Kürt halkı PKK öncülüğünde yarım asra varan mücadelesiyle özgürlüğünü sağlama dönemine girmiştir. Bu süreç aynı zamanda mücadelenin yoğunlaştığı, düşman saldırılarının arttığı bir dönem olmaktadır. Çünkü özgürlüğe yakınlaşıldığı süreçlerde egemen güçlerle olan mücadele de keskinleşmektedir. Bu evrensel bir ilkedir ve bütün devrimler bu aşamadan geçmektedir. Devrimler nihayetinde var olan sistemin aşılmasını hedeflemektedir. Bu da statükonun değişmesi anlamına gelmektedir. Değişimin yakınlaştığı anlar ise her zaman zorlu ve kritik süreçler yaşanmaktadır. Kurdistan devrimi açısından da böyle bir süreçten bahsetmek doğru olacaktır. Kürt halkı 50 yıllık varlık ve özgürlük mücadelesiyle sömürgeci düzenin temellerini sarsmış ve düşmanı yıkımın eşiğine getirmiştir. Düşman ise saldırılarını daha da arttırarak yıkımını önlemeye çalışmaktadır. Bu, mücadeleyi keskinleştirmektedir. Görüldüğü gibi içerisinde bulunduğumuz 2023 yılı böyle geçmektedir. Düşman saldırıları gittikçe daha da artmakta, mücadele yoğunlaşmakta ve keskinleşmektedir. Kurdistan’da sömürgeci düzen yıkılana, Kürt soykırımına dayalı zihniyet kırılana kadar süreç bu tarzda devam edecektir. Bu süreci sonlandıracak ve yeni bir süreci başlatacak tek faktör mücadelenin daha da yükseltilmesidir. Mücadele dışında soykırımı engellemenin, düşmanın imha konseptini kırmanın ve sonuç almanın başka da yolu yoktur. Dolayısıyla daha fazla mücadele, Kurdistan halkı açısından bir zorunluluktur. Ekmek ve su gibi hayatidir.
Kurdistan’daki sömürgecilik ve Kürt halkı üzerinde kurulan egemenlik başka bir ülkede yoktur
Kurdistan’da normal bir yaşam olmadığı gibi normal bir mücadele süreci de yoktur. Belki başka yerlerde farklı yöntemlerle de sonuç almak mümkün olabilir, fakat Kurdistan’da durum farklıdır. Başka yerde olan bir şey Kurdistan’da olmuyor, Kurdistan şartlarında sonuç vermiyor. Çünkü Kurdistan’daki sömürgecilik farklıdır. Kurdistan’daki sömürgecilik ve Kürt halkı üzerinde kurulan egemenlik başka bir yerde yoktur. Denilebilir ki Kurdistan’da çok özel bir sömürgecilik sistemi uygulanmaktadır. Tarihte bunun benzerleri çok azdır. Yahudi toplumu uygarlık tarihi boyunca soykırım ve katliamlara maruz kalmış ve yok olma tehlikesi yaşamıştır. Yahudi toplumu yakın tarihe kadar böyle bir tehlike altındaydı. Günümüzde Filistin halkı sömürgeciliğe karşı kurtuluş ve özgürlük mücadelesi vermektedir. Kürt halkı gibi Filistin halkına karşı da soykırım politikaları uygulanıyor. Böyle tarihte ve günümüzde benzer örnekler vardır. Fakat bunların hiçbiri Kürt halkının yaşadığı sömürgecilikle aynı değildir. Bunlar ağırlıklı olarak fiziki olarak yok edilme, fiziki katliama maruz kalma veya ait oldukları yurtlarından çıkarılma, yurtlarına el koyma vb bir süreç yaşamışlardır. Kürt halkına karşı da nihayetinde yok olma dayatılmaktadır; fakat Kürt halkına dayatılan yok olma, kendisi olmaktan çıkma biçimindedir. Başka yerde olmayan tam da budur. Kurdistan’da öyle bir egemenlik sistemi kurulmuş ki, Kürtler bu egemenliği kabul etmediğinde kurulu sistem bütün özü ve yapısıyla çözülüp dağılmaktadır. Yani Kurdistan üzerindeki egemenlik olmadığında, bu egemenlik kendini sürdürememektedir. Bu egemenlik ve bu egemenliğe dayalı devlet, iktidar ve sömürü çarkı ancak Kürt halkının bunu kabul etmesi, yani kendisi olmaktan çıkmasıyla mümkün olabilmektedir. Bunun olması için Kürt halkı üzerinde mutlak bir yok olma yasası yürütülmektedir. İşte Kurdistan ve Kürt halkına dayatılan gerçeklik budur. Bundan dolayı Kürtler açısından mücadele hayatidir, var olmanın kendisidir. Mutlak yok olma dayatmasına karşı ancak mücadeleyle durulabilmekte ve var olunabilmektedir. Kurdistan ve Kürtler söz konusu olduğunda bunu ilk ve temel ilke olarak bilmek gerekir. Bunu bilmeden veya dikkate almadan yapılacak hiçbir değerlendirme, ortaya konulacak hiçbir yaklaşım doğru olmayacağı gibi doğrudan düşmanın tasfiye ve soykırım konseptine hizmet etmektedir.
PKK’nin ortaya çıkması ve özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle birlikte Kurdistan’da iki çizgi belirip netleşmiştir. Bunlar devletin soykırım konsepti ile buna karşı verilen mücadeledir. Kurdistan’da bu iki çizginin birbiriyle mücadelesi vardır. Bunun dışında Kurdistan’da geliştirilecek başka bir çizgi, başka bir ifade tarzı yoktur. Bunun yetkince anlaşılması ve kavranması önemlidir. Yanlış yapmamanın, yanlışa karşı durmanın ve gelişme yaratmanın yolu buradan geçmektedir. Bunu bildikten ve buna göre bir duruş içinde olunduktan sonra doğru yerde durulabilir, gelişmelerin mahiyeti anlaşılabilir ve doğru bir yaklaşım sahibi olunabilir. Bu olmadan yapılacak hiçbir değerlendirme ve ortaya konulacak hiçbir yaklaşım doğru olamaz. Doğru olamayacağı gibi düşmana hizmet etmekten de kurtulamaz. Zaten böyle bir durumun ortaya çıkması için düşmanın yoğun bir faaliyeti vardır. Düşman iki yöntemle bunu yapmaktadır. Bunlardan biri işbirlikçi ihanetçi kesimleri öne çıkarıp toplum içerisinde etkili kılmaktır. İkincisi ise özel savaş merkezinin algı operasyonlarıyla toplumun zihnini bulandırmaktır. Günümüzde sistemin iletişim tekniği üzerindeki kontrolü ve yönlendirme gücü olduğundan, bununla toplumu yönetip, yönlendirmek gittikçe daha fazla gelişmektedir. Kapitalist modernite sisteminin ortaya çıkardığı bu durumdan en çok yararlanmaya çalışan güçlerden biri de hiç şüphesiz Kürt soykırımı zihniyetine sahip ve Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi amaçlayan Türk devleti olmaktadır. AKP-MHP iktidarının büyük bir özel savaş sistemini ve bu sistemi işleten medya trolleri, takip ve dinleme şebekesi, ajan, uyuşturucu ve fuhuş çetelerinden oluşan büyük bir özel savaş ordusu kurmasının nedeni budur. Tabii AKP-MHP iktidarı bu iki yöntemi iç içe kullanmaktadır. Bir taraftan özel savaş faaliyetleriyle toplumla oynayarak, toplumun zihni bulandırılmaya ve öbür taraftan işbirlikçi ihanetçi kesimleri öne çıkararak onları toplum üzerinde etkili kılmaya ve böylece sonuç almaya çalışmaktadır. Bununla Türk devleti Kürt halkının mücadele çizgisi etrafındaki birliğini dağıtmayı ve böylece mücadele çizgisini zayıflatarak Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Seçim sürecinde ve özellikle de seçimden sonraki süreçte bu yöntemlerin nasıl kullanıldığı, özellikle demokratik siyaset alanı üzerinde etkili olmaya çalıştığı açıkça görülmüştür. Bu durum önümüzdeki süreçte Türk devletinin ve AKP-MHP iktidarının buna daha fazla ağırlık vereceğini ve bundan sonuç almaya çalışacağını göstermektedir.
