Kürdistan özgürlük mücadelesi, tarihinin en kritik süreçlerinden birini yaşamaktadır. Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan son gelişmelerle Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmeler iç içe yürümektedir. Ortadoğu’daki siyasal gelişmeler Türkiye’yi etkilediği gibi, Türkiye’deki gelişmeler de Ortadoğu’daki siyasal gelişmeleri etkilemektedir. Bir yandan Kürt halkı Kürt sorununun demokratik çözümü için ideolojik, siyasi, askeri direnişini köklü bir biçimde çok yönlü geliştirirken, diğer yandan Arap baharı denilen bir siyasal süreç yaşanmaktadır.
KÜRT HALKI CELLADINA ASLA TESLİM OLMAYACAK
Kürdistan özgürlük mücadelesi, tarihinin en kritik süreçlerinden birini yaşamaktadır. Türkiye ve Kürdistan’da yaşanan son gelişmelerle Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmeler iç içe yürümektedir. Ortadoğu’daki siyasal gelişmeler Türkiye’yi etkilediği gibi, Türkiye’deki gelişmeler de Ortadoğu’daki siyasal gelişmeleri etkilemektedir. Bir yandan Kürt halkı Kürt sorununun demokratik çözümü için ideolojik, siyasi, askeri direnişini köklü bir biçimde çok yönlü geliştirirken, diğer yandan Arap baharı denilen bir siyasal süreç yaşanmaktadır. Tunus’tan, Mısır’dan başlayan isyanlar Libya’da savaşa dönüştü ve geldi Suriye’de Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek bir noktaya ulaştı. Dikkat edelim bu 20 yıldır Önder Apo’nun III. Dünya Savaşı olarak tanımladığı sürecin geldiği nokta oluyor. Bu III. Dünya Savaşı tanımlamasını herkes kabul ediyor. Genel görüş, yaşanan sürecin bir dünya savaşı olduğudur. 1990’da körfez kriziyle ve savaşıyla başlayan bir süreçtir. Sovyet sisteminin çözülüşüyle başlayan bir süreçtir. Bu savaşın merkezinde Ortadoğu vardır. Fakat tümüyle Ortadoğu’yla sınırlı kalmadı. Bu geçen 20 yıl içinde Körfez Savaşı’na dayalı olarak Balkanlar’da, Kafkasya’da, Güney Asya’da, Afrika’da, Amerika’da siyasi, ekonomik, askeri çatışmalar yaşandı. Dünyanın dört bir yanında mücadele oldu. Bu mücadelenin üç tarafı vardı. Bir tarafta daha çok kar ve sömürü için ulus üstü sermayenin geliştirdiği küresel saldırı vardı. Diğer yandan 20. yüzyılda ortaya çıkan, dünyaya egemen olan, ama bugünkü sistem gerçeğiyle bazı yönleriyle çelişen ulus-devlet sisteminin her alanda bir direnci, dayatması vardı. 20. yüzyılda iki kutuplu dünya sistemi arasında ortaya çıkan işbirlikçi rejimler kendilerini eskisi gibi korumak istiyorlar, bu da yalnız halklara değil, küresel sistemle de bir çekişme ortaya çıkarıyordu. Bir de halkların demokrasi istemi, özgürlük istemi, özgürlük, eşitlik, demokrasi, sosyalizm için yürütülen mücadeleler, halk direnişleri vardı. Bu 20 yıl dünyanın dört bir yanında bu üç güç arasındaki mücadeleye sahne oldu.
3. Dünya Savaşı olarak ifade edilen aslında küresel sistemin klasik ulus-devlet yapılanmalarını aşarak halklar ve toplumlar üzerinde yeni bir sömürücü ve baskıcı sistem kurma savaşıydı. Bunun da merkezinde Ortadoğu vardı. Bu mücadele Körfez Savaşı’yla Ortadoğu’da başladı. Ona dayanarak dünyanın dört bir yanında küresel sermaye saldırıları biçiminde sürdü. İkinci aşaması, 11 Eylül 2001 ikiz kule saldırısı ardından ABD’nin Afganistan ve Irak Savaşlarıyla Ortadoğu’da yeni bir aşama kaydedildi. Saddam yönetimi yıkıldı, Afganistan yönetimi yıkıldı. Bunlara dayanarak Ortadoğu’nun ulus devlet sistemi merkezinden parçalanıp diğerleri de geriletilmek istendi. Şimdi 2011 Ocağı’ndan itibaren Tunus, Mısır olaylarıyla birlikte bu savaşın Ortadoğu’da yeni bir aşaması yaşanıyor. Geriye kalan yeni küresel kapitalizme uyum göstermeyen, bu nedenle de zayıf siyasal temellere dayanan ulus-devlet sistemleri halk isyanlarıyla yıkılıyor. Bu rejimleri yıkan güçler içinde çeşitli akımlar var. Küresel sistemin saldırıları var, halkların demokratik istemleri, güçleri var; çeşitli akımlar var. Tek bir hareket söz konusu değil. Ama dikkat edilirse esas olarak halk hareketlerine dayalı olarak 20. yüzyılın ulus devlet yapılanmaları, diktatörlükleri yıkılıyor, parçalanıyor, aşılıyor. Arap baharı diyorlar buna. Henüz nasıl sonuçlanacağı belli olmayan, ama büyük bir değişim ortaya çıkartan bir gelişme olarak görmek gerekir. 2011 yılında ülkeleri 30 yıl, 40 yıl yaşamış, dünyaya direk çakmış, kendini firavun sanan bir sürü yönetici gümbür gümbür devrildi, bir sürü iktidar gitti. Papandreu’dan Berlusconi’ye kadar, basına dayanarak kendini en aşağılık yönetimler haline getirenler de devrildi. 2011 yılı sadece Kürdistan’da büyük bir mücadele yılı olmadı; aslında Ortadoğu ve dünyada da çok kapsamlı bir mücadele ve değişim yılı oldu.
20. yüzyılın çürümüş rejimleri birbir devriliyor
III. Dünya Savaşı denen bu süreç sanki sonuna doğru gidiyor. Önemli bir aşaması yaşanıyor. Bu 20. yüzyıl sistemleri, eskimiş, gericileşmiş, çürümüş sistemlerin geri kalanları da devriliyor. Büyük bir kısmı devrildi aslında. Öyle anlaşılıyor ki geri kalanları da bu önümüzdeki yılda devrilecekler. Yaşama şansları yoktur. Yeni bir sistem kurulacak. Önümüzdeki yıl hem 20. yüzyıl ulus devlet sistemlerinin yıkıldığı, aşıldığı, parçalandığı hem de yeni bir Ortadoğu ve dünya sisteminin nasıl şekilleneceğini belirleyecek yeni adımların atıldığı, gelişmelerin yaşanacağı bir yıl olacağa benziyor. Şimdiye kadar dikkat edelim Saddam yönetimi devrildi, Afganistan’da savaş oldu, hatta Mısır ve Tunus’ta yönetimler devrildi, ama yenileri kurulabilmiş değil. Buralarda hükümetler kuruldular, fakat bir sistem kazanmadı, muğlaktır, belirsizdir. Nasıl olacağı yönünde henüz bir netlik yok. Nitekim Mısır’da çatışmalar yeniden başladı. Mısır’da yeni bir siyasal mücadele süreci başladı. Bu çalkantılar biraz da Suriye’de yaşanan mücadelenin sonuçlarıyla belirlenecek. Bu açıdan Suriye’de yaşananları önemsemek lazım. Ortadoğu’da yaşanan dünya savaşının gelip Suriye’de odaklanmasını önemsememiz gerekir. Suriye’de Arabistan’da yaşanacak mücadelenin sonuçlarının ne olacağı belirlenecek, yeni Arap sistemi nasıl oluşacak, onun temelleri atılacak.
40 yıldır yaşayan Kürt mücadelesi Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da nasıl bir çözüme kavuşacak, yeni Ortadoğu’da, yeni dünyada Kürt statüsü ne olacak, bir yönüyle de Suriye’deki gelişmelerle belirlenecek. Aslında büyük bir savaş Güney’de verildi, Kuzey’de verildi, Doğu’da verildi. Kürdistan’ın bu üç parçası Kürt özgürlüğü için çok büyük savaşlara, mücadelelere sahne oldu. Fakat Kürt sorununun nasıl çözüleceği de öyle görülüyor ki küçük parçada, Güney Batı Kürdistan’da tayin edilecek. Suriye’de yaşanan mücadeleyle belli olacak. Suriye nasıl bir sistem kazanırsa, Kürt sorununun çözümü de ona göre şekil alacak. Bir yandan Arap sorununun çözülmesi, diğer yandan Kürt sorununun çözülmesi, yeni Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğinin belirlenmesi demektir. Demek ki Suriye’deki mücadele önemli siyasal sonuçlar doğuracaktır. Hem Arabistan’da yaşanan halk isyanlarının nasıl sonuçlanacağı, hem Kürdistan’da yaşanan mücadelenin nasıl sonuçlanacağı hem de III. Dünya Savaşı’nın nasıl sonuçlanacağı ve buna dayalı olarak I. Dünya Savaşı ardından oluşan Ortadoğu’nun ne tür değişim yaşayacağı, yeni bir Ortadoğu’nun nasıl oluşacağının belirlenmesi açısından tayin edici sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Böylece III. Dünya Savaşı yeni sistemler ortaya çıkartarak sonuca doğru gidecek. Fakat henüz sonuca gelmedi. Sonuca gitmesi, Suriye ve İran’daki savaşların sonuçlanmasına bağlıdır. Suriye’de odaklanan savaş sadece bir Suriye savaşı değildir. Onun içinde Filistin vardır, İsrail vardır, Lübnan vardır, Kürdistan vardır, Türkiye vardır, Irak vardır, İran vardır. Aslında Suriye rejimiyle veya Suriye sahasındaki savaş öyle Mısır gibi, Libya gibi sadece devlet sınırlarıyla belirlenmiş coğrafyadaki savaş değildir. Gittikçe askeri olarak da siyasi olarak da Suriye sınırlarını aşan bölgesel bir savaş olduğu ortaya çıkacak. Buna göre de bir çözüm ortaya çıkacak.
