Böylece başta Türkiye olmak üzere tüm parçalarda Kürt sorununun demokratik çözümüne, Kürt demokratik birliğinin yaratılmasına önemli katkılarda bulunacaktır. Batı Kürdistan’daki özgürlükçü gelişmeler herkes tarafından beklenen gelişmeler değildi. Herkes açısından biraz yeni ve şaşırtıcı oldu. Buna Rojava’daki Kürt halkı da, yine bu halk içinde örgütlenme mücadelesi yürüten Kürt özgürlük güçleri de dahil birçok çevre Batı Kürdistan’da bu tür bir gelişme olur diye tahmin etmiyordu. Böyle bir eğilim, düşünce de yoktu. Daha çok düşünülen, söylenen, programlanan Kürdistan’ın diğer büyük parçalarında Kürt sorunu çözülecek, ona bağlı olarak Kürdistan’ın bu küçük parçası, Batı Kürdistan da ulusal demokratik haklarına kavuşacak yönündeydi.
Öncelikli devrimci gelişme ve çözüm Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da ve Doğu Kürdistan’da bekleniyordu. Hiç kimse Batı Kürdistan’da özgürlük devriminin bunların hepsinin önüne geçer diye düşünmüyor, beklemiyordu. Bu konuda 1981’de Önder Apo’nun “bu halkın da Özgürlük mücadelesi yürütmesi gerekir” biçimindeki değerlendirmeleri Suriye’de Kürt sorununun çözümü için öngördükleri dışında çok fazla bir düşünce de üretilmemişti. Önder Apo’nun öngördüğü temelde yürütülen mücadeleler Kürt halkını eğitse, örgütlese de diğer parçalardan önce Batı Kürdistan’da Kürt sorunu çözüme kavuşur anlayışı bu mücadeleyi yürüten güçlerde de pek yoktu. O nedenle de mevcut gelişme biraz da şaşırtıcı oldu.
Diğer yandan Tunus’ta, Mısır’da başlayan Arap isyanının Suriye’ye etkisi, Suriye’deki değişimi gündeme getireceği düşünülse ve bunun Kürtleri de etkileyeceği değerlendirilse de bu düzeyde böyle bir devrimci gelişmenin olacağı da beklenmiyordu. Suriye’nin diğer kesimlerinde yaşanan iç çatışma sürecinde Batı Kürdistan kentleri özgür hale gelecek, halk kendi Demokratik Konfederal örgütlülüğünü geliştirerek kendi kendini yönetir hale gelecek biçiminde bir düşünce çok fazla yoktu; kimse buna ihtimal vermiyordu. Fakat hareketimiz bu konuda somut durumu, gerçekleri görür oldu. Öncesinden Batı Kürdistan’da böyle bir gelişme olur biçiminde çok görüş olmasa, program ve planlama bu doğrultuda geliştirmese de özellikle Tunus ve Mısır’da başlayan Arap isyanının Suriye’yi yansıması ardından Suriye’deki gelişmelerin Batı Kürdistan’da ön açıcı olabileceği değerlendirmesi yaparak Batı Kürdistan halkını, oradaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren güçleri uyardı. Daha doğru, tutarlı, etkili eğitim ve örgütleme çalışmaları yapmaya çağırdı. Doğru politikalar izlemesi doğrultusunda uyarıları ve çağrıları oldu. Bu konuda genel Kürdistan özgürlük hareketi düzeyinde doğru bir politik tutum takınma ve gelişmeleri doğru değerlendirme yaklaşımı hakim ve etkili oldu. Bu çerçevede Batı Kürdistan özgürlük güçleri de hem doğru politikalar izlediler hem de zamanında demokratik toplum örgütlülüğünü çok çeşitli biçimlerde geliştirdiler. Özsavunma güçlerini örgütleyip geliştirdiler, Suriye’deki çatışmalar güçler arasındaki dengeyi bozup Şam yönetimini zorlayınca ve Kürdistan’ı yönetemez hale gelince de işte bu koşulları değerlendirmek üzere 19 Temmuz özgürlük devrimi gerçekleşti. Kürdistan’ın bu küçük parçasında halk kendi kendini yönetme iradesini ortaya koydu, kararlılığı içine girdi. Yönetimi devraldı ve hızla halk meclislerini örgütleyerek, yönetim komitelerini geliştirerek ve özsavunma güçlerini örgütleyerek bu durumu ilerletti.
