Cihan Eren
Ahlak ve politika, Rêber Apo’nun Demokratik Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Toplum paradigmasının temel iki kavramıdır. Rêber Apo’nun her iki kavrama getirdiği tanım, aynı zamanda paradigmasının özgünlüğünü, büyük oranda farkını da anlatmaktadır. Bu bağlamda Önderlik paradigmasının kavranması, kavratılması kadar pratikleştirilmesinde de ahlak ve politika kavramlarının bilince çıkarılması hayati role sahiptir. Çünkü; hem demokratik toplum inşası hem demokratik siyasi eylem ve irade beyanında bulunma bu iki kavramın derinlikli anlaşılmasına ve yaşamsallaştırılmasına sıkı sıkıya bağlıdır.
Ahlak ve politika, gündelik yaşamda sık karşılaştığımız iki kavramdır. Günlük yaşam içinde basit ifadesi ve anlamıyla ‘ahlaklı olmak’ ve ‘politik olmak’ ya da ‘politika yapmak’ biçiminde kullanılıyor. Halk deyiminde ‘ahlaklı olmak’ denilirken ağırlıkta iyi ve güvenilir insan kastedilmektedir. Politik denilirken de siyasetle ilgilenen, toplumsal sorunlar karşısında duyarlı olan insandan bahsedilmektedir. Tabii bir de bu iki kavramın felsefik, ideolojik olarak teorik tanımları vardır. Felsefede ahlaka etik denilmektedir. Yani daha fazla ahlak kurallarını bilmeyi, tanımayı ifade etmektedir. Politika ise devlet, yönetme, siyasi partiler ve örgütlerle özdeş anılır olmuştur.
Hemen herkesin az çok bildiği, bilgisi olmasa da kültürleşmiş anlamlarından hareketle kullandığı ahlaka ve politikaya Rêber Apo’nun getirdiği tanım nedir? Toplumun pek de yabancısı olmadığı bu iki kavramı Önderlik hangi ihtiyaçtan ötürü kendi bakış açısıyla tanımlamak zorunda kalmıştır. Önderliğin ahlak ve politika kavramlarını neden ve nasıl tanımladığını anlamak için Önderliğin getirdiği tanıma, konu hakkındaki analizlerine bakmak gerekir:
Rêber Apo, ahlak ve politika kavramlarını özellikle Özgürlük Sosyolojisi kitabında çözümlemiştir. Bir de Ortadoğu Savunması olarak bildiğimiz, “Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü” adlı kitabında ayrıntılı yer vermiştir. Özgürlük Sosyolojisi kitabındaki değerlendirmeler, konuyu esasta felsefik, tarihsel ve toplumsal boyutlarıyla ele almıştır. Ortadoğu Savunmasındaki tanımlamalar ve değerlendirmeleri ise daha çok ideolojik ve eyleme dönüktür. Bu savunmadaki değerlendirmelerine de eyleme ve pratiğe geçirme, kişilik ölçüleri kazandırma diyebiliriz. Özgürlük Sosyolojisi kitabında her iki kavram hakkında nedir sorusu cevaplandırılmıştır. Ortadoğu Savunması’nda ise nasıl yaşama geçirileceği sorusuna cevap aranmıştır. Çünkü; Özgürlük Sosyolojisi kitabı Önderliğin alternatif toplumsal sistem projesinin teorik ideolojik çerçevesini tanımlarken, Ortadoğu savunmasıysa bu çerçevenin bölgemizde nasıl pratikleştirileceği sorularına cevap niteliği taşır. Bu nedenle ahlak ve politika kavramlarına ağırlıkta yer verdiği bu iki kitaptaki değerlendirmeler birbirini tamamlar niteliktedir. Örneğin Özgürlük Sosyolojisinde ahlaka “toplumsal işlerin kuralları” demiştir. Ortadoğu Savunmasında ise “toplumsal işler en iyi kolektif yapılır” demektedir. Böylece Özgürlük Sosyolojisinde soyut olan ‘kural’ Ortadoğu Savunmasında ‘kolektif’ yani ‘ortaklaşa’ kelimesiyle somutlaştırılmıştır.
