Türkiye’deki düşünce ve ifade özgürlüğünü 25 yıldır rehine olarak tutulan Önder Apo üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış mutlak tecrit ve Kürdistan’daki işgal saldırıları ile bir bütünlük içerisinde ele almak gerekiyor. Türkiye’de basına yönelik son dönemde yoğunlaştırılan saldırıların da bu gerçeklikle doğrudan bir bağı bulunuyor. O nedenle de ona göre bir yaklaşım içerisinde olmak gerekiyor.
TC Devleti’nin yapısal özellikleri ve özel savaş rejiminin sistematik olma karakteri biliniyor. Dolayısıyla onun bu temel özelliği, günümüzde Önder Apo üzerinde uygulanan mutlak tecridin her geçen gün daha da derinleştirilmesinin, Kürdistan toplumu üzerinde yoğunlaştırılan baskıların, tırmandırılan soykırım saldırılarının; genel olarak Kürdistan ve Türkiye toplumlarının içerisine çekilmek istendiği, reva görülen; “işsizliğin”, hayat pahalılığının, açlığın, çürümenin, yozlaşmanın, kadın katliamlarının, düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı yürütülen tüm saldırıların uzandığı kaynağın ve aldığı biçimlerin asıl nedenin ne olduğu gerçeğini ortaya koymuş oluyor.
Türkiye’de son zamanlarda internet yasası olarak da bilinen düşünce ve ifade özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırmaya dönük bir dizi antidemokratik yasalardan oluşan bir kanun paketi AKP-MHP faşist bloğun oyları ile meclisten geçerek kabul edilmiş olması da böyle bir gerçekliğin yaşanan en somut ifadelerinden biri olmaktadır. Bu yasanın gündeme gelmesi ile birlikte Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin kamuoyunda yoğun tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu konunun tartışılması elbette önemlidir. Fakat bu tartışmalarda gözden kaçan nokta; bu yasaklamanın AKP’nin faşist karakter ve yapılanmasından ayrı düşünülerek salt yaklaşan seçimlere dönük bir uygulamaymış gibi ele alınıyor olmasıdır. Bu, yanılgılı ve yetersiz bir yaklaşım olduğu gibi AKP denilen faşist yapılanmanın tüm yönleriyle görülmesini de engellemiş oluyor.
Sansür yasası ve tüm faşist baskılar AKP zihniyetinden kaynaklanıyor
Burada çok açık bir şekilde belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin bir seçim sürecine girdiği doğru olmakla birlikte, normal olmayan bir seçim süreci olduğunu görmek gerekir. Çünkü TC’nin mevcut siyasi, ekonomik ve askeri durumuna bakıldığında içerisine girilen bu seçim sürecinin normal bir seçim ve seçim süreci olmadığı da çok açık ve net bir şekilde görülmüş olacaktır. TC Devleti’nin son sekiz yılına doğru temelde bakılıp, ele alındığında ve analize tabi tutulduğunda bu gerçeklik görülecektir.
24 Temmuz 2015 tarihinde Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı topyekun bir imha ve işgal saldırısı başlatan AKP-MHP faşist rejimi, gerillanın aralıksız süren sekiz yıllık muazzam direnişi karşısında askeri, ekonomik ve siyasi olarak büyük bir çöküş yaşamaktadır. Bu çöküşünü gizlemek için de bir yandan içte sindirme, susturma, baskı ve yasaklama politikalarını yoğunlaştırırken diğer yandan da dışarıda uluslararası güçler arasında yaşanan çelişki ve güç dengelerinden yararlanmaya çalışarak kendini ayakta tutmaya çalışmaktadır. Mevcut durumda da bunu, kapitalist ülkelerin dünyayı yeniden kendi çıkarlarına göre dizayn etme amaçlı Ortadoğu merkezli sürdürdükleri 3. Dünya Savaşı’nın taşındığı alanlardan olan Karadeniz kıyılarında ve Doğu Avrupa sınırlarında hüküm süren Rusya-Ukrayna arasında çıkan savaşın yarattığı elverişli koşullardan yararlanarak yapmaktadır. Sadece bununla da yetinmeyerek bunu kapitalist modernite sistemi bünyesinde yaşanan bir yandan NATO diğer yandan da Rusya, Çin, İran ve Hindistan’ın içerisinde yer aldığı Şanghay grubu olarak bilinen güçler arasındaki çelişkiden yararlanarak daha uç bir boyuta taşımayı kendi çıkarına uygun