Bir Toplumun Ölülerine Yaklaşımı, O Toplumun Tarihselliğini, Özgürlüğünü Ve Anlamlı Yaşam Düzeyini Gösterir.
Bugünkü tanımıyla savaş, tarihte ilk kez kurnaz ve yalancı erkeğin kadına ve kadın eksenli toplumsal değerlere saldırmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu durum sınıflaşmanın başlangıcıdır. Nasıl ki kadınla toplumsallaşma geliştiyse, kadına yönelik saldırı ile, mitolojide Marduk’un Tiamat’a yönelik saldırısıyla da toplumun parçalanması geliştirilmiştir. Bu dönemi Önder Apo, 1. cinsel kırılma olarak adlandırdı. 1. cinsel kırılma, öyle tek bir kadının yaşadığı bir kırılma değildir. Kadına, tanrıça kültürüne, kadın eksenli değerlere yönelik kurnaz ve zalim erkekliğin saldırısı ve sistemli zor kullanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu anlamda savaşın mucidi, kadına karşı egemen erkekliktir. Savaş, özünde bir iktidar aracıdır. Bugün egemenlikli savaşların aktörlerinin erkek olması, savaşların egemen erkek karakterli geliştirilmesi, tecavüzün-talanın bir savaş yöntemi olarak kullanılması da bu dönemden kalmadır. Marduk nasıl ki Tiamat’ın yarattığı değerleri çalmış-talan etmişse, Türk ordusu da Kürdistan değerlerini çalmış-talan etmiştir, DAİŞ de nereye gücü yettiyse ordaki değerleri çalmış, talan etmiş, kullanamadığını da yok etmeyi esas almıştır.
Egemen sistemler sahalarını genişletmek için savaşa başvururlar
Şiddetin sistemli, örgütlü şekilde yürütülmesi, orduların kurulması, şiddetin belli bir alana taşması anlamına gelir. Egemen sistemleri inşa eden ve yürütenlerin, egemenlik sahalarını oluşturmak için şiddeti yürüttükleri toprak parçası savaş alanı olur. Bir sistem, üzerinde yükseldiği toplum üzerinde yarattığı baskı oranında toplumda parçalanma yaratır ve bu parçalanma giderek şiddeti doğurur. Şiddetin toplum üzerinde sistemli-planlı şekilde yürütülmesi de, sistemlerin üzerinde inşa oldukları toplumlara karşı savaşını, toplum karşıtlığını getirir. Aynı şekilde başka toplumların varlığına, emeklerine, özgürlüklerine, ekonomik kaynaklarına, kültürlerine yönelik şiddet uygulamaları da başka toplumlara karşı açılmış savaş olarak ifade bulur. Bu durumun en fazla gerçekleştiği zemin, toplumun parçalanmasıyla geliştiğinden, savaşların sınıflaşmayla başladığı ortaya konulur. Kuşkusuz mutlak bir ifade olarak, ‘savaşlar sınıflaşmayla doğar’ denilemez. Çünkü sınıflaşmanın doğması, topluma söz konusu parçalanmışlığın kabullendirilmesi de bir savaş durumu sonunda ortaya çıkacak durumu ifade eder. Sınıflaşma, topluma karşı yürütülen savaş sonucu doğmuştur. Bununla birlikte sınıflı toplum, savaştan kurtulamayacak toplumdur demek de abes sayılmaz.
Egemen sınıfların ezilen sınıflar üzerindeki şiddeti, egemenliklerini sürdürmeyi amaçlar. Egemenliğin sürdürülmesi savaşsız olmaz. İktidarlar, savaşsız yaşayamazlar. Nerde bir iktidar varsa, orda savaş vardır. Buna karşılık egemen sınıfların sömürge savaşları karşısında, ezilen toplumların varolma, kültürlerine-emeklerine sahip çıkma temelindeki özgürlük savaşları da ortaya çıkar. Özgürlük savaşı, özünde toplumun kendi özünü koruma savaşıdır.
