İnşa göreviyle karşı karşıyayız. Bir düşüncenin bedenleşmesi tarzında toplumsal inşa gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Kadro olarak bunları yapıyoruz. Hakikat rejiminden kast ettiğimiz esas itibariyle biraz da budur. Politik alanla, düşünce gücünü birleştirme, hakikat rejimi olarak tanımlanabilir. Ulaşılan anlam gücünü politik alan görevleriyle birleştirme, dolayısıyla buradan bir toplumsal inşa gerçeğini ortaya çıkarmadır. İşte hakikat rejimi biraz bu çerçevede ele alınabilir.
Politik alan özü itibariyle hakikatin örüldüğü, toplumsallaşmanın gerçekleştiği alandır. Toplum politik bir olgudur, toplumsallıkla politiklik nerdeyse özdeştir. Zaten politikanın toplumun özgürlük alanı olarak değerlendirilmesi de oradan geliyor. Demokrasiyle de bir tutuyorsunuz. Nerdeyse demokrasiyle iç içedir, yönetim olgusuyla iç içedir. Ama sadece yönetim değildir. Politika çok daha derinliklidir ve toplumun ayrılmaz karakteristik özelliğidir. Toplumun gelişme alanı, kendisini aşma, yetkinleşme alanı, toplumun gelişerek özgürleşmesi alanıdır. O açıdan hakikat rejimiyle doğrudan bağı var.
Toplum bilim en genel anlamda felsefe olarak değerlendirilebilir
Bizim açımızdan sosyoloji de önemlidir. Toplum bilim en genel anlamda felsefe olarak değerlendirilebilir. En genel anlamda felsefe derken özü itibariyle toplum bilimden söz ediyoruz. “Bütün bilimlerin anası” bir boyutuyla da bizler onun üzerinde yoğunlaşıyoruz. Toplumu tanımak, onun bilimini yapmak gerekli, en azından o konuda yüzeysel olmaktan çıkmış, derinlik kazanmış, bir bilgiye sahip olmak önemlidir. Başka türlü toplumu nasıl örgütleyebiliriz ki? Toplum konusunda bilgi sahibi olmadan, toplumsal inşaya girişebilmek mümkün mü? O açıdan toplumu tanımak gerekiyor. Zaten insanın toplumsal bir gerçeklik olması da onunla ilgilidir. İnsandan söz ettiğinizde toplumsal bir varlıktan söz ediyorsunuz. Kendinizden söz ettiğiniz de yine toplumsal bir varlıktan söz ediyorsunuz. Kendinizi örgütlerken, kurarken bile kendinizde toplumu kuruyorsunuz.
Önderlik “Kendimi toplumsallaştırdım, Kürt olarak demokratik sisteme kavuşturdum, demokratik modernite olarak da bölge halklarına sundum” dedi. Kişide kendisini bireysel olarak kurarken kendisinde bir toplumu kuruyor. Kadrolaşma dediğimiz, militanlaşma dediğimiz, partileşme dediğimiz şey özü itibariyle budur. Kadrolaşma, kendisini toplum olarak kurmak, toplumsal bir varlık olarak kendisini kurmaktır. Onun için insan evrenin maketidir.
Kadro bundan çok daha fazlasıyla bir toplumun maketidir. Kendisini bir toplum maketi olarak kurmayan bir kadro bireyciliği aşmamış demektir. Bireyciliğin çoğu buradan gelir, zaten yabancılaşma dediğimiz şey toplumdan kopuştur. Yabancılaşma, kendi özünden uzaklaşma, temel karakteristik özelliğinden kopmadır. Toplumsal bir varlık olma konumundan çıkmadır. Yabancılaşma esas itibariyle budur. İnsan kendi toplumundan koparsa yabancılaşır. Onun için hakikat arayışından söz ederken şunu söyleyebiliriz. Hakikatle buluşmak aynı zamanda yabancılaşmayı aşmaktır.
