Türkiye’de seçimler hemen her zaman önemli olmuş, çok ilgi görmüştür. Fakat 14 Mayıs 2023 seçimi kuşkusuz daha fazla önemliydi. İlgiyi ve dikkatleri üzerinde topladı. Çünkü çok önemli ve ağır bir mücadelenin, savaşın içinde gelişiyordu. Onun bir parçası konumundaydı. Dolayısıyla bu mücadele sürecini nasıl etkileyeceği, nereye yönlendireceği sorusuna cevap verecekti.
Diğer yandansa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun 100’üncü yılıydı. Yeni bir yüzyıla giriliyordu. Bu ikinci yüzyılın nasıl bir zihniyet ve siyasetle şekilleneceği sorusuna kısmen cevap verecek düzeydeydi. Hatta uzun süre olup olmayacağı bile tartışma konusu oldu. Fakat sonuçta -seçim olup olmadığı ne kadar ayrı bir tartışma konusu olsa da- seçim oldu ve bazı sonuçlar ortaya çıktı. Dolayısıyla bu sonuçları değerlendirmek, doğru anlamak, bundan sonrası açısından gelişmelerin nasıl olabileceğini doğruya yakın bir temelde kestirerek bu çerçevede politikalar belirlemek ve mücadele yürütmek gerekiyor.
Şimdi söz konusu sonuçları nelere göre değerlendireceğiz? Durumu böyle bir soru temelinde ele alırsak belki daha somut sonuçlara ulaşabiliriz. Bu konuda birinci husus kuşkusuz 14 Mayıs 2023 seçimlerinin tarihsel ve güncel önemiydi. Ona kısaca değinmeye de çalıştık. Faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyetin AKP-MHP ittifakı temelinde 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren “çöktürme eylem planı” adı altında yoğunlaştırdığı topyekun bir imha saldırısı ve buna karşı Hareketimizin, halkımızın, dostlarımızın büyük bedeller ödeyerek yürüttüğü tarihi, topyekun özgürlük ve demokrasi direnişi vardı. Seçime böyle büyük bir mücadeleyle gelindi. Seçim bu büyük mücadelenin belli bir yöntemi olarak gündeme geldi. Dolayısıyla mücadele üzerinde ne tür bir etki yapacağı önemliydi.
Seçimler yeni bir yüzyıla girişi ifade ediyordu
AKP-MHP faşizminin, genelde Türkiye’de faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin mevcut mücadele temelinde gidişatının ne olacağı konusunda seçim önemli bir duraktı. Hem faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin hem de bir anlamda ona karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesinin kaderi oylandı. Zaten mücadele süreci, genel olarak seçimlerde kader belirleyici olaylar olarak mücadeleyi yürüten taraflarca hep ifade edildi.
Dolayısıyla önemli bir duraktı. Yeni bir yüzyıla girişi ifade ediyordu. Türkiye’nin, onunla bağlı olarak bölgenin, dünyanın geleceği nasıl olacaktı? En önemli husus da Türkiye’deki bu soykırımcı zihniyet ve siyasetin durumunun ne olacağıydı. Somut olgu olarak “Kürt sorunu” denen, aslında ırkçı-şoven Türk milliyetçiliğinin Kürtlüğü yok etmek için yürüttüğü soykırımcı saldırıların durumunun ne olacağı konusunda belli bir açıklık ya da yeni bir politik durum ortaya çıkartacaktı. Bu bakımından bu seçim diğer seçimlerden çok daha önemli görüldü.
AKP-MHP faşizmi yıllardır saldırı halindeydi, ona karşı direniş olmuştu. Faşizmi yıkmak, AKP-MHP şahsında İttihat ve Terakki yönetiminden bu yana Türkiye’ye yedirilen faşist-sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti ortadan kaldırmak, yok etmek için önemli bir fırsat oluşmuştu. Seçim böyle bir demokratik gelişmenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin test edildiği bir sınav gibiydi. Bundan dolayı ilgi çoktu. Taraflar bu seçimin büyük önemini hep vurguladı. Herkes böyle ifade etti; sol-sosyalist çevreler, demokratik güçler böyle söyledi. Baştan itibaren özgürlük hareketimiz olayı böyle ele aldı.
TC’nin iktidarı ve muhalefetiyle tüm siyasi çevreleri de bu seçim sürecine böyle yaklaştılar. En çok AKP-MHP faşizmi kendisi için kader belirleyici süreç olarak tanımladı. Hep beka sorununu gündeme getirdi. CHP öncülüğündeki düzen içi muhalefet de tam bir tutarlılık sahibi olmasa da ilk defa AKP-MHP faşist iktidarına karşı eskiyi aşan düzeyde bir iktidar olma iradesi ortaya koydu. Kendisini iktidara aday gördü. Süreci, AKP-MHP iktidarının yıkılabileceği süreç olarak değerlendirip bu temelde AKP-MHP faşizminin ortadan kalkmasıyla doğacak siyasi boşluğu kendi iktidarıyla doldurma hevesine kapıldı. Böyle bir istek ve kısmi bir irade ortaya koydu. Dikkat edilirse öncesinde böyle bir durum yoktu ve bu düzeyde bir irade ortaya konmuyordu.
Yine tıpkı bu muhalefet gibi dış çevreler açısından da benzer tutum gösterildi. Başta çok açık olmasa da giderek Türkiye içinde gelişen tartışmaların etkisiyle Türkiye’de bir değişimin yaşanabileceği, AKP-MHP iktidarının yıkılıp yeni bir iktidarın kurulabileceği değerlendirmesine gittiler. Dolayısıyla yeni bir iktidarla kendi çıkar politikalarını daha iyi yürütebileceklerini değerlendirip buna göre değişimden yana ürkek ve örtülü de olsa belli bir tutum gösterdiler. İçte ve dışta seçime verilen önem, değer bu düzeydeydi. Seçime katılım da buna uygun oldu. Bu verilen önemi yansıttı. Türkiye toplumu yüzde doksana yaklaşan bir düzeyle 14 Mayıs seçimine katıldı. Bu günümüz dünyasında var olmayan bir düzeydir. Çoğu ülkede neredeyse seçimler yüzde yirmiye düşen bir katılımla gerçekleşiyor. Yüzde elli katılıma varan seçimler çok iyi değerlendiriliyor, yüksek katılım olarak görülüyor.
İnsanlık aslında kapitalist modernitenin ulus devletleri tarafından gerçekleştirilen seçimlerden bu düzeyde umudunu kesmiş durumda. Onun bir aldatmaca olduğunu, demokratik, adil, eşit bir siyasi yarışın olmadığını, aslında sermaye, iktidar çevrelerinin, tekelci güçlerin kendi baskı ve sömürü düzenlerini meşrulaştırmak için seçimi bir kılıf, maske olarak kullandıklarını daha fazla görür olmuştur. Böyle bir duruş dünya toplumlarında var. Bunlarla kıyaslandığında Türkiye’de 14 Mayıs seçimine katılım tam bir zirve durumunu ifade etmektedir.
Demek ki toplum da bu 14 Mayıs seçimlerinin öneminin farkına vardı, bilincinde oldu. Bu temelde de sandık başına gidip oy kullandı. Ortaya çıkan sonuçları öncelikle bu temelde değerlendirmek lazım. Peki, böyle bir önem verme sonucunda ne yaşandı? Bu kadar tarihi öneme sahip bir seçimde hangi sonuçlar ortaya çıktı? Sandık sonuçları neyi gösterdi, ne anlama geldi? Dolayısıyla bu önem bundan sonra nasıl sürecek?
Seçim mücadele tarihimizin en yoğun olduğu bir dönemde ve böyle bir mücadelenin bir yöntemi, bir parçası olarak gündeme geldi. Tamamen böyle bir mücadele sürecine bağlı olarak gelişti. Biz, Kurdistan Özgürlük Hareketi olarak demokrasinin lehine bir sonuç çıkartmak için bazı politik girişimlerde bulunduk; bir tanesi 6 Şubat depremi ardından depremin yaralarının daha hızlı sarılabilmesi için aldığımız eylemsizlik kararını seçime kadar uzatmaktı. Bu biçimde özgürlük ve demokrasi güçleri lehine bir zemin oluşturmak istedik. Çeşitli faşist-soykırımcı-provokatif girişimlerin önünü almak istedik. Bu biçimde toplumun seçim gerçeğini daha iyi anlaması ve ona daha rahat katılabilmesi için uygun koşullar oluşturmaya çalıştık.