Suriye’nin siyasi olarak tarihin derinliklerinden gelen böyle bir karakteri var. Çok iyi biliyoruz ki bu devletçi uygarlık sistemi aşağı Mezopotamya’da, Irak güneyinde doğdu, fakat Suriye’de bir sistem haline geldi; uygarlık oldu dünyayı ele geçirmek üzere Asya’ya, Avrupa’ya oradan yayıldı. İslam devrimi Mekke’de, Medine’de doğdu, ama Şam’da devletleşti. Bir Ortadoğu uygarlığı böyle gelişti. Arap milliyetçiliği Kahire’deki darbeyle doğdu, ama bir Arap sistemi haline Şam’daki darbeyle geldi. Dolayısıyla şimdi 20 yıldır Körfez Savaşı’yla başlayan III. Dünya Savaşı, Ortadoğu savaşı da öyle görünüyor ki kalıcı sonuçlarını Suriye’de verecek. Yeni Ortadoğu’nun nasıl olacağı Suriye’deki mücadelenin sonuçlarıyla belirlenecek. Dolayısıyla Suriye mücadelesi sadece Suriye’nin bir iç mücadelesi değil, Suriye ile sınırlı bir mücadele de değil, çevresiyle birlikte bölgesel bir mücadele olacak. Daha şimdiden siyasi boyutu böyledir. Askeri alana geçerse askeri boyutu da böyle olacak. Suriye sınırlarını aşabilecek. Bütün veriler bunu gösteriyor.
Ortadoğu’da birçok gücün içinde olduğu bir mücadele sürüyor
Ortadoğu’da böyle bir mücadele içinde geçiyoruz. Bu mücadeleye çeşitli güçlerin yaklaşımları bulunmaktadır. Öncelikle küresel kapitalist sistemin, ABD, İsrail, İngiltere öncülüğünde yürütülen sistemin politikalarını görmek gerekir. Tabii savaşın bir tarafı bu güçlerdir. Körfez Savaşını, krizini bunlar başlattı, yürüttüler. Irak savaşı tabii ki Amerika’nın geliştirdiği bir savaştı. Ancak Tunus ve Mısır’da başlayan Arap isyanları tek bir gücün etkisinde gelişmeyen isyanlar olarak gelişti. Kuşkusuz ortaya çıkan bu gelişmelerle birlikte küresel sistem müdahale ederek yönlendirmeye, kendi çıkarları için kullanmaya çalıştı. Ancak başından itibaren bu güçlerin başlattığı ve yönlendirdiği hareket olarak görmemek gerekir. Nitekim öyle olmadığını Mısır’da üç gündür yaşananlar, Mısır hükümetinin yeniden istifa etmek zorunda kalmış olması gösteriyor. Demek ki farklı akımlar var; halkın gücü var. Sadece her şey Amerika gücüyle olmuyor. Birçok gücün içinde olduğu bir mücadele sürüyor. Şimdi bu eğilim, küresel sistem Tunus’ta, Mısır’da ortaya çıkan sonuçlara, özellikle Libya savaşında elde ettiği sonuçlara dayanarak Suriye yönetimi üzerine de yükleniyor. Öyle anlaşılıyor ki baskılarını artıracaklar. Özellikle Libya savaşında elde ettikleri gelişmeleri, kazandıkları rüzgarı Suriye mücadelesine yansıtmak isteyecekler. Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme doğrultusunda bir gelişme sağladılar, belli bir rüzgar elde ettiler, onu Suriye’de de sonuca götürmek üzere baskı yapacaklar. Son gelişmeler bunu gösteriyor.
Gerçi dış müdahale olmayacak deniliyor, ama bütün bunlar şimdilik söylenen sözlerdir. Yarın bu sözlerin devam edip etmeyeceği, değişip değişmeyeceği belli değildir. Dolayısıyla küresel sistem baskısını artıracak. Zaten ABD ve Fransa Suriye’den elçiliğini çekti. Suriye Fransa sömürgesiydi. Suriye’deki yönetim ve yaşam üzerinde Fransa etkisi fazladır. Fransa’nın elçiliğini çekmiş olması önemlidir. İçte hür Suriye ordusu diye bir akım, örgütlenme çıkardılar, iç çatışmaları destekliyorlar, tahrik ediyorlar. Özellikle Libya’da olduğu gibi ve Libya üzerindeki anlaşmaya dayanarak Türkiye NATO sisteminin sözcüsü olarak Suriye’ye karşı baskı ve mücadeleyi yürütüyor. Bu yönlü bir baskıyı, mücadeleyi artıracakları anlaşılıyor. Libya’yı da düşürdüler, Suriye ve Esad yönetimini de düşürerek böylece İran’ı kuşatmak istiyorlar. İran rejimini de daraltıp bölgede ulus devlet sistemini biraz değiştiren, yumuşatan, sermayenin daha rahat hareket ettiği, dolaştığı, bir sistem yaratmak istiyorlar. Amerika bunun için Suriye ve İran üzerine yükleniyor. Bölge savaşı ve çatışmaların adım adım gelişeceği görülüyor. Küresel kapitalist sistem bu çerçevede çeşitli güçlere dayanmak istiyor.
Suriye’ye karşı mücadelede dayandığı önemli bir kuvvet Arap Birliği’dir. Arap Birliği Suriye’ye karşı tavır aldı, yönetim değişikliği yapmalarını istediler. Arap Birliği’nin böyle karar almasında Amerika’nın, dış güçlerin etkisi vardır. Bu küresel güçlere yetmiyor. Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmede işbirlikçileri Türkiye’ye daha çok rol vermek istiyorlar. Türkiye’yi uzun süredir bunun için hazırladılar. Önder Apo, var olan rejimlerin yıkılması için Türkiye’yi bir jandarma olarak kullanıyor, bunları bitirirse ardından da Türkiye’nin kendisine sıra gelecek dedi. Amerika Türkiye’nin de bu despotik, kendine güç vehmeden ve bunu şantaj olarak kullanan tutumunu öyle kabul edecek, kaldıracak durumda değil. AKP çok şoven, milliyetçidir. Yahudi karşıtlığı, İsrail’e karşı tutumunda görüldü ki mevcut Türkiye rejimi aslında bölgedeki birçok gücü tehdit eden bir özelliğe sahiptir. Bunu eski ulusal milliyetçi güçlerden daha fazla AKP dinciliği sürdürüyor. Türkiye’yi mevcut siyasi ortamda kullanmak istiyorlar, ama Türkiye’nin politikalarıyla bölgede kendi politikalarını savunamayacaklarını da biliyorlar.
Bölgedeki siyasal sürecin sadece Türkiye, hatta Arap Birliği’yle yürütülemeyeceğini görüyorlar. Türkiye, Suriye, Irak, İran sorunlarının çözümünün sadece onlarla olamayacağı her geçen gün daha fazla anlaşılıyor. Bu çerçevede Irak’ta bir Kürt oluşumuna şans tanıdılar, fırsat verdiler. Kürt inkarı ve imhası temelinde oluşan sistemin hep çatışmalar arz ettiği, istikrar sağlamadığını 20. yüzyılda gördüler. Bu da önlerinde önemli bir sorun. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü nasıl olacak veya Kürtlerin yeri ne olacak konuları da kendisini dayatmış bulunmaktadır. Çünkü Kürt sorununun çözüm biçimleri de bölgedeki siyasal sürecin gelişmesinde etkili olacaktır. Bu nedenle Güney Kürdistan’da belli bir irade, oluşum tanıma yönelimi içinde oldular. Diğer yerler de ABD önünde sorundur. Fakat Libya savaşı gösterdi ki, küresel sistem Ortadoğu’da saldırgan davranacak. Öyle geri adım atacak sanılmamalı. Klasik ulus devlet sistemleri ve onların dayandığı iktidar blokları eski konumlarını koruyamazlar. Dolayısıyla Amerika saldırısı sürecek. Libya örneği gösterdiki bu saldırılar karşısında fazla dirençli olunamıyor. Gerçi 2012 yılı Amerika’da bir seçim yılı. İç politika biraz öne çıkacak. ABD yönetimi iç politikayla Ortadoğu savaşını bir arada nasıl yürütecek bunu önümüzdeki süreç gösterecek. Yani bir yandan belki iç politikaya çekilme olabilir, biraz zamana yayılabilir, o da ihtimal dahilindedir. Fakat diğer yandan da bazı adımlar attılar ve sonuç da aldılar. Herhalde Amerika bunu da devam ettirmek isteyecektir.