Bu anlamda Kürtlerdeki yabancılaşma ve ihanet olgusu üzerinde durulabilir. Tarihsel olarak kölelik-özgürlük ikilemi, bütün Kürt tarihini bağlayan ikilemdir. Özgürlük-kölelik ikilemi, bugünkü dünyamıza da bugünümüze de damgasını vuran bir ikilemdir. Bu ikilem işte aynı zamanda toplumsallaşma veya tersinden toplumu dağıtma biçiminde değerlendirilebilir. İşbirlikçilik-ihanet olgusu, Kürdistan’da güçlü, Önderliğin esaretinin de temel nedenlerinden, gerekçelerinden biridir.
Önder Apo’nun esaretini ortaya çıkaran esasta Kürt ihanetidir. Bu da bir gerçektir. Bunları değerlendirme konusu yapabiliriz. Daha derinlikli olarak yöntem üzerinde yoğunlaşmak, hakikati genel tanımlarıyla daha derinlikli olarak anlamak, sonra somutta onun inşası üzerinde yoğunlaşmak, derinleştirmek ve giderek bunu bireysel düzeyde kişi olarak kendini hakikat olarak inşa etmeye kadar götürmek. Orada ortaya çıkan zaafları ve zayıflıkları eleştirmek, değerlendirme konusu yapmak uygun olabilir.
Mitoloji, din, bilim ve felsefe bunların dilini çözme ve bunların dilinden oluşturulan sentezi sağlam bir mantık yapısı haline getirme, olaylara olgulara böyle bakma, temel yöntem olabilir. Bu durumda böyle kolay kolay yanılmayan bir bakış açısı, bir duruş ortaya çıkarıyor. Önderlik kendi yöntemine “yorumculuk” diyor. Yorumlama için de bunlar gereklidir. Ama yine de kuşkusuz burada Önder Apo’nun en değerli ve anlamlı bulduğu şey bilimdir.
Bilim insanlığın en büyük kazanımıdır. Pozitivizmi eleştirebilirsiniz, ama sonuçta bilimi yeniden kuruyorsunuz. Bütün bilimler içerisinde de sosyal bilim önemlidir. “Bilimlerin anası” o zaman sosyal bilimin kuruluşuna yeniden başlamak gerekir. Sosyal bilimi olumsuzluklardan arındırmak, yöntem konusunda düştüğü hatalardan, yanlışlardan, yanılgılardan kurtarmak önemlidir. Günümüzün bilimine bu açıdan da toptan bir retçi yaklaşım belki doğru olmayabilir, ama en azından ondaki bazı şeyleri kesinlikle reddederek başlamak gerekiyor. O da nedir? Keskin özne-nesne ayrımını ret etmektir. Hem Descartes hem de Bacon öncülerini ret ederek başlamışlardır. Ruh-beden keskin ayrımı vardır. Diğerinde özne-nesne keskin ayrımıdır. Bunları reddetmek, ondan sonra da insanı esas almak gerekir. Bu da pozitif bilimi karşıya almak oluyor. Pozitif bilimi mahkum etmek ve onun dışına çıkmak, bilim insanlığın en büyük kazanımıdır. Önder Apo’nun çok çarpıcı belirlemeleri var. “Metafiziklere mahkum değiliz” diyor. Ama yine de metafiziklere mahkum olmamakla birlikte, iyinin, doğrunun, güzelin ve özgür olanın arayışından da vazgeçemeyiz. Bilimde ne kadar derinleşirseniz, bilimle gerçekliği ne kadar çarpıcı bir biçimde ortaya koyarsanız metafiziğin alanı o kadar daralır.
Sanat hakikati en iyi ifade etme yöntemidir
Dinin etkisi yaşamdan neyle nasıl çıkarılabilir? Yerine ne konularak çıkarılabilir? Belki de salt bilim de değil, sanat da olabilir. Sanatın gelişimiyle dinsel inanç arasındaki ilişki incelenmelidir. Sanat hakikati en iyi ifade etme yöntemlerinden biridir. Oradaki o yaratıcılığın gelişmesi toplumu daha fazla özgürleştirebilir, kötü metafiziklerden daha fazla arındırabilir.
