Sabri Ok: Suriye’deki gelişmeler özellikle Esad rejimi ve Türk devleti olmak üzere birçok kesimi şaşırttı. Suriye daha çok Tunus, Mısır ve Libya gibi görülmek istendi, öyle değerlendirildi.
Suriye’de Esad rejimiyle Muhalifler arasındaki çatışmalar belli bir dengeye kavuşmuş durumda. Her ikisinin de pek sonuç alacağı gözükmüyor. Neden bu durum oluştu?
Suriye’nin Ortadoğu’da çok belirgin, stratejik bir yeri vardır. Tarihte de bölgenin durumu Suriye’ye göre şekillenmiştir. Öte yandan gerek etnik gerekse inanç toplulukları çelişkileri çok fazladır. Ayrıca uluslararası alanda da stratejik düzeyde çıkarları ortak olan farklı güçler vardır. İran, Rusya, Çin yanında Ortadoğu ölçeğinde başta Hizbullah olmak üzere Şii örgütleri gibi rejimle ortak hareket eden güçler de vardır. Dolayısıyla bu çatışmanın ya da bu sorunun bu kadar uzamasının nedeni uluslararası güçler de dahil birçok gücün Suriye’nin bu gerçekliğini ve özgünlüğünü tam anlayamamalarındandır. Bir de süreç Mısır, Tunus, Libya ve diğer ülkelere kıyasla şaşırtıcı düzeyde uzadı. Uzamasının nedenlerinden biri de Suriye rejiminin tecrübeleridir. İkincisi, alevi topluluğu büyük ölçüde kendi içerisinde homojendir. Bir direnç, direniş gücüdür. İktidardan hemen vazgeçecek durumda değildir. Hele hele İhvan-ı Müslim, El-Kaide ve diğer daha fanatik sünni örgütlerin iktidar olması durumunda alevi topluluğun ne tür sıkıntılarla, acılarla, hatta daha büyük göçlerle ve katliamlarla karşılaşılacağı düşünülerek büyük direniş içinde bulunulmaktadır. Yani rejim alevi topluluğuyla birlikte direnmektedir.
İran bu konuda çok önemlidir. Suriye’yi adeta ikinci bir ayağı gibi gördü. Sağlam yürümek istiyorsa Suriye’nin ayakta kalması gerekiyordu. Kendi açısından haksız da değildi ve bu yanlış bir değerlendirme de değildir. O açıdan İran tüm gücüyle Beşar Esad rejimini korumak için yüklendi. Hem maddi, hem manevi, hem psikolojik, hem iddia odur ki Suriye’de bugün on binlerce İranlı orada savaş içindedir. Hatta Iraklı pek çok şii gücün muhalefete karşı savaştığı söylenmektedir.
Tabii ki Rusya’nın buradaki rolü çok önemlidir. Rusya’nın Akdeniz’e, dolayısıyla Ortadoğu’ya tek açılan liman kapısı Laskiye’dir. Rusya Mısır ve Libya’da içine düştüğü inisiyatifsizliği ya da boşluğu hiçbir şekilde Suriye özgülünde, örneğinde yaşamak istemedi. Zaten Suriye kendileri için daha farklı bir öneme de sahiptir. Bu açıdan şimdiye kadar istikrarlı bir şekilde, hatta artan bir önemle Beşar Esad rejimine desteğini esirgemedi, devam ettirdi. Bundan sonra da devam ettireceğe benziyor. Çin keza aynı durumdadır. Amerika, Batı ve Türkiye Suriye’nin geleceği hakkında tek başlarına bir karar verecek durumda değildirler. Çünkü karşılarında aynı zamanda böyle bir güç vardır.
İkincisi Suriye muhalefetinin niteliğidir. Televizyon görüntülerinde de görüldüğü gibi gerçekten çok fanatik, insanların ciğerlerini çıkarıp çiğ çiğ yiyecek kadar akıl ve insani duygulardan uzaklaşmış bir muhalefet gerçeği söz konusu. Tabii bu muhalefetin böyle katı dinci olmalarından kaynaklı Batılı güçlere güven vermeme durumu vardır. Dolayısıyla daha ihtiyatlı, hesaplı yaklaşmak durumunda kaldılar. İsrail ve Lübnan hıristiyanlarının da bu konuda ciddi bir kaygı taşıdıkları açıktır. Öte yandan Suriye içinde önemli bir hıristiyan nüfusu bulunmaktadır. Suriye rejimi de bütün bu gelişmeleri çok akıllıca değerlendirdi ve bütün bunlardan istifade etti. Bir ara zorlandıysa da son dönemlerde güçlerini biraz toparlama durumuna girdi.
Muhalefet kendi içinde çok parçalı. Görülüyor ki Katar, Suudi ve Türkiye de muhalefet üzerinde pek anlaşamıyorlar. Her biri kendi inisiyatifinin ve ağırlığının daha fazla olmasını istiyor. Muhalefetin bu kendi içindeki parçalanmışlığı, en ileri düzeyde destekleyen Suudi, Katar ve Türkiye’nin kendi içindeki bu yaklaşımları, muhalefet üzerindeki hesapları böyle hamle üzerine hamle gerçekleştirerek rejimi tasfiye noktasına getirmekten ziyade bir tekrar durumuna düşürdü. Bu da muhalefet güçlerini tıkadı ve bir denge durumu ortaya çıktı. Hatta son haftalarda Suriye rejiminin biraz daha toparlandığı gözükmektedir. Bu sürecin ya da bu çatışmaların bu kadar uzamasının önemli bir sebebi budur. Suriye rejiminin kendini toparlaması tabii ki ABD ve Batı’nın Suriye üzerindeki hesaplarını bozacağından bu dengenin bozulmaması için ABD ve Batı’nın muhaliflere belirli bir silah desteğinin olacağı görülmektedir.
Tabii bu şu anlama gelmez: Suriye’de rejim hiçbir şey olmamış gibi varlığını, zihniyetini ve siyasetini bundan sonra da olduğu gibi sürdürür! Bu artık mümkün değildir. Suriye’de demokratik bir perspektif, yaklaşım, özgürlükçülüğü daha fazla esas alan bir siyaset izlemezse Suriye rejiminin hiçbir şey olmamış gibi davranarak ömrünü sürdürmesi mümkün değildir. Diğer taraftan muhalefetin de böyle ilkel, katı dinci, islamın özüne de ters düşen -islamiyetin özünde barış vardır, eşitlik vardır, kardeşlik vardır, hakkaniyet vardır- ve tüm bu değerlere ters düşen böyle bir muhalefetin Türkiye’ye, Katar’a, şuraya buraya dayanarak bir alternatif olması mümkün değildir. Suriye’deki zengin etnik ve inanç toplulukları düşünüldüğünde böyle bir siyasi gücün bırakalım alternatif olması, iktidar bloğunun içinde yer alması bile zordur. görüldüğü gibi Suriye çok denklemli, çok sorunlu, çok çelişkili bir yer. Bu sürecin ne kadar süreceği, yakın zamanda kimin üstünlüğüyle devam edeceği konusunda çok net bir şey söylemek mümkün değildir ve halen devam eden bir süreçtir.