Türk devleti Kurdistan’ın tüm parçalarında işbirlikçi ihanetçi çizgiyi geliştirmektedir
Tabii Türkiye’de her şey Kürt soykırımına göre planlanıp geliştiriliyor. En başta bunun bilinmesi gerekmektedir. Kürt işbirlikçiliği ve buna dayalı gelişen ihanet çizgisi Kürt soykırımının bir parçası olmaktadır ve her yerde bunu geliştirip yürüten soykırımcı sömürgeci Türk devletidir. Türk devleti sadece Bakurê Kurdistan’da değil, Kurdistan’ın tüm parçalarında işbirlikçi-ihanetçi çizgiyi geliştirmekte ve Kürt soykırımı politikalarında kullanmaktadır. Bunu KDP’yle kurduğu ilişkilerle yapmaktadır. Çünkü Kurdistan’da bu çizgiyi temsil eden KDP’dir. KDP’yi sadece Başûrê Kurdistan’ın bir örgütü olarak görmek yanlış ve yanıltıcıdır. KDP Kürt soykırımının bir parçasıdır ve bir çizgiyi ifade etmektedir. KDP içerisinde yuvalanan kişi, aile ve çevreler Kürt soykırımından istifade ederek iktidar, servet ve maddi güç devşirmektedirler. Bu devşirme Kürt soykırımı karşılığında olmaktadır. Açıkça görüldüğü gibi Kurdistan’da devletin topluma yönelik tüm politikalarında KDP ilişkisi vardır. KDP ilişkisi ve bu ilişkinin sağladığı işbirlikçilik ve ihanet olmadan düşmanın Kurdistan’da herhangi bir etkinlik göstermesi, politikalarını işler kılması mümkün değildir. Bakur’da, Rojhilat’ta, Rojava’da, Şengal’de böyledir. Zaten Başûrê Kurdistan’ın bizzat işgal edilmesinde KDP Türk devletinin yanında yer almakta ve gerillaya karşı savaşmaktadır. Dolayısıyla KDP Kürt soykırımının bir parçasıdır. Kurdistan özgürlük mücadelesinin zayıflatılması, Kürt halkının ulusal demokratik birliğinin önüne geçilmesi ve Kurdistan’da Kürt soykırımı politikalarının sürmesi amacıyla soykırımcı sömürgeci sistem tarafından geliştirilen bir yapıdır.
Türk devletinin dış politikası da Kürt soykırımına dayalı olarak gelişmektedir. Bu herhangi bir süreçte olan ve bazı iktidarların sürdürdüğü bir politika olmayıp sürekli ve değişmez stratejidir. Çünkü Türk devletinin temelleri Kürt soykırımına dayanmaktadır. Zihniyeti ve politikası bütünüyle buna göre oluşmuştur. Lozan Antlaşması’yla bu politika oluşturulmuş ve devreye konulmuştur. Şimdi bu yıl Kürt soykırımının resmi başlangıcı olan Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümü yaşandı. Kurdistan’ı bölüp parçalayan ve Kürt soykırımını ön gören bu antlaşmanın üzerinden yüzyıl geçti. Türk devleti Kürt halkına yönelik bütün katliam, asimilasyon ve soykırım politikalarını bu antlaşmaya dayandırarak geliştirmiştir. Bunu yaparken de daima dış güçlerden destek almıştır. Çünkü Lozan Antlaşması’yla sadece Türk devletinin kuruluşu gerçekleşmemiştir. Lozan Antlaşması aynı zamanda Türk devletiyle egemen güçlerin Kürt soykırımı temelinde yaptıkları bir mutabakattır. Bu uzlaşmanın temel şartlarından biri Türk devletinin Kürt soykırımı politikalarına dış güçlerin karşı çıkmaması, bilakis buna destek vermesidir. İkinci şartı temel şartı ise Türk devletinin kapitalist modernite güçlerinin Ortadoğu’daki politikalarına hizmet etmesi, buna payanda olmasıdır. Dolayısıyla Lozan Antlaşması’yla iki strateji kotarılmıştır. Bunlar Kurdistan’da Kürt soykırımının gerçekleştirilmesi ve Ortadoğu’da kapitalist modernite sisteminin çıkarlarının geliştirilmesidir. Bu iki temel gerçeklik birçok şeyi anlatmaktadır. Aslında bu durum Türkiye, Kurdistan ve Ortadoğu’da her şeyin temeli olan iki gerçeği anlaşılır kılmakta, kaynağını ortaya koymaktadır. Birinci gerçeklik, Kürt sorununun demokratik çözümü geliştirilmeden Türkiye’de demokratikleşme yönünde gelişme sağlanamaz. Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlanmadan da Ortadoğu’da demokratikleşme ve sorunların çözümü sağlanamaz. Bunların olması Kürt soykırımına dayalı zihniyetin kırılıp aşılmasına bağlıdır. İkinci gerçeklik, Kürt sorunu, kapitalist modernite sistemi içerisinde ve ulus-devletçiliğe dayalı olarak çözülemez. Çünkü, Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve Kürt soykırımı kapitalist modernite sisteminin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bu, Türk devletiyle kapitalist modernite güçleri arasında Lozan Antlaşması’yla varılan bir mutabakattır.