Atina Savunmasında Önderlik çok çarpıcı açıyor ve şunları belirtiyor:
“Aslında Türk-Kürt olgularının basit bir kullanım değeri taşıdığı anlaşılıyordu. Sorunun özünün bir Kürt-Türk çelişkisinden ibaret olmadığı, kendini bütün yönleriyle gösteriyordu. İkinci, üçüncü kategorilerden çelişkiler olduğu ortadaydı. Dar bir ulusalcılık ve sınıfsallık bu yüzeysel çelişkileri ifade ediyordu. Sistemli olamadığımız, karşı-sistemlerin içinde kaldığımız inkar edilemez bir konum arz ediyordu. İstediğin kadar ezilen ulusçu veya sömürülen sınıfçı olduğunu iddia et, pratik seni karşıt sistemin basit bir avı halinde tutmaktan öteye taşımıyordu.”
“Eğer yaşadığın sistemi köklü gözden geçirmez, alternatifini geliştiremezsen bu konumu aşamayacağın da ortadadır. Kocaman Sovyet sistemini kullanan emperyal hegemonik sistem, bir Kürt-Türk ilişkiler ve çelişkiler odağını haliyle kullanacaktı. Öyle yaptığı da bütün marifetleriyle karşındaydı. Bu durumu sadece dostların, Özgürlük Hareketi’nin eksiklikler ile izah edip aşmak gerçekçi değildi. Hatta görünür komploculara bağlamak da yeterince bir izah olamazdı. Ne kadar Kürt, Türk, Arap çözümlemesi yapılsa da durum yine aşılamazdı. Buralardan dünya hegemonik sistemini çözmeye yönelmedikçe içinde kıvranmaktan kurtulunamayacaktı. Benim durumum her yönüyle bir sistem çözümünü dayatıyordu. Öyle sıradan parçasal, farklı zaman-mekan çözümlerini değil, bütünsel derinlikli ve tüm boyutlarıyla bir evrensel çözümü dayatıyordu. Bu tür bir çabaya ve düşünsel yoğunlaşmaya yöneldim. Tümüyle etli butlu olmasa da kendi sisteminin iskeletini oluşturduğum kanısındayım.”
“Evrensel bakış açım, mevcut bilimsel bilgi düzeyini rahatlıkla karşıladığı gibi hiçbir gelişme karşısında şaşmayacak bir olgunluğa ulaşmış seviyededir. Yaşam-ölüm diyalektiğinde tüm gelişim evrelerini yorumlayabilecek ve karşısında yeterince cesaretle durabilecek durumundayım. Dönüştürdüğüm sadece bilimsel zihniyet yapısı değildir. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan mitolojik, dini, felsefi ve bilimsel düşünce tarzlarının iç içe diyalektik gelişmesini zihniyetimin temel kalıpları haline getirmişim. Buna, sağlam mantık yapısı da denilebilir. Bu mantık yapısı içinde toplum, doğa ve evren kavramına şüpheli karakterimi doyurabilecek denli bir derinlik, doğruluk kazandırmış durumdayım.”
“Ben merkezli bir düşünce yapısı veya hastalığından kurtulmuş durumdayım. Ta çocukluktan beri en güçlü baba, kabile, aşiret, ulus, devlet vb. kavramlarla kendini özleştirme, tekleştirme hastalığı aslında insan psikolojisindeki en derin bir zaafı da teşkil ediyor. Belki de canlılar aleminde kendi başına yaşayamayacak denli zayıf bir hayvan olan insan türü, bu zayıflığını toplum olmak ve toplum olmakla da kendini onun bir kategorisi (aile, hanedan, devlet, ulus, aşiret) olan biçimler altında tanrısal bir yansı haline getirmekle benleştiriyor, tekleştiriyordu. Aslında tek tanrılaşmayla, benlikte bir zirveleşme ve kendini gizleme söz konusudur.”
