51 yıllık geçmiş mücadele süreci öncü partileşmeyi, kahraman gerillalaşmayı ve demokratik uluslaşmayı ortaya çıkarmıştır. Halk serhildanlarını yaratarak ulusal diriliş devrimini gerçekleştirmiştir. Yeni yüzyılın öncü gerçeği ve tüm insanlığın özgürlük umudu olarak Kadın Özgürlük Devrimi’ni başlatmış ve geliştirmiştir. Onlarca TC yönetimini yenilgiye uğratmış, onların şahsında faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilgisini ortaya çıkarmıştır. Henüz zayıf da olsa demokratik siyasetin zeminini yaratmış ve önünü açmıştır.
Başûr’daki gelişmelerin dolaylı, Rojava’daki gelişmelerin ise doğrudan yaratıcısı olmuştur. Paradigma değişimiyle birlikte Önderlik gerçeği küreselleşmiş, tüm ezilenlere kurtuluş yolunu gösteren bir Önderlik haline gelmiştir. İmralı işkence ve tecrit sistemine ve DAİŞ çeteciliğine karşı mücadele tüm insanlık için yeni bir umut yaratmıştır.
PKK’nin Tüm Kadro ve Sempatizanlarına!
Değerli Yoldaşlar!
Hareket ve halk olarak, parti ayımız olan yeni bir kasım ayına girdik. PKK’nin resmi kuruluşunun 45’inci yıldönümünü yaşıyoruz. 27 Kasım tarihi itibariyle 46’ncı PKK yılına gireceğiz ve 10 Ekim’de ilan edilen Küresel Özgürlük Kampanyamızı zafere taşımaya çalışacağız. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen topyekûn direnişimizi her alana yayıp daha güçlü geliştireceğiz.
Bu temelde, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın Parti Bayramı’nı kutluyoruz. Haki Karer yoldaşla başlayan, Leyla ve Axîn yoldaşlara kadar gelen tüm kahraman şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz. Yine Delal ve Reşît yoldaşlar şahsında tüm kasım ayı şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Amaçlarını başarma ve anılarını yaşatma sözümüzü bir kez daha yineliyoruz. 46’ncı PKK yılında daha güçlü savaşıp daha büyük başaracağımızı belirtiyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Bilindiği gibi, PKK’nin örgütsel temelleri, Önder Apo’nun 1973 Newroz’unda Ankara Çubuk Barajı’nda yaptığı toplantı ile atıldı. 1973-75 yıllarında Ankara yüksek öğrenim gençliği içinde kendini bir ideolojik grup haline getirdi. 1976 başından itibaren ‘Ülkeye Dönüş Hareketi’ni’ gerçekleştirdi ve 1976-78 döneminde Kurdistan’da bir aydın-gençlik grubu haline geldi. 26-27 Kasım 1978 tarihinde Lice’nin Fis Köyünde yapılan Kuruluş Kongresi’yle de PKK ismiyle kendini partileştirdi. Önderliksel doğuş, 1970 başında gelişen Türkiye devrimci gençlik mücadelesinin ateşi içinde gerçekleşirken; partileşme süreci, Hilvan ve Siverek direnişleri etrafında gelişen ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı devrimci şiddet temelindeki mücadele içinde yaşandı.
Önder Apo, 1979 Temmuz başında Kobanê’ye geçti ve Lübnan-Filistin sahasında yeni örgütsel ilişkiler geliştirdi. 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi ardından toparlanmak ve hazırlanmak üzere PKK de bu alana çekildi. 1980-82 yılları arasında Önder Apo öncülüğünde çok yoğun bir eğitim ve hazırlık çalışması yürütüldü ve 20-26 Ağustos 1982 tarihinde Suriye’de yapılan İkinci Kongre ardından ülkeye geri dönüş hareketi geliştirildi. 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli eylemleriyle de 12 Eylül faşist-soykırımcı diktatörlüğüne karşı gerilla savaşı başlatıldı. 15 Ağustos 1984 tarihinden 15 Şubat 1999 tarihine kadar da Önder Apo komutasında kesintisiz bir gerilla savaşı yürütüldü. Bu 15 yıllık büyük özgürlük savaşı içinde üç kez tek taraflı ateşkes ilan edildiyse de söz konusu ateşkeslerin hükmü birkaç ay bile sürmedi.
15 Şubat 1999 tarihinden bugüne kadar geçen 25 yıllık süre içinde de Önder Apo öncülüğünde parti ve halk olarak uluslararası komplo saldırısına ve İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı varlık ve özgürlük mücadelesi yürütüyoruz. Hiçbir kural ve ölçü tanımayan tarihin bu en ağır saldırısına karşı Apocu fedai çizgisinde en anlamlı bir özgürlük mücadelesi veriyoruz. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı sistemin topyekûn özel savaş saldırısına karşı parti ve halk olarak topyekûn direniyoruz.
46’ncı PKK yılında doğru mücadele edip başarı kazanmak gerekir
Önderlik gerçeğimiz adeta ateş içinde doğmuş ve 51 yıldır Partimiz imha ve soykırım saldırılarına karşı devrimci savaş ve direniş içinde var olup gelişmiş bulunuyor. Bu 51 yılın her anının çok yoğun bir mücadele ve savaş içinde geçtiği açıktır. Her yıl bir önceki yıldan çok daha ağır ve kapsamlı bir savaşa sahne olmuştur. Teorik, ideolojik, siyasi ve örgütsel çalışmaların ve mücadelenin hepsi tam bir savaş şeklinde yürütülmüştür. Devrimci savaş ve direnişle var olunabilmiş ve nefes alınabilmiştir. İlk andan itibaren ve geçen 51 yıl boyunca başta Önder Apo olmak üzere tüm Partiyi imha ve tasfiye edebilmek için faşist-soykırımcı düşman tüm gücüyle saldırmış, Türkiye’nin tüm imkânları bu saldırıda kullanılmıştır. Önder Apo öncülüğündeki varlık ve özgürlük mücadelemiz de tüm bu saldırıları kırabilmek ve gelişme yaratabilmek için gerilla temelinde devrimci savaş içinde olmuştur.
Partimizin yeni bir kuruluş yıldönümünü yaşarken, öncelikle 51 yıllık bu mücadele tarihimizi iyi bilmek ve zengin devrimci derslerini özümsemek gerekiyor. Partimizin kuruluş yıldönümüne, Parti Bayramı’mıza doğru yaklaşım ancak bu temelde olabilir. 46’ncı PKK yılında doğru mücadele edip başarı kazanmak da ancak bu temelde gerçekleşebilir.
Diğer yandan, her türlü zorluğu yenen ve engeli aşan Apocu mücadele tarzının ortaya çıkardığı kazanımları da yeterince görüp doğru ele almak gerekiyor. Unutmayalım ki, Önderliksel doğuş, tüm direnme odaklarının kırıldığı, çeşitli kesimlerin geliştirdiği direnişlerin ezildiği, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin her alanda hakim olduğu, teslimiyetin ve işbirlikçiliğin kol gezdiği, insanların Kürtlüğünden utandığı ve kaçmaya çalıştığı bir ortamda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla birey ve topluma dair her şey, ruh ve duygudan düşünce ve davranışa kadar tüm var oluş özgürlük için direniş temelinde adeta yeniden yaratılmıştır. Önder Apo ile birlikte yeni özgür insan gelişmeye başlamış, her türlü teslimiyet ve boyun eğme kırılarak, ulusal değerleri için bilinçlenen, örgütlenen ve mücadele eden insan gerçeği ortaya çıkartılmıştır. Böyle bir insandan savaşan halk gerçeğine ulaşılmıştır. Özgürlük devrimimizin öncelikli ve en önemli kazanımı bu olmuştur.
51 yıllık geçmiş mücadele süreci öncü partileşmeyi, kahraman gerillalaşmayı ve demokratik uluslaşmayı ortaya çıkarmıştır. Halk serhildanlarını yaratarak ulusal diriliş devrimini gerçekleştirmiştir. Yeni yüzyılın öncü gerçeği ve tüm insanlığın özgürlük umudu olarak Kadın Özgürlük Devrimi’ni başlatmış ve geliştirmiştir. Onlarca TC yönetimini yenilgiye uğratmış, onların şahsında faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilgisini ortaya çıkarmıştır. Henüz zayıf da olsa demokratik siyasetin zeminini yaratmış ve önünü açmıştır. Başûr’daki gelişmelerin dolaylı, Rojava’daki gelişmelerin ise doğrudan yaratıcısı olmuştur. Paradigma değişimiyle birlikte Önderlik gerçeği küreselleşmiş, tüm ezilenlere kurtuluş yolunu gösteren bir Önderlik haline gelmiştir. İmralı işkence ve tecrit sistemine ve DAİŞ çeteciliğine karşı mücadele tüm insanlık için yeni bir umut yaratmıştır.
Demek ki yeni bir Parti Bayramı’nı kutlarken, öncelikle 51 yıllık tarihi mücadelenin büyük zorluklarını iyi bilmek, ortaya çıkardığı kazanımları doğru anlamak ve bu büyük tecrübe birikiminin içerdiği zengin dersleri çıkartıp özümsemek gerekir. Bunun için de 51 yıllık tarihi mücadeleyi derinden sorgulayarak gözden geçirmek, geçmiş pratiğin zengin derslerini eleştiri ve özeleştiri temelindeki böyle bir sorgulama ile çıkartıp özümsemek şarttır. Tarihe doğru yaklaşmak, 46’ncı yıl mücadelesine güçlü hazırlanmak ve Apocu çizgide doğru partileşip başaran devrimciler haline gelmek ancak böyle mümkündür. Tüm yoldaşlar, bir yandan Parti Bayramı’nı coşkuyla kutlarken, diğer yandan da böyle bir sorgulama temelinde kendilerini eğitip yenileyeceğine inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Çok açık ki, daha önceki yıllar gibi, Partimizin 45’inci yılı da çok yönlü ve yoğun bir devrimci savaş içinde geçmiştir. Hatta daha önceki yılların toplamına denk bir devrimci mücadelenin yaşandığı bile söylenebilir. Adeta 45’inci yılda mücadelemiz yeni bir zirve yapmıştır. Faşist-soykırımcı rejim topyekûn imha ve tasfiye saldırılarını çok yönlü geliştirirken, Partimiz ve halkımız da topyekûn Devrimci Halk Savaşı direnişini çok yönlü olarak geliştirmiştir. Şimdi yaşanan bu bir yıllık mücadele sürecinin de dökümünü yapmak, eleştirel ve özeleştirel bir sorgulama ile derslerini çıkartıp yeni mücadele yılına taşımak gereklidir.
Geçen bir yılın kararlarını ve planlarını pratiğe geçirmeye çalıştık
45’inci PKK yılına, yaptığımız Yürütme Komite toplantısı temelinde önceki mücadele pratiğini çok yönlü değerlendirip, 45’inci yıl görevlerini de kapsamlı ve ayrıntılı bir biçimde planlayarak girmiştik. Bu planlama düzeyini de tüm yoldaşlara aktarmıştık. Böyle bir toplantı temelinde 45’inci mücadele yılına sorunlarını çözmüş, yeni yıl görevlerini kararlaştırmış ve planlamış olarak girmiştik. Parti Yürütme Komite toplantımızın sonuçları temelinde daha sonra İdeolojik Komite, Toplumsal İnşa Komitesi ve Savunma Komitesi’nin toplantıları da yapılmıştı. Yine Özgür Kadın Hareketimiz yönetim toplantılarını yaparken, Gençlik Hareketi ise ‘Parti Gençlik Konferansını’ gerçekleştirmişti. Tüm bu toplantılarımızın karar ve plan düzeyleri de parti yapımıza aktarılmıştı.