Savaşların tarihinde çokça savaş aletleri anlatılır. Bağlantılı olarak taşların keskinleştirilmesi, ok ve yayın bulunması, demirin icat edilmesi, barutun bulunması, otomatik düzenekle çalıştırılan ateşli silahların giderek seri üretilmesi, atomun parçalanması, ve nihayet 2. Dünya Savaşı’yla birlikte atom bombasının toplumlara-insanlığa karşı kullanılması bunların en temel başlıklarındandır. Tarih kitaplarında imparatorlukların büyük sayılarla oluşturdukları ordular anlatılır. Ordular, savaş aracını kullanarak iktidarı hem oluşturur hem de korurlar. Aynı ilke ulus devletler için de geçerlidir. İktidarların oluşması ve korunması, savaşsız mümkün değildir. İmparatorlukların milyonlarla ifade edilen orduları vardır. Pers ordusunun 5 milyon savaşçısı (askerler ve hizmetkarlar!) olduğu tarihe not düşülmüştür. 5 milyonluk bir ordusu olan imparatorun kendini normal bir insan olarak görmesi de artık mümkün olmayacaktır. ABD’nin bugünkü yaklaşımı az da olsa bununla açıklanabilir.
Savaş gücünün ve donanımının büyüklüğü, iktidarların tanrısallığının büyüklüğü olarak karşılık bulur. İktidarlar, iktidarlarını sağlamak ve korumak, ve de tanrısallaştırmak için daha fazla savaşa ihtiyaç duyarlar. Bu iktidarın nazarında, kendisi dışındaki herkes nesnedir, maldır, yakılıp yıkılabilir, parçalanabilir, varlığı inkar edilebilir, yok denirse, tanrı hükmünde yok sayılabilir. Bu bakış açısı sadece karşısında savaşılan toplumlar-güçler için değil, giderek üzerinde varolduğu halk-toplum ve değerler için de geçerli olur. İmparatorlar için savaşçılar, imparatorluğu varetmekten başka yaratılış sebebi olmayan nesneler-yığınlardır. Aynı durum bugün ulus devletler için de geçerlidir. Vatan kelimesine sığdırılan, iktidar uğruna her şeyin heba edilmesi gereken yalancı hakikat toplamıdır. Türk savaş iktidar kliğinin sıkça dillendirdiği, vatan için her şeyin teferruat olması, tam da savaş iktidar gerçeğini özetler.
Savaşı icat edenlerin, onun kendi hizmetlerine girmesi için, başvurmayacakları yol-yöntem yoktur. Konuyu savaş tarihiyle daha fazla ayrıntılandırmadan, gündemimize dönmek daha iyi olabilir. Türk devleti, Kürtlere karşı soykırım savaşı yürütüyor. Bunu başta Önder Apo’ya yönelik İmralı mutlak iletişimsizlik sistemiyle sürdürüyor. Halkımız üzerindeki köy yakma, toprağı insansızlaştırma ve insanı topraksızlaştırmayla sürdürüyor. Sadece 90’larda değil, bugün de kayyum atanan belediyeler halkın topraklarını AKP’lilere devrediyor, alıyor-satıyor, el koyuyor. Kısacası talan sürüyor. Bakur Kurdistan’da halk ve gerillaya yönelik akla sığmayacak saldırı yöntemlerini devreye koyuyor. Öz yönetim direnişlerinde Kürt halkının ortaya çıkardığı iradeyi kırmak için faşist Türk devletinin DAİŞ’ten daha vahşi yöntemlere başvurduğu biliniyor. Bugün Kürdistan’da yaygın dayatılan özel psikolojik savaş yöntemleri olan fuhuş, taciz-tecavüz, uyuşturucu bağımlılığına sürükleme, dini örgütler aracılığıyla toplumda parçalanmayı derinleştirme, toplum bireylerini birbirine düşman haline getirme gibi saldırılar da, silahlı savaştan daha fazla uygulanan yöntemlerdendir.