Yine yönetimimiz toplumu yaşanan süreç konusunda ve seçimlerin önemine dair bilinçlendirmeye, aydınlatmaya çalıştı. Bu düzeyde belli bir propaganda da yürüttük. Tabii bunun ne kadar etkili olduğu, dolayısıyla eksik kaldığı, hataları ayrı bir tartışma konusudur. Değerlendirilebilir, tartışılabilir ama böyle bir çalışma içinde olduk. Buna karşı AKP-MHP faşizminin seçim sürecine yaklaşımını, süreç boyunca geliştirdiği saldırıları doğru anlamak lazım. Bizim eylemsizlik kararımızı adeta bir fırsat gibi görerek hem gerillaya dönük hem de halka dönük saldırılarını seçim süreci boyunca geliştirerek, arttırarak sürdürdü. Azaltmadı, durdurmadı. Hem gerillaya hem de halka saldırdı. Gerçekleri ortaya koyan gazetecilere, yine faşist uygulamaları teşhir eden hukukçulara baskı uyguladı, tutuklamalar geliştirdi, siyasetçilere, aydınlara dönük baskılarını, tutuklamalarını sürdürdü. Fakat öyle aşırı düzeyde bir provokasyon geliştiremedi. Bunda hareketimizin tutumunun belli bir etkisi olmuş, faşist komplolara, provokasyonlara dönük zemini en aza indirmiştir. Buna rağmen bu faşist baskıları, terör ve tutuklamaları, tehdidi ortadan kaldıramamış ama bunların çok aşırı boyutlarda uygulanmasına da fırsat vermemiştir.
Hiç kimse Türkiye’de demokratik bir seçim ortamının olduğunu söyleyemez
Şimdi bu bakımdan bir defa seçim normal koşullarda olmadı. Faşist-sömürgeci-soykırımcı saldırı koşullarında oldu. Savaş vardı. AKP-MHP faşizmi savaşı hiç durdurmadı. Onun bir uzantısı olarak kendine muhalefet eden demokratik güçlere karşı, Kürt demokratik siyasetine karşı faşist baskı, terör ve tutuklamaları durdurmadı. Seçim süreci boyunca bunu yoğun olarak sürdürdü. HDP’yi kapatma davasını Demokles’in kılıcı gibi HDP üzerinde tuttu. Yine demokratik siyaset güçleri üzerinde “Kobanê Davası” denen davayı bir baskı aracı olarak hep gündemde tuttu.
Aslında kendine göre bazı planları vardı. Provokasyonlarla seçimi engelleyebilirdi. Ona zemin verilmedi. Yine Kürtleri, HDP’yi kapatma davası ve Kobanê Davası’yla demokratik siyaset güçlerini tümüyle seçim dışında tutma planları vardı. Ona fırsat verilmedi. Faşist baskı-terör çoktu. Çeşitli provokatif girişim hazırlıkları vardı. Demokratik siyaset üzerinde kısmen baskı ve terör uygulandı. Provokatif girişimlerin gelişmesine izlenen bu politikalar daha fazla fırsat vermedi. Zemini ona kapattı. Seçime böyle gelindi.
Yani bu koşullar normal seçim koşulları değildir. Hiç kimse Türkiye’de demokratik bir seçim ortamının mevcut olduğunu söyleyemez. Her düzeyde faşist baskı ve tutuklamanın yaşandığı, yine muhalefet eden herkesin içeriye atıldığı bir ortama, demokratik bir ortam diyemeyiz. Kimyasal silahlarla saldırı ve savaş yapılan bir ortamın normal bir siyasi, demokratik ortam olduğu asla söylenemez. O bakımdan adil ve eşit bir seçim olmadı.
Evet, seçim yapıldığını söylüyoruz. Ama gerçek anlamda buna ne kadar seçim denebilir? Bu tartışma konusu. Eşit, adil, gerçek bir seçim olmuş mudur? Hayır! Seçim sürecinde yaşananlar bunu açıkça gösteriyor. Bir taraf devletin bütün imkanlarını kullandı. Devlet zırhına bürünerek seçime girdi. Örneğin Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak seçime girdi. Eskiden Türkiye’de seçim sürecine girmeden önce hükümetin bazı bakanları değiştirilirdi. Hiçbir partiden olmayan, partilere eşit davranacağı tahmin edilen kişiler getirilirdi. Örneğin İçişleri Bakanlığının da içinde olduğu üç, dört bakanlık seçimin adaleti ve güvenliği açısından değiştirilirdi. Bu seçimlerde öyle bir şey olmadı. AKP-MHP faşist yönetiminin bakanları seçim sürecini olduğu gibi yürüttüler. Hem içişleri bakanlığı yaptılar hem de milletvekili olmaya aday oldular. İçişleri bakanlığı zırhına bürünmüş halde rakipleriyle sözde eşit ve adil bir yarış yürüttüler. Burada eşitlik olabilir mi? Böyle bir durumda adalet aranabilir mi?
O yüzden de ortada öyle demokratik bir ortam yoktu. Faşist saldırı ve savaş vardı. Dolayısıyla seçim adil, eşit bir zeminde olmadı. O anlamda normal bir seçim olduğunu söyleyemeyiz. Son ana kadar da birçok çevre seçimin olup olmayacağını, çeşitli provokasyonlar ya da saldırılar gündeme getirilerek seçimin durdurulacağı tartışması yürüttü. Sandık başına gidileceğine kuşkuyla yaklaştı.
Diğer yandan seçim sürecinde yaşananlar, yapılanlar var. Şimdi birçok çevre tartışıyor, açığa çıkartıyorlar. Ne kadar hile, seçim oyunu olduğu, AKP-MHP faşist iktidarının nerede, ne kadar hile yaptığı açığa çıkartılmaya çalışıyor. Kısmen çıkartılıyor da. Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen gözlemciler hile yapıldığı yönünde açıklamalar yapıyor.
Yine ulaşılabildiği kadarıyla seçimde yapılan hilelere dönük bazı belgeler yayınlanıyor. Özellikle bu tür belgeler Yeşil Sol Parti tarafından basına veriliyor. Oy kaydırması olmuş diyorlar. Ama bu kaydırma değil, oylar değiştirilmiş demek lazım. Kaydırma bütün oylarda olur. Ama öyle değil. Onlarca kentte AKP-MHP ile Yeşil Sol Parti’nin oylarının değiştirildiğine dönük belgeler var. Örneğin Yeşil Sol Parti’nin aldığı oylar MHP’ye yazılmış, MHP’nin oyları Yeşil Sol Parti’ye yazılmış. Özellikle Kurdistan’da küçük seçim bölgelerinde, tümüyle Kürt yurtseverliğinin hakim olduğu yerlerde belli ki bu işi düzenleyenler azgın, faşist, soykırımcı, Kürt düşmanı kişilermiş. Bütün oyların Yeşil Sol Partiye çıktığını görünce büyük öfke duymuşlar. Buna mukabil bu yerlerde MHP’nin sıfır çekmesi öfkelerini daha fazla arttırmış olacak ki bütün oyların Yeşil Sol Parti’ye çıktığı ve MHP’nin ise sıfır çektiği yerlerdeki resmi belgeler YSK’ya intikal sürecinde tamamen değiştirilmiş. Bu belgelerde MHP bütün oyları alan parti, Yeşil Sol Partiyse sıfır oy alan parti olarak gözüküyor. Kurdistan’ın değişik kentlerinden İzmir’e, diğer Türkiye metropollerine kadar birçok seçim bölgesinde bu tür hilelerin yapıldığı belirtiliyor. Sandıklar ne kadar kaçırıldı? Ne kadar hileli oy kullanıldı, olmayan kişiler temelinde ne kadar oy kullanımı oldu? Ne kadar seçmen hilesinin yapıldığı belli değil. Bu tür hileler çok fazla. Bir de seçim sürecinin bu boyutu var. Seçim öncesi sürecin adil, eşit olmadığı gibi oy kullanma sürecinde de besbelli ki yaşanmış çok sayıda hile var.
Diğer yandan CHP’nin takındığı tutum da tartışılması gereken bir başka bir konu. Her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu keskin tutum takınıyor gibi görünse de gerçeğin ne kadar öyle olduğunu insan sormadan, kuşku duymadan edemiyor.
Süreç 2018 Cumhurbaşkanı seçim sürecine benzedi. Çünkü başlangıçta CHP sözcüleri, Ankara, İstanbul belediye başkanları 15 dakikada bir basının karşısına çıkıp veriler sunmaya çalıştılar. CHP adayının ne kadar önde olduğuna dair sözde somut bilgiler, rakamlar verdiler. Bunu ısrarla sürdürdüler. Gecenin belli bir saatinden sonra aynı 2018’de olduğu gibi bütün bunlar bir anda yok oldu, herkes geriye çekildi. Sonunda Tayyip Erdoğan’ın neredeyse ilk turda seçimi kazanacağı oy verilerine razı oldular. Hatırlanırsa, 2018 seçimlerinde de CHP adayı öndeydi. Tıpkı Kemal Kılıçdaroğlu gibi Muharrem İnce’de çok keskin laflar ediyordu. Bir anda oy akışı uzun bir süre durduruldu. Ondan sonra Tayyip Erdoğan çıktı “Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, ben Cumhurbaşkanlığını kazandım” dedi. Muharrem İnce de seçim böyle sonuçlanmış diyerek bütün o keskin lafları bırakarak razı oldu. Şimdi de benzer bir durum yaşandı. 14 Mayıs gecesi ne olduğunu, nelerin yaşandığını bilemiyoruz. Açığa çıkmış değildir. Gerçekten CHP sözcüleri biz bu kadar öndeyiz derken yalan mı söylüyorlardı? Eğer öyle değildiyse ne oldu bu önde olma durumu da bu kadar geriye düşüldü. Dikkat edelim çok yüksek bir oyla bütün Akdeniz’in, Ege’nin, metropollerin, Kurdistan’ın oylarını aldı. Ama sonuçta Kemal Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan’ın beş puan gerisine düştü ve CHP-Millet İttifakı denen siyasi oluşum buna razı oldu. Gerçekten sandıktan bunlar mı çıktı, yoksa birileri “susun, ikinci tur seçimi olacak ve buna razı olacaksınız” mı dedi. Dolayısıyla onlar da buna razı mı oldular, gizli anlaşmalar mı oldu? Bunu bilemiyoruz. Bir de işin bu boyutu vardır. Kimse yok diyemez. Saatlerce oy akışı durdu. Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp YSK’yi uyarmak zorunda kaldı. O süreci hatırlarsak, bu durumu rahatlıkla görürüz.
