Yıl 1994. 1 Mayıs’tır zamanlardan. otuz kişiyi aşkın bir gerilla grubu Bazîd ovasında yürüyüş halinde. Kış yeni yeni yerini bahara devrederken, yer yumuşak ve çamurlu. Ağrı Dağı etekleri uçsuz bucaksız ovalarla kaplı. Bir tarafta Ağrı Dağı, diğer tarafta da kilometrelerce uzaklıkta, ufukta görülen dağlar. Dünyanın en zor yürüyüşü baharın ıslak ve çamurlu zamanlarında tarlalardan geçerken yapılan yürüyüş olsa gerek. Hele bir de saatlerce yoldaysan ve yükün ağırsa yürüyüş korkunç ve yorucu olur.
Bazîd ovasında bir grup gerilla çamura bata çıka yürüyor. Bir temposu var yürüyüşün. Yürüyüştekiler Ağrı Dağı isyanından bu yana Kurdistan’da yapılmış en büyük kış operasyonlarından birinden çıkmışlar. Çatışma, dondurucu soğuk, kardan yanan ayaklar ve açlık. Sağ salim çıkmışlardı bahara. Kışın dondurucu sağuğu altında, hele hele böylesi bir operasyon sonrasında nasıl da iple çekilir bahar. Bahar umutlara gebedir.
Herkes intikam için baharın gelişini beklemişti. Şehit düşerken bile yüzlerinde eksilmeyen gülüşleri, yürekte derin özlem bırakan yoldaşlarının anılarını yaşıyorlardı. Zaman özgür yaşam mücadelesini başarıyla taçlandırmak zamanıydı. Herkes şehit düşen yoldaşlarının özlemini iyi biliyordu. Hedef belli, azim ve istek tam, zaman intikam alma zamanıydı. Yanındaki yoldaşına mermi değmesin diye kendisini siper eden, mevziye düşen el bombasının üzerine atlayan, son lokmayı ısrarla yoldaşına yediren, bedenini siper eden yoldaşlarına verilen söz yerine getirilecekti. Verilen söz, edilen yemin yürüdükleri yolun zorluğundan daha ağırdı. Yoldaşlarının bedenden sıçrayan kan vardı hala herkesin donuk bakışlarında. Hüküm kesin, buyruk verilmiş, intikamları kesin alınacaktı.
Yürüyorlardı, ama her şeye rağmen, özgürlük ve intikam için yürüyorlardı. “Özgürlük için yürüyenler asla yorulmaz. Yol vardır insan yürüdükçe yorulur ama özgürlük ve intikam için yüründükçe insan aşka gelir, asla yorulmaz” diyorlardı. Herkes önündeki karartıyı takip ederken; her birinin unutamadığı ve düşündüğü, geride bırakılmış bir kış ve o kıştan taşarak bahara taşan, yüreklerini dolduran hüzün dolu anılar vardı. Ayakları tempoyla toprakla buluşuyordu. Kalkan her ayakta birkaç kilo çamur bulunuyordu. Ayaklar yorgundu yorgun olmasına ya, yürüyenler kararlı, omuzları dik, bakışları keskin, bastıkları zeminin hakkını veriyorlardı. Bu topraklar bu yürüyüşü, bu yürüyenleri iyi tanıyordu.
Ortalık sessiz ve ıssızdı. Böyle bir mevsimde yürümek; hain pusuların ölüm sessizliğinde ayak ve motor sesini dinlemek. Otuz gerilla ve sessizlik hep birlikte yürüyüş halinde. Yürüyüş devam eder. Yürüyüş uzar. Yol kanar.
Bir anda gerilla yürüyüşünü terk eder. Motor sesleri yankılanır düz ovada. Ardı sıra gelen patlama sesleri kulakları sağır eder. Ard arda patlama sesleri, otuz yürüyüşçüde ani bir şaşkınlık yaşanır. Çok süremez, anlaşılır; tank pusususuna düşdüktlerini anlarlar. Top sesleri dağılır geceye.
İlk patlamada grubun çoğu şehadete ulaşır. Bazıları ağır yaralanır. Geriye kalanlar düz ovada, tarla kenarlarındaki su arklarına girip kendilerini korumaya çalışır. Patlamaların ardı arkası kesilmez. Sağ kalanlar yoldaşlarına seslenirler. Bulundukları yerden hızla çıkarak yaralı yoldaşlarını kurtarmaya çalışırlar. Saldırıdan darbe almamış birkaç gerillanın tek yaptığı yaralı yoldaşlarını sağlam, güvenilir bir yere götürmektir. Gerillada en zor şeylerden biri de arkadaşının son nefesine tanıklık etmektir. Darbe almayanlar arkadaşlarının sağ olup olmadıklarını kontrol ederken motor sesleri git gide yakınlaşır. Işıldaklar pusu alanını aydınlatır ve kanlar içinde yerde yatan gerillaların üzerinden tanklar homurdanarak geçer. Gerillalar tankların paletleri altında ezilir. Sağ kalan gerillalar son bir umutla yaralı arkadaşlarını tankların arasından kurtarmaya çalışırlar.
