Ronahî Serhad
Sara, Rojbîn ve Ronahîyoldaşlar şahsında devrim şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Kadın özgürlük mücadelemizin kimliğini temsil eden Sara-Sakine Cansız yoldaş sadece Kürdistan Kadın Hareketi için değil, aynı zamanda dünya devrimci sosyalist mücadelesi açısından da bir öncüydü. Şehadeti, yeri doldurulamaz bir kayıptır.
Avrupa’nın tanınan, popüler şehirlerinden olan Paris’te 9 Ocak 2013’te yapılan suikastın üstü örtülemez. Bu katliamla ne amaçlandı ve katliamın üstünden yıllar geçmesine rağmen neden yargılanmanın yapılmadığı üzerinde durmak önemlidir.
Katliamın gerçekleştirildiği 2013 yılında AKP hükümeti, Kürt sorununu sözde çözme amaçlı Rêber Apo’yla yeniden görüşmeleri başlatmıştı. Bu görüşmeler kamuoyuna daha yansımamışken suikast yaşandı. Bir taraftan görüşmelere başlangıç yapılıyor gibi gösterilirken diğer taraftan bu suikast gerçekleştirildi. Heval Sara, özel olarak seçilmiş bir hedefti. PKK’nin kurucu önder kadrolarından olması aynı zamanda Kuruluş Kongresine katılan bir kadın olması ve hem genel hem de kadın özgürlük mücadelemizdeki rolü göz önünde bulundurulduğunda stratejik bir hedef olarak seçildiği anlaşılıyor. Heval Sara ile aynı zamanda Kürt-Alevi kadın kimliği de hedeflendi. Önderliğimiz bunu “ikinci Dersim Katliamı” olarak değerlendirdi. Dersim katliamı başta olmak üzere Kürtlere reva görülen katliamcı siyasetin değişimi için Önder Apo’yla yoldaş olup, PKK’yi kuran Sara yoldaş şahsında Dersim ikinci kez vurulmuş oldu.
Bu, düşmanın mücadelemize karşı yeni bir saldırı döneminin de başlangıcı oluyordu. Hem savaşı yeniden şiddetlendirmesi hem de yurt dışında ilk kez böylesi bir eylemin hedeflenmesi yeni saldırı konseptinin uygulanma biçimini gösteriyordu. Rêber Apo’ya ve Hareketimize verilen mesaj, ‘katliam’dı. Amaç çizgilerine gelinmemesi halinde tasfiyeyi derinleştirmek, diğer taraftan hükümetin kendisini siyasi çözümden yana gösterip büyük engelleyici güçlerin ise kontravari planlarının tehlikelerine işaret edip manipülasyon yaratmaktı. Görüşmelerde katliamın AKP hükümet yetkililerinin, ‘bilgilerinin dışında’ olduğu söyledi. Bunun hiçbir inandırıcılığı yoktu: Türk devleti dışında Hareketimize böylesine düşmanlık besleyen ve bunun için suikastle cinayet planını geliştirebilecek başka bir güç yoktu. İdeolojik-siyasi olarak mücadele eden güçler vardır ve bu da küçük çaplı tartışmalardan öteye gitmez. Bir tek Türk devleti dönem itibariyle böyle bir eylemin planlayıcısı, uygulayıcısı olabilirdi.
Sara Yoldaş özenle seçilmiş bir hedefti
AKP hükümeti yavuz-hırsız misali olayın hemen ardından katliamı Hareketimizin üzerine atmaya çalıştı. Üstelik hiçbir inandırıcılığı olmayacağını bilmelerine rağmen ilk andan itibaren özel savaşın dilini kullandılar. O dönemde Başbakan olan Tayyip Erdoğan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Bu bir iç hesaplaşma olabilir, bunun yanında şu anda teröre karşı bizim vermiş olduğumuz bir mücadele var, mesafe almak istiyoruz, bunu arzu etmeyenler de var. Bunlar tarafından da böyle bir provokatif çaplı bir girişim de olabilir” dedi. Hükümet yetkilisi Cemil Çiçek de, ‘Örgüt içi infaz’ belirlemesi yaparak süreci sabote etmeye yönelik girişim olarak değerlendirmişti. Yine dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Yapılış şekline bakılırsa bu daha çok PKK’nın kendi içindeki bir iç hesaplaşması gibi görünüyor. Bu süreci sabote etmeye yönelik bugünlerde bu ve benzeri şeyler olabilir” ifadelerine yer verdi. Hepsi ağız birliği yaparak, yani aldıkları karar gereği yoğunca kendi medyalarında bunun propagandasını yaptılar.
