1990’lara girişle birlikte başını ABD-İngiltere’nin çektiği uluslararası emperyalist koalisyon güçleri, sömürgeci soykırımcı Saddam diktatörlüğüne saldırarak 3. Dünya Savaşı’nı başlatmışlardır. 32. yılına giren bu savaş, günümüzde genişleyip derinlik kazanarak, Ortadoğu’dan dünyanın farklı yerlerine yayılmaktadır. Kapitalist modernitenin var olan sorun ve çıkmazlarına çözüm üretme kapasitesini her bakımdan yitirmesi, reel sosyalizmin çözülmesiyle birlikte gizlenemez ve dayanılamaz sonuçlarıyla açığa çıkmıştır. Giderek derinleşen kapitalist modernite sisteminde ortaya çıkan sorunlar bir kriz ve kaosu durumunu da yaratmıştır. Bu kaos durumundan çıkış için sıcak savaş seçeneğini yürürlüğe koymuşlardır. 1990’lı yıllarda başlayan 3. Dünya Paylaşım Savaşı, Kürdistan merkezli olmakla birlikte Ortadoğu’dan Avrupa içlerine kadar yayılmış bulunmaktadır. Savaşın tahribatları tüm sonuçlarıyla insanlığa yansırken, devrimci gelişmenin imkanları da ortaya çıkmaktadır.
Kutsanan ulus devlet gerçeği
3. Dünya Paylaşım Savaşı kendine has özellikleriyle sürmektedir. Kuşkusuz dünya savaşlarının ortak özellikleri bulunmaktadır. Bu özelliklerin başında kapitalist modernitenin kutsadığı ulus devlet sınırları, yaratımları en fazla üzerinde oynanan, ileri-geri çekilen, genişletilen veya daraltılan sınırları olmaktadır. Hiç değişmeyecekmiş gibi ele alınan, dokunulmaz kılınan uluslararası hukuk vb ile de tahkim edilen ulus devlet sınırlarının ne kadar kırılgan, zayıf olduğu en fazla dünya savaşları sürecinde ortaya çıkmıştır. SSCB ve Yugoslavya’nın yanı sıra Ortadoğu’da da bu durum, tüm boyutlarıyla görülmüştür. Örneğin Libya, Irak, Yemen, Etiyopya, İran, Afganistan, Hindistan vb devletler kaç parça olacak, Ukrayna-Rus savaşında hangi devlet veya devletçikler ortaya çıkacak belirsizliğini korumaktadır. Yine İspanya ve İngiltere’nin var olan statülerini ne kadar koruyacağı veya bunların neye dönüşeceği de tartışmalıdır. Güney Amerika’da da durum çok farklı değildir.
Kapitalist modernite esas olarak bir savaş sistemidir. Oluşum sürecindeki ulus-devletlerin azami kar ve endüstriyalizm mayasında zor vardır. Başta Güney Amerika olmak üzere, Afrika ve Asya’da geliştirilen sömürgeciliğin halklara, kültürlere ve inançlara karşı nasıl bir soykırıma dönüştüğünün derin ve silinmez izleri insanlık hafızasındaki yerini korumaktadır.
Oluşan ulus devletler farklı ulusal, kültürel ve dinsel farklılıkları, toprakları ile birlikte ele geçirmek temelinde kurumsallaşırlar. Bölgesel veya dünya savaşları kapitalist modernitenin üzerinde yükseldiği ulus-devlet modellerinin oluşturulması için aranıp da bulunamayan büyük fırsatlar sunar. Çokça ittifaklar kurulup dağıtılır. Amaç, var olan güç ilişkilerini kendi lehlerine en azami çıkarlar temelinde kullanmak ve bu temelde kapitalist modernite sistemini güvence altına almaktır.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı başladığında belki savaşı planlayanlar gerçeğe yakın bazı öngörülerde bulunabiliyorlardı. Fakat tümüyle bu konuda kesin bir planlamada bulunmak ve bunda diretmek mümkün olmamıştır. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde birçok ulus devlet veya manda devlet statüleri oluşmuştur.
Bu konuda sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı süreç önemli veriler sunmaktadır. Birinci Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde başlayan, savaş ortamında belirginlik kazanan ve savaş sonrası kesinleşen parçalanmalar, birçok ulus devlet veya bunun bir ön aşaması olan manda devletlerin güçlü zeminini oluşturmuştur. Tabi bu oluşumlar sürecinde nüfus takasları ve çıkarılan iskan kanunları temelinde halkların ve inançların soykırımdan geçirilmesi gibi durumlar da yaşanmıştır. Benzer şeyler Çarlık Rusya’sı, İran gibi yerlerde de yaşanmıştır.
Osmanlı halkların mezarlığı haline gelmiştir
Bu konuyu daha fazla genellemelere boğmadan, somut olarak soykırımcı, sömürgeci Türk devletinin, Kürdistan üzerinde yürüttüğü soykırım stratejisine dayanan savaş politikasını değerlendirmek istiyoruz.
Sömürgeci Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bir halklar, inançlar hapishanesi ve mezarıdır. Bin yıl öncesine dönerek bugüne doğru bir yolculuk yapacak olursak; Türk ulus devletinin kökenini oluşturan ve Türklerden oluşan topluluklar, başka halkları ve inançları bulundukları topraklardan zorla göçertme, fiziki soykırım veya kendisine benzetme yoluyla bir taraftan Osmanlı zindanına alırken öte yandan kılıçtan geçirerek o toprakları halkların mezarlığı haline getirmiştir. Halklara ve inançlara adeta kendi mezarları kazdırılmıştır.
