PKK’nin kuruluşunun 45. yılına ilişkin PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan gazetemizin sorularını yanıtladı.
– Özgürlük Hareketi’nin grup dönemi ile PKK’nin ilanı sürecinde Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da siyasal ve toplumsal dinamikler nasıldı?
Hareket ve halk olarak 50. Önderlik yılını yaşıyoruz. 27 Kasım 1978 tarihinde kurulan PKK’nin 45. resmi kuruluş yılına giriyoruz. Öncelikle Partimiz’in kuruluş gününün, Parti Bayramı’mızın, başta Önder Apo olmak üzere, tüm yoldaşlara, yurtsever halkımıza ve devrimci demokratik dostlarımıza kutlu olmasını diliyoruz. İlk büyük şehidimiz Haki Karer yoldaş şahsında, 50 yıllık bu mücadelenin kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.
Bugünkü gelişmelerin önemini, PKK gerçeğini, mücadeleyle ortaya çıkarılanları, Önder Apo öncülüğünde yaratılan gelişmeleri doğru anlayabilmek için PKK’nin önderliksel doğuş, ideolojik grup ve partileşme sürecinin, dolayısıyla 1970’ler sürecinin doğru anlaşılması gerekiyor. O süreci doğru anlamayanlar, 50 yıllık tarihi özgürlük mücadelesi ile yaratılan büyük gelişmelerin anlam ve öneminin bilincine yeterince varamazlar. Dolayısıyla gelişmeleri, kazanımları göremezler. Onlara doğru sahip çıkıp daha da ilerletemezler.
PKK’nin ortaya çıkış koşulları
O halde PKK’nin ortaya çıkış koşullarının doğru anlaşılması, bugünü doğru anlamak ve doğru bir gelecek çizebilmek açısından gerekli oluyor. “Bugünkü duruma bakar, 44 yıl, 50 yıl öncesini anlarız” diyemeyiz. Bugünün koşulları ile 45-50 yıl öncesinin koşulları kesinlikle aynı değildir. Dahası çok köklü farklılıklar içermektedir. Bu geçen yarım yüzyılda dünyada, Ortadoğu’da, Türkiye ve Kürdistan’da çok büyük değişiklikler, gelişmeler yaşanmıştır. PKK mücadelesiyle yaşanan çok önemli gelişmeler de vardır. Kuşkusuz söz konusu bütün değişiklikler PKK’yle ve Kürt halkının mücadelesiyle olmamıştır. Ama PKK ve Kürt halkının mücadelesinin de ortaya çıkardığı, tarihi öneme sahip büyük gelişmelerin olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir.
Kuşkusuz 1970’ler Ortadoğu’sunu, Türkiye ve Kürdistanı’nı doğru ve yeterli anlayabilmek için de dünyanın durumunun doğru anlaşılması, iki kutuplu dünyanın nasıl ortaya çıktığının ve neleri ifade ettiğinin iyi bilinmesi gerekir. Aslında 20’nci yüzyıl dünyasını anlayabilmek gerekir. 20’nci yüzyıl dünyasını şekillendiren en temel olaylar neler oldu? Bu soru kapsamında yaklaşırsak birkaç temel gelişme üzerinde durabiliriz. Elbette bunlardan birincisi 1. Dünya Savaşı denilen, kapitalist modernite sisteminin küresel hegemonik bir güç haline gelmesine yol açan olaydır.
1. Dünya Savaşı, sadece dünya güçlerinin içinde yer aldığı bir savaş değil, aynı zamanda küresel bir devletçi sistemin ortaya çıkmasına yol açan savaştı. Kuşkusuz devletçi sistem Sümer’den itibaren her zaman hegemonikti. Merkez ve çevreden oluşuyordu, merkezi yapısı esastı. Fakat tüm yer küreye hâkim olan bir sistem değildi. Bu durum 1. Dünya Savaşı’yla ortaya çıktı. Onun için bu savaşa “Devletler tarafından tüm dünyanın ele geçirilmesi ve yeniden paylaşılması savaşı” denildi. 1. Dünya Savaşı’yla birlikte devletçi sistemin ele geçirmediği bir karış toprak parçası kalmadı.
Devletçi sistem içinde gelişen iki hegemonik merkez olarak, İngiltere ve Almanya arasında dünyanın yeniden paylaşımı için büyük bir savaş verildi. Ortadoğu’nun bugün de var olan siyasi coğrafyası ise tamamen 1. Dünya Savaşı’nın sonuçlarına göre çizildi. 1. Dünya Savaşı’ndan önce bambaşka bir Ortadoğu coğrafyası vardı. Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın büyük bir kısmına, batısına hâkimdi. Doğusunda ise İran Şahlığı bulunuyordu. 1. Dünya Savaşı’yla böyle bir Ortadoğu’dan 25’ten fazla ulus devletin ortaya çıktığı bir Ortadoğu’ya geçiş yaşandı. Dolayısıyla günümüzde hala sürdürülmeye çalışılan siyasi yapı budur.
1. Dünya Savaşı’yla birlikte yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan diğer önemli olay, kuşkusuz 1917 güzünde Rusya da gerçekleşen Sosyalist Devrim’dir. Bu devrim de 1. Dünya Savaşı gibi 20’nci yüzyıl dünyasının şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadı.
1. Dünya Savaşı devletçi sistemin yer küreyi tümden işgal etmesine ve kendi arasında yeniden paylaşmasına yol açtı. Rus Devrimi de bu paylaşımda dünyayı iki kutba böldü. Rus devriminin yarattığı Sovyetler Birliği ve müttefikleri bir kutup oldu, önce İngiltere daha sonra da ABD öncülüğündeki Batı sistemi denen devletçi yapı da diğer kutup oldu. Söz konusu kutuplaşma yüzyılın üçüncü büyük olayı olan 2. Dünya Savaşı sonrasında çok daha net ve somut hale geldi. Almanya’nın sürece müdahalesiyle başlayan savaş, Hitler faşizminin yenilgisiyle sonuçlandı. Dünya siyasi coğrafyasının çiziminde bu durum önemli bir rol oynadı. Bir yandan Sovyetler Birliği’nin gücü, etkinlik alanı artarken, diğer yandan İngiltere öncülüğü yerini ABD öncülüğüne bıraktı. Dolayısıyla ABD öncülüğünde bir kapitalist batı sistemi, Sovyetler öncülüğünde de bir reel sosyalist doğu sistemi ortaya çıktı. Dünya sistemi böylece iki kutba ayrıldı.
Bunları birleştiren yapı olarak Birleşmiş Milletler (BM) ismiyle dünya devletler birliği kuruldu. 2. Dünya Savaşı öncesinde de Cemiyeti Akvam olarak bu vardı. Milletler Cemiyeti söz konusuydu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bu birlik BM ile sürdürülmek istenildi. BM’nin esas rolü ABD ile Sovyet bloğu arasındaki sorunları çözmekti. Her iki blok da kendisini ideolojik, ekonomik, siyasi ve askeri olarak şekillendirmişti. ABD öncülüğünde NATO oluşturulurken, Sovyetler Birliği öncülüğünde de Varşova Paktı kurulmuştu. Böylece dünya da her türlü olay bu iki kutup arasındaki ilişki ve çelişkiye, dolayısıyla çatışmaya bağlanmıştı.
Her şey bu iki kutup arasındaki mücadeleye bağlı gelişiyordu. Bunun dışına çıkılamıyordu. İşçi ve emekçilerin mücadelesi, sosyalizm mücadelesi, kadınların özgürlük mücadelesi, halkların ulusal kurtuluş mücadelesi, tamamen bu iki blok arasındaki mücadeleye bağlanmıştı. Bu da giderek işçi ve emekçilerin sosyalist mücadelesini, kadınların özgürlük mücadelesini geriye itti. Halkların ulusal kurtuluş mücadelesi bir dönem gelişme gösterdi, etkinlik sağladı, sürece damgasını vurdu ama onlar da ideolojik özü zayıflayarak, yüzeyselleşerek, dar ulus devlet çizgisinde yürüdüler ve sonuçta yine mevcut ulus devlet sisteminin bir parçası olmaktan kurtulamadılar. Ulusal bağımsızlık gibi iddialı kavramlar giderek etkisini yitirdi. Böylece ortaya çıkan sonuçlar da sisteme bağlı sonuçlar haline geldi. Öyle ki, ekonomik, sosyal, siyasi, ideolojik mücadele bu iki blok arasında tıkandı, kilitlendi.
1970’li yıllar bu gelişmelerin doruk noktasını ifade ediyor. Hem gelişmeler iki blok düzeyinde en ileri noktaya vardı, hem de bloklar arası tıkanma, kilitlenme en ileri noktaya ulaştı. ABD blokunun çelişkileri, baskı ve sömürü yüzü ortaya çıkarken, Sovyet bloğunun da pratikte gerçekleşen siyasi yapılanmayla ideolojik ilkelerin çelişmesinden dolayı, kendi içinde çözümsüzlüğü yaşaması, yaşanan toplumsal sorunlara çözüm olmak bir yana onları daha da ağırlaştırması durumu ortaya çıktı.
Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’daki durumu da belirleyen, koşullandıran dünya durumu böyleydi. Bu hegemonya, kutuplaşma ve kilitlenmeden kurtulmak için Ortadoğu halkları, çeşitli siyasi güçler, büyük bir arayış içerisindeydi. İdeolojik akımlar gelişiyor, yeni siyasi örgütlenmeler ortaya çıkıyor, Ortadoğu’nun değişik alanlarında bu durumu aşabilmek, ya da en azından böyle bir durum içerisinde kendisine yaşam hakkı bulabilmek için yoğun bir mücadele yaşanıyordu.
70’ler sürecinde Arap milliyetçiliği
1970’lerin Ortadoğu’sunun önemli bir belirleyeni Arap alemidir. 2. Dünya Savaşı ardından gelişen Arap milliyetçiliğinin Mısır’dan başlamak üzere Suriye’de, Irak’ta elde ettiği başarılar, yeni Arap ulus devletlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Arap milliyetçiliği hem parçalıydı hem de birleşmesi için “Arap Birliği” adı altında yapılanmalar geliştiriliyordu. Bunlara en çok etki eden Filistin direnişiydi. Filistin direnişi etrafında biraz Arap milliyetçiliğinin radikalizmi, birlikten yana olma durumu vardı. Fakat giderek 70’ler sürecinde Arap milliyetçiliği, radikalizmini bitirmişti. Başta Mısır olmak üzere, Suriye, Irak gibi alanlarda eski radikalizmi gittikçe yok oluyordu. Sistemle uzlaşma, batı sistemiyle uzlaşarak oraya entegre olma eğilimleri, Mısır’ın İsrail’le anlaşmasıyla başlamıştı ve bu giderek bütün Arap siyasetini derinden etkiler bir noktaya ulaşmıştı. Filistin direnişi bunu önlemek için çaba harcasa da çok fazla engelleyici bir gücünün olmayacağı görülüyordu ama yine de başta Lübnan olmak üzere birçok alanda milliyetçi radikalizmi temsil eden, dünya halklarının bu yönlü mücadelelerine destek veren, ev sahipliği yapan bir Filistin direnişi söz konusuydu.
Diğer cephe olan Türkiye cephesi, 1970 başında önemli bir çatışma yaşamıştı. Aslında 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonraki süreçte ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye’deki değişim dönüşüm istemi 1970 başında büyük bir mücadeleye dönüşmüştü. Bunda aydın gençlik öncülüğü esastı. Bunun 1968 Dünya Gençlik Devrimi’yle de bağlantısı vardı. Başta Avrupa olmak üzere, başka alanlarda 1968 sürecinde gelişen gençlik devrimi Türkiye ve Ortadoğu’nun diğer alanlarına ancak 1970 başından itibaren yansıyabilmişti. Bu temelde tekçi resmi ideolojiyi aşan zihniyet devrimine dayalı, büyük bir demokratik devrim, Türkiye’de gelişimini gençlik öncülüğünde 1970 başında yaşadı. Dev-Genç hareketliliği, THKP-C, THKO ve TİKKO gibi devrimci gençlik hareketinden çıkan, devrimci örgütlerin silahlı direnişleri, gerillaya yönelmeleri Türkiye’yi yeni bir gelişme sürecine soktu.