Ahlak, toplumun ilk pratik eylemidir
Bilindiği gibi çoğu kişinin ancak kitaplarla anlatabileceği teorik bir konuyu Önderlik birkaç cümle ile oldukça somut formüle etme gibi bir özelliğe sahiptir. Bu özellik, Önderliğin birikiminden, derinliğinden ve pratik tecrübesinden kaynaklanmaktadır. Önderliğin çok derin bir konuyu, birkaç cümle ile ya da paragrafla formüle edip anlaşılır kılmasını sağlayan bu özellikleri, Önderlikte teorik olarak dile gelenlerin aynı zamanda kişiliğinde yaşanıyor olmasından da kaynaklanmaktadır. Önderlik, söylediğini yaşayan, yaşadığını söyleyen bir kişiliktir. Rêber denmesi de bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle filozoflar da dahil çoğu kişinin ancak uzun soyut anlatımlarla anlatabildiği bir hususu, Önderlik oldukça kısa ve çok rahat formüle edebilmekte, her düzeydeki insanın kavrayabileceği sadelikte sunabilmektedir. Fakat, bizler en basit bir konuyu dahi anlatmada zorlanıyoruz. Hangi cümlelerle ifade edeceğimizi bilmiyoruz. Çoğumuz bunu teorik bilgi eksikliğine bağlıyoruz. Kuşkusuz bir mevzuyu anlatmak ve tanımlamak için teorik bilgi gerekiyor, ancak herhangi bir konuda nedir sorusunu anlaşılır ve özlü cevap verebilmek için bilgi kadar anlatılacak konunun kişilikte bir karşılığının olması gerekir. Dolayısıyla Önderliğin “Süzülmüş bal gibi size sundum” dediği paradigmasını yeterince anlatamamak ve eylemsel kılamamak, temelde kişilik sorunlarımızdan kaynaklanıyor.
Ahlak ve politika kavramlarını teorik olarak ele aldığımızda, her iki kavramın Önderlik paradigmasında toplumsallığı, demokratik toplumu ve toplumsal işleri ve kuralları anlattığını görürüz. Yani ahlak ve politikadan bahsedince bir yanıyla demokratik toplumdan bahsetmiş oluyoruz. Önderlik, ahlak için, insanın yaşamak için yapmak zorunda olduğu “Toplumsal işlerin kuralı” diyor. Politika için de; işleri daha iyi yapmak için toplumsal yaşam için gerekli “İşlerin en iyisi” tanımını yapmıştır. Bu, sade ve anlaşılır tanımlardan hareketle, ahlakın temelinde insan doğa ilişkisi, politikanın temelindeyse toplumsallığın artan ihtiyaçlarını karşılama vardır diyebiliriz. Yine ahlak, doğanın tetiklediği öğrenmeyi temel alırken, politika toplumdan öğrenilenlere dayanır demek de mümkündür. Bu sonuç, politikanın aynı zamanda ahlakı kapsadığı anlamına da gelir.
İnsan varolma güdüsü çok güçlüdür. Bu güdü ilk andan itibaren insanı kendisini yaşatacak eylem ve çaba içinde olmaya zorlamıştır. Kendisini yaşattığını fark ettiği bu güdüyle arasında, zamanla manevi bir bağ kurmuştur. Bu bağ inanç duygusu dediğimiz şeydir. İnanç aynı zamanda insanı yaşatan eylem ve çabaya iyi deme duygusu, bilincidir. Bu duygu ve bilinç insanda ‘iyi ve kötü’ arasında belli kurallı ilişkilere yol açmıştır. Bunun sonucunda insanın eylem ve çabaları ahlaki vasıf kazanmıştır. Böylece ahlak, insanı yaşatacak kuralla bağlanmış, pratik olarak doğuş yapmıştır. Başka bir ifade ile ahlak, toplumun ilk pratiği olmaktadır.
Bilindiği gibi insanın bir varlık olarak yaşaması için, doğuşundan itibaren doğa şartlarına uyum sağlamak savunma ve beslenme gereksinimlerini gidermek zorunda kalmıştır. Doğanın soğuğuna ve sıcağına dayanacak yol bulmadan, karnını doyuracak besini tanımadan yaşaması mümkün olmayacağına göre, ilk yapması gereken şey bu sorunlara ‘çare’ bulmak olmuştur. Her ‘çare’ bulma aynı zamanda bir iştir. İş gündeme geldiğinde de doğal olarak kurallar gündeme gelmektedir. Yürümenin, oturmanın ve kalkmanın bile kuralları olduğuna göre doyuran, içiren, koruyan işin de kuralları olacaktır. Örneğin uzun bir meyve ağacındaki meyveleri toplamak için ağaca çıkmadan ya da eline uzun bir değnek almadan meyvesini elde edemezsin. Yere düşmüş bir meyveyi eğilip eline almadan yiyemezsin. İşin ilk kuralı derken, insanın yaptığı bu basit eylemden bahsediyoruz. İşte bu iş eylemi insanın bulduğu kurallardır. Bu kurallara Önderlik ahlak diyor. Eğer insan bu kurallar sayesinde hayvanlar aleminden farklılaşarak var olmayı başarmışsa ki öyledir, ahlak insanı insan yapan kuralların toplamı olmaktadır. Bu kurallarla çalıştıkça sonuç alındığını gören insan, bu kurallara bağlanmış, gelenek haline getirmiştir, ve böylece aynı kurallara tabi olan insan, toplumsallaşmıştır. Buradan hareketle ahlakın, toplumda gelenek haline gelmiş değerlerle, değerin ise gelenekselleşmesi için inançla sıkı bağı vardır. Toplumsal yaşamda ahlaki değerlerin çok etkili olmasının kökeninde bu ilişki tarzı yatmaktadır.