Önder Apo’nun devlet dışı sosyalizm anlayışı insanlığın sorunlara çözüm getiren en etkili paradigmadır
Öte yandan bu durum aynı zamanda Kurdistan devriminin yol açacağı sonuçların düzeyini veya niteliğini de ortaya koymaktadır. Önder Apo Kurdistan’daki devrimin Fransız ve Rus devrimlerinden daha büyük sonuçlar doğuracağını belirtmiştir. Kurdistan devriminin sahip olduğu temel iki özellik onun böyle bir niteliğe sahip olmasını sağlamaktadır. Bunlar Kürt sorununun çözümüyle birlikte Ortadoğu’da yol açacağı değişim ve devrimin sahip olduğu düşünce gücü, yani paradigmadır. Ortadoğu’daki statüko Kürt sorunun çözümsüzlüğü ve Kürt soykırımı üzerinde kurulmuştur. Hegemonik güçlerin ve Kapitalist modernitenin çıkarları temelinde kurulan Ortadoğu’daki statükonun yıkılması kapitalist modernite sisteminin aşılmasında en önemli adım anlamına gelmektedir. Çünkü Ortadoğu coğrafyası tarihten günümüze kadar dünya sistemi açısından önemli bir merkezdir. Ortadoğu bu özelliğini kapitalist modernite sürecinde de sürdürmektedir. Ortadoğu’da böyle bir değişimi yaratacak ve kapitalist modernite sisteminin aşılması ve alternatif sistemin ortaya çıkmasını sağlayacak en temel dinamik şüphesiz PKK’nin öncülük ettiği Kurdistan devrimidir. Tabii Kurdistan devriminin etkisini arttıran temel faktör sahip olduğu düşünce gücüdür. Bu düşünce daha önceki bilimsel ve felsefi yaklaşımları aşan, onlardan daha ileri bir niteliğe sahiptir. Önder Apo’nun ekoloji ve kadın özgürlüğüne dayalı devlet dışı sosyalizm anlayışı günümüzde insanlığın yüz yüze olduğu sorunlara çözüm getiren en gelişkin ve ileri paradigmadır. Bu paradigmayla Önder Apo kapitalist moderniteye karşı alternatif olabilecek bir moderniteyi, demokratik modernite sistemini geliştirmiştir. Kurdistan devrimini güçlendiren esas faktör işte bu düşünce gücüdür. Rojava Devrimi’nin Ortadoğu’da yol açtığı gelişmeler ve dünyada yarattığı etki, Kurdistan devriminin niteliğini ve nasıl sonuçlar yaratacağını ortaya koymuştur. Şüphesiz bu durumdan kaynaklı olarak kapitalist modernite güçleri Kurdistan devriminin gelişmesini istememektedir. Çünkü Kurdistan devriminin gelişmesi beraberinde kapitalist modernite sisteminin aşılmasını, ahlaki politik toplum esaslarına dayalı demokratik, özgür ve komünal bir yaşamın oluşmasını getirmektedir. Bu da kapitalist modernitenin çıkarlarına ters olmaktadır ve sistem güçleri bu gelişmenin ortaya çıkmasını engellemeye çalışmaktadırlar. Kurdistan, Ortadoğu ve dünyadaki gelişmeler ele alınırken bu temel gerçeklik bilinerek ve baz alınarak değerlendirmeler yapılmalıdır. Ortadoğu merkezine dayalı olarak dünyada kapitalist modernite ile demokratik modernite arasında bir mücadele vardır. Bu mücadele, eskinin deyimiyle, temel mücadeledir. Gelişmeleri belirleyen esas faktör budur.
PKK’nin çıkışı Lozan Antlaşması’nın temellerini sarsmıştır
PKK, Lozan Antlaşması’nın Ortadoğu dizaynına karşı bir çıkış olarak gelişmiştir. Bu çıkış Lozan Antlaşmasına ve onun yarattığı düzene vurulan bir darbedir. Lozan Antlaşması’nın temellerini sarsan esas faktör PKK’nin çıkışı ve Kurdistan özgürlük devriminin başlamasıdır. Kurdistan’da diriliş devriminin gerçekleşmesiyle birlikte Ortadoğu’daki düzenin eskisi gibi sürdürülmesinin koşulları kalmamıştır. Çünkü kapitalist modernite sisteminin çıkarlarına göre oluşturulan Ortadoğu’daki düzen Kürt soykırımına dayandırılmıştı. Fakat PKK’nin çıkışı ve diriliş devriminin gerçekleşmesi bu zemini bozdu ve düzenin krize girmesine yol açtı. Sovyetler Birliği dağılıp soğuk savaş da sona erince Kapitalist modernite güçleri açısından Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi en temel gündem haline geldi. Bunun için ABD öncülüğünde Ortadoğu’ya yönelik müdahale süreci başlatıldı. ABD’nin müdahalesiyle Ortadoğu’nun küresel sermaye sistemine uyumlu olacak biçimde yeniden dizayn edilmesi amaçlandı. Bu amaç doğrultusunda bazı rejimlere doğrudan müdahale edilerek Ortadoğu’daki ulus-devletlerin küresel sermaye sistemine uyumlu olacak şekilde dönüştürülmeleri gündeme alındı. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilme sürecinin en önemli boyutu ise PKK’nin tasfiye edilmesi ve Kurdistan’da başlayan özgürlük devriminin durdurulması olmuştur. Zaten 15 Ağustos Hamlesi’nin başlamasından sonra NATO doğrudan devreye girmiş ve PKK’yle olan savaşı NATO yönetip sürdürmüştür. Önder Apo’ya yönelik gerçekleştirilen uluslararası komplo da bunun bir parçası olarak geliştirilmiştir. PKK’ye yönelik yapılan müdahalelerle sonuç alınamadığı, gerillanın ve Kurdistan devriminin gelişimi durdurulamayacağı anlaşılınca uluslararası komplo devreye konulmuştur. Fakat Önder Apo uluslararası komployu tüm boyutlarıyla bilince çıkararak boşa çıkarmış ve geliştirdiği yeni paradigmayla Ortadoğu krizinden halklar lehine çıkışı sağlayacak çözüm modelini geliştirmiştir.
Önder Apo komployu boşa çıkarıp özgürlük devrimini yeni temeller üzerinde daha da derinleştirecek düşünsel ve örgütsel sistemi geliştirince, kapitalist modernite güçleri, AKP denen oluşumu geliştirmiş ve AKP iktidara getirilmiştir. AKP iktidara getirilerek 12 Eylül askeri darbesiyle başlayan Türkiye’nin küresel sermaye sistemine göre yeniden dönüşümünün tamamlanması ve komplonun sonuca ulaştırılması amaçlanmıştır. Kapitalist modernite sistemi açısından Ortadoğu’nun dizaynında Türkiye’nin yeri ve rolü önemlidir. Bundan dolayı Türkiye’nin sistemle uyumlu olacak şekilde dönüştürülmesi öncelikli bir mesele olmuştur. Türk devleti ise bütünüyle Kürt düşmanı bir karaktere sahip olduğundan, Kürt soykırımının sürdürülmesi ve derinleştirilmesi temelinde uluslararası komplo planlanmış ve gerçekleştirilmiştir. İşte AKP uluslararası komployla belirlenen bu hedeflerin gerçekleşmesi, yani Kürt soykırımının sürdürülmesi temelinde Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi amacıyla kurulmuş ve iktidara getirilmiştir. Yani AKP, içeride ve dışarıda olmak üzere bir proje olarak iki boyutlu olarak geliştirilmişti. İçte Türkiye’nin küresel sermaye sistemine göre entegrasyonu, dışta ise Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi ön görülüyordu. Bundan dolayı AKP’ye sistem tarafından stratejik bir önem atfediliyordu. Tabii ki bu projenin her iki ayağı da Kürt soykırımının sürdürülmesi ve derinleştirilmesine dayanıyordu. Ne var ki, Önder Apo, uluslararası komployu boşa çıkardığı gibi, AKP gerçeğini de tüm boyutlarıyla ortaya koyarak AKP projesinin hem içeride hem dışarıda başarısız olmasını sağlamıştır. Bu da içeride Kürt halkıyla Türkiye devrimci demokratik hareketinin stratejik ittifakının kurulması, dışarıda ise Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesiyle olmuştur. Önder Apo’nun geliştirdiği paradigma ve demokratik ulus çözümü temelinde ortaya çıkan bu iki gelişme, Türkiye ve Ortadoğu’da üçüncü siyasi çizginin etkili hale gelmesini sağlayarak, kapitalist modernitenin AKP projesiyle ulaşmak istediği hedefleri boşa çıkarmıştır.