Tüm bunların yanında soykırımcı Türk devleti, silahlarla, askeriyle, ordusuyla savaşı sürdürüyor. Hem Bakur Kurdistan’da hem de TC ulus devlet sınırları dışında saldırılar yapmayı, varlığını korumanın tek yolu olarak görüyor. Hem Başûrê Kurdistan hem Rojavayê Kurdistan’a yönelik işgal saldırıları, bir ulus devlet toprağına başka bir ulus devlet ordusunun girmesi ve yerleşmesiyle sınırlı kalmıyor. Özellikle Rojavayê Kurdistan’da halkımız üzerinde vahşet düzeyinde katliam, tecavüz, talan sürüyor. Bugün DAİŞ’in kaçırdığı, bu çağda köle pazarları oluşturduğu Şengalli Êzidî kadınların sayısından çok daha fazlası, Efrîn başta olmak üzere tüm işgal edilen Kürt şehirlerinde, TC askerlerinin ve himayesindeki çetelerin bu soykırım saldırılarına maruz kalıyor. Başûrê Kurdistan’da toprak işgal edilirken bir yandan ormanlar yok ediliyor, kimyasal saldırılarla toprak kısırlaştırılıyor, KDP ihanetiyle de toplum zihniyet olarak zehirleniyor.
2015 yılı temmuz ayından bu yana uygulamaya konulan çöktürme planı, halkımız üzerinde büyük yıkımlar yarattı. Yine 2016 yılından bu yana süren saldırılarla, TC’nin işgal-insansızlaştırma saldırılarını artırdığı ve tüm diplomasisini de buna hasrettiği ortaya çıktı. Yalan, dolan, fitne, bölgede karışıklık çıkarma ve halklara yönelik komplovari türü uygulamalar da sürüyor. TC, bu saldırılarda istediğini elde edemediği gibi 2021 yılı Şubat ayında Garê’ye yönelik saldırıda bir kırılma yaşadı ve çöküşün hızlandığı sürece girdi.
DAİŞ’in ruh babası
Garê’de şehit komutan Şoreş Beytüşebab yoldaşın öncülüğünde direnen alan gerilla gücümüz, TC faşist ordusuna büyük bir darbe vurdu. Hem planlarını boşa çıkardı, hem darbe vurdu hem de bir gece ansızın, saldırı propagandası altında kaçırttı. Büyük darbe alan TC hala bu şokun etkisindedir. TC, işgal saldırılarının her birine bir ad koydu, kendi ordusunu motive etmeye çalıştı, teknik donanım sağladı, dünya devlerinden büyük askeri silahlar ve Kürt soykırımına sessiz kalmaları sözleri aldı. En son pençe kılıç diyerek DAİŞ’in ruh babası olarak tarzını ifşa etti. Türk devletinin Kürtlere kılıçtan başka vereceği bir şey olmadığını, ölüm dışında hiçbir seçeneği olmadığını bir kez daha ilan etmiş oldu.
2022 yılı boyunca da nisan ayında başlayan işgal saldırılarında TC ordusu büyük darbeler aldı. Dönem dönem TC faşist ordusuyla birlikte farklı çete gruplarının savaşa sürüldüğü türünden bilgiler de duyuldu, ancak nihayetinde Başûrê Kurdistan işgal savaşı faşist TC’nin KDP ihaneti eşliğinde, Başûrê Kurdistan bayrağı gölgesinde gerçekleşen bir savaş oldu. Çokça söylenir, ‘savaşın bir ahlakı, kuralı, ölçüsü var’ denir. Aslında öyle değildir. Savaş gibi bir şeyi icat eden zihniyetin ne ölçüsü-ahlakı vardı ki bugün sürdürenlerinki olsun. Savaşta ölçü ya da ahlak, sadece, savaşa öz savunma anlamında mecbur olan ezilenlerin, sömürülenlerin, toplumsal ahlakını koruma savaşı verenlerin sahip olduğu bir şeydir. Bundan dolayı da genelleme yapmak isabetli olmamaktadır.