görmektedir. Böylece Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı giriştiği topyekun imha savaşında içerisine düştüğü askeri, ekonomik ve siyasi olarak büyük çöküşten bir çıkış kapısı aralamaya çalışmaktadır. Asıl olarak da 2021 yılında özgürlük gerillası karşısında yaşadığı ağır yenilgiden kendini kurtarmak istemektedir. Özgürlük gerillası karşısında yenilmiş, iflas etmiş olan faşist TC Devleti’nin ve onun özel savaş hükümetinin içerisine girdiği bu yönelim aynı zamanda içerisinde debelendiği çözümsüzlük boyutunun vardığı noktayı gösterirken; belirli bir zorlanma yaşayan Rusya için de bulunmaz bir fırsat yaratmıştır. Bu da TC Devleti’nin bugüne kadar birlikte yürüdüğü hatta bundan da öteye geçerek göbekten bağlı hale geldiği ABD ve NATO ile ilişkilerini zorlayacak ciddi sorunlara neden olacak bir özellik taşımaktadır. Tüm bunlardan da öyle anlaşılıyor ki, AKP-MHP faşist diktatörlüğü ömrünü bir süre daha uzatmak için bu tür riskleri de göze almış bulunuyor. Özellikle de Türkiye’de içerisine girilen seçim sürecini lehine çevirmek için bunu yapmayı bir zorunluluk olarak görüyor.
AKP-MHP faşist diktatörlüğü ömrünü uzatmak için her tür kirli oyunu oynuyor
AKP-MHP savaş hükümeti seçimi kendileri için bir varlık-yokluk seçimi olarak görmektedir. Bundan dolayı da seçimi kazanmak için her türlü kirli yönteme başvurmayı mübah görecekleri her yönüyle açığa çıkmış bulunuyor. Onun için de yapılacak olan seçimler normal bir seçim olmayacaktır. Normal seyir içerisinde yapılacak olan bir seçimi kazanamayacağını gören AKP-MHP faşist diktatörlüğü, kazanmak için her tür hileye, özel-psikolojik savaş yöntemine başvuracaktır. Şimdiye kadar ki pratiklerinden bu tür şeylere ne kadar başvurdukları gün gibi aşikar iken böylesine kritik bir seçimde bugüne kadar ki yaptıklarını kat be kat geride bırakacak olanlara başvuracakları açık olan bir gerçektir. Sömürgeci TC Devleti seçimleri faşist diktatörlüğü uzun bir sürece yaymak için bir araç olarak görmektedir. Bu temelde de Cumhur ve Millet denilen ittifaklara rol biçmektedir. AKP-MHP ittifakına verilen rol Erdoğan’ın daha önce tabir ettiği dört yüz milletvekilliye ulaşarak anayasal değişikliğe yol açacak olan yetkiyle donatarak mevcut durumu aşan faşist diktatörlüğüne ulaşmaktır. Millet ittifakına biçilen rol ise devrimin temel dinamikleri olan Kürt, Alevi, sol, demokratik güçlerin barajlanarak sistem içinde tutulması ve devrimsel çıkışların önünün alınması biçimindedir. Bu durumda hangisi hükümet olursa olsun özel savaş rejimi sömürgeci cumhuriyetin ikinci yüzyılına bu temelde bir giriş yapmak istemektedir.
Savaş suçlarının üzerini örtmek için yeni baskı yasaları çıkartılıyor
Kritik bir seçim sürecine girildiği, bu seçimlerin böylesi büyük bir önem arz ettiği apaçık ortadayken AKP-MHP faşist rejimi, yeni sansür yasasını çıkartırken seçim sürecinde toplumu bir bütünen susturarak seçime gitme hesabı da yapmaktadır. Fakat esasta başka hesapların olduğunu görmek gerekir. Basına yönelik son yasaklamaları; Kürdistan’da yürütülen soykırım ve imha saldırılarında kullanılan kimyasal ve taktik nükleer bomba ve kimyasal silahlarla işlenen savaş ve insanlık suçlarını gizlemeyi ve AKP-MHP faşist diktatörlüğünün kendi sistemini oturtmak için yürürlükte tuttukları yasaklar zincirine eklenen yeni bir halka olarak görmek gerekiyor. AKP faşist bir sistem kurmak istiyor. Bunun önünde engel olarak Kürdistan İşçi Partisi öncülüğünde direnen Kürtleri görmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeden kendi faşist sistemini kuramayacağını bilmektedir. Bundan dolayı faşist AKP-MHP hükümeti bir yandan Kürtlere topyekun bir saldırı başlatıp Kürt soykırımını tamamlamaya çalışırken diğer yandan da uyguladığı baskı ve yasaklamalarla faşist diktatörlüğü inşa etmeye yönelmektedir.
