin varlığıyla mümkündür. Her ne kadar geçen yıllarda Kürt toplumunun büyük bir kesimi eğitilip örgütlenmiş olsa da, bu konuda tüm toplumun demokratik toplum akademilerinde eğitilmesi gerekiyordu. Tüm engel ve zorluklarına rağmen bir eğitim sistemi geliştirildi. Eğitim ve müfredat kitapları demokratik, ekolojik, toplum felsefesi ve zihniyeti temelinde, yine kadın özgürlüğüne dayalı olarak Kürtçe hazırlandı. Burada en önemli nokta ise çok kısa bir sürede eğitim verecek öğretmenlerin hazır hale getirilmesidir. Eğitim önce birkaç akademide başladı. Fakat daha sonra bu büyüyüp genişleyerek tüm Kuzey ve Doğu Suriye’ye yayıldı. Artık her yerde okullar, liseler ve üniversiteler kurulmuş durumda.
AKP ve TC faşizmi Rojava Devrimi’ni boğmak istedi
AKP rejimi 19 Temmuz Devrimi’nin alanda güç ve umut olduğunu gördüğünde artık askeri saldırı planlarınının tarzını değiştirerek saldırı düzeyini artırdı, özellikle elindeki çetelerin 19 Temmuz Devrimi’ni durduramadığını görünce DAİŞ ile ilişkiye geçerek bu gücün yönünü Irak’tan Rojava Kurdistanı’na çevirdi. Bunu yapabilmek için de öncelikle Şengal’e saldırdı. Çünkü bu şekilde doğrudan Rojava sınırına ulaşmayı hedefledi.
AKP ve TC devleti, DAİŞ saldırısı temelinde Rojava Devrimi’ni boğmak istedi. Bu saldırı Kobanê’yle zirveye çıkmışsa da, Rojava halklarının tutumu (Kürt, Arap, Süryan, Asur…) bunu tersine çevirerek evrensel boyutlarda tüm insanlığa mal olan bir direnişi ortaya çıkarttı. Özellikle gösterdiği direnişten dolayı herkes Kürt kadınını ve direnişini tanıdı, bildi. Herkes bu direniş ruhunun öyle sıradan bir ruh olmadığını gördü. Bu ruh uzun yıllara dayanan büyük bir direniş mirasına dayanıyordu. Zafere ulaşmak için büyük bir ısrar temelinde gelişen özgürlükçü bir düşünceye dayanıyordu. Bu ruh sadece Apocu militanlarda bulunurdu. 19 Temmuz Devrimi Kobanê’de başladı. Büyük bir direnişin sergilendiği bu alanda duyguları, düşünce ve tutumlarıyla dört parça Kurdistan bir oldu, tüm farklı inanç ve kültürler Kobanê direnişi etrafında birleşti. Tabii ülke dışındaki tüm Kurdistanlılar da Kobanê’de bir oldular. En dikkat çekici yan ise dünyadaki enternasyonal ve demokratik çevrelerin Kobanê’yle birlikte onurlu bir duruşun sahibi olmayı bilmeleridir. Bu temelde dünyanın dört bir yanından enternasyonalist gençlerin gelip savaşa katılması öyle sıradan bir olay değildi. Bu Önder Apo’nun düşüncelerinin, çözüm projesinin insanlık için ne kadar büyük bir umut haline geldiğini gösterdi. Çünkü herkes yaşanan derin sistemsel krizden dolayı bir arayış içerisinde. Bu çevreler böyle bir dönemde Rojava’da devrimin geliştiğini gördüklerinde umutlarının Rojava Devrimi’nde olduğunu hemen gördüler. Ancak Önder Apo’nun düşünceleri mevcut tıkanmaya çözüm olabilirdi. İşte bu inanç ve kanaat temelinde Türk devletinin çetelerine ve DAİŞ’e karşı Rojava’daki tarihi direnişe katılıp savaştılar. Bunun en gözle görülür örneği Kobanê’dir. Çünkü buradaki direniş AKP’nin planlarını bozdu ve Rojava Devrimi’nin geliştirilmesi için büyük bir olanak ortaya çıkardı. Bu direniş ve zafer sonucunda siyaset ve diplomasinin de kapıları açılmış oldu.