Bugün Anadolu coğrafyası adını verdikleri yarım ada Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin ve daha farklı ulusal-kültürel toplulukların, inançların üzerinde yoğunca yaşadıkları bir toprak parçasıydı. Fakat Birinci Dünya Savaşı koşullarında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin soykırımcı yöneticileri, bir tür halklar mozaiği olan bu bölgeyi Türkleştirme temelinde kendileri için anayurt haline getirme stratejisini uygulamışlardır. Bunun için de Alman emperyalistlerinden güç ve perspektif alarak, Türk ulusunun inşası temelinde bu coğrafyada bir Türk devletinin nasıl kurulacağını planlamışlardır. Bu temelde Anadolu ve Kürdistan’da yaşayan halklar, kültürler ve inançlar soykırıma tabi tutulmuşlardır. Bu soykırım uygulamalarını ya Rumlara yaptıkları gibi nüfus mübadelesiyle ya Ermeni, Asuri- Süryani-Keldanilere yaptıkları gibi tehcir ederek yurtlarından sürme ve kılıçtan geçirme ya da Kürtlere yaptıkları gibi fiziksel katliamların yanı sıra ulusal-kültürel kimliklerini inkar edip yok etmeye çalışarak kültürel soykırım sistemine alma olarak geliştirilmiştir. Böylece kapitalist modernite sisteminin bölgedeki güvencesi için böylesi bir ulus devlet ortaya çıkarılmıştır. Sonuç olarak bölge kan gölüne dönüştürülmüştür. Unutulmamalıdır ki, kapitalist modernitenin bir icadı olan her ulus-devletin temelinde bir kan gölü vardır.
Sömürgeci ve soykırımcı Türk devleti, Kürt halkının inkarı ve soykırım sistemi altına alınması, Asuri ve Ermeni halklarının yok edilmesi ile Alevi inancının tasfiye edilerek Sünnileştirilmeye çalışılması temelinde kurulmuştur. Bunu adeta bir Türk varoluş, kendini yaşatma ve genişleme kanunu olarak uygulamışlardır. Bu toprakların öz sahipleri olmadıklarından her zaman bu toprakların gerçek sahiplerinin bir gün harekete geçerek, Osmanlı-Türk egemenliğine karşı mücadeleyi yükseltip özgürlüklerini kazanacaklarını düşündüler. Bu nedenle her zaman halklara, kültür ve inançlara saldırarak, onları güçsüz düşürüp direnmez ve geleceklerinden umutsuz bırakarak köklü kıyım, yıkım ve ortadan kaldırma politikalarını uygulamışlardır.
Zayıflatılan ve özgürlük umudunu yitiren halklardan geriye kalan kesimler Türk uluslaşmasının ham maddesi, toprakları da Türk-ulus devletinin yayılma alanı haline getirilmiştir. Eğer Wan’daki Lazlar, Muş’taki Türkler, Siirt’teki Araplar vb örnekler göz önüne alınırsa soykırımcı ve sömürgeci Türk devletinin bu konuda ne kadar vahşi, insanlık düşmanı olduğu rahatlıkla görülecek ve amacına ulaşmak için demografya değişimi de dahil olmak üzere hangi yöntemleri saldırdığı daha rahat anlaşılacaktır.
Birey ve topluluklar özünde kendi coğrafyalarının ürünüdürler. Orada yüzlerce, binlerce yıl içinde doğa ve toplum ilişkileri çerçevesinde dil, kültür, inanç, ahlak, ruh, örgütlülük ve benzeri özellikler ile ortak karakterler kazanırlar. Bir halkı üzerinde doğduğu toprak parçasından koparmak demek, henüz ana kucağındaki bir çocuğun anasından alınarak başka bir insana verilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkarır ve zamanla yeni aile ilişkileri içerisinde ve coğrafya ile kaynaşma sürecinde geçmişe ait tüm izler, bellek de silinip gider; ana yurtlarına, ana kültür ve değerlerine yabancılaşırlar. Bu işgal ve sömürge altında yaşanan bir durumdur. Bu açıdan soykırımcı sömürgeci Türk devletini, halkların ve inançların katili, soykırımcısı olarak tanımlamak abartılı bir tanımlama değildir. Aksine belki de gerçeği tam olarak, iyi ve etkili bir şekilde anlatamadığı kuşkusunu yaşama gibi bir durumla karşı karşıyayız.
AKP-MHP faşist hükümetinin Osmanlı hayalleri
Bilindiği gibi AKP-MHP faşist hükümeti 3. Dünya Savaşı koşullarını depreşmiş Osmanlı hayalleri temelinde karşılamaktadır. Yeniden Kızıl Elma gündemdedir. Yeniden Ortadoğu hakimi olma amacının olduğunu gizleme gereğini dahi duymamaktadır. Geçen birkaç yılda, son olarak da 2022 yılında BM Genel Kurulu’nda yapmış oldukları konuşmalarında bu amaçlarını açıkça dile getirmiş; harita üzerinden işgal ve ilhak edecekleri yerleri de göstererek ne kadar pervasız olduklarını ortaya koymuşlardır. Mevcut uluslararası hukuku çiğneme anlamına gelen bu konuşma ve tutumlara karşı BM Genel Kurulu’nda bulunan diğer ülkelerin temsilcileri ise sanki olağan bir konuşma yapılıyormuş gibi sadece dinlemekle yetinmişlerdir.