Basına dönük yapılan son yasaklamalara da bu realite üzerinden bakıldığında; düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin yasaklamalar AKP tarafından ilk defa yapılmıyor. İktidara geldiği günden beri yasaklama, sansür, anti-demokratik yasa ve uygulamaları kanun paketleri halinde yürürlüğe koymaktadır. Özellikle de son on yıldır AKP-MHP faşist kliği toplumu susturma, sindirme politikalarını yoğunlaştırmış durumdadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi AKP ve Tayyip Erdoğan faşist bir rejim kurmaktadır. Bunu iktidara geldiği ilk günden bugüne adım adım inşa etmektedir. 2015 yılında ruh ikizi MHP’yi de yanına alarak kendi öngördüğü faşist sistemi inşa etmeyi daha da hızlandırmıştır. AKP-MHP faşist rejimin dijital medyaya dönük bu son yasakları da kendi sistemlerini kurmaya dönük şimdiye kadar uygulamaya koydukları yasakların, baskıların bir parçasıdır. Faşist AKP-MHP hükümeti, bu yasayı yaparken/çıkarırken seçimi de hesap ediyordur. Fakat esasta bunu Türkiye’de tarihsel süreç içerisinde halkların toplumsal mücadele ile ifade ve düşünce özgürlüğüne ilişkin kazandıkları kısmı hakların AKP iktidarı döneminde peyder pey ortadan kaldırılıp bu alanı oldukça daraltması ve şimdi de dijital medyaya dönük bu sansür yasası ile kırıntı mukabilinde kalan kimi şeyleri de yok etmek istemesi olarak görmek gerekmektedir.
AKP-MHP özel savaş kliği, faşist bir rejimdir. Bütün totaliter-faşist rejimlerin ilk ve sürekli saldırdıkları, ortadan kaldırmaya çalıştıkları alan düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bu alan diğer tüm hakların üzerinde yeşereceği bir zemin olma özelliğine sahiptir. Dolayısıyla toplumsal muhalefetin üzerinde gelişeceği, yükseleceği ve örgütleneceği bir alan olmaktadır. Toplumun konuştuğu, düşüncelerini dile getirdiği, haksızlıklara karşı sesini yükselttiği, mücadele ettiği, kısaca kendisini ifade ettiği bir alandır. Hele günümüzde yaşamı bir bütünen cendere altına almak isteyen İktidarcı-devletçi sistem ve yapılanmalara karşı toplumun nefes alma borularıdır. Örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğü toplumlar için olmazsa olmaz kabilinde yaşamsal bir anlama sahiptir. Bu özelliklerinden dolayı bütün faşist, baskıcı sistemlerin sürekli hedefledikleri alan konumundadır. Faşist sistemler yasaklamalarla toplumun/toplumların kendilerini ifade etme, örgütleme olanaklarını ortadan kaldırıp herkesi susturmak suretiyle kendilerine biat etmelerini sağlamak isterler. Böylelikle asıl amaçları olan; herkesin kendilerine biat ettiği, tek sesliliğe -ki o da faşizmin sesidir- dayalı bir toplum yaratmaktır. Böyle bir toplumu da kirli emel ve çıkarlarını rahatlıkla sürdürmek için isterler. Türkiye ve Kürdistan halklarının üstüne bir karabasan gibi çöken AKP-MHP faşist rejiminin yıllardır yaptığı, yapmaya çalıştığı da budur.