– ABD, Rusya ve Fransa Suriye’de yeni bir arayış içindedirler. Ne Suriye’deki rejimin eskisi gibi kalmasını istiyorlar ne de islamcıların hakim siyasal güç olmasını istiyorlar. Bu nedenle bir geçiş süreci hazırlamaya çalışıyorlar. Neden bu noktaya geldiler ve nasıl bir Suriye hedefliyorlar?
ABD, Rusya, Avrupa ve Çin Suriye konusunda hemfikirdirler ya da aynı konsept ve perspektif sahibidirler demek çok doğru değil. Çoğu zaman siyasetleri birbiriyle çakışan değil çatışan durumdadır. Fakat şu olgu, bütün o belirttiğiniz tarafları ve güçleri ortak diyebileceğimiz bir yaklaşım göstermeye zorluyor. Bu da; muhalefetin mevcut kimliği ve kişiliğiyle Suriye’ye istikrar getirmeyeceğinin ortak kabul görmesidir. Buna karşın Suriye rejiminin de kalıcı ya da uzun süreli ayakta kalması mümkün gözükmemektedir. Bu her iki olgu Amerika, Rusya, Avrupa ve Çin’in ortak çıkarlarına, denk düşen daha optimal bir çıkış ne olabilir arayışını gündeme getirmiştir. Suriye rejiminin biraz daha ılımlı olması, bir geçiş sürecine hazırlanması, bunu kabul etmesi, dolayısıyla diğer kesimlerin, muhalefetin taleplerine, müzakere isteğine daha açık olması istenirken, muhalefetin de daha uzlaşmacı ve dış güçlerin politikasına uygun hale gelmesini arzuluyorlar. Ne rejimin ne de muhalefetin beklentilerinin karşılanacağı yeni bir iktidar bileşimi ve politikasını hedefliyorlar. Bunu ne kadar becerebilirler bilemiyorum. Bu halen bir süreçtir ve gerçekten ciddi tartışma ve anlaşılması gereken bir durumdur. Pek bir çözüm çıkacağa da benzemiyor. Zaten bir bakıyorsun Suriye rejimi Cenevre toplantılarına hazırım derken muhalefet yok diyor; muhalefet evet hazırız derken öbürü yok diyor. Yani bir konsensüs, bir perspektif birliği halen tam oluşturulabilmiş değildir.
Belki şu konuda anlaşmış olabilirler; Irak-Saddam örneği çarpıcıdır. Baas rejimini, iktidarını ya da partisini, dolayısıyla mevcut Suriye bürokrasisini, hatta ordusunu Irak örneğinde görüldüğü gibi tümden tasfiye etmek, dağıtmak yerine, bunların varlığını koruyarak revize edip bir şekilde kurulacak olan yeni Suriye’de işlevsel kılmak; bunları da muhalefetle bir anlaşma noktasına çekmek. Irak örneğinden hareketle bu daha gerçekçi gibi görünüyor. Çünkü Irak’ta rejim tümden dağılınca bir türlü iki yakasını bir araya getirip bir toparlanma yaratamadılar; istikrar sağlayamadılar. Gelinen aşamada ne Rusya-Çin “biz Esad’ı destekleyerek muhalefeti yok ederiz ve kazanırız” diyebilecek noktadadır, ne de Amerika ve Batı genel anlamda “muhalefeti destekleriz, Suriye rejimini tasfiye ederiz, yeni bir model, yeni bir rejim inşa ederiz” diyebilecek durumdadır. Bu açıdan ortak ne yapabiliriz tartışmalarında sanki bir geçiş süreci, siyasal bir çözüm, müzakere süreciyle var olan Baas partisini ve kurumlarını tümden yok ederek, tasfiye ederek değil, değiştirip dönüştürerek ve muhaliflerin bir kesimini de sistem içine alarak yeni bir Suriye modeline ulaşma gerçekleşebilir. Muhtemelen tartışmalar bu temelde yürüyor olabilir. Yaşanan gelişmeler ve tıkanma çerçevesinde daha akılcı ve objektif olan da bu gibi görülüyor. Aksi durumda muhalefet de tek başına böyle bir Suriye’yi ne yönetebilir, ne model olabilir. Demokratik zihniyetten, özgürlük anlayışından uzak sünni mezhep eksenli hareket etmesi, hatta kendi içinde bile çelişkili olması Suriye’yi böyle bir demokrasi, özgürlük, barış ve huzura götürme yerine, beraberinde daha fazla çelişki çatışma, sorun ve kaos yaratabilir. Bütün bunları düşünerek bir geçiş süreci üzerinde çalışmalar yürütmektedirler. Cenevre toplantılarının bir amacı muhtemelen budur. Ancak rejimin ve muhalefetin durumu dikkate alındığında kolay bir sonuç alınacağı düşünülmemelidir.
Türkiye’nin Suriye politikası boşa çıktı
-Türkiye’nin Suriye’deki politikaları başarısızlığa uğradı. Öyle ki, iç siyasetini bile olumsuz etkiledi. Türkiye eskiden Birleşmiş Milletleri ve Rusya’yı eleştirirken şimdi o da Cenevre görüşmelerine pozitif yaklaşmaya başladı. Türkiye’yi bu noktaya hangi iç ve dış dinamikler getirdi?
Doğrudur, Suriye politikasında duvara en fazla toslayan ülke Türkiye oldu. Yanlış hesap doğru yerden döndü ve sonuç alamadı. Hesaplarını biraz önce belirttiğim gibi üç beş ay içinde mevcut Suriye rejimi tasfiye olur, ben bütün muhalefetin öncülüğünü yaparım Suriye toplumunu ve halkının kurtarıcısı olurum, dolayısıyla zenginliklerine, pazarına konarım hesabıyla hareket etti. Bu anlamda Suriye’deki hakimiyetini imparatorluktan gelme zihniyetiyle Ortadoğu’da tekrar güç olma amaçlı bir basamak yapma mantığına sahipti. Ama gelişmeler Türkiye’nin düşündüklerini tümüyle yalanladı ve siyasetini boşa çıkardı. Türkiye baktı ki böyle olmuyor, aksine kendisi bizzat savaşın içine girmesine rağmen sonuç alamıyor, eski politikasından çark etmeye başladı. Şüphesiz Suriye rejiminin bir direnç göstermesi, hemen teslim olmaması önemlidir. Hemen her tarafı muhalefete bırakıp teslim olmadı, direndi. Özellikle Kürtlerin, dolayısıyla PYD’nin, öz savunma güçleri olan YPG’nin gösterdiği direniş performansı, doğru siyaseti TC’yi çok zorladı. Çünkü TC’nin hesapları özellikle Serêkanî üzerinden ta Cîzîre mıntıkasına ulaşabilecek bir işgal, bir saldırı gücünü harekete geçirmek ve Rojava’yı kontrol etmekti. Serêkanî’ye bu kadar saldırmalarının nedeni buydu. Birçok gücü de zaten Ceylanpınar’da, Viranşehir’de örgütleyip, silahlandırıp gönderdiler Rojava’ya. Orası üzerinden Rojava üzerinde etkinlik kurup başarılı olmaya çalıştılar. Fakat PYD’nin gösterdiği doğru siyaset, YPG’nin gösterdiği kahramanca direniş, savunma performansı, Kürt halkının gösterdiği büyük direniş ve diğer yurtsever Kürt gruplarının, şahsiyetlerinin gösterdikleri duyarlılık ve olumlu yaklaşım bu saldırıları başarısız çıkardı. Desteya Bılınd’ın buradaki önemli rolü, Kürdistan’ı savunma ve bütün Kürt örgütleriyle birlikte hareket perspektifi çok etkili oldu. Bu açıdan TC’nin genel olarak Suriye siyaseti ve Rojava Kürdistan üzerindeki politikaları boşa çıktı.