AKP çok tehlikeli bir oyun içerisinde
Türkiye’nin tutumu ve AKP politikalarını bu süreçte iyi anlamamız gerekli. AKP gerçekten de 2003’teki Irak Savaşı’nda 1 Mart tezkeresini reddedince Amerika’yla bir çelişkiye girdi. Daha sonra tezkereyi reddettiğimizden dolayı Güney Kürdistan’da federasyon kuruldu diyerek tezkereyi reddetmelerine pişmanlık gösterdi. Suriye’de böyle bir durum ortaya çıkmaması için tümüyle Amerika’ya teslim oldular. Hiçbir zaman Türkiye yönetimleri bugünün AKP hükümeti kadar Amerika’ya teslim olmadı, Amerika jandarması haline gelmedi. Her şeyi Amerika’nın isteği doğrultusunda yürütüyor. Tabii bir de faşist şoven Türk milliyetçiliğinin çıkarları doğrultusunda ABD siyasetini yönlendirmek istiyor. Amerika’yla AKP, Türkiye devleti arasında şöyle bir ilişki ve pazarlık sürüyor: Amerika Suriye ve İran’ın, daha önce Libya’nın aşılmasında olduğu gibi buradaki yönetimlerin aşılmasında, buradaki yönetimlerin tasfiye edilmesinde Türkiye’yi kullanmak istedi. Libya’da kullandı, anlaştılar. NATO’nun saldırı merkezi İzmir oldu; şimdi Suriye’ye dönük de aynı şey sürdürülüyor. Şunu yapmak istiyor Türkiye: Madem ki ABD çıkarları doğrultusunda bölgede savaş yürütüyorum, o halde ben de kendi şoven milliyetçi çıkarlarımı bu mücadelenin içine koyabilirim; Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğüm saldırılarda tam destek alırım diyor. ABD Türkiye’den Suriye ve İran’a dönük kendi politikaları doğrultusunda hareket etmesini istiyor, buna karşı da Türkiye Amerika’nın PKK’ye, Kürtlere karşı kendi politikalarını kabul etmesini istiyor. Terazinin iki kefesine iki güç konuluyor. ABD Suriye ve İran’ı koyarken Türkiye de PKK’yi, Kürtleri koyuyor, koymak istiyor. Aralarında bu yönlü bir pazarlık bulunmaktadır. Mayısta Libya olayları çıktığında Amerika ile AKP bu doğrultuda anlaştılar. 2011 yılı boyunca bu kadar vahşi saldırıyı, siyasi tutuklamaları, askeri operasyonları, hukuka dayanmayan basın özgürlüğünü de hiçe sayan saldırıların hepsini yaparken dünyadan hiçbir sesin çıkmaması bu anlaşma sonucudur. Bütün bunlar ABD ve AKP anlaşması temelinde sürüyor. Şimdiye kadar belirli bir destek aldı AKP, fakat bununla da yetinmiyor, diyor ki PKK’yi ve Kürtleri tümden yok edelim. Yeni bir Kürt inkarı ve imhası rejimini ABD’ye dayatıyor. Bu temelde ABD’den aldığı güçle saldırısını sürdürüyor. Daha fazla da destek almak istiyor. Suriye’ye karşı savaşı, İran’a karşı savaşı PKK’ye ve Kürtlere karşı savaşla da birleştirmek istiyor. Bu gerçeği görmemiz lazım. Bu ciddi bir tehlikedir. Türkiye’nin bu oyunlarını bozacak bir yaklaşım ve tutum içinde olmak çok önemli hale gelmiş bulunmaktadır.
Türkiye politikalarının bu anlamda imhacı, soykırımcı, saldırgan, katliamcı olduğu kesindir. AKP bunu doludizgin yürütecektir. Ancak AKP bu savaşı yürütürken zorluklar yaşıyor. Bu nedenle başarılı olamıyor. Çünkü bu savaşı sonuca götürecek güce sahip değiller. 30 yıldır PKK ve gerilla karşısında savaş yürüttüler. Ancak bu savaşta yenilen bir ordu bulunmaktadır. Bu ordunun savaşma iradesi 30 yıllık mücadeleyle kırılmıştır. Bu orduyu yeterince savaştıramıyorlar. Eğer ellerinde büyük paralar ödeyerek aldıkları teknik olmasa bu ordunun savaşma gücü bitmiş gibidir. Onun için hala arayışlarında şu var: PKK’yi oyuna getirerek bir ateşkes yaptırırsak ve bu ortamda biz siyasi ve askeri operasyonlarla vurarak PKK direnmeden bu işi bitirirsek iyi olur diyorlar. Bu yönlü ateşkes arayışları var, AKP zordadır. Birinci tercihi bu, önce de buydu, hala bunu sürdürmek istiyor. Öyle ki Kürt hareketini ahmak yerine koyuyorlar. Bu yaklaşımları açıkça hakaret etmek ve Kürtlerle dalga geçmektir. Yani bir yandan seni yok etmek istiyor, diğer yandan ben seni yok edeceğim, ama sen hiç sesini çıkartma diyor. Bir canlıyı yok etmek isterken sen hiç sesini çıkartma, bir canlıyı öldürürken sen hiç çırpınma diyor. Gerçekten de bu ne biçim bir mantık insanın aklı almıyor. Ama Kürtler karşısındaki yaklaşımı budur. Bu yaklaşım hiçbir canlıya gösterilmeyecek bir yaklaşımdır. Kürtleri normal canlıların daha gerisinde görüyorlar, öyle gösteriyorlar.
AKP politikaları zorlansa da başarısız kalsa da hala imha ve katliamı dayatıyor. İşte İmralı’ya karşı yaklaşımları, Önder Apo üzerindeki uyguladıkları imha süreci, demokratik siyasete dönük hiçbir hukuk tanımayan saldırıları. KCK diyorlar, KCK demek demokratik toplum demektir, sivil toplum demektir, Kürt toplumunun demokratik örgütlenmesi demektir. KCK operasyonlarıyla devlet karşısında toplum örgütlenmesini kabul etmiyorlar. Toplumun hiçbir örgütlülüğü ve iradesi olmamalı diyor. AKP’ye göre, her şey devlet olmalı, herkes devlete teslim olmalı, yüzde yüz boyun eğmeli, biat etmeli. Bundan başka hiçbir yaklaşımı kabul edemeyiz, devlet dışı hiçbir örgütlenmeyi kabul edemeyiz diyor. Bu bakımdan da en tehlikeli faşizm AKP’nin geliştirdiği faşizmdir. Bu tekçilikle tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek partinin tek şefi olacak. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den sonra üçüncü bir şef Tayyip Erdoğan olarak ortaya çıktı. Kendisini cumhurbaşkanlığına da hazırlıyor. Başbakanlığı, cumhurbaşkanlığı başkanlıkta birleştirerek aslında yeni bir şef olmak istiyor. Böyle bir anlayışları ve hayalleri var. Böyle bir güç merkeziyle inkar ve imha sistemini güçlendirmek ve kültürel soykırımı tamamlamak istiyorlar. Beyaz Türkçü faşizmin başarılamadığını yeşil Türkçü faşizmle başarmak istiyorlar. Yaklaşımları kesinlikle bu çerçevededir.
Fethullah Gülen açıkça soykırım fetvası verdi. Hem de Amerika’da oturarak yaptı bunu. Amerika’nın gıkı bile çıkmadı, Avrupa’dan ses bile çıkmıyor. Türkiye’de de hiç kimse sen ne konuşuyorsun bile diyemedi. Köklerini kesin, kurutun, bitirin işlerini, evlerini ateşe verin, ne beş yüzüymüş ne beş biniymiş, beş bin gerilla mı var, beş bin nedir elli bin öldürün, yüz bin öldürün, diyor. Yani şunu demeye getiriyor: Ben Amerika’yı tuttum, dünyayı ayarladım, istediğinizi yapabilirsiniz. Onun için AKP bu kadar fütursuz saldırıyor. Bu ciddi bir tehlikedir tabii. Yani 1915’te Ermeni soykırımı için Osmanlı şeyhül islamı nasıl fetva verdiyse, şimdi Kürt soykırımı için AKP şeyhül islamı olarak da Fethullah efendi fetvasını vermiş durumdadır. Bu gerçekleri görmek, buna göre bir yaklaşım içinde olmak lazımdır. AKP politikalarının bu temelde süreceğini görmek, anlamak lazım. Bu söylemlerin ve saldırıların hafife alınacak bir durumu yok. AKP’nin o sahte sözlerini bir yana bırakalım. Onların hepsi aldatıcıdır. Aldatarak iş yapmayı bir politika olarak benimsemişler, bir tarz olarak yürütüyorlar.