Dikkat edilirse ‘sürecin’ sabote edilmesinden söz ettiler. Bu gerçekte olmayan ama oluyor gibi gösterilen ‘sürecin’ sabote edilmesi oluyordu. Bu suikastle süreç şişirilip sunulmuş oluyordu. “Demokratik Çözüm Sürecine girilmek isteniyor ve tam kararlılık var ama bu kararlılığa müdahale var” denilmek istendi. Kararlılığı kökten sarsacak, derin güven bunalımına itecek denli bir tecrihle Sara Yoldaş seçilmiş oluyordu. Böylesine tarihi bir adıma, siyasi suikastle müdahele edilmiş havası yaratıldı. Hem de müdahale PKK’nin kendi içinden geliyordu. PKK kadrolarından herhangi birine yapılmıyordu. PKK kurucularından ve Hareketimizin önder kadrolarından Sara Yoldaş özenle seçilmiş bir hedef oluyordu. Ve beraberinde yıllardır KNK temsilciliğini yapan Fidan Doğan ve gençlik hareketi kadrosu genç yoldaşımız Leyla Şaylemez ile birlikte üç kişinin katledilmesiyle dehşet planı tamamlanmış olacaktı.
Bu suikast tekil bir olay olarak görüldü. Oysa bu çapta planlanan suikast bir konsepte dayalıydı. Bu, yeni bir dönemin başlangıcıydı. Ve İmralı’da sürdürülen imha sürecinin devamıydı. Arkası da gelecekti. Bu suikast planı sonradan basına da yansıdığı gibi ve açıktan Türk devletinin dillendirdiği Çöktürme Planı’nın startıydı. Çöktürme Planı, soykırımcı Türk devletinin uyguladığı imha-inkar siyasetinin zirveye taşırılmasıydı. Rêber Apo üzerinde yüzde yüz tecritin derinleştirilmesi, PKK Hareketinin imhası, Kürt halkının iradesinin kırılması için fiziki soykırım dahil her türlü şiddetin kullanılması, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi öncülerinin imha edilmesi, savunma güçlerinin darbelenmesi, cinsiyetçi politikaların derinleştirilerek kadın mücadele dinamiğinin eritilmesi, gelenekselliğe yeniden hapsedilmesiydi. Paris Katliamı’nın devamı olarak Bakur’da Sêvê Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar Silopiya’da polis ve askerler tarafından katledildi. Bakur Özyönetim Direnişi’nde Sûr, Gever ve Nisebîn’nin mahalleri yıkıldı, yüzlerce insan yakılarak katledildi. Bu savaş soykırım planı olarak Rojava’ya taşırıldı.
Esasta Kürt soykırımına yüklenen Erdoğan, çözüm süreci gibi siyasi hamlelerle toplumsal güce kavuşarak iktidarını sağlama almaya çalıştı. Oysa ortada siyasi çözüm aldatmacasıyla kendi çıkarları gereği zaman kazanarak büyüme ve savaşa hazırlanma amacının dışında bir şey yoktu. AKP, özel savaşın siyaseti olarak çözüm söylemini gündemde tuttu. Öyle ki diyalogla siyasi çözümü isteyen taraf AKP hükümeti gibi gösteriliyor, istemeyen taraf olarak da dış güçler de dahil olmak üzere derin devlet, kontra güçlere işaret ediliyordu. Türkiye’de uzun bir geçmişi olan ve esasta PKK hareketini tasfiye, Kürt halkının inkâr ve imhası üzerinden kirli savaş yöntemleriyle örgütlenen derin devlet ve onun hala işbaşında olan Ergenekon gibi kontra örgütleri işaret edildi. Bu bir hedef şaşırtmaydı. Oysa Erdoğan’ın iktidarda kalmasını sağlayan bu güçlerdi. Bu güçler olmadan Erdoğan bir hiçtir. Oyun bu şekilde kurgulanmıştı: Kendisi çözümden yana görünecek Paris katliamıyla da ‘çözümü istemeyenlerin’ neler yapabileceği gösterilmiş olacaktı! Oysa Önderliğimiz, Hareketimiz, Kürt halkı ve çözümden yana olan geniş bir çevre Erdoğan-AKP hükümetine “can simidi” gibi sarılıp son şansı olarak bakmıştı! O nedenle barışa giden “Çözüm Süreci” tabiri, siyasetin anadili haline geldi. Hala da ‘barış’ söylemi Kürt halkının siyasi temsillerinin dilinden, halkımızın dilinden düşmemektedir. Barışı istemenin, barışı sağlamanın ne denli büyük bir özgürlük kalkışması gerektirdiği ise bir tarafa bırakılmaktadır. Bununla beraber parlamenter siyaset öne çıktı, toplumcu siyaset ve çalışması, taban çalışması yetersiz yürütüldü. Bürokratik siyasi üslup ve tarz ve orta sınıf duruşu öne çıktı. Oysa Kürt sorunu, Türk devletinin inkârcı, imhacı karakteri gereği radikal bir mücadeleyi, toplumsal başkaldırıyı ve bunun devrimci mücadelesini zorunlu kılar. Bunun için gecesini, gündüzüne katarak emekçi, mütevazı çalışmayı gerektirir. Kürdistan’ın belli başlı kentlerinde yüksek katılımlı mitinglerin halkın özgürlük direnişi için yeterli olmayacağı yeterince anlaşılmadı. Tüm kırsal alanlara, her köye, her mahalleye kadar uzanmayan, yerleşmeyen, örgütlenmeyen bir siyasi particilikle barışın gelmeyeceği barışa, çözüme yeterli olmayacağı gerçeği ihmal edildi. Adeta her şey tamam, tek mesele barış siyasetini dillendirmek gibi ele alındı. Halktan kopuk, üstte kalan tarz düşmanın şiddetli yönelimini karşılamaya yetmedi.