Aslında 1920 başından itibaren kurulan Cumhuriyet bir yol ayrımına gelmişti. Faşist oligarşik bir diktatörlük mü olacak yoksa demokratik bir cumhuriyete mi evrilecekti? Çatışmanın ana ekseni buydu. Bu anlamda cumhuriyeti demokratikleştirmek için gençlik öncülüğünde büyük bir mücadele verildi. Buna bütün aydınlar, orta kesimler katıldı. İşçi sınıfı, DİSK öncülüğünde sendikal örgütlülüğünü geliştirerek, böyle bir mücadelede önemli bir yer aldı. Gerçekten de parçalı da olsa demokratik devrim güçleri belli bir bilinç ve örgütlülüğe sahipti. Kendi düzeylerinde bir eylemliliğe de yöneldiler.
Bunu kendisi için tehlikeli gören ABD ve NATO, yine onların işbirlikçisi olan tekelci burjuvazi, 12 Mart 1971 askeri darbesi ile bu sürece müdahale etti. Cumhuriyetin demokratikleşmesini isteyen güçleri ezerek, cumhuriyetin faşist oligarşik temelde yeniden yapılanması sürecini başlattı. Aslında, daha sonra bazıları bu gelişmeye “2. Cumhuriyet” de dedi. 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesiyle böyle bir 2. Cumhuriyet kuruluşunun önü açıldı. Türkiye’deki devlet sistemi yeniden yapılandırıldı. 12 Eylül darbecileri kendilerini kurucu irade olarak ilan ettiler. Bir yandan M. Kemal ve arkadaşlarına dayanırken diğer yandan kendilerini yeni kurucu irade olarak göstermekten geri durmadılar. Böylece faşist oligarşik yapı, dış bağlantısı olan NATO ile sürece müdahale etmiş oldu.
Demokratik cumhuriyet arayan güçler ezildi, örgütsel güçler yenilgi yaşadı. Aslında ‘70’li yıllarda bu çatışmalar devam etti. Fakat bu sürece müdahale eden temel güç PKK oldu. PKK öncülüğünde yeni bir Kürt özgürlük direnişinin gelişimi, demokratik cumhuriyet güçlerinin tümden yenilgisini önledi. Faşist oligarşik yapının tamamen zafer kazanmasına, hâkim hale gelmesine fırsat vermedi. Dolayısıyla ‘70 başında Türkiye’nin büyük kentlerinde işçi ve gençlik eylemleri olarak gelişen demokratik devrim süreci, 1980’lerin ortasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle Kürt gerillası arasında Kürdistan’ın özgürlüğü için yürütülen bir savaş durumuna dönüştü. Kürtler kendilerini PKK biçiminde örgütleyerek, özgürlük mücadelesine, savaşına seferber ettiler. Bu mücadele aynı zamanda 1970 başında gündeme gelen, Türkiye Demokratik Devrim Hareketi’nin sürdürülmesiydi. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi mücadelesiydi.
1970’li yıllarda Ortadoğu’nun doğusu da hareketliydi. Şahlık diktatörlüğüne karşı, değişik toplumsal kesimlerin, gençlerin, kadınların, emekçilerin mücadelesi giderek gelişme gösterdi. Şahlığın saldırıları karşısında, şiddeti de içeren bir mücadeleye düzeyi ortaya çıktı. Sonuçta PKK’nin resmi kuruluşundan iki buçuk ay sonra, 1979 Şubat’ında İran’daki Şahlık rejimi yıkıldı.
İran’da Şahlığın yıkılması Ortadoğu’da devrim rüzgarı estirdi
Aslında bölgenin doğusu, tarihsel olarak özgürlük akımlarının düşünsel ve pratik olarak en çok geliştiği zemin olan İran, yeni bir devrimci sürece girdi. İçinde birçok eğilimi barındıran ama esas olarak kapitalist modernitenin temsilcisi konumundaki İran Şahlığını yıkan, dolayısıyla alternatif modernite geliştirmeye açık büyük bir devrimdi. Daha sonrasında İslami akım bu devrime hâkim oldu. Adını İslam devrimine dönüştürdü. Örgütlendirilen siyasi yapıya “İslam Cumhuriyeti” denildi.
Fakat baştan itibaren devrim, sadece bir İslam devrimi ve daha sonra ortaya çıkan İslami cumhuriyet değildi. Aslında İslam cumhuriyetiyle moderniteyle yeniden bütünleşme, buluşma sağlandı. Alternatif modernite arayışı ezildi, tasfiye edildi. Demokratik modernitenin gelişimine Humeyni ve Hamaney rejimleri tarafından izin verilmedi. Özellikle de Hamaney ve Rafsancani’nin Humeyni’nin ölümü ardından ittifak yapıp, kendilerini hâkim kılan adımları, İran Devrimi’nin sonuçlarını daha da gericileştirdi, küresel sermaye sistemiyle daha fazla bütünleştirdi. Adeta bir darbe karakteri taşıdı. Fakat devrimin başlangıcı böyle değildi. Bütün akımların bir ittifakı söz konusuydu. Böyle bir ittifak temelinde İran’da Şahlığın yıkılması Ortadoğu’da büyük bir devrim rüzgârı estirdi.
Söz konusu devrim bölgede hızla yankı yaptı. Bütün özgürlük arayışlarını, akımlarını ateşledi. Siyasi yapıyı, siyasi ilişki ve çatışmaları büyük ölçüde değiştirdi. En önemlisi Kürdistan üzerindeki ortak siyasi yönetimi işlemez kıldı. Hemen 19 Eylül 1980’de başlayan Irak-İran Savaşı’yla birlikte Kürdistan üzerindeki ortak yönetim tümden ortadan kalktı. Böylece bölge ve Kürdistan, Irak-İran Savaşı’yla ilgili olan bir konum kazandı.
PKK’nin ilanı ardından, önce İran Devrimi, ardından 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi, hemen onun ardından da Irak-İran Savaşı gündeme geldi ki, 1980’li yıllarda Kürdistan’da ve Ortadoğu’da yaşanan ideolojik siyasi gelişmeleri büyük ölçüde bunlar belirledi. Böyle bir süreçte Türkiye devrimci güçleri iyice zayıflamış, 12 Eylül faşist-askeri darbesinin saldırıları karşısında ezilmişlerdi. Hâkim yönetim Turgut Özal yönetimi oldu. İran-Irak Savaşı’nın yol açtığı çatışmalı durumdan Özal yönetimi de esas itibariyle ekonomik kazanç sağlama, her iki ülkeyle de daha fazla ticaret yaparak, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik bunalımları giderme çabası içerisinde oldu. Türkiye’nin çok fazla etkinlik göstermesi, toplumsal dinamiklerin harekete geçmesi durumu yaşanmadı. 12 Eylül faşist askeri darbesinin hâkimiyeti söz konusu oldu.
Kürdistan açısından ise zaten daha öncesinden geleneksel direnme dinamikleri, yani isyan dinamikleri ezilmişlerdi. Kuzey Kürdistan’da 1925-40 arasındaki dönemde yenilip ezildiler. Rojhilat Kurdistan’ında, 1946-47’de Mahabat Kürt Cumhuriyeti girişiminin ezilmesiyle bu dinamik darbe yedi. Şahlığın yıkılması ardından Kürdistan’da belli bir hareketlenme olsa da mevcut partiler süreci yeterince değerlendirip gelişme gösteremediler. Dolayısıyla devrimde İslami hâkimiyet, Rojhilat Kürdistan’ı da yeniden işgal edip, egemenlik altına almayı başardı. Bu noktada, Irak’la yürüttüğü savaş ve Barzani KDP’siyle kurduğu ilişkiden de güçlü bir şekilde faydalandı.
Başûr’da yönetimin işbirlikçi karakteri yenilgiyi getirdi
Başûr’da ise geleneksel dinamiklerin isyancı duruşu 70 başında en ileri düzeye çıkmıştı. Adeta Güney Kürdistan’a otonomi kazandıracak ileri bir düzey ortaya çıkmıştı. Fakat yönetimin işbirlikçi karakteri, tamamen ABD ve İran’la bağlı konumu, 1975 başında Cezayir’de Irak ve İran yönetimlerinin anlaşması ardından tamamen yenilgiye uğradı. Barzani önderliği “Aşbetal” ilan etti. Böylece dört parça Kürdistan’da, geleneksel isyan dinamikleri ezilip tasfiye olmuş, aslında tarih sahnesinden silinmiş oldular.
Kuzey Kürdistan’da 1950’den sonra çok cılız bir biçimde aydın hareketleri gözüktü. 50’li yılların sonu ve 60’lı yılların başında 49’lar Davası var. 60’lı yıllarda, Türkiye’de darbe ardından gelişen duruma bağlı olarak da Başûr’daki KDP’ye bağlı, KDP örgütlenmesi deneyimlerine dayanan bir DDKO örgütlenmesi ortaya çıkmaya başladı. Fakat 12 Mart ‘71 Darbesi ardından Türkiye’deki devrimci gençlik hareketlerinin ezilmesine paralel Kürdistan’daki bu gelişmeler de ezildi. DDKO kapatılıp ortaya çıkardığı gelişmeler ezilir, tasfiye edilirken, KDP biçimindeki gelişmelerin önderleri Kuzey’de ve Güney Kürdistan’da provakatif girişimlerle katledilerek, KDP tasfiyeye uğratıldı.
Kuzey’de Faik Bucak, Güney’de ise Dr. Şivan ile Sait Elçi’nin, aslında Özel Harp Dairesine bağlı, içinde Barzanilerin de olduğu çeşitli komplolarla katledilmesi, KDP adıyla geliştirilmek istenen hareketleri de etkisiz kıldı. Böylece orta sınıfa dayalı olarak geliştirilmek istenen eğilimler de öyle çok fazla gelişme gösterip mevcut önderlik boşluğunu dolduramadılar. Tarihten silinen geleneksel isyancı önderliklerin yerine, yeni önderlikler haline gelemediler. Orta sınıfın karakteri gereği, daha pasif, uzlaşmacı, teslimiyetçi, reformist bir milliyetçi çizgi izlediler. Tamamen sistem içi, sistemi reformize etmeyi hedefleyen, sınırlı hareketler konumunda kaldılar. Böyle bir ortamda Apocu Önderliksel Doğuş, PKK’nin ideolojik grup olması ve partileşme süreci gelişti.
Önder Apo’nun çıkışı, tamamen böyle bir sürecin içerisinde oldu. Sürecin hemen başlangıcında, Türkiye’deki devrimci gençlik hareketinin önderlerinin katledildiği, örgütlerinin dağıtıldığı; Kürdistan’da ise, geleneksel direnişçiliğin KDP şahsındaki son kalıntılarının da yenilip tarih sahnesinden silindiği, küçük burjuva akımların etkili olacak bir gelişme kaydedemediği, tamamen Kürt varlığını ve özgürlüğünü savunma adı altında, aslında soykırımın bir uzantısı konumuna gelme durumunun yaşandığı bir ortamda, PKK’nin önderliksel doğuşu ve partileşmesi gerçekleşti.
Önderliksel çıkış 1973 başından itibaren Türkiye’deki devrimci gençlik içerisinde, yine Kürt gençliği içerisinde, giderek varlık ve etkinlik göstermeye başladı. 1970’lerin ilk yarısında böyle bir önderliksel doğuş etrafında, yüksek öğrenim gençliğine bağlı olarak, Apocu gruplaşma gerçekleşti. 1970’lerin ikinci yarısına girişle de bu ideolojik grup Kürdistan’a taşırılarak, ‘76-77 sürecinde bir gençlik hareketi haline, Kürdistan Devrimci Gençlik Hareketi haline getirildi. 1978 yılının 27 Kasım’ında, Amed’in Lice ilçesinin Fis köyünde yapılan kuruluş kongresiyle partileşme gerçekleştirildi. Böyle bir ideolojik-politik gelişim PKK ismiyle kendisini partileştirdi, kurumlaştırdı. Hilvan direnişiyle ilk etkisini gösterdi. ‘79’daki Siverek direnişiyle de kendi ilanını ortaya çıkardı. Yeni bir Kürt direnişinin başladığını Kürt halkına, Türkiye ve dünya kamuoyuna ilan etti.