Suriye ve İran yönetimlerinin durumu da irdelenmeye değerdir. Dayanma güçleri ne kadar olacak, Suriye yönetiminin durumu ne? Biz şunu görüyoruz: 20. yüzyıl otoriter rejimleri ya da diktatörlükleri demokrasiye karşıdırlar, değişime açık değiller. Saddam örneğinde bu görüldü. Esnemiyorlar, değişiklik yaşamıyorlar, ama kırılıyorlar, yok oluyorlar. Libya yönetimi de bir değişiklik gösteremedi ve sonu hazin oldu. Suriye yönetiminin de şu ana kadarki gösterdiği tutum böyledir. Herhangi bir değişiklik yapamıyor, demokratikleşme adımı atamıyor. Bu konunun aşılacağı açıktır. Eğer tümden yok olmak istemiyorsa artık eskisi gibi bu durumun sürmeyeceğini görüp belli bir demokratikleşme adımını atma, değişime açık olmaları gerekir. Fakat bunu yapamıyorlar, sağlayamıyorlar. Beşar Esad yönetiminde görülen şey şu: Konjonktüre dayanarak yaşarım diyor. Dünyadan haberi yok, Ortadoğu’dan bihaber. Suriye’ye saldırırsanız Ortadoğu’da deprem olur diyor. Ortadoğu’da deprem yıllardır, aylardır gümbür gümbür oluyor. Suriye yönetimini var eden, Baas yönetiminin akıl hocası olan Mübarek yönetimi devrilmiş, onun hala haberi yok! Ortadoğu’daki depremi görmeyerek hala deprem olacağından söz ediyor. Bu kadar gelişmeleri okuyamayan, gerçeklerden habersiz bir durum var. Ya da iktidar imkanlarından asla vazgeçmek istemeyen, bu nedenle kendini değiştiremeyen katı bir duruş söz konusu. Belli ki değişemeyecek. Aslında biraz halka açılsa, yine azınlıklara açılsa, Kürtlerin demokratik haklarını verebilse, Kürt sorununun çözümü için belli bir politika ortaya koyabilseydi belki çatışmasız bir geçiş yapabilirdi; yıkılıp ezilmezdi. Fakat şu ana kadar öyle bir görüntü vermiyor, ezilip geçilen rejimler gibi bir tutum gösteriyor. Değişmesinin de çok zor olduğu anlaşılıyor. İran’ın da benzer bir tutum içerisinde olduğu açık. Günümüzde demokratik karakterde olunmadığı taktirde hiçbir siyasi gücün dayanma gücü yoktur. Antiemperyalistlik de, anti Amerikancılık da demokratik olmadan yapılamaz. Çünkü ancak topluma dayanılarak güç olunabilir ve iradeli duruş sağlanabilir.
Kürtler çatışmacı siyasetten uzak durmalı
Bütün bu siyasal gelişmeler ortamında Kürt özgürlük hareketinin tutumunun ne olması gerektiği konusu da önemlidir. Biz bu sürece nasıl bir politika ve mücadeleyle karşılık verebiliriz? Kuşkusuz bu mücadeleyi yürütürken karşımızdaki güçlerin özelliklerini ve karakterini de bilmek gerekiyor. Amerika’nın ve küresel sistemin özelliklerini de siyasal yönelimlerini de anlamak gerekiyor. İdeolojik ve siyasi olarak demokrasi istemek, bu küresel sermaye hakimiyetine karşı demokratik duruş ve mücadele içinde olmak gereklidir. Ulus devlet diktatörlüklerinin yaptığı gibi 20. yüzyıl tarzı bir çatışma içinde olmak doğru değildir. Böyle bir çatışma tarzının kazanım ve geleceği yoktur. Dolayısıyla bizim böyle bir tutum içinde olmamız mümkün değildir. Zaten PKK öyle bir duruma düşmemek üzere kendisini 10-15 yıldır değiştirdi. Felsefi, ideolojik olarak değiştirdi, örgütsel, stratejik, taktiksel olarak değiştirdi, yeniden yapılandırdı. Bu değişim ve yeniden yapılanma aslında bunu ifade ediyor. Biz öyle klasik bir çatışma konumuna düşmekten çıktık. Esas gücümüzü ve farklılığımızı demokratik ve özgürlükçü karakterimizden alıyoruz. Bu önemli bir durumdur. Bu durumu sürdürmemiz gerekiyor. Kuşkusuz ABD’nin tahakkümcü, hegemonyacı, yine çeşitli güçleri birbirine çatıştırarak, bölüp parçalayarak egemen olmak, yönetmek isteyen politikalarına karşı durmak, mücadele etmek gereklidir. Ama özellikle de AKP faşizminin provokasyonlar yaratarak PKK’yi, Kürtleri ABD ile savaştırır konuma düşürme oyunlarına karşı uyanık olmamız lazım. Dikkatli olmamız lazım. Doğru bir ideolojik siyasi çizgide mücadele etmek gereklidir. İdeolojik ve siyasi mücadeleyi sürdürmek ayrı bir şeydir. Süreci anlamadan, koşulları doğru çözümleyemeden, yersiz, gereksiz çelişki ve çatışmalar içine girmek ayrı bir şeydir. Birincisi başarı getirir, kazanmaya yol açarken ikincisi kaybettirir, zarar verir. Bunlara kesinlikle düşmememiz gerekir.
ABD’yi uyarmamız gerekir. Özellikle bu 20. yüzyıl diktatörlüklerinde onun da payı var. Eleştirmemiz gerekiyor, özeleştiri vermeli. Yine bölüp parçalayan, çatıştıran konumu var. Yine bölgenin demokratik güçlerinin iradelerini tam dikkate alması lazım. Bunlara karşı durmak gereklidir. Özellikle Kürt halkını ve onların demokratik haklarını kabul etmesi gerekmektedir. Uluslararası komployu örgütleyip yönetmekle Kürtlere en büyük haksızlığı ve zulmü yapmıştır. İmralı sisteminden ABD sorumludur. Günümüzde Kürtlerin böyle ağır baskı ve soykırım altında kalmalarını ABD politikaları sürdürüyor. ABD politikalarına dayanarak Kürtler kültürel soykırım sistemi altında tutuluyor. Bunları şiddetle eleştirmemiz gerekiyor. Fakat bu tutumumuzu AKP’nin istediği gibi silahlı çatışmaya kesinlikle dönüştürmemek lazım. Bunun için de Kürt demokratik iradesini yaratıp ABD’nin bölge hegemonyasına karşı dayatmamız gereklidir. En azından bir demokratik uzlaşma yaratmak üzere mücadele yürütmemiz gerekiyor.
Suriye, İran gibi rejimler karşısında da Kürtler dikkatli tutum göstermek zorundadırlar. Bazı milliyetçi çevreler kışkırtıcı politika yürütüyorlar. Kürtleri öne sürmek, çatıştırmak istiyorlar. Bir Kürt-Arap, Kürt-Fars çatışması yaratmak istiyorlar. Geçmişte de Saddam rejimiyle aynı biçimde çatıştırmak istediler, ama Güney Kürdistanlı örgütler böyle bir oyuna gelmediler. İzledikleri politika normaldi, yerindeydi. Şimdi de benzer politikaları göstermek lazım. Ancak sadece böyle bir tutum da yeterli görülemez. Tüm Kürt örgütlerini birleşmeye zorlamak, Suriye’de ve Batı Kürdistan’da Kürt halkının özgür ve demokratik iradesini ortaya çıkarmak gerekmektedir. Bu konuda daha ciddi bir çabanın yürütülmesine ihtiyaç vardır. Suriye’de çatışan kesimleri, ister Baas rejimi olsun, ister İhvan-ı Müslim tarafı olsun Kürt sorununun çözümüne, demokratik bir Suriye’nin oluşturulmasına yöneltmek, zorlamak, Kürt halkının özgür demokratik Suriye çizgisini, Kürt halkının özgür demokratik yaşam çizgisini dayatmak lazım. Suriye’deki mevcut politik ortama böyle bir dayatmada bulunmak, hatta müdahil olmak gerekmektedir. Bu yönlü politika ve yaklaşım içinde olan çevrelerle ilişki ve ittifak içinde olmak lazım. Yönetim olur, muhalefet olur, kim olursa olsun! İlkeli davranmak gerekiyor. Bu yönlü etkili politika yürütmek gerekir.
Kürt sorununun demokratik çözümünü dayatmak, Demokratik Özerklik çözümünü pratikte hayata geçirmek, demokratik Suriye, demokratik Türkiye, demokratik İran istemek ve bu yönlü mücadele etmek Kürtlerin yaklaşımı olmalıdır. Bu rejimler karşısında, o alanlarda süren siyasal mücadeleler karşısında da böyle bir tutum içinde olunmalıdır. Milliyetçi iç çatışmalara taraf olmamak, Kürt halkının değerlerini ucuz katliamlarla heder ettirmemek, ama Kürt sorununun çözümünü demokratik Suriye çizgisinde de dayatmak önemlidir. Çatışan güçler zorlanıyor. Suriye yeniden yapılanıyor; Kürtler birleşir, irade olurlarsa kendi konumlarını kabul ettirebilirler. Bunun için de Kürt birliği önemlidir. Bu konuda küçük büyük örgüt demeden birliği önemli görmek gerekmektedir. Kürtlerin kendi iç demokrasilerini geliştirmeleri, parçadaki Kürt örgütlerinin demokratik birlik, ittifak içinde ortak bir iradeyi ortaya çıkarmaları, bu temelde Kürdistan’da birbirini destekleyen, güçlendiren bir ilişki ve dayanışma içinde olması, bunların bir ulusal kongre ya da konferansla birliğe kavuşturulması, sonuca götürülmesi önem taşıyor. Bu yönlü gelişmelerde zayıflık var. Demokratik birlik çalışmaları bu dönemde önemli çalışmalardır. Ulusal Kongre Önder Apo’nun öngördüğü beş ilke, üç görev temelinde gerçekleşseydi Kürtler şimdi kendi sorunlarını çözer hem de Ortadoğu’ya ABD’den, şundan, bundan çok daha fazla kendi çözümlerini dayatırlardı. Halkların kardeşliğine ve birliğine dayalı demokratik Ortadoğu sistemini dayatırlardı.
Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği bu dönemde birlik olamayan tutumlar aslında süreci anlamıyorlar. Kürt varlığına, özgürlüğüne zarar veriyorlar. Buna karşı duyarlı olmak lazım. Buna karşı mücadeleci olmak gerekli. Kuzey’de, Batı’da, Doğu’da, Güney’de bütün parçalarda Kürtlerin demokratik birliğini sağlamak, hem oyunları bozabilmek hem saldırılar karşısında soykırım dayatmaları, katliamları karşısında direnebilmek hem de çeşitli güçleri demokratikleşmeye ve Kürt sorununun çözümüne yöneltebilmek için kesin gereklidir. Ulusal demokratik hedeflere ulaşmanın ve karşı güçlerin oyunlarını bozmanın yolu birlik olmaktan ve mücadele etmekten geçiyor. Bunun için hem siyasetimizi doğru çizmeliyiz hem de mücadele tarzımızı, taktiklerimizi doğru geliştirmeliyiz. Hareket ve parti olarak bunları öngörüyoruz. Diğer güçleri de bu yönlü teşvik etmeye çalışıyoruz.
Kürt örgütleri içerisinde tümden bunu reddeden bir tutum yok. Ancak bütünlüklü bir irade de yok. Dar çıkarcı yaklaşımlar fazla. Pasif, edilgen duruşlar var. Batı Kürdistan’daki çeşitli örgütlerde de bu tür yaklaşımlar var, bunları eleştirmek ve doğru bir çizgiye çekmek gerekir. Kürdistan’ın büyük örgütleri PKK, KDP, YNK gibi güçler arasında da bu yetersizlikler görülmektedir. Bunların da tarihi bir sorumlulukla yüz yüze oldukları açıktır. Bu sorumlulukların gereğini yerine getirmeleri lazım. Kürdistan parçalarındaki birliklerin yaratılması bu örgütler arasındaki ilişkiye, demokratik ittifaka bağlıdır. Çünkü bütün parçaları bu güçler yönlendiriyorlar. Bu bakımdan böyle bir çaba, çalışma içerisinde olunmalıdır.
Kürt halkı savunmasız asla olamaz
Diğer yandan AKP ve Türkiye karşısındaki duruşumuz bu yıl içinde netleşmiştir. Bu netleşme ve bu temelde yürütülen mücadele önemli sonuçlar da ortaya çıkarmıştır. Biz bu tutumu sürdüreceğiz, bunu dünya alem bilmeli. Bir kere PKK’nin savaş başlattığı sözü bir kuyruklu yalandan öte bir şey değil. Tümüyle yalanı ifade ediyor. Savaş başlatan, saldıran, soykırımı sürdüren AKP hükümetidir. Fakat AKP hükümeti neyi istiyor, ben seni yok edeyim, şehirde belediye başkanını, halkı, BDP’liyi tutuklayayım, Kürt aydınını, siyasetçisini zindana koyayım, İmralı işkence sistemini büyük bir hakaret olarak sürdüreyim, ama PKK ve Kürtler siz hiç ses çıkartmayın, biz ne yaparsak elhamdülillah deyin, her şeye razı olun, diyor. Biz bunu kabul etmedik, kabul etmemiz de mümkün değildir. PKK’nin yaptığı “sen yumruk atarsan ben de yumruğunu tutar sana yöneltirim” olmuştur. Bu tutumumuza PKK savaş başlattı, diyorlar. PKK başka ne yapsın? Savaş başlatmadı, ama imhaya ve soykırıma karşı direniyor. Ölmemek için, yaşamak için, var olmak için çırpınıyor. Bu tutum canlılığın gereğidir. Kürtler de insandır, bir toplumdur özgür var olmak istiyorlar. Özgür yaşamak için direniyor. Bu anlamda zorunlu ve kutsal bir direniş içerisindedir. Özcesi savaşı başlatan, imha etmek isteyen, dünya gericiliğinin desteğini alarak saldıran AKP’dir. AKP’nin gerçekleri tersyüz eden bu psikolojik savaşına karşı çok boyutlu ve çok etkili bir savaş yürütmemiz gerekiyor. Psikolojik savaşın boyutu düşünüldüğünde propaganda savaşımız zayıftır. Gerçekleri ortaya koymalıyız. Türkiye toplumunu, demokratik güçleri dışta ve içte aydınlatmalıyız. Özellikle de Kürt toplumunu, Kürt birliğini kesinlikle sağlamamız gereklidir.
Psikolojik saldırılar ve siyasi soykırım saldırıları yanında askeri imha saldırıları da sürdürülmektedir. Askeri imha saldırıları var. Diyor ki silah elde oldukça yok edeceğiz. O halde gerilla direnişi sürecek. Askeri operasyonlara, bu katliamlara Kuzey’de, Güney’de nerede olursa olsun gerillanın direnişi sürecek, bu halk ve parti kendini savunacak. Kürt halkı savunmasız asla olamaz. Kendini cellatlara teslim edecek durumda değil. Öyle olacaktıysa niye kırk yıldır direniyor, niye yirmi bin şehit verdi? Eğer yok olmayı, teslimiyeti kabul etseydi bu kadar direnişi ortaya çıkarmazdı. O bakımdan bu askeri saldırılara karşı gerilla direnişi etkili ve güçlü bir biçimde yürütülecektir.
Diğer yandan siyasi soykırım operasyonlarına, demokratik siyaseti tasfiye saldırılarına karşı da daha etkili bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Siyasi soykırım operasyonlarını iç ve dış kamuoyunda daha fazla teşhir etmek ve bu temelde direnişi geliştirmek gerekmektedir. Bu konuda zayıf bir tutum gösterilmektedir. Bırakalım güçlü bir direnişi ortaya koymayı, kuzu kuzu yakalanmalar oluyor. Bir yanlış eğilim var. Bizim hukuki olarak herhangi bir suçumuz yok, o halde bizi tutuklayamazlar gibi gafil bir yaklaşım var. Zaten ortada hukuki bir durum yok, siyasi bir karar var. Siyasi bir karar alınmış, demokratik siyasetin kökü kazınmak isteniyor. Bunun için de hukuk metinlerini bir silah olarak kullanıyor. AKP hukuku kimyasal silahtan daha vahşice kullanıyor. Nasıl ki silah bir savaş aracıysa hukuk da AKP’nin elinde bir savaş aracı, siyaset aracıdır. Onun için hukuken suç işlemişsin işlememişsin ne önemi var? AKP’ye göre yasanın, anayasanın ne hükmü var? İrade kırma teslim alma siyaseti neyi gerektiriyorsa onu yapıyor. Onun için mücadeleyi siyasal durumun gereklerine göre yürüteceksin. Bu siyasi ortama mücadele eder konumda olacaksın. Bu kadar insan tutuklanmasaydı direnebilirlerdi. Yeni bir siyasi rejim kurabilirlerdi. Özgürlük alanları dağlar vardı, güney vardı, doğu vardı, batı vardı. Kürt toplumunun imkanları geniştir. Toplumun temsilcileri olarak alternatif siyasi yönetimlerini ve sistemlerini oluşturabilirlerdi. Hepsi cezaevine girip orada beklemek yerine AKP’ye karşı daha etkili mücadele edecek bir konuma sahip olabilirlerdi. AKP bizi tutuklayamaz eğilimiyle başladı, ondan sonra da bu çizgiden çıkılamadı. AKP de bunu bir zafiyet olarak görerek saldırısını sürdürmektedir. Nasıl olsa ben tutuklasam bir çareleri yok, gideyim üzerlerine diyor. Neredeyse gerillayı da ateşkes yaptırarak bu konuma düşürmek istiyor. Ateşkes olursa demokratik siyasetçileri zindan koyup etkisizleştirmem gibi gerillayı durdururum, her şey benim elimde olur, benim önüm açılır diyor. Böyle bir şeyi yürütmek istiyor. Böyle olmaz. Böyle ucuz yakalanmamak lazım. Siyaseti etkili yürütmek gereklidir. Halkı sokağa iyi dökebilmek lazımdır. Kürt halkı ayaktadır, ölümüne direniyor. Halk sokakta intikam çağrıları yapıyor. Biraz kararlı ve örgütlü davranılsaydı direniş geliştirilir ve sonuç alınabilirdi.