45’inci PKK yılına kendini kararlaştırmış ve planlamış olarak girmiştik. Geçen bir yıl boyunca da söz konusu toplantılarımızın kararlarını ve planlarını pratiğe geçirmeye çalıştık. Şimdi yürüttüğümüz bir yıllık pratiği değerlendirmek, eleştiri ve özeleştiri temelinde sorgulayıp gereken dersleri çıkartarak 46’ncı PKK yılına bu temelde kendini yenilemiş ve yeniden kararlaştırmış olarak girmek gerekiyor. Hepimiz için öncelikli bir görev budur. Gerçekten bir yıl önce yönetim toplantılarımızın aldığı kararları ve yaptığı planlamaları ne kadar pratiğe geçirdik? Hangi kararları neden pratikleştiremedik? Yürüttüğümüz pratikler ne kadar çizgi temelinde ve kararlarımıza uygun olarak gerçekleşti? Nerede tarz ve üslup hatası ve tempo yetersizliği yaşadık? Bunlar ve benzer sorular temelinde tüm parti komite ve kadrolarının kendi bir yıllık pratiğini değerlendirmesi, yaşamış olduğu hata ve eksiklikleri nedenleriyle birlikte açığa çıkartıp aşması ve 46’ncı mücadele yılına bu temelde kendini hazırlaması gerekir.
45’inci PKK yılına Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde çok yoğun bir savaş içinde girdiğimiz bilinmektedir. Başta Zap, Avaşîn ve Metîna olmak üzere Medya Savunma Alanları’nda yoğunlaşan bu savaşın öncesini ve gelişim düzeyini her arkadaş biliyor. Bir yıl önce yaptığımız toplantılarda söz konusu savaş derinleştirilerek sürdürülürken, aynı zamanda çok daha geniş alanlara yayılması da kararlaştırılmıştır. Bilindiği gibi, kışa girerken faşist-soykırımcı
düşman koruyamayacağını hesap ettiği bazı alanlardan çekilmek zorunda kalmıştır. Ağır kış koşullarında yoldaşlarımız düşmana darbeler vurmaya çalışırken, 6 Şubat tarihinde Kurdistan’ı vuran ağır bir deprem yaşanmıştı. Depremin yol açtığı yaraları sarmada halkımıza kolaylık sağlamak düşüncesiyle ve bu amaçla yönetimimiz tarafından eylemsizlik kararı alınmıştı. Daha sonra mayıs ayındaki cumhurbaşkanı ve meclis seçimlerine kadar söz konusu eylemsizlik kararı uzatılmıştı.
Ancak Hareketimizin bu ön açıcı yaklaşımına karşın, AKP-MHP faşist diktatörlüğü bunları dikkate almamış, tersine topyekûn faşist-soykırımcı saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürmüştür. Söz konusu bu düşman saldırılarına karşı gerilla güçlerimiz, başta Zap olmak üzere tüm Medya Savunma Alanları’nda kahramanca direnmiş ve düşmana ağır darbeler vuran etkili eylemler geliştirmiştir. Aynı zamanda savaşı belli ölçüde Bakur alanına da yayarak, tüm Bakur sahasında belli bir gerilla direnişinin gerçekleşmesini sağlamıştır. Yine şehirlerde de belli düzeyde eylemlilikler devam etmiştir. AKP-MHP faşizminin tüm imkânlarını seferber ederek, her türlü yöntem ve aracı kullanarak, kimyasal ve taktik nükleer bomba kullanımına başvurarak yürüttüğü saldırılar gerilla direnişimiz tarafından kırılmış ve işgalci düşmana geçit verilmemiştir.
Hiç kuşku yok ki, 45’inci parti yılında yürütülen savaşın zirvesi, 1 Ekim tarihinde Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nü vuran fedai eylemi olmuştur. Rojhat ve Erdal yoldaşlar tarafından gerçekleştirilen söz konusu eylem, her bakımdan başarılı ve benzersizdir. Medya Savunma Alanları’ndaki direniş karşısında zorlanan ve tıkanan faşist-soykırımcı TC, 1 Ekim’de fedai eylemiyle karşılaşınca tam bir şoke olma durumunu yaşamış ve temellerinden sarsılmıştır. Bir eylem bir devleti yıkılma noktasına getirmiştir. Düşmanlarını kahreden, dostlarına ise büyük umut ve moral güç veren 1 Ekim eyleminin etkileri hala devam etmektedir. Eylemden aldığı güçle Kurdistan özgürlük gerillası her alanda devrimci eylemlerini daha da artırmakta ve etkili hale getirmektedir.
Savaş 45’ncı yılında da artarak devam edecek
Başta Medya Savunma Aalanları olmak üzere her alanda gelişen kahraman gerilla direnişimizi, bu direnişi yaratan HPG ve YJA Star’ın tüm komutan ve savaşçılarını bir kez daha selamlıyoruz. Başta 1 Ekim Ankara eylemi olmak üzere tüm başarılarını kutluyoruz. Rojhat ve Erdal yoldaşlar şahsında bu direnişin tüm kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. 46’ıncı PKK yılında gerilla savaşımızın yayılarak ve derinleşerek daha da gelişeceğine inanıyoruz.
Çok çakı ki, 45’inci PKK yılının da temel mücadelesi savaştır ve 46’ncı yıla da aynı devrimci savaş durumu devredilmektedir. Dolayısıyla PKK’nin 45’inci kuruluş yılını tamamlar ve 46’ncı yılına girerken, her şeyden önce söz konusu savaş pratiğinin çok yönlü ve Önderlik çizgisi temelinde değerlendirilmesi, gelişme düzeyi kadar yetersizliklerinin de ortaya konması, başarılarıyla birlikte hata ve eksiklerinin de derslerinin çıkartılması, tüm parti kadrolarının Devrimci Halk Savaşı pratiği karşısında kendi duruşunu eleştiri ve özeleştiri temelinde sorgulaması gerekli ve önemlidir. Tüm yoldaşların, hiçbir kaygı yaşamadan böyle bir sorgulamayı yapacağına ve bu temelde hata ve eksiklerini düzelterek kendini yenileyip güçlendireceğine inanıyoruz.
Diğer yandan, 45’inci parti yılında kitle eylemlerimiz de hiç kesilmemiş, dönem dönem yoğunluk sağlama temelinde bir süreklilik yaşamıştır. Özellikle kadın ve gençlik eylemliliği sürekli olmuştur. Rojava ve yurtdışındaki halkımız sürekli eylem halini yaşamıştır. Bakur, Başûr ve Rojhilat parçalarında da halk eylemlerinde gelişme yaşanmıştır. Halkımızla birlikte dostlarımızın da yoğun bir kitle eylemliliği olmuştur. Eylemler daha çok İmralı tecridine karşı ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ekseninde gelişse de güncel gelişmeler ve önemli olaylar da kitle eylemi gerekçesi olmuştur. Özellikle Lozan Antlaşması’nın yüzüncü yıl dönümü çerçevesinde konferans ve kitlesel eylemler etkili biçimde yaşanmıştır.
Söz konusu kitlesel eylemlerin yeterince etkili olamamasında süreklileşememe, tekrar, geçicilik gibi hususlar önemli etkenler olsa da parçalılık daha ciddi bir etken konumundadır. Adeta her örgütün ve her kesimin kendine göre bir kitlesel eylem hamlesi planlaması, eylemleri zayıf kılan temel etken durumundadır. Geçen yıl içinde bu durum Lozan Antlaşması’nı protesto eylemlerinde kısmen aşılırken, esas olarak 10 Ekim tarihinde başlatılan “Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürt Sorununa Çözüm” kampanyası ile aşılma durumundadır. Bu bakımdan, 10 Ekim Küresel Özgürlük Kampanyası sadece amaçları açısından ve dostların ilan etmesiyle değil, aynı zamanda bütünlüklü bir eylem kampanyası olması açısından da önemlidir ve yeni bir başlangıçtır.
46’ncı PKK yılına kitlesel mücadele açısından böyle tarihi bir kampanya ile girilmektedir. Bu temelde geçmiş kitlesel eylemliliğin çok yönlü bir değerlendirmesini yapmak, hata ve eksiklerini ortaya çıkartarak önümüzdeki mücadele sürecinde bunları mutlaka aşmak ve bu temelde Küresel Özgürlük Kampanyamızı tam başarıya götürmek gereklidir. İlgili tüm yoldaşların böyle bir sorgulama temelinde kendilerini yenileyeceklerine ve özgürlük kampanyamızı bütünlük içinde ve çok zengin, yeni ve yaratıcı eylem biçimleriyle başarıya götüreceklerine inanıyoruz.
Yerel seçimlerde benzer hatalar yapmamak önemlidir
Siyasi bakımdan 45’inci PKK yılının önemli olaylarından biri 14 Mayıs seçimiydi. AKP-MHP faşizmini yıkmak açısından olduğu kadar, askeri ve kitlesel eylemliliği seçim eylemlerinin beslemesi ve zenginleştirmesi bakımından da önemliydi. Antifaşist mücadele seçim eylemleriyle daha çok kitleselleştirilebilir ve daha etkili hale getirilebilirdi. ‘Faşizm seçimle yenilmese’ de seçim süreci faşizme karşı eylemliliği güçlendirici özelliğe sahipti. Bu yönlü kısmi bir değerlendirme olsa da seçim sürecinin yarattığı fırsat ve imkânlar antifaşist kitle eylemliliğinin geliştirilmesi açısından yeterince değerlendirilemedi. Yine seçim siyaseti ve sürecin yönetilmesinde belli hatalar yaşandı. Seçimin sunduğu fırsat ve imkânlar antifaşist mücadelede yeterince kullanılamadı. Oysa kullanabilmek, en az imkân ve fırsatla büyük eylemler geliştirebilmek gerekirdi. Bu açıdan da 45’inci parti yılı pratiğinin değerlendirilmesi gereklidir. Dahası önümüzdeki yerel seçimlerde benzer hatalar yapmamak, fırsat ve imkânları tam kullanabilmek açısından da böyle bir özeleştirel sorgulama önemlidir. Bu işten en çok sorumlu olması itibariyle demokratik siyaset alanı önemli bir sorgulama yaşamıştır. Fakat bunun daha da derinleştirilerek sürekli kılınması ve Parti yapımız açısından da yapılması gereklidir. 45’inci Parti yılı pratiğinin bir de bu boyutu vardır.
