PKK’nin 33. kuruluş yıldönümünü yaşıyoruz. Yeni bir parti ve mücadele yılına giriyoruz. Öncelikle partimizin 33. kuruluş yıldönümünü başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, halkımıza ve insanlığa kutlu olmasını diliyorum. Hakilerle, Mazlumlarla, Kemal, Hayrilerle başlayan; 2011’deki şehitlerimiz Rüstemlere, Çiçeklere, Alîşêrlere, Brusk ve Rukenlere kadar gelen, sayıları on binleri bulan ve partimizin gerçek yaratıcıları, sahipleri olan kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Onlara verdiğimiz zafer sözünü yeni bir mücadele yılına girerken bir kere daha yineliyoruz. 34. PKK yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese de başarılar diliyoruz.
Yeni bir mücadele yılına PKK ve onun öncülüğünde Kürt halkı daha iddialı, iradeli, azimli bir biçimde özgür ve demokratik yaşam tutkusu çok daha güçlü olarak ve çok kapsamlı bir yoğun mücadele içinde giriyor. İddiası kadar umudu, yaratma gücü de büyük. Dolayısıyla 34. yılda da partimizin onun öncülüğünde halkımızın özgür ve demokratik yaşam çizgisinde önemli başarılar kazanacağına inanıyoruz. Bu inançla tüm yoldaşlar olarak, bir bütün hareket ve halk olarak yeni bir parti ve mücadele yılına giriyoruz.
PKK’nin resmen 33. yılı, 5 yıl da hazırlık süreci olarak 38 yıllık somut pratiği var. Mücadele ederek, gelişme sağlayarak kendini yaratmış, halklaşmış, kanıtlamış bir partidir. Varlığı neredeyse yarım yüzyıla doğru gidiyor. Bugün itibariyle ele alıp geriye baktığımızda gerçekten de Kürdistan’da yaşamın PKK ile her zamankinden çok daha güzel, heyecanlı, anlamlı olduğu netçe görülüyor. Eğer Kürt halk tarihinin en azından yakın çağ açısından onurlu, başı dik, özgür, iradeli bir döneminden söz edeceksek, bunda en ileri dönemin PKK ile yaşanan dönem olduğu tartışmasızdır. Bazıları diyor 2011 yılında Ortadoğu’da Arap Baharı yaşanıyor; Kürtler de ondan ilham almaya, bir Kürt baharı yaratmaya çalışıyorlar, ama dostlarımız endişe duyuyorlar bundan, acaba gerçekleşecek mi gerçekleşmeyecek mi; düşmanlarımız başarılamayacağını iddia ediyorlar. Fakat gerçek şu ki PKK ile Kürdistan’ın her günü, Kürt toplumunun yaşamının her günü, her mevsimi, her yılı bir bahar oldu. Önder Apo dedi “baharlaşan halk yarattık.” Kürt halkının yaşamı tarihin en anlamlı ve geliştirici dönemine ulaştı. Kuşkusuz bütün bunların yaratılmasında, böyle bir tarihin yapılmasında Kürt halkına dayatılan soykırımın durdurularak özgür ve demokratik yaşam için mücadelenin, direnişin ortaya çıkartılmasında ve bunda önemli ilerlemelerin ve gelişmelerin sağlatılmasında PKK gerçeğinin, felsefi, ideolojik, politik, stratejik ve taktik duruşunun ve kahramanlık çizgisindeki militanlığının belirleyici rolü var. Bu gerçeği de biz her zaman Önderlik ve şehitler gerçeği olarak tanımladık.
Dost düşman herkes iyi biliyor PKK öyle sıradan bir hareket değil. Kürdistan’da varolan ilkel milliyetçi, reformist, teslimiyetçi parti veya gruplardan çok farklı özelliklere sahip. Her şeyden önce doğru, yerinde ve iddialı söz söyleyişi var. Güçlü bir tarih bilincine ve toplum analizine sahip. Sözüyle pratiği tam bir tutarlılık içinde. Söylediğini yapan; yaptıklarını söyleyen, tam bir söz ve pratik tutarlılığı yaşayan, kendini de toplumu da asla aldatmayan, yanıltmayan bir karaktere sahip. İşte bütün bu özellikleri veren, kazandıran, onun önderlik ve şehitler partisi olmasıdır. Baştan itibaren Önder Apo’nun ruhuyla, duygularıyla, düşüncesiyle, davranış ve yaşam ölçüleriyle şekillenmiş, hayat bulmuş, gerçekleşmiş olmasıdır. Bu bakımdan da PKK’yi PKK yapan, Kürt tarihi açısından bir milat olmasına yol açan, kapitalist sistemin imha ve soykırımına karşı Kürt özgürlüğünü ve demokrasisini iddialı bir biçimde temsil ederek günümüze kadar getiren bir güç olması, kuşkusuz onun bir önderlik hareketi olmasıyla, önderliksel bir gerçeği ifade ve temsil etmesiyle yakından bağı vardır. Bu durumu her zaman dikkate almalıyız.
PKK şehitlerin yaşayan gerçeğidir
Özellikle parti üzerinde yoğunlaştığımızda, tartıştığımızda, PKK gerçeğini anlamaya çalıştığımızda birinci planda dikkate almamız gereken yanı onun bir önderlik hareketi olmasıdır. Bu da insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan önderliksel hareketlerin 20. yüzyılın son çeyreğinde Kürdistan’da yeniden yaşam bulmasıdır. Bu gerçeği her zaman göz önünde tutmalıyız. Tabii önderliksel hareketi tutarlı kılan, dönülmez hale getiren, söz ve eylem birliğine kavuşturan da onun cesur, fedakar, gözü pek, yenilmez militanlarının olmasıdır. Bu düşünceleri, ideolojik, siyasi hattı benimseyen, özümseyen, onu hayata geçirmek için yaşamını ortaya koyan kararlı, tutarlı insanları ortaya çıkartabilmesidir. Kendi özüne uygun bir yaşamı, militanlığı var edebilmesidir. Böyle bir militanlık da kendisini şehitler gerçeğinde temsil ediyor, var ediyor. Gerçek militanlığı, bir davanın gerçek ve dönülmez sahibi olan militanlığı onun şehitleri yaratıyor. Bu bakımdan da bir önderlik partisi olarak şekillenen PKK’yi aynı zamanda bir şehitler partisi yapıyor.