Bu gelişme tabii Kürdistan açısından da, bölge açısından da tarihi oldu. Kürdistan genelini çok olumlu etkiledi. Yurtdışındaki Kürt halkına büyük coşku, heyecan kazandırdı. Önümüzdeki süreçte Kürdistan genelinde yürütülecek mücadelede ve Kürt sorununun çözümünde de önemli etkisi olacaktır. Kürdistan üzerindeki etkisi kadar Rojava özgürlük devriminin Suriye ve Türkiye üzerinde de etkisi oldu. Her şeyden önce Suriye’deki sonu nasıl olacağı bilinmeyen belirsiz çatışmalı duruma da yön verdi. Doğru tutumun, özgürlükçü tutumun ne olması gerektiğini gösterdi. Kürtler Suriye toplumuna demokratikleşme dersi verdiler, öncülüğünü ortaya çıkardılar, demokratik Suriye birliğinin temel bir gücünü ve öncülüğünü yarattılar. Bu etki devam ediyor. Birçok çete grubun çatışmasına, yağmalamasına karşı halkın demokratik yönetiminin ne kadar etkili, güçlü, sonuç alıcı olduğu Batı Kürdistan’da açığa çıktı. Bu temelde Kürt-Arap ilişkilerinin demokratik birlik çerçevesinde yeniden kurulmasının önü açıldı, zemini ortaya çıktı. Suriye demokratik devriminin sağlam bir meclisi Batı Kürdistan’da yaratıldı. Bunlar önümüzdeki süreçte çok daha fazla politik etkide bulunacaktır. Hem Suriye’deki hem Arabistan’daki gelişmeler üzerinde hem de Kürt-Arap demokratik birliğinin ve kardeşliğinin gelişmesinde bu adım önemli rol oynamaya devam edecektir.
AKP’nin Kürt düşmanlığı tam olarak ortaya çıktı
Türkiye üzerindeki etkisinden de söz etmek lazım. Türkiye’deki mevcut soykırımcı, inkarcı rejim telaşa düştü. AKP’nin bu kadar Suriye’de savaşçı olmasının nedeni Kürt sorunundaki çözümsüzlüğüdür. Kürt’ü inkar ve imha siyasetini sürdürmesidir. Dolayısıyla Batı Kürdistan’da sağlanacak demokratik gelişmelerden, Kürt halkının kimlik ve özgürlük yönündeki gelişmesinden büyük korku, kaygı duymaktadır. Türkiye üzerindeki etkisini engellemek için de Suriye savaşıyla fazlasıyla ilgilenmiş ve içli dışlı olmuştur. Herkesten önce Suriye’ye savaş açtı. Suriye’deki savaşın en etkili yürütücüsüdür. Bir yandan iktidarla ilişkisini tümden koparmıyor, bir yandan Suriye muhalefetini herkesten fazla örgütlemeye çalışıyor. Niye? Suriye’de Kürtlere hak ve yer verilmesin diye! Muhalefete şart koşuyor, Kürtlere statü tanınmasın, diyor. İktidarı da Kürtlerin statüsünü tanımaması ve herhangi bir hak vermemesi konusunda uyarıyor. İşte bu inkarcı siyaset AKP hükümetini gülünç duruma düşürdüğü gibi Türkiye’nin imkanlarını da tüketti. Bölge halkları karşısında güvenilmez hale getirdi. Özellikle saldırgan ve içişlerine müdahale eden bir konuma düştü. İstediği kadar Hamas’a sahip çıksın, Filistin edebiyatı yapsın Suriye’ye ve Libya’ya dönük yaklaşımları AKP’nin Arap toplumu tarafından iyi anlaşılıyor ve tehlikeli görülüyor, güvenilmez bulunuyor.
AKP hükümeti bu yaklaşımları niye gösterdi? Kürt sorunundan dolayı. Kürtler hak elde etmesin, statü kazanmasın diye Türkiye’nin her şeyini ipotek altına aldılar. Her türlü saldırganlık içine girdiler. İşte Libya’da NATO müdahalesine çanak tutmaları bunun içindi. ABD ve NATO’dan PKK’ye karşı destek alabilmek içindi. Suriye ile bu kadar savaş yürütüyor olmalarının nedeni de budur. Suriye’deki gelişmeleri denetlemek, dolayısıyla Kürtlerin hak elde etmelerini engellemek içindir. Bunlar da yetmiyor, şimdi çetelerle özgür Kürdistan’a karşı saldırı yürütüyorlar. Bu da tabii ki AKP’nin gerçek yüzünü daha iyi açığa çıkarıyor, maskesini daha net düşürüyor. Tamam Kuzey’de PKK teröristti, haydi savaş yürütüyordun, onlara karşı çıkıyordun, Afrin’deki, Kobani’deki, Serêkani’deki, Derik’teki, Qamışlo’daki Kürt sana ne diyor? Ona niye saldırıyorsun? Niye sınırları açıp çeteleri saldırtıyorsun? Demek ki Kürt düşmanısın. Demek ki Kürt karşıtısın, demek ki soykırımcısın. Kürt’ü inkar ediyorsun, imha etmeye çalışıyorsun. AKP gerçeği işte budur. Rojava’daki gelişmeler AKP’nin “Kürt vatandaşlarım, Kürt kardeşlerim” diyerek alttan alta gizliden Kürt soykırımını yürütmesi gerçeğini deşifre etti, açığa çıkardı, maskesini düşürdü. Bu sözlerin birer maske olduğunu, özünde ise AKP’nin tıpkı MHP gibi Kürt karşıtı ve Kürt düşmanı bir parti olduğunu, CHP’den bir farkı olmadığını, Kürt soykırımı savaşını devralarak şimdi kendisinin yürüttüğünü açığa çıkardı. Bu gerçeği iyi görmek, iyi anlamak lazım. Böylece Türk faşizminin ve soykırımcılığının teşhir edilmesine Rojava’daki gelişmeler önemli bir rol oynadı. Önümüzdeki süreçte bu durum daha fazla rol oynayacak. Dikkat edilirse TC devleti ve hükümeti Kuzey Kürdistan’ı tehdit ettiği kadar Batı Kürdistan’ı da tehdit ediyor. Dolayısıyla Kuzey Kürdistan özgürlük devrimiyle Batı Kürdistan devrimi de büyük oranda birleşiyor, ittifak içine giriyor. Önümüzdeki süreçte de bu etki daha fazla açığa çıkacak.