Tabii hepsinden önemlisi İmralı’daki tehdit ve şantaj politikasına karşı direnmek gerekmektedir. Önderlik üzerine yürütülen de Kürtler üzerinde yürütülen katliam politikasının somutlaşmış biçimidir. Katliam politikası en başta da İmralı’da uygulanmaktadır. Bu açıdan İmralı’da yürütülen katliama da dur demek gerekmektedir. Bunun için de Önderlikle bütünleşmek, Önderliği sahiplenmek, savunmak, bunun için Kürt özgürlük iradesi etrafında birleşip bu uğursuz saldırıyı boşa çıkarmak gerekmektedir. Önderliğe sahiplenmek ve İmralı’da yürütülen saldırıları boşa çıkarmak bütün Kürtlerin boyun borcudur. Varoluşlarını sağlama ve özgürlüğü kazanmanın yoludur. Çok iyi bilinmelidir ki önderlik üzerinde çirkin bir saldırı yürütmektedirler. Önderlik avukat görüşmelerini talimat veriyor diyerek suç haline getirip avukatları tutukluyorlar ve Önderliğin üzerine gidiyorlar. Önderlik avukat görüşmeleri 13 yıldır sürüyor. Görüşme notları da öyle gizli saklı değil, açıkça yayınlanıyor. Bu nedenle AKP 9 yıldır hükümetteydi neden engellemedi diye soruyoruz. 9 yıldır bütün konuşmaları dinlenen, kasete alınan ve aynı gün Başbakan dahil tüm yetkililere ulaştırılan bu görüşmeler nasıl oluyor da şimdi suç oluyor? O zaman bu görüşmelere şimdiye ses çıkarmayan AKP hükümeti de suçludur. Bu görüşmeler üzerinden Önderliği suçlamak ve avukatları tutuklamakla işin içinden sıyrılamazlar. Bu tür saldırılar faşist iktidarlar döneminde görülür. AKP’nin bu açık faşist uygulamalarının günümüzde hem Kürt halkının iradesi karşısında hem de demokratik vicdan ve kamuoyu karşısında kısa sürede mahkum olacağı ve etkisizleşeceği açıktır. Eğer bu uygulamaları kolaylıkla yapacağını sanıyorsa AKP büyük aldanıyordur.
Türkiye’ye demokrasiyi Kürtler dayatıyorlar
Kuşkusuz İmralı üzerinde yürütülen tecride, şantaj ve tehdit politikasına yüzeysel yaklaşımlar gösterildi. Demokratik siyaset alanında İmralı’yla görüşmeler olsun gibi zayıf tutumlar gösterildi. Demokratik siyaset alanın bu zayıf tutumu, halkın tutumunu da gevşetti. Halbuki Önderlik o görüşmeleri reddetti; avukatlara da “gelmeyin,” dedi. “Ben bu koşullarda yaşamak istemiyorum, kimseyle de görüşmüyorum, söyleyecek sözüm de kalmamıştır; yapacağımı yaptım, söyleyecek sözümü söyledim,” dedi. “Ya bu koşullar değişir bir şeyler yaparım, yoksa benden bu kadar,” dedi. Fakat Önderliğin bu tutum anlaşılmadı, anlaşılmak istenmedi. Hala bazıları görüş engelleniyor, avukatlar gidip görüşsün talebinde bulundu. Olaya böyle bakmak yanlıştır. Artık İmralı sistemi aşılacak, parçalanacak! İmralı sistemiyle birlikte yaşandığı müddetçe Kürt’ün özgürlüğü olmaz, Kürt sorununun çözümü olmaz. Onun için de tabii ki Önder Apo’nun özürlüğünü öngören bir mücadeleyi AKP sistemine dayatmamız gerekli. Bunun dışında bir yaklaşım geri bir yaklaşımdır, Türk devletinin inkar ve imha politikasının sürmesini kabul etmek anlamına gelir.
Küresel sistemin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme sürecinde AKP’nin geliştirmeye çalıştığı yeni bir Kürt inkarı ve imhasına dayalı kültürel soykırım rejimi dayatması söz konusudur. Suriye, İran gibi 20. yüzyıl ulus devletçi rejimlerin böyle değişemeyen tutucu, klasik dayamaları var. Bir de tabii Kürt halkının, PKK’nin diğer Kürt örgütleriyle birlikte geliştirmeye çalıştıkları demokratik mücadele var, demokratik siyaset var. Diğer halklar arasında da bu var. Önümüzdeki yıl bunlar arasında ciddi bir mücadeleye sahne olacaktır. Kürt özgürlük hareketinin bu mücadele ortamında başarı şansı ne kadardır? Diğer siyasal güçlerin mevcut siyasal duruma müdahale gücü ne kadardır? Kimin başarı şansı ne kadardır? Her şey istediği gibi olmasa da küresel güçler bu süreci etkiliyorlar. AKP, Türkiye yönetiminin içyapısını tümüyle teslim almış durumdadır. Solu zaten daha önceki rejimler bastırmışlardı. AKP ABD desteğiyle Ergenekon davası adı altında orduyu, yargıyı önemli ölçüde bastırdı. Sosyal demokrat kesimler ve CHP ise bu süreçte doğru bir tutum takınmadığı için onlar da etkisizleştirildi. Şimdi geriye Kürtler kalmış. Türkiye’ye demokrasiyi Kürtler dayatıyorlar. Türkiye’nin demokratikleşmesini Kürtler temsil ediyorlar. AKP Türkiye’deki sahte demokratik despotik sistemi devam ettirmek için Kürtlerin direnişini kırmaya çalışıyor. ABD’nin Ortadoğu’yu ele geçirme politikalarına teslim olarak oradan belli bir destek alıyor. Fakat zordadır, gücü de zayıftır. AKP öyle çok güçlü sanılmamalıdır. Hala Türkiye’deki iç iktidar mücadelesi tam netleşmiş değildir.
Geçen dönemde siyasi güçler hem bize karşı mücadelede hem de kendi içlerindeki mücadelede büyük bir yıpranma yaşamışlardır. Ordu zaten mücadelemiz karşısında başarısız kalınca zayıf düşmüş ve Ergenekon davasıyla da moralsiz ve parçalı bir güç haline gelmiştir. Savaşabilecek bir gücü yok. Özellikle gerillaya karşı kesinlikle savaşacak pozisyonda değil. Diğer devlet kurumları hakeza. Diğer kurumlar da hala yeniden yapılanmamıştır. Bu nedenle yeni bir anayasa yaparak tüm kurumları yeniden yapılandıralım diyorlar. Ancak yeniden yapılandırma yaklaşımları da ciddiyetsiz ve bir çocuk oyunu haline dönüşmüş durumdadır. Öyle sağlam temellere dayalı bir anayasa yapma niyetleri de yoktur. Bu gündemin de sahte ve oyun olduğu görülüyor. Nitekim birçok çevre bu ortamda ve bu zihniyetle yeni ve demokratik anayasa yapılamayacağını söylüyor. Öyle anayasa yapacak bir ortam da yok, gücü de yok. Çünkü anayasa adı altında Kenan Evren gibi kendi saldırganlıklarını, yaptıklarını kanun haline getirmek, herkesin önüne koymak istiyorlar. Buna karşı da herkesten önce Kürtler direnecektir. Zaten PKK direnişiyle bu oyunları önemli ölçüde boşa çıkarıyor. Dolayısıyla savaşma konusunda da kendilerine göre bir anayasa yapıp yeni bir egemenlik ve kültürel soykırım sistemi kurma konusunda da zorlanıyorlar. Eski kurumlar dağılırken yeni kurumlar da hala oluşmamıştır. Yıpranmalar, çelişki, çatışma ve parçalanmalar sürüyor. O bakımdan içeride istediği kadar güç alamıyor. İçeride çelişkili ve çatışmalı yanları çok olduğu gibi, dışarıda da büyük bir çelişki ve tutarsızlık içindedir. Dün bütün yıkılan Arap liderlerin tümüne kardeşim, dostum diyordu; şimdi hepsini düşman ilan etti, arkadan hançerliyor. Bu tutum AKP hükümetine güvensizliği yaratmıştır. Ne zaman merhaba diyeceği ne zaman sarılacağı, ne zaman hançer sokacağı belli değildir. Dolayısıyla dış destekleri de zayıf konumdadır. Kuşkusuz içeride ve dışarıda güç kaynakları da var, zayıflıkları da var. Eğer zayıflıkları öne çıkartılır güç kaynakları kırılırsa AKP’nin Kürt özgürlük hareketini tasfiyesi temelinde kendisini hakim kılacağı yeni despotik sistem kurma çabası engellenebilir.
Kürt halkı 21 yıldır özgürlük için ayakta
Kuşkusuz Kürt özgürlük hareketinin kırk yıllık yürüttüğü mücadele sonucu ortaya çıkardığı çok büyük bir mücadele gücü vardır. PKK çok zorlu ve kritik dönemlerden geçerek Kürdistan’da her alanda çok büyük birikimler ortaya çıkarmıştır. Kürt özgürlük hareketi bugünkü dönemlerden daha zor süreçlerden geçti. Ölüm kalım dönemleri yaşadı. Kırk yıldır sırat köprüsünden geçer gibi bir mücadele yürüttü, bu güne geldi. Bu kadar gücün olmadığı, imkanın olmadığı, daha zor, daha ağır koşullarda, zindanda, yurtdışında mücadeleler yürüterek büyük başarılar kazanıp bugünlere geldi. Gelinen aşamada bilinç olarak da tecrübe olarak da örgütlülük olarak da büyük bir birikime sahiptir. Evet, bugünün de koşulları zor, ama imkanları da çok, fırsatları da fazla. Halk olarak öyle, gerilla olarak öyle, parti olarak öyle, Önderlik savunmalarıyla en güçlü ideolojik, felsefi, teorik duruşu, düşünce duruşunu temsil ediyor. Gerilla direnişiyle her türlü düşmanı vurabilecek, ezebilecek güçte olduğunu gösterdi. Halk 21 yıldır özgürlük için ayakta. Her türlü bedeli ödemeye hazır. Zindanda yatıyor, şehit veriyor, yılmıyor; özgür yaşamdan başkasını kabul etmiyor. Bu anlamda mücadele için önemli bir güç var. Tarihinin en güçlü dönemini yaşayan PKK bu durumu iyi değerlendirirse başarı önünde hiçbir güç duramaz. Kuşkusuz başarı için bu gücün doğru, iyi kullanılması lazım. Doğru bir taktik, tarz izlemeye, etkili ve yeterli politikalar geliştirmeye ihtiyaç var. Yani örgütlü, planlı bir mücadeleyi doğru bir tarzla, taktikle, yeterli bir tempoyla yürüttüğümüzde kazanma şansımız çok yüksektir. Kuşkusuz çok örgütlü, bilinçli bir mücadeleyi başarıyla yürütmeden, kendiliğinden kazanacağımızı sanmak da gaflet olur. Ancak bu güç doğru bir öncülükle, tarzla mücadeleye sevk edilirse kazanılabilir.