Bir de mevut seçim sonuçlarını bir bütün seçim öncesini ve seçim gününü yaşanan oyunlar, hileler, adaletsizlikler, baskı, tutuklamalar temelinde değerlendirmek lazım. Mevcut sonuçları onlardan kopuk ele alırsak gerçekten doğru analiz edememiş oluruz.
Şimdi bütün bunlara rağmen belli bir sonuç ortaya çıktı. Yapılmış hileler var. Onlar üzerinde mücadele sürüyor. Özellikle AKP, devleti de arkasına alarak Hakkari’de ortaya çıkan sonucu değiştirmek için her türlü baskıyı uyguluyor. Çünkü orası AKP ve TC için tam bir kuyruk acısı gibidir. Diğer yerlere neyse diyorlar ama tümüyle Kürt yurtseverliğinin kazandığı, TC Devleti’nden kopmuş bir Kürtlüğü kabul etmiyorlar. Buna izin vermemeye çalışıyorlar. Soykırımcı zihniyet ve siyaset hükmünü böyle icra etmeye çalışıyor. Geçmişte de benzer örnekler görüldü. Tümüyle yurtseverlerin kazandığı seçim sonuçlarını baskıyla, hileyle değiştirdiler. Yine AKP’ye bir vekil vererek bu şekilde “AKP buradan da vekil çıkarıyor, dolayısıyla her yer devlete bağlı ama devlete karşı çıkan asiler, teröristler, haydutlar var, dolayısıyla yok edilmesi gerekenler var. Zaten onlara karşı da mücadele ediyoruz” denmek isteniyor.
Tabii diğeri farklı oluyor. Kürdistan’ın her hangi bir seçim bölgesinde bütün devlet partilerinin sıfır çekmesi devlet açısından, onun temsil ettiği Kürt düşmanlığı, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti açısından farklı bir anlam ifade ediyor. Kabul edilmez görülüyor. Çünkü öyle olursa Kürtler bu zihniyet ve siyasetten tümüyle kopmuş, onu tümüyle reddetmiş oluyor. Siyaseten o sonuç ortaya çıkıyor. Tabii soykırımcı zihniyet bunu kabul etmek istemiyor. Bunu kendisi için büyük bir tehdit ve tehlike görüyor. Hem Kürt toplumunun bilinçlenmesi, mücadelesi açısından tehlikeli görüyor hem de dış siyaset açısından tehlikeli görüyor.
Bu durum “Kurdistan’ın bazı yerlerinde bu devlet hiç yok, Kürtler bu devleti kendi devletleri olarak görmüyor” izlenimi verdiği için, asimilasyoncu, soykırımcı zihniyet ve siyaset bunu kabul etmiyor. Bunu ortadan kaldırmak, böyle bir sonucu asla kabul etmemek, değiştirmek için her türlü hilleyi yapıyor. Bunu geçmişte de yaptı. Şimdi de yapıyor. Özellikle Hakkari’de seçim sonuçları üzerinde geliştirilen saldırılar bu temelde sürdürülüyor. Bunun mücadelesi halen devam ediyor.
Bu sonuçlar Cumhurbaşkanlığı seçimi açısından henüz netleşmedi. İkinci tur denen sürece kaldı. 28 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında yeniden seçim olacağı, Cumhurbaşkanı seçiminin bu temelde sonuçlanacağı ifade ediliyor. Böyle bir süreç resmen başlatılmış durumda. Buna göre yeni bir seçim süreci, yeniden bir tartışma durumu var. Nereye gider, nasıl yapılır, gerçekten hangi sonucu verir? Şimdiden bir şey diyemeyiz ama Cumhurbaşkanlığı seçimi açısından sonuç böyledir. Aslında böyle olmasını biraz da AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın istediği gözleniyor. Sözde faşist baskı ve terör ortamını maskeleyebilmek, sözde demokrasi varmış, Türkiye’de adil seçim oluyormuş, gibi bir durum yaratmak istiyorlar. Kendi gayrı meşru durumlarını bu biçimde gizlemek, maskelemek, bu tür yöntemlerle kendilerine siyasi meşruiyet sağlamak istiyorlar; Sözde Tayyip Erdoğan kazanacak ve çıkıp diyecek ki “iki turlu seçim oldu ve ben iki seçime girerek kazandım. Dolayısıyla demokratik bir ortam vardı. Böyle demokratik bir ortamda halk beni seçtiği için tam bir meşruiyete sahibim.” Bu, gayrı meşruluklarını ve bunu gizlemek için uğraş verdiklerini gösteriyor. Aynı zamanda bunu kendilerinin de bildiğini ortaya koyuyor. Kendileri de bunu görüyor, biliyorlar ama çeşitli hilelerle, oyunlarla bu durumu değiştirerek kendilerine siyasi meşruiyet kazandırmak istiyorlar.
14 Mayıs seçimlerine göre Kemal Kılıçdaroğlunun şansı artmamış azalmıştır
Cumhurbaşkanlığı seçimi ne olur? Şimdiden “Yeni bir seçime başlayalım, Tayyip Erdoğan’ı yıkalım“ deniliyor. Olur mu olmaz mı, bilemeyiz. Tabii zor bir durum. O söylenebilir. 14 Mayıs seçimlerine göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun şansı artmamış, azalmıştır. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanlığında değişimi yaratmak, bunun için çalışma yürütmek önemlidir. İstenilen sonuç elde edilememiş olsa da Cumhurbaşkanlığının alınması faşist-soykırımcı diktatörlükte bazı gedikler açacaktır. Başta öngörülen demokratik değişim tümden gerçekleşmese bile en azından faşist diktatörlüğün derinleştirilerek sürdürülmesinin önüne takoz konmuş olur. Sonraki süreçlerde değişimin önü açılır. Tabii bunun bu temelde sonuçlanması zordur. Özellikle son anda tutum takınan ve Tayyip Erdoğan’ın gidici olduğunu söyleyen birçok çevre şimdiden tutum değiştirmiş halde. Tayyip Erdoğan’la nasıl çalışılacağını tartışıyorlar. Tayyip’in kazandığını söylüyorlar. Faşist diktatörlüğe, otoriter yönetime karşı öyle kararlı bir duruş, mücadele yoktur. CHP’nin tutumunu ifade ettik. Dışarıdaki duruş da öyledir. İstek ve niyet ayrı, somut gerçeklik ayrı. Somut gerçeklik de ikinci tur seçimleri açısından Tayyip Erdoğan’ın şansının daha çok artmış olduğu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs’taki şansının bile gerisine düştüğü söylenebilir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun kazanabilmesi için daha fazla yeni ilişki ve daha fazla çaba gerekir.
Şimdi milletvekili seçimi açısından belli bir tablo ortaya çıktı. Seçim sonuçlarına bakıldığında Türkiye üç parçadır. İnsan bunu rahatlıkla görebiliyor. Daha doğrusu “TC Devleti” diye tanımlanan, Türkiye olarak ifade edilen sınır bütünlüğü ele alındığında Türkiye’nin üç parça olduğu bu seçim sonuçlarıyla bir kere daha ortaya çıktı. Öncesinden de böyle bir durum gözleniyordu.