Kuşkusuz, yüzyıllık tarihinde sömürgeci TC Devleti hiç bir zaman toplumsal örgütlenme, hak ve özgürlükleri tanıyan, kendisini buna göre konumlandıran bir yapılanma içerisine girmemiştir. TC Devleti bunu en çok kısıtlayan, ortadan kaldırmaya çalışan, hakim olduğu topraklarda iktidarını en ücra köşelere kadar zorla dayatan devlet olsa da bu durumun bir benzerini kendisini mirasçısı olarak kabul ettiği Osmanlı devlet yapılanmasında da görmek mümkündür. Bu, Osmanlı egemenlerinin karakteristik bir özelliği olarak öne çıkmaktadır. Osmanlı devlet yapılanmasında muhalif düşüncelere, farklı düşünenlere karşı her zaman bir tahammülsüzlük yaşanmıştır. Böyle düşünenler işkence, talan sürgün ve katli vacip denilerek katliamla cezalandırılmışlardır. Bunu anlamak için Türk egemenlerinin son iki yüzyıllık tarihlerine bakmak bile yeterlidir.
AKP’nin tekçi zihniyeti ve hoşgörüsüzlüğü kutuplaşmayı tırmandırdı
AKP ise yasakçı, faşizan bu devlet geleneğinin güncellenen halidir. Tayyip Erdoğan’ın kendisini Osmanlı’ya ve özellikle de yasakçı, baskıcı yönetim anlayışı ile tanınan 2. Abdülhamit’e dayandırması tesadüfi değildir. Aynı zihniyetin katmerlenerek günümüzdeki tezahürüdür. AKP ve Tayyip Erdoğan aynı zamanda 12 Eylül faşist darbeci zihniyetin en zirve halini temsil etmektedir. Çünkü AKP ve onun faşist şefi Erdoğan uluslararası hegemonik güçlerin ve Türk özel savaş gladiosu tarafından 12 Eylül faşist darbesinin gübreliğinde yetiştirilip iktidara getirilmiştir. Bundan dolayı faşist Türk egemen zihniyetinin bütün geriliklerini taşımaktadır. Bunu, AKP’nin iktidarı boyunca yaptığı uygulamalara bakarak rahatlıkla anlamak mümkündür.
Böyle bir zihniyete sahip olan AKP, iktidara geldiğinden beri tekliliğe dayalı bir toplum yaratmak için sürekli bir uğraş içerisinde olmuştur. Farklı yaşam tarzlarına, kültürel yapılara, düşüncelere hep müdahale etmeye çalışmıştır. Farklılıklara karşı büyük bir tahammülsüzlük göstermiştir. AKP’nin yirmi senedir iktidarda bulunduğu süre zarfında bu yaklaşımları Türkiye’nin temel gündemleri haline gelmiştir. Çoğu zaman da AKP’nin kendisi bu yaklaşımlarını gündemde tutmaya çalışmıştır. Toplumun gündemini bu tür şeyler üzerine inşa ederek toplumda hoşgörüsüzlüğü geliştirmeye, beslemeye, bunun üzerinden de toplumu kutuplaştırmaya çalışmıştır. Farklı düşünce ve yaşam biçimlerine karşı tahammülsüz yaklaşımları geliştirerek aynı zamanda bunlar üzerinde bir mahalle baskısı kurmaya da özen göstermiştir. AKP’nin temel yaklaşımı kendi faşist zihniyetine göre bir toplum inşa etmektir. Bu konuda dini de yoğun bir şekilde kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir. Her zaman bir “dindar parti” imajı ile hareket etmeye çalışmıştır. Oysaki faşist AKP ve Erdoğan’ın din-dindarlık ile bir alakası yoktur. Bunu AKP ve Erdoğan’ın çok aşikar bir şekilde Kürdistan’da yapmış olduğu katliamlardan anlaşılacağı gibi, Türkiye’de birçok defa gündeme gelen hırsızlıklarından, yolsuzluklarından, kayırma, rüşvet, malvarlığındaki astronomik artışlara bakarak da anlamak mümkündür. AKP’nin içerisinde bulunduğu bu rezalet durumunu uzun zamandır herkes görmektedir. Yani çoktan takkesi düşmüş, keli görünmüştür. Buna rağmen yine de “Müslüman, dindar” imajına devam ederek toplumu kandırabileceği hesabı ile mevcut anlayışını sürdürmektedir.