Belli ki yaşanan 3. Dünya Savaşı temelinde bölgede emperyalist paylaşım koşullarının olgunlaştığını düşünmektedirler. Onun için de ilk elden İskenderun’un güneyinden başlayarak Süleymaniye’ye kadar olan alanı kendi ulus devlet sınırları içerisine almak istemektedirler. Bu, Kemalistlerin de Lozan sürecinde dile getirdikleri stratejik bir hedeftir. Kürdistan Özgürlük Hareketi bu stratejinin önünde duran en büyük engel konumunda bulunmaktadır. Kürdistan Özgürlük Hareketi yürüttüğü mücadeleyle bölgede geliştirilmek istenen bu yeni Türk sömürgeci zulmünü de engellemektedir.
Önder Apo öncülüğünde gelişen Kürdistan Özgürlük Hareketi, yarım yüzyıldan beri süren fedai mücadelesiyle sadece Kürtleri uyandırıp bilinçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda bölge halklarını, özellikle de kadın özgürlüğü temelinde etkileyerek özgürlükçü halklar, emekçiler, gençler ve kadın gerçeğini açığa çıkarmıştır.
Dolayısıyla sözü edilen bölgede Önder Apo’nun kadın özgürlüğüne dayanan paradigması, AKP-MHP faşist hükümetinin politikalarını istediği gibi uygulamasını önlemektedir. Soykırımcı faşist AKP-MHP iktidarı bu engeli aşabilmek için soykırımın diğer bir ifadesi olan demografya değişikliğini gündemine almıştır. Demografya değişiminin bir soykırım suçu olduğu, BM’nin bunu soykırım olarak tanımladığı bilinmesine rağmen faşist şef Erdoğan’ın BM çatısı altında bunu dillendirmesi ve buna karşı herhangi bir tepkinin ortaya konulmaması, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Her ulus devlet ve merkezi hegemonya güçleri de aynı amacı güttüklerinden faşist şef Erdoğan’ın açıklamalarına sessiz kalmaktadırlar. Kuşkusuz Kürtler herhangi bir bölgesel veya uluslararası gücün soykırımcı faşist Türk sömürgecilerinin yaptıklarına karşı çıkacağı beklentisine kapılmamalıdır. Çünkü bu güçler sadece kendi çıkarlarını düşünürler ve yapılanlar eğer kendi çıkarlarıyla çelişirse o zaman itiraz ederler. Bu nedenle Kürtlerin bu güçlerden herhangi bir beklenti içinde olması, kendini kandırmak, dönemin kendini savunma görevlerine sahip çıkmamak ve mücadelesizliği seçmek anlamına gelir. Bu da ölüme yatmak, yok oluşu beklemek demektir.
Efrîn’in demografik yapısı değiştiriliyor
Sömürgeci ve soykırımcı Türk devleti nasıl ki, Bakurê Kurdistan’da Kürtleri soykırıma uğratmak ve Kürdistan’daki demografyayı değiştirmek amacıyla dünyanın çeşitli yerlerinden insanları getirip Serhat vb alanlara yerleştiriyorsa, bugün Efrîn’de de aynı politikayı yürütmektedir.
Efrîn tarihi bir Kürt şehridir ve Kürtlerin ata ve anaları tarafından geliştirilen Hurri ve Mittani uygarlıklarına ev sahipliği yapmış bir Kürdistan parçasıdır. Bu nedenle de zengin bir Kürdistani dil-kültür yapısına ve yurtseverlik duygularına sahiptir. Suriye rejimi tarafından çeşitli tarihlerde oralara yerleştirilen sınırlı bir Arap nüfusu olmakla birlikte esas nüfus Kürtlerden oluşmaktadır. 1921 Ankara Anlaşması ile Rojava Kurdistanı’nın Fransa’nın denetiminde kalması, tarihte ilk kez Efrîn’i Kürdistan bütünlüğünden koparmıştır. Zengin ovaları, dağları, akarsuları ve üretken, emekçi halkı ile Efrîn, Kürdistan bütünlüğü içerisinde önemli bir yere sahiptir. 12 Eylül 1980 faşist askeri cunta sonrası Kürdistan Özgürlük Mücadelesi kadrolarından Abdurrahman Korkmaz (Selim) yoldaş gibi birçok kadronun ilk giriş yaptığı alanların başında gelmektedir. Tarihsel olarak da soykırımcı sömürgeci İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Kemalistlerin saldırıları nedeniyle Bakurê Kurdistan’dan birçok aydın, siyasetçi Kürt kendilerini korumak amacı ile Halep alanına gelmişlerdir. İçlerinde Osman Sabri, Nuri Dersimi gibi değerli yurtsever aydınların olduğu grupların Halep, Şam, Beyrut vb alanlardaki çalışmaları Efrîn üzerinde de önemli bir etki yaratmıştır. Yine Efrînliler, çeşitli sol, sosyalist Arap partilerinde yer alarak da mücadelelerini sürdürmeye çalışmışlardır. Fakat bu kalıcı bir örgütlülük ve direnişe dönüşmemiştir.