AKP projesinin başarısız kılınmasından sonra sisteminin içeride ve dışarıda yaşadığı bunalım bilinmektedir. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidardan düşmüş, demokratik ittifak güçleri Kurdistan ve Türkiye halklarının güçlü desteğiyle fiili yönetim durumuna gelmişlerdir. ABD ise Rojava devrim güçleriyle ilişkilenmek durumunda kalmıştır. Şüphesiz ABD, kapitalist modernitenin çıkarlarını korumanın refleksiyle hareket etmiştir. Ancak kapitalist modernitenin hegemonik gücü olan ABD’nin bu ilişkiye çekilmesi, devrimci demokratik güçler açısından bir başarıdır. Çünkü Rojava devrim güçleri stratejik hedeflere ulaşmada ABD’yle geliştirilen taktik ilişkiden fayda sağlamıştır. Bu açıdan başarılı ve doğru bir politika yürütmüşlerdir.
AKP-MHP ittifakı Kürt soykırımının tamamlanması temelinde kurulmuştur
Tüm bu gelişmelere rağmen Türkiye’de zihniyet dönüşümü gerçekleşmediğinden Kürt düşmanlığına dayalı darbe mekanizması devreye girmiş ve AKP-MHP ittifakı kurularak Kürt soykırımı oluşturulan yeni konsept temelinde sürdürülmesi ortaya çıkmıştır. AKP-MHP ittifakı tümüyle Kürt düşmanlığı ve Kürt soykırımının tamamlanması temelinde kurulmuştur. Bu bakımdan faşist ve soykırımcı bir yapıdır. Esas aldığı zihniyet ve gelenek bakımından İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle aynıdır. Zaten bu yapının zihniyetini ören ve politik çizgisini belirleyen MHP’dir ve MHP İttihatçı gelenekten gelmektedir. İttihat Terakki Cemiyetinin zihniyeti ve politikası bilinmektedir. Bütünüyle faşist, şoven ve soykırımcıdır. Bu zihniyet ve gelenek olduğu gibi AKP-MHP’ye zuhur etmiştir. Tabii Türkiye’de 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra darbe mekanizmasının devreye girmesinde ve faşist AKP-MHP ittifakının kurulmasında devrimci demokratik güçlerin zamanında ve doğru taktik hamleler yapamamasının payı da vardır. Eğer hazırlıklı olunsaydı ve doğru taktik adımlar atılsaydı böyle bir sürecin gelişmesi önlenebilirdi. Toplum harekete geçirilerek bunun önü alınabilir, halkın demokratik yönetimi ve sistemi geliştirilebilirdi. Çünkü AKP iktidardan düşünce demokratik ittifak güçleri Türkiye’de fiili yönetim durumuna gelmişlerdi. Fakat bunun yoğunlaşması, hazırlıkları ve pratiği geliştirilemeyince, faşizm, içeride inisiyatifi ele geçirerek kendini tahkim etmiş ve ‘Çöktürme Eylem Planı’ olarak geliştirilen tasfiye ve soykırım konseptini devreye koymuştur. Bu çerçevede faşist AKP-MHP iktidarı 24 Temmuz 2015 tarihinde Medya Savunma Alanları’na yönelik başlattığı saldırıyla yeni bir süreci başlatmıştır.
Faşist AKP-MHP ittifakı özünde AKP projesiyle gerçekleşemeyen derin güçlerin ortak hedeflere varması amacıyla kurulmuştur.
AKP-MHP iktidarın yürüttüğü politikalara bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. Bunun en açık göstergesi de İmralı’da Önder Apo üzerinde kurulan tecrittir. İmralı tecridiyle AKP-MHP iktidarının politikaları ve amaçları arasında çok yakın bir ilişki vardır. AKP projesini içeride ve dışarıda boşa çıkararak Kurdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da halklar lehine gelişmeler yaratan ve devrimci demokratik güçleri inisiyatifli kılan Önder Apo olmuştur. AKP-MHP’nin Önder Apo üzerinde mutlak tecrit sistemini geliştirmesi ve dış dünyayla tüm bağlarını koparması, onun gerçekte neye hizmet ettiğini ve neyi amaçladığını ortaya koymaktadır. AKP-MHP iktidarı, Önder Apo üzerinde mutlak tecrit sistemini kurarak Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde Türkiye’nin demokratik dönüşüm yaşamasının önünü almayı, böylece Türkiye’de demokratik sürecin gelişmesi önlenerek kapitalist modernite sistemiyle olan ilişkiyi sürdürmeyi amaçlamıştır. İçeride böyle bir konsept uygulanarak esasında Ortadoğu’nun yeninden dizayn sürecinin Kürt soykırımı temelinde olması ve böylece de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Ortadoğu’da da demokratik bir sürecin gelişmesinin önünün alınması amaçlanmaktadır. AKP-MHP iktidarının dışarıya yönelik yürüttüğü politika bunu sağlama yönündedir. Bu politika Rojava’nın işgal edilerek Rojava Devrimi’nin tasfiye edilmesi ve buradaki demografyanın değiştirilerek Kürt varlığının ortadan kaldırılması temelinde olmaktadır. Rojava’ya yönelik işgal ve saldırılar bu konseptin gerçekleştirilmesi olarak gelişmektedir. Şengal’e yönelik saldırılar da bu çerçevede olmaktadır. Şengal’de gelişen öz yönetim direnişi Rojava Devri’miyle başlayan demokratik Ortadoğu devriminin bir parçasıdır. Bu bakımdan Şengal’de öz yönetimin bastırılması ve Şengal’de tekrardan işbirlikçi ihanetçi çizginin hakim kılınması soykırımcı sömürgeci Türk devletinin yürüttüğü konseptin bir parçasıdır.
AKP projesinin başarısızlığa uğratıldıktan sonra Türkiye’de faşist AKP-MHP ittifakının kurulması ve iktidara getirilmesiyle Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi arasında yakın bir ilişki vardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu Kürt soykırımına dayalı olarak dizayn edilmişti. Kürt soykırımı üzerinden hem Türkiye hem de Ortadoğu’nun kapitalist sömürü sistemine eklemlenmesi ve demokratik gelişimden yoksun bırakılması sağlanmaktaydı. Fakat PKK’nin ortaya çıkmasıyla birlikte Kurdistan’da diriliş devriminin gerçekleşmesi ve akabinde demokratik ittifak hareketinin ve üçüncü siyasi çizginin Türkiye’de etkili bir demokratik güç haline gelmesi ve bunların yanı sıra Rojava Devrimi’nin gelişmesi, Ortadoğu’da halklar lehine bir demokratik bir dengenin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu dengenin sağlanmasında DAİŞ faşizmine karşı elde edilen başarı önemli olmuştur. Zaten Rojava Devrimi DAİŞ’e karşı verilen mücadele ve elde edilen zafer temelinde kökleşip kalıcılaşmıştır. Tam da böyle bir süreçte AKP-MHP faşizminin ortaya çıkması ve Kürt soykırımı temelinde yeni bir konseptin devreye konulması son derece manidardır. Şüphesiz Türk devletinin esas amacı Kürt soykırımını gerçekleştirilmesidir. Faşist AKP-MHP ittifakı da bunun için oluşturuldu ve iktidara getirildi. Fakat Türk devleti Ortadoğu’da kurulacak düzenin temel halkası yapılmadan Kürt soykırımı politikalarını yürütemeyeceğini çok iyi bildiğinden dış politikasını bunun olması temelinde belirlemiştir. Bu süreçten sonra faşist şef Tayyip Erdoğan’ın sık sık ABD’ye seslenerek Kürtlerle değil kendisiyle çalışmasını, DAİŞ’e karşı mücadele de dahil her türlü işi yapmaya hazır olduğunu belirtmesi tam olarak bu amaçladır. Bu konuşmalar AKP-MHP iktidarının misyonu, hedefi ve işlevini açıkça ortaya koymaktadır. Halbuki DAİŞ’i destekleyen ve başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu halkları üzerine salan soykırımcı sömürgeci Türk devleti ve faşist Tayyip Erdoğan iktidarıdır. Bu hakikati tüm dünya bilmektedir. Zaten AKP-MHP iittifakı DAİŞ yenilgiye uğradıktan sonra oluşturulup iktidara getirilmiş ve DAİŞ’le gerçekleştirilemeyen hedeflere ulaşılması amaçlanmıştır. Dolayısıyla yansıtıldığı gibi AKP-MHP iktidarının ABD, NATO veya kapitalist modernite güçleriyle herhangi bir karşıtlığı kesinlikle yoktur. Aralarında asla böyle bir çelişki olmadığı gibi, AKP-MHP iktidarını ayakta tutan ve Kürt soykırım politikalarına destek veren ABD, NATO ve kapitalist modernite güçleri olmaktadır.