Aslında tamamen kendi özgünlükleri temelinde, Önder Apo’nun düşünce ve yaşam tarzına dayalı olarak gelişen bir hareket oldu. Ama yaşanan boşlukları, zayıf ortamları da değerlendirdi. Gerçi sömürgeci-soykırımcı sistem, boşluk bırakmamak temelinde egemenlik kurmuştu. Kürdistan üzerindeki soykırımcı egemenlik bu şekilde oluşmuştu. Ama ‘70 başından itibaren, rejimin kendi içinde yaşadığı çelişkiler, Türkiye’de rejim ile demokratik güçler arasındaki çatışma, resmi ideolojinin kırılması, Kürdistan’da geleneksel isyancılığın son kalıntılarının da yenilmesi, Kürt toplumu üzerindeki sömürgeci hâkimiyette hafif gedikler açtı. Bunlar çok sınırlı gediklerdi. Ama Önder Apo bunları çok iyi gördü, çok iyi değerlendirdi. Bunlardan ustaca yararlanmayı bildi. PKK’yi tamamen çok sınırlı ve zayıf imkânlara dayanarak, eğitip örgütlemeyi ve geliştirmeyi başardı. Kürdistan’ın, Kürt toplumunun taşıdığı özgürlükçü ve devrimci dinamik, yeni bir tarihsel sürece Önder Apo ve PKK öncülüğüyle bu biçimde girdi.
PKK’nin yarattığı gelişme, tarihte oynadığı rol çok kapsamlı
– PKK Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu halkları açısından siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak ne tür kazanımlar yarattı ve hangi değişimleri ortaya çıkarttı? Nasıl bir tarihsel rol oynadı?
1970’lerin ortalarından itibaren kısmi bir düşünce gücüyle, ideolojik siyasi mücadele sahnesine giriş yapan PKK, 50 yıllık mücadele sonucunda, sadece Ortadoğu’yu değil, dünyayı bile derinden etkileyen, dünyada yaşanan çelişki ve çatışmaların yönünü belirleyen bir güç haline geldi. Bu bakımdan PKK’nin Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da yarattığı gelişmeler çok yönlüdür ve bunların hepsi büyük öneme sahiptir. Söz konusu gelişmeler sadece kendi yerel alanıyla da sınırlı değildir. Günümüzde küresel etkisini daha fazla geliştirmekte, başta kadınlar ve gençler olmak üzere tüm insanlığı, ezilenleri etkilemektedir. Bu bakımdan PKK’nin yarattığı gelişmeler, tarihte oynadığı rol, çok kapsamlı bir konudur. Öyle dar, sınırlı yaklaşmamak lazım. Örneğin günümüzde Ortadoğu’da, 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı siyasi coğrafyayı en fazla zorlayan Kürdistan özgürlük mücadelesidir ve bunu da yürüten güç PKK’dir. Dolayısıyla küresel düzeyde alternatif bir siyasi coğrafya öngörüyor. İngiltere ve Fransa’nın yaratmış olduğu ve ABD tarafından da sürdürülmeye çalışılan siyasi yapıyı değişime zorluyor. Bunu sadece dar siyasi çerçevede yapmıyor, bir de ideolojik bakımdan yapmaya zorluyor. Ortaya çıkarılan ulus devletçiliği aşarak demokratik ulus çizgisini dayatıyor ki, bu temelde de sadece siyasi sınırları değiştirme zorlamasında bulunmuyor. Aynı zamanda ulus anlayışını, yeni ulusal örgütlenmelerin ortaya çıkartılması bakımından da ulus devletçiliği aşan bir zihniyeti ve siyasi çözüm pratiğini ortaya çıkarıyor. Bu anlamda da kapitalist modernitenin çözüm diye ortaya koyduklarının nasıl çözümsüzlük olduğunu gösterip yeni çözümler üretiyor.
Diğer yandan reel sosyalizm 1990’lar başında iç çelişkilerinden dolayı çöktü. Çünkü ideolojisiyle siyaseti uyumlu olmadı. Siyaset ideolojiye hükmeder hale geldi. Özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi, paylaşım gibi ideolojik ilkeler, hegemonik devlet siyasetinin çıkarlarına kurban edildi. İdeoloji, böyle bir kurban olmayı kabul etmedi. Yaşanan ideolojik siyasi çelişki, Gorbaçovculuk tarafından aşılamayınca çözülüş, çöküş gerçekleşti. Bu, açık olan ve Önder Apo tarafından çok kapsamlı bir şekilde değerlendirilen bir durumdur.
Sovyetler Birliği’nin kendi iç çelişkileri temelinde çözülme yaşadığı bir gerçek ama bunun dış bağlantıları da kuşkusuz vardır. Kendi içinde ideolojiyle siyaset arasında yaşadığı çelişkilerin, işçilerin, emekçilerin, kadınların, halkların mücadelesine de ciddi biçimde yansıması söz konusudur. Bu konuda en fazla sorunlu olan yerin Kürt siyaseti olduğu, Kürt halkına ve onun özgürlük mücadelesine yaklaşım olduğu da bilinmektedir. Sovyetler Birliği kuruluş sürecinde Türkiye’de Kemalist hareketi desteklemiştir. Sovyetler Birliği’nin desteğini alan Kemalist hareket, bu destek döneminde Kürdistan’da soykırım uygulamış, Kürt dinamiklerini ezerek, soykırımcı bir hâkimiyet kurmuştur. Bunun halkların kendi kaderini tayin hakkıyla, özgürlük ve eşitlik hakkıyla bağı var mıdır?
Dikkat edilirse burada Sovyetler Birliği’nin devlet siyasetinin çıkarları, sosyalizmin ideolojik ilkelerinin üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Sosyalist ilkeler, devlet siyasetine kurban edilmişlerdir. Bu sadece Kuzey Kürdistan için geçerli değil. 2. Dünya Savaşı ardından Rojhilat Kurdistan’ında yaşanan da aslında Kuzey Kürdistan’dakinin bir benzeridir. Mahabad Kürt Cumhuriyeti karşısındaki duruş, Şahlıkla ilişkileri, yine kurban edilen Kürt halkı ve onun özgürlük davası olma sonucunu doğurmuştur.
Aslında Arap alemi ve Güney Kürdistan’la ilişkileri de pek farklı olarak değerlendirilemez. Kısaca Sovyetler Birliği kendi iç çelişkileriyle ‘90 başında çözüldü. Ama bu çözülüşte Kürt halkına, onun özgürlük mücadelesine yaklaşımı da önemli bir yer tuttu. PKK’nin ortaya çıkardığı gelişmeler, ideolojik-siyasi değerlendirmeler, 15 Ağustos 1984’ten itibaren gerilla hareketinin Kürdistan’da ve Türkiye’de yarattığı sonuçlar, aslında Sovyetler Birliği sisteminin Kürt varlığı ve özgürlüğü karşısında nasıl sorunlu, hâkimiyetçi, çıkarcı ve güncel siyasetlere sosyalist ideolojiyi kurban eder bir pozisyonda olduğunu net bir biçimde gösterdi. PKK’nin geliştirdiği sosyalist çizgi, düşünceler, aslında Sovyetler Birliği’nin siyasi çıkarlar üzerinden yürüttüğü sosyalizmi teşhir etti. Dolayısıyla PKK mücadelesinin halkların özgürlüğü noktasında, yine sosyalist ideoloji bakımından geliştirdiği aydınlanma, Sovyetler Birliği’nin çökmesinde önemli rol oynadı.
PKK bir aydınlanma hareketi, bir zihniyet devrimi olayıdır
Şimdi bütün bunlar bakımından ele aldığımızda PKK mücadelesinin Kürdistan’dan başlamak üzere Türkiye’de, Ortadoğu’da ve tüm dünyada büyük bir aydınlatma, aydınlanma hareketi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 1. Dünya Savaşı içinde ve sonrasında, ulus devlet çıkarları kapsamında kurulan kapitalist modernite sisteminin nasıl böl yönet politikası izlediği, emperyalist tahakküm kurduğu, nasıl bir çelişki ve çatışma ortamı yarattığı, özünde ulus devlet sistemini geliştirme temelinde, soykırıma açık bir zihniyeti ve siyaseti temsil ettiğini net bir biçimde gösterdi. Kürt gerçeğinin, Kürt sorununun, Kürdistan’a dayatılan inkâr ve imhanın, dolayısıyla soykırımcı zihniyet ve siyasetin açığa çıkarılması, kapitalist modernite sisteminin, reel sosyalizmin, TC sisteminin aydınlatılması, doğru anlaşılması bakımından güçlü bir aydınlanma ortaya çıkardı. Bu çok çok önemlidir.
Aslında bu birçok maskeyi düşürdü. Birçok yalanı, demagojiyi, hileyi ortadan kaldırdı. Hakikati açığa çıkardı. Fransa-İngiltere-ABD tarafından kurulan sistemin, yine Sovyetlerin nasıl bir sistem olduğunu daha anlaşılır bir biçimde ve net olarak herkese gösterdi. Söylemdeki birçok demagoji, özgürlükten, insan haklarından, demokrasiden dem vuran yaklaşımların, hep kendi çıkarını sürdürmek için kamuflaj olduğunu herkese gösterdi. Tam bir deşifrasyon yarattı. Hakikat algısındaki tüm çarpıtmaları ortadan kaldırarak insanlığın hakikat algısında yeni bir düzeltme, yeni bir tanım geliştirdi.
Kürt varlığı ve özgürlüğü kadın özgürlüğü ile birleştiğinde tamamen böyle bir gerçekliği ifade ediyor. Bu bakımdan da Avrupa’nın Rönesans, Aydınlanma, Reform dönemlerinden söz ediliyor. Onlar kuşkusuz değerlidir. Hafife almamak lazım ama PKK devriminin onlardan daha ileri düzeyde bir aydınlanma hareketi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yarım asırlık PKK mücadelesinin, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin, Önder Apo’nun çabalarının tarihsel olarak insanlık gerçeğinin en güçlü bir biçimde aydınlatılması ve yeniden tanımlanması, yeni bir hakikat algısının yaratılması olduğu tartışma götürmeyen bir gerçek. Öncelikle bu gerçekliği görmemiz lazım. Eğer kazanımdan söz edeceksek bu kazanımdan söz etmeliyiz. Bu tarihin en büyük zihniyet devrimlerinden birisidir. PKK siyasi-askeri-ekonomik-kültürel devrimden önce büyük bir zihniyet devrimi olayıdır. Önder Apo buna “Zihniyet ve vicdan devrimi” dedi. Bunları gerçekleştiren büyük bir entelektüel devrimdir. Bu gerçekliği görmek lazım ve bu entelektüel devrimin sadece Kürdistan’la sınırlı olmadığı, bütün dünyayı, insanlığı içine aldığı, sadece Kürt kadınıyla sınırlı olmadığı bütün kadınlara, gençlere hitap ettiği açık bir gerçek.
Bunu son yarım yüzyılın en büyük kazanımı olarak görmemiz lazım. Bu dünya açısından da böyledir. Önderliksel gerçekleşme, paradigma değişimi, yine demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayla birlikte bütün ezilenlere kurtuluş yolunu gösteren yeni bir Önderliksel gerçekleşme ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bunun da şimdiye kadar en çok Kürdistan, Türkiye ve kısmen de Ortadoğu üzerinde etkisi var. Bu durum daha yeni yeni insanlığı etkiliyor ama dar, yerel, bölgesel değildir. Küresel düzeyde bir gelişmedir. Dolayısıyla etkisi küresel düzeyde, güçlü bir biçimde yayılacak ve yeni durumları ortaya çıkaracak, zihniyet ve vicdan devrimlerini yaratacak. Hakikat devrimini bütün insanlığın önüne koyacak, bütün halklarda, insanlık içerisinde zihniyet ve yaşam tarzı devrimlerini gerçekleştirecek. Bu Kürdistan’da, Kürt Kadın Devrimi öncülüğünde başlamış ve giderek Ortadoğu’ya, bütün dünyaya ve kadınlara, kadınlar öncülüğünde bütün toplumlara yayılacaktır. En büyük kültürel devrim böyle yaşanacak, böyle gerçekleşecektir. Yeni zihniyet, yeni bakış açısı, yeni vicdan, yeni ahlak, yeni ideolojik ilkeler ve ölçüler, yaşam tarzı ortaya çıkacaktır. Bunun büyük mücadelesi başlamıştır. Önümüzdeki süreçte bu mücadele çok daha güçlü gelişecektir.