Önder Apo daha III. Kongremizden itibaren PKK’nin bir şehitler partisi olduğunu ifade etti. “Şehitler PKK’lidir” dedi. PKK’yi şehitlerin yaşayan gerçeği olarak tanımladı. PKK öncülüğünü şehitler komutası olarak ifade etti. Bu temelde Önderlikle birlikte PKK, sayıları on binleri bulan, gerçekten de herbiri bir insanlık abidesi olan özgür ve demokratik yaşam tutkusuyla dolu, yaşam güzelliklerini ortaya çıkartabilen, özgür yaşamı uğruna ölecek kadar sevme tutarlılığına sahip olan kahraman militanlar partisidir. PKK böyle bir militanlığın yaşayan gücü, örgütlenmesi olarak gerçekleşti. “Birbirine bir zincirin halkaları gibi eklenen şehitler kervanıdır” dedi Önder Apo. Büyük şehidimiz Haki Karer yoldaşın anısına başlatılan partileşme hareketimiz bugün Xakurkê’de, Zagros’ta, Botan’da, Kürdistan’ın dört bir yanında her türlü gerici oyunları bozarak, içinde yaşadığımız süreçte Kürt sorununun çözümünü mutlaka gerçekleştirmek için kahramanca mücadele ederek varlığını sürdürmektedir. Mücadele tarihimizde Haki’den bugün şehit düşen yoldaşlarımıza kadar gelen büyük bir özgürlük ordusu ortaya çıktı. İşte PKK bu! PKK bu büyük insanların ruhu, duygusu, düşüncesi, ölçü ve özellikleridir. PKK’yi tarih yapan, soykırımı durdurma gücüne sahip kılan, özgür ve demokratik yaşam tutkusuna sonuna kadar sahip bir halk gerçekliğini ortaya çıkarmasına yol açan işte bu büyük ölçülere, değerlere sahip olmasıdır. Önderlik ve şehitler gibi sağlam değerler, ölçü ve özellikler tarafından yaratılması ve temsil edilmesidir. Bu gerçeği her zaman iyi bilmeliyiz, doğru değerlendirmeliyiz; yeterince anlamalı ve sıkı sıkıya da sahip çıkmalıyız.
Şunu da bu vesileyle ifade edelim ve iyi bilelim ki, PKK’ye karşı sinsi bir biçimde mücadele etmek isteyenler her zaman PKK’nin bu temel değerlerine, özelliklerine saldırmaktadırlar. Önderlik gerçeğine, şehitler gerçeğine, onlarda temsil bulan ölçü ve özelliklerine saldırarak PKK’yi kökünden, temellerinden koparmaya, böylece saptırmaya, imha ve tasfiye etmeye çalışmaktadır. Cepheden her türlü siyasi ve askeri saldırıyla PKK’yi imha ve tasfiye edemeyen güçler imha ve tasfiye için böyle sinsi ve hileli yolları seçmektedirler. Bunu da tüm yoldaşlar ve halkımız iyi görmeli, doğru anlamalıdır. PKK’ye, onun çıkış özelliklerine, doğuş gerçeğine, onu var eden, yaratan Önderlik ve şehitler gerçeğine saldırı bu nedenle, bu amaçla gelişmektedir. Tehlikelidir, doğru anlamayı ve mutlaka ona karşı duracak bir tutumu, bilinci göstermeyi gerektirir.
Tabii bir de PKK’nin halklaşmış gerçeği var. Halk yaklaşık 25 yıla yakın meydanlarda “PKK halktır halk burada” diyor. PKK’yi kendi ruhu, bilinci, kimliği, özgür ve demokratik yaşamı olarak görüyor. PKK öyle bir klasik parti, bir siyasi hareket, hatta klasik bir ideolojik siyasi akım da değildir. Yarattıklarıyla ve halkın sahiplenmesiyle çok net olarak görülüyor ki özgür hale gelmiş insanlığı temsil ediyor. Özgür kişiliği ifade ediyor. Özgür kadını, özgür genci, özgür Kürt’ü, özgürleşmiş Kürt toplumunu temsil ediyor. Kürt halkının özgürlük iradesi ve duruşu oluyor. Bu bakımdan da halklaşan PKK gerçeğini çok iyi anlamak, değerlendirmek lazım. Onu doğru tanımlayabilmek, ele alabilmek, doğru uygulayabilmek için buna kesinlikle ihtiyaç vardır. İster dost ister düşman olalım; PKK’den yanaysak onu başarıyla uygulayabilmek için, karşıysak da PKK’ye karşı etkili savaş yürütebilmek için onun bu gerçeğinin doğru anlaşılmasına kesinlikle ihtiyaç vardır. Onu sıradan bir parti gibi, hele hele Kürdistan’da ortaya çıkan çeşitli ilkel ve reformist milliyetçi akımlar gibi, klasik solcu, küçük burjuva eğilimler gibi değerlendirenler her zaman yanıldılar, hata yaptılar. PKK karşısında başarısız kaldılar. Böyle yaklaşanlar bundan sonra da PKK karşısında hep hata yapıp başarısız kalacaklar. Bu duruma düşmek istemeyenler PKK gerçeğini doğru anlamak, doğru değerlendirmek zorundalar. PKK’nin bir özgürlük duruşu olduğunu, özgür Kürt’ü ve özgür Kürt toplumunu temsil ettiğini derinliğine anlamadan PKK hakkında söylenecek her söz, PKK’ye dair yapılacak her iş eksik olacaktır, hatalı olacaktır. Dolayısıyla sonuçsuz ve başarısız kalacaktır. Bu bakımdan da PKK’yi bir parti ya da bir ideolojik siyasi akımdan öteye, bir toplumun özgürlük duruşu, özgürlük yürüyüşü olarak görmek, toplumun tüm kesimleriyle, kadınıyla, genciyle, emekçisiyle özgürlük iradesine kavuşmak ve özgürlük yürüyüşüne durmak olarak ele almak PKK gerçeğine doğru yaklaşmak, doğru anlamak oluyor.
PKK son 40 yılın en büyük eylem hareketidir
Partimizin yeni bir yılına girerken, 33. kuruluş yılını yaşarken bu gerçekleri bir daha bilince çıkartmak, bunlar üzerinde yoğunlaşmak, bunlar üzerinden kendimizi eleştiri ve özeleştiriden geçirmek, bilincimizi, duygularımızı, davranışlarımızı, katılım ve çalışma durumumuzu bu çerçevede yeniden değerlendirip düzeltmekle yeterli kılmak kesinlikle gereklidir. Tüm yoldaşların, yurtsever halkımızın yeni parti yılına girişte 34. yılda da başarılı olabilmek için böyle bir sorgulamayı yapması, içinde bulunduğumuz sürecin yakıcılığı açısından kesinlikle gerekli ve önemlidir.
PKK’nin 33 yılda (ki genel olarak 38 yıldır) tarih yapan bir, tarihi yüz seksen derece değiştiren bir hareket olması tabii onun büyük bir duygu, düşünce, irade, felsefe hareketi olması kadar büyük eylem hareketi olmasıyla da bağlantılıdır. Düşünceyle pratiği bir arada, etkili ve birlikte yürütebilmesiyle ilişkilidir. Bu konuda da yanılgılı yaklaşımlar çok oldu geçmişti. PKK’yi bazıları sadece bir düşünce akımı gibi görmek, anlamak, katılmak istediler; yetersiz kaldı bu yaklaşım. Bazıları sadece bir pratik duruş, eylem hareketi, mücadele gücü görmeye çalıştılar, böyle katılmak ya da anlamak isteyenler de elbette yetersiz kaldılar. PKK’yi doğru ele almak, onu düşünce ve eylem gücüyle birlikte ele alıp değerlendirmekten geçti. PKK’ye doğru katılmak, doğru partileşmek, onun doğru ve başarılı uygulayıcısı haline gelmek de PKK’nin düşünce ve eylem gücü olma gerçeğini birlikte görüp böyle katılmakla mümkündür.