Kapitalist modernite güçleri Türk devletinin Kürt soykırımı politikalarına destek vermektedirler
AKP-MHP iktidarının biricik derdi ve amacı Ortadoğu’nun yeniden dizaynında Kürt soykırımının temel halka yapılmasıdır. Bilindiği gibi 20. yüzyılda Ortadoğu’da kurulan düzen Lozan Antlaşması’yla Kürt soykırımına dayandırıldı. Şimdi Türk devleti 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda da Kürt soykırımını kurulacak Ortadoğu düzeninin temeli haline getirmek istemektedir. AKP-MHP iktidarının üstlendiği temel misyon budur. Türkiye’nin dış politikası da buna göre oluşturulmuştur. Başta ABD ve NATO olmak üzere Rusya ve İran da dahil olmak üzere kapitalist modernite güçleri Türk devletinin Kürt soykırımı politikaları karşısında onaylayıcı ve destekleyici bir tutum içerisinde olmuşlardır. Seçimden sonra AKP-MHP tekrar iktidar yapılınca dış güçlerden daha fazla destek alma arayışına girdiği görülmüştür. Çünkü dış güçlerin desteği olmazsa, Türk devleti Kürt soykırımı politikalarını yürütemez. Bugüne kadar AKP-MHP iktidarı dış güçlerden aldığı destekle hem kendini ayakta tutmuş hem de tasfiye ve soykırım konseptini yürütebilmiştir. Şimdi daha fazla destek arayışına girmesi Kürt soykırımını tamamlamak istemesinden kaynaklanıyor.
Türk devleti dışarıda nasıl bir politika izleyeceğini daha Lozan görüşmelerinde anlaşılmıştır. Lozan Antlaşması’nın Kürt soykırımı temelinde yapılması, Türk devletinin dış politikasının nasıl olacağını da ortaya koymuştur. Nitekim kapitalist modernite güçleri Lozan’da varılan mutabakat çerçevesinde Kürt soykırımı politikaları konusunda Türk devletine destek vermişlerdir. Bu destek kesintisiz bir biçimde sürmüştür. Türk devleti Kürt soykırım politikalarına destek almak için NATO’ya üye olmuştur. PKK’ye karşı yürüttüğü savaşı ABD ve NATO’dan aldığı destekle yürütmüştür. Uluslararası komplo da NATO güçleri tarafından Türkiye’ye verilen bir destek olarak geçekleştirilmiştir. Özelikle ABD ve İsrail uluslararası komployu gerçekleştiren güçler olmuşlardır. Şimdi de AKP-MHP iktidarı dış güçlerden aldığı askeri, siyasi ve ekonomik desteklerle tasfiye ve soykırım konseptini yürütmekte, bu konsept temelinde İmralı’da Önder Apo üzerinde mutlak tecrit sistemini geliştirmekte, Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de halka ve demokratik siyasete yönelmekte, Rojava’ya yönelik işgal saldırıları yapmakta, demografyayı değiştirmekte, her gün katliamlar gerçekleştirmekte, Başûrê Kurdistan’ı işgal etmekte, Şengal, Mexmûr ve Kürtlerin olduğu her yere saldırılar düzenlemektedir.
Türk devleti bütünüyle tekniğe dayalı olarak gerillaya karşı savaş yürütmektedir
Gerillaya yönelik saldırılar da ABD ve NATO’dan alınan destek sayesinde olmaktadır. Türk devletinin bütünüyle tekniğe dayalı olarak gerillaya karşı bir savaş yürüttüğü bilinmektedir. Türk ordusunun kullandığı teknik, silah, mühimmat, hatta istihbaratın ABD ve NATO tarafından verildiği de bilinmektedir. Tüm bu desteklere rağmen Türk ordusu gerilla karşısında başarısız kalınca, NATO Türk devletine taktik nükleer bombalar vermiş ve gerillaya karşı nükleer silahların kullanılmasına göz yummuştur. Nükleer silahların kullanılması yasaktır ve insanlık suçu kapsamına girmektedir. ABD, Avrupa ve NATO güçleri Türk devletine bu silahları vererek ve kullanılmasına göz yumarak Kürt soykırımına ve işlenen insanlık suçuna ortak olmuşlardır. Bu güçler bu suçtan imtina edemezler, Kurdistan halkı bu gerçeği bilmektedir.
Öte yandan Türk devleti dengelerden fayda sağlamaya çalışan bir siyaset izlemektedir. Bunu jeopolitik konumuna dayanarak yapmakta ve hiç şüphesiz dengelerden sağladığı desteği Kürt soykırımı politikalarını yürütmek için kullanmaktadır. Esasında Türk devletini bölgede ve uluslararası alanda bir güç haline getiren özellik jeopolitik konuma sahip olmasından kaynaklanıyor. Türk devleti işte bu jeopolitik konumuna dayanarak sürekli olarak güç merkezleri arasındaki rekabetten faydalanma yoluna başvurmuştur. Türk devletinin bundan oldukça sonuç aldığı da belirtilebilir. Geçmişte ABD ve Sovyetler arasında oluşan rekabetten yararlanarak önemli bir destek devşirmişti. Zaten jeopolitik konumundan dolayı NATO tarafından önemsenmiş ve NATO’ya alınmıştır. Fakat soğuk savaş döneminde katı kutuplaşmalar olduğundan Türk devleti dengeler arasındaki rekabetten yeterince faydalanamamıştır. NATO’nun bir üyesi olarak kapitalist modernite bloğundan destek alarak Kürt soykırımını sürdürmüştür. Sosyalist cepheden ve diğer güçlerden sınırlı bir destek almıştır. Şüphesiz Türk devleti açısından esas olan Kürt soykırımı politikalarına destek sağlamaktır ve NATO’dan bu desteği fazlasıyla almıştır. Soğuk savaşın sona ermesi ve dünyada gittikçe çok merkezli bir sistemin oluşmasıyla birlikte Türk devleti güç merkezleri arasındaki çelişki ve rekabetten daha fazla yararlanma yoluna gitmiştir. ABD-Rusya, ABD-Çin, Atlantik-Pasifik, ABD-İran vb çelişkilerden yararlanmaya çalışmaktadır. Öte yandan Ortadoğu’da Arap-İsrail çelişkisinden de çokça yararlanmış ve bu çelişkiden önemli bir destek devşirmiştir. Neredeyse yüz yıldır Türk devleti Araplar ile İsrail arasındaki çelişkili durumu kullanarak her iki cepheden destek almaktadır. Özellikle İsrail’in desteğini sağlamıştır. Uluslararası komploda İsrail’in en aktif güç olarak yer alması bunun sonucu ve ispatıdır.