Yasakçı zihniyet Türkiye’yi yasaklar ülkesi haline getirdi
AKP ve Erdoğan yirmi senelik iktidarları boyunca faşist diktatörlüğü inşa etmek amacıyla yasal düzenlemeler adı altında sürekli yasaklara başvurmaktadırlar. Adeta yasaklanmayan bir şey kaldı mı diye mevzuatı kolaçan ediyorlar. Her defasında kanun paketleri adıyla meclisten geçirerek yasaklar dizisine yenilerini eklemektedirler. Öyle bir hale gelmiş ki Türkiye’de hukuk faşist AKP’nin toplumu dizayn etme ve çıkarlarına hizmet etme aracı olmuştur. TC’nin sömürgeci ve faşist karakterinden kaynaklı hukuk, insan hakları, hak ve özgürlükler karnesi hiçbir zaman iyi olmamış, tam tersine dünya standartlarına göre hep alt sıralarda kalmıştır. AKP ile birlikte bu durum daha da ağırlaşarak en diplere, en alt sıralara doğru sürekli olarak gerilemiştir. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın faşist, ceberut karakteri Türkiye’yi bir yasaklar ülkesi haline getirmiştir. Yasaklama ve cezalandırma zihniyetine sahip olan AKP, iktidara geldiği ilk günden beri bu zihniyetinin bir yansıması olarak habire cezaevi inşa etmektedir. Neredeyse alfabede olan tüm harfler bir cezaevi modeline verilmiştir. Bu da yetmeyince kurduğu baskı ve yasaklama sistemi ile her yeri cezaevine dönüştürmüştür.
Toplum karşıtı, halklar düşmanı olan AKP ve onun faşist şefi Tayyip Erdoğan, baskı, şiddet ve yasaklamalarla iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Emekçi halk kesimleri nezdinde iyice teşhir olan bu faşist rejim, kendi varlığını sürdürmek için daha çok baskı, şiddet ve yasaklama politikalarına başvurmaktadır. Kendisine biat etmeyen, kendisi gibi düşünmeyen herkese düşman gibi yaklaşmakta, katletme, sürgün, işten atma ve cezaevine atma gibi yöntemlerle toplumu sindirmeye çalışmaktadır. Bununla herkesi kendi faşist çizgisine getirmek, gelmeyenleri de susturmak istemektedir. Bu politikalar sonucu bugün binlerce Kürt, demokrat, sosyalist, devrimci insan düşüncelerinden dolayı cezaevine alınmıştır. Faşizmin bütün kirli yöntemlerini toplumu ezmenin, sindirmenin bir aracı olarak kullanan AKP-MHP özel savaş kliği henüz hapse atmadıkları üzerinde de bu metodları Demokles’in kılıcı gibi bir tehdit aracı olarak tutmaktadır.
AKP-MHP faşist rejimi uyguladığı bu yöntemlerle Türkiye’yi bir açık cezaevine dönüştürmüştür. Baskı, yasaklama ve şiddet yöntemleri ile en ufak eleştiriye, rahatsızlığa çok sert karşılık verilmekte, insanlar hapse atılmak, işten çıkarılmakla cezalandırılmaktadır. Toplumun büyük çoğunluğu AKP-MHP faşist kliğin yönetiminden rahatsız olmasına rağmen susturma ve sindirme politikaları ile sesini çıkaramaz hale getirilmiştir. AKP-MHP faşist politikaları herkese yaşamı zindan etmiştir. Bundan ötürü de gelinen aşamada içerisi (cezaevi) ile dışarısının birbirinden farkı kalmamıştır.
15 Temmuz darbesi sonrası faşist uygulamalar kalıcı hale geldi
2015 yılında ruh ikizini de yanına alan AKP, faşist diktatörlüğü kurumsallaştırıp kalıcı kılmak amacıyla Türkiye ve Kürdistan halklarına karşı 15 Temmuz 2016’da bir darbe gerçekleştirdi. AKP yaptığı darbenin hemen akabinde olağanüstü hal ilan ederek toplumu zapt-ı rapt altına almak için muhalif gördüklerine yönelmiştir. Bu bağlamda da başta Kürtler olmak üzere sol, sosyalist, demokrat kesimlere dönük baskılarını had safhaya çıkarmıştır. Bu çerçevede de bir gecede çıkardığı Kanun Hükmünde Kararname ile içerisinde dernek, sendika, vakıf, gazete, dergi, matbaa, TV, radyoların olduğu binlerce sivil, demokratik kurum ile kuruluşları kapatmış ve el koymuştur. AKP-MHP faşist kliği bu darbe ile susturma ve sindirme politikalarını arttırıp topluma karşı yürüttüğü savaşı daha da derinleştirmiştir. Bununla faşizme karşı olan herkes bastırılmak, susturulmak istenmiştir.