Tabii Türk devleti mevcut sonuca razı olmadı. KDP, ENKS, Özgür Ordu, El-nusra (Heyet Tahrir El Şam), DAİŞ gibi kendisine bağlı çetelerin devrim karşısında yenildiklerini gördüğünde ise artık kendisi bizzat sahaya inerek işgale girişti. Öncelikle Fırat nehrinin Doğu ve Batısını birbirinden ayırmak için Cerablus, Ezaz ve Bab’a saldırdı. Akabinde Efrîn ve daha sonra da Serêkaniyê ve Girê Spî’yi işgal etti. Bugüne kadar TC’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıları devam etmekte. Bugün Suriye’de yaşanan krizin sorumlusu Beşar Esad rejimidir. Çünkü demokratikleşme yönünde adımlar atmadı ve bu da ortaya büyük bir kriz ve savaş durumu çıkardı. Fakat herkes biliyor ki Suriye’deki krizin bugün bu düzeyde seyretmesi Beşar rejiminden çok daha fazla AKP rejiminin yürüttüğü politikalar ve müdahalelerden dolayı oldu. Çünkü Suriye’ye müdahale ederek muhalefetin gelişmesinin önünü aldı. Suriye’de çözümün gelişmesi yerine, kaosu ve savaşı derinleştirdi.
Tüm bu saldırı ve tecavüzlere rağmen Suriye’de önü alınmayan demokratik bir devrim boy gösterdi. Rojava’da gelişen bu devrim Rojava sınırlarını aşmış, Kuzey ve Doğu Suriye’nin bir gerçeği haline gelmiş durumda. Halkların direnişi ve birlikteliğini gösteren çok önemli bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.
19 Temmuz Devrimi, Ortadoğudaki sorunların çözümünde tek gerçekçi projenin demokratik ulus projesi olduğunu kanıtladı. Kuzey ve Doğu Suriye’de bir savunma gücü gelişti, Halk Savunma Güçleri ve Kadın Savunma Güçleri (YPG-YPJ) adıyla fedai bir güç ortaya çıktı. Fakat bölgedeki tüm topluluk, inanç ve kültürlerin, özellikle Arap, Suryan ve Asurilerin de savunmada yer alabilmesi için HSD adıyla Demokratik Suriye Güçleri kuruldu. Tüm toplumların birliği ve direniş ruhuyla DAİŞ faşizmi yenilgiye uğratıldı. Türk Devleti ve çetelerine karşı yıllardır büyük, tarihi bir direniş yürütülüyor. Bu savunma sistemi içerisinde dört parça Kurdistan’dan gençler yerini aldı, şehit düştüler, yaralandılar. Dünyanın birçok yerinden, farklı farklı ülkelerden katılımlar oldu. Fakat oynamış olduğu rol itibariyle gerillanın bu direnişe katılmış olması en önemli noktadır. Bu direniş etrafında geliştirdiği destansı direniş ve sahip olduğu tecrübesiyle binlerce genci etrafında toplayabilmesi zafere giden yolun kapılarını açmıştır.
Yine toplum içinde bir düzeyde öz savunma sistemi oluşturulup örgütlendirildi. Fakat buna rağmen istenilen sonuca ulaşılamadı. İktidarcı zihniyet hala etkili olduğu için toplumun savunma sistemi istenilen düzeyde oluşturulamadı. Dolayısıyla bu toplumu savunma sisteminin dışına itiyor. Savunma sadece bir grubun, gücün tekelinde kalıyor. Burada toplum belirleyici olamıyor, bir izleyici, destekçi konumunda kalıyor. Demokratik toplum paradigması, savunma sistemini devletlerdeki ordular gibi ele almaz, savunmanın topluma dayanması lazım. Eğer toplum eğitilip örgütlendirilirse tüm savunması askerlerden oluşan gençlerle sınırlı kalmaz, tersine tehdit ve saldırılar geliştiğinde herkes devrimin koruyucusu olur, onur ve varlığını korur. Eğer özeleştiri vermek gerekirse bu konuda verilmelidir.