PKK büyük bir duygu ve düşünce hareketi olduğu kadar son 40 yılın büyük eylem hareketi de oldu. Daha resmen kuruluş yıllarında Hilvan-Siverek direnişi gibi Kürt halk tarihinde köklü ve yeni özellikler taşıyan, değişim ifade eden yeni bir mücadeleyi ortaya çıkardı. Hilvan-Siverek direnişiyle birlikte doğuşu, PKK’nin nasıl bir direniş hareketi, eylem gücü olacağını dost düşman herkese netçe gösterdi. Şehitler verme pahasına bedel ödeme gücü göstererek kahramanca mücadele etmesi, PKK’nin Kürt gerçeğine, Kürdistan gerçeğine, Kürdistan’a ve Kürt toplumuna dayatılan sömürgecilik ve soykırım gerçeğine karşı mücadele etme gücüne sahip ideolojik, siyasi hattı olduğunu, bu mücadele gerçeğine cevap verebilecek düzeyde iç tutarlılığa sahip bir hareket olarak doğduğunu gösterdi. Tabii bu, halkta büyük bir umut yeşermesine, coşku ve heyecana yol açarken, sömürgeci soykırımcı güçlerde de büyük bir korku, kaygı, endişe yarattı. 1978’lerin, 1979’ların,1980’lerin basınını gözden geçirmek, yaşanan olayların en azından basın yayın organlarına yansıyan biçimine bakmak bile bu gerçekleri görmek, anlamak için yeterlidir.
PKK resmen var oluşunun 34. yılında tarihe büyük iz bırakan ve her zaman da özgürlük tarihimizi yönlendiren büyük direnişinin yaratıcısı oldu. Başta Amed Zindanı olmak üzere 12 Eylül faşist askeri rejiminin PKK’yi zindanlarda yenmek, Kürt halkının özgürlük umutlarını zindanlarda kurutmak üzere geliştirdiği tarihin en vahşi ve ağır zulümlerinden birine karşı Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin, Ferhatların öncülüğünde zindana düşmüş kadro ve sempatizanların tarihe silinmez izler bırakan büyük direnişleri yaşandı. Bu direniş ki bugün etkisi Özgürlük hareketini, Kürt halkını, gençliğini, kadınlarını, emekçilerini yürütmeye yettiği kadar; düşmanını da, sömürgeci soykırımcı güçleri de itirafa zorlayan, deyim yerindeyse imana getirmek zorunda bırakan bir etkiye sahip bulunuyor. Büyük zindan direnişi mücadelemize eksilmez bir biçimde sürekli öncülük ettiği gibi, etkisi sürekli arttığı gibi giderek her türlü gerici, sömürgeci zalim güçler de bu büyük direnişin önünde eğilmek, onun gücü karşısında yenilgilerini itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Biraz da Kürt sorunu bu temelde yaşanan gelişmelerle çözüme kavuşacağı benziyor. Kürt halkının yürüttüğü direnişin ne kadar haklı, meşru, insanca olduğunu her şeyden daha iyi bu büyük zindan direniş gerçeği gösteriyor.
Mücadelenin en büyüğü ideolojik boyutta olanıdır
Tabii PKK aynı yıllarda sadece zindanlarda değil, 12 Eylül faşist askeri rejimin saldırılarına karşı yurtdışında da direnmeyi bilmiştir. Varlığının henüz başlangıcında çıktığı yurtdışında büyük direnişler yaşamış, kayıplar vermiştir. Ortadoğu’da direnen halklarla dostluk, birlik, kardeşlik içerisinde, özellikle Filistin ve Lübnan halkıyla omuz omuza faşizme, siyonizme, sömürgeciliğe, her türü gericiliğe ve emperyalizme karşı bölgesel bir direnişin önemli bir gücü, etkeni haline gelmeyi bilmiştir.
Elbette zindan direnişi büyük bir direniştir. Çünkü her türlü maddi, zulüm aracına sahip güçlere karşı insanın çıplak yüreğiyle, bilinci, duygusu ve iradesiyle savaşmasını temsil ediyor. Büyük bir ideolojik mücadeledir. Peygamber de söylüyor, “mücadelenin en büyüğü ideolojik boyutta olanıdır.” Dolayısıyla da zindan direnişi ideolojik mücadele olması itibariyle büyüklüğünü yarattı. Kuşkusuz aynı biçimde, aynı dönemde gerçekleşen yurtdışı direnişinin de büyük bir ideolojik direniş olduğunu, tıpkı zindan direnişi gibi bir nefs mücadelesi olduğunu unutmamak lazım. Zindanda denenmek ve kazanmak nasıl ki bir hareketin temellerinin sağlam atılmasını ifade ediyorsa, aynı biçimde yurtdışında direnmek, yurtdışında direnip kazanmak da sağlam temellerin atılmasını ifade eder. Zindanda direnemeyen, boyun eğen, yenilen hareketlerin geleceği olmayacağı gibi, yurtdışında direnemeyen, yurtdışının kaypaklığına, kayganlığına, zorluklarına, dağıtıcılığına, boğuculuğuna göğüs geremeyen, duygusunu, düşüncesini, yaşamını kontrol edemeyen, gerçek bir ideolojik mücadele, nefs mücadelesi vererek ideolojik siyasi amaçları doğrultusunda sağa sola sapmadan kararlılıkla yürümeyi bilemeyen bir insan, bunlardan oluşan bir örgüt ve topluluk haliyle yok oluşa yol açar. Yurtdışı direnişi de zindan direnişi gibi ideolojik boyutludur. Bir hareketin gelecek sahibi olması, sağlam ilerlemesi esas mücadele coğrafyası dışında, yani yurtdışında bulunduğu zamanda da kazanmasıyla kesinlikle bağlantılıdır. Bu açıdan da 1980’lerin başındaki yıllarda zindanda kazandığı gibi Önder Apo’nun öncülüğünde yurtdışında, Lübnan, Filistin sahasında da devrimci çizgisini daha da geliştirerek, o çizgiden asla sapmadan kazanmasını bilmiştir. Yurtdışındaki mücadelesiyle yeniden ülkeye dönmeyi ve faşizme, soykırıma, sömürgeciliğe karşı özgürlük direnişini yürütebilmesi tabii daha sonraki yıllarda PKK’nin yürüyüşünün esasını temsil etmiştir. Tarihsel gerçekler içerisinde biliyoruz ki, sağlam atılmış bu temellere dayanarak PKK’nin 6. yılında büyük 15 Ağustos silahlı direniş atılımını başlatmış, 12 Eylül faşizmine karşı Kürdistan ve Türkiye’deki tek askeri direniş olan bu büyük direnişi geliştirmiştir.