Muhalefetin etkisiz kalması ve Kürdistan’da yaşadığı büyük başarısızlık sonucu Türkiye hiçbir şey olmamış gibi eski tarz, eski taktik ve siyasette ısrar etmek yerine, mevcut durumdan kendimizi nasıl kurtarırız ve Suriye siyaseti içinde nasıl yer alırız noktasına geldi. Dolayısıyla Amerika ve Rusya’nın diyalog ve siyasi yöntemlerle sorunu çözme dedikleri Cenevre oturumlarına Türkiye de destek vermek zorunda kaldı ya da buna zorlandı. TC Suriye’de doğru bir siyaset izlemedi. Halkların birlikteliğini, demokratik ve özgürce ortak yaşama perspektifini savunma yerine, halifelikten, imparatorluktan gelen büyüklük kompleksiyle, “ben söylerim diğerleri uyar, uymazlarsa ben hizaya getiririm, ya da etkili olurum” zihniyetiyle hareket etti. Bu zaten kendi içinde işgalci, kendi içinde halkların iradesini tanımayan, reddeden, özel olarak Kürdistan ve Kürt iradesini kabul etmeyen bir yaklaşımdı. Direniş ve örgütlü karşı koyuş bunu boşa çıkardı. Türkiye’nin böyle bir dönüşüme girmesinin önemli bir sebebi Kürtlerin direnişi ve demokrasi güçlerinin Türkiye’nin politikalarını kabul etmemesiydi.
İkincisi Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi etkiliyor. Mesela Reyhanlı’daki olaylar önemlidir. Sınır boyları etnik ve inanç topluluklarının zengin yaşadıkları yerlerdir. Bazen top atışları oldu. Türk uçakları ve pilotları kayboldu. Zaman zaman iki ülke arasında savaşa neden olabilecek askeri çelişki ve çekişmeler yaşandı. Sorunun bu şekilde devam etmesini Türkiye ne kadar kaldırabilirdi? Giderek bu politikalar Türkiye için zorlayıcı oluyordu. Özetle, boşluğa düşen siyasetlerinden sonra onlar da artık bir siyasal çözüm olabilir mi noktasına geldiler.
– Suriye’de Kürt Yüksek Konseyi Rusya’ya görüşmelere gitti. Suriye’deki Yüksek Konseyi’nin Cenevre’ye nasıl katılacağı tartışmaları yapılıyor. Kürtlerin bu Cenevre konferansı sırasında tutumu nasıl olur? Bu Cenevre sürecinin bir sonuca ulaşmasında Kürtlerin yeri ve rolü ne olacaktır?
– Rojava’da Kürt Yüksek Konseyi’nin böyle bir diplomasi geliştirmesi çok yerindedir, doğrudur. Hatta daha da geliştirmeleri gerekmektedir. Çünkü şöyle bir tespit yanlış değildir: Suriye nasıl ki Ortadoğu’nun siyaset nabzının attığı bir yer, hatta Ortadoğu’nun kalbi durumundaysa Rojava Kürdistan da Suriye için o kadar önemlidir. Rojava Kürdistan en homojen, kendi içinde en sorunsuz, en örgütlü, en iradeli bir coğrafyadır. Kendi özgürlüğünü fiilen gerçekleştirmiş ve kendi sistemini inşa etmeye çalışan halkımızın oluşacak yeni Suriye’nin şekillenmesi konusunda en üst düzeyde iradesini, görüşlerini tartışması, ilgili kesimlere, güçlere doğru anlatması, bunun müzakeresini yapması doğrudur. Bugüne kadar büyük bir haksızlığa ve mağduriyete uğrayan Kürt halkının kazandığı mevcut statüsünü korumasını ve bu statünün kimsenin aleyhine ve çıkarına ters düşmediğini anlatması önemlidir. Kürt halkının tek amacı kendi özgürlüğünü yaşamasıdır. Diğer halklarla, tüm inançlarla barış içinde kardeşçe yaşamaktan başka bir amacı ve anlayışı yoktur. Bunun siyasetini ve diplomasisini yapmak bir gerekliliktir, bir zorunluluktur. Kürtlerin kendini ifade etmesi, doğru izah etmesi, doğru algılanmalarını sağlayacak çalışmalar yürütmek çok önemlidir.
Kürtler Suriye’de iradeli bir güç haline gelmiştir. Eğer Suriye’nin geleceği üzerinde Cenevre’de ya da başka bir yerde böyle önemli toplantılar yapılıyorsa ve Rojava Kürdistan Suriye’nin bütünlüğü içinde kabul görüyorsa, bundan sonraki modeli ne olacak tartışmaları yapılıyorsa, Kürt halkının ve Kürt iradesinin o ilgili platformlarda olması bir zorunluluktur. Olmaması düşünülemez. Bu açıdan Kürt Yüksek Konseyi’nin Cenevre toplantısına katılması her şeyden önce hakkıdır ve olması gerekendir. Desteya Bılınd şüphesiz Rojava’daki halkımızın özgürlüğünü, hukukunu, statüsünü savunacaktır. Cenevre toplantısında en iradeli, en uygun bir şekilde pozisyonunu ortaya koyacaktır. Suriye’nin şekillenmesi konusunda, yeni modeli konusunda bir tartışma sürecidir devam ediyor. Doğru olan, demokratik Suriye içinde Kürt halkının özgürlüğüdür, demokratik özerk Kürdistan’dır. Bu perspektifle bütün güçlerle tartışmak, konuşmak ve birlikte hareket etmek doğru olandır. Kürtleri yok sayarak, reddederek, Kürtlere yer vermeden ya da hele biz bir rejimi tasfiye edelim ondan sonra Kürtleri düşünürüz gibi ciddiyetten uzak ve saygısız yaklaşımlar şüphesiz kabul edilemez. Hatta şunu söylemek yanlış değildir; kim Kürt halkının iradesini, özgürlüğünü ve statüsünü kabul ederse Kürtler doğal olarak onlarla olmak ister ve bu da yanlış değildir. Desteya Bılınd’ın genel yaklaşımı budur diye düşünüyorum. Muhalefet mi olur, rejim mi olur, uluslararası güçler mi olur fark etmiyor. Hangi örgüt, irade ve güç Kürt halkının özgürlüğünü, demokrasisini, kendi kendisini yönetmesini kabul eder, statüsünü tanırsa, hukukunu tanırsa Kürtler de doğal olarak onları kendine yakın görecektir ve yakın duracaktır. Çünkü böyle bir yaklaşım içinde olanlar doğal olarak Suriye’nin demokratikleşmesini kabul edenler konumunda olacaktır. Öyle sanıyorum ki Desteya Bılınd bu perspektifle Cenevre toplantılarına katılacaktır.