Ahlak olmadan politika, politika olmadan ahlak gelişemez
Duygu ve akıl, pratik çabalara paralel gelişir. Bu özellikten ötürü insan iş yaptıkça aklı ve duyguları gelişmiştir. Gelişen akıl ve duygular, kendisiyle birlikte daha iyisini aramayı ve bulmayı getirmiştir. Önderlik daha iyisini arayıp bulmayı ve bir işi de en iyi yapmayı politika olarak tanımlamıştır. Bu yanıyla politika toplumsal işler içinde en iyisini tespit etmek ve bir işi daha iyi yapmak demektir. Bir işi daha iyi yapmak demek bu aynı zamanda ahlaki gelişmeyi ifade etmektedir. Dikkat edilirse ahlak ve politika arasında organik bir ilişki söz konusudur. Ahlak olmadan politika, politika olmadan ahlak gelişme kaydetmez. Bu ilişkinin doğru kurulmasıyla da toplumsallaşmayı sağlayan eylem gerçekleşmektedir. İnsanın inanarak yaptığı işin kurallı olmasına ahlak, ahlak kuralları dikkate alınarak yapılan iş ise politika denmektedir.
Buraya kadar Önderlik değerlendirmelerini temel alarak belirttiklerimizden hareketle, ahlak için değişmesi zor toplumsal bilinç, politikaya da daha erken ve hızlı değişen toplumsal bilinç diyebiliriz. İnsandaki duyguların yavaş, aklınsa hızlı değişme özelliğini göz önünde bulundurarak ahlaka duygu politikaya ise akıl demek de mümkündür. Bunun için ahlak ölçü, politika bu ölçünün emrettiği değişimi yapan akıldır. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere politikanın bilinçle, düşünmeyle, ahlakınsa vicdanla bağı vardır. Bu anlamda Önderlik ahlak için “Toplumun kolektif bilinci (vicdanı)” tanımlaması da getirmiştir. Politika için de “İşleri çok iyi tanımayı, bilgi ve bilimi, bir de bulmayı, araştırmayı gerektirir” demiştir.
Ahlak ve politika hakkında buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımızdan da anlaşılacağı üzere, her iki kavram, doğrudan toplumsal yaşam ve toplumsal işlerle birlikte vardır. Toplumsallaşma insanın var olma koşulu olduğuna göre, ahlak ve politika birlikte insanı insan yapan eylemini de anlatmaktadır. İnsanı insan yapan eylemi demek, insanın özgürlük alanı demektir. İnsan olmadan özgürlük olamayacağına göre, özgürlük ile ahlak ve politika arasında da kopmaz bir bağ var demektir. Buradan hareketle özgürlük için insanın en iyisini araması, bulması, yapması hali ve eylemi demek mümkün olabilmektedir. Ya da en iyisini araması, bulması ve yapması arayışı denebilir.
Önderliğin “Özgürlük ahlâkın kaynağıdır. Ahlâka özgürlüğün katılaşmış hali, geleneği veya kuralı da diyebiliriz” belirlemesi çok derin anlamlar içermektedir. Özgür olmanın kaynağında insandaki zeka yapısı, duygularının gücü vardır. Daha açık bir ifadeyle insan özgür olması gereken bir varlıktır.
Özgürlük aklını çalıştırmakla başlar. Çalışan aklın en iyi toplumsal işi bulup yaptığı anda da gerçekleşmiş olur. İnsan aklı her işten sonra biraz daha geliştiği için her özgürlük anı, yeni bir özgürlük arayışının başladığı an da olmaktadır. Ahlak, topluma, özgürlüğü yakaladığın ana bağlı kal, politika, yakaladığın özgürlükten aldığın güçle daha iyisini ara diyerek, insanı yeni arayışlara sevk eder. İnsanlık tarihindeki değişim ve dönüşüm bu diyalektiğin sonucunda ortaya çıkmış değerler toplamını ifade eder. Daha iyisini aramak, bulmak ve yapmak insanın fıtratında vardır.