PKK küresel hegemonya karşısında direnebilen yeni bir güçtür
İktidar ve devlet sisteminin ve onun son modernitesi olarak kapitalist modernitenin, kendisini tek ve alternatifsiz gösterme yaklaşımı artık son bulmuştur. Önderlik ve PKK gelişimi paradigma değişimiyle ve Kürdistan’daki pratikle yeni ve alternatif bir dünyanın var olduğunu ilan etmiştir. Artık yeni olan, gelişmeye açık olan kesinlikle budur. Buna bağlı olarak, bunun ötesinde siyasi-sosyal-askeri gelişmelerden de söz edilebilir. Örneğin günümüzde Zap, Metîna, Avaşîn merkez olmak üzere Kürdistan’ın dört bir yanında özgürlük savaşı yürüten gerillaya karşı saldırıları sadece AKP-MHP faşist diktatörlüğü ya da TC Devleti yürütmüyor. Yine bu devlet sadece İran’dan, Suriye’den, Irak’tan, KDP’den güç ve destek almıyor. Esas olarak desteğini NATO’dan, Rusya’dan, mevcut iktidar ve devlet sisteminin hepsinden alıyor.
Küresel iktidar ve devlet güçlerinin hegemonya için yürüttükleri saldırılar karşısında direnebilen, varlık ve özgürlük mücadelesi yürüten yeni bir güç var. Kürt halkının öz savunma gücü var, Kürt kadının öz savunma gücü, yani gerilla var. Bu çok önemli askeri bir gelişmedir. Kürdistanı aşan, aslında bütün halklar için, tüm ezilenler için örnek oluşturan bir gelişme demek. Sosyal devrim, kültürel devrim boyutu esastır.
PKK zihniyet ve yaşam tarzı devrimini temsil ediyor. Bu tümüyle bir ideolojik devrim, ahlaki devrim anlamına geliyor ki, bu yeni bir ahlakın, yeni bir kültürün yaratılmasıdır. Bu temelde sanat ve edebiyat gelişecek, büyük bir kültürel devrim yaşanacak.
Kürt toplumunda birçok değer yargısı değişti. Bu anlamda eski değer yargıları kırıldı. Zayıflık, ezilmişlik, yenilmişlik, reformizm, teslimiyet kırıldı. Kendine güvensizlik aşıldı. PKK ve Önder Apo’yla birlikte büyük bir cesaret, fedakârlık, irade, özgüven, özgüce dayanma temel değerler olarak ortaya çıktı. Şimdi ahlaki ilkeler bunlardan oluşuyor. Dolayısıyla yeni özgür insan, demokratik toplum, kadın özgürlüğü bu biçimde şekilleniyor.
Aynı durum kadınlar ve gençler üzerinden özellikle Türkiye’ye, Ortadoğu’ya, dünyaya yayılıyor. En son Berlin’de gerçekleşen Uluslararası Kadın Konferansı bu zihniyet ve ahlakın nasıl küresel düzeyde bütün kadınlara yayılmakta olduğunu ortaya koydu. Bu daha fazla gelişecek, derinleşecek, herkesi içine alacak. Çünkü başka çözüm yok. Mevcut kapitalist modernite sistemi altında insanlık yok ediliyor. Bu kadar baskı, zulüm, köleleştirme, tarihin hiçbir döneminde görülmedi. Artık kanserleşmiş bir sistemden bahsediyoruz. Hastalık üretiyor, mikrop üretiyor, savaş üretiyor, çelişki, çatışma üretiyor. Önder Apo buna “Kanserleşmiş sistem” dedi. Dolayısıyla bunun altında kimse yaşayamaz. Bu sistem kendi varlığını artık sürdüremez, çözülecek. Çözülme süreci de Kürdistan’dan başlamıştır. Kürt kadınının özgürlük mücadelesiyle başlamıştır. Hem Kürdistan’ın, halkların özgürlüğü düzeyinde, temel insan özgürlüğü ve demokrasi olarak dünyaya yayılacak hem de Kürt kadın devrimi temelinde dünya kadın devrimi olarak, kadın özgürlük devrimi olarak dünyaya yayılacaktır. Mevcut baskı, sömürü, hâkimiyet, iktidar ve devlet sistemini tümüyle yok edecek, aşacak bir alternatifi yaratacak.
1. Dünya Savaşı’yla ortaya çıkarılan küresel kapitalist modernite sistemi en çok Kürdistan özgürlük mücadelesi tarafından zorlanıyor. Diğer yerlerde, kendine hep kılıf bulabiliyor ama Kürdistan’da uyguladığı tam bir soykırımdır. Kürtleri yok sayıyor, Kürdistan’ı yok sayıyor. Kürdistan’ı bölmüş, parçalamış, her türlü soykırım uygulamasına “Evet” diyor, buna destek veriyor. Örneğin AKP-MHP faşizminin özellikle son yedi yılda Kürt halkına yapmadığı kalmamıştır. Kürt halkına karşı bunların hepsi NATO desteğinde oluyor. Kapitalist modernite sisteminden, ABD ve Rusya’dan alınan destek temelinde oluyor. Başka bir şey de yaşanmıyor. Dolayısıyla TC Devleti’nin, AKP-MHP faşizminin Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetine bütün NATO, ABD, Sovyetler Birliği, BM, dünya devletleri ortaktır. Dikkat edilirse hiçbirisi karşı çıkmıyor. Tersine, Tayip Erdoğan hepsine gidiyor, şu ya da bu biçimde, yalanla dolanla, Türkiye’nin imkânlarını pazarlayarak birçoğundan destek alıyor. Bu devletler sadece göz yummuyorlar, büyük bir kısmı ekonomik-siyasi-askeri destek de veriyor. PKK’nin geliştirdiği mücadelenin mevcut kapitalist dünya siyasetinde nasıl bir sorun yarattığı, bu siyasi tahakkümü, ulus devletçi sistemi nasıl zorladığı, aştığı ve yenilgiyle yüz yüze getirdiği ortadadır. Bunun da büyük bir gelişme olarak görülmesi lazım. Bütün bunları dünya genelinde değerlendirebiliriz. Ortadoğu açısından bu aydınlatıcılık kısmen vardır.
Türkiye’de Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı tümden yıkılıyor. Kürt düşmanlığı, Ermeni düşmanlığı, Asuri-Suryani, Rum düşmanlığı üzerine oluşturulan soykırımcı zihniyet ve siyaset kırılıyor. O Kızıl Elmacı, Turancı, ırkçı, şoven, milliyetçi zihniyet ve siyaset kırılıyor, yeniliyor. Şimdiye kadar Türkiye toplumunu bir biçimde oyaladılar, bu zihniyet yapısı hâkim oldu, etkisi altına aldı. Ama şimdi toplumun bir kısmını denetim altında tutsa da büyük kısmı bundan kurtulmuş durumda. Türkiye’nin gündemine mücadeleyle önemli bir değişim, dönüşüm, yenilenme sokulmuş vaziyette. İnsanlar ölüm uykusundan uyanıyor. Şimdiye kadar söylenen her şeyin yalan olduğunu görüyorlar, birçoğu bundan korktuğu için tekrar devlete, iktidara sarılıyor. Korkuyu yenenler, aşanlar ise yeniden doğuş gerçekleştiriyor. Yeni bir zihniyet, yeni bir kültür, yeni bir siyaset ortaya çıkartıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi böyle bir zihniyet ve vicdan devrimi temelinde gerçekleşiyor ve gerçekleşecek. Bunun önü açılmış, Türkiye böyle bir sürece girmiştir.
Kürdistan, Kürt halkı zaten bu gelişmeleri büyük ölçüde yaşadı. Kürt kadını en büyük devrimi yaşayan toplumsal kesimdir. Büyük bir zihniyet devrimi yaşadı, köleliğin bütün izlerini kırarak, aşarak kadın özgürlüğü temelinde toplumsal özgürlüğü yaratmak için öncü bir konuma ulaştı. Bu düşüncede, duyguda, tarz ve mücadelede her bakımdan böyle bir düzey kazandı. Toplum verilen özgürlük mücadelesinin, özellikle de kadın özgürlüğü öncülüğündeki mücadele temelinde büyük bir sosyal ve kültürel devrim yaşıyor, zihniyet devrimi yaşıyor. Erkek egemen zihniyet ve siyaset ölçüleri tamamen kırılıyor. Küçük burjuva etkiler kırılıyor, tamamen özgürlük temelinde yeni bir birey ve gerçeklik ortaya çıkıyor. Kürt toplumu bu konuda büyük bir kültürel alt üst oluşu, kültür devrimini yaşıyor. Böyle bir devrimin içerisine derinliğine girmiştir. Kuşkusuz bu daha da ilerleyecektir.
PKK, bu tür gelişmeler yaratan bir hareket. Kürtleri yok oluştan özgür varoluşa çıkardı. Hiçlikten öncülük konumuna ulaşmayı sağladı. Varlığı bile olmayan bir toplumu, bugün dünya halklarına ilham veren bir konuma getirdi. En çok ezilen, iradesi kırılmış olan kadını, tüm yaşamın öncüsü kıldı. Bundan daha büyük bir tarihsel rol olamaz. Bu, Kürtler açısından yeni insan, yeni toplum, yeni değerlerin tümden yaratılması oldu. Kürt toplumu büyük bir devrimi yaşıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesinin ancak bu temelde, doğru gelişeceği ortaya çıktı. Şimdiye kadar demokrasi adına Türkiye’de söylenen her şeyin aslında soykırımcılık olduğu, faşist ırkçı milliyetçilik olduğu netçe açığa çıktı. Türkiye’de maskeler bir bir düşürüldü. Gerçek demokratikleşme Kürt özgürlüğü ve kadın özgürlüğü temelinde olacak. Türkiye böyle bir çizgiye adım adım giriyor. Bu çizgi Ortadoğu’ya yayılıyor. PKK dünya için yeni bir başlangıç. 20’nci yüzyılın 1. Dünya Savaşı’yla oluşturulan küresel ulus devlet hegemonyasına karşı demokratik ulus çizgisinde 21’inci yüzyılın özgürlük ve demokrasi yüzyılı, kadın yüzyılı olmasını sağlayacak bir çıkışı, gelişmeyi ifade ediyor. Tarihsel rolü bu, tanımı bu, gelişmenin de bu şekilde olacağına yürekten inanıyoruz.
PKK, toplumsal çelişkilerin çözümünü öngörmüş ulusal sorununun çözümüne buradan gelmiştir
– PKK diğer ulusal kurtuluş hareketleri gibi dar milliyetçiliğe kaymadı, ancak ilkel milliyetçilerin de sürekli saldırısına uğradı; bunun nedeni ne?
PKK’nin dar milliyetçiliğe düşmediği belirlemesi doğrudur. Çünkü 20’nci yüzyılın birçok ulusal kurtuluş hareketinin yaşadıklarını yaşamamıştır. Bir kere PKK, öncelikle sosyalist hareket içerisinde doğup gelişen bir örgütlenmedir. Önderliksel çıkış tamamen devrimci-sosyalist hareket içerisindedir. PKK gruplaşması ve partileşmesi de bu temelde gerçekleşmiştir. Baştan itibaren tüm toplumsal sorunlarla ilgili olmuştur. Toplumsal çelişkilerin çözümünü öngörmüştür. Kürt ulusal sorununun çözümüne buradan gelmiştir. Ulusal sorunun önceliği, etkinliği, Kürdistan’da diğer sorunların çözümü açısından belirleyiciliği, giderek onu bir ulusal kurtuluş hareketi haline getirmiştir. Böyle bir ulusal kurtuluş hareketi olmada da devrimci-sosyalist öncülüğü her zaman öngörmüştür. Parti öncülüğünü, işçi ve emekçi öncülüğünü, ideolojik öncülüğü sürekli esas almıştır.