Bununla birlikte, 2016 15 Temmuz Darbesi’yle iradesi kırılan Türk ordusu bugün Erdoğan-Bahçeli çetelerinin elinde adeta bir bozuk oyuncağa dönüşmüştür. İradesi kırılan ordular, en yoz durumlara düşebilecek yığınlara dönüşür. İradesi kırılan bir orduya akla sığan sığmayan her türlü kötülüğü, düşüşü, insanlık dışılığı yaptırmak mümkün olur. Ki bunu, 15 Temmuz Darbesi sonrasında TC ordusunun düştüğü durumu tüm dünya somut olarak gördü. Kuşkusuz TC ordusu öncesinden de Kürt halkına, Kürdistan Özgürlük Gerillası’na karşı vahşi bir tarz izledi. Özellikle ordu içinde özel olarak hazırlanan gruplar vahşet uygulayarak korkutma yoluyla caydırmayı amaçlayan uygulamalar yaptılar. 90’larda henüz DAİŞ yokken, DAİŞ’ten 20-30 yıl önce, daha da vahşi saldırılar yaptılar. Bir yandan halkımıza yönelik soykırım saldırıları, köy yakmalar, faili mechul katliamlar sürerken gerillaya yönelik saldırılarda da benzer tutumlara girdiler. Gerilla arkadaşlarımızın cesetlerini yakma, cesetlere işkence etme, cesetlere tecavüz etme, organlarını parçalama, bu organları halk içinde teşhir etme gibi birçok uygulama yapıldı.
TC faşist ordusu 2022 yılı boyunca yürüttüğü saldırılarda her türlü silahı, teknik takip sistemini, kimyasal-taktik nükleer silahı kullanmasına rağmen zafer elde edemedi. Sadece bu yıl içinde onlarca kez dillendirdiği “bitirme” hevesini pratikleştiremedi. 2023 yılının ilk ayları itibariyle bu savaş sürmekle birlikte, adeta bitirme hevesiyle geldi ancak bitme düzeyinden de geriye düştü diyebileceğimiz hale düştü. TC bu yıl da, 90’larda kullandığı yöntemlere tekrar döndü. Bir anlamda, bunca ısrara, vaade rağmen başa dönmüşcesine yöntemlere başvurdu. Bu yılki savaş içinde, faşist TC ordusu mensupları, gerilla arkadaşlarımızın cenazelerine işkence yaptılar, bunun görüntülerini çekerek kendilerince tatmin oldular. Kimyasal saldırısıyla şehit düşen yoldaşlarımızın adeta eriyen cenazelerini ailelerine göndererek ailelere psikolojik baskı yapmaya çalıştılar.
Düşmanın, gerillaya yaptıkları daha da sıralanabilir. Düşman, Kürdistan gerillasına karşı, yok saydığı bir halkın varolmaya çalışan üyeleri olmalarından dolayı tahammülsüzdür. Gerillanın varlığı, Türk devletine Kürtlerin yok olmayacağını göstermektedir. Kürtlerin varlığında da kendi yokluğunu gören TC, Kürt varlığına karşı soykırımdan başka bir şey düşünmemektedir. Hiç kimse “KDP de Kürt’tür” diyemez. Çünkü KDP’nin öncülüğünde, ihaneti eşliğinde bu saldırılar yapılmaktadır ve KDP bunların yapılması, PKK gerillasının yok edilmesi için büyük uğraş vermektedir. KDP zihniyeti, yarattığı yozlaşmış köle Kürtlük, Türk devletine Kürt soykırımının zaten gerçekleştiğini gösterdiğinden, KDP’nin varlığı TC’yi rahatsız etmemektedir. Zaten TC’nin istediği ve Kürtlere layık gördüğü de KDP türünden bir Kürtlüktür. Ancak PKK gerillası karşısında TC’nin yaşadığı ruh hali, özgür Kürdün varlığı ve tabi ki kendi yokluğudur. Bundan dolayı da bu savaşa astronomik yatırımlar yapmıştır. Gerillaya karşı yaptığı tüm saldırı ve uygulamalara rağmen başaramayan TC, bırakalım başarıyı, yenilgiden, sürüler halinde asker kayıplarından da kurtulamamıştır. TC’nin yürüttüğü işgal saldırıları adeta bumerang gibi kendisine dönmüş, Türkiye toplumuna büyük zararlar vermiştir.