45’inci PKK yılı açısından önemle belirtilmesi gereken bir husus da özellikle Rojhilat Kurdistan ve İran’da gelişen ‘Jin Jiyan Azadî’ serhildanı ve devrimidir. Gerçi söz konusu slogan Rojhilat Kurdistan’da ve yeni ortaya çıkan bir slogan değildir. Yine kadın özgürlük mücadelesi de bu yıl ve de Rojhilat Kurdistan’da ortaya çıkan bir mücadele değildir. Fakat İran polisi tarafından Jîna Emînî’nin katledilmesi ardından Rojhilat Kurdistan ve İran’da kadınlar öncülüğünde gelişen söz konusu serhildan, hemen hiç kimse tarafından beklenmediği için daha çok ilgi çekici ve etkileyici olmuştur. Bu nedenle de 16 Eylül 2022 tarihinde başlayan Jin Jiyan Azadî serhildanları etkisini tüm dünyaya yaymıştır. Kadın ve gençlerin büyük bir dirençle eylemleri yıl boyunca süreklileştirmesi, söz konusu serhildanı geçen yılın en önemli eylemlerinden biri haline getirmiştir. Özellikle kadın özgürlüğünü esas almasının taşıdığı ideolojik içerik, bu eylemin devrimci etkisini ve anlamını büyütmüştür. Başta Kurdistan’ın diğer parçalarında olmak üzere her alandaki kadın örgütlerinin sahip çıkması, söz konusu eylemin küresel yayılımını ve etkisini büyütmüştür. Adeta bir kıvılcım tüm toplumu tutuşturmuş, oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Böylece 21’inci yüzyılın kadın özgürlük yüzyılı olması gerçeğini güçlendirmiş ve kadın potansiyelinin devrimci gücünü herkese göstermiştir. Kurdistan’dan gelişen kadın özgürlük devriminin dünyaya yayılmasında etkili olmuştur.
Jin Jiyan Azadî devrimiyle güçlenen ideolojik mücadele geçen parti yılında da belli düzeyde gelişmiştir. Fakat hem edebiyat ve sanat düzeyindeki zayıflıklar ve hem de günümüzün medya savaşını yaşıyor olması, bizim faaliyetlerimizin olması gerekene göre çok zayıf ve yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bu alanlar açısından geçen parti yılında önemli ölçüde hazırlık çalışmalarının yürütüldüğü de söylenebilir. Çizgi duruşu, örgütlü çalışma ve yaratıcılık açısından düzeltme ve gelişme sağlamaya ihtiyaç vardır. 46’ncı PKK yılında bu durumlar aşılarak, hem içerik ve hem de nicelik bakımından güçlü ideolojik çalışmaların gelişmesi muhtemeldir. İlgili yoldaşların bu temelde kendilerini sorgulayıp yenileyerek, yeni parti yılında devrimci dönüşümü daha görülür kılacak bir ideolojik çalışma ve mücadele geliştireceklerine inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
46’ncı PKK yılına girerken İmralı’daki mutlak iletişimsizlik hali devam ediyor. Önder Apo’dan 32 aydır hiçbir bilgi alamıyoruz. Avukatların açıkladıklarına göre yeni bir “disiplin cezası” daha verilmiş. Tabi bu sözde cezaların anlamını iyi biliyoruz. Bu temelde Önder Apo’nun ve diğer yoldaşların avukat ve aile görüşmeleri engelleniyor, bu engellemeye hukuki kılıf giydiriliyor. Yine bu sözde cezalarla 25’inci yılda Önder Apo’nun durumunun yeniden değerlendirilmesi ve fiziki özgürlüğüne kavuşması engellenmeye çalışılıyor. AİHM kararlarının pratikleşmesinin önü bu biçimde alınmak isteniyor. En önemlisi de “işte ceza veriyoruz” denerek, Hareketimize ve halkımıza karşı psikolojik savaş uygulanmaya çalışılıyor. Güya biz bundan etkileneceğiz de moralimiz bozulacak ve umudumuz kırılacak! Oysa tarihi İmralı direnişi sadece bize, Hareketimize ve halkımıza da değil, küresel düzeyde ezilen tüm insanlığa moral ve umut veriyor, bilinç ve cesaret aşılıyor. Bugün insanlık Önder Apo’nun düşünceleri ile bilinçlenip örgütlenerek özgürlük eylemine kalkıyor, herkes bu temelde cesaret ve fedakârlık kazanıyor.
Tabi bu hilekâr yaklaşım ve tutumlara karşı gereken hukuki mücadele etkili bir biçimde yürütülüyor. Avukatlar eskiye göre çok daha duyarlı ve aktifler. İmralı’daki hukuksuzluk ve de hukuka karşı yapılan hileler çok yönlü olarak teşhir ediliyor. Bu anlamda AKP-MHP rejiminin yaptıklarını savunma ve sürdürme imkânları iyice azalmıştır. Fakat sorun esas olarak hukuki değil de siyasi olduğu için, mevcut faşist-soykırımcı rejim her zorlandıkça egemen siyasi çevreler hemen imdadına yetişip TC faşizmini ve soykırımcılığını yaşatmaya çalışıyor.
Kısaca İmralı’daki mevcut durum böyledir ve Önder Apo’nun durumuna ilişkin verebileceğimiz bilginin bir boyutu budur. Zaten bunlar sürekli basına da yansımakta ve tüm yoldaşlar tarafından bir biçimde takip edilmektedir. Ancak resmiyet kazanması için biz de sürekli bunları aktarmak, bilinenleri yeniden ifade etmek durumunda kalıyoruz. Çünkü söz konusu bilgilenme durumu bizim açımızdan İmralı gerçeğini, onun uluslararası komplo ve Kürt sorunu ile bağını, tarihte benzeri olmayan bir uygulama olduğunu, ulus-devlet sisteminin siyasi amaçları için nasıl rehinelik uygulamasına başvurduğunu daha kapsamlı ve derinlikli anlama ve kavrama imkânı veriyor.
Bu anlamda Önder Apo’ya ilişkin verebileceğimiz bilginin ikinci boyutu da İmralı tecrit, işkence ve soykırım sisteminin ve ona karşı 25 yıldır yürütülen Önderlik direnişinin, bu direniş etrafında gelişen özgürlük eylemlerinin iyi anlaşılması oluyor. Örneğin İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemi nedir ve kimler tarafından yürütülmektedir? Bu sistemde neden bu kadar ısrar edilmektedir? Böyle bir küresel saldırıya karşı Önder Apo 25 yıldır nasıl direnmektedir? Gücünü nereden almakta ve direnişte neden bu kadar ısrarlı olmaktadır? Bunlar ve benzeri sorular çerçevesinde İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemini tüm boyutları ve özellikleriyle kavramamız gerekiyor. Bu bizi, uluslararası komplo ve Kürt sorunu gerçeğini, yani düşman olarak ifade ettiğimiz gerçekliği doğru ve yeterli kavramaya götürür. Bizim de böyle bir kavrayışa ekmek ve sudan daha fazla ihtiyacımız vardır. Başarılı bir varlık ve özgürlük mücadelesi yürütebilmemiz ancak bununla mümkündür.
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü temelinde mücadele yürütüyoruz
Hareket ve halk olarak 25 yıldır Önder Apo öncülüğünde İmralı tecrit, işkence ve soykırım sisteminde somutlaşan uluslararası komploya karşı mücadele yürütüyoruz. Bu mücadeleyi öncelikle idamın ve imhanın engellenmesi temelinde yürüttük. Daha sonra İmralı tecrit, işkence ve soykırım sisteminin teşhir edilmesi temelinde yürüttük. Son 15 yıldır da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşması somut hedefi temelinde yürütüyoruz. Bu çerçevede ‘Faşizmi yıkma, tecridi kırma ve Önder Apo’yu fiziki özgürlüğüne kavuşturma’ hamlesi örgütledik ve “Şimdi Özgürlük Zamanı” genel yaklaşımı altında bu hamleyi pratikleştirmeye çalıştık. 10 Ekim tarihinden itibaren bu hamleyi “Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürt Sorununa Çözüm” kampanyası biçiminde yürüteceğimizi ve her alanda daha çok geliştirip yayarak zafere götüreceğimizi ilan ettik. Söz konusu eylem kampanyasını dünyanın dört bir yanında geliştirdikleri özgürlük eylemleriyle dostlarımız başlattılar. Başlatılan bu kampanya her gün yeni katılımlarla büyüdü, yayıldı ve güçlendi. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm halkımız kampanyayı güçlü bir biçimde sahiplendi. Rojhat ve Erdal yoldaşların 1 Ekim Ankara eylemiyle ivme kazanan gerilla eylemliliği de kendi cephesinden söz konusu kampanyayı güçlendirdi. Böylece Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen bir “Küresel Özgürlük Kampanyası” 10 Ekim tarihinden itibaren başlamış bulunuyor.
Açık ki Hareket ve halk olarak 46’ncı PKK yılına böyle önemli ve etkili bir eylem kampanyası ile giriyoruz. Önümüze temel ve acil görev olarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamayı ve Kürt sorununun çözümünün önünü açmayı koymuş bulunuyoruz. Kuşkusuz tüm hareket, halk ve dostlar olarak bu görev üzerinde yoğunlaşacağız ve 46’ncı parti yılında tarihin bu en önemli ve anlamlı görevini başarmak için tüm gücümüzle çalışacağız. Bu konuda hiçbir engel ve zorluk tanımayacağız, her türlü fırsat ve imkânı en doğru bir biçimde değerlendireceğiz, Apocu tarz, üslup ve tempo ile pratikleşeceğiz ve sonuçta mutlaka kazanacağız.
Elbette başarılı olabilmek için de her şeyden önce anlam gücümüzü geliştireceğiz. Öncelikle düşmanımızı, Kürt sorunu ve uluslararası komplo gerçeğini, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini derinden bilince çıkartacağız. Kürt halkına dayatılan inkâr ve imha gerçeğini ve bunun ifade ettiği tarihsel tehlikeyi deyim yerindeyse iliklerimize kadar hissedeceğiz. Bununla birlikte 25 yıllık İmralı Direnişinin özelliklerini ve genel olarak Önder Apo gerçeğini tüm yönleriyle derinden kavrayıp özümseyeceğiz. Bu hakikate bilinç ve inançla katılacağız. Bunlarla birlikte 25 yıldır İmralı tecrit, işkence ve soykırım sistemine karşı yürüttüğümüz büyük mücadelenin somut bilgisine, çizgisine ve anlamına sahip olacağız. Tüm bunları doğru ve derinlikli anlayan bir bilince sahip olursak, işte o zaman 10 Ekim tarihinde başlayan ‘Küresel Özgürlük Kampanyasını’ tüm yönleriyle doğru anlar ve bize yüklediği pratik görevleri başarıyla yerine getiririz.
Çok açık ki, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne odaklanan bu kampanya, esas olarak katılan herkesin kendini özgürleştirme kampanyasıdır! Önder Apo’nun özgürlük paradigması temelinde bilinçlenmeyi ve kendini eğiterek özgürleştirmeyi içerir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele, aynı zamanda yürütenlerin ruhsal ve düşünsel özgürlüğü mücadelesi olmaktadır. Kampanyayı bu temelde anlamak, eylem çizgisini buna göre oluşturmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü kazanması için gerekli her türlü eylem biçimini geliştirirken, aynı zamanda kendini eğitip özgürleştirecek eylem biçimlerini de öngörmek ve pratikleştirmek gerekli ve esastır. Şimdiye kadar olan kitlesel eylem düzeyini mutlaka aşmak, tekrardan çıkmak, yeni ve yaratıcı eylem biçimleriyle zenginliğe ulaşmak, en önemlisi de her türlü parçalılığı aşarak tüm özgürlük ve demokrasi güçleri olarak tam bir bütünlük içinde bu eylemliliği geliştirmek gerekir.