Önemli olan insanlık tarihi boyunca tüm mitolojik, dini, felsefi ve bilimsel düşünce tarzlarının iç içe diyalektik gelişmesini zihniyetinin temel kalıpları haline getirmektir. Önderlikte olan budur. Mitolojinin dilini rahatlıkla çözebiliyor. Mitolojide muazzam bir hakikat payı var. Dinde muazzam bir hakikat payı var. Marks’taki zaaflardan biri nedir? Dine “toplumun afyonu” deyip bir yana atmasıdır. Çoğunlukla mitolojiye “yalan” deyip bir kenara atılmasıdır. Felsefede bile bölünmelerin yapılması, idealizm, materyalizm ayrımları o tarzda birinin bir kenara atılması yanlıştır. Önderlik öyle yapmıyor. Her birinde ifade edilen hakikat payları var. Önemli olan o hakikat paylarını alabilmek, onları o temelde çözebilmek önemli oluyor. Bilimsel düşünce ne zamana denk düşüyor? Yakın tarihe denk düşüyor.
İnsanlık tarihi uzun bir dönem boyunca mitolojinin etkisindedir
Uzun bir dönemini mitoloji biçiminde din biçiminde geçiriyor. Dini ve mitolojiyi bu açıdan anlamak çok büyük önem arz ediyor. Böylelikle toplumu anlayabiliyorsun. Amerikalı bir Sümerolog var. Amerika’da çıkan bir dergide “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” kitabı İngilizce çevirisinden okumuş. O Sümeroloji açısından değerlendiriyor. Önderliğin Sümerleri yorumlama ve görüşlerindeki derinlik, farklılık anlamında Önderliği müthiş yüceltiyor.
Önder Apo “Özgürlük Hareketi’nin Doğu-Batı senteziyle en ciddi yönü özgünlüğü ve inançlı yaklaşımıdır. Herhangi dogmatik bir merkeze bağlılığı yoktur. Ucuz hayaller beslememektedir, dürüst ve cesur insanları esas almaktadır. Hiçbir mensubuna kişisel çıkar ve prestij vaat etmemektedir. Kapıları doğruya, güzele, adalete açık ve özgür bırakan bir tutum içerisindedir. Yaşamda eşitliği ve emeğe saygıyı esas almaktadır. İlerledikçe toplum bu özellikleri somut olarak gördükten sonra örgütlenmeyi sahiplenecektir. Ne dediklerinden çok nasıl yaşadıkları çekici bulunacaktır. İlk gelişmeye karakterini veren bu özelliklerdir. Fakat esas zayıf yönleri de bu özelliklerin kendi başına yetmediği ortaya çıktığında görülecektir” diyor. Sayılan bu özellikler de yetmiyor. Onun için burada birçok şey belirttik. İnançlı yaklaşım, dogmatik bir merkeze bağlı olmamak, ucuz hayaller beslememek, dürüst ve cesur olmak, hiçbir mensubuna kişisel çıkar vaat etmemek, prestij peşinden koşmamak, kapıları her zaman doğruya, adalete, güzelliğe açık bırakmak, öylesi bir tutum içinde olmak, yaşamda eşitliğe ve emeğe saygıyı esas almak, toplum bunları görüyor ve sahipleniyor.
Bunlar güçlü yanları olabilir, ama esas zayıf yön bu özellikler yetmediğinde ortaya çıkıyor. Önderlik bunları eleştirmiyor ki, bunlar hala var. Bu özellikleri birçok arkadaş taşıyor olabilir de onun için Önderlik “isteseniz yaparsınız” diyor. Bu özellikler yetmiyor. O zaman inanç önemli bir şey, insan inanmadığı bir şeyi yapmaz. Yapamıyorsa inanmadığı için yapmıyor. Burası önemlidir.