İnsanın fıtratında en iyisini aramak, bulmak ve yapmak varsa, o zaman neden hemen her gün bunca kötülük yaşanıyor sorusu da haklı olarak akla gelmektedir. Bunca kötülüğün nedeni iktidar kültürü ve bu kültürün örgütlü kurumu devlettir. Daha genel bir ifadeyle egemen sınıflardır. Bunların ahlakı ve politikayı saptırması ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları ile birlikte de kötülükler ortaya çıkmaktadır. Geniş bir konu olup Önderliğin savunmalarında bu konular oldukça çarpıcı anlatılmıştır. Bu hususta kısaca şunları belirtebiliriz: Egemen sınıflar, ahlakı kendi çıkarlarına ters bulmaktadır. Bunun yerine hukuku ve hukukun yasalarını koymaktadırlar. Nasıl ki ahlak toplumsal yaşamın sürmesi için gerekli işlerin kuralları anlamına geliyorsa, hukuk da egemenlerin iktidarlarını sürdürmesi için gereken kurallar anlamına geliyor. Ahlak için temel yaptırım gücü vicdandır. Hukuk kurallarının işletilmesinde temel yaptırıcı güç egemenlerin çıkarlarıdır. Aslında bu tespitin ne kadar doğru olduğunu Kürtler kadar dünyada çok az toplum bilir. AB hukukunun Kürtlerle ilişkisi tam da bunu kanıtlıyor. Kimyasal silahların kullanımı yasak olduğu için küresel güçler kimyasal silah üretimini gerekçe ederek kimi ülkeleri işgal ederken, aynı güçler Türk devletinin Kürt gençlerini kimyasal silahlarla katledilmesine bırakın tavır almayı şimdiye kadar tek bir eleştiri dahi yapmış değiller. Çünkü; hukuk insanlığa, haklılığa, doğruya değil çıkara bakarak karar verir. Kuşkusuz ki Avrupa halklarının özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra verdiği mücadele sayesinde egemen sınıflara kabullendirdiği bugün demokratik hukuk yasaları denilen bir hukuk da vardır. Bu hukuk halkların mücadelesi ile yaratıldığı için ahlak yasalarından beslenmiş, gücünü de halkların vicdanından almıştır. Bu anlamıyla halkların bedel ödeyerek sözde de olsa elde ettikleri demokratik hukuk hem bir kazanım hem de ayrı bir değere sahiptir. AB’nin Kürtler söz konusu olduğunda uygulamadığı da halkların kazanımı olan bu hukuki yasalardır. Burada bir kez daha devletlerin halkların kazanımlarını hangi yol ve yöntemlerle nasıl çıkarları için kullandığını görüyoruz. Bu nedenle Kürtlerin siyasi ve hukuki taleplerini halkların vicdan sesinden, ahlaki değerlerinden beslenmiş hukuki sınırlar içinde ararken, bu hukukun gerçek yaratıcıları ve sahipleri olan halklara seslenmesi, mücadelesine ortak etmesi çok daha önemli olmaktadır.
AB hukukunun sonuçlarından hareket ederek, kültürel anlamlarından hareketle kullandığı ahlak ve politika kavramlarının, Rêber Apo tarafından neden tanımlandığı sorusuna da cevap almış oluruz. Ahlakın toplumsal işin yapılış kuralı, politikanınsa en iyi işi bulma ve onu en iyi yapma bilinci olduğunu hatırlattık. Bu genel ve biraz da soyut tanımlamayı dikkate alarak Kürtler şahsında ahlak ve politikayı nasıl ele alabiliriz? Yani Kürt için günümüzde ahlak ve politika ne ifade etmelidir? Bu soruları cevaplamak ve gereklerini de yerine getirmek Kürtler için hayatidir.
Toplum var oldukça ahlak ve politika her zaman var olacaktır
Rêber Apo, pratik deneyimi, ulaştığı teorik düzeyi, Kürt toplumunun yaşadığı sorunları çözmek için verdiği mücadele içinde geliştirmiştir. Bu da Önderliğin dile getirdiği doğruların ilk önce ve en başta Kürt toplumunu ilgilendireceği anlamına gelir. Çünkü Önderliğin mücadele deneyimi ve ideolojik tespitleri en başta Kürtlerin ihtiyaçlarına yanıt oluyor. Bu da Önderlik paradigmasının Kürt halkı tarafından pratikleştirilmesini kolaylaştırıyor.
Ahlak ve politika kavramlarını anlatınca yukarıda elma örneğini vermiştik. Benzer örnekler, insanlığın doğuş ve ilk toplumsal oluşum sürecinde olmazsa olmaz eylemleri oluyor. Günümüz toplumu için basit hale gelmiş bu tür eylemlere ilk başlarda kural bulmak ve geliştirmek, hayatın sürmesi için zorunluluktur. Toplumsal tarih içinde yaşanan gelişmeler, elma örneğinde anlatmak istediğimiz türden işleri, kural koyarak sorun olmaktan çıkarmıştır. Ancak bu, toplumsal yaşamda yeni sayılacak işlerin bittiği anlamına gelmiyor. Çünkü; toplumsal yaşam, gelişmede sınır tanımayan türden bir değişim dönüşüm halidir. Dolayısıyla toplumsal yaşamın rayında ilerlemesi için ahlak ilkesine her zaman ihtiyaç vardır. Önderlik toplum var oldukça ahlak ve politika da her zaman var olacaktır demektedir.