Suriye’deki ve Kürdistan’daki gelişmelere bağlı olarak Batı Kürdistan özgürlük devrimi rol oynamaya devam edecek. Artık önemli bir siyasi faktör Batı Kürdistan’daki gelişmelerdir. Herkes böyle bilmeli. Beş ayı aşıldı, altıncı aya girildi. Orada da artık bir Kürt statüsü var, Kürt yönetimi var, Kürt halk iradesi var. Hiç kimse bunu görmezden gelemez, bu gerçeği ret ve inkar edemez. Hiç kimse kolayca buna saldırıp ezemez de. Halk bilinçli, örgütlü, eğitimlidir, kendini daha çok da güçlendirir. Bütün Kürt halkının desteği arkasındadır; ilerici insanlığın desteği de arkasındadır. Dolayısıyla her türlü inkarcı ve imhacı saldırganlığa karşı Batı Kürdistan halkı ve özgürlük devrimi kendini savunacak güce sahiptir. Bu kararlılıkta olduğu gözüküyor. Böylece Kürt sorununun çözümünde de, Ortadoğu’nun demokratik dönüşüm yaşamasında da çok önemli bir mevzi ortaya çıkmış bulunuyor. Bu mevzi Kürt halkınındır, Ortadoğu halklarınındır; insanlığın değeridir. Rojava devrimi başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’nun demokratik dönüşümünde etkili rol oynamaya önümüzdeki süreçte daha çok devam edecektir.
Her şeyden önce mevcut durumu doğru tespit etmek lazım. Mevcut haliyle Suriye’ye dönük bir dış müdahale zaten var. Suriye’de yaşanan olaylar kesinlikle içten kaynaklı olaylar değil, bir iç çatışma durumu değil. Bölgesel ve küresel güçlerin çatışması durumudur. Bunu iyi görmek ve iyi anlamak lazım. Evet, vuruşan güçler Suriye güçleri; bir tarafta devlet var, bir tarafta çeşitli muhalif gruplar örgütleniyor. Kuralsız, ölçüsüz, vahşi bir savaş yaşanıyor. Ama bu muhalif grupları örgütleyen, silahlandıran güçler kesinlikle dış güçlerdir. Başta Türkiye olmak üzere küresel ve bölgesel birçok aktör bu işin içinde. Bu gerçeği bilmemiz lazım.
2013’te Suriye’de çatışmalı durum aşılacak
Suriye cephesinde de tabii İran’ın, Rusya’nın desteği var. Çeşitli İslami örgütlerin, Şii mezhebinden olan örgütlerin desteği var. Böyle olunca, tabii çatışan güçler Suriye içindeki güçler, ama çatışmaları destekleyen, silahlandıran ise küresel güçler. Mevcut muhalif grupların eğitilip silahlandırılmasında Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, ABD, bazı Avrupa ülkeleri büyük rol oynuyorlar. Silah onlardan geliyor, eğitim Türkiye’de yapılıyor. Dikkat edelim askeri toplantılar, komutalar Türkiye’de toplanıyor. Genelkurmayını Türkiye’de seçtiler, genel karargahlarını Hatay’da kurdular, Hatay’da ve Adana’da bir askeri eğitim kampları oluştu ve savaş oradan yürütülüyor. Aslında bir tür Suriye-Türkiye savaşı yaşanıyor. Bu da bir müdahaledir. Bu noktada bölgesel ve dış müdahale zaten var, ama doğrudan bölgesel ve küresel güçler kendi ordularıyla saldırmıyorlar, silahlarını Suriye içindeki güçleri eğitip onlara vererek saldırtıyor, iç çatışma yaratıyorlar. Tabii fiili durum, görüntü iç çatışma oluyor, ama arkasında bir dış müdahale durumu var. Dünyada devletlerin bu kadar açık müdahale edip bir savaşa destek verdikleri gibi az görülen bir durumdur. Askeri güçleriyle saldırmadıklarını söylüyorlar, ama her türlü saldırı gücünü örgütleyip saldırtıyorlar. Dünyada dış desteğin olduğu iç savaşlar olmuştur. Kimi örgütlere destek vermişlerdir. Ama bu kadar açığı az görülmüştür.