– Kürtler şimdiye kadar hem mevcut iktidara hem de muhaliflere mesafeli yaklaşarak kendi özgür ve demokratik sistemlerini kurmaya çalıştılar. Şimdi uluslararası güçlerin de bir ara çözüm bulma çabası var. Onlar da kendine göre bir üçüncü seçenek arıyorlar. Bu durumun Rojava’daki Kürtlere sunduğu imkanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Şüphesiz bazı sıkıntılar, tehlikeler kadar avantajlar, imkanlar da var. Yani tehlike ya da sıkıntı diyebilirsek o da şudur. Ortadoğu gibi bir yerde bu kadar mezhep eksenli gelişen bir savaşın herkes için iyi bir şey olmadığını ve tehlike olduğunu söylemek mümkündür. Bu açıdan Kürtlerin bugüne kadar sürdürdükleri, bu mezhep savaşından uzak durma eksenli siyaseti başarılı olmuştur ve doğru olan da budur. Bunda ısrar etmek gerekir. Bu temelde oluşan bazı imkanlar da vardır. Hiç kimse Kürtleri iradesiz ve öncüsüz göremez. Hiç kimse Kürt halkının, yani Rojava’daki halkımızın mevcut statüsünü, örgütlü gücünü, savunma gücünü gözetmeden, onların sahip olmak istedikleri ve sahip oldukları hakları tanımadan ne Suriye’nin geneli için ne de Kürtler için bir şey söyleyebilir. Bunun dışında söyleyeceği ve yapacağı ne olursa olsun her şeyden önce adaletsiz ve haksız olur. Demek istediğim, herkes Kürt halkının iradesini, örgütlü gücünü bugün görmüş ve tanımak durumunda kalmıştır. Bu olumlu bir şeydir ve güzeldir. Fakat Suriye muhalefeti kendi içinde epey parçalıdır. Bu muhalefetin Kürt halkına yeni Suriye’de nasıl bir yer vermek istediği, Kürt halkının kazanımlarını, özgürlüğünü, statüsünü hangi düzeyde ve ne kadar tanıdığını, zihin olarak buna ne kadar açık olduğu çok ciddi kuşku taşıyor. Kürtler kendi haklarında kesinlikle ısrarlı olacaktır. Her meşru platformda meşru, doğal haklarını, mevcut kazanımlarını savunacak ve bunun resmiyete dönüştürülmesi ve kabullenilmesi için mücadelesini sürdürecektir.
Uluslararası güçlerin ne rejim ne de muhalefet yerine üçüncü bir yol arayışı kuşkusuz Rojava devrimine büyük imkan sunmaktadır. Çünkü farklı biçimde de olsa Suriye ile ilgilenen dış güçler Rojava’daki Kürt halkının yürüttüğü politikaya yakın bir noktaya gelmişlerdir. Bu durum oluşacak yeni Suriye’de Kürtlerin etkin yer alacağını göstermektedir. Ya da Suriye’nin etnik ve dinsel yapısına, toplumsal dokusuna en uygun siyasal yaklaşım Kürtlerde olduğundan Kürtlerin Suriye politikasında etkili olacağı şimdiden görülmektedir. Kürtlerin ne mevcut rejimden ne de muhalefetten yana olan tutumu bugün Kürtler için ciddi bir avantaj durumuna gelmiştir. Bu açıdan Kürtlerin kendi politikalarını kabul ettirme ve Suriye siyasetinde yer alma koşulları bugün her zamankinden daha avantajlı duruma gelmiştir.
Kürt halkının tek istemi özgürlüğüne kavuşmaktır
– Rojava’daki devrim yeni Suriye’nin oluşumunda ve demokratikleşmesinde nasıl bir rol oynayabilir? Bugünden bakıldığında geleceğin Suriye’sinde Kürtlerin yerini nasıl görüyorsunuz?
Kürtlerin iradesinin ve haklarının tanınmadığı bir Suriye gerçekten yeni bir Suriye olamaz. Kürtler özgür ve demokratik olduğu kadar Suriye yeni bir Suriye olur. Burada sadece Kürtler de demiyorum, bütün halklar, bütün topluluklar özgür ve demokratik olmalı, eşit olmalı. Böyle olursa gerçekten yeni ve demokratik bir Suriye’den söz edilebilir. Bize göre Kürt halkının yeni Suriye’de iradesi, statüsü ve özgürlüğü kabul edilmek durumundadır. Bu olmadığı zaman ne yeni Suriye modelinden, ne demokrasisinden, ne de yeni bir Suriye’den söz etmek mümkündür. Herkesin bu gerçekliği böyle görmesi, böyle anlaması lazım.
Bir de biraz önce söylediniz, Suriye’deki halkımız başta PYD olmak üzere Desteya Bılınd’da yer alan diğer örgütler de doğru bir siyaset izlediler, mezhep savaşına bulaşmadılar. Devletle açık bir savaştan ziyade kendi haklarını savunmak, özgürlüklerini gerçekleştirmek kadar bir tepki, bir direniş geliştirdiler. Muhalefete yaklaşımları da aynı politika doğrultusunda oldu. Özel olarak muhalefetle bir savaşa girmek yerine, kendi haklarını, statüsünü, ülkesini, toprağını tehdit ettiği kadar bir direnç ve bir karşı koyuş, bir savunma anlayışıyla hareket ettiler. Bu doğruydu, bundan sonra da bu böyle olacak. Hangi güç, hangi taraf Kürtlerin hakkını, hukukunu, özgürlüğünü tanırsa, yakın durursa Kürtler de kendilerini ona yakın görür. Çünkü böyle yaklaşanlar demokratik olur, özgürlükçü olur ve demokratik bir Suriye perspektifine sahip olur.