19 Temmuz Devrimi sadece siyasi ve askeri bir devrim değil, özgür düşünceye dayanan ideolojik bir düşünsel devrimdir. Bu süreçte kültür ve sanat çalışmaları temelinde eşsiz bir çalışma yürütüldü. Yok edilmek istenilen kültürün canlandırılması için kültür ve sanat festivalleri ve resim sergileri yapıldı, yine klip, şiir, beste, film, dizi, tiyatro, skeç ve folklor alanlarında süreklileşen bir biçimde zengin, çok değerli çalışmalar yürütüldü, ürünler ortaya çıkarıldı. Herkes kültür ve sanatını kendi anadilinde icra etti. Fakat bu alanda da eksiklikler var. Hala bu çalışma paradigma gerçeğini temsil edebilecek düzeyde değildir. Toplumun eğitim gücü olamadı. Bu devrimin gerçeğini, romanını yazabilecek, tarihe mal edebilecek yazarları, romancıları ortaya çıkaramadı. Topluma öncülük edebilecek fedai kişilikler yaratılıp ortaya çıkartılamadı. Halk bu öncülerin duruşunda, çalışmalarında devrim gerçeğini ve yaşam felsefesini görmeli. Bu temelde devrim bölgedeki tüm halkları kucaklayan, ülkeyi birleştiren, parçalanması önünde duran, halkların kardeşliği ve birliği temelinde yaşama ölçü veren, kadın özgürlüğünü esas alan bir yaklaşıma, düşünceye sahip olmasına rağmen, yine merkezi olmayan demokratik özgün bir yönetim sistemine sahip olmasına, komün ve meclis iradeleri esas olmasına rağmen devrimin yazar ve sanatçıları hala bu düzeye ulaşabilmiş, bu kazanım ve doğruların öncülüğünü yapabilecek bir konumda değildirler. Eğer devrimin kültürü hala toplum kültürüne dönüşmemişse bu tekrar tekrar değerlendirilmesi gereken bir özeleştiri konusudur.
Her ne kadar ortaya çıkan sorunların çözümü için toplumsal çözüm yöntemleri esas alınıyor ve bu temelde Sulh Komiteleri ahlaki ve politik toplumun ölçülerine göre çözümler geliştiriyor olsa da, bilinmeli ki kapitalist sistemin saldırıları toplumun tüm hücrelerine sirayet etmiş, ahlaki ve politik topluma dayanan aşiret ve kabile kültürünü zayıf düşürmüştür. Bu zihniyet durumu düzeltilemediğinden dolayı Kuzey ve Doğu Suriye’de adalet sistemi 2 şekilde yürütülüyor. Birincisi, Sulh Komitelerinin toplumsal yöntemlerle sorunları çözerek adaleti sağlama yöntemidir. İkinci yöntem ise demokratik özerk sistem içerisinde önemli bir yer tutan Adalet Meclisi sistemidir. Suçlu kişiler için adalet meclisine bağlı mahkeme ve merkezler kurulmuş durumda. Bunların takibi ve adalet kurumlarının aldığı kararları asayiş, yani iç güvenlik güçleri ilgili adalet kurumlarının istekleri doğrultusunda hareket ederek yerine getiriyor. Fakat nihai amaç toplumun eğitimi temelinde ahlaki ve politik toplumun yaşam ölçülerinin örgütendirilmesidir. Dolayısıyla burada ahlak karşısında kanunun en zayıf derekeye çekilmesi temel hedeftir.
Özerk Yönetim sistemi içerisinde sağlık çalışmalarına da büyük bir önem atfedilmiştir. Özerk Yönetim ilaç ve tedaviden önce toplumun kapitalist medernite sisteminin zihniyet, düşünce ve ruh halinden korunması gerektiğine işaret eder. Toplumun bu temelde korunması halinde toplumsal sağlığın da büyük oranda elde edilebileceğini söyler. Fakat günlük olarak birçok hastalığa neden olan olaylar vuku bulmaktadır. Bundan dolayı demokratik özerk sistem içerisinde her yerde örgütlenmiş olan bir sağlık konseyi vardır. Bu temelde imkân ve olanaklar her yerde halkın sağlık ihtiyaçlarına cevap verecek düzeyde halka ücretsiz bir şekilde sunuluyor. Bunların yanında eğitim sistemi içerisinde özellikle üniversitelerde tıp ve sağlık eğitimine özel bir önem veriliyor.