Bu parçaların bir tanesi Kürdistan’dır. Kuzey Kurdistan yine kendi haritasını ortaya koydu. Bu sefer daha bütünlüklü ortaya koydu. Dersim’deki zaferle bunu çok daha somut kıldı. Dersim’den Serhat’a, Urfa’ya kadar uzanan bir hat var. Düşmanın Adıyaman’a, Malatya’ya, Fırat’ın Batısı’na dönük Maraş katliamından bu yana yürüttüğü soykırımcı saldırıları biliyoruz. O kırılamamıştır. Fırat’ın Batısı’nı Kürtsüzleştirme saldırılarının önü alınamamıştır. Bu açık bir durum. Buna rağmen yine de belli bir oy alımı var. Adıyaman’dan neden vekil çıkartılamamış, aslında alınan rakama göre çıkartılması gerekiyordu. Malatya, Elazığ, Maraş hattının faşist MHP tarafından istila bölgesi olarak seçildiği ve böyle bir saldırıyı elli yıldır yaşadığı açık bir gerçek. Bunlar sürüyor. Biraz da bu bölgelerde yok edilmek istenen Kürtlük kendisini Çukurova’da, Mersin’de, Adana’da ortaya koyuyor. Adana da bu seçimde biraz zayıf düştü. Aslında ittifaklar sorunu nedeniyle böyle oldu. Bir oy düşüşü değil de, ittifak hataları buna yol açtı. Ama yine de Mersin’in, Adana’nın, Antalya’ya kadar uzanan hattın sonuçları biraz da Fırat havzasındaki Kürtlüğün kendisini ifade etmesi oluyor. Orada ifade buluyor. Antep’ten Mersine kadar uzanan hat, Maraş, Adıyaman, Elazığ, Urfa hattında eritilmek istenen Kürtlüğün duruşunu temsil ediyor.
Kürdistan özgür yaşamı ve demokrasiyi temsil ediyor
Şimdi bir diğeri Akdeniz ve Ege kıyısından İstanbul’a kadar uzanan hattır. CHP ya da Millet İttifakı denen ittifakın başarılı olduğu alan orası. Bunların ortasında kalan, Orta Anadolu, Karadeniz denen alandan Ege’nin içlerine kadar da ayrı bir üçüncü bölge ortaya çıkıyor. Aslında mevcut durum üç ideolojik duruştur. Üç yaşam tarzını ifade ediyor. Kurdistan özgür yaşamı, demokrasiyi temsil ediyor. Demokratik sistemi, demokratik modernitenin gelişim alanı, onun yaşam tarzı olarak kadın özgürlüğü temelindeki özgür yaşamı, toplumculuğu ifade ediyor.
Ege ve Akdeniz kıyısında kapitalist modernitenin tümden hakim olduğu, onu dört dörtlük yaşamaya çalışan bir ideolojik duruş var. Baştan beri CHP’de temsilini bulan böyle bir Kemalist modernite durumudur. Tümüyle Avrupa’yla bütünleşmek isteyen, Avrupa modernitesinin uzantısı olarak ortaya çıkan böyle bir ideolojik duruş, yaşam tarzı duruşundan bahsedebiliriz.
Bir de bunların arasında kalan, AKP ve MHP’nin seçim kazandığı, birinci parti olduğu ırkçı-şoven-milliyetçi-Turancı faşist Türklüğe temel teşkil eden bir toplumsal, ideolojik duruş, yaşam tarzı, ayrı bir topluluk oluşturma durumu var. Bu özellikle ANAP’la, arkasından AKP ile birlikte gelişme sağladı. Kırk yılı aşan 12 Eylül döneminin ortaya çıkardığı bir yeni toplumsal yapı oluyor. AKP-MHP burada sermayesiyle, zihniyetiyle, sosyalitesiyle, yaşam tarzıyla, ideolojik duruşuyla yeni bir toplum yarattı. Bunlara “Anadolu kaplanları” da diyorlardı. Sermaye gelişimi açısından yeni modernite oluyor.
Aslında bu eğilim bir yandan Türkiye metropollerini, Ege, Akdeniz kıyılarını fethetmeye çalışıyor, diğer taraftan Orta Asya’ya kadar Türklüğü birleştirmeye çalışıyor. Böyle geniş, yayılmacı bir hedefi var. Mevcut sonuçları böyle tek tek iller, oradaki topluluklar bazında ele alıp değerlendirmek, çözümlemek mümkün ama genel planda Türkiye için böyle üç temel, ayrı hattan bahsetmek mümkün. Zaten ittifakla da seçime girildi. Her bir bölgede bu ittifaklardan bir tanesi başarılı oldu, birinci oldular. Kurdistan’da Emek ve Özgürlük İttifakı, Akdeniz ve Ege kıyılarında Millet İttifakı, İç Anadolu-Karadeniz denilen sahada da Cumhur İttifakı birinci parti oldu, oyların çoğunu aldı.
AKP iktidarının, kendi zihniyetini, siyasetini, sermayesini, örgütlülüğünü geliştirmesi, onu metropollere doğru daha fazla yaydı. Dolayısıyla metropollerden, özellikle de Millet İttifakının kazandığı alanlarda da oy kazanması, Cumhur ittifakını seçimi kazanmaya, mecliste çoğunluğa ulaşmasına neden oldu.
Aslında Millet İttifakından birincilik bekleniyordu. İçte ve dışta genel kanaat buydu. Kendi başına kazanamasa da Cumhur İttifakını geçer, birinci ittifak olur, Emek ve Özgürlük İttifakı ile birlikte mecliste çoğunluk haline gelir. Dolayısıyla cumhuriyetin ikinci yüzyılını başlatacak meclis, AKP-MHP faşizmini aşan bir çoğunluğa kavuşarak bu faşist zihniyet ve siyaseti değiştirme yönünde adımlar atabilir biçiminde tahminler, hesaplar yapılıyordu. Genel kanaat buydu. Seçim propagandalarında açığa çıkan, görünen durum da bunu yansıtıyordu.
Türkiye’de değişime büyük ihtiyaç vardı
Tahmin edilen ve beklenenin tersi bir sonuç ortaya çıktı. Bu sonuç herkeste bir şaşkınlık yarattı. Birçok çevrede şoke olma durumuna da yol açtı. Genel olarak böyle bir durum beklenmiyordu. Cumhur ittifakı, AKP-MHP bile böyle bir sonucu beklemiyordu. Onlar da daha geri plana düşmeye razı olmuş gibi bir görüntü veriyordu. Gerçekten de ortaya çıkan sonuç genelde herkes açısından sürpriz gibi bir durum oldu. O nedenle şimdi çok şey söylenemiyor. Herkes biraz sessizliğe bürünmüş durumda. Gün yirmi dört saat seçimle yatıp seçimle kalkanlar sanki böyle bir süreç yaşanmamış gibi bir anda seçimle ilişkilerini kestiler. İnsan bu durumu basında, medyada daha iyi gözlüyor. Yaşanan şoku basın üzerinden izlemek daha kolay oluyor. Orada daha iyi görülebiliyor. Ama bu sadece basına, medyaya özgü bir durum değil, genel bir durum.
Çünkü gerçekten de Türkiye’de değişime büyük bir ihtiyaç vardı. Bir defa 20 yılı aşkın süren bir AKP iktidarı var. TC tarihinde bu kadar uzun süre, süreklilik arz eden bir yönetim hiçbir zaman olmadı. Zamanlama bakımından tek parti dönemini, M. Kemal ve İsmet İnönü dönemini bile aştı. Dolayısıyla iktidarın yıpranmışlığı, toplum üzerindeki olumsuz etkileri, iç ve dış siyasetteki sonuçlarının değişimi gerektirdiğini herkes dile getiriyordu. Gerçekten de mevcut durum ciddi bir tıkanmaydı, çöküştü. Bunu sürdürmek Türkiye için iç ve dış siyasette bir felaketi ortaya çıkarabilirdi. Türkiye’yi tümden dış dünyadan kopardığı gibi içte de daha derinleşmiş bir savaşa götürebilirdi. Onun için değişim gerekliydi ve böyle bir toplumsal bilinç, duyarlılık da vardı. Herkes seçimde bu ortaya çıkacak diye bekliyordu. Fakat mevcut sonuçlar bunun tersidir. Böyle bir sonuç ortaya çıkmadı. Tahminler tutmadı, genelde öngörüler gerçekleşmedi. Neden böyle oldu? Şimdi temel soru budur. Bu temelde herhalde herkes kendi durumunu değerlendiriyordur, değerlendirecek de. İlgili siyasi güçler toplantılar yapıyordur. Zaten yeni bir cumhurbaşkanlığı süreci var, dolayısıyla cumhurbaşkanlığına taraf olan hem Cumhur İttifakı hem Millet İttifakı bir yandan yeni cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini belirlemek için toplantılar, tartışmalar yapıyor, bir yandan da milletvekili seçiminde ortaya çıkan sonuçları değerlendiriyorlar.
Yine Emek ve Özgürlük İttifakı’na dair değerlendirmeler basına çeşitli şekillerde yansıyor. Yeşil Sol Parti ve HDP yönetimleri mevcut sonucu hedeflerin başarılamaması olarak tanımladı ve bunun nedenlerini ilgili kurullarda değerlendireceklerini, sürece özeleştiri ve eleştiri temelinde yaklaşacaklarını, sorumluluğun kendilerinde olduğunu ilan ettiler.