İnsan inanmadığı bir şeyi yapamaz
Bir şeyi yapmıyorsan bilmediğin için değil, inanmadığın için yapmıyorsun. Ben bunu çok önemsiyorum. İnsan inandığı bir şey için kıyameti koparır, aşk budur. Ama kendi başına bu inanç da yetmez, yanına bir başka şeyin eklenmesi gerekir. Bu da bilgeliktir. İnanç ve bilgeliğin birlikteliği, Önderliğe katılımın böyle sağlanması, Önderliğe katılımın bu tarzda beslenmesi gerekir. Eğer Önder Apo “Yapamıyorum demeyin, yapmak istemiyorum deyin” diyorsa ve bu doğruysa, o zaman “yapamıyorum” derken aslında kişi yalan söylüyor. Canı istemediği için öyle söylüyor.
O zaman nedir? Ruh haliyle, doğrudan inanmakla bağlantılıdır. Ferhat ile Şirin hikayesi anlatılır. Ferhat’ın ailesi Şirin’i istemeye gider. Şirin’i, Ferhat’a vermeyeceklerini söylemezler, ama öyle bir şart ileri sürerler ki bu şart imkansızdır. Derler ki, “Ferhat bu dağın arka yüzünde bulunan suyu, dağı delerek bize getirirse Şirin’i alabilir” diyorlar. Ferhat’ın ailesi yıkılarak geri gider. Ferhat ne olduğunu sorar ve söyleneni Ferhat’a aktarırlar. Ferhat imkansız olduğunu söylemez, bütün aletlerini alır ve coşkuyla dağı delmeye girişir ve deler.
Aşk bu değil midir? İnanmak aşkla bağlantılı bir şeydir. Aşkın, sevginin içinde inanma vardır. Diğerinde yoktur. Aşkın her zaman bütünlük gerektirdiğini bilmek zorundayız. Bütün olmadan, bütünlük yakalanmadan aşk gerçekleşemez. Kişilikte bile öyledir. Kişilikte bütünlük sağlanmadan inançlı bir kişilik ortaya çıkamaz. Kişilik bütünlükle doğrudan bağlantılıdır.
Kendini adamaktan söz ediyorsun. Ama önce kendin ol ki, kendini adayabilesin. İnsan kendisi olmadan nasıl kendisini adayabilir, nasıl fedai olabilir? Fedailik nedir? Adanma nedir? Bir yerde canını vermedir, ona hazır olmadır. Fakat bu yetiyor mu? Bu senin kişilik bütünlüğünü yakaladığın anlamına geliyor mu? Bu anlamda gerçek fedailik bu değildir. Kendini verme, kendini adama değildir. Kendi olabilmek önemlidir. En azından doğrultunun bu olması gerekir. Bilme ile kendini bilme aynı şeydir, kendi olmak özünde aynı şeydir. Seni kendi olmaya götüren yöntem doğru yöntemdir, diğeri doğru yöntem değildir. Seni sen yapan, seni kendi gerçeğinle buluşturan doğru yöntemdir.
Önemli olan burasıdır. Buradan yola çıkmak lazım. Hangi yöntem beni kendim olmaya götürebilir? Bu konuda insanlara bakılabilir. İnsanların başlangıçta şöyle netleşmiş yöntemleri olmayabilir, ama kendileri olmakta, dürüst yaşamakta kararlıdırlar. Sonuna kadar inançlı, kararlı davranmakta ısrarlıdırlar. Yöntemleri vardır, yöntemsiz değildirler. Mevlana “Kanat senin uçmana yol açmıyorsa o zaman kanat takmanın ne anlamı var.”
Yöntem kanat takmaktır, ama uçmanı sağlattırırsa kanadın anlamı var. Başka kanadın ne anlamı olabilir. Bu yaklaşım, bu bakış açısı, bu duruş büyük önem taşır. İnanmaya her zaman büyük değer biçmek lazım. Fakat inanma soyut bir şey değildir. İradeleşmeyle de rahatlıkla bağını kurabiliriz. İnançlı insan iradeli insandır. Sizin iradenizi çelikleştirecek olan inancınızdır. Çelik irade inancınızı pekiştirir. İradeleşme anlam gücünün derinleşmesiyle ilgilidir. Anlamda ne kadar derinleşirseniz, kendinizi o kadar irade yaparsınız, ne kadar iradeleşirseniz o kadar inançlısınız.