12 Eylül rejimini faşizm olarak tanımlayan sadece PKK değildi. Türkiye ve Kürdistan’da faşizme ve sömürgeciliğe karşı silahlı direniş geliştirmek gerekir diyen sadece PKK değildi. Savaş, askerlik, gerillacılıkla uğraşan, böyle bir mücadele çizgisi gereklidir ve uygulanmalıdır diyen, bunun çabası, hazırlıkları içinde olan da sadece PKK değildi. Aslında PKK’den önce de daha başka akımlar vardı, hareketler vardı. Bir yerde PKK Denizler, Mahirler, İbrahimler gibi 1970’lerin başında Türkiye devrimci gençlik hareketi içinden çıkıp da 12 Mart faşizmine karşı kahramanca direnen tutarlı insanların takipçisi olmak istedi. Onlardan öğrenerek, onların başlattığı yürüyüşü devam ettirerek, kaldırdığı bayrağı yere düşürmemeye çalışarak yürümek isteyen hareket oldu. Oysa PKK dışında ve PKK’den çok daha önce bu tür çabalar içine giren, böyle eğilimler geliştiren, pratik içinde olan, mirasa, güce sahip bulunan, eğitim ve hazırlık yapan çok sayıda hareket vardı. Fakat 1980’lerin ilk yıllarında 12 Eylül 1980 darbesine karşı gerilla direnişi içine girme gücünü, cesaretini, irade ve fedakarlığını gösteren tek hareket PKK hareketi oldu. PKK’den daha çok gücü olan, daha erken bu işe girenler, daha iddialı olduğunu söyleyenler bir bir döküldü bu süreçte. Bunlar, Kürdistan ve Türkiye’ye değil dönmek, dönüp bakma cesaretini bile gösteremezken, direnmek, savaşmak, 12 Eylül faşizmi karşısında silahlı direniş gibi tutum göstermek bir yana, onunla karşı karşıya gelmemek için saklanacak yer arıyordu. PKK ise sınırlı yurtdışı imkanları içinde yaptığı asgari hazırlıklar temelinde ülkeye geri dönüşü gerçekleştirdi. Kürdistan’ın Botan, Zagros gibi stratejik alanlarında üslenerek, 12 Eylül faşist askeri rejimine karşı 15 Ağustos 1984 büyük silahlı direniş atılımını başlatma gücünü, cesaretini ve fedakarlığını gösterdi.
Bir iki yıl sonra 12 Eylül rejimi savaşı doğrudan NATO’ya taşıdı. Önder Apo somut olarak ifade ediyor; birçok belgede de geçiyor. Daha 15 Ağustos Atılımı üzerinden bir yıl geçmeden, 12 Eylül rejiminin PKK’ye karşı savaşı NATO’ya taşıdığı, NATO’dan destek istediği ve PKK gerillasına karşı NATO gücüne dayanarak savaş yürütmek istediği biliniyor. Dolayısıyla 15 Ağustos Atılımı’yla başlayan gerilla direnişi sadece Türk ordusuna karşı değil, onun asker ve silah gücüne karşı değil, dünyaya hükmeden, egemenlik altında tutan askeri kuruluş olan NATO’nun askeri ve silah gücüne ve onun arkasındaki büyük ekonomik ve siyasi güce karşı direnen, savaşan bir güç oldu.
1980’li, 1990’lı yıllar 15 Ağustos temelinde gelişen gerilla direnişi dünyanın en büyük askeri gücüne karşı gelişen, ayakta kalan, mücadele eden bir direnişti. Sadece bir devletin askeri gücüne karşı değil, sadece Türk ordusuyla savaşan bir güç olma değil, bütün NATO ordularıyla savaşan, onların desteğindeki Türk ordusuyla savaşan bir güç oldu. Ne kadar eşitsizlik içinde yaşanan bir savaş olduğunu buraya bakarak bile insan rahatlıkla görebilir. Dolayısıyla 15 Ağustos silahlı direniş atılımı temelinde gelişen devrimci halk savaşı sürecinin her anı, her yılı, her mevsimi gerçekten de büyük eşitsizlik, dengesizlik içerisinde, cesaret ve fedakarlıkla, bilinçle, iradeyle, kahramanlık temelinde yürütülen bir mücadele oldu.
1990’lı yıllarda PKK halklaştı
Büyük şehitler verildi. Agit’ler öncülüğünde başlayan bu direniş yüzlerce, binlerce kahraman ortaya çıkardı. Beritanları, Zilanları yarattı. Kürt halk kahramanlığını, Kürt gençliğinin kahramanca duruşunu, Kürt kadının kahramanca mücadele edişini ortaya çıkardı. PKK kuruluşunun 12-13. yılında 1990’ların başından itibaren halkın demokratik eylemliliğini, başkaldırısını, halk serhildanlarını yarattı. Nasıl ki PKK Hilvan-Siverek direnişi içinde doğdu, zindan ve yurtdışı direnişinde 12 Eylül faşizmine karşı zafer kazanarak temellerini sağlamca attı ve 15 Ağustos gerilla atılımıyla 12 Eylül faşizmine karşı güçlü bir hamle yaptıysa, bütün bunlar meyvesini 12. yıl olan 1990’lı yılların başından itibaren gelişen ulusal diriliş devrimi biçiminde vermesini sağladı. 12-13-14-15. kuruluş yıllarında Kuzey Kürdistan’ın tüm köylerinde, şehirlerinde, kasabalarında, mahallerinde birey düzeyinde, toplum düzeyinde diriliş devriminin yaşanmasını sağladı. Kültürel soykırımın ilk ciddi darbe yemesine, zayıflatılmasına, soykırıma dur denilerek Kürt ulusal demokratik bilincinin, yaşamının, iradesinin; bu temelde Kürtlerin özgürce toplum olmasının ilk adımlarını attı. Parti ve gerilla direnişi halk direnişine dönüştü, halklaştı. Halkın kendi devrimini yapma, demokratik devrimini yapma, özgürlük devrimini yapma sürecini geliştirdi.
Bu gelişmeler çerçevesinde ulusal diriliş devrimi Kürdistan’da söylenen bir kavramdır. Ulusal diriliş devrimi, Kürt toplumuna dayatılan kültürel soykırım rejimiyle bağlantılı olarak düşünülmelidir. Bu kültürel soykırımın gerçekten de bir yıkım, kırım, teslimiyet, yok oluş yarattığı, ona karşı mücadele içerisinde Kürt toplumunun ve insanının yeniden doğar gibi kendisini bulmasından anlaşılıyor. Soykırım rejiminin yarattığı ölüme karşı yeniden doğuşu, dirilişi ifade ediyor. Onun için diriliş devrimi deniliyor. Soykırım karşısında halk olarak, insan olarak, kültür olarak, tarih olarak var olma, varlığını korumak üzere yeniden dirilişe geçmeyi temsil ediyor. Bu belki de PKK’nin yarattığı en büyük gelişmedir. Bu devrim Özgürlük mücadelesinin en büyük devrimlerinden biri olarak her zaman anılacak, her zaman yaşanılacaktır. Toplum böyle bir devrimle kendisine dayatılan ölüm fermanını yırttı; asimilasyonu, soykırımı durdurdu, kırdı. Her türlü örgütsüzlüğü yok etti, reddetti. Her türlü köleliğe karşı büyük bir ayağa kalkış, başkaldırı başlattı. Toplumsal özgürlük, toplumsal demokrasi yaşanır hale gelmeye başlandı. Demokratik devrim, özgürlük devrimi ortaya çıktı. Bu, ulusal bakımdan dirilişi, toplumsal bakımdan demokratik devrimi, kadın özgürlük devrimini ifade etti. Bu devrim temelinde parti ve gerilla hareketi halklaştı, toplumsallaştı, kitleselleşti; bir halk hareketi, bir kadın hareketi, bir gençlik hareketi, bir demokratik ulusal toplum hareketi haline geldi. Parti ve gerilla öncülüğünde 1990’lı yıllarda yaşanan ulusal diriliş devrimi Kürt tarihinin en büyük özgürlük devrimi, en büyük demokratik devrimi; Kürt insanını, gençlerini ve kadınlarını uyaran, bilinçlendiren, örgütleyen ve özgürlük için ayağa kaldıran devrim oluyor. Dolayısıyla da hareketin büyümesi, çeşitlenmesi, zenginleşmesi, bütün toplumsal kesimlere kendi özgünlüğünde özgürlük için örgütlenip ayağa kalkmasına yol açtı. Büyük bir toplumsal direniş süreci geliştirdi.