10 Ekim Kampanyası’nın esas olarak bir “Küresel Özgürlük Hareketi” olduğu ve böyle bir hareketi fiilen ve de resmen başlattığı açıktır. Bunu bir “Küresel Demokrasi Hareketi” olarak da tanımlayabiliriz ve bu temelde Önder Apo’nun öngördüğü “Dünya Demokratik Konfederalizmi”nin temellerinin atılmakta olduğunu belirtebiliriz. Bu bakımdan, 10 Ekim’de ilan edilen “Küresel Özgürlük Kampanyasını” taktik olarak ele almamak, söz konusu kampanyanın stratejik karakterini görerek kampanyaya stratejik yaklaşım göstermek gerekir. Çünkü kampanyayı örgütleyenler ve katılanlar kapitalist modernite sisteminin dışında olan ve yeni bir sistem arayan güçlerdir. Bunlar, Hareket olarak bizim stratejik müttefikimiz olan güçlerdir.
Tüm ezilen ve sömürülen halklar bizim stratejik müttefiklerimizdirler
Bu noktada stratejik ilişkiler açısından bir şeye açıklık getirmek yararlı olacaktır. Son dönemlerde Hareket olarak sıkça Kürt-Arap stratejik ittifakından ve bunun öneminden söz ediyoruz. Birçok arkadaş basın üzerinden bunları dile getiriyor. Çok açık ki, buna bazı nedenlerle ihtiyaç duyup gerekli görüyoruz. Örneğin KDP milliyetçiliğinin yarattığı Arap karşıtlığını Kürtler ve Araplar içinde gidermek için bu ifadeyi sıkça kullanıyoruz. Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı siyasi sistemin en ezilen halklarından ikisi Kürtler ve Araplar olduğu için, bu sisteme karşı mücadelede bu iki halkın ittifakının büyük önem taşıması nedeniyle bu ittifaka dikkat çekiyoruz. Yani milliyetçiliğin yarattığı düşmanlıkları gidermek ve sistem karşıtı mücadeleyi güçlendirmek için Kürt-Arap stratejik ittifakının önemini sık sık vurguluyoruz.
Bu açıdan, söz konusu ifadenin kullanılmasının yanlış anlaşılmaması gerekir. Örneğin belirtilen Kürt-Arap stratejik ittifakı başka halklara karşı bir ittifak anlamına asla gelmemektedir. Yani bu, Kürt ve Arap halkları arasındaki bir ittifaktır; yoksa Arap ve Kürt ulus-devletleri arasındaki ya da bu devletlerle bir ittifak da değildir. En önemlisi, Hareket olarak bizim stratejik müttefikimiz sadece Arap halkı ya da halkları değildir. Örneğin Yahudi (ya da İbrani) halkı, kadın ve gençleri, işçi ve emekçileri, sosyalist ve demokratları da bizim stratejik müttefikimizdirler. Yine Türkiye ve İran halkları da bizim stratejik müttefiklerimizdirler. Dünyanın tüm ezilenleri, kapitalist modernite sistemine karşı olan güçler, kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler, sosyalist ve demokratlar, kısaca tüm ezilen ve sömürülen halklar bizim stratejik müttefiklerimizdirler. Bunların hepsiyle stratejik ilişki ve ittifak geliştirmeyi öngörürüz ve bunu gerçekleştirmek için de küresel düzeyde enternasyonalist bir çalışma yürütürüz. Ulus-devletlerle ve böyle olmaya çalışan güçlerle ilişkilerimiz ise taktik ilişki ve ittifak düzeyindedir.
İşte 10 Ekim tarihinde başlatılan “Küresel Özgürlük Kampanyası” esas olarak stratejik bir eylem kampanyasıdır. Sistem dışı olan ve yeni bir dünya sistemi arayan güçlerin geliştirdiği bir özgürlük ve demokrasi kampanyasıdır. İdeolojik ve stratejik olarak birlik içinde veya yakın olan güçlerin geliştirdiği küresel demokrasi eylemidir. Dost tanımı böyle bir ideolojik ve stratejik birliği veya yakınlığı ifade etmektedir. Sosyalist literatürde bu durum ‘yoldaş’ olarak da ifade edilmektedir.
Kuşkusuz küresel düzeyde gelişen ilk hareket bu olmamaktadır. Birinci Dünya Savaşı ardından ulus-devletler küresel birlik oluşturma ihtiyacını duymuşlar ve bu temelde “Cemiyet-i Akvam”ı oluşturmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise bu birlik kendini “Birleşmiş Milletler” olarak ifade etmiştir.
Yine 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyalist hareketin geliştirdiği enternasyonalist örgütlenmeler vardır. Bu temelde Avrupa’da örgütlenen 1. ve 2. Enternasyonaller ardından Rusya’da Ekim Devrimi’ne dayalı olarak 3. Enternasyonal örgütlenmesi gerçekleştirilmiştir. Bunlar dışında “Sosyalist Enternasyonal”, “4. Enternasyonal” ve “İlerici Enternasyonal” adlarıyla enternasyonalist örgütlenme denemeleri de olmuştur. Fakat hem egemen ulus-devletlerin yarattığı BM sistemi ve hem de sol akımların geliştirdiği enternasyonal örgütlenmeler günümüzde ya tümden dağılmış ya da iyice etkisiz hale gelmiş durumdadır. İşte böyle bir ortamda ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele etrafında, Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite paradigmasına bağlı olarak gelişen küresel ilişkiler, yeni bir enternasyonalin doğmaya başladığını, bunun temellerinin atılmakta olduğunu bize göstermektedir. Dolayısıyla 10 Ekim Kampanyasını bu biçimde doğru anlayıp, pratiğini de ona göre doğru geliştirmemiz gerekir. Bu anlamda yeni bir adımdır ve bu adım ilk defa atılmaktadır.
Kuşkusuz böyle bir adımın Önder Apo etrafında ve Kurdistan Özgürlük Hareketi öncülüğünde atılması son derece anlamlıdır ve de anlaşılırdır. Zaten günümüz dünyasında başka türlü olması da mümkün değildir. Böyle bir durum, Hareketimize ve halkımıza ciddi öncülük görevini küresel düzeyde de yüklemektedir. Elbette bunun zorlukları vardır, ancak onurlu ve tarihi bir görevdir. Dolayısıyla hiç tereddüt etmeden bu tarihi görevi üslenmemiz ve başarmak için de her şeyi yapmamız gerekir.
Değerli Yoldaşlar!
46’ncı Parti Yılına girerken mevcut siyasi ve askeri durumun bazı özelliklerini kısaca değerlendirmekyararlı olabilir. Gerçi bu tür değerlendirmeleri biz her zaman yapıyoruz. Birçok arkadaşımız basın üzerinden sürekli değerlendirmelerde bulunuyor. Kuşkusuz yoldaşların büyük bir kısmı bunları izliyordur. Zaten Önder Apo’nun Savunmalarını okuyan ve anlayan herkes, siyasi ve askeri alanda yaşanan olaylara anlam vermekte zorlanmaz. Dolayısıyla her arkadaşımızın siyasi ve askeri gelişmeleri anlama ve değerlendirme düzeyi vardır. Fakat yine de son zamanda yaşanan bazı olayları değerlendirmemiz yararlı olacaktır.
Bölgesel ve küresel düzeyde etki yapan son iki askeri olaydan biri, Ölümsüzler Taburu üyeleri olan Rojhat ve Erdal yoldaşların Ankara’daki Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yönelik 1 Ekim günü düzenledikleri fedai eylemi olurken; diğeri ise, 7 Ekim günü Hamas’ın İsrail’e saldırısı ile başlayan Gazze Savaşı olmaktadır. Tesadüfen her ikisi de ekim ayının ilk haftasında peş peşe yaşandı ve siyasi-askeri durum üzerinde şoke edici etkide bulundu. 1 Ekim Ankara eylemi ardından Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı faşist diktatörlüğü 4 Ekim gününden itibaren Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik “tüm alt ve üst yapıyı tahrip etmeyi hedefleyen” yeni bir saldırı başlattı. 7 Ekim’de ise Hamas’ın beş bin füzelik saldırısı geldi. Bu temelde başlayan Hamas-İsrail Savaşına dayanarak faşist Tayyip Erdoğan Yönetimi, bir yandan gündem saptırıp Kuzey-Doğu Suriye’deki vahşetini gizlemeye, diğer yandan ise 10 Ekim Küresel Özgürlük Kampanyası’nın Türkiye toplumu üzerindeki etkisini kırmaya çalıştı.
Ortadoğu’nun en temel sorunu Kürt ve Filistin sorunudur
Öncelikle şu hususun altını çizmemiz gerekli ve yararlıdır. Ortadoğu’nun iki temel sorununun Kürt ve Filistin sorunları olduğundan yola çıkarak, PKK’nin 1 Ekim Ankara eylemi ile Hamas’ın 7 Ekim eylemini birbirine benzetmemek ve de karıştırmamak gerekir. Bu kadar birbirine yakın zamanda gerçekleşmeleri tamamen bir tesadüftür. Diğer yandan ise, dayandıkları zihniyet, ideoloji, siyasi amaç, kullanılan araç, izlenen yöntem ve ortaya çıkardıkları sonuç bakımlarından hiçbir benzerlikleri yoktur. Bu gerçeği en fazla bizler böyle anlamalı ve herkese de bu biçimde anlatmaya çalışmalıyız.
Kuşkusuz bu durumu anlatabilmek için tüm savaş tarihini ele almamız gerekmez. AKP-MHP faşist yönetimi temelinde TC Devleti’nin Kürt halkına karşı son planlı saldırısı 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısında kararlaştırılan ‘Çöktürme Eylem Planı’dır. Bu plan, esas itibariyle 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren uygulamaya konmuştur. AKP-MHP faşist yönetimi, ABD ve KDP’nin de desteğiyle ve tüm gücünü seferber ederek o tarihten bu yana gerillayı ezmek, PKK’yi tasfiye etmek ve Kürt halkını sindirerek soykırım amaçlarını başarmak üzere topyekûn bir özel savaş saldırısı yürütmektedir. Biz de Hareket ve halk olarak, İmralı ve gerilla direnişi öncülüğünde tüm bu saldırılara karşı topyekûn bir direnme savaşı vermekteyiz. Bu savaşın bir tarafı hegemonik ulus-devlet faşizmi ve soykırımcılığı olurken, diğer tarafı Partimiz öncülüğündeki halkımız olmaktadır ve bu savaş faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşını ifade etmektedir. Kuşkusuz bu savaşın yarattığı siyasi ve askeri sonuçlardan çeşitli çıkar çevreleri yararlanmaya çalışmaktadır; ancak esas yararlanan Kürt halkıdır ve dolayısıyla savaş Kürt halkının özgürlük savaşı olma özelliği taşımaktadır.