Bugün ahlaki ve politik olmak, en başta yaşamın ahlak ve politikasız olamayacağının bilincine sahip olmayı gerektiriyor. Değerlendirme içinde kısaca hatırlattığımız ahlak ve özgürlük arasındaki kopmaz bağı bilmeyi gerektiriyor. Bu temelde Kürt halkının özgürlük mücadelesine katılıp en ön saflarda yer alan kadrolar için Önderliğin tespitleri ışığında ahlak ve politika ile ilişkisini ele alabiliriz.
Önderlik Kürt toplumunun, halk kimliğiyle varlığını sürdürmesi için zorunluluk arz eden işi tanımlamıştır. Bu iş özgürlük için mücadeledir. Kürtler mücadele etmezse, halk olarak varlıklarını sürdüremezler. Çünkü; Kürt varlığı soykırımcı sömürgecilik tarafından yok edilmek isteniyor. Madem ahlak toplumsallaşmak ve insan olarak var olmak için gerekli işin kurallıdır ve Kürtler de yok edilmek istenen bir toplumdur, o zaman doğal olarak Kürtler için ahlaklı olmak, kendilerini yok etmeyi amaçlayan saldırılara karşı çıkmakla başlar. Unutmayalım ki Kürt halkı üzerinde sürdürülmek istenen soykırımcı sömürgeciliğin karakteri, mücadele ile ahlak arasında kopmaz bir bağ kurmuştur. Mücadele derken de sadece askeri ve siyasi mücadeleyi kastetmiyoruz. Kürt’e ait olan ve yok edilmek istenen ne varsa onu yaşatmayı, geliştirmeyi ve büyütmeyi kastediyoruz. Örneğin Kürt için diline ve en küçük kültürel değerine sahip çıkmak, özellikle de Türk sömürgeciliğinin karakterinden kaynaklı ahlaki bir görevdir. Birkaç hafta önce basına da yansıyan, Kürt olan ancak Türk sömürgeci kafasıyla öğretmenlik yapan biri, “Küçük hevalleri minik Kemalistler yapacağım” diyor. Bu zihniyete sahip kişi ile Kürt değerleri arasındaki ahlaki ilişkinin doğru kurulması gerekir. Modern Sıdıka Avar olan bu faşist ırkçı kadın öğretmen, ‘Kürt anasından evladını alacağım ve ona düşman edeceğim’ demiştir. Ülkesinde, evinde çocuğunu kendi diliyle büyütecek, eğiterek halkı için yararlı bir nefer yapacak imkanı elinden alınmak istenen bir halkın, hangi işi yaparsam evladımı yani geleceğimi kurtarabilirim sorusunu sorup cevaplamadan, pratikte de gereklerini yerine getirmeden varlığını sürdürmesi mümkün olamaz. Bunu yapmadan da doğal olarak ahlaklı olunamaz. Bu örnek Kürt için ahlaklı olmanın neden mücadele etmekle başladığını anlamak için yeterlidir.
Kürt toplumu için varlığını sürdürecek, özgürlüğünü elde edecek mücadelenin her türlüsünü vermek ahlaklı olması demektir. Kürt halkı için ahlak kurallarını mücadele ile tanımladıktan sonra, politikasını da tanımlamak gerekecektir. Konu politikanın Kürtler için ne demek olduğu olunca sorumuz şöyle olur. Hangi mücadele? Nasıl bir mücadele? Yani mücadele etmenin ahlak sayıldığı Kürdistan’da, politik olmak demek, hangi mücadele yöntemiyle soykırımcı sömürgeciliği ortadan kaldırıp evlatlarımı ‘minik Kemalistler’ olma tehlikesinden kurtarıp, geleceğimi öz değerlerimle garanti altına almış olurum sorusunu yanıtlamayı ve eylemine girişmeyi ifade eder. Kuşkusuz ki Kürt insanı için ahlak ve politika tanımlanmış ve halk bu tanımları kabul ettiği için önemli oranda da pratikleşmiştir.
PKK mücadelesi ahlaki politik toplumun adıdır
Kürt halkının son elli yıldır aralıksız bir mücadele içinde olduğu biliniyor. Bu, Kürtlerin Önder Apo’nun kendileri için tanımladığı ve yaşadığı ahlakı ve politikayı kabul ettiğini gösteriyor. PKK ve mücadelesi bu ahlak ve politikanın pratikleştiği toplumun adı da oluyor. Ahlak ile özgürlük arasındaki kopmaz ilişkiyi kavradığı için de Kürt halkı PKK adı yerine çoğu kez Özgürlük Hareketi kavramını kullanıyor. Rojava devrimiyle birlikte komşu halklar da böyle bir tanımlamayı kullanmaya başlamıştır.