PKK kuruluşunun 15. yılında Kürt sorununun siyasi çözümü için adımlar attı. Dünyada ortaya çıkan değişim, Kürdistan’da yaşanan gelişmelere göre kendisine değişim ve yeniden yapılanma süreci başlattı. 1993 Martı’nda atılan bu adım gerçekten de zaman itibariyle de ilerletilebilseydi hem Kürdistan’da hem de Türkiye’de ve Ortadoğu’da çok önemli değişikliklere yol açabilecekti. Dünyadaki değişim, reel sosyalizmin çözülüşü, Ortadoğu’daki çatışmalı duruma Kürt sorununun çözümü temelinde verilecek en sağlam özgürlükçü cevabı ifade ediyordu. Hem felsefi, ideolojik, örgütsel açıdan PKK’nin değişip yeniden yapılanmasını hem de bu temelde Kürt sorununun çözüm gücü haline gelerek, bu çözümü ilerletip Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesine yol açabilecekti. 1993 demokratik çözüm hamlesi yerinde, zamanında başarısının tarihsel gelişmelere yol açması mümkün olan bir adımın atılmasıydı. Fakat küresel gericiliğe dayanan Türk kontrgerilla sistemi, rantçı ve çeteci iktidar bu adımları boşa çıkardı. Buna karşı topyekun savaşı dayattı. Topyekun savaş konsepti temelinde PKK’nin 20 yıldır yürüttüğü çalışmalarla ortaya çıkardığı bütün özgürlükçü demokratik gelişmeleri imha ve tasfiye etmek istedi. Çiller, Demirel, Güreş ittifakı temelinde bu çeteci yönetim küresel gericilikten de güç alarak büyük bir katliam ve imhayı Kürdistan’a, Kürt toplumuna, Özgürlük hareketine dayatmaya çalıştı. Buna karşı da 1990’lı yıllar büyük direniş yılları oldu. Hareket ve halk gerilla ve serhildan temelinde bu topyekun savaş konseptini boşa çıkartmak, bu temelde dayatılan imha ve tasfiyeyi önlemek için büyük bir direniş yürüttü. 1990’lı yıllar Kürt tarihinin en büyük savaş yılları oldu; en kapsamlı savaşlar bu dönemde verildi. En büyük direnişler, kahramanlıklar bu dönemde yaşandı. Sayıları neredeyse on bine yaklaşan şehit bu dönemdeki mücadele içerisinde verildi.
Sonuçta PKK’nin 20. yılında 1998 1 Eylülü’nden itibaren yeniden Kürt sorununun siyasi çözümü için bir ateşkes sürecine gidildi; böyle bir adım atıldı. Topyekun savaş konsepti temelindeki bütün dayatmalara karşı direnen, bunları kıran parti ve gerilla bu gelişmeye dayanarak Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirebilmek, önünü açabilmek için yeni bir siyasi çözüm süreci başlatmaya çalıştı. Tek yanlı ateşkes ilan edilerek 1993’te başlatılan, ama çetecilik tarafından önü alınan, engellenen Kürt sorununa barışçıl siyasi çözüm sürecini böylece yeniden geliştirmek istedi. Önder Apo’nun ve partinin bu adımına da küresel kapitalist gericilik uluslararası komplo saldırısını dayattı. Böylece PKK resmen kuruluşunun 20. yılında uluslararası komploya karşı direnmek ve onun imha amaçlarını boşa çıkartmak gibi tarihi bir direniş sürecini yaşadı. Uluslararası komplo gerçeği çok tartıştığımız, anlamaya çalıştığımız bir olgudur. Kesinlikle Kürdistan’da dayatılan soykırım rejimiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla küresel kapitalist sistemin geliştirdiği bir imha ve saldırı hareketidir. Amacı, Kürt soykırımını başarıya götürmektir. Bunun için de soykırıma karşı direnen, soykırımı durduran Önder Apo ve PKK gerçeğini tasfiye etmeyi amaçlamışlardır. PKK’yi tasfiye edebilmek için de Önder Apo gerçeğini imha etmeyi temel gündem olarak önüne koymuştur.
9 Ekim 1998 yılında başlatılan komplo saldırısının temel amacının bu olduğu tartışmasızdır. Önder Apo’ya imhayı dayatmak, buna dayanarak PKK’yi tasfiye etmek, PKK’nin tasfiyesine dayalı olarak da I. Dünya Savaşı ardından oluşturulan sistem haline getirilen Kürt soykırımını sonuca götürmeyi hedeflemektedir. İşte bu amacı gerçekleştirmek üzere ve Önder Apo’yu imhayla başlatılan stratejik saldırıya karşı kuruluşunun 21. yılında parti ve halkımız büyük bir direniş gösterdi. “Güneşimizi karartamazsınız” şiarıyla onlarca şehit vererek bu imhayı önledi, boşa çıkardı.
Kuruluşunun 26. yılında, 15 Ağustos Atılımı’nın 20. yılında 1 Haziran 2004 direnişine, atılımına adım attı. Uluslararası komploya karşı yürütülen direnişin ortaya çıkardığı sonuçları, uluslararası komployu başarısız kılmayı, tümden komplonun yenilgisine, Kürdistan’ın ve Kürt halkının özgürlüğüne taşımak istedi. Bu temelde 1993’ten itibaren yürüttüğü Kürt sorununa barışçıl siyasi çözüm stratejisini başarıya götürmek için, bunun önündeki engelleri silahlı direnişle de temizlemeyi, aşmayı, böylece gerçekte Kürt sorununun çözümünü, Kürdistan’ın ve Kürt halkının özgürlüğünü gerçekleştirmeyi sağlamak istedi. Uluslararası komploya karşı ideolojik, siyasi ve örgütsel açıdan yürüttüğü direnişlere, İmralı direnişine ve Kürt halkının, gerillanın, partinin değişim ve yeniden yapılanma temelinde geliştirdiği bütün direnişlere rağmen elde edilemeyen sonuçları silahlı direnişle besleyerek elde etmek zorunda kaldı.