Bu örtülü, hatta açık dış müdahale durumu 2013 yılında doğrudan açık bir dış müdahaleye dönüşür mü, yoksa mevcut örtülülük mü devam eder veya çatışma dışı yöntemler mi gelişip öne çıkar, bu konu şimdi temel tartışma konusudur. Herkes bunu değerlendiriyor, anlamaya çalışıyor. Bu konuda 2012’de yaşanan durumun değişeceği yönünde işaretler var. Son bir iki aydır ortaya çıkan bazı pratikler artık 2012’de yaşanan bu örtülü iç çatışma durumunun değişeceğini, 2013 yılında farklı politik-askeri durumların ortaya çıkacağını, Suriye üzerinde mücadelenin yoğunlaşarak bir “çözüm” aranacağını gösteriyor. Bir kere bunu öncelikle tespit etmemiz lazım. 2013 yılında Suriye üzerindeki mücadele daha derin ve kapsamlı olacak, çözüm aranacak. Bu kesindir. 2012 yılındaki örtülü dış müdahale ve düşük yoğunluklu çatışma durumu bir biçimde aşılacaktır. En azından mevcut siyasi ve askeri durum aşılarak Suriye’deki çatışmalı duruma bir çözüm aranacaktır. Suriye’deki mevcut durumu değiştirecek ve yeniden yapılandıracak arayışlar, bu temelde siyasi ve askeri mücadele yoğunlaşacaktır. Bunun işaretleri ortadadır. Son İsrail-Filistin çatışmasını bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Yine Irak’taki durumun, Bağdat ve Hewler yönetimleri arasındaki gerginliğin bu durumla da bağlantısı var.
Türkiye’ye patriot füzeleri yerleştirmek yine bununla bağlantılıdır. İster savunma amaçlı ister saldırı amaçlı olsun, Suriye’deki durumla bağlantılı olduğu, İran ve bölgedeki çatışma durumuna göre hareket edildiği gün gibi açıktır. Sadece bugünü değil, yakın dönemdeki olası gelişmelerde bu adımlarda etkili olmaktadır. Yine ABD-Rusya görüşmelerinin, Türkiye-Rusya ilişkilerinin bu duruma işaret ettiği, yeni arayışları içerdiği açıktır. Bu bakımdan mevcut gelişmeler 2012’deki durumun 2013 yılında aşılacağını, politik ve askeri mücadelenin Suriye üzerinde daha çok yoğunlaşacağını gösteriyor. Elbette bu demek değil ki her şey bir günde, bir haftada olup bitecek. Kuşkusuz bu çözüm arayışı bir sürece yayılacak. Ama 2012’deki gibi düşük yoğunluklu siyasi-askeri durum kesinlikle değişecektir. Bu anlamda mevcut durum hangi yönde değişebilir? Çeşitli olasılıklar var bu konuda. Henüz netleşmeyen durum burası oluyor. Acaba örtülü dış müdahale durumu daha çok artırılarak savaş mı yoğunlaştırılacak, yoksa dış müdahale örtülü olmaktan çıkarak doğrudan Suriye’ye askeri müdahale mi söz konusu olacak? Ki böyle olursa bu durumun hemen Irak’ı, İran’ı, Türkiye’yi de içine alacağı bölgesel bir savaş haline geleceği açık. Böyle bir durum ABD ve NATO tarafından geliştirilirse buna karşı Rusya ve Çin tarafının da çeşitli müdahalelerde bulunabileceği ihtimal dahilindedir. Çünkü Rusya ve Çin bu durumun adım adım kendi sınırlarının yakınlarına dayanacağını görmektedirler. Dolayısıyla öylesi bir durum bölgesel ve yerel düzeyde her alanda sürdürülen III. Dünya Savaşı’nın askeri bakımdan zirve yapması olacak. Bölgesel, hatta küresel düzeyde dünya savaşı en şiddetli askeri çatışma boyutuna ulaşacak. Belki bu güçler klasik bir dünya savaşı gibi doğrudan ve cepheden bir savaş içinde olmayacaklar. Ancak III. Dünya Savaşı’nın mevcut yürütülüş biçiminin keskinleşmesi herkesi ciddi düzeyde etkileyecektir. Kolay bir durum değildir. Öyle bir tarafın müdahale edip kazanması çok kolay gözükmüyor. Dolayısıyla herkesi hem zorlayacak hem de sonucu belli değildir; herkes açısından risk içeriyor. O nedenle taraflar bu düzeyde bir savaştan korkuyorlar denilebilir. ABD de, Rusya da daha temkinli, dikkatli davranıyorlar. Sonucu belli olmayacak bir çatışmadan çekinir pozisyondalar. Bunu insan rahatlıkla anlayabiliyor. O halde savaş göze alınmayacak, bu düşük yoğunluklu ve örtülü çatışma devam ederken bir genel siyasi uzlaşma, genel siyasi çözüm mü gündeme getirilecek? Bu da bir olasılıktır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi düzeyinde yürütülen çalışmalar ABD-Rusya diplomasisi bunu gösteriyor. 