Özellikle kendi anlayışımız, Rêber Apo’nun duruşu ve yeni paradigmamız açısından bunu söylüyorum. Ortadoğu’nun tarihsel, toplumsal, sosyolojik, etnik, ulusal, inançsal çelişkileri ne kadar iç içe, ne kadar ağır ve ne kadar çatışmalı bir durum arz ederse etsin, hiçbir zaman üçüncü çizgi olma özelliğimizi yitirmeden, başkaları için savaşan, başkaların güdümüne giren değil, onurlu, ilkeli, halkımızın özgürlüğünü, tüm halklarla beraber yaşama isteğini, arzusunu esas alan bir çizgi üzerinde, bu minvalde bir mücadele yürütmek, geliştirmek anlayışı bugün Kürtlerin pratikleştirdiği anlayıştır. Rojava halkımızın politikasını bu çizgide başarılı görüyoruz. Bu çizgide özgür ve demokratik yaşama ulaşacak bir gelecek görüyoruz. Belki bugün bazılarının biraz para, silah, iktidar gücü de önde gözükebilir, bazılarına cazip gelebilir, fakat halkların demokratik istemleri, özlemleri, insanlığın ileriye evrilmesi ve yeni hakikat gerçekliğine baktığımızda Rêber Apo’nun üçüncü çizgi dediğimiz halkların barış ve demokrasi içinde birlikte yaşama amaçlı ortak hareket etme mücadelesinin başarı getireceğine ve bu çizgide Ortadoğu halklarının özgürlüğünün ve bir arada yaşama gerçekliğinin olduğuna inanıyoruz.
Kürtler bugün Suriye’de yediden yetmişe kadın ve çocuk ayağa kalkarak örgütlü toplumla demokratik bir kurumlaşma yarattılar. Demokratik Konfederalizme dayalı Demokratik Özerklik sistemini kurdular. Kendi kendilerini demokratik temelde örgütlüyorlar. Devrim ortamında bile radikal demokrasiyi yaşatıyorlar. Örgütlü toplum karakterleriyle kadının bu örgütlü toplum ve demokratikleşmedeki öncülüğüyle Suriye’nin demokratikleşmesine büyük bir temel oluşturuyorlar. Suriye’de şu anda alternatif bir yaşam projesi ortaya çıkmış durumdadır. Suriye’deki tüm halklar için nasıl siyasal yaşam, nasıl bir sosyal yaşam, nasıl bir kültürel yaşam, nasıl bir ekonomik yaşam sorusuna cevap verilmektedir. Bu yönüyle Kürtler Suriye’de tek alternatif proje ortaya koyan güç olarak Suriye’nin demokratik geleceğinde etkili olacaktır. Suriye halklarının şimdiden Kürtlerin yaşadığı devrime sempatiyle bakması bu gerçeğin sonucudur.
– Rojava devrimi büyük bir demokratik devrim biçiminde gelişiyor. Toplumun tabandan geliştirdiği bir devrim. Yine kadının ve gençliğin bu devrimde rolü çok büyüktür. Bu karakteriyle, Ortadoğu’daki siyasal ve toplumsal gelişmeleri nasıl etkileyebilir?
– Şüphesiz ki Rojava’daki devrimin etkileri sadece Rojava’yla sınırlı değildir. Bir kere sadece tüm Kürdistan açısından değerlendirirsek Irak’ı, İran’ı, Türkiye’yi çok yakından etkiliyor. Kürdistan bağlamında etkiliyor. Kürdistan’da Kürt, Arap, Fars ve Türk halklarıyla ilişkileri ele alındığında dört tane en temel ülkeyi ve burada yaşayan halkları çok yakından ve derinden etkileyen bir devrim olduğu görülecektir. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi mücadelesi arayışı ve mücadelesi içinde olanlar için etkileri sadece Rojava ve Suriye’yle sınırlı değil, gerçekten bir uyanış, bir bilinçlenme, bir ilkeli ve bağımsızlıkçı çizgi, kendi öz iradesine dayanarak bir mücadele gerçekleştirme anlamında çok büyük bir değerdir. Büyük bir güçtür, büyük bir destektir. Özellikle kadın gücünün, örgütlülüğünün, mücadelesinin, özgürlüğünün çok daha büyük etkilediğine inanıyoruz. Çünkü Rojava devriminde kadının öncülük misyonu, özgürlük bilinci, örgütlenme düzeyi çok etkilidir. Halen de halkımızın kendi demokratik sistemini kurmasından, inşa etmesinden tutalım günlük toplumsal bütün yaşam sorunlarına cevap olmak, çözüm perspektifi geliştirmek, savunma gücüne kadar kadın gerçekten öncü bir rol oynamaktadır. Hiçbir devrimde kadının bu kadar etkili ve öncü bir konumda olduğunu sanmıyorum. Bunun çok önemli nedenleri vardır. Bir kere Önderliğimizin evrensel düzeyde insanlığa kazandırdığı en büyük değerlerden bir tanesi kadın özgürlüğüne, örgütlülüğüne, devrimine, kadın ideolojisine ilişkin geliştirdiği çok derin değerlendirmeler, çözümlemeler, açılımlardır. Yine Önderliğin uzun yıllar Rojava’da, Suriye’de bizzat yaşamış olmasının çok büyük bir etkisi vardır. Hareketimizin genel anlamda Önderlik paradigması temelinde kadın özgürlüğüne doğru yaklaşmasını bilmektedir. Önderlik çizgisinde kadın hareketinin gerçekten kendisini örgütleme ve bilinç düzeyini harekete geçirme, bizzat devrime öncülük edebilecek bir düzeye ulaştırması bütün bunlarda çok etkili olmuştur. Rojava’daki devrime aynı zamanda bir kadın devrimidir demek, kadın özgürlük devrimidir demek yanlış olmayacaktır. Bunun başta Ortadoğu kadınları olmak üzere bütün dünya kadınları için, özgürlük mücadelesinde olan kadın hareketleri için önemli bir örnek, cekicilik, moral değer ve güç olduğuna inanıyorum.
Gençlik de Rojava’da devrimin dinamizmini oluşturmada önemli rol oynamaktadır. Bugün Kürdistan’da gençler henüz 18-20 yaşında kendi ülkesini, kazanımlarını, özgürlüğünü dış müdahalelere karşı korumak için var gücüyle mücadelede yer alması, kendisini örgütlemesi, özellikle savunma gücü dediğimiz YPG içinde yer alarak kahramanca bir direniş göstererek halk nezdinde bu kadar itibarlı ve saygın bir düzeye gelmesi önemlidir. Tabii ki gençliğin o dinamizmi, cesareti, mücadeleci ruhu, yine toplumdaki yükselen bilinçlenme düzeyi ve örgütlenmesi Rojava devrimini yenilmez kılan en önemli unsurlardır. Bir yerde kadın ve gençlik omuz omuza, öncü olma anlamında rolünü oynuyorsa o toplum yenilmezdir ve o toplumun önünde hiçbir güç duramaz. Bu anlamda Rojava devrimini yenilmez kılan ve özgürlüğünü ısrarla yaşatan ve demokrasisini inşa eden gelişmelerde kadın ve gençliğin çok önemli bir rolü vardır. Kadının özgürlük ruhuyla gençliğin özgürlük dinamizmi birleşmiş, Rojava devrimini Suriye’deki demokratik devrimin temeli haline getirmiştir. Bu ruh ve dinamizm sadece yeni Suriye’nin oluşmasında etkili olmayacak, tüm Ortadoğu halklarının özgür ve demokratik yaşamını sağlamasında örnek bir güç olarak bundan sonra da etkisini sürdürecektir.