1 Ekim 2023 tarihinde Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’nü, yani özel savaş karargahını vuran fedai eylemi ise, işte bu savaşın bir doruğu olmaktadır. Her bakımdan doğru ve başarılı olan bu eylemin içerdiği çok zengin mesajlar bulunmaktadır. Sadece düşmana vuran, aynı zamanda üçüncü tarafları en ileri düzeyde zarar görmemesi için gözeten yapısıyla örnek alınacak niteliktedir. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı güçlerin yüreğine korku salmış, özgürlük ve demokrasi güçlerine moral ve heyecan vermiştir. Kurdistan özgürlük gerillasının vuruş gücünü ve yenilmezliğini ortaya koymuştur. Apocu çizgide eğitilen gerillanın vuramayacağı düşmanın ve yapamayacağı eylemin olmadığını herkese göstermiştir. Ekim ayı boyunca gerilla eylemlerindeki artışa zemin yaratmış, 10 Ekim Küresel Özgürlük Kampanyası için mükemmel bir ortam oluşturmuştur. Eyleme yönelik kınamada bulunan bazı çevrelerin TC’ye yaranmaktan başka hiçbir argümanı yoktur. Bu eylem, gerilla tarzındaki Kurdistan özgürlük savaşının daha güçlü gelişmesi ve daha başarılı sonuçlar vermesi için yeni bir temel atmış, dönemeç olmuştur. Kürt halkının devrimci savaşla da sonuç alarak özgürlüğünü kazanabileceğini dost-düşman herkese bir kez daha göstermiştir.
7 Ekim’de alevlenen Hamas-İsrail Savaşı’na gelince, kuşkusuz bu savaşın tarihsel ve güncel çok çeşitli nedenleri vardır. Kökeni Yahudi toplumunun topraklarından sürülmesine kadar götürülebilir. Daha yakın tarih itibariyleyse 1948 tarihinde İsrail devletinin kuruluşuna dayanır. Çünkü İsrail devletinin, Filistin halkının topraklarından sürülmesine dayalı olarak kurulduğu bilinmektedir. Yani son 75 yıldır Filistin halkı da bu temelde bir tür soykırıma tabi tutulmaktadır. Buna karşı Filistin Kurtuluş Örgütü’nü yaratmış ve bölge düzeyinde, hatta küresel çapta bir direniş yürütmüştür. 2 Haziran 1982 tarihinde İsrail’in Lübnan saldırısı temelinde FKÖ tasfiye sürecine alınmıştır. Bir yandan 1993 Oslo Görüşmeleri dayatılmış, diğer yandan ise FKÖ liderleri İsrail saldırıları temelinde katledilirken Hamas denen örgütün gelişmesinin önü açılmıştır. Nasıl ki bir süredir PKK’yi tasfiye edebilmek için KDP ve Hüda Par yoğun destek buluyorsa, Filistin’de Hamas’ın beslenmesi de böyle olmuştur. Sonuçta Gazze Hamas tarafından ele geçirilmiştir. Söz konusu olayların böyle bir iç tarihçesi de var.
Tabi mevcut Hamas-İsrail Savaşı, PKK-TC Savaşı’ndan farklı olarak, kapitalist sistem içi bir savaştır, ulus-devletler arası bir savaştır ve bu yönüyle de 1990 tarihindeki Körfez Savaşı’yla başlayan Üçüncü Dünya Savaşı’nın doğrudan bir parçası durumundadır. ABD, Körfez Savaşıyla Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatmış, Ortadoğu’ya 150 bin asker getirerek askeri ve siyasi gücünü artırmıştır. Önder Apo’ya yönelik 9 Ekim 1998 uluslararası komplosuyla başlayan bu savaşın ikinci aşamasında ise, ABD Afganistan ve Irak’ı işgal etmiştir. Üçüncü Dünya Savaşı’nın üçüncü aşaması ‘Arap Baharı’ denen süreçle gelişmiş, Mısır’dan Suriye’ye kadar birçok Arap ülkesinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Dördüncü aşama ise daha çok enerji kaynakları ve yolları üzerindeki hakimiyet savaşı olarak seyretmektedir. 7 Ekim’de başlayan Hamas-İsrail Savaşı da işte enerji kaynakları ve yolları üzerinde süren hakimiyet savaşının bir parçası olmaktadır. Gazze halkı bu çıkar savaşına kurban edilmekte ve soykırıma uğratılmaktadır.
Demek ki Hamas-İsrail Savaşı’nın uzun tarihsel nedenleri, Filistin içinde FKÖ’yü tasfiye etme planıyla bağı, 1990 tarihinde başlayan Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir parçası olma durumu ve güncel olarak da enerji kaynakları ve yolları üzerinde yürütülen hakimiyet savaşıyla bağlantısı vardır. Ukrayna Savaşıyla Çin ve Rusya’nın Avrupa ile anlaşma temelinde oluşturmak istedikleri ‘Kuzey Enerji Yolu’ sabote edilmeye çalışılmıştır. Avrupa ile Rusya karşı karşıya getirilerek, Ukrayna harap edilerek, İsveç ve Finlandiya NATO’ya üye yapılarak bu yol şimdilik açılamaz hale getirilmiştir. Bütün bunların bir ABD ve İngiltere planı olduğu tartışmasızdır.
Bu durum birçok yönüyle faşist AKP-MHP yönetiminin de çıkarına olmuştur. Savaştan yararlanmaya çalıştığı gibi, kuzey yolunun sabote edilmesine dayanarak Orta Asya’dan Azerbaycan üzeri Türkiye-Avrupa enerji yolunu açabileceği hevesi ve umudu iyice gelişmiştir. Kısaca eski İpek Yolu’na benzer yeni bir enerji ve ticaret yoluna ev sahipliği yaparak kazanç sağlayabileceğinin hesaplarını yapmaya başlamıştır. Fakat Hindistan’da yapılan son G 20 toplantısı ardından, yeni enerji yolu olarak Hindistan-Hürmüz Boğazı-Suudi Arabistan-İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan hattı ilan edilmiştir. Son yıllarda bu alanda yoğunlaşan diplomasi trafiğiyle bu sonucun ortaya çıktığı görülmüştür. Biden yönetiminin İsrail ve Suudi Arabistan görüşmelerinin, İran’ın Suudi ve Mısır ile anlaşmalarının, Almanya-Mısır anlaşmasının ve diğer tüm anlaşmaların bu amaçla yapıldığı açığa çıkmıştır.
Erdoğan yönetiminin enerji yolunu sabote etme politikası
G 20 Toplantısı ardından söz konusu yolun ilan edilmesini takiben Tayyip Erdoğan yönetimi, ‘Dışlanmayı asla kabul etmeyeceklerini ve söz konusu girişimleri sabote edeceğini’ açıkça ilan etmiştir. Bunun ardından, önce Dağlık Karabağ Savaşı gelişmiş, sonra da Gazze Savaşı ortaya çıkmıştır. Bu iki savaşın da Tayyip Erdoğan yönetiminin yapmış olduğu açıklamayla kopmaz bir bağı vardır. Karabağ’dan Ermeni toplumu sürülerek, bu alan Azerbaycan toprağı haline getirilmiştir. Tabi Türkiye’nin işletme hakkı mahfuzdur. Geriye Azerbaycan-Türkiye arasında Ermenistan üzerinden bir koridor açılması kalmıştır ki, böyle bir toprak parçasını almak için Azerbaycan ile Türkiye’nin hazırlıkları vardır. Bunu da başarıp Azerbaycan’ı karadan Türkiye’ye bağlarlarsa, o zaman Orta Asya-Azerbaycan-Türkiye-Avrupa yolu açılmış olacaktır. Türkiye yönetimi bunu gerçekleştirmek için her türlü çabayı harcamaktadır. Fakat bu durum, karadan Ermenistan ile İran ilişkisini koparacaktır, dolayısıyla her iki devlet de buna karşıdır. Tabi Hindistan-Suudi-İsrail-Kıbrıs-Yunanistan yoluna karar vermiş olan devletler de buna karşıdır.
Hamas’ın 7 Ekim günü beş bin füzeyle İsrail’e saldırması işte bu ortamda gerçekleşmiştir. Yani Tayyip Erdoğan yönetiminin o alandan geçecek enerji yolunu sabote etmek istediği, buna karşı ABD ve İsrail öncülüğündeki devletlerin de Hamas’ı (ve mümkünse Gazze’yi) ortadan kaldırarak söz konusu yolun güvenliğini sağlamak istediği bir ortamda söz konusu saldırı olmuştur. Saldırıyı kimin yaptığı bellidir, fakat kimin ya da kimlerin yaptırdığını ise bu duruma bakarak anlamak gerekir. Kısaca ABD ve İsrail’in tam da Hamas’tan bir saldırı beklediği ortamda saldırı olmuştur. Yine Tayyip Erdoğan yönetiminin enerji yolunu sabote etme politikasının gereği doğrultusunda saldırı olmuştur. Bu saldırıyı Tayyip Erdoğan’ın yönlendirmiş olduğu büyük bir ihtimaldir. Tıpkı Şam’a giden DAİŞ’i Kobanê’ye yönlendirmesi gibi. Tayyip Erdoğan’ı da ABD veya benzeri bir güç buna yönlendirmiş olabilir. Tıpkı Saddam Hüseyin’in 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt işgaline yönlendirilmesi gibi.
Hamas’tan sonra sıra Kıbrıs’ta ve Türkiye’de
Hamas’ın, başkanlığında Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu Müslüman Kardeşler örgütünün bir parçası olduğu dikkate alınırsa, Tayyip Erdoğan ile Hamas ilişkileri daha iyi anlaşılır. Yine Tayyip Erdoğan’ın bu tür işlerde kullanmak için ABD tarafından iktidarda tutulduğu hesaba katılırsa, olay biraz daha anlaşılır olur. Olay ardından ABD’nin Ortadoğu’ya yeni uzman güç ve Doğu Akdeniz’e savaş gemileri göndermesi durumu dikkate alınırsa, bununla ABD ilişkileri daha iyi görülür. Çünkü, tıpkı Saddam Hüseyin yönetiminin Kuveyt’i işgali ardından Ortadoğu’ya asker sevk etmesi gibi davranmıştır. O zaman Ortadoğu’da karasal askeri etkinlik geliştirirken, şimdi Doğu Akdeniz üzerinde askeri etkinlik kurmaya çalışmaktadır. Zaten bir süredir Doğu Akdeniz’in enerji kaynaklarının işletilmesi konusu da yoğun bir çelişki ve çatışma nedeni olmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın olası yönlendirmesiyle Hamas’ın yaptığı tam bir provakasyon niteliğindedir. Bu biçimde yolu sabote etmeyi umarken, tersine Hamas’ın tasfiyesiyle karşılaşması Tayyip Erdoğan’ı çılgına çevirmiş ve başarısız düşürmüştür. Saldırıdan yararlanan, ABD ve İsrail yönetimi ile müttefikleridir. Zaten böyle bir gerekçe bekliyorlardı ve Hamas provakasyonuyla bunu elde edince, şimdi sonuna kadar gitmek istiyorlar. Bir yandan Hamas’ı etkisiz kılıp, söz konusu enerji yolunu temizlemek ve güvenlikli hale getirmek, diğer yandan Doğu Akdeniz’de askeri etkinliklerini artırmak istiyorlar.
Mevcut haliyle Hamas ve Tayyip Erdoğan kaybetmiş görünüyor. ABD, İsrail ve müttefikleri bir biçimde Hamas’ı etkisiz kılarak, söz konusu alanı enerji yolu için güvenlikli hale getirmeye çalışacaklar. Tabi yeni olaylar gelişmez ve bu güçler zayıf düşürülmezse. O zaman elbette bununla da yetinmeyecekler. Bir yandan Doğu Akdeniz’i askeri denetim altına alarak, diğer yandan da Lübnan ve Suriye’yi buna göre dizayn ederek, söz konusu enerji yolunun güzergahını kendileri için güvenli hale getirmeye çalışacaklardır. Ardından da sıra Kıbrıs’a ve Türkiye’ye gelecektir. Buraları da mevcut enerji yolu için güvenli alan haline getirmek isteyeceklerdir. Mevcut politikayı sürdürürse Tayyip Erdoğan yönetimi daha fazla hedefleri haline gelecektir. Türkiye’de yönetim değişikliği ya da parçalanma ile sorunu çözmek isteyeceklerdir.