AKP-MHP özel savaş bloğu bu darbe ile darbe yönetimini kalıcılaştırdı. Her ne kadar darbenin akabinde ilan ettiği olağanüstü hali bir buçuk sene sonra resmi olarak kaldırdığını belirtse de bu bir buçuk sene içerisinde yasal düzenlemeler adı altında olağanüstü hali kalıcılaştırmıştır. Bunu, AKP-MHP faşist kliğin sergiledikleri pratiklerden anlamak mümkün olduğu kadar aynı zamanda darbe ve olağanüstü hal dönemlerinin yönetme biçimi olan Karar Hükmünde Kararname, kayyum gibi anti demokratik uygulamaları rutin hale getirmesinden de görmek mümkündür.
Aslında bahsettiğimiz tüm bu saldırılar, yasaklar, faşist uygulamalar öncelikle İmralı’da Önder Apo’ya karşı başlatıldı. Faşist AKP 15 Nisan 2015 tarihinde Önder Apo ile yapılan görüşmelere son verip ağırlaştırılmış mutlak tecrit uygulamaya başladı. Temel bir hak olan ve kendi yasalarında da kabul ettikleri aile ve avukat görüşüne bile tahammül edilmeyerek Önder Apo ağırlaştırılmış mutlak tecride alındı. Önder Apo’nun düşünceleri; özgürlük, eşitlik ve demokrasi temelinde toplumlara/halklara alternatif yaşamlar sunmaktadır. Faşist AKP rejimi Önder Apo’ya dönük mutlak tecrit uygulayarak Önder Apo’nun düşüncelerinin topluma ulaşmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Böylelikle toplumu alternatifsiz bırakarak kurmak istediği faşist rejimi Türkiye halklarına dayatmak istemektedir. Alternatifsiz bir ortamda hedeflerine daha rahat ulaşabileceği hesabı yapmaktadır. Bundan dolayı da Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit ağırlaştırılarak Önder Apo’nun düşüncelerinin Türkiye ve Kürdistan halklarına ulaşmasını engellemeyi temel politikaları olarak görüp uygulamaktadırlar.
İmralı’da başlatılan uygulamalar, dalga dalga tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayılıyor
AKP-MHP faşist rejimi, Türkiye ve Kürdistan halklarına yönelik geliştirmek istediği yasak, baskı ve saldırıları öncelikle İmralı’da Önder Apo’ya karşı başlatmaktadır. Bu saldırıları İmralı’dan başlatarak tüm topluma yaydırmaya çalışmaktadır. Yukarıda ana hatları ile anlatmaya çalıştığımız saldırıları da ilkin İmralı’da yürürlüğe koymuş sonrasında dalga dalga tüm Türkiye ve Kürdistan’a yaymıştır. Son internet yasasında da bunu rahatlıkla görebiliriz. Basına sansür yasası getirilmeden önce Önder Apo’ya dönük altı aylık disiplin cezası getirildi. Bundan ötürü Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik faşist rejimin uygulamalarına karşı çıkılırken bu gerçekliğin görülmesi gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki AKP-MHP kirli-özel savaş güruhu bütün bu baskı, yasaklama, sindirme, susturma ve şiddet politikalarına başvurmasına rağmen Türkiye’de faşist diktatörlüğü bir bütünen inşa edememişse bunun nedeni; başta Önder Apo’nun İmralı direnişi olmak üzere Kürt özgürlük gerillasının ve Kürt halkının direnişidir. Özcesi özgür Kürdün direnişidir.
İmralı işkence sistemi, Kürdistan’daki soykırım politikaları görülmeden AKP-MHP’nin faşist, yasakçı zihniyet ve uygulamalarından bahsetmek, fili kılları ile tarif etmektir. İmralı işkence sistemi ortadan kaldırılıp Önder Apo fiziki olarak özgür olmadıkça Türkiye ve Kürdistan halkları özgürleşemezler. Düşünce ve ifade özgürlüğü de gerçekleşemez. Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmanın yolu; İmralı işkence sistemine karşı çıkmak ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü savunmaktan geçer.