Aslında uluslararası komplonun “Güneşimizi Karartamazsınız” direnişiyle daha baştan başarısız kılınması, Önder Apo’ya dayatılan fiziki imhanın boşa çıkartılarak ideolojik, siyasi imhanın da etkisiz kılınması ardından artık sömürgeciliğin çok fazla bir dayanağı kalmamıştı. Ecevit hükümeti döneminde Kürt özgürlük hareketine karşı sürdürülen her türlü saldırının boşa çıkarıldığının anlaşılmasıyla birlikte Kürt halkının Özgürlük hareketine karşı Türkiye’deki rejimde köklü bir değişiklik yaptı. Daha doğrusu 12 Eylül darbesinden itibaren başlatılan bir süreç 2000’li yıllarda Kürt özgürlük hareketine karşı eski yöntem ve politikaların başarısız kılınmasıyla birlikte yeniden güncelleştirilerek politik sürecin hakim akımı haline getirilmeye çalışıldı. Küresel kapitalist sistemin yeşil kuşak projesi temelinde Türkiye’de hakim kılmaya çalıştığı ideolojik siyasi sürece yeni bir hamle yaptırıldı. O zamana kadar ulusal milliyetçi akıma dayalı yürütülen devlet sistemi yeşil Türkçü Ergenekon dediğimiz akıma dayatılarak yürütülmek üzere bir değişime gidildi. Ulusal faşist güçlerin PKK öncülüğündeki Kürt direnişi karşısında sağıyla, soluyla, liberaliyle başarısız kalıp yenilgi alması sonucunda küresel sistem geriye tek güç olarak kalan dinci akıma, sahte islami akıma dayanmak, sarılmak, onunla uluslararası komployu yürütmek, PKK’ye ve Kürt özgürlüğüne karşı saldırı içinde olmak gibi bir adımı attı. Diri kalan güç oydu. Aslında klasik Türkiye rejimi tarafından reddedilen güçtü. Normal koşullarda kabul edilmeyen, tehlike sayılan bir akımdı. Fakat Kürt direnişinin beyaz Türkçülüğün ve arkasındaki dayanaklarının bütün saldırılarına rağmen ezilememesi, tasfiye edilememesi sonucunda devletin kendisini bu yeni akıma, yeşil Türkçülüğe teslim etmesi yaşandı. AKP denen güç oluşturuldu. Beyaz Türkçülüğün Kürt direnişi karşısındaki yenilgisi ardından Türkçülüğü ayakta tutmak, Kürt özgürlüğüne karşı saldırı yürütür konuma getirebilmek üzere yeşil Türkçülük iktidara getirildi. 1 Haziran 2004 direnişi böyle bir değişime, yeni milliyetçi Türkçü akımın saldırılarına karşı Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirebilmek için geliştirilen bir direniş mücadelesiydi.
Buna karşı da 1 Haziran Atılımı temelinde son 7-8 yıllık süre içerisinde büyük bir mücadele verildi. 2004-2005 yıllarında önemli bir mücadele yaşandı. Parti ve halkımız 2005-2006 kışında, baharında büyük bir direniş içinde oldu. “Önder Apo siyasi irademdir” sloganıyla önemli bir direniş yürütüldü. Daha sonraki yıllarda siyasi çözüm için imkanlar tanımasına rağmen AKP’nin temsil ettiği yeşil Türkçülüğün çözüm değil de hile ve oyalamalarla imhayı, yeni bir inkar ve imha sistemini dayatması görüldü. 1 Ekim 2006 ateşkesiyle geliştirilen çözüm sürecinin reddedilmesi, 2007 yılında AKP-Genelkurmay uzlaşması ve Erdoğan-Bush görüşmesi temelinde oluşturulan gerici ittifakın geliştirdiği ideolojik, askeri, siyasi saldırılara karşı 2007-2008-2009 yıllarında “Êdî Bese” hamlesiyle büyük bir direniş verildi. PKK’nin 29-30 ve 31. yılları böyle büyük bir direniş ve mücadele yılları oldu. 2007 ve 2008 yıllarında gerçekleştirilen askeri saldırılara karşı gerillanın kahramanca direnişi sürdü. Yine İmralı’da geliştirilen her türlü baskı, tehdit, saldırıya karşı Önder Apo ve halkımızın kenetlenerek geliştirdiği büyük bir irade ve ideolojik duruş yaşandı. Her türlü saldırıya karşı direnilerek bir milim bile Kürt özgürlüğünden taviz verilmeyeceği, geri adım atılmayacağı gerçeği gösterildi.
29 Mart 2009 yerel seçimleriyle de siyasi cephede aslında küresel gericiliğin AKP eliyle elde etmek istediği başarı boşa çıkartıldı. İdeolojik, askeri ve siyasi açıdan hem genelkurmayla hem de ABD ile anlaşarak yürüttüğü saldırılar 2007-2008-2009 direnişiyle tümden başarısız kılındı. Gerisi bir çözüm süreciydi. Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü için gerçekten de son derece elverişli koşullar ortaya çıkartılmıştı. Bunu gerçekleştirmek için kendi iç tutarlılığının gereği olarak da önderliğimiz ve partimiz, hareketimiz 13 Nisan 2009’dan itibaren yeni ateşkes süreçleri, siyasi çözüm arayışları geliştirdi. Fakat bu süreçte şunu gördük; ne kadar koşullar uygun olursa olsun, Kürt sorununun siyasi çözümünün zemini ne kadar elverişli hale gelirse gelsin, hareket ve halk olarak ne kadar özverili davranırsak davranalım karşımızda Kürt’ü kabul eden, Kürt kimliğini gerçekten de benimseyen, kabul eden, dolayısıyla Kürt halkının haklarını kabul eden, bir zihniyet, siyaset, strateji yok. Ne devlet ne de böyle devlet kurumları var. Aslında 31. ve 32. yıllar hep bunun açığa çıkartılmasıyla geçti. Karşılıklı büyük bir irade savaşı, gerçekleri açığa çıkartma savaşı sürdürüldü. Bir yandan siyasi mücadele, bir yandan kendini savunmak üzere hazırlıklar, diğer yandan diplomatik çalışmalarla bu mücadele sürdürüldü. İmralı’da devlet-Önderlik görüşmeleri, bunun devlet-PKK görüşmeleri biçiminde dışarıda da devam ettirilmesi ve çözüm arayışları süreci, gerçekten bir siyasi çözümün olup olamayacağının netleştirildiği, araştırıldığı süreç oldu. Koşullar uygundu, imkanlar vardı. Eğer biraz Türk devletinde ve AKP hükümetinde Kürt’ü kabul etmeye dönük bir yaklaşım ve iç tutarlılık olsaydı bu yıllar kesinlikle çözüm yılları olacaktı. Kürt sorununun barışçıl siyasi çözümü için adımların atıldığı yıllar olacaktı. Fakat böyle olmadığını gördük. Bu yönlü adımlar atılamadı.