Asker ölümleri, kuşkusuz bu savaşın doğal bir sonucudur. Her savaşta, hastalık da olur, kaza da olur, başka ölüm sebepleri de olabilir, hepsi de savaşın sonuçlarından sayılır. TC’nin yürüttüğü soykırım savaşında bu kadar donatılmış bir ordunun her kaybı, gerekçesi ne olursa olsun bu savaşın sonucudur. Ancak TC’nin durumu farklıdır. Savaşta ölen askerlerin ölümleri gizlenmektedir. Bu konu bir psikolojik özel savaş konusu haline getirmiştir. İşgal saldırısında, kendi yenilgisini gizlemek için, gerillanın vurduğu darbeleri gizlemeye çalışmakta, bunun için askerlerin gerillalar tarafından cezalandırıldığını inkar etmektedir. Yalancı ve zalim erkek egemenliğinin zirve yapması veya çaresizliğin dibe vurması oluyor.
Nihayetinde savaşta ölen askerlerin ölümleri ve ölüm sebepleri AKP-MHP iktidarınca gizlenmektedir. Erdoğan-Bahçeli iktidarı bunu yaparak, savaşın sürdürülemezliğini örtbas etmekte, savaşı sürdürmek için rıza oluşturmaya çalışmaktadır. Türkiye halkının, gerillaların bu kadar askeri cezalandırdığını bilmesi, elbette AKP-MHP kirli işbirliğinin sadece ölüm getirdiğini ortaya çıkaracak ve iktidar sarsılacaktır. Ancak ölümler gizlenirse, yenilgi de gizlenir, gizlenemeyen ölümler kaza ya da başka şekilde izah edilirse, iradesi büyük oranda faşist iktidarlarca kirletilmiş olan halk “takdir-i ilahî” sayabilir. İlahlara karşı gelinemeyeceğine göre, AKP-MHP kirli iktidarı da varlığını bir nebze daha uzatabilecektir. Ne yazık ki, Türkiye halklarının da bu konuda kendi çocuklarına duyarsızlıktan da öte iktidar karşısında özgür toplum olamama durumları, bu sonucun değiştirilmesine yetmemektedir.
Elbette savaş oluyorsa askerler ölür, bu durum savaşın doğasında vardır. Ancak askerlerin kazayla öldüğünün söylenmesi, toplumda bu işgal savaşı karşıtlığının oluşmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Halbuki, kaza bile olsa, her ailenin kendi çocuğunun öldüğü kazanın ayrıntılarını bilme hakkı var. Ne yazık ki, Türk ordu gerçeği ve Türkiye halkında durum böyle değildir. Çünkü Türk egemen zihniyetine göre, iktidara hizmet etmediği an, yok sayılabilir, öldürülebilir, yok edilebilir bir nesne konumundadır her bir asker, aile, anne-baba ya da başkası. En tepedekilerin kendi yamaçlarındaki has adamlarını bile öldürtmeleri bunun iyi bir göstergesi değil midir?
Kürtlere yönelik soykırım savaşı boyunca çokça kullanılan, yine askerdeki farklı etnik gruplara yönelik kullanılan bir yöntem de ‘intihar etti’ yalanının dillendirilmesidir. Bir yıllık savaşta birçok askerin intihar ettiği de belirtilmektedir. Doğru değil, diyelim ki doğru olsun, bu durumda bu kadar intiharın yaşandığı bir ordunun durumunun ele alınması, bu intiharların araştırma konusu olması gerekmez mi? Askerlerin neden intihar ettiğinin çözümlenip ortaya konulması gerekmez mi? Biliniyor ki, intihar, öncelikle yenilgi yaşayan ordu mensuplarının yaşadığı bir durumdur. Bir de savaşta yüz yüze geldiği durumlar asker bireyde sendrom yaşatmışsa yaşamdan kopma, ölüm psikolojisi gelişir. Yani karşı taraf onu fiziki olarak öldürmese de, kendi eyleminin sonucu olarak yaşamdan ruhsal olarak kopar, ve giderek fiziksel olarak yaşamını sonlandırmaya dönüşür. Böyle de olsa, bu durumdan AKP-MHP iktidarı sorumludur.