Bu anlamda ahlaki politik toplum gerçeğinden yola çokarak demokratik ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasındaki anlam derinliğini daha fazla kavrama ve kavradığımız oranda yaşama geçirme görevimiz bulunmaktadır. Kendi içimizde sürekli kullandığımız “PKK gerçekliği” deyimi var. “PKK gerçekliği” ifadesi, özünde ahlaklı olmanın zorunlu kıldığı yaşamı ve mücadele yöntemini tanımlıyor. “PKK gerçekliği” Kürt için ahlaklı olmanın ön şartı olan yaşam tarzının ve mücadelenin en iyisini, siyaset diliyle belirtirsek de sonuç alacak yol olduğunu anlatıyor. “PKK gerçekliği” Kürdistan ülkesinde, özgür yaşamak, toplumsallığını korumak ve geliştirmek için gereken en iyi işleri anlatmak için kullandığımız en kısa ve özlü deyim olmaktadır.
PKK’nin yaşam ve mücadele ölçüleri önemli oranda nettir. Neyin PKK’ye ait olup olmadığı da bilinmektedir. Kürtlerin ve halkların bu ahlak ve politika ile kazanacakları da ispatlanmıştır. PKK kimliği ve kişiliğini esas alıyorum, bu mücadeleye kadro ve sempatizan olarak katılıyorum diyen topluluğu çok büyük bir sorumluluk altına koymuştur. Daha doğrusu büyük bir ahlaki ve politik yükümlülük altına almıştır. PKK gerçekliğiyle nasıl çalışılacağının önemli oranda netleştirilmiş olması, aynı zamanda PKK adı altında bir takım ahlak kurallarının yaratıldığı anlamına da geliyor. Büyük emekler ve bedeller verilerek yaratılmış bu ahlaki kurallar, Kürdistan ülkesinin inkar ve imha sürecine alınmış olmasından ötürü oldukça sert, zor ve ağır olmasını gerektirmiştir. PKK’nin çok büyük bir politik bilince sahip olması da, ahlaki ölçü ve kuralları yanında mücadele yöntemi anlamında politikasının da diğer Kürt örgütlerinden farklı olması, kaynağını buradan almaktadır. Örneğin koşullar ne kadar ağır ve zor olursa olsun, mücadeleden vazgeçmeme ilkesi, Kürdistan gerçekliğinden ötürü PKK ahlakının temel ilkesi olmuştur. Çünkü; düşman Kürtleri Kürt olmaktan çıkarmak için her türlü vahşi uygulamayı, gayri ahlaki saldırıyı aralıksız sürdürmüş, sürdürüyor. Bir halkın ahlaklı ve politik gerçekliğine karşı bu düzeyde vahşi saldırıların olduğu bir ülkede, en zor koşullarda mücadele etme ilkesi olmazsa orada kimse ahlaklı olamaz. Kürt halkı için ahlaklı olmak da demek olan mücadeleye kadro ve sempatizan olarak katılmış olanların bu gerçeklik karşısındaki duruşları irdelenebilir. Daha doğrusu kadro ve sempatizanın PKK gerçekliği karşısında kendini sorgulamasını gerektirir. Ki kendini sorgulamak da ahlaklı olmak için “PKK gerçekliği”nde yaratılmış bir ilkedir. Bu bağlamda Önderliğin ‘Ben günde kendimi kırk defa gözden geçiriyorum, yapıyorum’ sözü ahlakilik boyutuyla daha iyi anlaşılıyor.
Sadece zor koşullarda mücadele etmek değil, kişilik değişim ve dönüşüm için kendini sürekli sorgulamak, küçük bile olsa eksiklikler karşısında kendini özeleştiriden geçirmek, karşılıksız çalışmak, paylaşımcı olmak, en üst boyutta fedakarlıkta bulunmak, emekçi olmak, sabırlı ve ısrarlı olmak, kendini sürekli eğitmek gibi daha birçok ahlaki ve politik ölçü, “PKK gerçekliği” denilirken anlatılmak istenen bunlar oluyor.
“PKK gerçekliği”nin yaratılmasında Kürdistandaki soykırım ve sömürgeci saldırıların karakteri belirleyici neden olsa da bu ölçülerin zorunluluk derecesinde kabul edilmesi ve vazgeçilmez görülmesinde devletçi uygarlığın neden olduğu sonuçlarla da doğrudan bir bağı vardır.