Bu sonuç Türkiye siyasetinde AKP-MHP faşizminin yıkılarak yeni bir yönetimin kurulmasına yol açmadı, bu siyasi partilerde çok ciddi değişikliklere yol açacağa benziyor. Bu derinleşecek, partilerde değişiklikler yaratacak. Bazılarının siyasi hayatını sona erdirecek gibi görünüyor. Bu konuda ilk örnek EMEP’ten geldi, EMEP başkanı istifa etti. Kılıçdaroğlu direnmeye çalışıyor. Ama gerçekten yeniden ikinci tur seçimine katılabilecek mi? O henüz net değildir. Bazı çevreler yeniden katılmasını sağlamaya çalışıyor. Fakat bu sonuçlardan sonra bir daha seçime katılabilir mi katılamaz mı belli değildir. Katılamayabilir. Katılır da kazanırsa durum biraz değişik olur, katılır da kaybederse artık Kılıçdaroğlu’nun da siyasi hayatı sona ermiş olacak. CHP yeniden iç tartışmaya girer. Kendisine yeni başkan arar. Devleti değiştiremeseler de bu sonuçlar temelinde partilerin içinde değişiklikler olur/ olacak. Herkesi etkileyecek, hiçbir siyasi güç bu ortaya çıkan sonuçların etkisi dışında kalamaz.
Şimdi görüntü farklı iken böyle bir sonuç neden ortaya çıktı, neye dayandı? Tabii herkes açısından bu sorunun cevabı farklı. Kendileri değerlendirirler, biz fazla bir şey demeyelim ama bu konuda bazı şeyleri kamuoyuyla ilk biz paylaştık. Bunun ne kadar etkisi olacak? Kapalı kapılar ardında yapılan tartışmaları ne kadar etkileyecek? Tabii bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz ama bazı temel noktalara mevcut sonuçlar temelinde dikkat çekilebilir.
21 yıldır yönetimde olmasına ve yıpranmasına rağmen AKP ittifaklar oluşturarak yeniden kendisini seçim kazanır duruma nasıl getirdi? Önemli olan soru budur. Bazı basın organları “en çok kaybeden AKP’dir, Tayyip Erdoğan’dır” diyor, bizim adımıza da bunu yazıyor, söylüyorlar ama aslında biz öyle söylemedik. Tersi geçerlidir. Evet, AKP 7 puan geriledi, Tayyip Erdoğan girdiği seçimlerde ilk defa kazanamadı, fakat yüzde 49.5 oy aldı. Doğru, bu verilere göre kazanamadı ama birilerinin çok çok gerisine de düşmedi, hala birinci konumda. Bu nasıl oldu? Önce bunu anlamak, nedenini çözmek lazım.
Doğrudur, seçim süreci boyunca baskı uyguladı, tutuklamalar yaptı, muhalefet karşısında devlet imkanlarını kullanıyor, bin türlü hile yapıyor, depremden tutalım mültecilere kadar her şeyden yararlanmaya çalışıyor. Kendisine kazandıran her yöntemi mubah görüyor. Bunlar işin bir boyutu, içinde hile var, hurda var, devlet gücüyle seçime girme var. Eşit, adil demokratik bir seçim yok; insan satın alıyor, bol bol para dağıtıyor. Bütün bunlar doğru. Bütün sermayeye, ülkenin imkanlarına sahip oldu. Bu sermayeyi şimdi toplumun tümüne değil de partisine seçim kazandıracak şekilde kullanıyor. Bunlar birer gerçek ama bunların dışında belirttiğimiz iki önemli neden var. Bir tanesi gerçekten örgütlüdürler. Türkiye’de sistem içerisinde örgüt, parti ele alındığında AKP ve MHP kadar örgütlü güç yoktur. Parti örgütleriyle en iyi onlar çalışıyor.
Dikkat edelim bu seçim kampanyası sürecinde en az mitingi MHP ile AKP yaptı. Temel bazı mitingler yapıp tutumlarını ortaya koydular. Örneğin MHP az bir oy kaybetti ama yine de eski oy düzeyini korudu. AKP de 7 puan kaybetti ama hala birinci ve en büyük partidir. O düzeyde oy aldı. Bunda çok önemli bir etken örgütlü çalışmadır. Birey çalışmıyor örgüt çalışıyor. Seçim günü mitinglerle çalışmıyorlar, yılın her günü, her zamanında çalışıyorlar. Sokak sokak, ev ev, insan insan çalışıyorlar. Baştan beri Tayyip Erdoğan böyle bir tarzı geliştirdi, hala böyle bir parti varlığını koruyor. Bunu biraz gevşetenleri partiden attı, partide böyle bir disiplini yarattı. Bunu görmek lazım. Böylece sadece kendi kitlesine propaganda yapan olmuyor, kendi dışındaki kitleye de ulaşıyor, onlardan da oy alıyor. Tarafsız olan, arada kalanlardan en çok oyu onlar alıyor, bu çalışma yöntemi kazandırıyor.
İdeolojik duruş gösterenler kazanıyor
Diğer temel bir neden de ideolojik çalışma yapmasıdır. AKP, İslami ideolojiyi aldı Türk milliyetçiliğinin kuyruğuna taktı, güdümüne soktu. AKP MHP’lileşti. Türk İslam sentezi deniliyordu aslında İslam’ın yok edildiği, ırkçı, şoven, milliyetçi, kafatasçı, kızıl elmacı-Turancı MHP milliyetçiliğinin AKP’ye de hakim olduğu bir durum ortaya çıktı. AKP-MHP ittifakı, Cumhur İttifakı bir ideolojik duruşu temsil ediyor. Bunu görelim, buradan ideolojik duruşun, mücadelenin gücünü görelim.
Bazı çevreler, AKP’yi sadece para çalmakla, hırsızlıkla, sermayeye önem vermekle değerlendiriyor. Yine bazıları, savaşçıdır, savaş yapıyor oradan kazanıyor diyor. Bunlar da birer etken ama birinci etken ideolojik çalışmasıdır, ideolojik mücadele yürütmesidir. İdeolojik duruş göstermesidir. Bunu da MHP ideolojisinde birleşerek yapmalarıdır. Bu temelde eğitimi, kültürü, sanatı, edebiyatı, hepsini devlet imkanlarını kullanarak, cumhuriyetin ilk 50 yılındaki kazanımlarını, Kemalizm denilen şeylerin hepsini bir yana iterek, İttihat ve Terakki Türkçülüğünü, Enver Paşacılığı geliştirerek Türkiye’ye ideolojik olarak hakim kıldılar. Böyle bir toplum oluşturdular, insan eğitiyorlar, harıl harıl zihniyet oluşturuyorlar. Kemikleşmiş bir kitleleri var. Türkiye’nin çok önemli bir bölümünde hakimiyet kurmuş. İnsanları, gençliği, kadınları eğitip zihni olarak kazanıyorlar. Bu anlamda bir ideolojik duruşları, mücadeleleri, çalışmaları var. Onunla kazanıyorlar.
Türkiye’nin zihniyet yapısını, sosyolojisini, toplumsal yapısını değiştirdiler. Yeni bir topluluk, sınıf, zihniyet ortaya çıkardılar, tarih bilincinden yaşam tarzı ve dünya bakışına kadar bir bilinç, bakış açısı oluşturdular. Dikkat edilirse ideolojik duruş gösterenler oy alıyor. PKK de Kürt yurtseverliğini geliştirdi, Kürt toplumunda da hakim olan duruş ideolojik duruştur. Herhangi bir ekonomik imkan, sosyal imkan vermiyor. Hatta huzur bile vermiyor. Savaş içine çekiyor ama zihniyet oluşturuyor, yeni bir düşünce, duygu geliştiriyor. Yurtseverliği hakim kılıyor. Kurdistan’da da benzer duruş vardır.
AKP-MHP ile PKK mücadelesinin yüzde 80’den fazlası esas olarak bir ideolojik çatışma, ideolojik mücadeledir. Ekonomik, sosyal, siyasal mücadele alanları tali alanlardır. Yüzde 20’sinin içinde yer alanlardır, esas mücadele ideolojik mücadeledir. Aslında esas çalışma ideolojik çalışmadır. Dolayısıyla şu görülüyor; ideolojik çalışmayı önemseyen, esas alan partiler gelişme sağlıyorlar, toplumda etkinlik kazanıyorlar, toplumsal temel oluşturuyorlar. Böyle yapmayanlar kaybediyor.
CHP neye dayanıyor? CHP de hala tümden yok olmadıysa kısmi de olsa Avrupa standartlarındaki kapitalist, modernist yaşam tarzını esas almaları, temsil etmeleri, bunu yaşatmalarına dayanıyor. Buna yatkın toplumsal kesimleri bilinçlendirmeleri, eğitmelerine dayanıyor. Metropollerde hala AKP-MHP hakim olamadıysa, CHP varlığını sürdürüyorsa orada da bir ideolojik duruş var. Ama CHP buna sahip çıkamadı, 1970-80 öncesindeki gibi, yine tek parti döneminde, İsmet İnönü döneminde olduğu gibi ideolojik olarak bu yaşam tarzına sahip çıkamadı. Kemalist resmi ideolojiyi, kapitalist moderniteyi, Batıcılığı hakim kılamadı. Bunun mücadelesini veremedi. AKP-MHP’nin ideolojik saldırılarına karşı ideolojik duruş ve mücadele, onlara karşı bir ideolojik çalışma yürütemedi, yürütemiyor.