Dolayısıyla Hamas’ın başlattığı savaş geçici ve sadece o alanla ilgili değildir. Tersine söz konusu enerji yolu temelinde tüm bu alanları içine almaktadır ve bu çerçevede de geliştirilip yayılacaktır. Irak, Afganistan ve Ukrayna savaşlarından sonra yeni savaş alanı bu temelde ve mevcut amaç doğrultusunda bu biçimde belirlenmiştir. Bu konuda ABD ile birlikte Almanya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin tam bir mutabakatı vardır. Bölgede de Suudi Arabistan, Mısır, İran ve İsrail gibi devletler belli ki bu anlaşmanın içinde yer almaktadır. Bu çerçevede dışlanan esas olarak Türkiye olmuştur. TC’nin Kürt düşmanı soykırımcı zihniyet ve siyaseti, AKP-MHP faşizminin bu doğrultuda geliştirdiği savaş ve işgal saldırıları bu alanı güvenliksiz ve istikrarsız kılmıştır. Sermaye de güvenlik istemekte, güvenliği olmayan alanlara yatırım yapmamaktadır. Türkiye ve çevresinin söz konusu yoldan dışlanması bu nedenle olmuştur. Halbuki böyle bir enerji yolu için Kurdistan ve Türkiye daha uygundu, hepsi kara yoluydu ve de yakındı. Eğer Türkiye mevcut zihniyet ve siyasette olmasa ve Kürt sorununu çözen bir demokrasiye ulaşsaydı, o zaman böyle dışlanmayacak ve stratejik zarar görmeyecekti.
Türkiye’yi ancak Kürt özgürlüğü ve demokratikleşme kurtarabilir
Türkiye’yi bu duruma mevcut Kürt düşmanı ve soykırımcı AKP-MHP faşist zihniyeti ve siyaseti getirdi. Tıpkı Hamas ve mevcut İsrail yönetimi gibi, dinciliği ve milliyetçiliği esas alması Türkiye’yi bu duruma düşürdü. Mevcut savaşın aslında böyle bir ideolojik temeli de var. Aslında her toplumun dinciliği ve milliyetçiliği birbiriyle çatışıyor ve halklara bu ağır acıyı yaşatıyor. Tabi dincilik ve milliyetçilik ideolojileri ancak katı bir cinsiyetçilikle uygulama alanı buluyor. Demek ki Hamas-İsrail Savaşı’nda ve AKP-MHP’nin saldırganlığında ve DAİŞ destekçiliğinde açıkça görülüyor ki, zihniyet olarak milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik ideolojileri Ortadoğu’daki kargaşa ve çatışmanın temel kaynağı oluyor ve her türlü çıkar kavgasını besliyor.
Açık ki kapitalist sistem içi çelişki ve çatışmalar giderek Türkiye’yi derinden etkiler hale gelmiştir. Gazze’den başlayan savaşın en büyük etkisi Türkiye üzerinde olacaktır. Kapitalist sistem Türkiye’yi daha çok kendine hizmet eder hale getirmek isteyecek, buna karşı çıkan güçlerin üzerine gidecektir. Türkiye bir nevi emperyalist ameliyat masasına yatırılmış gibidir. Bu da artık Tayyip Erdoğan faşizminin sonunun gelmekte olduğunu göstermektedir. Şimdiye kadar hep dış onay ve destekle var oldu ve yaşadı. İçte faşist sürüleri ortaya çıkaran imkânları hep dış destekle buldu. Şimdi artık bu destek gittikçe daha çok azalıyor ve bu da Tayyip Erdoğan yönetiminin sonunu getiriyor.
Bilindiği gibi, bu hususlara Önder Apo çok önceden dikkat çekmiş ve tüm güçleri uyarmıştı. Kürt sorununun çözümü temelinde kendini demokratikleştirmeyen bir Türkiye’nin felakete sürükleneceğini ve emperyalist yağmanın bir alanı konumuna düşeceğini belirtmişti. Bunun için de demokratik özerklik temelindeki demokratik ulus ve demokratik konfederalizm projelerinin hemen uygulanmasını istemişti. Bunu Türkiye için böyle belirttiği gibi, tüm Ortadoğu için de bu biçimde belirtmişti. Şimdi Önder Apo’nun belirttikleri adeta bir kehanet düzeyinde bir bir yaşanıyor. Kürt sorununu çözmeyenler kendileri çözülüyor. Kendini demokratikleştirmeyenler ameliyat masalarına yatırılıyor.
46’ncı PKK yılına girerken, mevcut siyasi durumun bazı özellikleri üzerine kısaca bunları belirtebiliriz. Dikkat edilirse, TC’nin Kürt düşmanı, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetine karşı mücadele imkânları azalmamakta, tersine artmaktadır. AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede ısrar etmenin ne kadar isabetli olduğu net bir biçimde görülmektedir. Türkiye’deki dinci, milliyetçi ve cinsiyetçi zihniyet ve siyaset gerilerken, ona alternatif olarak gelişen Kürt özgürlüğü ve bu temeldeki Türkiye demokratikleşmesi olacaktır. Bu hem ideolojik karşıtlık bakımından böyledir ve hem de mevcut faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı fiili mücadele yürüten gücün Kürtler ve demokratik çevreler olması nedeniyle böyledir.
Türkiye’yi sürüklendiği bu felaketten ancak Kürt özgürlüğü ve bu temeldeki demokratikleşme kurtarabilir. Ortadoğu’nun bu biçimdeki emperyalist yağmaya kurban olmasının önünü de ancak demokratik ulus ve demokratik konfederalizm zihniyeti ve projesi alabilir. Demek ki mevcut gelişmeler özgürlük ve demokrasi mücadelesini zafer çizgisinde geliştirmemiz için imkân ve fırsatları daha da artırmakta ve büyütmektedir. Kürtler bütünüyle böyle bir siyasetin ardında daha güçlü duracaktır. Tayyip Erdoğan’a bu kadar yamanmış olan Barzani KDP’sinin sonu da Tayyip Erdoğan’la birlikte gelmektedir. Kürtler söz konusu ihanet ve işbirlikçiliği daha net görerek, PKK siyasetine çok daha güçlü destek verecektir. Türkiye’nin demokratik çevreleri, kadın ve gençlik hareketleri ile olan ittifaklarımız bu süreçte daha fazla rol oynayıp sonuç ortaya çıkartacaktır. Türkiye’nin orta sermaye çevreleri de hızla Tayyip Erdoğan’dan kopabilir. Çünkü dünya sermayesi ile uyumlu olmayan ve dünyanın en güçlüsünün desteğini almayan bir yönetime Türkiye’deki bu tür çevreler de güven duymaz ve destek vermez. Onlar zayıf ve bağımlıdırlar, varlıklarını ancak işbirlikçilikle sağlıyorlar. Tayyip Erdoğan’a da şimdiye kadar küresel kapitalist sistemden aldığı destek nedeniyle güç verdiler. Artık durumun böyle olmadığını gördükçe hızla Tayyip Erdoğan’dan kopacak ve en az bir kısmı demokratikleşmeye kısmi bir destek verebilecektir. Tüm bunları kucaklayan en geniş bir demokrasi hareketinin hızla geliştirilmesi ve Türkiye’de yönetim haline gelmesi için koşullar giderek daha olgun hale gelmektedir.
Kuşkusuz başarı durduk yere ve kendiliğinden de gelmeyecektir. Bunun için yoğun bir kitle çalışması, eğitim, örgütlenme, en geniş demokratik birlik ve çok usta yaratıcı bir mücadele gerekecektir. Unutmayalım ki, çöküşü hızlanıp sonu göründükçe AKP-MHP faşizmi daha çok saldırganlaşacak ve ömrünü uzatabilmek için çılgınca saldırılarda bulunabilecektir. Bunları da görmek ve hesaba katmak gerekir. Faşist-soykırımcı düşmanı tüm bunları yapamaz hale getirecek bir politik ve askeri mücadeleyi yerinde ve zamanında en uygun yöntemlerle geliştirip faşist saldırganlığı kendi evinde boğmayı bilmek gerekir. Eğer bu gerçekler görülür, buna uygun doğru politikalar zamanında belirlenip yaratıcı bir biçimde uygulanırsa, mevcut politik ve askeri gelişmelerin ortaya çıkardığı imkân ve fırsatlar yerinde ve zamanında doğru ve etkili değerlendirilirse, 46’ncı PKK yılını AKP-MHP faşizminin sonu ve Kürt özgürlüğü ile Türkiye demokratikleşmesinin başlangıcı yapmak mümkündür.
Değerli Yoldaşlar!
Açıkça görülüyor ki, içinde bazı tehlikeler içerse de genel planda mevcut siyasi ve askeri gelişmeler faşist-soykırımcı TC zihniyetini ve siyasetini daraltmakta, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütmek için imkân ve fırsatları artırmaktadır. Tehlike ise, mücadele etmeyenler ya da büyük hatalar yapanlar için vardır. Eğer özgürlük ve demokrasi için mücadele edilir ve bu mücadelede ciddi hatalar yapılmazsa, o zaman mutlaka zafer yakalanacaktır. O halde tüm yoldaşların bu gerçeği görmesi, büyük hatalar yapmadan etkili bir mücadele içinde olması gerekir. Bu temelde her türlü fırsat ve imkânın yerinde ve zamanında değerlendirilmesi gerekir.
Biz burada ‘46’ncı yılda şu şu görevler yerine getirilsin’ diye ayrıntılı belirlemeler yapmak istemiyoruz. Zaten bunlar belli ve de biliniyor. 45’inci mücadele yılı, 46’ncı yılda hangi görevlerin başarılması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Yani geçen Parti Yılı, yeni yıla başarılması gereken tüm görevleri devrediyor. Önemli olan bunları unutmamak, bulunulan yerde doğru bir planlamaya tabi tutmak ve yaratıcı tarz, üslup ve tempo ile bunları pratiğe geçirmektir, var olan imkân ve fırsatları bu temelde kullanmaktır.
46’ncı yıl görevlerini zaten açıkça belirledik. Her şeyden önce, 10 Ekim tarihinde ilan edilen “Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürt Sorununa Çözüm” kampanyasının başarıya götürülmesi gerektiğini ifade ettik. Belli ki hedeflerimizi ve tüm görevlerimizi bu slogan belirlemektedir. Her şeyi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak ve Kürt sorununu çözmek için yapacağız. Tüm teorik çalışma ve ideolojik mücadelemiz, tüm siyasi ve toplumsal faaliyetlerimiz, tüm kitlesel ve askeri eylemlerimiz bu hedefleri gerçekleştirmek temelinde olacaktır.