PKK parti öncülüğünü, ideolojik öncülüğü esas alan bir mücadele yürütmüştür
Biliniyor 20’nci yüzyılın ulusal kurtuluş hareketleri içerisinde bu yönlü iki eğilim yaşanmıştır. Birisi, sadece devrimci ulusal çizgide hareket eden güçler, ulusal çizgi temelinde oluşan hareketler. Bir de sosyalist öncülüğü, işçi ve emekçilerin kurtuluş sorunlarını ulusal sorunla birleştiren öncülükler olmuştur. Ulusal kurtuluş hareketleri böyle ikiye ayrılmıştır. PKK bu ayrışmada ikincisinden, ikinci tür hareketlerden birisi olmuştur. Yani ulusal sorunun çözümüyle diğer toplumsal sorunların çözümünü iç içe, birlikte ele almayı, Kürt ulusal sorunuyla Kürt halkının, emekçilerinin kurtuluş sorununu birlikte ele almayı öngörmüştür. Böyle bir hareket olarak doğmuştur. Bu anlamda baştan itibaren dar milliyetçiliğe düşmemiştir.
Diğer yandan daha baştan itibaren Kürt sorununun çözümü, Kürdistan’da özgürlük mücadelesinin geliştirilmesinin, konjonktürel olarak uygun ortamlarda ulusların cephe kurup, bazı silahlı ve siyasi gösterilerle ulusal özgürlüğü sağlamaları biçiminde çözüme kavuşacak bir ulusal sorun olmadığı bellidir. Öyle yapmak isteyen, klasik isyancılıkla, geleneksel direnişçilikle sorunu çözmek isteyen hareketler Kürdistan’da olmuş, onların hepsi de sert bir biçimde bastırılmıştır, yenilgiye uğramış, ezilmişlerdir. Tabii onların deneyimi PKK için bir derstir. Yeniden aynı şeyi deneyecek durumda değildir. Zaten o potansiyel ezilmiş, o süreç aşılmıştır. PKK’nin o tarzda bir hareket olarak doğması zaten mümkün değildi. Dolayısıyla PKK, dar bir genel ulusal cephe esprisiyle ve örgütlülüğüyle mücadele yürütme yerine, parti öncülüğünü esas alan, dolayısıyla ideolojik öncülüğü esas alan, parti öncülüğünde bir cephe örgütlülüğünü öngören, partizan savaşını baştan itibaren zafer için gerekli gören bir anlayışla gelişmiştir. Kürdistan’ın koşulları, Kürt sorunu denilen sorun, dolayısıyla Kürtlerin ve Kürdistan’ın yok sayılıp, yok edilmek istenmesi, bu temelde bir soykırımın küresel düzeyde dayatılması durumu pratik olarak da PKK’yi böyle bir yaklaşıma itmiştir. Zaten yürüttüğü pratik de bu yönlü yaklaşımının doğru olduğunu birçok kez kanıtlarıyla birlikte PKK’ye göstermiştir. Yani parti öncülüğünü de modern gerillacılığı da geliştirmiştir. Bunlara dayalı bir halk cephesini, ulusal kurtuluş cephesini örgütlemeyi ve halk serhildanlarını da geliştirmiştir.
Demokratik ulus çözümü, ekonomik ve toplumsal sorunlara da çözüm içerir
Gerilla ve halk direnişine dayalı bir ulusal kurtuluş savaşı verme düzeyine de gelmiştir. Fakat tüm bunlarla birlikte yine de Kürt sorununun ulus devletçi çözümünü geliştirememiştir. Çünkü ulus devlet sistemi buna kapalıdır. Kürt’ün ulus devlet olmasını değil de yok olmasını öngörmektedir. 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı küresel ulus devlet sistemi, Kürt’ün ulus devlet çözümünün önü kapattı. Artık milliyetçi-ulusalcı yaklaşımla çözümün gerçekleştirilmeyeceği birçok kez kanıtlanmıştır. Türkiye Devrimci Hareketi gelişmemiş, o stratejik müttefikten yoksunluk ve yine Sovyetler Birliği tam da gerekli olduğu dönemde çözülmesi böyle bir stratejik gücün, müttefikin olmaması da ulus devlet çözümünü imkansız kılmıştır. Önder Apo demokratik siyasi çözüm yönünde en makul çözümü ‘93’ten itibaren gündemine almış ve bu yönlü çaba harcamış, en son Avrupa’ya çıkışla birlikte bunun için Kürt sorununu yaratan güçlere çözümün yolunu da açmıştır. Fakat Önder Apo’ya komplo dayatılmıştır. Çözüm yerine çözümsüzlük ortaya koyulmuştur.
Bu, Kürt sorunun çözümünü kadın özgürlüğü temelinde, tüm toplumsal özgürlüklerle birlikte ele almayı, ulusal özgürlüğü kadın özgürlüğü ve toplumsal özgürlüğün bir parçası yapmayı gerekli kılmıştır. PKK pratik deneyimiyle çözümün ancak bu biçimde olabileceğini net bir biçimde görmüş ve paradigma değişimiyle birlikte böyle bir çözüm projesini, ulus devleti aşan demokratik ulusu esas alan, öngören bir çözümü öne çıkartmıştır. Demokratik ulus sadece ulusal özgürlük sorununu çözmüyor; kadın özgürlük sorununu, ekolojik sorunu, bütün demokratik, ekonomik ve sosyal sorunları çözüyor. Bütün farklılıkların kendini özgürce ifade etme alanı olan Demokratik Konfederalizmi, çözüm projesi olarak esas alıyor. Böylece PKK, dar milliyetçiliği tümüyle aşan sadece milli sorunla değil de toplumun tüm yaşam sorunlarıyla, özgürlük sorunlarıyla ilgili olan, onların hepsini birlikte iç içe alıp yürütmeyi öngören bir hareket haline gelmiştir.
Pratik gelişmeler PKK’nin çizgisini doğrulamıştır. Başlangıçtan itibaren toplumsal sorunlarla ulusal sorunu birlikte ele alma yaklaşımını doğrulamıştır. Hatta öyle ki bunun ulus devlet çizgisinde mümkün olmadığını da göstermiş, buna karşı PKK, demokratik ulus çözümünü ortaya çıkarmış, demokratik ulus çizgisini geliştirmiştir.
Demokratik ulus çizgisi, bütün milliyetçiliklerden uzak, tüm kimliklerin, farklılıkların kendisini özgürce örgütlediği ve demokratik konfederalizm birliğine katıldığı bir çözümü ifade ediyor. Dolayısıyla onun içerisinde hiçbir dar milliyetçi yaklaşım yoktur. Geldiği noktada bunu tümden aşan bir konum, anlayış ve tutuma ulaşmıştır. Zaten baştan itibaren de buna açık bir konumu vardı. Bu önderliksel çıkışın karakterinden kaynaklıdır. Kürdistan ve Kürt sorununun özelliklerinden kaynaklıdır. PKK’nin dar milliyetçiliği aşan, ulusal sorunu diğer toplumsal özgürlük sorunlarıyla birlikte ele alan, giderek de kadın özgürlüğü temelinde ele alıp yürüten bir hareket haline gelmesi buradan kaynaklanıyor.
Dar milliyetçi hareketler PKK’yi neden kendi önlerinde engel görüyorlar
Peki, dar milliyetçi yaklaşımlar, ilkel milliyetçilik, yine reformist küçük burjuva milliyetçiliği neden bu kadar PKK’ye düşman ve saldırgan? Bu onların karakterinden kaynaklanıyor. Bir yandan PKK’nin karakterinden diğer yandan onların karakterinden kaynaklanıyor. Kürdistan’da devrimci milliyetçilik akımı gelişmemiştir. Örneğin Afrika’da, Asya’da bazı ülkelerde birçok toplumda özellikle orta sınıfa dayalı olarak gelişen devrimci milliyetçilik Kürdistan’da gelişmemiştir. Devrimci milliyetçilik gelişebilseydi, örneğin bir Cezayir’deki gibi o zaman herkesi birleştirebilirdi. İlkel milliyetçilik, yine reformist küçük burjuva milliyetçiliği, devrimci milliyetçilik değildir. Zaten öyle olmadıkları isimlerinden de belli. Bunları birleştirme görevi PKK’ye, PKK’nin sosyalist öncülüklü ulusal devrimci hareketine kalmıştır. Bunu gerçekleştirmek için de PKK birçok dönemde çaba harcamıştır. Önder Apo daha grup döneminde 1975’te grubu oluşturup bunu partileşmeye doğru götürürken bir ulusal cephe örgütlemeyi de diğer bütün örgütlere öneri olarak götürmüştür.
12 Eylül faşist-askeri darbesinin hemen ardından Önder Apo, bir Kürdistan direnme cephesi oluşturmak üzere diğer örgütlerle birkaç aya yayılan görüşmeler, toplantılar yapmıştır. Daha sonra da hep çağrılar yapmıştır. Örneğin ‘93 ateşkesini ilan ettiğinde de bütün diğer Kürt örgütleriyle yine ortak cephede hareket etmek için ittifak ilişkileri içine girmiştir. Günümüzdeki yaklaşım da budur. Ulusal Kongre’yi ‘90’ların sonuna doğru bu temelde geliştirmek istedi. 2013’te Ulusal Kongre toplanması için elinden gelen çabayı harcamıştır. Bunda PKK’nin bir öncülüğü var.
Fakat ilkel milliyetçilik ve reformist küçük burjuva milliyetçiliği, devrimci milliyetçilik olamadığı için hiçbir dönemde kendi içinde de birleşememiş, PKK’nin öngördüğü, geliştirmek istediği ittifaklara da katılmamıştır. Bunu pratik olarak böyle görüyoruz. Bu neden böyle? İlkel milliyetçilikle reformist milliyetçiliğin karakterinden böyledir. Bunların karakteri nedir? Bunlar sistem içi güçlerdir. İlkel milliyetçilik esas olarak küresel kapitalist sisteme, sömürgeci-soykırımcı güçlere dayanan, bir sömürgeci güce dayanarak diğerinden haklar almaya çalışan bir akım olmuştur. KDP mücadelesinin esasında bu var. Reformist küçük burjuva milliyetçiliği ise zaten tümüyle sistem içidir. Kürtlere özgü çok fazla bir hak istemi yoktur. Ulusal, kültürel talepleri çok ileri düzeyde değildir. Ekonomik talepleri öndedir, daha çok okul, su, yol, maddi imkân istemektedir. Dolayısıyla burada orta sınıf kendisi için biraz daha iyi yaşam koşulları istemektedir. Esasında Kürdistan’ın sömürülmesinden pay istemektedirler. Bu akımlar özünde Kürt toplumuyla onun ulusal demokratik varlığıyla ilgili değildir. Daha çok kendi sınıf çıkarlarıyla, maddi yaşam koşullarıyla ilgilidirler. Onun için haklar elde etmeyi öngörmektedirler.