Bu boşluk Önder Apo’nun 1979 Temmuz’unda Rojava’ya adım atmasından sonra ve şehit Abdurrahman Korkmaz (Selim) yoldaşın fedakarca yaptığı bilinçli çalışmalarıyla Efrîn’de düşünsel ve duygusal olarak ciddi gelişmeler yaşanmıştır. Önderliğin bizzat Halep’in Şêx Maqsud, Eşrefiyê ve diğer mahallelerinde yürüttüğü yoğun halk çalışmaları neticesinde Efrîn halkı da derinden etkilenmiştir. Çünkü Efrîn ve Halep coğrafik olarak adeta iç içedirler. Bu iç içelik kısa süre içerisinde Önderlik ve PKK gerçekliğinin halklarımıza taşımasına yol açmıştır. Dil ve kültürel bakımından özlü bir yurtseverliği taşıyan Efrîn halkı, Önderlik ve PKK gerçekliği ile karşılaşınca köklü olarak tercihini yapmada gecikmemiştir. Bunun sonucunda Efrîn, Şêx Maqsud ve Eşrefiyê mahallelerinden yüzlerce Kürt genci kısa bir eğitimden sonra yönlerini Kürdistan dağlarına çevirmişlerdir.
Ortadoğu devriminin yolu Kürdistan devriminden geçer
Bu yıllarda bir ilk gerçekleşir; PKK ve gerilla saflarında Eziz Ereb olarak bilinen Nadir Şêx Hesen yoldaş Önderlik sahasında eğitim gördükten sonra Kürdistan’a geçen ilk Arap genci olur. Eziz Ereb yoldaş, Efrîn’e bağlı Miremin köyündendir. Eziz yoldaş Kürdistan devriminin bölgede halklar ve emekçiler arasında oynayacağı tarihsel rolü gördüğünden o zamana kadar içinde yer aldığı sol örgütlerden ayrılarak yönünü Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne dönmüştür. Bizzat yazdığı yazılarda, “Ortadoğu devriminin yolu Kürdistan devriminden geçer” tespitini yapmış, bu temelde PKK saflarında Türk sömürgeciliğine karşı savaşmak üzere Kürdistan dağlarına geçmiştir. Bu aynı zamanda Arap-Kürt halklarının Türk sömürgecilerine karşı eşitlik, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin ilk direniş halkası ve temeli olmuştur. Efrîn’de kurulan demokratik yönetim bu temelde gelişmiştir.
Bu yıllar aynı zamanda Filistin yurtsever, devrimci öncü güçleri ile enternasyonalizm temelinde yoğun ilişkilerin geliştirildiği yıllardır. 1979’dan itibaren başta Önder Apo olmak üzere, Mahsun Korkmaz, Kemal Pir, Delil Doğan gibi yoldaşların içinde bulunduğu yüzlerce PKK militanı, soykırımcı sömürgeci 12 Eylül faşist diktatörlüğüne karşı mücadele yürütmek amacıyla Filistinli özgürlük gerillalarının yanında eğitim görmüşlerdir. Uzun vadeli devrimci halk savaşı stratejisinin komutan ve savaşçıları burada temel eğitimlerini alarak, yönlerini Bakurê Kurdistan dağlarına vermişlerdir. 1982’de İsrail’in Lübnan’a saldırması sürecinde Şiqeyf Kalesinde bulunan 11 yoldaşımız kanının son damlasına kadar Filistin halkının ve gerillalarının yanında direnmiş, şehit olmuşlardır. Bu yıllar Filistin ve Kürt halklarının özgürlük, eşitlik, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde kanlarının birbirlerine karıştığı, Arap ve Kürdistan halklarının gerçek kardeşliğinin örüldüğü yıllar olmuştur. Bu anlamda PKK hareketi, Filistin gerillalarından gerilla eğitimini almış olmaktan ve Filistin halkıyla kurulan dostluk ilişkisinden her zaman gurur duyacak ve geleceğe taşıyacaktır.
Filistin ve Kürt halkları günümüzde bölgemizin sömürgecilik ve soykırımla karşı karşıya bulunan en köklü halklardır. İsrail egemenleri sırtını ABD-Avrupa ve bölge Arap gericiliğine dayayarak Filistin topraklarında Filistin halkını adeta mülteci haline getirmiş ve uluslararası anlaşmalara rağmen, her geçen gün Filistin halkı aleyhine yeni yerleşim yerleri kurmakta, Filistinlere kendi toprakları üzerinde yaşam hakkı tanımamaktadır. Gerçekleştirdiği katliamlar da işin bir başka yönü olmaktadır. Soykırımcı, sömürgeci Türk devleti de sırtını ABD, Avrupa, İsrail ve Arap gericiliğine dayayarak Osmanlı hayallerini, Kürt halkının soykırımı temelinde gerçekleştirmek istemektedir.