Çünkü AKP Kürt sorununu çözecek bir zihniyete ve siyasete sahip parti değildir. AKP iktidarıyla Türkiye devletinde köklü, özlü bir değişiklik yoktur. İktidar blokları arasında bir değişiklik oluyor. Eski Ergenekon gidiyor, yeni bir Ergenekon kuruluyor. Ulusal milliyetçi Ergenekon aşılıyor, dinci, Fethullahçı Ergenekon onun yerine geçiyor. CHP zihniyeti yıkılıyor yeşil Türkçü faşist zihniyetle AKP iktidarı kuruluyor. O kadar! Derin devlet değişiyor, iktidar blokları el değiştiriyor, ama Türk-islam sentezi çizgisinde, Kürt inkarı ve imhası çizgisinde bir değişiklik olmuyor. Biz bunu gördük. AKP’nin bütün sahte Kürt söylemlerine rağmen Kürt toplumunun varlığını, Kürt halk gerçeğini kabul etmediğini netçe gördük, açığa çıkardık. Eğer gerçekten de ağzından çıkan Kürt sözüne, inanıyor, içten söylüyor, halk gerçekliğini kabul ediyorsa savaşa, çatışmaya meydan vermeden Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünü gerçekleştirelim; Türkiye bu temelde Ortadoğu’nun en demokratik ülkesi haline gelsin istedik. Bunun için her türlü özveride bulunduk, çaba harcadık. Önder Apo büyük çalışmalar yürüttü, savunmalar hazırladı; Kürt sorununun barışçıl çözümü için Yol Haritası’nı ortaya çıkardı, sundu; Barış Grupları çağırdı, ateşkesler ilan etti. Hareket ve halk olarak Önderlik gerçeğini anı anına izledik. Kürt tarafı tam bir birlik ve bütünlük içinde hareket etti.
Bütün bunlarla karşı açığa çıkan şu oldu: AKP hile yapıyor, oyun yapıyor. Yeni bir imha ve tasfiye konseptini, yeni bir inkar ve imha rejimini zaman kazanarak, oyalayarak tesis etmek istiyor. ABD-AKP ittifakı bu temelde Türkiye’yi yeniden yapılandırmaya, Türk devlet ve toplum sistemini yeniden şekillendirmeye, böylece yeni bir Kürt inkarı ve imhası rejimini ortaya çıkartmaya çalışıyor. Geçen süreçte bunu net olarak gördük. İşte PKK’nin 33. yıl mücadelesi AKP’nin küresel kapitalist gericiliğe dayanarak geliştirmeye çalıştığı bu inkar ve imha sistemine karşı direnme yılı oldu.
Aslında bahar sürecinde yaşanan büyük çekişme, mücadele, İmralı’daki görüşmeler, Önder Apo’nun protokol hazırlayıp sunması, çözüm için meclisin, hükümetin irade beyan ederek ön açması ve kendisine şans tanınması çağrıları, bu zamana kadar eylemsizlik sürecinin uzatılması bu temelde yaşandı, gerçekleşti. Fakat seçimlerle birlikte ortaya çıkan sonuç ve seçim sonuçlarında bu sürecin ilerletilmesi çağrılara verilen cevaplarda görüldü ki AKP böyle bir süreci geliştirmek istemiyor. Örneğin Önder Apo’nun çağrılarına cevap vermediği gibi, seçilen milletvekillerini bırakmama gibi yaklaşımlarla daha baştan gerilimi artıran politika izledi. Kürt sorununun siyasi çözümü için müzakereleri başlatacak adımı atmadı. İmralı protokollerini imzalamadı, kabul etmedi. Hareket olarak biz kabul ettik; böyle bir adımı attık. Kürt sorunu barışçıl, siyasi yöntemlerle çözülsün, bu çözüm müzakere edilsin; Önder Apo öncülüğünde bu müzakere sürsün dedik.
Bu konuda şundan emin olmak lazım: PKK’nin, Kürt tarafının en küçük bir eksikliği olmamıştır. Birbiriyle en küçük bir uyumsuzluğu kesinlikle yaşanmamıştır. PKK içinde görüş ayrılıkları olmuş, PKK yönetimi Önder Apo ile çelişkiye düşmüş, PKK yönetimi siyasi çözümü kabul etmemiş biçimindeki psikolojik savaş organlarının, Türk medyasının ileri sürdüğü sözlerinin hepsi yalandır; psikolojik savaş kapsamındadır. Tamamen Kürt insanlarını ve Türkiye toplumunu aldatmaya, yanıltmaya dönük yalan söylemlerdir. Gerçekleri tersyüz eden söylemlerdir. Gerçekler tersyüz edilerek toplum aldatılmaya çalışılıyor. Bir yandan siyasi ve askeri operasyonlar sürdürülüp hareketimiz ezilmek istenirken diğer yandan da bu tür yalan propagandayla Kürt insanı aldatılmaya, dolayısıyla tereddüde düşürülmeye ve etkin mücadele edemez hale getirilmeye, gevşetilmeye çalışılıyor. Türkiye toplumu PKK’ye ve Kürtlere karşı düşman edilmek isteniyor. Türkiye demokratik kamuoyu, dünya demokratik güçleri aldatılarak PKK’ye karşı çıkartılmaya çalışılıyor. Hepsi özel savaş, psikolojik savaş kapsamındaki propagandalardır.
Geçen yıl yürüttüğümüz 33. mücadele yıl gerçeğimiz var, arkadaşlarımız açık diyorlar ki, anlayamadık, sürece yeterince giremedik. Niye sürece hazır giremedik? Anlayamadık da onun için! Niye anlayamadık? Psikolojik savaş etkili oldu da o nedenle! Yoksa anlaşılmayacak bir durum yok ki! O açıdan psikolojik savaşı, propaganda savaşını çok iyi anlamamız lazım. Bu geçtiğimiz yıl mücadelesine de çok büyük bir psikolojik savaş dayatması oldu. Ne kadar yeterli, yetersiz mücadele ettiğimizin altında aslında bu psikolojik savaşın etkisi yatıyor. Ne kadar anladık? Ne kadar hazırlıklı olduk? Ne kadar doğru mücadele yürüttük? Bunları ne kadar yürütemedik? Bütün bunlar aslında bir yerde bu psikolojik savaş karşısındaki durumumuza bağlıdır. Yetersizliklerimizi ve iyi mücadele yürütemememizi başka yerde aramak yanlıştır.
Tüm eksiklerine rağmen 33. parti yılı mücadelesinin temel özelliği AKP’nin bu açığa çıkmış gerçeği karşısında onun oyunlarını bozacak, imha ve tasfiyeyi planlı bir biçimde yürütmek amaçlı saldırılarını kıracak bir direniş yılı oldu. PKK 33. yılda da böyle büyük bir direnişi gösterdi ve sonuç aldı.
Direniş öncelikle hile ve oyunları boşa çıkartmak, başarısız kılmak temelinde yaşandı. AKP söz konusu imha ve tasfiye konseptini oyun yaparak, hile yaparak, aldatarak, bizi beklenti içinde tutup direnmesiz bir konumda tutarak gerçekleştirmek istiyordu. Ben saldırayım, sizi vurayım, tutuklayayım, aldatayım, kendi çalışmalarımı yapıp devleti ele geçirip kendimi güçlendireyim, siz buna karşı hiçbir şey yapmayın, çırpınmadan imha ve tasfiyeyi kabul edin diyordu bize. Öncelikle bunu reddettik. 33. PKK yılı AKP’nin bu oyunlarını reddetme, direnerek bu planı bozma yılı oldu. Tabii hareket ve halk olarak biz direnişe geçince de bu sefer de ABD ile NATO’yla Ortadoğu’daki gelişmelere dayalı olarak daha ileri düzeyde anlaşmalar yapıp Amerika’ya daha fazla teslim olarak, oradan aldıkları siyasi ve askeri güçle operasyonları geliştirip demokratik siyaseti ve gerillayı ezmeye dönük saldırılar geliştirdi. Dört aydır Önder Apo’yla görüşme yaptırmıyor, İmralı’da ağırlaştırılmış bir tecrit değil, bir imha süreci yaşanıyor, katliam süreci yaşanıyor. İşte siyasi soykırım operasyonları 12 Haziran seçimlerinden bu yana ikiye, üçe katlanmış bir biçimde sürdürülüyor. En son Önder Apo’yla görüşme yapan bütün avukatları da tutukladılar. Kürdistan’ın bütün şehirlerinde aynı anda polis operasyonları yürütüyorlar. En son Çukurca olayında gördük gerillaya dönük saldırılarda her türlü yasak silahı, kimyasal silahı kullanmaktadırlar. Amerika’dan, Avrupa’dan aldığı silahlara ve keşif uçaklarına dayanarak gerillayı ezmek istiyorlar. Bütün bu saldırılara karşı da gerilla olarak, halk olarak, Önderlik olarak direndik, direniyoruz. Şimdiye kadar bu saldırıları da büyük ölçüde kırdık.