Tayyip Erdoğan gerçeği artık yolun sonuna gelmiştir
Böyle bir devrimci çalışma ve eylemliliği başarıyla geliştirebilmek için, öncelikle bu amaçların başarılacağına inanmak, artık başarının mümkün olduğunu görmek gerekir. Kuşkusuz bunları sadece bir slogan veya çok ileri zamanlarda ancak gerçekleşebilecek hedefler olarak görürsek, o zaman nerede ve ne zaman neleri yapmamız gerektiğini doğru tespit edemeyiz ve bir de başarının tarzını, üslubunu ve temposunu yakalayamayız. O halde başarı için kampanya hedeflerinin gerçekleşebileceğini görmek ve buna inanmak gerekir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununun çözümü zaten etle tırnak gibi birbirine bağlıdır. Bunlar birbirinden kopuk asla ele alınamaz. Bunları gerçekleştirmenin de zamanı artık gelmiştir. Yukarda yaptığımız sınırlı bir siyasi değerlendirme, bize bunu açıkça göstermektedir. ABD ve İsrail cephesinin durumuna bakalım, (ki komploda baş rolü bunlar oynadılar), artık eski müttefikleriyle tam yürüyemiyorlar ve çıkarları için bazı yeniliklere ihtiyaç duyuyorlar. Yine yüz yıllık faşist-soykırımcı TC gerçeğine bakalım, açıkça görülüyor ki Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamadan ve Kürt sorununun çözümünün önünü açmadan artık bir adım bile atabilecek durumda değildir. Hem ABD’nin ve hem de TC’nin yirmi yıldır kullandığı Tayyip Erdoğan gerçeği artık yolun sonuna gelmiştir. Hiç kimseye verebilecek yeni bir şeyi kalmamıştır.
Kimse bizi görmeden ve hesaba katmadan hareket edemez
O halde hepsi için de yenilik gerekiyor. Yeni olarak elbette bizi olduğu gibi kabul edecek değiller, böyle bir anlayış ve beklenti içinde değiliz. Şimdiye kadar esas alternatifi biz temsil ettik. Mevcut zihniyet ve siyasete karşı esas mücadeleyi biz yürüttük. Mevcut durumda her bakımdan en güçlü ve hazırlıklı alternatif biziz. Dolayısıyla hiç kimse bizi görmeden ve hesaba katmadan hareket edemez ve yeni politika üretemez. Yenilik ve değişim yolunda atılacak her adım bizim için büyük mücadele imkân ve fırsatları ortaya çıkartır. Tabi biz de bunları başarı için değerlendiririz. Böyle davrandığımızda da sonuç alırız.
Açıkça görülüyor ki, siyasi durum artık eskisi gibi değildir. Son gelişmeler mücadele imkânlarımızı ve siyasi gücümüzü artırmıştır. Yani Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü kazanmasının ve Kürt sorununun çözümünün önünün açılmasının zamanı gelmiştir. Bu durum biraz bizim dışımızdaki gelişmelerle olgunlaştı. Esas olarak ise, İmralı direnişi öncülüğünde yürüttüğümüz kararlı ve ısrarlı mücadele sonucunda ortaya çıktı. Bu gerçekleri çok iyi görmek ve eğer doğru ve etkili mücadele edilirse söz konusu hedeflerin başarılacağına kesinlikle inanmak gerekir. Tüm yoldaşları, öncelikle bu durumu görmeye ve özgürlük hedeflerini başarmaya inanmaya çağırıyoruz.
Kuşkusuz bilinç ve inanç her şeyin başıdır ve de esasıdır. Eğer bunlara yüzeysel yaklaşılmaz da gerçek bir bilinç ve inanç durumu yaşanırsa, o zaman nerede, nelerin, nasıl yapılacağına dair de gerekli verilere ulaşılır. 46’ncı PKK yılında kampanyamızı kesin başarıya ulaştıracağız. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununa çözümün önünü açacağız. O halde ideolojik, siyasi, örgütsel, toplumsal ve askeri olarak neleri yapmamız gerektiği açığa çıkmış durumdadır. Partinin nasıl mücadele etmesi, gerillanın nasıl savaşması, kadın ve gençlik hareketlerimizin neleri yapması, demokratik siyasetin nasıl hareket etmesi, tüm halkımızın ve dostlarımızın nasıl bir yurtsever mücadele içinde olması gerektiği belirlenmiştir. Gerisi her bir arkadaşın ve komitenin karar verip plan yapması ve 24 saat mücadele yürütmesidir.
Özgürlük kampanyamızı zaten dostlar başlattılar ve de ilan ettiler. Peki bu ne demektir? Çok açık ki, yeni dönemde sadece Kurdistan ve çevresinde değil, tüm dünyada özgürlük ve demokrasi için çalışılıp mücadele edileceği anlamına gelir. O halde dış ilişki çalışmamızın kapsamı bu denli genişlemiş ve önemi bu düzeyde artmıştır. Sınırlı birkaç kadronun sadece bazı ilişkiler kurup bunları idare etmesiyle yetinilemez. Belki de en büyük örgütlülüğü ve en kapsamlı ve çeşitli çalışmayı dış ilişki alanında geliştirmek gerekir. Çünkü her tarafta insanlar, kadın ve gençler Önder Apo’nun sesini duymak istediğini haykırmakta ve çok güçlü bir sahiplenme durumunu yaşamaktadır. Elbette bunlara cevap olacak bir örgütsel ve eylemsel faaliyeti geliştirmek de bizim boynumuzun borcudur. Demek ki dış ilişki faaliyetine bu kapsamda yaklaşmamız gerekiyor.
Belli ki tüm örgütsel ve eylemsel faaliyetimizi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü için geliştireceğiz. Örneğin tüm ideolojik faaliyetlerimiz ve mücadelemiz, sanat ve edebiyat çalışmamız, propaganda ve eğitimimiz bu eksende olacak ve bu hedefe hizmet edecektir. Doğrultu budur, amaç belirlenmiştir ve her çalışmanın bu amacın gerçekleşmesine hizmet etmesi gerekir. Hem amaç doğrultusunda düzeltilip yeniden şekillendirilecek ve hem de amacın başarısı için yeterli hale getirilecektir. Hiçbir eksikliğe ve hataya asla yer verilmeyecektir.
Zaten toplumsal çalışmalarımızın ve eylemliliğimizin amacının bu olduğu açıkça ilan edilmiştir. O halde bütün kitlesel örgütlerimiz, demokratik siyasi çalışmalarımız, kadın ve gençlik hareketlerimiz bunu esas almak durumundadır. Özellikle kadın ve gençlik örgütlerimize çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Eğer doğru değerlendirilirse, her iki alan da bunu başaracak güce sahiptir. Jin Jiyan Azadî serhildanı küresel düzeyde kadın hareketini öncülük görevlerini başarıyla yerine getirecek güce ulaştırmıştır. Dünya Gençlik Konferansı ile de gençlik hareketinin böyle bir güç kazanacağı ve gücünü tüm dünyaya yayarak kullanabileceği açıktır.
Güvenlik başkasına devredilemez ve paralı askerlerle sağlanamaz
Kuşkusuz en başta gelen mücadele, bu süreçte de gerilla direnişidir. Çünkü İmralı ve gerilla direnişleri düşmanı gerilettikleri gibi, tüm devrimci ve demokratik mücadeleye de öncülük etmekte ve moral güç olmaktadır. 1 Ekim Ankara eylemi, tıpkı 14 Temmuz gibi, tıpkı 30 Haziran gibi, dönemin cesaret ve fedakârlık çizgisini belirlemiştir. Zap, Avaşîn ve Metîna başta olmak üzere tüm Medya Savunma Alanları’nda ve Kurdistan’ın dört bir yanında gelişen kahraman gerilla direnişi, düşmana darbe vurup halka moral vererek öncülük görevini yerine getirmektedir. Öz savunma eğitimi ve örgütlenmesi temelinde halkın da savaşa çekilip yönlendirilmesi, her türlü saldırıyı kırıp boşa çıkartacak devrimci gücü yaratacaktır. Her alandaki gelişmeler fedai çizgisindeki profesyonel gerillanın öncü rolünü ve olmazsa olmaz kabilinden gerekliliğini ortaya koyduğu gibi, yine fedai çizgisindeki öz savunma gücünün belirleyici önemini de göstermektedir. Rojava ve Gazze’de yaşananlar, öz savunma temelinde halkların kendi güvenliklerini mutlaka ellerine alması gerektiğini net bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Açık ki güvenlik başkasına devredilemez ve paralı askerlikle de sağlanamaz. Halkın güvenliğini, ancak fedai çizgisinde eğitilip örgütlendirilen halkın öz savunması sağlar. O halde yaşanan pratiklerin derslerini de doğru çıkartarak halk örgütlenmemizi ve savunmamızı geliştirmemiz gerekir.
46’ncı yıl çalışmasında ve mücadelesinde hiçbir şeye yok demeyeceğiz ve kendimizi hiçbir biçimde sınırlandırmayacağız. Her şeyi yerinde ve zamanında yapmayı esas alacağız. Tüm imkân ve fırsatları doğru bir biçimde mutlaka kullanacağız. Kuşkusuz öncelik sıralamamız olacak. Temel ile tali olanları birbirinden ayıracağız. Bu temelde hazırlanmış doğru ve yeterli planlar ile çalışacağız. Yine her şeyi önemseyerek, her göreve ciddi yaklaşarak, Apocu tarz, üslup ve tempoya ulaşarak çalışma yürüteceğiz. Böyle yaptığımızda da her yerde başaran biz olacağız. Tüm yoldaşların bu temelde hareket edeceğine ve çalışma yürüteceğine inanıyoruz.
Değerli Yoldaşlar!
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, özgürlük mücadelesini her alanda geliştirmemiz için imkân ve fırsat azalmış değil. Mücadele için yeterli imkân ve fırsat geçmişte de vardı, şimdi de vardır, hatta son gelişmelerle bunlar daha da artmıştır. Bu imkân ve fırsatları değerlendirmek için onları görme sorunumuz da yoktur. Çok büyük ölçüde bunları görme ve anlama durumumuz vardır. O halde sorun nedir? Çok açık ki, sorunumuz bu imkân ve fırsatları yerinde ve zamanında doğru değerlendirecek tarz, üslup ve tempo sorunudur; ideolojik duruş ve örgütlü çalışma sorunudur; komünal yaşam ve kolektif çalışma sorunudur; yani kısaca partileşme diye ifade ettiğimiz sorundur. Bunun da özünü doğru katılım oluşturmaktadır. Peki nedir doğru katılım? Önder Apo, bunu bilinç ve inanç olarak tanımladı. Önderlik gerçeğine bilinçle ve inançla katılmak gerektiğini belirtti. Mazlum ve Hayri’lerin bu temelde katıldığını söyledi.
Bu konuları da fazlasıyla değerlendiriyoruz. Eğitimlerde tartışıyor, talimatlarda sürekli işliyoruz. Toplantılarımızda büyük ölçüde üzerinde duruyoruz. Bu temelde de parti doğrularının ne olduğunu aslında biliyoruz. Fakat sıra pratiğe gelince, bir anda bildiğimiz doğrulardan vaz geçiyor ve uzak duruyoruz. Bunun için de kendimize birçok gerekçe yaratıyoruz. Kısaca pratiğe yaklaşımda çok fazla pragmatizm var; ilke ve ölçüleri bir anda unutup gidiyoruz. Pratiğe çok fazla objektivist, yani kaba maddeci yaklaştığımızı da söyleyebiliriz. Her şeyi maddi koşullara bağlayarak, ilke ve amaçları bir yana bırakabiliyoruz. Kuşkusuz bunları açıktan da yapmıyoruz. Kendimize birçok gerekçe yaratarak yapıyoruz. Örneğin ‘şimdi koşulları yok, ancak gelecekte uygulanabilir’ diyerek, birçok ilke ve amacı uygulamaktan vaz geçiyor ve geleceğe erteleyebiliyoruz.