2012 boyunca böyle yoğun diplomatik mücadele yaşandı. Son dönemde çok daha fazla da yoğunlaştığı gözleniyor. Son Putin-Erdoğan görüşmesinin de bu boyutu vardı. Suriye yönetiminden yapılan açıklamalar da böyle bir uzlaşmaya açık olunduğunu gösteriyor. Hem Rusya-Türkiye görüşmeleri sonucundaki açıklamalar, Rusya’dan gelen sesler, hem Suriye’den yükselen sesler buna açık olunduğunu ifade ediyor. Arap Birliği bu siyasi uzlaşmayı açık tutmayı ifade eden inisiyatif kullanıyor. Kofi Annan’dan sonra yeni bir temsilci atadılar ve bu temelde çalışma yürütüyorlar. Bu anlamda çatışmaları tırmandırmamak, ama diplomatik siyasi mücadeleyi yoğunlaştırarak genel bir uzlaşmayla Suriye’deki değişim ve yeniden yapılandırmayı siyasi yöntemlerle gerçekleştirmek de hala bir olasılıktır. Bunların hangisinin yaşanacağını gelişmeler gösterecek. Siyasi uzlaşma ihtimali de güçlüdür, çatışma olasılığı da vardır. Savaşın Suriye üzerinde tırmanması ve bölgeye yayılması da ihtimal dahilindedir. Hatta Suriye’de mevcut çatışma düzeyi sürdürülürken ABD ve İsrail’in İran’ı teknik güçle vurma ihtimali de vardır. Belki de patriot füzelerinin Türkiye’de savunma rolü oynaması İran’dan atılacak füzelere karşı olacaktır. Çünkü NATO ve Türkiye yönetimi hep savunma amaçlı olduğunu söylüyor bu füzelerin. Suriye’den Türkiye’ye dönük bir saldırı gelmeyeceğine göre Türkiye ancak İran’dan gelebilecek bir saldırıya karşı savunulabilir. Bu durumda acaba Patriot füzeleri Suriye’ye saldırı amaçlı kullanılacak da buna İran müdahalesi olursa onun karşısında mı savunma olacak. Yoksa Suriye’den önce İran vurulacak da İran’ın buna misilleme olarak Türkiye’ye dönük saldırısı karşısında Türkiye mi savunulacak. Durum biraz çeşitli olasılıkları içerecek düzeydedir. Bu anlamda çatışmaların, müdahalelerin Suriye’nin dışına yayılma olasılığı bulunmaktadır.
Dikkat edilirse bütün bunların hepsi bir dış müdahale anlamına geliyor. İster örtülü biçimde yapılsın, ister açık biçimde yapılsın, ister siyasi uzlaşma yapılsın hepsi Suriye’ye dışarıdan bölgesel ve küresel güçler düzeyinde siyasi ve askeri müdahale etmeyi içeriyor. Bu bakımdan Suriye’ye dış müdahale zaten var. Önemli olan bu müdahalenin çerçevesini anlamak ve nasıl boyutlanacağını, nereye varacağın kestirebilmektir. Bu konuda şunu diyebiliriz, 2013’te askeri ve siyasi mücadele yoğunlaşacak ve sonuç alınmaya çalışılacak. Şimdiden birçok veri bunu gösteriyor. Bunun hangi yöntemle olacağı ve nasıl gelişeceği pratikte görülecek.
Böylesi bir süreçte ulusal konferansın toplanamaması çok acı
Böylesi bir süreçte Kürdistan ulusal kongresi veya konferansının toplanamamış olmasından büyük üzüntü duyuyoruz. Biz hareket olarak böyle bir kongre ve konferans toplamaya hem hazırız hem de istekliyiz. Böyle büyük bir toplantının yapılıp sonuç vermesini de süreç açısından ciddi öneme sahip olarak görüyoruz. Hem Kürdistan parçalarında ulusal demokratik birliğinin sağlanmasını, hem de Kürdistan genelinde bir demokratik ulusal birliğin olmasını ciddi bir biçimde önemsiyoruz. İçinde bulunduğumuz süreç ve gelecek açısından böyle bir birlik konumunu tarihi önemde görüyoruz. Kürt halkının varlığı ve özgür geleceği açısından önemli rol oynayacak biçimde değerlendiriyoruz. Çünkü tarihe baktığımızda, tarih bilincimizi yokladığımızda bütün tarihi süreçlerin, fırsat ve imkan veren dönemlerin Kürt birliği olmamasından dolayı heba edildiğini görüyoruz. Yine büyük çatışmalar, savaşlar içerisinde birlik olmaması nedeniyle Kürtlerin savunmasız kaldığını ve Kürt halkının büyük kayıplar verdiğini, acılar yaşadığını tarihten öğreniyoruz.