Gerillalar öldürülen asker künyelerini kamuoyuna deşifre etti
2022 yılında yaşanan savaşta ortaya çıkan tablo daha kapsamlı çözümleme konusudur. Bu kaza, kader, intihar durumları dışında yaşanan asker ölümleri mutlaka gündemleşmeli, incelenmeli ve mevcut iktidar yargılanmalıdır. Türk ordusu, kendi ordusunu KDP’nin ihaneti eşliğinde Başûrê Kurdistan dağlarına vurdu, burada büyük savaşlar yaşandı. Büyük şehadetler veren gerillanın savaş hazırlığı da önemli bir düzeydeydi. Özellikle araziye dayalı hareketli timlerin gerçekleştirdiği eylemler adeta düşmanı çarptı. Düşman bu çarpılmanın sonucu yaşadığı şoku uzun dönem atlatamadı. Bu durumları kamuoyunun bilmesinin, iktidarın yalancılığının artık tutmamasının bir sebebi de gerillanın eylem yapmak kadar eylemlerini kamera kayıtlarıyla belgelemesi oldu. Gerillanın kamera kayıtlarına yansıyan savaş gerçekliği kuşkusuz TC’nin gizlediği bir gerçektir. Hem de gerçeğin küçük bir kısmıdır. Gerillanın yıl içinde, gerçekleştirdiği eylemler kadar kendi alanında kalan asker cenazelerini, askeri malzemeleri, asker künyelerini de kamuoyuna sundu. Zafer yalanlarına sığınan AKP-MHP iktidarı, bu askerlerin cenazelerini sahiplenmediği gibi ailelerini de susturmaya, bastırmaya çalıştı. Kimliği açıklanan, görüntüsü yayınlanan birçok asker cenazesi gerillanın elinde kaldı ve gerillalar bunları defnetti.
Tüm bunları gerilla kamuoyuna deklere etti, gün gün bilgilendirmelerle süren savaşa karşı halkın duyarlılığını canlı tuttu. Bu durum AKP-MHP iktidarında daha bir pervasızlaşmayı getirdi. Faşist devlet ve ordu ne yapsa, gerilla mutlaka kendi başarılarını ve TC’nin başarısızlıklarını, zayıflıklarını kanıtlarıyla birlikte ortaya koyuyordu. Bundan dolayı da TC’nin son başvurduğu insanlık dışı yöntem, kanıtları ortadan kaldırma yöntemi oldu. Nasıl ki halkımızdan insanları katlederek asit kuyularına attılar, cesetleri yok ettiler yaktılarsa, kendi askerlerine de aynı yöntemi uygulama noktasına geldiler. AKP-MHP çetesi, iktidarın gözü dönmüşlüğü, dincilikle milliyetçilğin, cinsiyetçilikle siyasi iktidarın birleştiği AKP-MHP iktidarı tarihte kendi halkına, Türkiye halklarına karşı en kötü uygulamaları layık gören bir iktidar olarak tarihe geçti.
Başta da belirtmiştik, iktidar için sadece karşıt güçler yani düşman dediği nesne değildir, iktidar için, onu vareden her şey ve herkes nesnedir, malzemedir, gerektiğinde yakılıp yok edilebilir. AKP-MHP tam da bunu yapmaya başladı. Ve Türk ordusunun kendi askerlerini yaktığını, gerillanın kamera kayıtlarından tüm Türkiye ve dünya kamuoyu gördü. İlginçtir ki, Cizre’de bodrumlarda yaptığını, Başûrê Kurdistan dağlarında kendi askerlerine yapan savaş iktidar kliği, bu durumdan hiç hicap etmedi. Hatta gerilla kaynakları bu kamera kayıtlarını yayınladıklarında da adeta yokmuş gibi davrandılar. Tabi bunda özgür basının bu konuyu yeterince Kürdistan ve Türkiye toplumuna, dünya kamuoyuna anlatamamaması da etkilidir. Ancak nihayetinde faşist Türk ordusu Türk savaş bakanı olan darbe artığı Hulusi Akar’ın emriyle kendi asker ölülerinin üzerine benzin dökerek yaktı. Böyle bir vahşete yönelebilme sınırlarında olanlar karşısında durumu kameraya alan gerillanın yaptığı ise “kültürsüzler” demek oldu. Bir yanda kendi mevzidaşını benzin dökerek yakan birileri varken, diğer tarafta da bu duruma kültürsüzler diyerek tepki gösteren birileri var. Bu kadar zihniyet farkı, uçurumu olan iki gücün savaşında, faşist AKP-MHP askeri-çetesi olan sözde TC ordu mensubu ile gerilla arasındaki savaşın çoktan gerilla tarafından kazanıldığını ve bu kazanımın özgür insanlık hanesine yazıldığını görmemek için kör olmak gerekir.