Bu suikast, Erdoğan’ın ‘görüşmelerle’ ne yapmak istediği konusundaki gerçeği sere serpe ortaya koyuyordu. Diğer taraftan ‘örgüt içi infaz’ kara propagandası ile kafa karıştırmaya çalıştılar. Suikastın yapılış biçimini veri olarak gösterdiler. Oysa PKK Hareketinin kendi iç ideolojik mücadelesinde cinayetle ortadan kaldırma pratiği ne içte ne dışarda yaşanmamıştır. PKK Hareketi böyle bir geleneğe sahip değildir. Ama eleştiri-özeleştiri geleneğine sahiptir. Eleştiriyle düzeltme, özeleştiriyle yenileme kültürüne sahiptir. “Çamur at izi kalsın, ya tutarsa” anlamında aslı astarı olmayan ifadeler kullandılar. Suçluluk psikolojisiyle alelacele ileri sürülen hiçbir söylemleri tutmadı. Dolayısıyla bu altı boş karalamalar olayın ilk haftasında boşa çıkmış oldu. Zaten AKP hükümet yetkililerinin hemen Hareketimizi adres gösteren yorumlara gitmesi, suçüstü yakalanmanın telaşı içinde olduklarını gösteriyordu. Katliamı planlayan MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı), Erdoğan’ın kararıyla uyguladı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Önderlikle yapılan görüşmelerde hem Oslo hem Türkiye’de dahil olan ve tüm sürecin yürütülmesinde belirleyici rol alan, Erdoğan’ın tüm kirli işlerinin ortağıdır. Tetikçi Ömer Güney, Fransa polisi tarafından ilk üç gün içinde yakalanmasına rağmen Fransa cezaevindeyken ortadan kaldırıldı. Bunun nedenine döneceğiz.
Önderliğimiz, Sara Yoldaşın anısına ve katillerin gerçek yüzlerinin toplum tarafından anlaşılması için görüşmeleri kesmeyerek sürdürdü. Düşman gerçeğine rağmen Kürt siyasi güçleri, demokrasi güçleri umuduna ve inancına güvenmeyi yeğleyerek siyaset yürüttü, mücadele etti. Siyasi çözüm amaçlı geliştirilen her sürece Önderliğimiz oldukça samimi ve tarihsel ciddiyetle yaklaşırken Erdoğan ise iktidara iyice yerleşmenin, devleti ele geçirmenin, Türkiye’de değişmez, aşılmaz bir güç devşirmesine yönelmenin fırsatı olarak değerlendirdi. Küçük hesapları AKP’yle iktidarlarını sürdürmek, büyük hesapları Dersim Katliamı gibi Kürt soykırımını tamamlamaktır. Ve yapabilirlerse Ortadoğu’da egemen güç haline gelmekti. Bu amaçla açıktan MHP’yle birleşerek derin devlet güçlerinin siyasi hükümeti olmaktan hiçbir sakınca görmedi.