Kazanamamak demek kaybetmenin gelişmesi demektir. Geçmiş süreçlerde böyle değildi, gelişme dönemiydi, sonuç dönemi değildi. Kazandığımız kadar yeterli oluyordu, ama şimdi kesin kazanmak, sonuca gitmek gerekiyor. Sen başarı temelinde sonuca gitmezsen o zaman karşı taraf başarı kazanır. Bu dönem öyle bir dönemdir. Onun geçmişe göre değerlendirmeler kesinlikle hatalıdır. Arkadaşlarımız çoğunlukla öyle yapıyorlar. İşte çalıştık, şu kadar savaştık, şu kadar eylem yaptık, şu kadar örgüt oldu, geçen yıldan daha fazla iyiyiz yaklaşımları hala aşılmış değildir. Geçen yıl geçen yıldı, on sene önce on seneydi, bu yıl ayrıdır. Yani çeşitli dönemlerin özellikleri farklı, görevleri farklıdır. Dönemin istediği görevleri yerine getirdin mi getirmedin mi ona bakacaksın. Herkes bilmelidir ki çözüm aşamasındayız, final aşamasındayız. Demokratik Özerkliği inşa edeceğiz. Ortadoğu yeniden yapılanıyor, bu yeniden yapılanışta özgür Kürt iradesi ve statüsü kendini açıkça ortaya koyabilmelidir. Bunu için de Kürtlerin savunması da, demokratik örgütlülüğü de, Demokratik Konfederalizmi de etkili olmalıdır.
14 Temmuz’da Demokratik Özerklik ilan edildi. Peki, bunu ne kadar pratikleştirdik? Ona bakacağız. Görev tüm bu görevleri yerine getirmektir. Yoksa on sene öncesine göre ben daha iyi bir durumdayım, on sene önce bir eylem yapmıştım, bu sene birkaç tane yaptım o halde başarıyı ikiye, üçe katlamışım demek gaflettir. Genel yaklaşım, değerlendirme böyledir. Ondan dolayı da süreci anlamada zayıflık var. Sürecin görev ve sorumlulukları nedir, onları yeterince kavrayıp sahiplenmede zayıflık var. Bu görevleri başarmanın olmazsa olmaz kabilinden bir gereklilik olduğunu anlamada zayıflık var. Bu durumda da bir gevşeklik ve atalet ortaya çıkıyor. Parçalılık ve dinamizm zayıflığıyla imkan ve fırsatları değerlendirmeme yaşanıyor. Ortada bir ton fırsat var, imkan var; elini atsa her arkadaşımız, her örgüt, komite Kürdistan’ın dört bir yanında çığ gibi gelişme yaratacak, ama dönüp bakmıyor bile.
Şimdi bunlar nereden geliyor: Anlayamamak değil de düşmanın yarattıkları zihniyet kalıpları var, özellikler var. Bence bu gerçekleri iyi görmemiz, Önderlik savunmalarını okuyup tartışırken doğru tartışmamız, Önderlik eleştirilerinden doğru ders çıkartmamız, iyi özeleştiri verip kendimizi düzeltmemiz lazım. Yani kişilik zafiyetlerimiz var, toplumsal zafiyetler var. Van depremi oldu, yakıcı bir şeydir, kimseden ses çıkmadı, biz şaşırdık, ne oluyor diye? Öyle bir durum ki, herkes öyle bir hava yarattı ki, Van’da yaşanmaz, kaçın kaçabildiğiniz kadar, öyle bir ortam oldu ki alıyor çantayı ya İstanbul ya da İzmir koşuyor. Gitmiş Çukurova’ya kimse sahip çıkmamış, bu sefer geçmiş kameranın karşısına herkesi suçluyor, ağlıyor, kimse bana sahip çıkmadı diyor. Lanet olsun ağlayan insana, lanet olsun çaresizlikle böyle yalvaran, yakaran insana! Bunlar iyi bir insan tutumu değildir. Hele hele on yıllardır büyük mücadele veren Kürt halkı açısından kabul edilecek bir tutum değildir. Ama şimdi bu tür tutumlar normal karşılanıyor. Sen nereye gidiyorsun, İstanbul, İzmir’in sahibi yok mudur? Babanın evi midir? Niye Urmiye’ye gitmiyorsun, niye Hewler’e girmiyorsun da İstanbul’a gidiyorsun? Ama gidiyor işte! Sistemin zihniyetinden de kurumlarından da kopuş yoktur. Demokratik Özerklik ilan ettiler, her şeyi biz kendi kendimize yapacağız dediler, ama Van depreminde görüldü ki bırakalım sistemini kurmayı, toplumu etkilemede bile büyük zayıflıkları var. Hani kendi ahlaki ve hukuki sistemimiz olacaktı, mahkemeye gidilmeyecekti? Hani gençler askere gitmeyecekti? Hani kültürel soykırımcı eğitim sistemine tavır alınacaktı? Bunlar yapılamadığı gibi, deprem ortasında çocuklarım eğitimden geri kaldı diyor. Bu yaklaşım bile toplumu eğitmede ve örgütlemede gösterilen çabanın yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Van depremi içinde toplumsal zafiyetlerimiz bir daha ortaya çıktı. Özgür iradeli ulusal toplum olma konusunda zayıflıklar var. Kuşkusuz bunu inkar ve imha sistemi yarattı, soykırım sistemi yarattı, ama Önder Apo da, “anlıyorum, diyeceksiniz ki bunları düşman yarattı, suç bizde değil düşmandadır; ama ben de özgürlüğü yaratıyorum, niye düşmanı dinliyorsunuz da beni dinlemiyorsunuz? Niye teslimiyeti kabul ediyorsunuz da direnişçiliği kabul etmiyorsunuz? Niye köleliğe evet diyorsunuz da özgürlüğe demiyorsunuz? Ben de bunu sorarım” diyordu. Bunu soruyor, eleştiriyor, bununla suçluyordu. Gerillaya yansıyan da odur, siyasi mücadeleye yansıyan da odur, propaganda mücadelesine yansıyan da odur. Bizde örgütlü mücadele içinde ortaya çıkan hatalar, yetersizliklerin altında da bu yatıyor. Sistemin etkisi altında bu zafiyetleri bulunduruyoruz. Bu durum anlamazlık değildir. Anlıyoruz da anlamak istemiyoruz. Örgütten ve önderlikten aldıklarımız az mıdır? Önder Apo’nun öğrettikleri açıktır.
Zayıflıklarımız değerlendirildiğinde özgür iradeli olamama, sistemden, bu soykırım sisteminden, sömürgeci sistemden, devletçi sistemden, Türkiye sisteminden kopamama var. Aslında Önderlik kaç sefer dedi boşanma oldu, kopuş oldu. Olmasını istiyordu tabii. Ama sistem etkilerinden ve kurumlarından kopmama konusunda bir direnç var. Sistemin etkilerinden ve kurumlarından koparak demokratik toplum olma konusunda zayıflıklar var. Kuşkusuz direniliyor, fedakarlık da yapılıyor. Ama örgütlenip demokratik toplum haline gelerek sistem dışına çıkma yaşanmadığı için sürekli bu tür zayıflıklar karşı karşıya kalıyoruz. Sen Van depreminde olduğu gibi devletten beklersen kimse sana bir şey vermez. Hatta vereceğini burnundan fitil fitil getirir. Kürt’üm de, Kürt toplumuyum, hakkımı istiyorum de ama hiçbir şeyini örgütleme, karnını doyurama, eğitimini yapama, kendini tedavi edeme, kendini savunama ondan sonra da öbürü sana versin bunları! Vermez! Sen alacaksın, mücadele ederek kazanacaksın. Sen alamazsan, mücadele edemez kazanamazsan öbürü de veremez. Tersine daha fazla oraya bağlanırsın. Dolayısıyla bu tutumları eleştirmek gerekiyor. özeleştirisini de bu tutumları aşan bir pratikle vermek gerekiyor.