Bir toplumun ölülerine yaklaşımı, o toplumun tarihselliğini, özgürlüğünü ve anlamlı yaşam düzeyini gösterir. Bugün hakim sistemler toplumları temsil ettiğini belirttiğinden, sistemlerin pratiklerini tahlil etmek önemlidir. Ancak toplumu temsil etmediği kadarıyla da toplumun içinde bulunduğu durumu-konumu da tahlil etmek gerekmektedir. Yani sistemi inşa eden kesimler kadar sistem içileşmemiş toplum kesimlerinin de ele alınması gerekir. Ki, iktidara katlanma durumunun giderek toplumun yok oluşunu getirdiği anlatılabilsin. Kuşkusuz savaşların etkisinde, toplumlar da büyük yıkımlar yaşamaktadır. Bu durum Türkiye halklarının köklü bir devrime ve özgür toplum eğitimine ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü ortaya çıkan bunca belgeye, veriye rağmen birkaç cılız ses dışında adeta duymazlıktan gelindiği yansımaktadır.
Geçen dönemde asker aileleri kimi açıklamalar yaptılar, Şehit Sayılmayan Şehit Aileleri Derneği, çocuklarının ölüm şekillerini, intihar açıklamalarını gerekçe gösterilerek şehit edilmemesini kabul etmediklerini ifade ettiler. Yine şehit sayılmasını ve sebep olanların cezalandırılmasını istediler. Şimdi, intihara sebep olanların cezalandırılması isteniyorsa, cenazeyi yakanlara ne yapılacağı da ayrı bir konudur. Bizce de, asker cenazelerine sahip çıkmayan, asker ölülerini yakan, bunun kararını veren, onaylayan, emrini veren ve pratikleştirenlerin en ağır cezalara çarptırılması gerekir. Bu doğal olandır, bundan dolayı da durum gizlenmektedir. İktidarın gizlediğini ifşa etmek, özgür basında güçlü işleyerek faşist ordu ve çetelerin maskesini düşürmek de dönem görevlerindendir. Bu tarz olaylar gün yüzüne çıktıkça, işlenip tartışıldıkça bir anlam kazanır ve toplumsal irade ortaya çıkar. Türkiyeli analara şunu anlatmak gerekir: Bu vatan için çocuklarının ölmesinin de bir anlamı yoktur, ölen kahraman da şehit de olmamaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı artık kendi iktidarını sürdürmenin pervasızlığına öyle kapılmıştır ki, vatan için ölen kahraman olmamakta, hatta, AKP-MHP için kendini ölüme yatıran da öldürülmekten kurtulamamaktadır. AKP-MHP yozlaşmış bir iktidardır, tüm iktidarların doğal yozlaşmışlığının çok ötesinde bir çürümeyi yaşamaktadır, tüm halka dayatılan da talan, fuhuş, tetikçilik eksenindeki yozlaşmadır. Türkiye toplumu da bu vahşeti haketmemektedir.
Türkiye toplumunun iradesi ancak bu tarz olaylara müdahale ederek, bu olayların hesabını iktidardan sorarak kısmen özgür olabilir. Tüm dünyada doğal bir hak olan vicdani ret hareketi dahi Türkiye’de yükseltilen sürekli şahlandırılan milliyetçilikten kaynaklı gerçek anlamını yakalayamamıştır. Kuşkusuz vicdani ret hareketi anlamlıdır, ancak Kürdistan’da 40 yıldır süren savaşın ortaya çıkardığı gerçek biraz daha farklıdır. Kişisel redleri büyüterek kolektif redler yaratmak, bununla toplumsal karşı duruşu ortaya çıkarmak, yenilginin eşiğine gelen ve bundan dolayı giderek cinnet halini rutinleştiren savaş iktidar cephesini düşürmek, Önder Apo’nun demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigması temelinde yaşamı inşa etmek, doğru ve gerekli olandır.