Böylesi suikastların uzun bir hazırlık dönemini kapsadığı, hele bir de başka bir ülkenin sınırları dahilinde yapılıyorsa devletler arası krize yol açmaması için gerekli prosedürlerin titizlikle yürütülmesi gerektiği biliniyor. Fransa devleti, cinayet sonrası bunu bir krize, soruna dönüştürmedi. Yakalanan tetikçi Ömer Güney, Fransa cezaevinde öldürüldü. Ömer Güney’in yargılanmadan ortadan kaldırılmasıyla hem Fransa hem Türk devleti kendilerine göre aklanmış olacaktı. Suçlu ortadan kaldırılınca cinayetin arkasındaki sır perdesi muamma olarak kalacaktı. Ömer Güney’in MİT bağlantısı ve cinayetin planlamasıyla ilgili ayrıntılar fazlasıyla açığa çıktı, kanıtlandı. Fransa devlet istihbaratının da böyle bir plandan haberdar olmaması mümkün değildir. Aksini ispat Fransa devletine düşer. Bunun için Fransa devletinin suçlamayı açıktan Türk devletine yöneltmesi ve aleni bir yargılama sürecinin başlatılması gerekirdi. Başka türlü bu komplonun sorumluluğundan kendisini kurtaramaz. Fakat bu yapılmadığı gibi deliller de karartıldı. Hatta güvenlik kameralarının kayıtları bile Fransa’daki Kürt siyasi çevrelerinin kendi uğraşları sonucu toplandı. Politik amaçlarla işlenmiş cinayetle üç kadın Paris’in ortasında katlediliyor ancak bu Fransa devleti tarafından sessizlikle karşılanıyor, geçiştiriliyor. Bu tutum Avrupa devletlerinin Kürt sorununa yaklaşımıyla ilgilidir. Türk devletine silah satan ülkeler arasında yer alan, Kürdistan’da yürütülen savaş dehşetine rağmen Avrupa ülkelerinin en ileri beyanları ve tutumları hep ‘endişe’ açıklamalarını aşmamıştır. ‘Kaygı verici, endişe verici’ denilen diplomatik-politik açıklamalarla Kürt soykırımına göz yumdukları gibi bu suçun ortağı olmaktadırlar. Hareketimizin Avrupa yasalarını gözeten tutumuna rağmen Avrupa’da Hareketimizin ‘terörizm’ suçlamasıyla yasaklanması doğrudan ve açıktan faşist Türk devletinin soykırım savaşına ortak olunduğunu gösterir. Ekonomik çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, hatta bunun için kendi yasalarını bile çiğneyen bir Avrupa gerçeği vardır. İlkeler olarak benimsedikleri insan hakları ve hukuk sıra Kürtlere gelince geçerli değildir. Fransa’nın hukuk devleti olarak bu katliamı aydınlatması gerekir. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen hiçbir ilerleme sağlanmamıştır. Fransa devleti, katliamı kapatmaya çalışarak Türk devletiyle çıkar ilişkilerinin bozulmasını istememektedir. Bu katliam ve ardından izlenen siyasi tutum, uluslararası komplocu güçlerin savaşın derinleşmesindeki ısrarını gösterdi. Fransa’nın bu cinayet karşısındaki tutumu genel olarak Avrupa devletlerinin tutumudur.
Kürt sorununun çözülmediği bir Ortadoğu ve dünya gerçeğinde hiçbir ülkede istikrar sağlanmayacaktır. Nitekim, Ortadoğu savaşının çözümsüzlüğü Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklıdır. Kürt halkının hem kendi adına hem bölge halkları adına savunduğu ve Rojava’da uygulamaya koyduğu çözüm projesi vardır. Ancak ısrarla inkarcı, sömürgeci siyaset izlendiğinden Kürtlere özerklik statüsü, birlikte yaşadığı halklarla ortak federasyon ya da konfederasyon siyasal sistem projesi kabul edilmemektedir. Demokratik Konfederalizm projesinin hayat bulmaması için bir taraftan ABD, bir taraftan da Rusya çeşitli oyun ve komplolarla Kürt halkına karşı savaşı kışkırtmakta sonuna kadar faşist Türk devletine saldırı zemini, fırsatı yaratmaktadır. DAİŞ’in hamiliğini yapan AKP çetesi ve çetebaşı Erdoğan’ın önünü ABD, Rusya, Avrupa alsaydı DAİŞ bu kadar güçlenmezdi. Bölge halkı bu kadar acı, vahşet yaşamazdı. Batılı güçler, Kürt savunma güçlerine dayanarak DAİŞ’e koalisyon gücü olarak müdahale ederken, Erdoğan’a bir şey yapmadılar. Üstelik DAİŞ’le savaşan Rojava Halk Savunma Güçlerinin varlığı gerekçe gösterilerek Rojava’ya saldırısının önünü açtılar.
Çöktürme Planı’nın esas hedefi Önderlik ve fikirleridir
Faşist Türk devleti, açıktan söylemediği soykırım stratejisini Çöktürme Planı olarak isimlendirmiştir. Bu topyekûn savaş demektir. Kuzey Kürdistan’da gerillayla sınırlı bir savaş olmayı çoktan aşmış dört parça Kürdistanı hedefleyen bir savaştır. Bunun sağlanması için, önünde engel gördüğü Önderliğimiz, Hareketimiz, kadroları ve tüm Kürt kazanımları hedeftir.