Bazı şeyler var yönteme girmiyor daha çok tarza giriyor, ama yöntem yolunda yürürken tarza da ihtiyaç var. Dolayısıyla tarz da büyük önem taşıyor. İradeli duruş tarzla da bağlantılıdır, tarzla da ilişkilidir. Kararlılık tarzın önemli unsurlarından biridir. Sonuç alıcılık tarzın önemli unsurlarından biridir, ama aynı zamanda yola giren ve yolda yürüyen insan için de gereklidir, yöntemini besler.
İnsanı büyüten şey nedir? Nietzsche’nin sözü ile “İnsanı büyüten şeyleri sevmek lazım.” İnsanı olduğu gibi bırakan hatta küçülten şeylerden tiksinmek lazım. İnsanı olduğundan daha büyük kılan şey nedir? Bu yöntem de olabilir. Zorluklarla boğuşmak insanı daha büyük kılar. Onun için zorlukları sevmek lazım. Yol insanı büyütür, yolda karşılaştığınız zorluklar ve onlarla boğuşma, o zorlukları aşma sizi büyütür.
Büyümenin iki sağlayıcı unsuru var. Bir; amaç sizi büyütür. İki; amaç için çıktığınız yolda karşılaştığınız engelleri aşma çabası sizi büyütür. Geriye adım atmama sizi büyütür, insanı büyüten iki şeydir. Zaten soyluluk dediğimiz şey de bu iki olgudur. Soyluluk büyümekle alakalıdır. “Soyluluk adanmadadır, soyluluk boyun eğmemededir” denir. Soyluluk adanma ve boyun eğmemeyi ifade eder. Peki, soysuzluk nedir? Soysuzluk teslimiyettir, boyun eğmedir. Soysuzluk adanma yerine bencilliği seçmedir, bireyciliktir. Bireycilik soysuzluktur.
Soyluluk amaç için çıkılan yolda karşılaştığınız, yüz yüze geldiğiniz her engel karşısında asla boyun eğmeme ve o engelleri aşmak için sonuna kadar çaba harcamadır. Birincisi budur. İkincisi ise, bir amaca bağlanmadır. Zaten ikisi birbirine bağlıdır. Bir amaç için varlığını özgür yaşama adamaktır. Burada amacın yaşam olması gerekir. “Yaşam hiçbir şey, amaç her şey!” Önderlik bunu çok ürkütücü olarak görüyor. “Eski dogmatik yaklaşımımızda bu vardı. Oysa şunu söylemek lazımdı. Aslında her şey olan yaşamın kendisidir” diyor. ‘Yaşamı amaç için feda edebilirsin’ böyle değil, bu tarz bir yaklaşım da doğru değildir.
Yöntemi parçalamamak lazım. Yöntem kendi başına bir şeyi ifade etmez bir de hedef lazım. Hedef olsun ki yol olsun, amaç olsun ki yol olsun. Amaç ve yöntem ilişkisini sorgulamak lazım. Bir yola girmek için öncelikle gerekli olan amaçtır. Ne amaç güdüyorsun, amaçtaki şey nedir? Amacın hakikatin bilgisi, bir yerden başlıyorsun ilk evrensel oluşa kadar uzanıyorsun. Bugüne gelip geleceğe kadar gidiyorsun. Evren sonsuzluğuna kadar, bunun bilgisine ulaşmak istiyorsun. Bu bilgiyi nasıl oluşturacaksın? Amaç budur. Bununla neyi anlatmaya çalışıyorsun?