İçinde bulunduğumuz Ortadoğu’da yaşanan III. Dünya Savaşı’nda da böyle bir durumun yaşanmasını yanlış ve tehlikeli görüyoruz. Gerçekler bu kadar ortadayken, tarih bilincimiz bu kadar aydınlatıcıyken hala eksiklikleri giderememek, yanlış politikada ısrar etmek elbettiki affedilmez bir durum olur. Bu, Kürdistan’daki bütün siyasi güçler açısından ağır bir tarihi sorumluluğu yükler. Hiç kimse de bu sorumluluktan kendini kurtaramaz.
Bu bakımdan Kürdistan parçalarında ve genelinde ulusal demokratik birliğin yaratılması hayati önemdedir. Mevcut birlik olamama durumunun aşılıp demokratik birliğin yaratılamaması kesinlikle sömürgeciliğin, emperyalizmin, soykırımın işidir. Bu parçalılığı sürdürmek sömürgeci soykırım sistemine bir anlamda hizmet etmek oluyor. En azından onun öngördüğünü aşamamak, devam ettirmek anlamına geliyor. Bu bakımdan da tüm aydınlara ve siyasi güçlere ağır sorumluluk yüklüyor. Bunun için parçalarda ulusal birliğin Kürt demokrasisini inşa etme temelinde geliştirilmesi gerekiyor. Kuzeydeki AKP oyunlarını boşa çıkartma, çözüm direnişini geliştirme de buna bağlıdır. Batı Kürdistan’daki 19 Temmuz özgürlük devrimini ilerleterek kalıcı kılma, Kürdistan ve Suriye devrimlerinde rolünü başarıyla oynatma kesinlikle ulusal demokratik birliğin sağlanmasına bağlıdır. Yine Güney Kürdistan’daki gerginlik, çatışmalı durum Bağdat’tan gelen tehditler kadar Türkiye’den ve İran’dan gelen tehditler karşısında, yine olası bir bölgesel savaş karşısında Güney Kürdistan’ın savunulabilmesi açısından Kürdistan’ın geneline yön verecek bir ulusal demokratik birlik şarttır. Doğu Kürdistan’da on yıllara yayılan mücadele birikimini sonuca götürebilmek, halkın kazanımlarını ayakta tutup Kürt sorununun çözümünü sağlatabilmek yine birlik olmaya bağlıdır.
Bütün bunlar gösteriyor ki Kürdistan ulusal kongresi ya da konferansının toplanması gerekiyor. Herhangi bir güncel çıkar ya da dar politika böyle bir ulusal demokratik gelişme önünde engel oluşturmamalıdır. Fakat ne yazık ki böyle bir engel olma durumu yaşanıyor. Dar politik çıkarlar, günceli kurtarma yaklaşımları, Kürt halkının kaderi üzerinde söz sahibi olacak bir demokratik birlik çalışmasının yapılmasını engelliyor. Bu konuda özelikle Güney Kürdistan yönetimine, Güney Kürdistan’daki siyasi partilere, KDP ve YNK’ye önemli bir rol ve sorumluluk düşüyor. Her ne kadar son yıllarda böyle bir ulusal toplantının yapılmasından yana tutum geliştirmiş olsalar da bunu pratikleştirme adımını bir türlü atmadılar. Uzak duruyorlar. Kürdistan’ın bütün parçalarını o parçaların somutunda görüp ele alma, ona göre yaklaşım geliştirme gücünü gösteremiyorlar. Kürdistan geneline hep Güney Kürdistan penceresinden bakıyorlar. Onun çıkarlarına göre yaklaşım gösteriyorlar. Dolayısıyla da Kürdistan geneli hakkında özgür, eşit çözümü öngörecek kararlar almayı ifade eden çalışma adımlarını atamıyorlar. Uluslararası ve bölgesel bazı güçler ne der diyerek tereddüt gösteriyorlar.
Örneğin Rojava’daki devrimi kaldıramıyorlar. Kuzey Kürdistan’da halkın özgürlük ve demokrasi savaşını, AKP’nin topyekun özel savaşı karşısındaki demokratik direnişini kaldıramıyorlar; güncel çıkarlarına ters görüyorlar. Bu nedenle de birlik adımını bir türlü atamıyorlar. Örneğin, Güney Kürdistan yönetiminin AKP ile ilişkileri genel mücadeleye ciddi zarar veriyor. AKP KDP’den aldığı güçle Serêkani’ye, Afrin’e, Halep’e çete saldırtıyor; Qamışlo’ya, Derik’e saldırmaya hazırlanıyorlar. Türkiye Güney Kürdistan’daki yaklaşımlardan aldığı güçle Suriye muhalefetinden Kürtleri dıştalamaya çalışıyor.