Faşist devleti, hangi dönemde nasıl siyasi, askeri mücadele, savaş yürütecekse bunu İmralı’dan başlatmaktadır. Sonuçlarına bakarak dönem siyasetini belirlemektedir. Bunun böyle olduğunu neredeyse 21 yılı geride kalan İmralı gerçeği ortaya koymaktadır. Peki İmralı’da yürütülen savaş nedir ve nedenleri nelerdir? Buna birkaç madde altında değinirsek şunlar belirtilebilir;
Birincisi: Önderlik, kapitalist modernist sistemi ve ideolojisi liberalizmi reddedip Demokratik Modernite sistemini çözüm olarak geliştirdiği için ağır uygulamalarla karşı karşıyadır. İmralı uygulamalarıyla özgür Kürt’ün, özgür kadın ve toplumun yaratılmasına karşı intikam alınmak istenmektedir. Paradigmasal perspektifle baktığımızda Önderlikle savaş halinde olan, imha-inkarı soykırım düzeyinde yürüten NATO’dur. Yani, kapitalist sistemdir. Türk devletine verilen rol ise uygulayıcılıktır. Zaten varlığını Kürt’ün yokluğu üzerinden şekillendiren faşist Türk devleti bu göreve can atmaktadır.
Kapitalist modernist hegemonik güçlerin, Kürdistan ve Ortadoğu’ya yönelik sömürgeci politikalarına Kürdistan Özgürlük Hareketi, Önderlik çizgisi engeldir. Sosyalist kimliğimiz, kadın özgürlüğünü radikal sistemleştirmemiz ve Demokratik Modernite sistemini alternatif olarak geliştirmemiz nedeniyle tüm güçleriyle Hareketimizi ortadan kaldırmak istemektedirler. İnsanlık vicdanı ve dünyaya mal olan Özgürlük Mücadelemizi ısrarla ‘terörizm’ olarak lanse etmekteler. Böylelikle mücadelemizin kazanımları inkâr edilmekte, meşruluğu ortadan kaldırılmak istenmektedir. Faşist Türk devletinin her türlü saldırılarının önü sonuna kadar açık tutulmaktadır. Zaten geçen kış ABD, Hareketimizin kurucu-öncü kadrolarından üç arkadaşımızın ismini bizzat vererek hedef gösterdi, para ödülü koydu. Sara ve iki arkadaşımızın katledilmesiyle başlayan süreç sadece üç arkadaşı hedefleyen bir karar olmadığı anlaşıldı. Bu karar nerede bir PKK-PAJK kadrosu varsa ve yine bu çizgi etrafında birleşen halk gerçeği varsa onu ezmenin kararıydı. Bu politika İmralı’da yürütülen politikanın devamı olarak gelişti.
İkincisi: Devrim karşıtı güçlerin faşist saldırılarına rağmen Kürt halkı, Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Önderliği öncülüğünde büyük kazanma fırsatının, imkanının yakalandığı görülmektedir. Özgürlük Hareketimizin koşulları değerlendirerek Kürdistan Özgürlük Devrimi’ni, kadın devrimini gerçekleştirerek bununla birlikte Demokratik Ortadoğu Devrimi’ne öncülük ederek gerçekleşmesini sağlayabilecek bir konumu teşkil ettiğinden bu da kendilerinde ciddi telaş oluşturmaktadır. Bunun başarılması halinde Ortadoğu’da Kürt halkı ve Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi temelinde kendi sistemlerini kuracaklardır. Ortadoğu halklarının 21. yüzyılda özgürlük ve demokrasinin kadın özgürlüğüyle taçlanmasıyla kazanması olacaktır. 21. yüzyıl kadın yüzyılı olmaya adaydır. Tüm gelişmeler bunun böyle olduğunu göstermektedir. Ancak bunu mücadele kapasitemiz belirleyecektir.
Üçüncüsü: Ortadoğu halkları ve Ortadoğu için de tarihi bir dönemin başlangıcı yaşanmaktadır. Kadın mücadelesinin olanca ağırlığıyla öncülük ettiği ve belirleyici bir rol oynadığı Kürt Özgürlük Hareketi günümüzde Ortadoğu halklarının ve Demokratik Ortadoğu Devrimi’nin öncüsü haline gelmiştir. Bu önü alınamaz bir gelişmeyi ortaya çıkarmaktadır. Ortadoğu ve kadın devrimi tasfiye edilmek istenmektedir. Günümüzde Arap, Ermeni, Asuri kadın ve halklarının iradi askeri örgütlenmesi, Birleşik Halklar Devrimini ortaya çıkarmıştır. Bunun yaratıcısı Önderliktir. Bundan dolayı Önderliğimize öfke duymaktadırlar.