Tersine, Millet İttifakı Cumhur İttifakından öyle farklı, somut bir şey ortaya koymadı. Ne dedi? “Başkanlık sistemini kaldırıp yerine parlamenter sistemi koyacağız” dedi. Yani 5 sene önceki sistemi yeniden getirecek. Bir yenilik var mı? Hayır! Zaten o sistem 5 sene önce vardı. Krize, çıkmaza girdi, çözüm üretemez hale geldi de Tayyip Erdoğan o çözümsüzlüğe dayanarak bu sistemi getirdi. Dolayısıyla Millet İttifakının söylediği bir geriye dönüştür.
Aslında restorasyon dediğimiz budur. Çözüm üretemiyor. Mevcut rejimde yaratacağı gerçek bir değişimi de yok. Sadece siyasi sistemde yapacağı dar bir değişiklikten bahsediyor. Yani çok yüzeysel, basit, şematik bir değişiklik, değişim isteme durumu var. İşin özünde, ideolojik olarak herhangi bir değişiklik yok. Tarih, toplum, yaşam anlayışı ve zihniyetinde bir değiştirme yoktur. Sadece böyle bir değişikliği öngördüler. Çok sığ, çok yüzeysel kalındı, dolayısıyla bu durum insanlara çok bir şey kazandırmaz.
Çoğu insan bunu bir kör dövüşü biçiminde anladı. Hatta eskinin başarı getirdiğine, getireceğine inandırmak zor oldu. Zaten kimse de buna inanmaz. Öyle olsaydı bu sistem ortaya çıkmazdı, değişmezdi. Dolayısıyla onunla insanları inandırmaları, etkilemeleri zordur. Ona karşı AKP-MHP’nin argümanları toplumda daha güçlü, etkileyici, söylemleri daha inandırıcı oldu. Geçmişi ortaya koyuyor, değişiklik bunun için oldu diyorlar. Dolayısıyla etkili oluyorlar.
Şimdi bu bakımdan Millet İttifakı bu sonuçlardan daha çok etkilenecek. Güya adaydı, yeni yönetim olacaktı, anlaşılıyor ki şimdi varlığını da sürdüremeyecek. Kendi iç çatışmaları, çelişkileri orada ortaya çıkacak, dağılma yaşayacaklar. Neden? Niye böyle oldu? İktidar olacaklarını sanırken şimdi en çok kaybeden konumuna düşüyorlar? Hata yaptılar da ondan. Kendi yaklaşımlarından kaynaklandı. AKP-MHP’de olanlar, onlarda yoktur. Örneğin böyle bir parti çalışması yoktur. O düzeyde yapmıyorlar. Daha çok kendi kendilerine propaganda ettiler, kendi tabanlarına hitap ettiler.
Seçim çalışmaları da öyle oldu. AKP-MHP gibi örgütlü parti değiller. Parti örgütlülükleri çok gevşektir, tabanda, derinde kitle çalışması yapan bir parti konumunda değiller, üst-elit, bürokratik bir siyaset, parti anlayışları var.
Diğer yandan ittifakta hata yaptılar. Öncelikle Meral Akşener’in ayrılıp geri dönüşü ittifaka zarar verdi, kaybettirdi. Diğer yandan CHP karşıtı olan diğer dört partinin CHP listesinden seçime girişi ne CHP’ye bir şey kazandırdı ne de diğer partilerin gücünü ortaya çıkardı. Belli ki hiçbir partinin tabanı bu ittifakı kabul etmedi, benimsemedi, bu doğal bir durumdu da.
AKP-MHP faşizmini, Kürtler ve demokratik güçler geriletti
Hata yaptılar. Cumhuriyet boyunca çatışma halinde olan, kavga eden iki akımı getirdiler CHP’nin içinde birleştirdiler, ne CHP içine girenler CHP’ye oy verdi, ne CHP’liler onlara oy verdi. Dıştan, yüzeysel bakıldığında çok birlik halinde seçime girdikleri gibi bir görüntü vardı. CHP’nin, Millet ittifakının birinci olacağını düşünen bakışı böyle yanıldı. Bu yanılgıyı yaşadık. Çok bütünlüklü olduklarını, bunun seçim sonuçlarına yansıyacağını düşündük. Oylarını aritmetik olarak topladığımızda yüksek çıkıyordu. Ama gördük ki seçim aritmetik toplamdan oluşmuyor.
Tersine hiçbir şey kazandırmadı. Zaten bundan önceki seçimde CHP’nin oy oranı yüzde 22’ydi. Ondan önceki seçimde ise yüzde 25’ti. Şu anda da yüzde 25’tir. Şimdi altı parti ve bir de Mustafa Sarıgül seçime girdi. Eğer CHP bu ise diğer partiler nerede, yok diğer partilerin gücü buradaysa CHP nerede? Herkes bu soruları soracak, ortada herhangi bir kazanım yok. Oysa bu konuda Cumhur İttifakı, ittifak siyasetini de doğru yürüttü. AKP yüzde 7 oy düşüşünü, bazı küçük partileri katarak telafi etti. Cumhur İttifakını tekrar böyle bir temelde birinci ittifak haline getirdi. Yani AKP’ye, ittifaka oy kazandırdı. AKP’nin kaybettiklerini o partilerle telafi etti.
Diğer yandan CHP ve AKP’den kopan partiler, geçmişte de AKP’ye karşı mücadele etmediler. Bir defa AKP’den kopanlar AKP’ye karşı açık, net, kesin bir mücadele yürütmediler. Adeta korku, ürküntü içerisinde küçük grup halinde kaldılar. Adeta CHP’ye sığındılar, CHP’nin sırtından onlarca milletvekilliği kazandılar. Elbette ki bu yönetimden CHP’nin tabanı bunun hesabını soracak.
CHP de, Kemal Kılıçdaroğlu yönetimi de aslında AKP’ye karşı, AKP-MHP ittifakına karşı doğru, etkili bir mücadele yürütmedi. Yıkılacağını düşündü ve yerine ben geçeyim diyerek iktidar olma hevesine kapıldı. Öyle bir irade gösterir gibi oldu ama o kendi mücadelesinin sonucunda olmadı. Kürtler, demokratik güçler, kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler mücadele etti, AKP-MHP faşizmini geriletti.
Bir de süreç uzadı. AKP ve yönetimi iyice yıprandı. Artık o aşılır, çökecek, yeni yönetim gelecek, o zaman yenisi biz olalım, boşluğu biz dolduralım diye böyle kurnazca bir yaklaşım içine girdiler. Kendileri mücadele etmeden başkalarının mücadelesinin ortaya çıkardığı sonuçları kendi tekellerine almak istediler, o kurnazlık siyaseti tutmadı.
Diğer yandan, geçmişte de mücadele etmediler. AKP’nin sıkıştığı, temel ideolojik duruşun gerektiği her yerde CHP destek verdi. Altılı masa, Millet İttifakı denilen ittifak ortaya koyduğu belgelerde de biraz ekonomik sorunları dillendirdi, bir de çok basit yüzeysel bir biçimde sistem değişikliğinden bahsetti. Onun dışında Türkiye’nin temel sorunlarını gündeme getirip, bunlara çözüm öneren bir yeni siyaset ortaya koyamadılar. Kürt sorununu hiç tartışma gündemine bile almadılar. Kadın sorununa sahip çıkmadılar, yine gençliğe ilişkin “hey gençler sizin hayalleriniz benim hedefimdir” diye seçim kürsülerinde birkaç şey söylese de Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir programı yoktu. Bu söylem gençliği inandırmadı.
Kısaca AKP-MHP’yi aşan bir siyasi duruş ortaya koyamadılar. Savaş sorununu nasıl çözeceklerine dair net bir politika belirleyemediler. İdeolojik ve siyasi olarak AKP-MHP’yi tümüyle aşmış, onların dışında, karşısında alternatif ideolojik- politik duruş gösteren temelde olamadılar. Böyle hiçbir temel soruna yeterince sahip çıkmadılar.
Geçmişte AKP’ye en zor anda, en temel desteği onlar verdi. Herkes koltuk değneği olduklarını biliyor. Bizim geçmişteki kanımız şuydu: Tayyip Erdoğan’dan önce Kemal Kılıçdaroğlu gitmeli. Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başında kaldıkça Tayyip Erdoğan iktidardan düşürülemez. Bunu defalarca dile getirdik, paylaştık. Sanki şimdi bir kez daha doğrulanan bu oluyor. Halbuki bu seçimde gerçekten bu düşüncemiz yanlış mı çıkacak, gelişmeler değişik bir durum ortaya çıkarır mı diye bekledik. Kuşkusuz isteğimiz bu yönlüydü. Fakat tekrardan eski düşüncemizin haklılığı bir ölçüde ortaya çıktı. 28 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan kazanırsa eski düşüncemiz tam doğrulanmış olacak.