Yine AKP Güney Kürdistan’dan aldığı güçle Kuzey Kürdistan’da bu kadar saldırgan bir imha savaşı sürdürebiliyor. Her türlü teknikle Kürdistan dağlarını bombalıyor, Kürt gençlerini katlediyor, Kürt demokratik siyasetine karşı bu kadar vahşi bir siyasi soykırım operasyonu yürütebiliyor. Suçsuz, günahsız insanları yıllardır tutup hapishanelere tıkabiliyor. Kürt çocuklarını taş attılar diye zindanlara koyup her türlü hakaretlere uğratabiliyor. Bu tutuklamalara ve baskılara ciddi bir tepki gösterilmiyor. İmralı işkence sistemini Önder Abdullah Öcalan üzerinde 15 yıldır sürdürebiliyor. Bunlar önemli hususlar tabii. Kuşkusuz Güney Kürdistan yönetimi Kuzey ve Batı Kürdistan’daki halkla birlikte doğrudan savaşa girsin demiyoruz, fakat sadece kendi ekonomik çıkarlarını gözetip Kuzey’de, Batı’da durumun ne olduğunu dikkate almaz, ona göre davranmazsa da o zaman o parçalardaki halkın mücadelesine zarar verilmiş olur. Nitekim mevcut durumda zarar da veriliyor. ‘Bizim ihtiyacımız var, ekonomik, siyasi çıkarlarımız bunu gerektiriyor’ denerek bu yapılıyor. Halbuki Güney Kürdistan’ın ekonomik bakımdan AKP’ye muhtaçlığı yoktur. AKP bu konuda Güney Kürdistan’a muhtaçtır. Siyasi açıdan da Türkiye’ye muhtaçlığı yoktur. Irak’la, Arap alemiyle, küresel sistemle ilişkileri var. Mali durumu fazla ve her yerden mal alabilecek durumdadır.
Güney Kürdistan yönetimi dar ve parçacı yaklaşıyor
Aslında ekonomik olarak da siyasi olarak da daha çok Türkiye Güney Kürdistan’a muhtaçtır. Eğer bu gücü Kürt sorununun çözümü yönünde etkili kullanabilse Güney Kürdistan yönetimi, diğer parçalarda, Kürdistan genelinde sorunun çözümünde önemli rol oynayabilir. Fakat bu noktada dar, çekingen, sadece kendini dikkate alan bir politik yaklaşım söz konusu. Bu nedenle diğer parçalardaki durum olduğu gibi görülemiyor, kabul edilemiyor. O nedenle de bütün parçaların mevcut durumunu değerlendirecek, yürütülen mücadeleleri birleştirecek, ortak karara bağlayacak adımlar atılamıyor. Ulusal kongre toplansa elbette bu kararları alması gerekiyor, bunu herkes biliyor. Ama Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesi, Batı Kürdistan’daki mücadele, Doğu Kürdistan’daki mücadele kendi somutu içinde yeterince görülüp kabul edilemeyince onları kararlaştıracak, ortak sorumluluk alacak adımlar atmaktan da çekiniliyor. Mevcut kongre ya da konferans kararının pratikleştirilememesi buradan kaynaklıdır. O nedenle Güney Kürdistan yönetimine, siyasi partilere dönük eleştiriler var, ulusal kamuoyu kuşkuyla bakıyor buradaki politikalara. Çok dar, çok parçacı, çok mahalli buluyor. Çok fazla kendi çıkarını öngören, Kürdistan genelini ve Kürt halkının genelde yürüttüğü mücadeleyi yeterince dikkate almayan bir politik yaklaşım olarak değerlendiriliyor.
Bunun en somut örneği Batı Kürdistan’da ortaya çıktı. Bazı partiler ısrarla TC’yle ve çetelerle birleşerek Batı Kürdistan’daki özgürlük devrimini sabote etmeye çalışıyorlar. Buna Güney Kürdistan yönetimi etkin tavır alamıyor. Dahası el altından desteklediği yönünde de iddialar, hatta bilgiler var. Ne kadar doğru bilemiyoruz, bu bilgilerin yanlış olmasını diliyoruz. Ama ne yazık ki böylesi bilgiler var ve eğer bunlar doğruysa tabii ki Kürt halkının tüm parçalarda yürüttüğü mücadelenin sonucu ortaya çıkan gelişmelere ve imkanlara Güney Kürdistan’daki yönetimin böyle bir tutum takınması ulusal demokratik çizgi ve duruş açısından sakıncalı. Böyle ulusal duruş olmaz, demokratik duruş olmaz. Böyle Kürt sorununun çözümü, Kürdistan’ın özgürlüğü gerçekleşmez. Herkes böyle yapmaya kalkarsa o zaman ortada Kürt birliği, demokrasisi diye bir şey olmaz.