Günümüzde Türk devleti Ukrayna savaşının oluşturduğu konjonktürü fırsat bilip bundan önemli bir fayda sağlamıştır. Bu da dengelerden faydalanma siyaseti olmaktadır. Denebilir ki Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan en fazla yararlanan güç AKP-MHP olmuştur. AKP- MHP iktidarı savaşın her iki cephesinde yaşanan zorlanmadan yararlanarak her iki cepheden de destek almıştır. Bu durumu kullanarak ABD ve NATO’dan Kürt soykırımı politikalarına daha fazla destek alma politikası izlemiş ve bundan sonuç almıştır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini bu çerçevede değerlendirmiştir. Bunun yanında bir NATO üyesi olmasına ve aslında NATO politikaları doğrultusunda hareket etmesine rağmen Rusya’dan yararlanmış ve Rusya’nın desteğini sağlamıştır. Özellikle Suriye ve Rojava politikaları konusunda Rusya’dan destek almıştır. Çünkü Rusya, Ukrayna savaşından dolayı çok fazla zorlanmaktadır ve bu zorlanmayı aşmanın yollarından biri de Türkiye’yle kurduğu ilişkilerde görmektedir. AKP-MHP iktidarı bu durumdan fazlasıyla yararlanmıştır. Aslında Rusya-Ukrayna savaşı AKP-MHP iktidarına adeta can simidi olmuştur. Eğer böyle bir konjonktür oluşmasaydı fazlasıyla zorlanır ve Kürt soykırımı politikalarını daha fazla yürütemezdi. Çünkü sekiz yıllık kesintisiz mücadelemiz AKP-MHP faşizmini bitirme noktasına getirmişti. Fakat AKP-MHP iktidarı bu konjonktürden faydalanarak ömrünü uzatmıştır. Seçimde tekrardan iktidar yapılmasını da bu konjonktürün bir sonucu olarak görmek gerekir. AKP-MHP’nin devletin başına yeniden getirilmesi ABD ve NATO güçleriyle varılan anlaşma sonucu olmuştur.
Bundan sonraki süreçte AKP- MHP iktidarının gerek ABD ve NATO’ya daha fazla eklemlenerek gerekse de dengeler arasındaki çelişki ve rekabetten daha fazla yararlanmaya çalışarak Kürt soykırımı politikalarına daha fazla destek almaya çalışacağı açıktır. AKP-MHP iktidarı Kürt soykırımını sonuca ulaştırmayı temel amaç olarak önüne koymuştur ve dış güçlerden daha fazla destek almadan bırakalım soykırım politikalarını daha fazla derinleştirmesi, ayakta kalması bile mümkün değildir. Dolayısıyla dış güçlerin desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Yeni hükümet kabinesi de buna göre olmuştur. Yıpranmış, mizacı yeni dönem stratejisine uygun olmayan isimler kabineden çıkarılmış, yerlerine dış güçlerle daha iyi ilişki kuracak ve destek sağlayacak kişiler alınmıştır. Bu arada bazı Kürtler de kabineye alınmıştır. Bunlar işbirlikçi ihanetçi kişiliklerdir ve Kürtlükle hiçbir alakaları yoktur. Kurdistan halkı nezdinde hiçbir karşılıkları olmadığı gibi, kendini devlete satan ihanetçi şahsiyetler olarak bilinirler. Bırakalım bunların Kürtlükle alakalarının olmasını, bunlar Kürt soykırımının gerçekleşmesine hizmet etmektedirler. Fakat özel savaş konsepti gereği bunlar kabineye alınmışlardır. Bu da gösteriyor ki tam bir özel savaş hükümeti oluşturulmuştur.
AKP-MHP iktidarı muhalefeti kendisine hizmet eder hale getirmiştir
Tabii AKP-MHP iktidarının en ayırt edici özelliklerinden biri de gelmiş geçmiş en büyük özel savaş konseptini ve mekanizmasını oluşturmasıdır. Zaten AKP-MHP iktidarı özünde bir özel savaş mekanizmasıdır. Her şeyi özel savaş yöntemleriyle planlanıp yürütülüyor. Düşünce ve algı stratejileri oluşturuluyor ve bununla toplum yönlendiriliyor. Seçim sürecinde ve sonrasında bunu nasıl etkili kullandığı ortaya çıktı. Özellikle altılı masa denen sistem içi muhalefetle nasıl oynadığı, özel savaş stratejileriyle yönlendirip kendine hizmet eder pozisyona getirdiği bilinmektedir. AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanlığı üzerinden ve militarist, milliyetçi, şoven söylemlerle toplumu zehirleyip destek devşirmeye çalışırken özel savaş stratejileriyle sistem içi muhalefeti bu söylemleri dillendiren bir pozisyona getirmiş ve böylece muhalefeti kendisi için çalışır kılmıştır. Özel savaş stratejileri demokratik ittifak güçleri üzerinde de kısmen etkili olmuş ve bazı hatalar yapmalarına yol açmıştır. Seçime yeterince birlik halinde girilememesi, radikal demokratik tutumu toplum içerisinde yayacak bir çalışmaya girişilmemesi, seçim sürecinde soykırım ve tasfiye konseptini bütün boyutlarıyla ortaya koyup yeterince teşhir edememesi ve seçimden sonra doğru bir değerlendirme sürecini başlatamaması bu durumun sonucudur. Öyle ki özel savaş merkezinin yarattığı algıların etkisiyle seçim stratejilerini tartıştırmaya açan ve kafa karışıklıklarının oluşmasına sebebiyet veren tutumlar ortaya çıkmıştır. Halbuki seçim stratejisinin değil, özel savaş stratejilerinin neden boşa çıkarılamadığı, hangi yetersizliklerden dolayı bunun başarılamadığı ve neden ortaya konulan stratejiye göre hareket edilmediği üzerinde durulmalı ve bu temelde sürecin değerlendirilmesi, eleştiri ve öz eleştirinin yapılması gerekirdi. Şüphesiz seçim stratejisinin doğru olup olmadığı da tartışılabilir. Bu da yerine ve usulüne göre yapılır ve yapılmalıdır. Fakat burada söz konusu olan özel savaş stratejilerinin oluşturduğu basıncın etkisiyle yanlış değerlendirme ve yaklaşımlara girilmesidir.