Filistin’de İsrail’in uygulamış olduğu Filistin’i Filistinsizleştirme ve yeni Yahudi yerleşim yerlerini açma girişimleri Filistinlileri bir soykırım ile karşı karşıya bırakmaktadır. Filistin halkı bu yönüyle karşılaştığı sorunlarla Kürt halkıyla birebir olmasa da benzer durumlar yaşamaktadır. Özellikle 1967 savaşından sonra İsrail devleti, son derece bilinçli, planlı bir özel savaş yöntemi ile Filistinlileri ana topraklarından kaçırtarak yok oluşla karşı karşıya bırakmıştır. Filistinliler Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır, Irak ve diğer Körfez ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok yerine yayılmışlardır. Arap gericiliğinin Filistin halkı üzerinden siyaset yapma, yararlanma politikası nedeni ile gittikleri yerlerde de birçok sorun ortaya çıkmış ve Filistinliler hemen hemen her Arap devleti tarafından ağır baskı ve katliamlara uğramışlardır. Şimdi de Katar, Kuveyt başta olmak üzere çeşitli çete örgütlenmelerinin denetiminde, Katar-Kuveyt ve soykırımcı sömürgeci Türk devletin politikalarına kurban edilmek istenmektedirler.
Rusya’nın onayı, ABD ve Avrupa’nın sessiz kalması sonucu Efrîn işgal edildi
Haleb’in Şêx Maqsut-Eşrefiyê mahalleleri ile Efrîn’deki Kürt ve Arap halkları, Önder Apo’nun paradigması temelinde 2012’de YPG ve YPJ savaşçıları tarafından özgürleştirilmiştir. Özgürleştirilen bu topraklarda demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayanan bir kanton örgütlendirilmiştir. Fakat kısa sürede her türlü çete örgütlenmesinin ve bizzat faşist şef Erdoğan ve MİT tarafından örgütlendirilen güçler ile kuşatma altına alınarak tasfiye edilmek istenmiştir. Devrim bu biçimi ile henüz gelişip kökleşmeden ortadan kaldırılmak istenmiştir. Hem Halep’teki demokratik yapılanmaya hem de Efrîn’e yönelik birçok saldırının yanı sıra ambargo, göçertme ve benzeri yöntemleri devreye koymuşlardır. Soykırımcı sömürgeci faşist Türk devleti bununla Halep dahil olmak üzere Efrîn’i bir bütünen işgal etmek ve 1938’de Hatay’ı (İskenderun) ilhak ettiği gibi bu alanları da kendi ulus devlet sınırları (Misaki Milli) içine almak istemiştir.
2017 yılında YPG-YPJ ve YBŞ-YJŞ tarafından DAİŞ’in Kobanê, Cizre, Şengal ve Rakka’da tasfiye edilmesinden sonra sıra Deyrazor’daki hamleye gelmişti. Denilebilinir ki Deyrazor’da DAİŞ ciddi şekilde darbeleniyordu. Nitekim 2017 Ekim’inde Rakka’nın kurtuluşu YPG-YPJ tarafından ilan edilmişti. Bu durumu kendi sonunun başlangıcı olarak gören AKP-MHP faşist soykırımcı hükümeti, 2018’in ilk ayında Rusya’nın onay vermesi ve ABD-Avrupa’nın da sessiz kalması sonucu çetelerle birlikte Efrîn’e karşı fiziki soykırım saldırıları başlattı.
Ocak 2018’te sömürgeci Türk devleti tarafından düzenlenen işgal saldırısının amacı tümüyle Efrîn’i tıpkı Hatay gibi kendi devlet sınırlarına katmaktı. Rusya ile sömürgeci Türk devleti arasında var olan anlaşma gereğince Gutta’da çetelerin karşı koyuşu ezildikten sonra yüzbinlercesi aileleriyle birlikte İdlib’e göçertilmişti. 2016’nın son aylarında Halep’teki çeteler darbelenmiş ve buradaki güçler de idlib’e taşınmıştı. Buna bağlı olarak sömürgeci Türk devletinin Cerablus’tan sonra Bab ve Azez’e girmesine İran ve Rusya izin vermişti. Böylelikle soykırımcı sömürgeci Türk devletinin Efrîn’deki Kürtlerin etrafını kuşatmasının zemini hazırlanmıştır. Şark Islahat Planı’nda belirtildiği gibi Fırat’ın batısını tamamen Kürtsüzleştirmek için çetelerin Gutta ve Halep’ten tahliye edilmesi karşılığında Cerablus’tan başlayarak Efrîn’e kadar olan bölge tümüyle Türk devletinin denetimine verilmiştir. 20 Ocak 2018’de Efrîn’e yönelik faşist Türk devletinin çetelerle birlikte gerçekleştirdiği saldırı aslında bu planın en batı ucunda bulunan Efrîn’in işgal edilmesi ile bir adım daha ilerletilmiştir.
Türk devleti Efrîn’i sadece askeri anlamda geçici bir köprü başı veya üs biçiminde ele almamaktadır. Yani Efrîn’de yapılan geçici bir işgal veya ilhak değildir. Dolayısıyla nisan ayına kadar süren direniş büyük bedeller ve şehadetler pahasına yürütülse de zamansız ve yanlış bir şekilde Efrîn’den geri çekilmenin yapılması, şehir savaşının yürütülmemesi, sömürgeci Türk devletinin planlamasını erkenden uygulamasını beraberinde getirmiştir.