Kürtler için mücadele etmek büyük bir cesaret gerektirmiştir
Kürt halkı PKK adıyla sınıflı devletçi uygarlığın kaos yaşadığı, ahlaki ve politik toplum güçlerinin doğru bulduğu ideolojinin özgürlük için yetmediğinin anlaşıldığı bir dönemde mücadele etmeye başlamıştır. Bu sonuç verili hiçbir ahlaki ve politik bilinç biçiminin özgürlüğü dolayısıyla demokratik toplumu inşa etme kapasitesine sahip olmadığı, özgürlüğü sağlamadığı anlamına gelir. Böyle bir ortamda varlığı yok edilmek istenen bir halkı yaşatmak için büyük bir cesaretle yeni yol ve yöntemler aramak dışında çarenin olamayacağı da kendiliğinden anlaşılmaktadır. Bu nedenle Kürtler için mücadele etmek aynı zamanda büyük bir cesaret gerektirmiştir. Önderliğin hayatından verdiği bir örnek bu durumu çok güzel anlatmaktadır. Önderlik “Kürdistan sömürgedir” tezini geliştirip mücadeleye başladığı ilk yıllarda, köye aile ve akraba ziyaretine gider. Uzun bir dönem kendisini görmemiş babası Önderliğe, “Oğlum Abdullah duydum ki komünist olmuşsun. Kürtler için mücadele etmeye karar vermişsin. Komünist olmana bir şey demem. Ancak bu Kürtçülük meselesi çok tehlikelidir. Bundan vazgeç” şeklinde konuşmuştur. Yetmişindeki yoksul bir Kürt köylüsünün duygu ve düşüncesinde ‘Kürtçülük tehlikelidir’e yol açmış soykırımcı sömürgeciliğe karşı özgürlük mücadelesini başlatmaktan daha büyük ve değerli bir ahlaki ve politik ilkenin olamayacağı kesindir. Konumuz bağlamında belirtirsek, böyle bir ortamda Kürtleri kurtaracak işi ve bu işi en iyi nasıl yapmak gerekir sorusuna cevap verme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. PKK adıyla yaşam iddiasını dillendiren bir halkın, insanlığın içinden geçtiği sürecin kaotik özelliğinden ötürü zaman içinde sadece mücadele etmesinin de yetmediği görülmüş, böylece nasıl ve hangi tarz mücadele sorusu en az mücadele etme zorunluluğu kadar gündeme girmiştir.
PKK milyonlarla ifade edilen halkın yaşam gerçekliği olmuştur
Bilindiği gibi PKK adıyla harekete geçmeden önce de Kürtlerin farklı adlar altında birçok mücadelesi olmuştur. Bu nedenle PKK adıyla çözülmesi gereken en önemli sorunlardan biri de nasıl bir mücadele verilirse soykırımcı sömürgecilik yenilgiye uğratılır ve özgürlük kazanılır olmuştur. Şayet Kürtlerin toplum olarak varlıklarını sürdürecek, özgürlüğe götürecek ahlak ve politika bulunmamış olsaydı, Türk sömürgeciliğinin ilk yıllarda söylediği gibi ‘72 saat içinde’ biten bir mücadele olarak anılmış olacaktı. İnsanlığın egemeni ve emekçi sınıflarıyla kaos yaşadığı, Kürtlerin de maruz kaldığı soykırım ve sömürgeciliğin özelliklerinden ötürü yok edilmenin eşiğine getirildiği bir ortamda başlayan mücadelenin politik gerçekliği, halk deyimiyle mucizevi olmamış olsaydı, bugün Kürtlerin özgürlüğünden, halkların eşitlik ve adalet mücadelesinden bahsetmiyor olurduk.
Bu sonuç, PKK gerçekliğine kadro ve sempatizan olarak katılanların bir işi en iyi yapma, en iyisini bulup yaratma anlamında politik olmalarını zorunlu kılıyor. Bu, aynı zamanda “PKK gerçekliği” derken bahsedilen ahlaki ölçüleri ifade etmektedir. Bu cümleler “PKK gerçekliği” içinde neden kendine göreliğin serteleştirildiğini de açıklar. Yine “PKK gerçekliği” deyiminin neden “PKK Önderliksel bir harekettir” ve “PKK gerçekliğini şehitler temsil eder” ifadeleriyle tanımlandığını anlatır.
“PKK gerçekliği” artık milyonlarla ifade edilen halkın yaşam gerçekliği olmuştur. Fikirleriyle sadece Kürdistan halkını değil, başta komşu halklar olmak üzere dünyanın birçok yerinde enternasyonalist devrimciler aracılığı ile halkların da dikkatini çekmeye başlamıştır.