Fethullah Gülen’in soykırım fetvasına rağmen bu saldırıları kırdık. Fethullahçı kalemşorların üç ay içinde Tamil Kaplanları gibi PKK’nin imha edileceği propagandasına ve planına rağmen 12 Haziran’dan bu yana yaklaşık altı aylık süre içerisinde direniyoruz, ayaktayız hareket, halk ve gerilla olarak. Değil imha ve tasfiye edilmek, en zor durumda olanın AKP hükümeti olduğu açık bir gerçektir. Kendileri itiraf ediyorlar. En son cumhurbaşkanı Abdullah Gül, PKK yapacaklarımızı boşa çıkardı dedi. Yani imha ve tasfiye planlarımızı bozdu demeye getirdi. Evet, bozduk. AKP’nin hem hile ve oyunlarını bozduk 33. yıl direnişiyle hem de imha ve tasfiye amaçlı ideolojik, siyasi ve askeri saldırılarını kırdık. İmralı’da kırdık, dağda kırdık, şehirde kırdık. Gerilla kahramanca direnerek kırdı, Önderlik direnerek boşa çıkardı, kırdı, demokratik siyaset direnerek, teslim olmayarak, sonuna kadar özgürlük ve demokrasi çizgisinde ısrar ederek kırdı. Şu an gelinen nokta budur.
Yeni bir mücadele yılına bu temelde giriyoruz. 34. yıla girerken çok boyutlu, kapsamlı, topyekun bir direniş halindeyiz. Dolayısıyla PKK’nin 34. yılının da şimdiye kadar ki 33 yıl gibi, hatta onlardan daha kapsamlı bir ideolojik, siyasi, askeri mücadele yılı olacağı açık. Yıla girişimiz bunu gösteriyor. Fakat böyle kapsamlı bir mücadele içinde girdiğimiz gibi, aynı zamanda önemli, büyük başarılar kazanmış olarak giriyoruz. Bir kere şu konuda netiz: AKP’nin hile ve oyunlarını bozduk, bütün gericiliğin gücünü alarak vahşi saldırılarına rağmen bu saldırganlığı da direnerek kırdık. Askeri olarak kırdık, siyasi olarak kırdık, ideolojik olarak kırdık. Fakat tabii AKP’yi tümden yenilgiye uğratamadık; AKP’nin oyunlarını, planlarını tümden bozamadık. AKP’yi tümden bir irade kırımına götüremedik. O da bütün zorlanmalara rağmen bizim direncimizi kırmak için saldırılarını sürdürüyor. Biz de bu imha ve tasfiyeyi boşa çıkartmak için hareket ve halk olarak topyekun direniş temelinde her alanda Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında tüm halk olarak direniyoruz. Böyle büyük bir mücadele yaşanıyor. Partimizin 33. kuruluş yıldönümünü böyle büyük bir mücadele içinde yaşıyoruz. Tarihi ve kritik bir mücadele içinden geçtiğimiz açıktır. Zaten PKK’nin mücadele tarihi bütün olarak bu karakterde geçmiş ve başarıyla mücadele yürütülerek bu günlere gelinmiştir. Dolayısıyla son yıldaki mücadelemiz de PKK mücadele tarihine uygun bir mücadele olarak geçmiştir.
PKK’nin her yılı büyük zorluklar içinde geçen yıl oldu. Her yıl mücadelesi olağanüstü özellikler taşıyan mücadele oldu. Her yılda PKK mucizevi kazanımlar elde ederek bu büyük gelişmeleri ortaya çıkardı. 33. yıl mücadelesi de bu temelde geçen bir mücadeledir. Büyük zorluklarla geçmiştir, büyük kahramanlıklar yaşanmıştır, büyük direnişler gerçekleşmiştir; olağanüstü bir mücadele yılı olmuştur, büyük kazanımları vardır. AKP’nin hile ve oyunlarını bozarak, AKP saldırganlığını başarısız kılarak, Kürt sorununun demokratik çözümünü dayatarak, Kürt özgür iradesini kararlıca ayakta tutarak, Kürt sorununun demokratik çözümünün önünü açarak tarihin en büyük kazanımlarından birisini bu 33. yılda elde etmiş durumdayız. 34.yıla böyle büyük bir mücadele ve kazanım içinde giriyoruz. 34.yılın bunlar temelinde daha büyük bir mücadele yılı olacağı, önemli gelişmelerin yaşanacağı, hareketimizin vurguladığı gibi final denen sürecin gerçek anlamda yaşanacağı bir yıl olacağı şimdiden görülüyor. Bu dönem gerçekten de çözüm dönemi; süreç çözüm sürecidir.
Bu konuda da eksiklikler var, yanlışlıklar var. Çözüm denilince bir anlık sanılıyor. Hayır, bir süreçtir. Böyle bir döneme çözüm süreci deyince daha önceki süreçlerle karıştırma oluyor. PKK’nin doğuş dönemindeki koşullar farklıydı, o dönemin görevleri, özellikleri farklıydı. Dolayısıyla mücadele tarzı, üslubu, temposu farklıydı. Yaratılan gelişmelerin özellikleri farklıydı. Yine gerillalaşma dönemi, serhildan dönemi, gelişme dönemi farklıdır. 1980’li yıllar, 1990’lı yıllar farklıydı. Ona göre gelişmeler yaşandı. O temelde bir mücadele yürütüldü. Çözüm sürecinin de kendine has özellikleri var. Bu süreç ve mücadele bu özelliklere göre tarz, üslup, tempo kazanıyor. Buna göre bir süreç yaşanıyor. Biz de bu gerçekleri görerek, bunu dikkate alıyor, mücadele ediyoruz. 2010 yılı bu konuda önemli bir adımdı. Tabii öncesi de var. Aslında 2000’li yılların hepsi böyle geçti. Son dönemlerde bu durum gittikçe daha da yoğunlaşıyor. 2011 yılı 2010 yılına göre daha kapsamlı bir mücadeleye sahne oldu; çünkü çözüm dayatılıyor. 2012 yılında, PKK’nin 34. yılında Kürt sorununun çözüm mücadelesi kendisini daha çok dayatacak, daha çok gelişecek. Belki de önemli sonuçlar ortaya çıkartacaktır.