Yapılan bu geri çekilme ile birlikte askeri işgal tamamlanmıştır. Ardından da arka planda faşist Türk devletinin olduğu ve fakat açıkta ise çetelerden oluşturulan bir yönetimle Efrîn yönetilmiştir. Tümüyle Kürtleri soykırıma uğratmak için oluşturulan bu yönetimin içinde El-Kaide, Nusra, DAİŞ çeteleri ile cihadist çete güçleri yer almaktadır. Kürtçe eğitim yasaklanarak, haftada 2 saat Arapça eğitimin dışında okullarda tümüyle Türkçe eğitim programına geçilmiştir. Buradaki soykırımcı eğitim programı Hatay ve Kilis valiliklerine bağlı milli eğitim müdürlükleri bünyesinde hazırlanmaktadır. Tümüyle İstanbul ve Antep Üniversitesine bağlı işgal altındaki bölgelerde Halep Üniversitesi adı altında bir üniversite kurarak eğitim vermeye başlanmıştır. Gelişmeye açık öğrencilere burs verilip Türkiye tarafına götürülerek ve kendi sistemleri için kadro devşirmektedirler. Ayrıca İmam Hatip liseleri açılmış ve birçok ilçe ve köylerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kuran kursları düzenlenmektedir. 2021 yılında yaşları 6-12 arası olan 12.000 çocuk bu kurslarda eğitim görmüştür. Soykırımcı sömürgeci Türk devletine bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde El Ewqaf Kurumu 300’e yakın cami yaptırmıştır. Birçok okul ve belediye binası askeri nokta olarak kullanılmaktadır. Örneğin şehir merkezinde bulunan Şehit Azime Okulu askeri ve güvenlik merkezi olarak kullanılmaktadır.
Efrîn merkezi ve ilçelerinde MİT’e bağlı güvenlik merkezleri bulunmaktadır. Sınır alanlarında ise askeri üs ve karakollar yoğun olarak inşa edilmiştir, her geçen gün bunlara yenileri eklenmektedir. Ayrıca Cindires Tepesi askeri bölge ilan edilerek sivillere kapatılmıştır. Yine Bilbilê kasabasına bağlı Şixoriz köyü askeri bölge ilan edilmiştir. Bölgedeki en büyük askeri üs burada inşa edilmiştir. Yine Raco’ya bağlı Kewrê Ger direniş tepesi olarak bilinen tepe, sömürgeci Türk devleti tarafından ismi değiştirilerek Şehitler Tepesi olarak adlandırılmıştır. Şiye kasabasına bağlı Xelil köyü tepesi, bölgedeki halk tarafından İzahe (istasyon) tepesi olarak bilinmektedir. Orada da bir askeri üs kurulmuştur. Bu üs stratejik bir üsttür. Şera ilçesine bağlı Cilbirê köyünden siviller çıkarılmış ve askeri bir kışla olarak kullanılmaktadır.
Efrîn’de Demirci Kawa heykeli çeteler tarafından yıkıldı
Efrîn kökü bin yıllar öncesine giden bir Kürt yerleşim yeridir. Birçok tarihi yere sahiptir. Türk sömürgecileri Efrîn’i işgal eder etmez şehir merkezindeki Demirci Kawa heykelini yıkmış ve üzerinde tepinmişlerdir. Tarihi yerler ise tümden talan edilmiş, taşınabilecek eserler alınıp götürülmüştür, geri kalanları kırılıp parçalanarak bölgenin Kürt kimliğine dair hiçbir iz bırakmak istememişlerdir.
Bir diğer saldırı da Efrîn’i özgürleştirme mücadelesinde şehit düşen YPG ve YPJ savaşçıları ile yurtsever Efrîn halkından insanlarımızın bulunduğu şehitliklerimiz olmuş ve bu şehitlikler yerle bir edilmiştir. Mezarlıklar ve şehitlikler bir halkın hafızası, tarihi ve kültürünü ifade eden en temel moral kaynağı ve değerleridir. Bu değerlere saldırılmıştır. Bakurê Kurdistan’da şehitliklerimize ne yapılmışsa Efrîn’de de aynısı yapılmıştır. Bununla birlikte şehir tamamen talan edilmiştir.
Şehirde kalan Kürt ve Araplara vahşet uygulanmıştır. İnsanlar sokak ortasında vurulmuş, kırbaçlanmış, sürüklenmiş, diz çöktürülmüş ve işkenceden geçirilmiş; bundan sadistçe zevk alınmıştır. Kadınlar kaçırılmış, taciz ve tecavüze uğramış, zorla evlendirilmiş, evlilik adı altında tecavüz yaşamına mahkum edilmişlerdir. Kürt halkının tarih boyunca biriktirdiği maddi-manevi tüm değerleri yerle bir edilerek, onur adına ne varsa hepsinin kırılması hedeflenmiştir.
Bu halkın bir daha sömürgecilere karşı örgütlenme ve direnme konumuna geçmemesi için elinden gelen her türlü vahşeti uygulayan soykırımcı sömürgeci Türk devleti, tıpkı Dersim’de yaptığı gibi askeri kışlaların yanı başında okullar açmış, Türkçe eğitim ile çocuklarımızı kişiliksizleştirmeye, benliklerini silmeye çalışmıştır. Kürt dili ve kültürüne dair her şey yasaklanmıştır. Efrîn’den çıkmak zorunda bırakılan halkın evlerine girilmiş, topraklarına el konulmuş, bahçeleri talan edilmiş ve halkın yüzlerce yıldır yetiştirdiği milyonlarca zeytin ağacı kökünden sökülmüştür.