Aslında Kürt ulusal sorununu kendi sınıf çıkarları, maddi kazanımları için kullanmayı öngörmektedirler. Kürt ulusal sorununu çözmek üzere kendini mücadeleye süren, feda eden hareketler değil, Kürt ulusal sorunundan kendi yaşamlarını geliştirmek için yararlanmak isteyen güçlerdir. PKK ise tümüyle Kürt ulusal sorunu, kadın özgürlük sorunu temelinde toplumsal özgürlükle birlikte çözümü öngören, kendini buna feda eden bir hareket olduğu için çelişkileri çok fazladır. PKK’nin bu duruşu onların bütün maskelerini düşürmekte, gerçek yüzlerini açığa çıkarmaktadır. Halkı artık aldatamaz duruma getirmektedir. PKK’nin düşüncesi ve eylemi onların ulusalcılığı, milliyetçiliği, Kürtçülüğünün ne kadar sahte olduğunu, kendi maddi çıkarlarını sağlamak için bunları birer alet olarak kullanmaya çalıştıklarını net bir biçimde ortaya çıkarmakta, dolayısıyla bütün maskelerini düşürmekte, onların gerçek kimliklerini deşifre etmektedir. Bu da onları kitlelerden destek alamamaya, marjinalleşmeye, zayıflamaya, yok olmaya götürmektedir. Bunun için düşmandırlar. Bu güçlerin Kürt sorununu kullanarak kendi maddi yaşamlarını geliştirmelerine, PKK mevcut düşüncesi ve eylemiyle, geliştirdiği ulusal özgürlük mücadelesiyle izin vermemektedir. Kendi yaşam imkânlarını kaybediyor oldukları için de PKK’ye düşmandırlar ve saldırırlar. Önder Apo’ya ve PKK’ye böyle yeminli düşman olanlar vardır. Bu örgütlerin, bu tür eğilimlerin gerçeğinin böyle olduğu açıktır.
Örneğin Bakur’da var, bazıları AKP-MHP’nin yanındadır, onlarla bir olmuşlar. Sürekli PKK’ye, Önder Apo’ya saldırıyorlar. PKK’yi Kürtlerin ve Kürt sorununun çözümü önünde engel gibi gösteriyorlar. AKP’nin Kürt sorununu çözdüğünü iddia ediyorlar. Bu kadar işbirlikçi, hain konumundalar.
İlkel milliyetçilik için daha somut örnek KDP’dir. ‘90’dan bu yana 30 yıldır sözde yönetim oldu, ne yaptı? Kendi kasasını doldurmaktan başka hiçbir şey yapmadı. Neçirvan Barzani, Mesrur Barzani, bilmem ne Barzani, dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi. 30 yıldır Güney Kürdistan’ı soyup soğana çevirdiler. Toplumunu, Güney değerlerini iliklerine kadar sömürdüler. Diğer parçaların çıkarlarını da haklarını da kendilerine bağlamaya çalışıyorlar. Rojava’da devrimin gelişmesini engellemeye, Rojava Devrimi’ni tasfiye etmeye çalışıyorlar. Bakur’daki devrimin gelişmesini engellemeye, Bakur özgürlük mücadelesini tasfiye etmeye çalışıyorlar. AKP-MHP ile birleşmişler, Bakur’daki köy korucularından daha ileri düzeyde PKK’nin imhası için savaşıyorlar. Rojhilat’da zaten 1982’de Rojhilat’lı örgütlerin tasfiye edilmesi için İran devleti ile birleşip savaştılar. Aynı çizgiyi şimdide sürdürüyorlar. Rojhilat’da herhangi bir özgürlükçü gelişmenin ortaya çıkmaması için bütün örgütleri kendi denetimlerinde tutuyorlar. Bütün Kürdistan’ın imkânlarını bu biçimde kendi maddi, ailesel, kişisel, aşiretsel çıkarları için kullanmak istiyorlar. Bu temelde denetime almak, bu çıkarlara tabi kılmak istiyorlar. Bunun için ne kadar gözü kara oldukları ne kadar derin bir işbirlikçilik ve ihanet içinde oldukları gün gibi ortada, bunun tarihsel örnekleri de çoktur. Tarihe gitmeye gerek yok, birkaç senedir AKP-MHP faşizmiyle Medya Savunma Alanları’ndaki gerilla direnişine karşı nasıl ortak saldırı içinde oldukları göz önünde. Bu artık söze gerek bırakmayacak kadar açık bir gerçek. Bütün maskeleri bu anlamda düşmüş oluyor. PKK maskelerini düşürüyor ve gerçek yüzlerini gösteriyor. Örneğin PKK bu konumda olmasa kendilerini ulusal önder, ulusun haklarını savunan olarak gösterecekler. Oysa şimdi PKK’ye karşı mücadelede ihanet içinde oldukları ortaya çıkıyor. Hem de tarihin en ağır ihanetini yaşadıkları net bir biçimde görülüyor, bunun için de PKK’ye düşmandırlar. PKK maskelerini düşürüyor. PKK Kürt sorununu kendi maddi çıkarları için kullanmalarını engelliyor, ellerinden alıyor. PKK Kürt halkını bilinçlendiriyor, örgütlüyor. Onların peşinden gitmesine izin, fırsat vermiyor. Bunun için de sonuna kadar PKK’ye düşmanlık yapıyorlar ve daha da yapacakları görülüyor. Buradan şu sonuç çıkıyor; demek ki sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı savaşım, işbirlikçi ihanete karşı savaşımdan ayrılmıyor. Bunlar etle tırnak gibi birbirine bağlı ve iç içedirler, asla birbirinden ayrılmazlar. Kürdistan pratiği bu gerçeği bir kez daha doğrulamış oluyor.
PKK baştan beri amaçlarıyla uyuşmak kaydıyla her türlü taktik ilişki ve ittifaka açıktı
– PKK’nin sosyalist ülkelere ve dostlara yaklaşımı neydi? Stratejik ve taktik ittifak neye göre belirleniyordu?
Her ne kadar kendi özgünlükleri olsa da PKK de reel sosyalist gelişme içerisinde, ulus devlet çözümünü esas alan bir çizgide gelişme gösterdi. Başlangıçta düşünsel ve pratik gelişimi böyle oldu. Kuşkusuz kendi özgünlükleri, farklılıkları vardı. Fakat esas olarak bunu öngörüyordu. Kendisini sosyalist, reel sosyalist sistemle ittifak halinde gelişen ulusal kurtuluş hareketlerinden birisi olarak tanımlıyordu. Öyle bir ulusal kurtuluş hareketi olarak teorik, pratik gelişimini sağlamaya çalışıyordu. Teorisini buna göre geliştiriyordu. Programını buna göre şekillendirmişti. Örgüt yapısını, strateji ve taktiklerini bu esas üzerinde kurgulamaya çalışıyordu. Bu çizgiye bağlı olarak buna göre bir ilişki ve ittifak anlayışı oluştu. Bu ittifaklar, Kürdistan ve Türkiye gerçeğini de dikkate alarak biraz daha farklı bir biçimde de tanımlandı.
Bir dönem iç ittifaklar, dış ittifaklar diye tanımlandı. İç ittifaklar, Kuzey Kürdistan’daki ilişki ve ittifaklar, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki örgütlerle, hareketlerle ilişki ve ittifaklar, yine Türkiye devrimci demokratik hareketiyle ilişki ve ittifaklar biçiminde tanımlandı. Dış ittifaklar ise, bölge ve dünyanın sosyalist, demokratik, anti faşist güçleriyle, kadın ve gençlik örgütleriyle ilişki ve ittifaklar biçiminde tanımlandı. Tabii bunları stratejik ittifaklar olarak ifade ediyoruz. PKK baştan beri taktik ittifaka açık oldu. Amaçlarıyla uyuşmak kaydıyla her türlü eylem birliğine, taktik ilişki ve ittifaka açıktı. Çünkü bir mücadele gücüydü, büyük bir mücadele hareketiydi. Söz konusu mücadeleyi yürütebilmesi için böyle bir taktik ilişki yaklaşımının olması zorunluydu.
Tabii daha önemli, esas olanlar stratejik ilişkilerdir. Ulusal kurtuluş hareketi olarak ulusal kurtuluş çizgisinde çözüm aradığı dönemde 15 Ağustos Atılımı’nı, gerilla direnişini geliştirmeye yönelirken ilişki ve ittifak siyasetini nasıl tanımladı? Bir defa sosyalist öncülüğü, ideolojik öncülüğü parti şahsında esas alıyordu. Ona Sınıf öncülüğü, işçi sınıfı öncülüğü deniliyordu. Temel mücadele gücü olarak işçi, köylü ve aydın gençlik ittifakını esas alıyordu. Unutmayalım ki, PKK bir aydın gençlik hareketi olarak doğdu. Önder Apo bir aydın gençlik önderi olarak doğdu. İdeolojik grup bir aydın gençlik grubuydu. Kürdistan’da ilk gruplaşma ve örgütlenme, aydın gençlik örgütlenmesi oldu. Parti aydın gençlik örgütlenmesinin halka açılması ve halk hareketi haline gelmesiyle gerçekleşti. Dolayısıyla her zaman bu karakteri vardır. Yani işçi köylü ve aydın gençlik ittifakı temel ittifaktı. Bunun ikincil halkası olarak, bu temel ittifakın Kürdistan’ın diğer parçalarındaki devrimci-sosyalist hareketlerle, Türkiye’nin devrimci-demokratik hareketlerle ittifakını öngörüyordu. Üçüncü ittifak halkası olarak orta sınıfı, yurtsever güçleri öngörüyordu. Küçük burjuva sınıf, tabakaları ve Kürdistan’ın diğer parçalarıyla Türkiye’deki anti faşist hareketleri öngörüyordu.
Dış ilişki ve ittifaklarında da PKK benzer çizgisini korudu. Stratejik olarak dış ilişki ve ittifaklarını da böyle ele aldı. Reel sosyalizme ilişkin baştan itibaren eleştirileri vardı. Sovyetler Birliği’nin tutumu revizyonizm olarak tanımlanıyordu. Bazıları modern revizyonizm dediler, PKK de Sovyetler Birliği’nin tutumunu başta “revizyonizm”, daha sonra ise “modern revizyonizm” olarak tanımladı. Bu temelde eleştirdi.
Modern revizyonizm olarak Sovyetler Birliğini hangi noktalarda eleştiriyordu? İdeoloji ile siyasetin daha önce ifade ettiğimiz gibi birbirinden kopartılması noktasında, daha doğrusu siyasete ideolojinin yön vermesi yerine siyasetin ideolojiye yön vermesi noktasında eleştiriyordu. Böylece Sovyetler Birliği devlet sisteminin çıkarları, ideolojinin yerine konuluyordu. Her şeyin başında Sovyet çıkarları, özgürlük, eşitlik, demokrasi ilkelerinden önce geliyordu. Bunu sosyalizmin, sosyalist anavatanın, sosyalist sistemin çıkarları kavramlarıyla da meşrulaştırmaya çalışıyordu. Böylece sosyalist ideolojinin özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, demokrasi, paylaşım ilkelerinin yerine, Sovyetler Birliği’nin siyasi çıkarları, devlet çıkarları öne geçiyordu. Siyaset ideolojinin yerine geçiyordu. Böyle olunca da Sovyetler Birliği’nin devlet çıkarlarıyla Kürt Özgürlük Mücadelesi çelişiyorsa, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ne gerici deyip, işgalciyi, sömürgeciyi, soykırımcıyı destekleyebiliyordu. Bunu Kemalist hareketi desteklerken de yaptı, Rojhilat Kürdistan’da da yaptı, Başûr’da da yaptı. Saddam Hüseyin yönetimiyle, Irak BAAS yönetimiyle ilişkiler çerçevesinde de yaptı. Böyle bir durumu yaşıyordu ve PKK bunu ciddi bir sapma, ilkesel sapma olarak görüyordu, bu tutumu eleştiriyordu. Birçok başka halka yaklaşımda, değişik kıtalardaki halklara yaklaşımda da bu ortaya çıkmıştı. Yine ABD sistemiyle ilişkilerde de benzer durum yaşanıyordu. PKK, bunları doğru bulmadı, eleştirdi, revizyonizm olarak değerlendirdi, bir ideolojik eleştiri geliştirdi.