Halbuki Apocu devrimciliğin pratikte yaratıcı tarz, kazanımcı üslup ve yüksek tempo olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama iş pratiğe gelince ve pratiğin çeşitli sorun ve zorluklarıyla karşılaşınca tarzda tekrarı, üslupta dağıtıcılığı, tempoda düşüşü yaşayabiliyoruz. Bu konuda ısrar ve istikrar tutturamıyoruz. Gittikçe kendimizi dar, yüzeysel ve hatta sorumsuz hale getirebiliyoruz. Pratikte ortaya çıkan hataları bol bol eleştirip mahkûm ediyor, ancak bunların düzeltilmesini ve aşılmasını pratikte gerçekleştirmiyoruz. Bu da parti yaşamında ciddiyeti ve disiplini zayıflatıyor, örgütsel gevşeme ve yozlaşmaya yol açıyor.
Parti çizgimizin komünal yaşam ve kolektif çalışmadan oluştuğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Fakat iş pratik çalışmaya gelince çok ileri düzeyde bireycilikler yaşıyoruz. Öyle ki, ortada örgütlü kolektif çalışma diye bir şey kalmıyor. Yine demokratik komünal yaşam ortadan kalkarak, yerini bireyci maddi yaşam alıyor. Bu da giderek kendini özel mülkiyet ve paralı çalışmada somutlaştırıyor. Halbuki Önder Apo savunmalarında paranın ne demek olduğunu en ince ayrıntılarına kadar çözümlemiş ve bunun hangi sisteme ait olduğunu net bir biçimde belirtmiş bulunuyor. Yine maaşlı yaşam ve paralı çalışmanın KDP tarzı olduğunu, PKK çizgisinde bunun yer almadığını hepimiz açıkça görebiliyoruz. Fakat etrafımızda paralı yaşam ve çalışma gelişiyor olmasına rağmen, bunlardan hiç rahatsızlık duymuyor ve bunlara karşı mücadele etmiyoruz. Hatta fazla sorgulamadan kendimiz bile rahatlıkla böyle bir yaşam ve çalışmaya yönelebiliyoruz.
Biz bu konuyu gündeme getirdikçe, bazı arkadaşların rahatsızlık duyduğunu görüyor ve “Hep para gündeme getiriliyor” dendiğini duyuyoruz. Oysa çok iyi biliyoruz ki, para olan yerde komün olmaz, özel mülkiyet olur. Özel mülkiyetin olduğu yerde de kadın özgürlüğüne dayalı komünal eşit yaşam gerçekleşmez; tersine küçük-burjuvalık ve erkek egemen zihniyet ve siyaset gelişir. Bunlar da giderek iktidar ve devlet doğurur. Dolayısıyla ortada sınıf ve cins mücadelesine dayalı bir ideolojik mücadele ve yaşam kalmaz. Kendimizi kandırmamalı, zorluk ve engeller karşısında geri adım atmamalı, ideolojik ve örgütsel çizgi konularında baştan itibaren kendimizi son derece ilkeli ve ısrarlı kılmayı bilmeliyiz. Yoksa kısa bir süre sonra amacımızdan uzaklaşıp savrulma durumunu yaşarız. O zaman da suçu yine koşullara yüklememeli ve yine “ancak bu kadar oluyormuş” dememeliyiz.
Partileşmenin özü doğru katılım, örgütsel çizgiyi benimseme ve yaşamadır
Partileşmenin özü doğru katılım, doğru katılımın esası ise ideolojik, örgütsel çizgiyi benimseme ve yaşamadır. Pratik duruşumuzu gözden geçirdiğimizde açıkça görüyoruz ki, Apocu ideolojik çizgiye sadece ulusal özgürlük düzeyinde katılma, başta kadın özgürlüğüne dayalı toplumsal özgürlükler olmak üzere diğer ideolojik ilkeleri fazla gündem yapmama duruşu çok fazla yaşanmaktadır. Hatta bu konuların gündem yapılıp tartışılması ciddi bir rahatsızlık da yaratmaktadır. Örneğin Bakur, Rojava, Şengal, Mexmûr pratikleri böyledir. KDP çizgisi karşısında yeterli bir duruş gösterememe ve mücadele edememenin esas nedeni de budur. Şimdi tüm bu gerçekleri iyi görerek ve ideolojik-örgütsel çizgi savaşımı olmadan başarılı bir partileşmenin olamayacağını çok iyi bilerek, söz konusu hatalı yaklaşım ve pratik duruşları aşmamız ve Küresel Özgürlük Kampanyamızı zafere taşıyacak bir partileşmeyi ve parti öncülüğünü mutlaka yaratmamız gereklidir.
Burada bu hususlar üzerinde durmayacaktık. Çünkü önceki değerlendirme ve talimatlarımızda yeterince durduk. Fazla sonuç alamadığımızı gelen rapor ve notlardan anlıyoruz. Bu nedenle, burada iki şeye dikkat çekmek istiyoruz. Birincisi, Önderlik savunmalarının daha fazla okunması, Önderlik çözümlemelerinin daha fazla izlenmesi ve Apocu tarz, üslup ve tempo üzerinde, Apocu ideolojik, örgütsel çizgi üzerinde daha çok durulup tartışılmasıdır. Önder Apo’nun 51 yıllık devrimci yaşamının ve hatta önceki çocukluk döneminin özelliklerinin ayrıntılı irdelenmesidir. Bunlar temelinde Önderlik özellikleri üzerinde kendimizi eğitme ve kişiliğimizi dönüştürme faaliyetinin geliştirilmesidir. Çözümlemeler ve savunmalar her yerde ve herkeste vardır. Olmayanlar da isterlerse kolayca temin edebilirler. 46’ncı yıl pratiğinin başarılı olmasını sağlayacak bir partileşme ancak böyle gerçekleşebilir.
İkincisi ise, şehitler gerçeğinin daha çok incelenmesi ve şehitlerin yazıp söylediklerinin daha fazla okunmasıdır. Şehitlerimizin eylemleriyle verdikleri mesaj ve derslerin daha derinden anlaşılmasıdır. Parti edebiyatı çerçevesinde şehitlerimizin anı ve günlükleri başta olmak üzere bize bıraktıkları birçok eserleri yayınlanmış durumdadır. Bunların hepsi tüm arkadaşların bilgisi dahilindedir. Ayrıca bu talimata ek olarak, 1 Ekim Ankara eylemini gerçekleştiren Rojhat ve Erdal yoldaşların raporlarını da gönderiyoruz. Onlar bu talimatın bir parçası ve de esasıdırlar. Dolayısıyla talimatla birlikte mutlaka okunup tartışılmalıdır. Önce okunmuş olsa bile, bu talimatı okuyan herkes, talimat ardından bir kez daha o raporları da okumalıdır. Birçok kısmını talimata almak istedik, fakat baktık ki öyle olmuyor, hepsini almak gerekiyor. Dolayısıyla talimatın bir bölümü olarak tanımlamayı daha uygun gördük.
Doğru çizgi Önderlik ve şehitler gerçeğidir
Burada şu hususu da ekleyelim: parti kuruluş yıldönümü talimatının esası Rojhat ve Erdal yoldaşların raporlarıdır. Dönemin doğru eleştiri ve özeleştiri çizgisini bu raporlar vermektedir. Dolayısıyla bu temelde ele alınıp okunmalı, tüm pratik çalışmalar bu raporlara göre değerlendirilmeli, dönemin eleştiri ve özeleştirisi Ankara eyleminin ifade ettiği çizgi ve söz konusu raporlar temelinde yapılmalıdır. Önderliği doğru anlama ve katılma, zafere Kemal Pir’ce inanma, devrimci fedaileşme, derin yurtseverlik ve halkseverlik, gerilla dahil doğru eylem çizgisi, kadın özgürlük çizgisini anlama ve özümseme çabası, bu temelde cins mücadelesini ve kadın yoldaşlarla doğru ilişkilenmeyi ele alış ve benzeri tüm konularda doğru Apocu ölçüler bu raporlarda vardır. O halde dönemin eleştiri ve özeleştiri ölçüsü Rojhat ve Erdal yoldaşlardır.
Kuşkusuz dönemin sembolleri oldukları için böyle ifade etmeyi uygun gördük. Yoksa tüm şehitlerimiz, Önderlik çizgimizin zafer temsilcileri olarak her zaman eleştiri ve özeleştiri çizgimizi oluşturmaktadırlar. Bu gerçeklik, 45’inci PKK yılı şehitleri için de fazlasıyla geçerlidir. Başta Zap, Metîna ve Avaşîn olmak üzere tüm Medya Savunma Alanlar’ında ve Kurdistan’ın dört bir yanında Rojhat ve Erdal yoldaşlarda sembolleşen Apocu fedai çizgisi ile savaşılmıştır. Tüm 45’inci yıl şehitlerimiz, Apocu fedai ruhla savaşımın şehitleridir. Medya Savunma Alanları’ndaki tünel ve tim savaşlarının şehitleri böyledir. Leyla ve Axîn yoldaşlar başta olmak üzere Bakur savaşının tüm şehitleri böyledir. Delal ve Reşît yoldaşlarda sembolleşen tüm Kasım ayı şehitlerimiz böyledir. Doğru çizgi Önderlik ve şehitler gerçeğidir. Doğru talimat Önderlik ve şehitler gerçeğidir, mücadeleleri ve yazıp söyledikleridir.
O halde Parti doğrularını bu gerçeklerde arayıp bulacağız. Pratiğimizi buna göre sorgulayıp değerlendireceğiz. 45’inci yıl pratiğinin derslerini böyle bir sorgulama temelinde açığa çıkarıp özümseyeceğiz. Eleştiri ve özeleştiriyi bu çizgide yapacağız ve kendimizi bu temelde düzeltip yenileyeceğiz. 46’ncı PKK yılı pratiğine kendini böyle yenilemiş ve hazırlamış olarak gireceğiz ve mutlaka kazanacağız. Hepimiz böyle yaparsak ve öncülük görevlerini başarıyla yerine getirirsek, o zaman Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlama kampanyamızı başarıya ulaştıracağız.
Bunlar temelinde, başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın Parti Bayramı’nı bir kez daha kutluyor, kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, tüm yoldaşları 45’inci yıl pratiğini parti çizgisi temelinde değerlendirip derslerini çıkartarak, doğru bir eleştiri ve özeleştiri temelinde kendini yenileyerek 46’ncı yıl mücadelesine yönelmeye ve Küresel Özgürlük Kampanyamızı mutlaka başarıya ulaştırmaya çağırıyoruz!
– “Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürt Sorununa Çözüm” Kampanyasını Zafere Taşımak İiçin Görev Başına!
-Kahrolsun Faşist-Sömürgeci-Soykırımcı Diktatörlük!
– Yaşasın Özgürlük ve Demokrasi Mücadelemiz!
– Yaşasın Devrimci Halk Savaşımız!
-Yaşasın Özgürlük Öncümüz PKK-PAJK!
-Bijî Rêber Apo!