Panzerin altında kalan beden
Mêrdîn’li bir kadın gerilla olan Serhildan, bu olaydan sağ kurtulan daha önce Bazîd ve Iğdir ovasında cephe çalışmaları da yapmış iki yıllık bir gerilladır. Girdiği su arkından önündeki düzlüğe doğru eğilerek koşarken bir inilti duyan Serhildan büyük bir umutla sese doğru yönelir. Yerdeki karartıda hafif bir hareketlilik görür. Üzerine gider yerdekinin yoldaşı Rûken olduğunu anlar. Rûken, Çorumlu, Türk, Önderlik sahasında kalmış geniş çehreli, her zaman güler yüzlü olan bir arkadaştır. Serhildan. Rûken’in yarasına kontrol eder. Kaldırıp oturtmak ister. Rûken oturacak durumda değil. Biraz daha iyi bakınca, Rûken’in belden aşağı panzerin paletleri altında ezildiğini görür. Ne konuşacak güç vardır ne de kalkacak takat. Ama son bir gayretle Serhildan’ın kulağına fısıldar. “Heval Ali’yi kurtarın” der.
O güleç yüzlü Rûken, o parıl parıl parlayan gözleriye, son nefesini verirken; Serhildan’a bir görev vermiş oluyor. Hem grup komutanı hem de Serhat eyalet komutanı olan Ali Drej arkadaşı kurtarmak! Serhildan son bir umutla kendini tankların, ışıldakların arasından Ağrı Dağına doğru bir hamle yapar. Kaç kişinin kurtulup kurtulmadığından haberdar değildir. Ama umutludur. Hızla ve eğilerek, bazen su arklarında bazen tarlada yürüyerek tank pususuna düştükleri yerden uzaklaşır.
Motor sesleri de azalır. Serhildan kendini Ağrı Dağı’nın ilk sırtlarına ulaştırmıştır. Az ilerde bir karartı görür. İçi umutla dolar. Aceleyle onlara ulaşır. Onlardan biri Ali Drejdir. Arkadaşlarını gördüğü için sevinçten bayılacak gibi olur. Hele hele Rûken arkadaşın kurtarın dediği Ali arkadaşın sağ olduğunu görmesi onu daha da sevindirir. Ama otuz kişiyi aşkın gerilla grubuyla çıktıkları yola bir elin parmak sayısı kadar bile kalmamış olmak diğerleri için büyük bir ağırlık, büyük bir acı oluyor. Kimin kurtulup kurtulmadığı net olmasa da yaşanan şehadetler karşısında Serhildan arkadaşın yüreği yorgundur. Umut, inanç ve irade başladığı yolculuğuna devam etmesini sağlar.
Yıllar sonra Kandil’de Serhıldanla karşılaşıyorum.
Anlatıyor…
Anlatıyor…
Biz de dinliyoruz.
Soruyorum;
Rûken Kim?
“Türk bir arkadaştı. Çorumluydu. 23-24 yaşındaydı. Bizim komutanımızdı. Sol devrimci düşüncelere sahip bir aile ortamında büyümüştü. Trakya’da tıp fakültesinde okurken Kurdistan Özgürlük Hareketi’ni tanımış kısa sürede aktif çalışmalara katılmıştı. 1990 yılında Serhat üzerinden gerillaya katılmış oradan Xakûrkê alanına geçmiş temel eğitimini orada almıştı. Bir süre sonra çıkan Güney savaşında ön cephede savaşanlar arasında yerini almıştı. Bêrîtan arkadaşla aynı cephede savaşa katılmıştı. Savaş sonrasında Zelê’ye oradan da Önderlik sahasına geçmişti. Orada bir devre eğitim görmüş bir süre de basın çalışmalarında yer almıştı. Önderlik sahasından sonra Serhata gelmişti.
Bu olay yaşandığında Serhat alanına geleli daha bir kaç ay olmuştu, ancak Rûken arkadaş Serhatta kaldığı kısa süre içinde ayak bastığı her yerde bir sevgi çemberi oluşturmuş emek ve sevginin komutanıydı.
Son nefesinde arkadaşlarını, devrimi düşünmesi bu sevginin sonucuydu.” dedi Serhildan. Ve sustu.
Yüzünde o güler yüzlü arkadaşını hatırlamanın gülümsemesi belirdi.