Ben kimim sorusunu sorduğum anda hakikat arayışım başlar. Bu mücadeleye katılanlardan hangi biri, “gideyim hele bir bakayım orada ne var ne yok” demiştir. Yaşamı anlamlı kılmak gibi bir şey seni buraya sürüklüyor. Bunu derinliğine düşündüğün zaman davranışlarında bunu yorumlarsın. Daha anlamlı bir yaşamın sahibi olmak için buradasın. Senin değer atfettiğin şeyler burada olduğu için buradasın. Bunun için geldin. Sen ona katılmak istiyorsun. Bir amaç gözetiyorsun ve bir amaç için buradasın. Herkes bir amaç için buradadır. Yoksa tesadüfen burada değilsin. Macera için burada olan var mı? İnsanın bir amaca bağlı olarak yaşaması çok önemli, sizi yönlendirebilirler.
Bizim duruşumuzda inançtan çok onuru kurtarma var. Onurumuzu kurtarma, namusu kurtarma, bireysel namusu, bireysel onuru kurtarma, duruşumuzda bu belirgin bir yandır. Ben o düşmana boyun eğmeyeceğim. Seyit Rıza diyor ya, “Ben senin oyunlarınla baş edemedim, o bana dert oldu. Sizde bana boyun eğdiremediniz bu da size dert olsun.” Diyorsunuz ki, düşmanın karşısında ben sana boyun eğmeyeceğim. Aslında bizim duruşumuzun özü budur. Önderlik buna, “Namusu kurtarmak istiyorsunuz, namusu kurtarmaya çalışıyorsunuz, ama zaferi kurtarmak önemlidir. Bireysel namusu değil, bir halkı kurtarmak gereklidir” diyordu.
Amaç insanı büyütür
Hedef, amaç dediğiniz şey sizin iddianızdır. İddia odur ya da iddia onunla bağlantılıdır. “Ben parti kuracağım, ben militanı yaratacağım, ben düşmanın ulaşamayacağı ve sürekliliğimi her koşul altında koruyacak örgüt ortaya çıkaracağım.” Önderliğin, Mahirlerin katledilmesinden sonraki kararı böyledir. “Onlar sürekliliği sağlayacak bir örgüt ortaya çıkaramadılar, kendileri katledildi ondan sonra da örgütler dağıldı, yenilgi budur. Ama ben onlar gibi yapmayacağım, ben onların o boşluğunu gidereceğim. Diğer yönüyle Mahir’e çok fazla eleştirim yok ki, Deniz’e eleştirim yok. Halka bağlılık, düşman karşısındaki duruş, diğer bir sürü etken ancak onlar gibi olunabilir. Bir insan ancak onlar kadar yücelebilir, ama diğer boyutuyla eksiklikleri var. Benim yapmam gereken o eksikliği gidermek. Düşmanın asla ulaşamayacağı bir yere yerleştireceğim, örgütün merkezini ve örgütlemede sürekliliği sağlayacağım.
Mücadeleye sürekliliği sağlayacak bir öncü örgüt ortaya çıkaracağım.” İddia bu ve bunu başardı. Ortada hiçbir şey yokken cezaevinde tek kişiyken iddiası budur. Belki de henüz “Kürdistan Sömürgedir” tezi bile kafasında çok fazla netleşmiş değildir. Dediğim gibi, amaç insanı büyütür. İkincisi ise, duyarlılıktır. Önderlik duyarlılığı, “En üst düzeyde bilme diye” tanımlıyor. Duyarlılığı tanımlamak gerekir. Bu da bir duruştur. Önderlik diyordu ki: “Bende tavşan yüreği var, sizdeki öyle değildir. Sizdeki cesaret bile benim tüylerimi diken diken ediyor. Sizdeki cesaret ilginçtir ya hero ya mero cesareti, nerede inceyse orda kopsun cesaretidir. Ama benim ki böyle değil, ben on yıl ötesini düşünürüm, o anki yenilgiyi düşünürüm ve bugünden tedbir alırım” diyordu. Bir cümlesi vardı benim için çok değerliydi. “Kritik bir yenilgi anı gelip kapıya dayandığında eğer yüreğiniz küt diye durmadıysa siz şereften yoksunsunuz” diyordu.