Peki bu niye böyle? Çünkü gerçekten de temel sorunlarda ayrı bir düşüncesi yoktur. AKP’nin MHP ile birlikte Kemalizm’i ortadan kaldırıp yerine Enverciliği geçirmesi yönündeki çabalarının hiçbirisine karşı çıkmadı. Sanat, edebiyat, kültür çalışmalarında AKP-MHP Türkiye’nin eski sanat birikimini ezerken o sanatçılara sahip çıkmadı, göz yumdu, seyretti. Onlara sahip çıkarak kendilerine oy veren Avrupa modernitesinin yaşam tarzını aktif savunan, bu temelde AKP-MHP’yi eleştiren, ona karşı mücadele eden bir tutum göstermediler. Dolayısıyla onların yöntemiyle AKP-MHP aşılamaz. Bunu insan net ifade edebilir.
Yeşil Sol Parti İle TİP’in aynı listede seçime girmemesi büyük bir hataydı
Emek ve Özgürlük İttifakı birçok açıdan değerlendirilebilir. Hala particilik açısından zayıftırlar. Bunlar da hala elit kalıyor. Üst politika yürütüyorlar, toplumcu değiller, toplumun içinde çalışan, örgütlenen, toplumu eğiten, örgütleyen partiler konumunda değiller. Kendilerini sol, sosyalist, özgürlükçü tanımlamalarına rağmen toplumdan kopuklar. Bürokratik yapıları, yaklaşımları çok önde. Dolayısıyla toplum içinde çalışma yürütmüyorlar. Biraz öyle heyecana kapılıyorlar, özgürlük hareketinin yarattığı hazır kitleye dayanıyorlar, nasıl olsa kitle hazır, çok fazla gerek yok gibi bir havaları var. Öyle olmaz.
Bu seçimler gösterdi ki halk içinde çalışılmazsa, kitleler eğitilip örgütlendirilmezse kazanılmıyor. Yani öyle oy çantada keklik değildir. Çok çalışan, kitlelere giden, kitleleri eğitip örgütleyen kazanıyor. Emek ve Özgürlük İttifakı partilerinin de böyle bir sorunu var. Bu seçim açısından ittifak politikalarında hata çok oldu. Daha çok sol-sosyalist, demokratik ittifakı öne çıkardılar, oraya kaydılar. Kuşkusuz bu hatalı değildi. Türkiye’deki demokratikleşmenin temeli sol, sosyalist olmak zorunda. Fakat bu güçleri birleştiremediler. Emek ve Özgürlük ittifakı seçime bir listede giremedi. Buradaki durum CHP’deki gibi değildir, CHP’nin diğer partilerle seçime girmesi oy kaybına yol açtı ama Emek ve Özgürlük İttifakı için tersi doğruydu. Bir partide girmeleri onlara oy kazandıracaktı. Hatta aritmetik hesabın ötesinde sinerji yaratarak her partinin gücünü aşan düzeyde oy elde edeceklerdi. Fakat onu yaratamadılar. Yeşil Sol Parti ile TİP’in aynı listede seçime girememesi büyük bir hataydı. Yine Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nın Emek ve Özgürlük İttifakı’na çekilememesi durumu var. Sonuç olarak sol-demokratik ittifakı öne çıkardılar ama onları da birleştiremediler.
Kürt ittifakını biraz gerçekleştirmeye çalıştılar. AKP, Hizbulkontrayı ittifaka çekerek bunu darbeledi. “Kürdi İttifak” denilen gelişmeleri önlemek için hemen Hüda-Par’ı yanına çekti. Sol dışında kalan İslami çevreleri demokrasi ittifakının içine çekemediler. Geçmişte Demokratik İslam Hareketi vardı, onlar önemli bir güçtüler. Mesele sadece sol ittifak değil. Esası o olabilir ama tüm demokratik güçleri kapsayan bir ittifak olmalıydı. Böyle bir ittifak oluşturamadılar. İttifak politikalarını başta ele alıp, değerlendirerek, tartışarak başarılı bir biçimde uygulayamadılar. Öyle olacağı seçimin başlangıcında belliydi. Tek listeyle girmeyince oylar bölünecekti, nitekim bölündü de. Şimdi 12 milletvekilinin bundan dolayı kaybedildiğini belirtiyorlar. Bu da tartışmaya yol açacak.
Diğer bir nokta ise propagandayı sadece kendilerine yapmış olmaları durumudur. Emek Özgürlük ittifakı, Yeşil Sol parti daha çok kendi tabanını harekete geçirdi. Coşku, heyecan yarattı. Biz de bütün kitleleri harekete geçirdiğini düşündük. Ama öyle değildi. Kendi kitlelerini bu denli ağır baskı, zulüm, katliam altında bu kadar coşkulu kılmaları ulaşılan moral düzeyi bakımından gerekliydi, iyiydi, yanlış değildi ama yetersizdi. Sadece onunla kalınamazdı. Bu kendi kendine propaganda, ajitasyon yapma, kendi kendini inandırma oluyor. Oysa kendi kendimizi ikna etme sorunumuz yoktu, başkalarını kazanma sorunumuz vardı. Aslında seçim çalışmaları bunun üzerine oturmalıydı. Orada da eksiklik oldu.
Şimdi bundan sonra ne olacak? 28 Mayıs’ta gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimi bir daha bu yoğunlukta olmaz. Esas olan biraz da parlamento seçimiydi. Herkes kendi temsilcisini parlamentoya göndermek, parlamentoda görmek istiyordu.
Bütün bunlardan çıkartacağımız sonuç nedir? Evet, çok yönlü olmak, bütünlüklü çalışmak önemli ama esas duruş ideolojik duruştur, esas çalışma ideolojik çalışmadır. Esas mücadele ideolojik mücadeledir. Bir defa bu gerçeği görmemiz gerekiyor. İdeolojiden kaçan, dar siyasetle, yüzeysel bir coşku ve heyecanla toplum yönlendirilemez. Devrimci gelişme, değişiklik yaratılamaz, geniş kitleler kazanılamaz. Toplumu eğitmek gerek, eğitim de yüzeysel bir ajitasyonla olmaz. Derinlikli bir ideolojik çalışmayla, propagandayla, sanatla, edebiyatla, kültürel devrimle olur. AKP-MHP yeni bir topluluk oluşturdu. Kürtler de bir duruş gösteriyorlarsa aslında Önder Apo’nun çalışmalarının ortaya çıkardığı ideolojik, kültürel gelişme sonucundadır. Bunu görmemiz lazım. Zaten bunu bildikleri için, Kürt toplumunda kafa karışıklığı yaratmak için hep Önderliği gündeme getirdiler. Dikkat edelim seçim tartışmaları sürecinde, bu yönlü bir değişiklik yaratmak istediler.
Şimdi Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırsa en azından siyasi mücadeleyle yeni bir erken seçim ve yeniden faşist zihniyet ve siyaseti aşma imkanı ortaya çıkabilir. Öyle olmazsa ki daha güçlü olasılık odur, o zaman AKP-MHP faşizmi saldırılarını artırmak suretiyle siyasi olarak kendi çizgisini izleyecek. Bu konuda AKP’nin yarattığı bir taban var. Onu daha da kemikleştirmek ve geliştirmek için çalışacak. Karşısında alternatif bırakmamak için de faşist-soykırımcı saldırıları daha çok geliştirecek. Özellikle Kürtlere ve Kurdistan’a saldıracak, kendisini teşhir edenin, zayıf düşürenin Kürtler ve Kurdistan olduğunu zaten görüyor, biliyor. Bunu bu seçimde bir kere daha gördü. Dolayısıyla saldırılarını sürdürecek, toplumu göçertmeye, katliam, baskıyla egemenlik altına almaya çalışacak. İdeolojik, kültürel saldırılarla daha fazla asimile etmeye çalışacak. Dolayısıyla bunu devam eden tarihi bir süreç olarak tanımladık. Herhangi bir değişiklik olmadı. Mücadele daha da çok gelişerek, derinleşerek sürecek.
Yeni dönemde demokratik siyaset hiç işlemeyebilir
Şimdi, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına nasıl girilecek? Bu sorunun cevabı hala karmaşıktır. Hala böyle yeni bir başlangıç olsun, Kürt sorununun demokratik çözümü ekseninde Türkiye’nin demokratikleşmesi gelişsin, Demokratik Cumhuriyet, demokratik Türkiye ortaya çıksın hedefi besbelli ki ortaya çıkan seçim sonuçlarıyla olmaz. Tersine Türkiye’nin durumu daha karmaşık olacak, faşist-soykırımcı saldırılar daha da artacak. Bu sonuçlarla AKP-MHP ittifakı, CHP’yi, onunla ortaklık yapanları daha da ezmeye çalışacak. Dolayısıyla iç çelişkiler daha çok artacak, ne düzeyde çatışmaya dönüşür bilemeyiz. Fakat ne olursa olsun şimdiye kadar olduğu gibi faşist saldırıların yoğunluğu Kurdistan’a, Kürtlere dönük olacak.