Fakat ideolojik eleştiriye göre bir siyasi yaklaşım da gösterdi. Bu güçlere daha dikkatli, duyarlı yaklaştı. Ama hiçbir zaman onları sosyalizm dışı, ilişki-ittifak dışı olarak görmedi. Eleştirileriyle birlikte, onlara stratejik ilişki ve ittifaklarda yer verdi. Örneğin reel sosyalist ülkeleri, başta Sovyetler Birliği olmak üzere birinci dereceden stratejik müttefik olarak gördü. Bu konuda Sovyetler Birliği, Çin, diğer benzer devletler arasındaki çatışmaya hiçbir zaman taraf olmadı, sıcak bakmadı, hiçbir zaman katılmadı. O çatışmaları hep eleştirdi, onların hepsinin kaynağında revizyonizm olduğunu, aslında siyasetin ideolojinin yerine geçirilmesinden, devletin çıkarlarının sosyalist ilkelerin yerine geçirilmesinden kaynağını aldığını savundu ve kimden gelirse gelsin o anlayışa karşı çıktı. Ama hepsini de reel sosyalist sistem içinde gördü, birinci dereceden dış stratejik müttefikler olarak ele aldı. Onlarla birlikte bütün dünyada işçi ve emekçilerin sosyalist, demokratik mücadelelerini stratejik müttefik olarak gördü. Kadın ve gençlik hareketlerini müttefik olarak gördü. Tüm anti-faşist demokratik hareketleri dış ilişki ve ittifaklarının genel halkası olarak değerlendirdi. Bütün alanlardaki anti-faşist, demokrasi hareketlerini Kürdistan özgürlük mücadelesinin stratejik ilişkisi, ittifakı, dostu olarak değerlendirdi. Buna göre de yaklaşım gösterdi. PKK, ideolojik eleştirilerinden geri durmadı ama siyasi yaklaşımlarla da fırsat oldukça ilişki ve ittifak içine girmekten de çekinmedi. Ama her zaman kendi ideolojik ve düşünsel bağımsızlığını, özgünlüğünü korudu. Öyle ilişki ve ittifaklara dikkatli yaklaştı. Bu nedenle, mücadeleci gerçeğinden kaynaklı, yine Kürt özgürlüğü arayışından kaynaklı, hep revizyonist ideolojide olanların saldırısına uğradı.
Bölgedeki komünist partiler hep PKK’ye karşı orta sınıf reformist Kürt akımlarını desteklediler. Sovyetler Birliğine de hep böyle raporlar verdiler. ‘80 öncesi çok fazla ilişkiler gelişmedi. Lübnan, Filistin sahasında Filistin kurtuluş örgütleriyle geliştirilen ilk ilişkiler biraz dış açılımı da belirledi. Çeşitli sosyalist ülkelerle, partilerle, Sovyetler Birliği de dahil sınırlı bir ilişkilenme oldu. Aslında bu yürütülen savaş için gerektiğinde siyasi ve askeri destek almak için hazırlık ilişkileriydi. Böyle bir düzeye PKK ‘90’ların başında ulaştı. Tam da siyasi-askeri desteğe ihtiyacın olduğu dönemde Sovyetler Birliği çözüldü. Aslında bu biçimde herhangi bir destek verilememiş oldu.
PKK, paradigma değişimi ardından da ilişki ve ittifak tanımlamasına önem verdi. Stratejik ilişkilerini, yine taktik ilişki ve ittifakları net tanımlayıp, ayırdı. Stratejik ilişkiler, demokratik modernite kuramını, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmayı esas alan hareketleri stratejik müttefiki, dostu olarak görüyor. Buna bağlı olarak bütün sistem dışı demokrasi hareketlerini, anti-faşist hareketleri, anti kapitalist hareketleri, yine işçi, emekçi, kadın ve gençlik hareketlerini ideolojik dost olarak, stratejik müttefik olarak görüyor.
PKK artık devletçi sistemin dışındadır. Hiçbir devletle stratejik ilişki öngörmüyor. Onlarla ilişkileri tümüyle taktik düzeydedir. Devletlerle öngördüğü stratejik ilişki düzeyi şöyledir: Ulus devletle demokratik konfederalizmin birbirlerini karşılıklı kabul etmesine dayalıdır. Zaten demokratik konfederalizm çözümünü de bu temelde öngörüyor. Böyle bir yaklaşım hem ilişki hem mücadeleyi içeriyor. Ama mücadeleyi, ilişki içerisinde, demokratik siyasi yollarla, yöntemlerle yapmayı ifade ediyor. Onun dışındaki mücadele yöntemlerini devreden çıkarmayı, ortadan kaldırmayı içeriyor. Böyle bir stratejik yaklaşımı vardır. Önder Apo, bunu devletlerin demokrasiye duyarlı hale gelmesi, demokratik konfederalizmi kabul etmesi olarak tanımladı. Böyle bir şey olursa demokratik konfederalizm de ulus devleti tanır, bir demokratik siyasi mücadeleyi öngörme temelinde yan yana bir yaşamı kabul eder. Bu temelde çözüm yöntemleri geliştirir dedi. Yani bu mücadelesiz bir durum değil. Fakat artık mücadelenin yol ve yöntemlerinin demokratik siyasi alana kaydırılması, onun esas alınmasını içeriyor.
Diğer ilişkiler taktik ilişkilerdir. Taktik ilişkilerin çok çeşitli biçimi var, karşıt güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmadan onlarla çeşitli ilişkilere girerek yararlanmaya kadar giden ilişkiler. Tabii onlar da Kürdistan özgürlük mücadelesinin siyasi gücünden, etkisinden yararlanmış oluyor. Bu anlamda reel sosyalizmin çözülüşü, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve paradigma değişimi ardından stratejik ilişki ve ittifaklar değişti, daha doğrusu yeniden tanımlandı. Bir kısmı değişti, bir kısmı kaldı, yeni tanımlar geliştirildi. Ama yine de PKK, ilişki ve ittifaklarını, stratejik ilişki ve ittifaklar olarak ele alıp bilimsel temelde yürütüyor.
Demokratik konfederalizm çözümü, sosyalist hareketler içerisinde büyük ilgi görüyor
– PKK evrenselleşti, Önderliğin paradigması uluslararası camiada daha fazla kabul görmeye başlandı, Önderliği sahiplenme daha fazla gelişti. Uluslararası sendikalar, sivil toplum örgütleri Önderliğin özgürlüğü için mücadele ediyor, Önderlik adına konserler veriyor. Bu bağlamda PKK’nin enternasyonalist yönü hakkında neler söylenebilir?
Ben öncelikle Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için değişik düzeylerde ve farklı alanlarda mücadele eden herkesi saygıyla selamlıyorum. Mücadelelerinde başarılar diliyor, başarılı olacaklarına dair yüksek inancımı ifade ediyorum. Gerçekten de dış alanda Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen mücadeleler daha fazla yayıldı, daha fazla destek buldu. Daha da etkili, anlamlı oluyor. Bunun PKK’nin dış ilişki ve ittifak çalışmalarıyla bağı var. Ama esas olarak, çizgisiyle bağı var. Demokratik modernite çizgisiyle, ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü paradigmasıyla bağı var. Bu destek ve dayanışmaların esasında, bu anlayışa, çizgiye, destek ve dayanışma olduğunu değerlendiriyoruz. Onun etkisinin sonucu olarak geliştiğini değerlendiriyoruz, bu daha önemli ve anlamlı oluyor. Örneğin, Jineoloji temelinde kadın özgürlük devrimini öngörmesi, uluslararası düzeyde kadınlar ve kadın hareketleri içerisinde çok büyük ilgi, destek görüyor. Feminist akım içerisinde tartışılıyor, değerlendiriliyor. Yine bu durum kendini sosyalist, devrimci olarak tanımlayan hareketler içerisinde Önder Apo’nun Jineoloji temelinde ortaya koyduğu kadın özgürlük devrimi, dikkatle değerlendiriliyor, tartışılıyor.
Diğer yandan demokratik konfederalizm çözümü çok tartışılıyor. Demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm çözümü, devlet olmayan demokratik yönetim sistemi; hem kadın hareketleri, hem gençlik hareketleri, hem de sosyalist hareketler içerisinde çok büyük ilgi görüyor. Aslında Marks buna “devlet olmayan devlet” demişti. Ama giderek reel sosyalist hareket, devlette, devletçi sosyalizmde odaklandı. Önder Apo bu durumu düzeltti, değiştirdi, gerçek rotasına oturttu. Devletin hiçbir zaman sosyalizmin aracı olamayacağını, bir baskı, sömürü, zulüm gücü olduğunu ortaya koydu. “Senin devletin kötü, benim devletim iyidir”, yaklaşımının da doğru olmadığını, devletin devlet olduğunu, baştan beri, Sümer’den bu yana bir sürekliliği, devamlılığı olduğunu, karakterinin aynı olduğunu, ortak bir devletçi sistemin var olduğunu, farklı devletlerin onun şubeleri biçiminde geliştiğini ortaya koydu. Devleti çok iyi çözümledi ve toplum yönetimini, yani demokrasiyi devletten kurtardı. Devletin toplum yönetimini, kamu hizmeti adı altında, kendini meşrulaştırma aracı yaptığını, kendi baskı ve sömürüsüne kılıf yaptığını ortaya koydu. Yönetimin eşittir devlet olmadığını, olamayacağını, devletlerin, iktidarların, yönetimi kendi sömürüsü, baskısı için kullandığını ortaya koydu. Bunlar önemli çözümlemelerdi. Böylece sosyalizmin devletle değil demokrasiyle gelişeceğini, dolayısıyla sosyalizmi gerçekleştirecek yönetimin demokratik konfederalizm olacağını ifade etti ki, bu bütün farklılıkların özgürce kendini ifadesini ve demokratik birliğini içeriyor. Bu yönetim, başta kadın sorunu, özgürlük sorunu olmak üzere bütün toplumsal sorunlarda çözüm modeli olarak kullanılabiliyor. Her soruna çözüm getirebiliyor. Bu oldukça ilgi görüyor, tartışılıyor, taraftar kazanıyor. Giderek daha fazla kazanacağı, ulus devlet birliği, bütünlüğü olan BM ve bu küresel kapitalist sisteme karşı dünya demokratik konfederalizminin gelişeceği anlaşılıyor. Bunun ilk nüveleri şimdiden güçlü bir şekilde gelişme gösteriyor. Bu gelişmenin gücü, derinliği umut veriyor. Bunu insan rahatlıkla ifade edebilir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele edenlerin bu tür zihniyet, düşünce, amaç ve yaklaşımlara bağlı olması, bu mücadeleleri, destekleri daha anlamlı ve değerli kılıyor. Daha geniş ve derin bir gelişmeyi içeriyor. Bu bakımdan oldukça önemsiyoruz, çok değerli, anlamlı buluyoruz. Daha fazla gelişeceğine ve sonuç alacağına kesinlikle inanıyoruz.