Toplumsallaşma anlamında “PKK gerçekliği” Kürdistan’da yurtseverlik kavramıyla anlatılan kişilik gerçekliği olarak yaşanmaktadır. Yurtsever derken artık farklı bir Kürt kişiliğinden ve kimliğinden bahsedildiğini biliyoruz. Yurtsever, “PKK gerçekliği” denilirken anlatılmak istenen ahlak ve politik bilinci halk düzeyinde yaşayan insan demektir. Yurtseverlik, Kürdistanlıların PKK ile birlikte giriştiği mücadele sayesinde ahlak ve politik bilinçlerinde eski yaşam ile yeni yaşamları arasında otaya çıkmış farklılıktır. Hatırlanacağı gibi 1990’lardan itibaren Kürdistan’da yurtsever ahlak ve yurtsever duruş kavramları da kabul görmeye başlamıştır. Öyle ki Kürdistanlılar içinde yemin edilen kutsal değerler için “Bi Xwîna Şehîda” sözü de eklenmiştir. Heval, sevgi, saygı, samimiyet ve güven anlatan kavramlardan biri olmuştur.
Yurtsever bir Kürdistanlı, konuşurken kullandığı dilden olay ve olgulara bakışına, aile yaşamından siyasi örgütsel yaşamına kadar yurtseverleşmemiş birey ile yurtsever Kürdistanlı kişiyi ayırmak çok kolay olmaktadır. Örneğin yurtsever bir Kürdistanlının düşüncesinde, dilinde Kürdistan, dört parçaya ayrılmış bir ülkenin ismidir. Ancak yurtseverleşmemiş, temsilciliğini Kürt egemenlerin yaptığı çizgideki birinin düşüncesinde ve dilinde Kürdistan sadece yaşadığı parçadır. Yurtsever Kürdistanlı özgürlüğü, eşitliği ve adaleti sadece Kürdistanlılar için değil tüm halklar için ister. Kendisine yapılan haksızlıkların hiç kimseye yapılmamasını ister. Yurtsever ahlak ve politik bilinç sahibi Kürdistanlı, kendisi için istediğini en fazla yaşadığı parçadaki halklar için ister.
Yurtseverleşmiş Kürdistanlılarda kadın ve gençler politikanın öncü güçleridir. Ahlaki ölçüleri belirlemede ve yaşatmada da en öndedir. Böyle bir ahlak ve politika da yurtseverleşmemiş Kürdistanlı bireylerde bulunmaz. Bulunsa da etkili olacak düzeyde olmaz. Kendine güvenen, kendini eğiten, sürekli gelişme kaydeden, mütevazı olan, kadın erkek arasındaki çelişki ve ayrımı özgürlüğü sağlayacak temelde çözmek gibi daha birçok ahlaki ölçü, politik bilinç, “PKK gerçekliği” dediğimizde halk içinde yaşanan erdemler olmuştur.
“PKK gerçekliği” ile anlatılmak istenen ahlak ve politika, kadro ve sempatizanına en zor koşullarda mücadele etme ilkesi demektir. Bu ilkenin toplumsallaşması, halkın mücadele ederken karşılaştığı zorluklarda geri adım atmama ölçüsü kazandırmıştır. Ödediği bedellerin karşılığında varlığını koruma ve geliştirme, özgürlüğünü kazanma olarak kendisine geri döneceğini bilmektedir. Bu husus halkın manevi dünyasının büyüdüğü, ahlak ölçülerinin geliştiği anlamına gelmektedir. Zaten bir halkın özgürlüğüm için her bedeli göze alıyorum kararlığına sahip olması demek yenilmez noktaya geldiğini gösterir. Bunca haksızlıklara, baskı ve şiddete, her türlü hukuk dışı saldırılara rağmen direnişini sürdürüyor olması, Kürdistan halkının “PKK gerçekliği” sayesinde kazandıklarının büyük olduğunu göstermektedir.
Kürt halkı, ahlak ve politikasızlığın yaşamında nelere yol açtığını yaşamış ve görmüş bir halktır. Son elli yılık mücadelesiyle de PKK ahlakı ve politikasıyla neler kazandığını da yaşayarak görmektedir. Bu durum Kürtlerin özgürlük için kendilerini daha somut sorgulamaya da imkan vermektedir. Dolayısıyla Kürtler için doksanlı yılların başlarına kadar olan olumsuzlukların tümü bugün büyük avantaja dönüşmüştür. İçinde bulunduğu zor şartlara rağmen, imkansızlıkları avantaja dönüştüren şey, “PKK gerçekliği”indeki politik bilinçtir. Kürtler PKK ile nasıl kazanacaklarını iyi öğrenmiştir. Düşman olanın sadece sömürgecilerin ordusu ve siyaseti olmadığını bilince çıkaran Kürtler, toplumsal gerçekliklerinden, kıt da olsa kaynaklarından mücadele için gerekli enerjiyi üretmeyi becerecek düzeye gelerek, yenilmez bir halk olmuştur. Bunu sağlayan akla ve bilince, yurtsever Kürt ahlakı ve politikası tespitini yapmak yerinde olacaktır.