Öncelikle Önderlikte işin hayaller boyutu önemlidir. Bir çocuğun çok büyük amaçları olamaz, hayalleri olur. Yedi yaşında bir çocuk, “Ben Kürdistan’ı kuracağım” diye çıkmaz. Ama kafasının içerisinde o Kürdistan’ı kuruluşa götüren bir şey var. Bir amaç ve daha güzel bir yaşam var. “Bu yaşam yaşanmaya değmez, ben bu yaşama katılmıyorum, ben senin örfünü-adetini takmıyorum” diyor. Bu tarzdaki bir itiraz karşısında da bir kişiyle arkadaşlık kurmak bile yeni bir toplumsal ilişkiye yönelmektir ve bu da bir amaç ilişkisidir. Son derece soyludur ve Önderlik bunu yapıyor.
Önderlik “Toplum tanımlanmaya çalışıldıkça, cehalette derinleşme gibi bir paradoksla karşılaşılmaktadır. İnsan bireyinin gelişiminde toplum ne denli belirleyiciyse, gelişmenin önünde de o denli engeldir. Toplumsal paradoks buradadır. Liberalizmin kendisini derinleştirdiği bireyle, komünitenin bağladığı birey her ikisi de benzer ölçülerde çarpık ve tekil olarak yaşamdan kovulmuş olmaktadır.
“Bu tür hasta bireylere dayanarak toplumu tanımlamak mümkün değildir. Ne yazık ki, insanlık günümüze kadar her iki halin etkisinden kurtulmuş değildir. Bu toplumsal paradoksla ne kadar bilim yapılabileceği son derece tartışmalıdır. Bilim yapılabilmesi için temel şart olan zekâ, ancak toplumla dile kavuşarak sıçrama yapabilmekte, fakat bir adım ötesinde önü yine toplumsal varlık tarafından kesilmektedir.”
“Böylece hakikat olgusu son derece izafi kalmaktadır. Tam da bu noktada dogmatik inanç veya düşünce katılaşarak insan zekasını en gerici anılarınkinden bile daha duyarsız ve yanılgılı kılabilmektedir. Dogmatik toplumun yaygınlığı düşünüldüğünde bilimin göreliliği kendini oldukça hissettirmektedir. Toplumsal paradoksun tümüyle aşılması imkansız olmakla birlikte, bunu sınırlı ölçüde aşmak bilme düzeyine ulaşmakla mümkündür” diyor.
Burada daha çok rol bireye düşüyor. Bazen toplumsallık adına bireyi siliyorsun veya etkisini azaltıyorsun ya da tersi birey adına toplumu hiçleştiriyorsun. Her ikisi de doğru değil, ama bizim de şu andaki inanç sisteminde daha çok o noktalarda yoğunlaşarak doğruyu yakalamak biçiminde bir sorunumuz hala devam ediyor. Bu toplumsal paradoksu onun içindeki bireyler aşabilir. Aşması gerekenler esas itibariyle onlardır. Sonuçta birey her zaman toplumla ilişki içindedir, ama aynı zamanda çelişkisi de var, önü kesildiğinde onunla mücadele eder ve onu aşmak ister, ama yine bunu toplumsal zeminde yapar, toplumla birlikte yapar. Onun dışına çıkarak yapmaz. Toplumsal varlık mevcut durumu aşmak dogmatizmi kırmak zorundadır.
Toplumsal değişim konusu önemlidir. “Şöyle şu toplumsal etkiler, anamız-babamız bizi kötü yetiştirdi sorun onlardadır beni öyle yetiştirdiler” diyenler var. Bana göre bunlar doğru yaklaşımlar değildir. Çözümsüzlük gibi durumlar insanı etkiler, ama belirleyici değildir. Senin devrimciliğinin önünde asıl engel onlar değildir. Asıl engel olan sen kendinsin. Senden kaynaklanan bir şeydir. Kendini irade haline getirmemen, kendindeki yapma iradesini ortaya çıkarmaman önemli bir sorun oluyor.
Devam edecek…