Önder Apo özgür mücadele eden Kürt’ü yarattı
PKK’nin yıldönümünde şunu vurgulamak gerekir ki, bütün zayıflıkları gidermenin, zorlukları yenmenin, doğruları görmenin, başarılı bir pratik yürütecek halk olmanın, özgür olmanın, örgüt olmanın yolu partileşmektir. Bu nedenle partileşmek, partileşmek diyoruz. Partileşelim savaşı kazanalım, partileşelim özgür olalım, partileşelim toplum olalım, halk olalım, partileşelim kadın olalım, partileşelim genç olalım! Partileşmek de işte deminki belirttiğim özellikleri kırmak demektir. Teslimiyeti, zavallılığı, bağımlılığı, çaresizliği aşmak demektir. Bu özellikleri ruhta, bilinçte, duyguda kırmak demektir. Ölse de özgürce iradeyle yaşayarak ölmeyi göze almak, bu kararlılıkla tutum göstermek, bunun direncini geliştirebilmek demektir. PKK budur! Aslında Önderlik mücadelesi tümüyle buna dönüktü. Parti bunun için var oldu. PKK devriminin özünün kişilik devrimi olduğunu boşuna söylemiyoruz. Demokratik devim, özgürlük devrimi, kadın devrimi de bu kişilik devrimi temelinde gelişmiştir. Dikkat edelim bizim devrimimiz iktidar ele geçirmek, büyük ordular kurup dağları taşları fethetmek için yapılmıyor. Kişilik devrimini nasıl yapacağız? Bilincimizi, irademizi, zihniyetimizi değiştireceğiz, zihniyet devrimi yapacağız, vicdan devrimi yapacağız, duygu devrimi yapacağız, düşünce devrimi yapacağız, ölçü ve özellik devrimi yapacağız. Düşmanın ve sömürgeciliğin verdiği eski ve sömürgeci özelliklere ve ölçülerine karşı mücadele edeceğiz. Kapitalist modernitenin ve sömürgeci zihniyetten nefret edeceğiz. İçimizde, dışımızda ve örgüt dışında bu eğilimlere karşı mücadele edeceğiz. PKK budur! Önder Apo budur! Önderlik gerçeğini anlamak isteyen varsa, Önderlik gerçeği Kürt’te var olan devletçi uygarlık ve sömürgeci sistemin özelliklerinden nefret etmek olduğunu bilmelidir.
Kemal Burkay ve bir sürü teslim olmuş uşak, Önderliği suçluyorlar. Önderliği Kürt halkını kötülemekle itham ediyorlar. Önderlik halkı kötülemediği gibi, bu halkı yüceltmek için çaba göstermektedir. Önderliğin kötülediği, düşmanın, sömürgecinin, katliamcının yarattığı Kürtlüktür. Soykırımcının yarattığı Tunceliliği kötülüyor, Dersimliliği ortaya çıkarıyor, özgür Kürtlüğü ortaya çıkarıyor, ama köle Kürtlüğü, teslim olmuş Kürtlüğü, Kemal Burkay Kürtlüğünü lanetliyor. Zaten Apocu hareket köle Kürtlüğe ve teslim olmuş Kürtlüğe karşı bir hareket olarak ortaya çıktı. Özgür Kürt’ü yaratmak isteyen bir bilinç olarak doğdu. Partileşmek demek özgür iradeli demokratik toplumsallığı kazanmış Kürtlük demektir. Bu Kürtlüğe örnek olacak militanlık demektir. Yani özgür Kürt’ü ve demokratik toplumu yaratacak bilinci edinmek, özgürlük iradesi kazanmak, bu temelde kendini eğitip birlik olmak demektir.
PKK nedir? PKK bir ruh, bir bilinç, bir duygu, bir irade, bir duruş, ölçü ve özellik, bir birlik durumu, yaşam durumudur. İnsan olmanın, insana değer vermenin özelliği, karşıdakini dinlemek, anlaşmak, bir araya gelmek, bir olmak, kendi sorunlarını çözme işidir. Ancak bu konuda hala parti içinde ve toplumda zayıflıklar yaşanmaktadır. Düşman kırk defa yenilmesine rağmen, hala soykırımı başarıya götürmede, PKK’yi imha ve tasfiye etmede ısrarlıysa bizim bu özelliklerimize bakıyor, ondan dolayı ısrar ediyor. Diyorlar ki niye verelim, zaten biraz daha ısrar etsek, biraz daha uzatsak bu zayıflığı yenilgiye götürebiliriz. Çözümsüzlükte ısrar buradan kaynaklanıyor. Türk devleti kaç sefer yenildi. Türk ordusu per perişandır. Yenildiği için yargılanıyor şimdi bütün generaller. Gerilla karşısında yenildikleri için suçludurlar. Başka bir suçları yok. Yenilmeselerdi şimdi her biri paşaydı, genelkurmay olacaklardı. Vatan kurtaran kahramanlar olarak ortalıkta dolaşacaklardı. Ama yenildikleri için hapistedirler, hesap soruluyor onlardan.
AKP de kaç sefer yenildi? 2004-2005’te tasfiyeciliğe bel bağladıklar, dolayısıyla kaybettiler. 2007’de Güney’e ağır hava saldırıları yaptı, sonra kara operasyonuna girişti, ancak Zap’ta arkasına bakmadan kaçtı. Siyasetle toplarım, yok ederim dedi 29 Mart 2009’da siyasi olarak da ağır yenilgi aldı. 12 Eylül 2010’da referandumda yenildi. 12 Haziran 2011’de sandıkta yine yenildi. Fakat bu kadar yenilmişliğe rağmen neden hala çözümsüzlükte ve tasfiyede ısrar ediyor? Çünkü zayıflıklarımızı görerek bu sistemi ayakta tutacağını sanıyor. Öte yandan bunların gücünü İmralı yaratıyor, tecrit edersek sonuç alırız diye düşünüyorlar. Eğer Önderlik üzerinde bu kadar saldırı yapıyorlarsa, bütün avukatları tutukladılarsa nedeni budur. Öyle vay İmralı’da ne oldu, Önderlik için bilmem ne yapmalıyız diye göz yaşı dökmeye gerek yok. Dürüst olalım biraz, hangi duruş baskı getiriyor, baskıyı yıkmak için nasıl olmamız gerekli? Bu soruları sorup bunlara doğru cevap vermemiz lazım. Yani doğru partileşmemiz lazım. O zaman Önderliği doğru anlarız, doğru bütünleşiriz Önderlikle, Önderlik mücadelesini doğru yürütürüz. Yoksa sadece öfkelenmenin, fedai eylem yaparak Önderliğe borcumuzu öderim demenin düşmanın tümüyle pes etmesinde etkisi olmaz. Bunu görelim.
Kuşkusuz biz AKP gerçeğini anladık. Örneğin tasfiye politikalarını ve kültürel soykırımcı politikalarını kırmak için direnişe geçtik. Kuşkusuz önemli bir direniş ortaya konuldu. AKP sarsıldı. Eğer bu duruşumuz daha sağlam olup gerilla daha büyük başarılar elde etseydi, demokratik siyaset büyük bir kampanyayı içte ve dışta yürütseydi, halkın gücünü tümüyle gericiliğin üstüne sürseydi bu üç dört ay içerisinde AKP’yi yerle bir olurdu. Değil Önderliğe baskı yapmak, yalvar yakar olurdu Önderlik karşısında. Dolayısıyla mücadelemiz AKP’yi sarstı, zorladı, başarısız kıldı, ama hala çözüm için Önderliğin ayağına götürecek bir düzey yaratamadı. Dolayısıyla kendi durumumuzu değerlendirirken mevcut siyasal duruma göre değerlendirip ve ona göre özeleştiri vererek kendimizi düzeltip daha etkili bir mücadele yürütmemiz gerekir. Doğru anlamak ve yeterli uygulamak partileşmenin esasıdır. Parti militanı olmanın, PKK’li olmanın, PKK şehitlerini doğru temsil etmenin esasıdır. Bu bakımdan da madem yeni bir parti yıldönümünü yaşıyoruz, parti yıldönümünü kutluyoruz, o halde PKK’yi, PKK gerçeğini, Önderlik ve şehitler gerçeğini doğru anlayalım, doğru bilince çıkartalım. Duyguda, düşüncede, davranışta eksikliklerimiz ne yetersizliklerimizi sorgulamada cesaretli olalım. Geri olanları, gerici olanları, düşmana ait olanları gözümüzü kırpmadan neşteri vurup atalım. Yeni özellikleri cesurca edinerek güçlü partileşelim. 34. PKK yılına bu biçimde kendimizi yenilemiş olarak, örgütlemiş, partileştirmiş olarak girelim. Bunu ne kadar yaparsak parti öncülüğü o kadar gelişir, gerilla o kadar güçlü olur, halk o kadar iradeli bir biçimde demokratik özerkliğin inşa mücadelesini yürütür.
Kadrolar olarak, militanlar olarak, halk olarak PKK’yi ve Önderliği anlarsak değil savaş, şiddet, ne dayatırlarsa dayatılsın hepsini kırarız, yok ederiz. AKP değil, kim saldırırsa böyle bir Kürt duruşu karşısında hiçbir saldırı başarı kazanamaz, yenilmekten kesinlikle kurtulamaz. Bunu bilelim ve böyle bir ruhla 34. parti yılını karşılayalım. Bu temelde de Önder Apo’nun özgürlüğünü ve Kürt halkının özgürlüğünü sağlayalım.