Toplumsal ekonominin örgütlendirilmesinde eksik kalındı
Toplum iradesinin tüm saldırı ve ambargolara rağmen kırılamaması, devrimin ayakta kalması, direnebilmesi, yine devrimin kendisini savunabilmesi ve gelişmesi için kesinlikle toplumsal bir ekonomiye sahip olması gerekir. Yani toplumun tüm fertlerinin üretime dahil olması ve toplumsal ihtiyaçların bu temelde karşılanması lazım. Ekonomisi olmayan bir komünün irade sahibi olmasının mümkünatı yoktur. Ekonomisi olmayan bir meclisin bölgede cereyan eden günlük, yaşamsal sorunlara çözüm bulması mümkün değildir. Toplumsal devrim sermayenin sistemiyle olmaz. Eğer bir devrim kendisini toplumsal bir devrim olarak tanımlıyorsa o zaman ekonomisinin topluma dayanması lazım. Sermayenin memuru ve kölesi olunmamalı, tersine herkesin üretime katılması lazım, tüm toplumun bal arıları gibi devrimin ihtiyaçları temelinde çalışması gerekir. Maalesef 19 Temmuz Devrimi toplumsal ekonominin örgütlendirilmesinde eksik kalmış, gerekli örgütlenmeye ulaşamamıştır.
19 Temmuz Devrimi’nde kadınların oynadığı tarihi rol, ortaya çıkan güçlü öncülük, fedai tarzdaki savaşçılık ve gösterilen kolektif yönetim elde etiği başarılar ve yarattığı gelişmelerden dolayı dünyada örnek olarak görülüyor. Bütün toplum birlikte kendisini yönettiği için özerk yönetimin tarzı örnek oldu. Geliştirdiği tarihi direnişler temelinde elde etiği askeri başarıldardan dolayı örnek oldu. Yine meclis ve komünleriyle eğitim sistemi örnek oldu. Bütün bunlara rağmen ekonomi noktası zayıftır. Hala belirleyici olan sermayenin zihniyetidir.
13 yıldır Suriye’de çetrefilli bir devrim süreci yaşanıyor. 19 Temmuz Rojava Devrimi’nin ilanı üzerinden 11 yıl geçmiş durumda. Devrimin 12’inci yılında çok önemli görevlerin bizi beklediği bilincindeyiz. Devrime dönük saldırılar hala hızından bir şey kaybetmiş değil ve devrimi karalama çabaları sürüyor. Kuşkusuz toplumun yürüttüğü demokrasi ve özgürlük mücadelesi çok önemli bir yere sahiptir. Bu mücadele yürütülmeden çözümü kendi dışında aramak, rejimin ve iktidarın değişminden bahsetmek doğru değildir. Bunun yerine, kendisinin değişimi yaşaması lazım. Bir toplum eğer iktidar sisteminin zihni etkileri altındaysa, iradesizse, kırılmışsa, kendisine inancı yoksa, kendi dilini ve kültürünü koruyamıyorsa, kendi ahlaki ölçülerine göre bir siyaset ve yönetime sahip değilse, kendi ekonomisini kendisi oluşturamıyorsa, adalet ve özgürlük temelinde özgür bir yaşam felsefesine sahip olamıyor ve kendisini yeniden inşa edemiyorsa o zaman devrimden bahsedemeyiz. Bu perspektifler temelinde 19 Temumuz Rojava Devrimi gelişti ve günümüze kadar geldi.
Rojava Devrimi’nin başarısı Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinin başarısıdır
Her ne kadar 19 Temmuz Devrimi Rojava coğrafyasında ortaya çıkmış olsa da bilinmeli ki Önder Apo’nun fikir ve düşünceleri nerede inşa ediliyor ve etkili oluyorsa, Kürt Özgürlük Hareketi o alanda bulunan tüm iktidarcı ve işgalci güçlere karşı büyük bir özgürlük mücadelesi yürütüyor demektir. Türk devleti bütün gücünü (askeri, siyasi, ekonomik, basın, tüm özel savaş kurumlarıyla) Rojava’ya saldırı temelinde sefeberber etmiş durumda. Amacı, Önder Apo’nun özgürlük projesinin hayata geçmesinin önünü almaktır.