Dördüncüsü: Özel savaş hükümetinin başı Tayyip Erdoğan, Ortadoğu’da mutlak hegemon güç olma peşindedir. Hedefine ulaşmasının önündeki tek engel Önderlik ve Özgürlük Hareketimizdir. Bunun dışında bir engel veya güç kalmamıştır. Bunun için ne olursa olsun tasfiyeyi gerçekleştirmek ve nihai sonuç almak istemektedir. Bu nedenle İmralı’da mutlak tecrit uygulamakta, Hareketimize karşı siyasi-askeri üst düzeyde teknoloji kullanarak saldırmaktadır. Bununla iktidarını korumak ve sürdürmek istemektedir. Varlığını, geleceğini buna bağlamıştır. Ama şimdiye kadar hedefine ulaşamamıştır. Erdoğan bunu başarmadığında sonunun hüsran olacağını bilmektedir. Bu yüzden Cumhuriyet tarihi boyunca isyanlarla bir tutulan Kürt sorununu ebediyen ortadan kaldırmak istemektedir. Kürtsüz cumhuriyeti kurarak tarihe geçmeyi ve böylece 21. yüzyılda güçlenmiş ve kazanmış olmayı hesaplamaktadır. Bunun için bu denli derin düşmanlık yapmaktadır.
Görüldüğü gibi halklara karşı savaş komplocu strateji ve taktiklerle yürütülmektedir. Kapitalist modernist güçlerin ve sahadaki aktif ortağı faşist Türk devletinin Önderlik ve Özgürlük Hareketi karşısındaki duruşu böyledir. Komplocu stratejinin yıl içinde pratikleşme düzeyini ele aldığımızda neler yapılması gerektiği de belirlenmiş olmaktadır. Savaş yıl içinde tüm Kürdistan’a kır ve şehire yayılmıştır. Hareketimizin genişliğine mevzilendiği tüm alanlarda savaş sürmüştür. Zaten 9 Ekim’de Rojava’ya yönelik başlatılan saldırılar devam etmektedir. 9 Ekim Uluslararası Komplo’nun başlama tarihidir. 9 Ekim 1998’de startı verilen Uluslararası Komplo’yu Önderliğimiz, İmralı duruşuyla boşa çıkarmıştır. Hareketimiz, halk bugüne kadar büyük bir mücadele vermiştir. Komplocu güçlerin amaçlarının tersine dünyanın gündemine oturan kadın özgürlük ve halk özgürlük hareketi olduk. Bu, komployla hesaplaşmadır. Ancak komplocu güçler amaçlarında ısrarlı olup Hareketimizin öncülük ettiği tüm gelişmeleri, kazanımları tamamen ortadan kaldırmaya kilitlenmişlerdir.
Özgürlük için başkaldıran kadınlar değişimin gerçek gücüdür
Türk devleti-ABD, ardından Türk devleti-Rusya arasında yapılan anlaşmayla Kürtleri olası katliamdan kurtardıklarını kamuoyuna yansıtmaya çalıştılar. Kuşkusuz bu Kürtlere ve Özgürlük Hareketine karşı zorbalık ve teslimiyet dayatmasıydı. TC’nin sopasıyla Kürtleri tehdit etmekti. Oysa Rêber Apo’nun belirttiği gibi ABD, Rusya isteseydi Türklerin saldırısını bir saatte durdurabilirdi. Bunu yapmamalarının nedeni ideolojik ve paradigmasaldır. Amaçları yeni bir dünya sistemi şekillenirken Kürt sorununu kendilerine göre halledip Önderliğimizin paradigmasını alternatif olmaktan çıkarmak ve bunu savunan güçleri tasfiye etmektir.
Buna rağmen Kürt sorunu uluslararasılaşmış, Hareketimiz tüm saldırılara rağmen Üçüncü Dünya Savaşında taşıdığı değerler bakımından öncü, etkili, askeri, siyasi olarak bölge halklarıyla beraber güçlü pozisyondadır. Dünya demokratik kamuoyunun büyük desteği açığa çıkmış ve Başûr, Rojhilat, Bakur, Avrupa, Şengal, Mexmûr, Rusya Kürtlerin bulunduğu her yerde muazzam ulusal birlik ruhu yakalanmıştır. Faşist Türk devletinin tek amacı Rojava Özerk yapısını ortadan kaldırmak değildir. 21. yüzyılda Kürtleri statüsüz bırakmaktır. Bunu adım adım yapmak istemektedir.
Savaş topyekûn yürütülmektedir. PKK Hareketini, Kadın Hareketimizi ortadan kaldırırsa kuşkusuz Başûr’u da bu statüde tutmayacaktır. Başûr’da faşist Türk devleti, siyasi, askeri ve istihbari olarak geniş çaplı örgütlenmiştir. Buna rağmen yine de Başûr’da da Kürt oluşumunu kabul etmemektedir. Buna ‘büyük bir yanlış’ demekteler. Rojava’ya saldırırken ‘İkinci bir Güney oluşumuna müsaade etmeyeceğiz’ dediler. Mesele bir parçada izlenen siyaset değildir. Sorun Kürt halkı açısından varlık-yokluk sorunudur. Partilerin siyasal, ideolojik program ve hedeflerini aşan düzeyde soykırım dayatılmaktadır. Hareketimiz, bu gerçeği ısrarla tüm Kürt siyasi güçlere kavratmaya çalışmaktadır. Düşmanın değirmenine su taşıyan, PKK’nin imhası üzerinden kendisine varlık kazandıran KDP’yi bu pozisyondan çıkarmak için mücadele halindedir. Aksi halde Başûr’da risk altındadır. Yanlış politikalar günümüzü değil tarihsel olarak Kürtlere kaybettirecektir.