– Kürtler Rojava’da büyük bir devrim yaparken ve kendi sistemlerini kurarken, Suriye’de dengeleri etkileyen bir güç haline gelmişken birçok gücün Rojava devrimine saldırmasını nasıl ele alıyorsunuz? Özellikle KDP’nin Güney Kürdistan’la Rojava Kürdistan arasındaki sınırı kapatması ne anlama geliyor? Kürtlerin büyük bir devrim yaptığı bir dönemde bir Kürt partisinin böyle yaklaşması nasıl yorumlanabilir?
– Her devrimin seveni ve sevmeyeni olur. Her devrimden heyecan duyan, cesaret duyan, esinlenerek kendi mücadelesini yükseltmek isteyenler kadar sabote etmek isteyen, engellemek isteyen taraflar ve güçler de olur. Bu her yerde ve her zaman böyle olmuştur. Rojava devrimi başta kadın gençlik olmak üzere tüm halkımız ve Ortadoğu halklarının üzerinde çok büyük etkisi olmuştur. Fakat Rojava devrimine heyecanla yaklaşmayan, öyle ulusal özgürlük, ulusal birlik perspektifinden uzak, belki biraz da parça perspektifli, hatta o dar milliyetçilikten daha geri yaklaşım sahibi olanlar olabilir. Bir kere Rojava devrimine saldırmak hiçbir şekilde kabul edilemez. Rojava devrimine saldırmak Rojava halkımızın özgürlüğüne saldırmaktır. Hiçbir Kürt örgütü ve bireyi bunu düşünmemelidir. Bu yanlıştır, kabul edilemez. KDP’nin farklı politikaları, farklı görüşlerin olması normaldir. Kürt örgütleri, partileri her konuda aynı şeyi düşünemez. Örneğin Kürtlerin sistemlerini kurması, ekonomilerini örgütlemesi, savunma gücünü artırması, diplomasisini geliştirmesi, eğitim sorunlarını çözmesi, sağlık problemlerini gidermesi özcesi ekonomik, sosyal, siyasi sorunlarda ve bunların çözümünde herkes aynı şeyleri düşünmeyebilir. Ancak bunlar bir karşıtlık ve düşmanlık haline getirilmemeli, demokratik mücadele, demokratik dayanışma sürekli olmalıdır. Fakat hiçbir farklı duruş bir başkasının iradesini görmemek veya tanımamak anlamına gelmemelidir. Bir kere bu yanlıştır. Bugün Rojava halkı büyük bir savunma savaşı içerisindedir, büyük bir mücadele içerisindedir, kahramanca çok kıt imkanlarla bu direnişi yükseltiyor. Bütün parti ve örgütlerin, bütün parçadaki herkesin onur duyması gereken budur ve güçlendirmesi doğrudur. KDP’nin ya da ona bağlı partilerin tutumlarını Rojava parçasındaki halkın iradesine saygısızlık düzeyine çıkarması ya da Rojava halkımızın yaşadığı gerçekliği görmeden üstten, tepeden yaklaşımlar göstermeleri ve dayatmalarda bulunmaları doğru değildir. Rojava halkı bu dayatmaları kabul etmez. Bu tür politikaya girenler sonuçta kaybederler.
Partiya Azad denen bir örgüt var. Bunların liderleri diye bilinen Salih Bedretin zaten Türkiye’de, Ankara’da yaşıyor. Mustafa Cuma ise Hewler’dedir. KDP’den güç alarak Rojava devrimine saldırmaktadırlar. Bu örgüt Arteşa Azad’la birlikte Serêkani’de, Afrin’de, Kobani’de Kürtlere karşı savaşmıştır. Böyle bir örgüte Kürt örgütü demek ne ahlaki, ne siyasi, ne de vicdani açıdan doğrudur. Bunlar tabii hangi hesaplarla, kimlerden güç alarak, ne için böyle PYD ya da YPG, dolayısıyla Kürt halkına karşı bir tutum içindedirler, bilinmez değil. Kirli hesaplar yapılmaktadır. Türkiye ile ilişkileri, Ceylanpınar’da beslendikleri, silahlandırıldıkları biliniyor. Böyle örgütler her şeyden önce Kürt halkına düşmanlık yapmamalıdır. Kürtlere karşı savaşmamalıdırlar, yaptıklarından dolayı Kürt halkından özür dilemelidirler. Kürtlere karşı savaşan hiçbir güçle ilişki içinde olmamalıdırlar. Böyle oldukları sürece bunların düşman ve hain ilan edilmesi kadar doğal bir şey yoktur. Eğer Kürtlere saldırıyor, Serekani’de, Afrin’de, Kobani’de Kürtleri öldürüyor, kendilerine özgür ordu diyen çetelerle birlikte hareket ediyorlarsa bunu başka türlü tanımlamak mümkün değildir.
KDP daha olgun olmalı, Rojava devrimine dar yaklaşmamalıdır. Bu devrime güç vermelidir. Kendine bağlı marjinal ve provokatörce davranan örgütleri güç yapayım diyerek devrimle karşı karşıya gelmemelidir. Kürt halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutmalıdır. Sınırı kapatmak yanlıştır. Hem de Rojava halkının devlete ve çetelere karşı direniş içinde olduğu bir dönemde kapıyı kapatmak hiçbir biçimde izah edilemez. Rojava sınırını kapatmayı bazı politik taleplerini kabul ettirmek için tehdit ve şantaj olarak kullanılması çok yanlıştır ve tarihi bir hata içine girmektir. KDP’nin eleştireceği, söyleyeceği şeyler olabilir. Ama bunu bir sınırı kapatarak yapamaz, yapmamalı. Rojava’da devrimi yapan halka ve siyasi güçlere bu şekilde bazı şeyleri kabul ettireceğini sanması, mecbur kalırlar, benim dediğime gelirler yaklaşımı doğru değildir, sonuç almaz. Tehditle, şantajla kendi dediğini hakim kılamaz. Bu mümkün de değil. Dolayısıyla KDP kapıyı kapatmakla yanlış yapıyor, telafi edemeyeceği tarihi bir töhmet altına giriyor. Çünkü şu anda Afrin’de Türkiye tarafından kapı kapalıdır, öbür tarafta Suriye muhalefeti tarafından yollar kapalıdır, Bu durumda Rojava’nın Güney kapısı KDP tarafından kapatılmışsa bunun neye hizmet edeceğini haklımız değerlendirecektir. Bu açıdan yanlıştan, hatadan ne kadar erken dönülürse bu KDP için de hayırlı olacaktır.
-Rojava’daki kapının kapanmasından hemen sonra Afrin’de ve başka yerlerde silahlı çetelerin Rojava devrimine saldırması ne anlama geliyor? Bu olumsuz tutumlar birbiriyle ne kadar bağlantılıdır? Ya da objektif olarak bu güçler bu durumdan yararlanmak mı istiyor?