Tasfiye ve soykırım konseptinin önemli bir ayağı da demokratik siyasetin zayıflatılması ve tasfiye edilmesidir. Çünkü demokratik siyasetin esas aldığı fikir ve ortaya koyduğu politikalar devleti ve iktidarı zorlamaktadır. Kürt soykırımı politikalarını topluma kabul ettirip toplumun desteğini alarak bu politikaları yürütmede zorluklar yaşamaktadır. Bundan dolayı demokratik siyaseti zayıflatıp dağıtmayı soykırım konseptinin bir parçası olarak belirlemiştir. AKP-MHP iktidarı bu hedefi gerçekleştirmek için özel savaş stratejilerini yoğun olarak devreye koyarak demokratik siyasetin kökleriyle oynamakta ve bu şekilde sonuç almaya çalışmaktadır. Kullanılan özel savaş stratejilerinin başında da demokratik siyasetin mücadeleyle olan ilişkisinin koparılmasıdır. Bu strateji kimi zaman demokratik siyaset alanını etkilemekte ve bu etkiyle yanlış değerlendirmeler, yaklaşımlar gelişebilmektedir. Toplumsal çalışmalarda ve demokratik siyaset alanında mücadelenin en önemli boyutu özel savaş merkezinin geliştirmek istediği bu politikanın teşhir edilip etkisiz kılınmasıdır. Kürt halkı açısından mücadele her şey demektir. Kürtler ancak mücadeleyle var olabilir ve yaşayabilir. Çünkü Kürt halkı soykırım kıskacı altında bulunmaktadır. Demokratik siyaset de mücadelenin bir parçası ve sonucudur. 15 Ağustos Hamlesi’yle Kurdistan’da gerçekleşen diriliş devrimiyle birlikte bu alan açılmış ve mücadelenin bir parçası olarak gelişmiştir. Eğer mücadele olmazsa bu alanın var olması mümkün değildir. Sadece demokratik siyaset değil, Kürtler açısından mücadele olmadan hiçbir şeyin var olması söz konusu olamaz. Dolayısıyla özel savaş stratejilerinin etkisine giren duruşlara karşı keskin bir mücadele yürütülmelidir.
Özel savaş merkezinin demokratik siyasete yönelik bir diğer hedefi de demokratik ittifak yaklaşımını zayıflatıp üçüncü siyasi çizgiyi ortadan kaldırmaktır. Bunun olması için özel savaş stratejileri geliştirilmektedir. Demokratik siyaset gerillanın Kurdistan’da sağladığı gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yine Kurdistan’da açığa çıkan sonuçlar ile Türkiye sosyalist, devrimci ve demokratik hareketiyle kurulan ilişkiler sonucu üçüncü siyasi çizgi yaşama geçirilmeye çalışılmıştır. Demokratik ittifaka stratejisine dayalı olarak üçüncü siyasi çizgi Türkiye’de demokratik bir denge yaratmış ve kilit bir konuma gelmiştir. Demokratik siyaset alanı esas olarak bununla güçlenmiştir. Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi bu çizginin daha da güçlendirilmesiyle mümkündür. Özel savaş merkezinin buraya saldırması bu özelliğinden kaynaklıdır. Çünkü, soykırımcı sömürgeci Türk devletinin ve faşist AKP-MHP iktidarının zihniyeti ve temeli Kürt düşmanlığına ve Kürt soykırımına dayanmaktadır.
Özel savaş stratejsi KDP’ye dayandırılarak geliştirilmektedir
Özel savaş merkezi üçüncü siyasi çizgiyi zayıflatıp ortadan kaldırmak için demokratik ittifak siyasetine saldırmaktadır. Oluşturduğu algılarla bu siyasetin yanlış olduğu kanısını geliştirmeye çalışmaktadır. Bir taraftan Kürt düşmanlığını geliştirerek bunu Türkiye toplumu ve demokrasi güçlerini Kürtlerden uzaklaştırmak için, diğer taraftan da sözde Kürt milliyetçiliğini geliştirerek Kürtler içerisinde Türkiye demokrasi hareketiyle olan ilişkilere tepki yaratmak için yapmaktadır. Böylece Kürtlerin yalnızlaştırılarak daha rahat soykırıma uğratılması hedeflenmektedir. Tetikçi olarak kullanılan hizbulkontra yapılanmasının da bu süreçte öne çıkarılması bu planın bir parçasıdır. Öte yandan KDP, Türk devletiyle içerisine girdiği işbirlikçi ihanetçi ilişkilerinin yanında özel savaş stratejileri içerisinde de yer almaktadır. Özellikle Kürt toplumuna yönelik özel savaş stratejileri KDP’ye dayandırılarak geliştirilmektedir. Zaten Kürtler içerisinde devletin Kürt soykırımı politikalarına hizmet eden tüm ihanetçi şahsiyet ve çevreler KDP’yle ilişkilidirler. Demokratik siyasetin önümüzdeki süreçte hem işbirlikçi ihanetçi çizgiyle güçlü bir ideolojik mücadele yürütmesi ve hem de özel savaş merkezinin demokratik ittifak stratejisine yönelik saldırılarını boşa çıkarması gerekmektedir. Kurdistan halkı açısından Türkiye demokrasi hareketiyle ilişki ve ittifaklar çok önemlidir. Bu çerçevede seçimlere Türkiye demokrasi çevreleriyle birlikte girmek son derece önemli ve doğrudur. Kürtler bununla asla zayıflamamıştır, tam tersine güçlenmişlerdir. Zayıflıkların sebebi burası değil, darlıktan, stratejinin yeterince kavranıp buna göre hareket etmemekten, özel savaş stratejilerinin yeterince boşa çıkarılamamasından, halk çalışmasının zayıflamasından, halktan kopuk bir siyaset anlayışının gelişmesinden ve buna benzer sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Özel savaş merkezinin esas yoğunlaştığı ve bütün kirli yöntemlerle uygulandığı yer Kurdistan’dır. Zaten Kürtlerden dolayı, Kürt halkı dili, kimliği, kültürüyle varlığını özgürce yaşamasın, bu yönlü mücadelesi başarıya ulaşmasın diye bu kadar gelişkin özel şebekesi kurulmuştur. Bu zihniyetin sonucu olarak Türkiye bütünüyle özel savaş şebekesi tarafından yönetilmektedir. Faşist AKP-MHP iktidarı bu şebekenin kendisidir. Kurdistan ve Kürt halkı bu şebekeyle özel savaşla çökertilmek isteniyor. Bunun için sadece algılar yaratıp toplumun yönlendirilmesiyle sınırlı kalınmıyor, bundan da öte, en kirli yöntemlerle toplum düşürülüp teslim alınmak ve bitirilmek isteniyor. Ajanlaştırma, uyuşturucu, fuhuş başta olmak üzere bin bir türlü kirli yöntemle bunlar yapılmaktadır.
Özel savaş uygulamalarına karşı toplumsal tepkiyi ortaya çıkarmak gerekir
Bir topluma karşı yürütülecek en büyük savaş hiç şüphesiz o toplumun dokusuyla, doğasıyla oynamak; duygu ve ahlak dünyasını bozmaktır. İşte AKP-MHP iktidarı Kürt halkına karşı böyle bir savaş yürütmektedir. Toplumu soykırıma uğratmak için toplumun dokusu ve doğasıyla oynamaktadır. Kürt toplumuna yönelik bu özel savaş uygulamaları fiziki saldırı ve işgallerden daha tehlikeli ve zarar vericidir. Bu açıdan AKP-MHP faşizmine ve Kürt soykırımına karşı mücadelenin en önemli ayaklarından biri özel savaşa karşı mücadele ve bunun boşa çıkarılmasıdır. Bu bilinci, tutumu ve duyarlılığı geliştirip örgütleyerek her yerde özel savaş uygulamalarına karşı toplumsal tepkiyi ortaya çıkarmak gerekmektedir. Toplumu güçlü kılacak ve AKP-MHP’yi zayıflatacak esas mücadele alanı burasıdır. Gençlik örgütlerinin özellikle bunun üzerinde durması gerekmektedir. Çünkü özel savaşın esas hedeflediği kitle gençlik kesimi olmaktadır. Bunu bilerek Kurdistan’da gençliğe yönelik çalışmalar yapmak, gençleri eğitip bilinçlendirmek ve örgütlü kılarak mücadele içerisine çekmek en temel çalışma olmalıdır.