Beşar Esad rejimi hala Güney ve Batı Suriye’de, yine Halepte iktidarını sürdürüyor. Fakat İdlib bölgesi ve çevresi El-nusra (Heyet Tahrir El Şam) gibi çete gruplarınnı denetimi altında. Türk devleti bu güçleri Beşar rejimine ve Rusya’nın uçak saldırılarına karşı koruyor. Yine Efrîn, Azez, Cerablus, Bab, Girê Spî, Serêkaniyê gibi alanlar da Türk ordusu ve kendisine bağlı çeteler tarafından işgal edilmiş durumda. Bu alanlarda bulunan halklar, özellikle Kürtler üzerinde sistematik bir biçimde büyük bir baskı, yok etme siyaseti, demografyayı değiştirici saldırılar var. Bu alanların özgürleştirilmesi amacıyla kurtuluş güçlerinin direnişi var, bu temelde askeri eylemler geliştiriyorlar.
Kuzey ve Doğu Suriye bölgesinde DAİŞ gücünün ortadan kaldırılmasından sonra, özerk yönetim bölgesinin sınırları genişledi ve bütün halk toplumsal bir anlaşmayla bu sistemin ve sınırlarının belirlenmesinde yer aldı. Bu şekilde alanlarını yürütmeye, yönetmeye başladılar. Bölge üzerinde TC’nin işgal tehdidi sürekli sürdü. Çalışanları ve yöneticileri sürekli hava saldırılarına hedef oldu. Kuzey ve Doğu Suriye’de Amerika öncülüğünde “Uluslararası Koalisyon” adıyla bulunan bir güç var. Fakat bu yapı Kuzey ve Doğu Suriye’deki yönetimle ilişkilerini DAİŞ’e karşı mücadeleyle sınırlı tutuyor. Demokratik Özerk Yönetimi tanıyacak siyasi, resmi bir ilişkiden kaçınıyorlar. Aynı zamanda KDP, MİT’e verdiği destekle bölgede her zaman işgalciliğe arka çıkmış ve Özerk Yönetime karşı çalışmalar yürütmüştür. Bizler TC tarafından işgal edilen alanları özgürleştirmenin mücadelesini verirken KDP işgal edilen bu alanların işgalini meşru göstermek için çalışıyor. En son Roj Peşmergeleri adındaki çete gücünü bölgeye aktarmak için Newroz gününde Cındıres’te katliam yaptılar. Yine Efrîn’de Barzani kurumu tarafından sözde Kürt kültür ve sanat merkezi açtılar. Burada cereyan eden öldürme, kaçırma, tecavüz, asimilasyon ve demografyanın değişimi gibi saldırılar görmezden geliniyor. KDP, bu şekilde TC faşizmiyle yürüttüğü işbirliğini normalleştiriyor.
Buna karşın hepimiz devrim gerçeğinin Önder Apo’nun özgürlük paradigmasının anlaşılmasından, bu temelde derinleşmekten geçtiğini biliyoruz. Bilinmeli ki Rojava Devrimi’nin başarısı Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinin başarısıdır. Yine Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinin Kurdistan’ın diğer parçalarında sağladığı başarı Rojava Devrimi için güç ve koruma demektir. Elde edilen kazanımların küresel hegemonik güçlerin plan ve anlaşmalarını boşa çıkarması ve Sykes Picot, Lozan gibi Kurdistan’ı parçalayan ve Kürtleri inkar eden anlaşmalara cevap olabilmesi için mücadelenin yükseltilmesi ve bu temelde devrimin garantiye alınması lazım. Ancak verilecek böyle bir mücadeleyle iktidarcı hegemonik güçler Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü kabul etmek durumunda kalacaktır. Bu gerçekleşmediği sürece mevcut kazanımlar her zaman yok edilme tehditi altında olacaktır.