– Rojava Kürdistanı’nın adeta bir kuşatma altındadır. Bu kuşatmayı gerçekleştirenlerin birbirleriyle ne kadar koordineli olduğunu bilmek mümkün değil. Ama sonuçta aynı kapıya çıkıyor, aynı şeye hizmet ediyor. Çünkü Kürt halkı mağdur oluyor. Kim bu mağduriyetin sebebiyse aynı tutum sahibiyse birbirlerine hizmet ediyor demektir. Bu konuda bunu söyleyebilirim. Tabii Afrin’i daha mağdur ve perişan durumda tutarak, yokluğu, yoksulluğu bir baskı unsuru olarak kullanıp böyle kuşatmayı daraltıp Kürdistan’ı ve Afrin’i kendi denetimi altına almak isteyen Caş El Hür ve diğer muhalefet güçleri vardır. Ancak buna karşı da halkımızın güçlü direnişi vardır. Halkımız düşünüldüğü gibi çaresiz de değildir. Mücadelemizin bu aşamasından sonra Kürdistan’ın hiçbir parçasında halkımız hiçbir zaman çözümsüz kalmaz. Dört parçadaki Kürdistan halkı her düzeyde birbirinin yardımına koşacak imkanlara sahiptir. Dolayısıyla biz Afrin’i o kadar da çaresiz ve çözümsüz görmüyoruz. Kendisine yetecek imkanları olacaktır. Halkımız bu konuda seferberlik ruhuyla Afrin’e katkısını ve desteğini esirgemeyecektir. Fakat fırsatçı başka güçler bunu böyle bir saldırıya, bir kuşatmaya vesile kılıp, en zayıf noktasından saldırırsak bir sonuç alabilir miyiz hesabına girmiş olabilir. Ki öyle de oldu. Ama sonuç ortadadır, herhangi bir başarı elde edemediler. YPG ve genel olarak Afrin halkı Kürtlerle beraber olan herkes gerçekten büyük bir direniş göstermektedir ve bu saldırılardan hiç kimsenin sonuç alacağına da inanmıyoruz. Halkımız hem imkanlarıyla kendi kendisine yetecek duruma gelecektir hem de savunma gücüyle, kararlılığıyla hiç kimseye taviz vermeden Afrin’i savunacaktır.
KDP iktidarcı bir zihniyetle hareket etmektedir
– Suriye devletinin Kürtlere saldırması ne anlama geliyor? Özellikle silahlı çetelerin saldırdığı bir dönemde devletin de benzer saldırılar sürdürmesi nasıl yorumlanabilir?
– Kürtler bugüne kadar doğru bir siyaset izleyerek ne rejimle boğaz boğaza bir savaş içerisine girdi ne de muhalefetle. Ama kendi topraklarını özgürleştirmek için ne kadar direniş ve mücadele gerekiyorsa bunu yaptı ve başardı. Fakat bazen Suriye rejimi, bazen Suriye muhalefeti Kürtlerin özgürlüğüne ve çıkarlarına maalesef saldırılarda bulunabilmektedir. Kürt halkı da bu saldırılar hangi taraftan ve kimden gelirse gelsin kendisini aktif savunmanın gayreti ve kararlılığı içerisindedir. Sanıyorum Suriye rejimi daha çok Halep’te, Şex Maqsut alanında bazı saldırılar yaptı. Aynı yere muhalefet de saldırdı. Yani Kürtleri böyle sıkıştırmak, bir tarafla birlikte hareket etmeye zorlamak amaçlı saldırılardır. Bunlarla sonuç alınması mümkün değildir. Hiçbir güç Kürt halkının özgürlük güçlerini yanlış bir politika ve tutum içine sokamaz. YPG ve halkımız direnişle gereken karşılığı verdi. Kürtler zorlama altında herhangi bir tarafla bütünleşme durumunda olmayacak. kendi siyasetini, doğru politikasında ısrar edecektir. O saldırıların amacını Kürtleri baskılayarak diğer tarafa yöneltme yaklaşımlarıdır. Bunlar ucuz politikalardır. Kürtler kendi özgür iradeli duruşunda ısrar ederek bu politikaları boşa çıkaracak ve sonuçta kaybeden bu saldıran güçler olacaktır.
– Rojava devrimine diğer parçaların ilgisi yeterli değil. Kürdistan’ın bir parçasında bu düzeyde büyük bir devrim olurken bu duyarsızlığı neye bağlıyorsunuz? Bunda KDP gibi kesimlerin rolü nedir? Diğer parçalar Rojava devrimine nasıl yaklaşmalıdır?
-İlgi vardır, ama yetersizdir. Yoktur demek de çok gerçekçi değildir. Kürdistan’ın bir parçasında, Rojava’da halkımız devrim yapmış, özgürlüğünü gerçekleştirmiş, özgürlüğünü yaşıyor, demokratik sistemini inşa etme gayreti içerisinde. Bunda Kürdistan’ın diğer parçalarının heyecan duymaması mümkün değildir. Şüphesiz bir heyecan, bir ilgi var, ama yeterli değildir. Mesela Kuzey Kürdistan’da bu duyarlılık çok daha ileri düzeyde olabilirdi. Hem siyasi, hem psikolojik, hem ruhsal, hem de maddi yardımları her düzeyde daha fazla olmalıydı. Gerçekleşen Rojava devrimi Kuzey devrimidir anlayışıyla daha sıcak, daha içten, daha duyarlı bir şekilde yaklaşılabilirdi. Orada bir yetersizlik vardır. Yaklaşık yüz yıl önce çizilen suni sınırların yarattığı etkidir bu aslında. Her ne kadar son 30 yıldır bu sınırın etkileri giderek azalsa da henüz tam olarak tüm parçalardaki halkın aynı ruha ulaştığını da söylemek mümkün değildir. Bu sınırların haksızlığı ne kadar büyükse o kadar da geçersizdir. Kürt halkı kendi ruhunda, beyninde, yüreğinde bunları yıktı. O açıdan bir sahiplenme vardır, ama daha güçlü gelişmesi gerekiyor. Bundan sonra özellikle Kuzey’in her düzeyde Rojava’nın sorunlarını kendi sorunları olarak görmesi, heyecanını kendi heyecanı olarak görmesi ve ruhsal bir bütünlük içinde hareket etmesi çok muazzam bir güç ve destek vermesi gerekiyor. Kuşkusuz diğer parçalar da Rojava devrimine destek vermelidir. Çünkü Rojava halkı bütün parçaların özgürlük mücadelesine destek vermiştir. Rojava Kürdistan Kürtlerin Filistini’dir. Bu nedenle sadece siyasi değil, ahlaki sorumluluklarımız da bulunmaktadır.