Halkın kendisini yeniden örgütlenmesinin önüne geçmek için her türlü etkinlik suç sayılarak yasaklanmıştır. Efrîn’in şehir ve kırsal kesiminin en kritik noktalarında yeni askeri noktalar inşa ederek başladıkları sömürge ve soykırım politikalarını güvence altına almak istemişlerdir. Öte yandan Almanlar ile birlikte ajanlaştırdıkları Kürt işbirlikçi kişilikler ve ENKS gibi Barzani ailesine bağlı ajan-çete örgütlenmeleri, Türk sömürgeciliğinin hizmetine girmiş; Şehba’da direnen halkımızın birliğini, motivasyonunu ve maneviyatını bozmak istemişlerdir.
Türk devleti Efrîn’de demografik değişim için sömürge evleri inşa ediyor
İşgalin tamamlanmasıyla birlikte, sıra demografyanın değiştirilmesine gelmiştir. Çetelere bağlı aileler birçok alandan getirilerek Efrîn’e yerleştirilmiştir. Fakat bunu yeterli görmemiş olacaklar ki en verimli topraklar üzerinde on binlerce insanın yerleşebileceği, özünde bir toplama kampını andıran sömürge evleri inşa edilmiştir. Bu inşaatların mali finansmanı Avrupa’nın soykırımcı sömürgeci Türk devletine mülteciler için verdiği milyarlarca paradan karşılanmıştır. Demografya değişimine, yani soykırım uygulamasına Katar ve Kuveyt de mali destekte bulunmuştur. Özellikle de Katar devleti bu soykırım uygulaması için önemli bir kaynak aktarımında bulunmuştur.
Şimdiye kadar 28 kamp yapılmış ve bu sayı giderek artırılmak istenmektedir. Bu projede yer alan ve soykırımcı sömürgeci Türk devletinin denetiminde bulunan İHH ve Şafak Derneği, Kuveyt devletine bağlı Şêx Abdullah Nuri Yardım Derneği ve Rehmê Derneği, Filistin 48 Derneği, Katar Yardım Derneği, Verenel Derneği, İHR Derneği, USA-Metcy dernekleri vb. bilinen 48 dernek, yardım adı altında Efrîn’in demografyasını değiştirmek için faaliyetlerde bulunmaktadır.
İşin en trajik yönü ise binlerce Filistinlinin Kürtlere uygulanan bu demografya değişiminde yer alarak, alanın Türkleştirilmesinde rol oynamaları ve bu kadar zulüm gördükleri Türklerin yeniden Osmanlı İmparatorluğu’nu kurmaya yardımcı olmalarıdır. Bu insanı gerçekten üzen, kahreden bir durumdur. Bu konuda HAMAS’ın rol oynadığı veya HAMAS’a yakın çevrelerin bulunduğu belirtilmektedir.
Filistinlilerin kullanılmak istenmesi bir trajedidir
Türk devleti Filistinlilere karşı her türlü iki yüzlü, sahtekar, yalan ve çıkara dayalı politika geliştiren devletlerin başında gelmektedir. Basın üzerinden en fazla İsrail karşıtlığı yapılan Necmettin Erbakan ve Erdoğan-Bahçeli dönemidir. Oysa PKK’ye karşı İsrail’den en çok askeri yardım alınan dönem de Necmettin Erbakan dönemidir. Faşist Erdoğan-Bahçeli dönemi ise, ticaret hacminin en fazla yükseldiği, istihbarat alışverişinin en fazla artığı bir dönemdir. İlişkilerini büyük elçilik düzeyine çıkarttıkları dönem de bu dönem olmuştur. Filistin halkının mağdur durumunu iç ve dış siyasette en fazla istismar eden, bunun üzerinden adeta şov yapan da faşist soykırımcı Erdoğan’dır. Efrîn’deki demografya değişiminde Filistinlilerin kullanılmak istenmesi hem de Kürt halkı gibi bir halkın sürüldüğü topraklara yerleştirilerek bunun yapılmak istenmesi gerçekten de dünyada eşine ender rastlanan bir trajedidir. Ülkesinden kovulmanın, topraklarına başka yerlerden getirilen Yahudilerin yerleştirilmesinin acılarını yaşayan Filistinlilerin böyle bir siyasete alet edilmesinin bir amacı vardır. Faşist şef Erdoğan’ın her iki mazlum halkı karşı karşıya getirme planı, denilebilir ki tarihin en hain ve alçak planıdır. Bir taraftan Kürtleri soykırıma uğratıp Kürtler öncülüğünde geliştirilen demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü sistemin kapitalist modernite sistemine alternatif olması engellenmekte, öte yandan Filistinliler ve Araplar Kürt topraklarına yerleştirilerek halklar arasında düşmanlık yaratılmak istenmektedir.
Filistinliler yurtsuzluğun, topraklarından sürülme ve mülteci kamplarında kahır dolu bir yaşama mahkum edilmenin ne olduğunu en iyi bilen halklardan biri olarak, topraklarının hasretiyle her gün yanıp kavrulan Efrînlilerin topraklarına yerleşmeyi, evlerinde oturmayı, onların diş ve tırnakları ile kazıp üretime açtıkları ekim alanlarını kullanmayı nasıl kabul edilebilirler?