AKP Türkiye’de iktidara getirildikten sonra Ortadoğu’da, İslam coğrafyasında özel savaşı da her anlamda geliştirerek, derinleştirerek sürdürüyor. Suriye’de savaşın başlamasıyla faşist Türk devleti, alanda örgütlenmek için bunu fırsata dönüştürdü. Özel savaşı kurumlaştırıyor. Bu anlamda savaştaki vahşeti sadece DAİŞ’e bağlamak arkasındaki siyasi gücü görmemek yanlış olur. Bu vahşeti örgütleyen, her türlü imkanı sunan AKP ve başındaki Erdoğan’dır. AKP bunu DAİŞ eliyle yaptığından böylelikle bu vahşetten resmi sorumlu olmaktan kendisini kurtardığını sanmaktadır. Ömer Güney de tetikçiydi, DAİŞ de tetikçidir. İşleri bitince imha etmeleri karakterleri gereğidir. Ömer Güney’in de işi bittikten sonra ortadan kaldırıldı. Erdoğan, DAİŞ’le de işi bittikten sonra ortadan kaldırmaya yönelecektir.
Faşist Türk devleti, özel savaş yöntemleriyle Kürt halkının, kadınların, gençlerin tüm toplumun reflekslerini öldürmeyi amaçlıyor. Kesintisiz tutuklama, cinayet, tecavüz ve fuhuşla manevi, moral değerlerden düşürme, Kürtlük adına ne varsa ortadan kaldırma, ulusal, toplumsal kimlikten düşürme, çürütme, iradi olarak çökertme, yok etme siyasetini sürdürüyor. Sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik politikalarını askeri saldırılarla birlikte yürütüyor. Toplumumuzda yeniden ajanlığı, muhbirliği, devlet taraflılığını geliştirip yurtseverlik ölçülerinden düşürmeye çalışıyor. Apocu Hareketle siyasallaşmış, yeni moral değerler kazanmış Kürt toplumuna Şark İslahat Planı’nını güncelleyip uyguluyor. Halkımıza, yaşamasının tek yolunun Kürtlüğünü, tüm değerlerini terketmekten geçtiğini, bunu yapmayanları ise ölüm ve imhanın beklediğini her gün propaganda etmektedir. Kadınları, en geri konuma getirmek için çok özel planlarla çalışmaktadır. Mücadeleci, politik kimliği olan kadınlar başta olmak üzere kadınları hem hedeflemekte hem de cinsiyetçi toplum değerlerini derinleştirerek kadın şiddetini geliştirmektedir. Kadınları beden, ruh, zihin olarak tamamen sömürgeleştirmenin yasalarını çıkardığı gibi toplumda şiddeti, cinayeti, kadın kırımını, sonuna kadar geleneksel, erkeksi, tahakkümcü kültürü geliştirmektedir. Düşünsel, sosyal üretim yapan kurumlar, şahsiyetler AKP çıtasına vurularak ya kapatılmış, hapsedilmiş ya da işlemez duruma getirilmiştir.
Gençleri yozlaştırmak, mücadeleye yöneliminden vazgeçirmek için sanat, spor, uyuşturucu, cinselliği körükleyerek güdükleştirmeye çalıştırmaktadır. En iyi niyetlisini ise erken yaşta evliliğe özendirerek bunu sözde aile bağlarını güçlendirme olarak göstermektedir. Oysa gençleri erkenden büyük bir yük altına koyarak, sisteme, devlete bağlamaya, kıpırdayamaz duruma getirmeye çalışmaktadır. Yine sanat yoluyla yozlaşmayı, devrimci, mücadeleci değerlerden uzaklaştırmayı, köksüzlüğü, amaçsızlığı geliştirerek özelde gençliği hedeflemektedir. Bununla katılımların, serhildanların önünü almaya, Kürdistanla bağlarını zayıflatmaya çalışmaktadır.