Tayyip Erdoğan bu dönemi “şahlanış dönemi” olarak tanımladı. Kendisi şahlanırken karşısındakileri ezmeyi ifade ediyor. Dolayısıyla fırsat bulurlarsa Kürt’ü, Kurdistan’ı daha çok ezmeyi hedefleyen bir saldırı pozisyonuna girmeye çalışacaklar. Zaten biz de daha öncesinden bunları değerlendirmiş, hazırlıklı olunması yönünde uyarılar yapmıştık. Son 8 senedir yaşanan bu yoğunlaştırılmış mücadele süreci derinleşerek devam ediyor ve edecek de. Siyasi ve askeri mücadele sürecek.
Askeri mücadeleyi de yeterli hale getirmenin yol ve yöntemlerini bulmamız lazım. Bir ihtimal olarak bu dönemde bu daha çok ön plana çıkabilir. Demokratik siyaset hiç işlemeyebilir. Geçmişteki durum sürmeyebilir. Çünkü yakın geçmişte yerel yönetimlerin üzerine gelip belediyeleri yok etti. Şimdi büyük ihtimalle cumhurbaşkanlığını da kazanırsalar çeşitli biçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı’nı meclisten atmaya çalışacaklar. Meclis artık eskisi gibi bir mücadele gücü, rolü oynayamaz hale gelebilir. O halde siyasi mücadele daha çok geriye itilip savaş daha çok öne çıkabilecek, bunu bilmemiz lazım. Ona göre de varlık ve özgürlüğü sürdürebilmek açısından yeni alanlarda faşist-soykırımcı saldırıları karşılayacak bir savaş durumunu geliştirebilmemiz gerekir.
Fakat her halükarda bizim ihmal etmeyeceğimiz şey ideolojik mücadeledir, ideolojik çalışma, ideolojik gelişmelerdir. Bu düşmanın ideolojik saldırılarını, asimilasyonunu göğüsleyecek, Kürt toplumunu kendi yurtseverlik gerçeği temelinde eğitecek, bilinçlendirecek, örgütlü kılacak bir çalışma yürütmektir. Siyaset de buna dayanır, savaş da. İdeolojik çalışma ve eğitim toplumda olmazsa ne siyaset başarılı olur ne askerlik. Toplumdan kopuk siyaset, askeri çalışma olmaz. Bizim de en çok değerlendirmemiz, ders çıkartmamız gereken bir yan da bu oluyor. Çünkü, bizde fazla dar askeri ve siyasi yaklaşım var. Siyasi ve askeri mücadelenin temelinin ideolojik mücadele olduğunu, eğitilmiş ve örgütlendirilmiş topluma dayandığını, siyasi ve askeri mücadelenin böyle bir toplum temelinde yürütüldüğünü görmüyoruz, görmek istemiyoruz. Toplumdan kopuk duruyoruz. Öyle bir toplumsal çalışmaya girmiyoruz. Dolayısıyla siyasetimiz üst siyaset oluyor, savaşımız bir öncü savaşı, dağ ile sınırlanmış gerillanın savaşı olarak kalıyor. Bu durum bizi çok fazla daraltıyor. Kesinlikle böyle bir duruma düşmemek lazım.
Biz daha önce olası seçim sonuçları üzerinde tartışma yürütmüştük. Birinci ihtimal olarak eğer AKP-MHP seçimi kazanırsa ki mecliste bu gerçekleşti, cumhurbaşkanlığını da alırsa bu ihtimal gerçekleşmiş olacak. İkinci bir ihtimal, taraflar başa baş gidecek ve kendilerinin kazandığını iddia edecek. Üçüncü ihtimal olarak da AKP-MHP faşizmi yıkılacak, Emek ve Özgürlük İttifakının desteğiyle Millet İttifakı hükümet kurar hale gelecek. Böyle olursa, mücadeleyi yeni yöntemlerle sürdürmek, değişimi, devrimi sürekli kılıp ilerletmek gerekir dedik. İkincisi olursa; bir iç savaşa gidecek, böyle bir savaşa hazırlıklı olmalıyız, daha büyük bir savaş olur, birçok güç savaşa girer biz de öyle bir pozisyonda oluruz. Büyük ihtimal bu da gelişir buna hazırlıklı olalım dedik.
Tabii en kötü ihtimalin birinci ihtimal olacağını belirttik. Öyle olursa faşizm dolu dizgin saldıracak. Esas olarak kendine meşruiyet kazandırmak için hedefi PKK ve Kürtler olacak. O halde bizim buna karşı daha güçlü hazırlıklarımız olmalı. Çünkü, şimdiye kadar olduğu gibi, hatta onu aşan düzeyde önümüzdeki dönemin anti-faşist mücadelesi PKK’nin ve Kürtlerin omuzuna binecek. Bu mücadelenin yükünü PKK ve Kürtler taşıyacak. O halde bu, mücadelenin daha çok derinleşmesi, yoğunlaşması olacak. Buna hazırlıklı olmalıyız, bu mücadeleyi sadece askeri boyutla da sınırlandırmamalıyız, siyasi-askeri, esas olarak da ideolojik, tüm boyutlarda çok yönlü yürütebilmeliyiz. Bunun için de hazırlıklarımız olmalı. Şimdi bu birinci ihtimal gerçekleşiyor gibi.
Kürt Toplumunu duruşlarından dolayı selamlıyoruz
Tabii faşist-soykırımcı saldırılar geliştiğinde hedefin PKK ve Kürtler olacağı, bunun şimdiye kadar olandan daha fazla olacağı da açık. Çünkü seçimde faşizme geçit vermeyen Kurdistan ve Kürtler oldu. Tayyip Erdoğan’ın birinci turda seçilmesini engelleyen Kürtler oldu. Dolayısıyla kedine karşı çıktı diye şimdiye kadar var olandan daha fazla Kürt toplumunu düşman görecek. Zaten yanındaki ortakları MHP ve Hizbul kontra yeminli Kürt düşmanlarıdır. Özgür Kürde düşmanlar, saldırı halindeler. Dolayısıyla daha fazla Kürt düşmanlığında derinleşecekler. Kürt katliamları gerçekleştirmekte daha saldırgan hale gelecekler.
O halde var olmak ve özgür yaşamak için bu saldırıları göğüsleyecek, kıracak bir mücadele duruşunu, iradesini ve pratiğini her alanda ideolojik, siyasi, askeri tüm boyutlarda gösterebilmek gerekiyor. Zor gibi gelebilir ama kolay başarı insanı fazla ilerletmez, güçlendirmez. Önemli olan zoru yenmek, zor ortamlarda başarı kazanabilmektir. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye bir dönem daha çok karışık, karmaşık bir çatışma dönemini yaşayacak. Çeşitli güçler de bundan yararlanmaya çalışabilir, bunu teşvik edebilir. Faşizm, ezmek için saldıracak fakat buna karşı direnişin de dayanağı, desteği olacak.
Bakın, Kurdistan toplumu ayakta, dikkat edilirse herhangi bir gerileme yok. Gerçekten de seçime katılımlarını da, özgürlükçü, eşitlikçi çizgiyi desteklemelerini de selamlıyor ve kutluyoruz. Kürt toplumu böyle bir duruş gösterdi. Faşist-sömürgeci-soykırımcı siyasete karşı özgürlük için, demokrasi için, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleye her şeyini verecek bir düzeyi bir kere daha ortaya koydu. Bu, Türkiye’ye de önemli ölçüde yayılıyor. Birçok alanda alınan oylar bunu gösterdi. Kurdistan’ın dışına da epeyce taşmış durumda. Bu mücadele giderek Türkiye genelinde daha çok dayanak, destek bulabilir.
Dış çevreler de çıkarcıdır. Tayyip Erdoğan’ın zayıf konumundan yararlanıp ekonomik, siyasi çıkar sağlamaya çalışacaklar; ama yine de Tayyip Erdoğan’sız bir Türkiye’yle daha iyi yürürüz kanaatine varmışlardı. Onun için tümden karşı çıkıp reddetmeseler de eskisi kadar Tayyip Erdoğan yönetimiyle birlik olmayacaklar. Dolayısıyla AKP-MHP faşizmi için dış alan da daha çok daralmıştır. DAİŞ, İhvanı Müslim’in tehdidiyle dış dünyayı, ABD ve Avrupa siyasetini korkutuyor. Dolayısıyla mücadele etmek isteyenler dayanak ve güç bulabilirler. Ama mücadele de bedel istiyor, cesaret ve fedakarlık istiyor, yaratıcılık istiyor. Bunlar gösterilirse başarılı olunur. Zaten halklarımız için, yurtsever ve demokratik güçler için, faşizme karşı mücadeleyi başarıya götürmekten başka bir sonuç da kabul edilemez.