Oynan bir oyundur ve bu oyunu AKP-MHP hükümetinin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, açıkça itiraf etmekte ve şöyle demektedir: “Türkiye’nin sınır ötesi harekâtında bir terör devleti kurulmasına engel olacaksak, bu bedele katlanacağız. Şimdi boşluk buldukça, oraları temizledikçe (Suriyeli göçmenleri) peyderpey gönderiyoruz. Biraz daha dişimizi sıkacağız. 2023’ten sonra bunların hiçbirisi kalmayacak. Mesele sadece Suriyelilerin can güvenliğini korumak değil, bizim sınır ötemizi korumak. Türkiye burada 5 milyon Suriyeli’ye sadece merhametinden dolayı bakmıyor. Bunu iyi bilmek lazım” diyerek işgalci yüzlerini açığa vuruyor.
Dikkat edilirse, soykırımcı sömürgeci Türk devletinin esas derdi ve sorunu, içlerinde Filistinlilerin de olduğu Arap halkından insanları korumak, güvenli bir yere yerleştirmek değildir. Arap halkını, Filistinlileri çok sevdikleri, çok ahlaki, vicdani ve merhametli davrandıkları için bu insanları Efrîn, Serikani ve Girê Spî’ye göndermiyorlar. Esas amaçları Kürt halkının başta Arap halkı olmak üzere diğer halklarla kadın özgürlüğü temelinde eşit-özgür ve demokratik koşullarda yaşamalarını engellemektir. Faşist şef Tayyip Erdoğan, bizzat Suriye halklarına karşı gerçekleştirdikleri komplo ile Suriye’nin gerçek demokratik devrimini engellemiş, büyük bir mültecileşmenin zeminini oluşturmuş ve şimdi de bölgenin demografik yapısını bozup Kürt soykırımını tamamlamak için bu mültecileri kullanmak istemektedir.
Filistin halkının bir kesiminin böyle bir oyunda kullanılması, Filistinlilere yapılabilecek en büyük kötülüktür. Ebu Amar’ların, George Habaş’ların, Ebu Cihad’ların, Senaların anısına, Filistinlileri korumak için Şiqeyf kalesinde direnip şehit düşen 11 PKK militanının anısına karşı suç işlenmektedir.
Filistinliler bu oyunu bozmak için elinden geleni yapmalı
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin Filistinlilerle en küçük bir sorunu yoktur ve olamaz da. Ancak Filistinli kardeşlerimiz de en az bizler kadar bu oyunu bozmak ve Filistin direnişinin şerefini korumak için elinden geleni yapmalıdır. Kürtler, zor duruma düşmüş Filistin halkının kendi ülkelerinde özgürce yaşamaları için dün olduğu gibi bugün de elinden gelen her türlü desteği vermektedir. Bu ezilen halklar arasındaki dayanışmanın, ortak mücadele şehitlerine bağlılığın bir gereğidir. Bu tutum ve yaklaşım ilkeseldir. Unutulmamalıdır ki ezilenlerin ezilenlerden başka dostu yoktur. Bu nedenle soykırımcı sömürgeci faşist Türk devletinin geliştirdiği bu oyun, ancak Kürt ve Filistinli, Arap halklarının el ele vermesi ve birlik olmasıyla boşa çıkarılabilir. Bugün hiç olmadığı kadar Kürt ve Filistin halkların mücadelesi dayanışma ve birliktenlik gerektirmektedir. Kürt halkı soykırımcı rejime karşı en amansız mücadeleyi Bakur, Başûr, Rojhilat ve Rojava Kurdistan’ında verirken yanında ilk önce bu mücadelede Filistin halkını ve onun temsilcisi olduğunu iddia eden örgütleri görmek istiyor. Çünkü bu ihtiyacı Filistinliler hissettiklerinde Kürdistan devrimcileri baş uçlarında bitivermişlerdi. Bu nedenle Filistinli kardeşlerimiz oynanan bu oyunu görmeli, soykırımcı sömürgeci faşist Türk devletinin Katar ve Kuveyt gibi Arap egemenlerinin desteğiyle yürüttüğü politikalara karşı çıkmalıdır. İşgalci Osmanlı İmparatorluğu ve onun devamı olan soykırımcı sömürgeci Türk devleti tarihte hiçbir zaman Arapların dostu olmamıştır. Arap halkı Osmanlı’nın neler yaptığını, hangi katliam ve vahşetleri geliştirdiğini çok iyi bilmektedir.
Mevcut koşullar altında Efrîn’e yerleştirilmek istenen Filistinli kardeşlerimiz şunu bilmelidirler ki, bu tarihsel oyunu ve haksızlığı ortadan kaldırmak için elden gelen tüm çabalar fedaice ortaya konulacaktır. Bu konuda başarıya büyük bir inanç vardır. Bu oyunu bozmak için Filistinli kardeşlerimiz de harekete geçmelidirler. Tarihe dayanan köklü birlikteliğimizden güç ve moral alarak, birlikte hareket etmenin ve bu oyunu bozmanın yöntemi mutlaka bulunmalıdır. Ortadoğu sorunlarının çözülmesinin yegane yolu Kürt ve Filistin halklarının demokratik ulus paradigması temelinde bir statüye kavuşmalarıdır. Ortadoğu halkları demokratik ulus temelinde kendi toprakları üzerinde öz iradeleriyle özgür bir yaşama kavuşmayı hak ettikleri kesindir. Soykırımcı sömürgeciler bunun önünde engel olamayacaklardır. İşgalci faşist Türk devleti ve çeteleri mutlaka yenilecek, Efrîn özgürleştirilecektir.