KDP iktidarcı bir zihniyetle hareket etmektedir. Ne olursa olsun bana olsun, küçük de olsa benim olsun, benim değilse yanlıştır, olmasın zihniyetine sahiptir. Bana yar olmayan başkasına da yar olmasın anlayışıyla hareket ettiği için bu devrime destek verme yerine olumsuz yaklaştığı için bu doğal olarak topluma, halka, insanlara, siyasete yansıyor. Kuşkusuz her şey bu anlamda KDP’nin söylediği gibi olmuyor, KDP’nin etkisi de bir yere kadardır. Öyle çok da abartmamak lazım KDP’yi. Fakat KDP’nin de iktidarcı, ben merkezci yaklaşımının yeterli ilginin olmamasında belirli bir etkisi vardır. Ancak halkımızın bunu çok fazla dikkate almaması gerekir. Her parçada halkımızın kendi öz örgütlülüğü ve bilinciyle Rojava’nın gündemini kendi gündemi olarak görüp her düzeyde desteğini artırarak sunması gerekiyor. Bundan sonra öyle sanıyorum ki bu duyarlılık daha da gelişecektir.
– Halep’ten Afrin’e yüz binlerce Kürt göç etmiş durumda. Afrin ve çevresinde temel ihtiyaçlarda sıkıntı çekildiği anlaşılmaktadır. Bu sıkıntının aşılmasında diğer parçalara düşen görevler nelerdir?
– Biraz önce de belirttim, çok fazla zamana da yaymadan, daha hızlı, daha örgütlü hareket ederek Kürdistan’ın diğer parçalarında halkın temel gıda maddelerine olan ihtiyacı karşılanmalı, bu konuda bir seferberlik ruhuyla halkımızın ihtiyaçlarını gidermeye dönük herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Maddi desteğin yanında manevi destek bazen mitinglerle, yürüyüşlerle, şölenlerle Rojava’daki halkımızı selamlamaları, kendi gündemleri olarak görmeleri, yine psikolojik, siyasi ve diplomatik açıdan Kürtlerin Rojava halkımızı yalnız bırakmaması, nefes alıp verdikleri her yerde Rojava’nın gündemlerinde olması çok önemlidir. Halkımızın her yerde nasıl, ne zaman, ne kadar bir katkı sunabiliriz arayışı içinde olması gerekiyor.
Afrin halkı çaresizdir, kendi çaresini üretemiyor, çözümünü bulamıyor da değildir. Öyle bir zavallılık dili ve üslubu kullanmayalım. Halkımız Rojava’da özgürdür; özgür topraklarında kendisini yaşatabilecek, imkanlarını ortaya çıkarabilecek ve örgütleyebilecek durumdadır. Ama bir geçiş süreci, bir çatışma süreci olduğu için halkımızın desteğine koşmak, seferber olmak doğrudur. Ama sanki halkımız çaresiz, hiçbir şeyi yok, kendisini üretemez diye düşünmek yanlıştır. Devrim yapmış bir halk için böyle bir şey söylenemez. Toplumsal devrim yapmış halkın her türlü gücü ve imkanı ortaya çıkaracağını bilmek gerekir. Örgütlü toplum her türlü imkanı yaratma anlamına gelmektedir. Eğer bir halk özgürse, toprakları kendine aitse, orasını yönetiyorsa, kendisini yönetebilecek gücü ve kudreti, imkanı vardır. Ekonomik sorunlarını da, diğer tüm sorunlarını da bu örgütlü topluma dayanarak çözebilir. Dünya tarihi bunun örnekleriyle doludur.
– Rojava’da büyük bir devrim gerçekleşmesine ve her türlü imkan bulunmasına rağmen devrimin hala kendi ekonomik sistemini kuramaması, toplumu bir ekonomik gelişmeye seferber edememesi neden kaynaklanıyor? Halbuki sizin de belirttiğiniz gibi büyük devrimler ekonomik gelişme seferberliği için büyük imkanlar sunarlar. Rojava’da bu çok yetersizdir. Bunun nedenleri nasıl ortaya konulabilir?
– Rojava’daki duruma somut olarak tam hakim değilim, fakat böyle çok ciddi bir sorun var. Dediğim gibi bir geçiş ve çatışma sürecidir. Halkın tüm ekonomik, sosyal, siyasi, sağlık sorunlarını, eğitim sorunlarını siz gidereceksiniz, siz çözüm olacaksınız. Tabii bu muazzam bir sistem, muazzam bir ufuk genişliği, perspektif gerektiriyor. Muazzam da bir yaratıcılık gerektiriyor. En başta da Önderliğin ortaya koyduğu paradigmayı iyi anlayıp her alanda onu pratikleştirecek durumda olması gerekiyor. Bu konuda zamanında yapılamayanlar, eksik yapılanlar var. Bu yüzden de sorun önemlidir ve ciddidir. Kendi ekonomik sorunlarını örgütlemezse, ekonomisini örgütlemezse, ekonomik sorunlarını çözmezse devrimin bir ayağı eksik kalır. Hatta en önemli ayaklarından bir tanesi eksik kalır. Halbuki devrim koşulları kendi ekonomik doktrinini pratikleştirmeye fazlasıyla imkan vermektedir. Eğer kendi ekonomik sistemlerini kuramazlarsa tabii ki sömürgecilerin ne politik ahlak ne de vicdanları vardır. Kuzey örneğinde çok gördük, aç bırakarak terbiye etme, açlığa zorlayarak söylediklerini dikte ettirme, kabul ettirme politikaları hep uygulana gelmiştir. Bugün de Başur’daki güçler, TC, ya da başka güçler olabilir. Yani parayla, maddiyatla, iktidarla birilerini doyurmak, terbiye etmek, hizaya getirmek isterler. Böyle bir gerçeklik karşısında toplumun kendisini dizayn etmesi, inşa etmesi, sistemini kurması gereği en önemli ayak olan ekonomik ayak elbette örgütlendirilmek durumundadır.
Ekonomi, yaşamın en temel ihtiyacını karşılayan en temel demokratik faaliyettir. Bunun için de önemli imkanların olduğunu düşünüyorum. Rojava Kürdistan bugün özgürdür. İnsanlar, uzmanlar bir araya gelmeli, kafa kafaya vermeli, bu ülke, bu parça, Rojava Kürdistan’ın rezervleri nedir, ekonomik potansiyeli nedir, nasıl daha iyi örgütlendirilebilir, nasıl halkın ihtiyaçlarına daha iyi cevap olunabilir diye bir ekonomik inşa ve bir plan çıkarabilmelidirler. Şüphesiz bu toplumsal bir ekonomi, toplumsallığı esas alan bir ekonomi olmalıdır. Zaten bu anlayışla hareket edilirse Rojava Kürdistan’ın bütün ekonomik potansiyelleri ortaya çıkarılıp harekete geçirilebilir. Bunun imkanları fazlasıyla vardır. Yeter ki ekonomik doktrin konusunda kafa netleşsin ve iyi bir planlamayla pratikleştirilsin. Ortaya çıkan imkanlar etrafında bir toplumsallık ve topluluklar ekonomisi yaratmak zor değildir. Geç kalınmış olsa da şimdiden bu önemde üzerinde durulursa, üretim daha iyi planlanırsa, ticaret kanalları açılırsa Rojava kendi kendisine yeter. Özcesi ekonomik alanın üzerinde durulması ve toplumun ihtiyaçlarının karşılanması devrimin olmazsa olmaz kabilinden gerçekleştirilmesi gereken görevidir.