Faşist AKP-MHP iktidarının ne olduğu, neyi amaçladığı ve nasıl bir politika izlediği yeterince görülmekte ve bilinmektedir. Artık bilinemeyen, değerlendirilmeyen bir yönü kalmamıştır. Yapılması gereken faşizme karşı mücadeleyi daha geliştirip büyütmektir. Faşizmin saldırılarını yoğunlaştırdığı merkezlere yönelmek ve mücadeleyi burada yoğunlaştırmaktır. AKP-MHP iktidarı Lozan’ın ve Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına Kürt soykırımını gerçekleştirerek girmeyi hedeflemişti. Fakat halk ve hareket olarak faşizme karşı verilen kesintisiz mücadele bunun olmasını engellemiştir. Bununla da kalmayarak AKP-MHP’yi bitirme noktasına getirmiştir. AKP-MHP iktidarı konjonktürden yararlanarak ve dış güçlerden aldığı desteğe dayanarak ayakta kalabilmiş ve soykırım politikalarına yürütebilmiştir. Bundan sonra da bu desteğe dayanarak ve özel savaşı daha fazla yoğunlaştırarak soykırım politikalarını yürütmeye çalışacaktır. Bu soykırımcı faşist saldırganlığa karşı mücadelenin daha da büyütülmesi gerekmektedir. Ancak örgütlülüğü geliştirmekle, eylemi ve mücadeleyi büyütmekle faşizme karşı durulabilir ve soykırım saldırıları boşa çıkarılabilir.
Mutlak tecrit politikasıyla Ortadoğu halklarının özgür yaşamları tecrit edilip öteleniyor
Tabii mücadelenin en fazla yoğunlaştırılması gereken yer mutlak tecrit olmalıdır. İmralı’daki mutlak tecrit tasfiye ve soykırım siyaseti olarak gelişmektedir. Çünkü Önder Apo Kürt sorununun çözüm gücü ve merkezidir. Önder Apo üzerinde mutlak tecrit uygulanarak ve Kürt soykırımı politikaları sürdürülerek Türkiye’nin demokratikleşmesinin de önü alınmaktadır. Yine Ortadoğu’daki kaostan çıkışın ve sorunların çözüm merkezi de İmralı’dır. İmralı’da uygulanan mutlak tecridin böylesi bir kapsamı ve yol açtığı sonuçlar vardır. Bu açıdan Önder Apo’ya doğru yaklaşmak ve tecridin mahiyetini doğru anlamak çok önemlidir. Mutlak tecrit politikasıyla sadece Kürt soykırımı yapılmıyor, Kürt soykırımı politikaları üzerinden Türkiye ve Ortadoğu halklarının demokratik yaşamı, özgürlükleri tecrit edilip öteleniyor. Faşizm ve gericilik geliştirilip kurumsallaştırılıyor. Halklar açlığa, yoksulluğa, savaşa, göç ve mülteciliğe itilirken kapitalist modernitenin ve bir avuç vurguncu çetenin çıkarlarını kayıran bir düzen inşa ediliyor. İşte tüm bunların İmralı’daki mutlak tecritle doğrudan bağı vardır. Bunda derinleşmek, derinlikli kavramak ve geniş kesimlere kavratarak yüzeysel yaklaşımları aşmak gerekiyor. Önder Apo’yu sahiplenmek, fiziki özgürlüğünü savunmak ve tecride karşı durmak yurtsever, demokratik, devrimci, enternasyonal olmanın gereğidir. Artık mutlak tecridin daha fazla sürmesi kabul edilmemeli, bunun için güçlü ve yeni bir hamle başlatılmalıdır. Her yerde toplum ve toplumun aydınları, öncüleri olarak ayağa kalkarak tecride karşı güçlü bir tutum ortaya konulmalıdır. Böyle bir tutumla tecrit kırabilir ve yeni bir sürecin önü açılabilir.
Avrupalı sendikaların 26 Temmuz 2023 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirdikleri eylem son derece anlamlı ve değerli bir dayanışma ve destek örneği olmuştur. Gerçekten de selamlanması ve taktir edilmesi gereken bir çalışmaydı. Burada yapılan çağrıyı yeni ve güçlü bir hamlenin çağrısı olarak görmek ve her yerde harekete geçmek gerekmektedir. Dört parça Kurdistan’da ve Kürt halkının ve dostlarının, devrimci, demokratik, sosyalistlerin olduğu her yerde bu hamleyi güçlü bir şekilde başlatmak gerekmektedir.
Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıldönümünde Lozan kentinde yapılan konferans önemli bir çalışma olmuştur. Önemli sayıda ve nitelikte yurtsever parti ve örgütler bu konferansta temsil edilmiştir. Konferansın sonuç bildirgesinde tümüyle olumlu ve desteklenip hayata geçirilmesi gereken kararlar yer almıştır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kurdistan ulusal kongresinin toplanması talebinin sonuç bildirgesinde yer alması en önemli kararlar olmuştur. Daha derinlikli tartışmalar yapılabilir ve kararlar alınabilirdi. Sonuç bildirgesinde İmralı’daki mutlak tecride ilişkin de kararlar alınmalıydı. Yine yurtseverlik tutumu dışında hiçbir tutumun ve politikanın kabul edilmeyeceği, Kürt soykırımını yürüten sömürgeci ve işgalci düşmanla girilen ilişkilerin işbirlikçilik ve ihanet olduğu ilan edilmeliydi. Bundan sonra yapılacak ulusal çalışmalarda bu iki konuda tutum alınmalı ve bunlar karar haline gelmelidir. Kurdistan ulusal kongresinin toplanmamasının tek nedeni sözüm ona kendilerine Kürt milliyetçisiyim diyenlerin Kürt soykırımını yürüten Türk devletiyle içerisine girdikleri işbirliği ve ihanettir. Dolayısıyla Kürt soykırımına hizmet edenlerin ulusal birlik çalışmalarına gelmeleri, ulusal tutum takınmaları beklenemez. Bunlar yer almıyor diye ulusal kongrenin olmayacağını düşünmek son derece yanlıştır. Böyle bir yaklaşım ihaneti ve işbirlikçiliği meşrulaştırır. Bunlar ulusal tutum sahibi olsalardı zaten düşmanla bu türden ilişkilere girmezlerdi. Bunu iyi bilmek gerekiyor. KDP asla ulusal çalışmalara ve ulusal birliğe gelmez. Böyle bir niyeti ve gündemi yoktur. KDP işbirlikçi ve ihanetçi çizgiye batmış ve ulusal hiçbir yanı kalmamıştır. Lozan’da ulusal konferans çalışması yapıldığında Türk devleti Güney Kurdistan’da gerillaya yönelik kapsamlı bir operasyon başlatmıştı ve KDP Türk devletiyle birlikte bu operasyonda yer alıyordu. Bu gerçeklik ortadayken Kurdistan ulusal kongresini KDP’nin katılmasına bağlamak kadar yanlış ve tehlikeli bir şey olamaz. Bilakis Kurdistan Ulusal Kongresi’nin toplanarak bu ihanetçi tutumu mahkum etmesi ve yurtseverlik çizgisi temelinde ulusal kararlar alarak, bunları bir politikaya dönüştürerek Kurdistan’da herkesin buna göre hareket etmesi gerektiğini belirtmelidir. Doğru yurtseverlik tutumu bunları yapmayı gerektirir.