Kadınların, gençlerin şahsında toplumun eğilimini yönlendirmeye çalışmakta ve kültürsüzlüğü geliştirmektedir. Kendi amaçları doğrultusunda kişilik, ruh, düşünce yapısı kazandırmaktadır. Tabii bunu eğitimle de yoğun yapmaktadır. Sanatsal faaliyetler, medyanın propaganda gücüyle, sosyal etkinlikleriyle topluma yoğun pompalanmaktadır. Kürdistan’ın nehirlerinde Dersim, Zap gibi alanlarda rafting sporunu geliştirmesi, Kürdistan illerinde kayak merkezleri, çeşitli eğlence merkezlerinin açılması soykırım politikalarının bir parçası olarak yapılmaktadır. Bu anlamda AKP normal bir siyasi parti değildir. AKP, Kürt düşmanlığı üzerinden kendisini var eden, her türlü çirkinliğin, tezgahın döndüğü kirli savaş, kontracılığı geliştiren özel savaş örgütüdür. AKP’lileşme, AKP’ye çalışma Kürtlüğe ihanettir.
Bu yıl da faşizme karşı büyük savaştık ve bunun yarattığı değerler oldu. Kadın-yaşam-özgürlük üçleminin bütünlüğü ortaya çıktıkça kadın özgürlük düşmanları da daha fazla birleşmektedir. Faşizmin asıl tanımı kadın düşmanlığıdır. Ve kadını yok ettikçe faşizm kurumlaşmaktadır. Faşist TC gerçeğinden söz ediyorsak bu demektir ki, faşizm kadını hedefleyerek topluma hakim olmak istemektedir.
Kadın öncülüğünde direnen toplum kazanacak
Her şeye rağmen kadınların direnişi müthiş oldu. Kadınlar ayaktadır. Sara, Rojbîn, Ronahîlerin çizgisini sürdürmekte kararlıdır. Hiçbir katliam kadınlara geri adım attırmayacak, aksine daha büyük bir öfke patlamasına, özgürlük çıkışına yol açacaktır. Kadınların, toplumun cesaret kaynağı özgürlük uğruna yaşamlarını feda eden kahraman şehitlerdir. Şehitler gerçeğini yaşatmanın yolu kadın ve halk düşmanlarından büyük hesap sormadır. Bu bilinçle alanlara çıkan kadınlar bu yılı ve özelde 9 Ocak Katliamı’nın bu yıldönümünü büyük eylemlerle karşıladı. Kadın birliği, özgürlüğü, örgütlülüğü ve özsavunma sistemi, toplumsal bilinç olarak en etkili bir biçimde kendisini gösterdi. Gençler, halk protestolarında en ön cephede yerlerini aldı. Elbette bunun bedeli büyük oldu. Düşman, partileşmiş kadın militanlığının öncülüğünde büyüyen Kürdistan Kadın Hareketinin rol ve etki düzeyini gördüğünden, daha fazla yönelecektir. Toplumu ayaklandıran, değişimi yaratan gerçek özne güç kadındır.
Bu dönemde de sistem güçleri, başkaldırıları polis, zorba güçleriyle bastırmaya çalışsalar da bu krizin öyle dönemsel olmadığını bilmekteler. Bu nedenle Ortadoğu’daki savaşın sonuçları ve kurulacak sistem, kapitalist sistemin geleceği açısından belirleyicidir. Biz de Üçüncü Dünya Savaşı’nda Kürt sorununu merkeze oturttuk. Kadın sorununu öne taşıdık. Ve sadece taşımakla kalmadık aynı zamanda çözümün adresi, direnişin, iradenin, yeniden insanlık değerlerinin kadın özgürlüğüyle korunacağını, yükseleceğini ispatladık, ortaya çıkardık, gösterdik. İnsanlık mücadelesinde ilham kaynağı olduk. En etkili, cezbedici, heyecan veren, umutları diri tutan ve pratiğini geliştiren Hareket oluyoruz. Yeni yükselen değerlerin odağıyız. Kürdistan dışında, dünyada insanlık, kadınlar yeni bir uyanışı derinden yaşamaktadır. Doğrudan kapitalist sistemi hedef alan eylemler gelişmektedir. Sistemle hesaplaşma, yeni bir toplumsal yaşamı kurmanın arayışıdır. Her yerde kadınlar, halk protestolarına, başkaldırılarına öncülük etmekte, damgasını vurmaktadır. Bu yeni bir durumdur. İnsanlık değerleri Kürdistan merkezli olarak Ortadoğu’da yeniden boy vermektedir. Ve bunu Hareketimiz temsil etmektedir. Dünyanın parlayan yıldızı Kadın Özgürlük Hareketi, dünyayı aydınlatacaktır. Bunun için her yerde kadın özgürlük mücadelesini yükseltmek ve küresel çapta örgütlenip direnişi süreklileştirmek bizim için esastır. Devrimci Halk Savaşı’nı geliştirerek gerçekleştireceğiz. Saraların, Çiçeklerin, Rozaların, Hewrîn Xeleflerin ruhu, iradesi ve kararlılığıyla bu yılı Önderliğe özgürlük yılı, kadın özgürlük yılı yapacağız. Kadın devrimini başardığımız oranda komploculardan, katillerden hesap sormuş olacağız.