Kürtler bir olmazlarsa, peki, yarın Suriye üzerinden tüm bölgedeki sorunları çözmek üzere genel bir siyasi uzlaşma platformu oluşturulursa, geçmişteki savaşları sona erdiren anlaşma platformları gibi böyle bir ortamda Kürdistan bütünlüğünü, Kürt halkının ulusal demokratik çıkarlarını hangi Kürt birliği, iradesi temsil edecek? Diğer yandan farz edelim bir büyük savaş olur, bölgesel savaş gelişirse Kürdistan’ın merkezinde olacak bir savaş daha ileri düzeyde ortaya çıkarsa o durumda Kürt halkı kendini hangi birlikle, hangi güçle nasıl savunacak? Oysa bu tür gelişmeler güçlü ihtimaller düzeyindedir. Öyle zayıf değildirler, çok uzağımızda da değiller. Yakında her an gerçekleşebilirler. Böyle durumlarda Kürt halkının ulusal birlik halinde iradesini ve savunma sistemini ortaya koyabilmek, varlığını ve özgür geleceğini kazanabilmek açısından şart.
Tarihi geçmişe bakalım, I. Dünya Savaşı sonrasına, Sevr’e, Lozan’a. Ondan önceki tarihsel süreçlere bakalım. Hep böyle bir birliğin sağlanamaması, parçalı kalma, dolayısıyla Kürt halkının iradesini ve gücünü bütünlük halinde hareket ettirememe sonucunda Kürdistan bu hale geldi, böyle bir inkar ve imha sistemi altına alındı. Bu tarzda parçalanarak üzerinde soykırım uygulanan bir ülke ve halk konumuna düşürüldü. Eğer şimdi de bu durum aşılamazsa kurtuluş yine gerçekleşemez. Demek ki kurtuluşu gerçekleştirebilmek için her şeyden önce tarihten ders çıkartarak Kürtleri zayıf bırakmış, iradesiz kılmış olan bu parçalı duruşu aşabilmek lazım. Elbette sıkı bir merkezileşme doğru değildir; gerekli de değildir. Onlar despotizme, diktatörlüğe götürür. Demokratik konfederalizm bu konuda en önemli bir ilişki ve birlik biçimidir. Ama birliksizlik de despotik merkezi sistem yaratacak kadar tehlikelidir. O nedenle en doğrusu demokratik birlik ve ittifak halinde olmaktır. Bütün parçalarda ve Kürdistan genelinde demokratik birliği, ittifakı yaratacak bir konumda olmaktır. Hem bölgede barışın ve sorunların demokratik yöntemle çözümünün sağlanmasında rol oynamak, hem de Kürdistan’ın bölünüp parçalanmışlığına ve Kürtlere dayatılan inkar ve imhaya son vererek Kürt halkının varlığını ve özgür geleceğini garantilemek, böyle bir demokratik birlik yaklaşımı içinde sürece yaklaşmak, sorumluluk duyarak etkin, aktif ulusal demokratik çıkarları gözeten bir mücadeleyi yürütmeyi gerekli kılıyor. Başarı ancak böyle bir tutumla ve mücadeleyle olur. Her türlü tehlikeye karşı tedbir olduğu kadar, yine her türlü fırsat ve imkanı Kürt halkının ulusal demokratik çıkarları ve bölge halklarıyla kardeşçe yaşaması doğrultusunda kullanabilmek de ancak bu tutumla gerçekleşebilir.
Bu çerçevede demokratik birlik yaklaşımını önemsemek lazım; herkes böyle bir yaklaşım içinde olmalı. Ulusal düzey, tutum bu çerçevede gelişmeli. Siyasi partiler, siyasi güçler üzerinde ulusal, toplumsal Kürt iradesinin, Kürt kamuoyunun baskısı oluşmalı. Her şey siyasetçilerin kararına, görüşüne de bırakılmamalı. Aydınlar, sanatçılar, toplumsal irade siyaset üzerinde etkinliğini kullanabilmelidir. Doğru yönde adım atılması için yönlendirici, teşvik edici olabilmelidir. Bu anlamda siyasetçilere görev ve sorumluluk düştüğü kadar ulusal demokratik birliğin yaratılmasında aydınlara, sanatçılara, değişik sivil toplum örgütlerine, toplumsal demokratik güçlere de görev ve sorumluluk düşüyor. Herkes görev ve sorumluluğunun bilincinde olur, tartışarak ulusal demokratik çıkarlar temelinde doğruların ne olduğunu ortaya çıkarır, onda birleşirse işte o zaman sorun çözülür. Birliksizlik birliğe dönüşür. O da Kürt halkını geleceğe iradeli ve örgütlü biçimde hazır kılar.