PKK’nin enternasyonalist yönü bunlara bağlı. Onu daha özgün tanımlarsak; Önder Apo 24 yaşında bir gençken, bir ideolojik siyasi çizgi tanımladı ve grup oluşturdu, parti kurmaya karar verdi. Bunu bir Kürt olarak Türkçe okuduğu koşullarda, yüksek öğrenim ortamında yaptı. Ülkesinden uzak, kendi dili ve kültürüyle yaşamdan uzak, imkânın ve fırsatın az olduğu bir ortamda ve daha çok gençken bunları yaptı. Nasıl oldu bunlar? Kuşkusuz bir vahiy gelmesi değildi. Bu gelişme, düşünce akımının oluşumu gökten düşmedi. Bir ilahi güç tarafından Önder Apo’ya verilmedi. Önder Apo hepsini çalışarak, araştırarak, inceleyerek, yaratıcı insan emeğiyle ortaya çıkardı. Bu çabayı neyle harcadı, yaratıcı insan emeği ne üzerinde oluştu? Tarih boyunca özgürlük akımlarını, direnişlerini, halkların direnişini değerlendirdi. İçinde bulunduğumuz çağda sınıf direnişlerini, cins direnişlerini, halk direnişlerini ele aldı. Bütün halkların deneyimlerini değerlendirdi. Tarih boyunca ortaya çıkan düşünce akımlarını inceledi, değerlendirdi. PKK ve Önder Apo düşüncesini, bütün insanlığın, halkların, ezilenlerin geliştirdiği mücadelenin sonuçlarından aldı. Onların değerlendirmelerinden aldı. PKK’nin çizgisi, düşüncesi bütün ezilen sınıfların, cinslerin, halkların özgürlük mücadelesi yürüten güçlerinin, düşünce akımlarının ortaya çıkardığı sonuçların Kürdistan’a taşınması ve bir sentezlenmesi oldu. Bir enternasyonalist sentezdir, herkesten bir şey aldı. PKK’nin teorik, ideolojik çizgisinde bütün halkların, sınıfların, kadınların, hemen hemen bütün filozofların, düşünce insanlarının, tarihte oluşmuş özgürlük akımlarının bir düzeyde payı, yeri vardır, hepsi bir biçimde buna katıldı. Önder Apo hepsinden bir şey aldı, hepsini inceledi. Onların hepsinden doğru gördüklerini aldı, geride kalmış, eskimiş, doğru olmayanları attı ve bir yeni sentez oluşturdu, bunu görmek lazım. PKK böyle oluşmuş bir akım. Önderlik düşüncesi, teorisi, ideolojik, politik çizgisi böyle bir düşüncedir, böyle bir çizgidir. Yani dar milliyetçi değildir, sadece Kürt tarihini okuyarak, sadece Kürtlere bakarak herhangi bir şey oluşturmuyor. Tam tersine dünyaya bakarak Kürtleri anlamaya çalıştı. Dünya halklarının özgürlük mücadelelerine, kadınların özgürlük mücadelelerine, işçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelelerine bakarak, onları anlayarak; Kürtleri, Kürdistan’ı, Kürt tarihini anlamlandırdı, tanımladı. Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin teorisini, ideolojik-politik çizgisini oluşturdu.
PKK yapılanmasında enternasyonalizm çok güçlüdür. Enternasyonalizm PKK çizgisinin içerisinde var. Esas olarak hepsinin bir sentezi, dolayısıyla şu veya bu düzeyde hemen herkes PKK’nin teorisinde, ideolojik, politik çizgisinde vardır. Bir boyutu budur. PKK ile ilişkili olmayanlar, görmeyenler bilemiyor bunu ama az çok ilişkilenenler, bir biçimde kendilerinin de orada olduğunu görüyor, PKK’nin içinde olduğunu fark ediyorlar. Bir ortaklık, yakınlık buluyorlar. Kendilerinin de bir yerde var olduğunu görüyor ve PKK’ye yaklaşım bu temelde biraz daha köklü, derinlikli oluşuyor.
Önder Apo paradigma değişimi ile iktidar ve devlet sorununu çözdü
Diğer yandan, yeni paradigmanın esasları, paradigma değişimi önemli, paradigma değişimi öyle dar, basit güncel bir olay değil. Önder Apo, 5 bin yıllık devrimci, özgürlükçü akımların hata ve eksikliklerinin giderilmesi, onların özeleştirisinin yapılması, özeleştiri temelinde en esaslı hata ve eksikliğinin giderilmesi olarak tanımladı. Bu çok önemli. Beş bin yıllık tarihe bakalım, iktidar ve devlet sistemi karşısında demokratik toplum, demokrasi güçleri, demokrasi mücadelesi her zaman var oldu. Özgürlük akımları var oldu. Gelişme gösterdiler. Bazı yerlerde etkili hale geldiler, yönetim de oldular. En büyük güç konumuna geldiler. Güçlerini, etkinliklerini koruyamadılar. En son Sovyetler Birliği kendi içinde çözüldü. Önceki akımlar da Mazdeizm’den Bâbekî’lere kadar öyle oldu. Bunu biliyoruz. Onlarca yıl yönetimde kalmış olmalarına rağmen, sonunda kaybettiler. Bir kısmı mücadele etti ama fazla etkin hale gelemedi. Bu çok önemliydi. Neden, mücadele ediliyor, bu kadar cesaret, fedakârlık var ama zafer kazanılamıyor? Neden, zafer kazanılıyor, yönetim erki ele geçiriliyor ama uzun bir süre ayakta kalamıyor. Kısa bir süre sonra çöküyor, çözülüyor? Bu soruların cevabı paradigma değişimindedir ve çok önemlidir. Bu sorulara cevabı paradigma değişimi verdi. Neden? Çünkü devlete karşı, devlet tarzıyla, yöntemleriyle mücadele ediyor, bir devlet olma amacıyla mücadele ediyor, güç haline gelemiyor. Yönetimi ele geçiriyor, kendisi de yönetimi, eşittir devlet sayıyor, hemen devletleşmeye gidiyor, dolayısıyla kendi ideolojik özünü, gerçeğini kaybediyor. Ya çöküyor, çözülüyor ya da tamamen başkalaşıyor.
Bu konuda zafer kazanamayan, kazandığı zaferi koruyamayan özgürlük akımlarının temel zafiyeti çözülmüştür; devlet ve iktidar aracına dayanmaları buna yol açıyor. Devlet ve iktidar aracından kurtulurlarsa, devlet odaklı ve iktidar endeksli olmazlarsa, tamamen demokratik yönetimi esas alırlarsa -ki toplum yönetiminin esası demokrasi demektir- o zaman hem mücadeleleri boşa gitmez, büyük zaferler kazanırlar, hem de kazandıkları zaferleri korurlar. Bu anlamda Önder Apo, özgürlük akımlarına başarı ve zafer yolunu gösterdi, önünü açtı. Önümüzdeki süreçte insanlığın yaşayacağı temel gelişmeleri gösterdi. Beş bin yıllık iktidarcı-devletçi sistem bu temelde aşılacak. Yerine halkların demokratik konfederalizm çizgisindeki yönetimleri gelecek. Bir de bu, bütün toplumsal sorunlar için uygulanabilir çözüm yöntemleri öneriyor. Çözümün, gelişmenin yolunu gösteriyor. Büyük umut, heyecan veriyor. Bu da bütün ezilenler açısından; kadınlar, gençler, işçiler, emekçiler açısından çok çok önemlidir. Başarı için böyle bir anlayışa, çizgiye ihtiyaçları vardı.
Onu, şimdi Önder Apo’nun geliştirdiği yeni paradigmada görüyorlar ve kendi ihtiyaçlarını bu temelde buluyorlar. Bunun için de dört elle sarılıyorlar. Böylece Önderlik düşünceleri daha çok yayılıyor. Yeni paradigma herkesin önünü aydınlatıyor. Herkes için bir ışık, yol gösterici oluyor. Herkese kurtuluşun, özgür yaşamın, demokratik yönetimin yolunu gösteriyor. Herkesi böyle bir mücadelede kendi özgünlüğü ve özgürlüğü temelinde demokratik birliğe götürüyor. Bu da tabii ki PKK’yi, Önderlik düşüncelerinin enternasyonalist boyutunu, karakterini arttırıyor.
Herkese hitap eden, evrenselleşmiş Önderlik ve çizgi gerçeği var. Evet, Önder Apo, Kürdistan özgürlük mücadelesine dayalı olarak bunu yapmış, o mücadelenin dersleri sonucunda ortaya çıkartmış ama herkese hitap ediyor. Şimdi bütün ezilenlere, kadınlara, gençlere, işçi ve emekçilere hitap ediyor, kurtuluş yolunu gösteriyor. Bir de Önder Apo sadece Kürdistan özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı sonuçlara, gerçeklere dayanarak bu değişimi yapmış değil, tamamen tarihsel toplum gelişiminin bütün yerkürede yaşadığı pratiğin derslerini çıkartarak böyle bir paradigma değişimine ulaşmış bulunuyor. Burada sadece Kürtler, Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin sonuçları yok. Bütün insanlık, kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler, tüm ezilenler var. Onların mücadelelerinin sonuçları var. Dinlerin mücadeleleri, felsefeleri var. Bilimsel mücadelelerin sonuçları var. Sosyalist, özgürlükçü mücadeleler var. Kadın özgürlük mücadeleleri var. Tabii en büyük deneyimlerden birisi olan reel sosyalizmin sonuçları var. Onun da olumlu-olumsuz yanlarıyla büyük bir öğreticiliği var. Böyle bir paradigma değişimi, bu öğreticilik temelinde ortaya çıkmıştı. Kısaca yeni paradigmada herkesi görüyor. Herkes içinde var. Paradigmada herkes kendi çözümünü bulabiliyor. Enternasyonalist boyutu bir de bu yanıyla güçlüdür. PKK hiçbir zaman dar milliyetçiliğe düşmedi. Önder Apo, Haki Karer ve Kemal Pir arkadaşlarla ilk grubun çekirdeğini attı. Önderliksel çıkışı onlarla birlikte yaptı. Onlar da iki Karadenizli gençti. Türkiye toplumuna aittiler. Böyle bir Apocu önderliksel doğuşun gerçekleştirilmesine ve Apocu Hareketin temellerinin atılmasına en büyük katkıyı sundular. Önder Apo “Haki Karer benim gizli ruhum gibiydi. Kemal Pir Apoculuğun ruhuydu” dedi.
PKK demokratik zihniyet ve insanlık kültürünü esas alıyor
Önder Apo demokratik ulusu tanımlarken “zihniyet ve kültür ulusu” dedi. Ulus tanımlamasını dil, toprak gibi öğelere bağlamadı. PKK, zihniyet ve kültür birliği oluyor. Demokratik zihniyet ve insanlık kültürünü esas alıyor. Bu anlamda dar ulusal ya da dinsel bir yaklaşımın izi bile yoktur. Herkesi, bu konuda son derece kendi farklılığına dayalı olarak eşit gören, onunla özgür birliği öngören bir demokratik anlayışa sahip. Bu da PKK enternasyonalizmini en güçlü enternasyonalizm yapıyor. Tam bir ideolojik birlik, tam bir dostluk, yoldaşlık enternasyonalizmi yapıyor. Reel sosyalizmin gelişiminde de Ekim Devrimi’nde de bu ruh, anlayış vardı. Bu hem dardı hem de sonradan bozuldu. Nasıl bozuldu? Siyasi, ekonomik çıkarlara alet edildi. Çıkarlar öne çıkartıldı. PKK’nin enternasyonalizminde hiçbir kişisel, örgütsel, ulusal, farklı kimliğe dayalı bir çıkar söz konusu değildir. Tam bir yoldaşlaşma vardır. Tam bir özgür yaşam dostluğu, arkadaşlığı söz konusudur. Tam bir ortak amaca kilitlenme ve onu gerçekleştirmek için fedai çizgisinde mücadele etme vardı. Bu büyük cesaret ve fedakârlık, fedai çizgisi, bu düzeyde yoldaşlaşma, her türlü çıkardan uzaklaşma, PKK enternasyonalizminin özünü oluşturuyor. Kardeşleşmeyi, yoldaşlaşmayı, dost olarak gelişimi zirveye çıkarıyor.
– 1999 sonrası süreç, komplonun etkileri ve Önderliğin gerçekleştirdiği paradigma değişimi Kürt halkı ve PKK militanları üzerinde nasıl bir etki yarattı?
15 Şubat ’99 Komplo’sunu ve günümüze kadar gelişen sürecin etkilerini kuşkusuz çok yönlü ve doğru değerlendirmemiz gerekli. Bunun bir bütün parti yapımız, gerilla ve hareketimiz üzerindeki etkilerini anlamalıyız. Kürt gençleri, kadınları, bütün Kürt toplumu üzerindeki etkilerini anlamalıyız. Özellikle psikolojik etkilerini çok yönlü ve derinlikli çözümlemeye ihtiyaç var. Şimdiye kadar bu çok fazla yapılmadı. Uluslararası komplo deyip geçmemek lazım, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi deyip geçmemek lazım. O sistem, 24 yıldır orada boşuna tutulmuyor. Önderlik üzerinde mevcut siyasi yaklaşım boşuna sürdürülmüyor.
Bu sadece Önder Apo’ya dönük bir saldırı ya da yaklaşım değil. Önder Apo şahsında aslında tüm Kürt toplumuna, kadınlarına, gençlerine, işçi ve emekçilerine gösteriliyor. Türkiye toplumuna, kadınlarına, gençlerine gösteriliyor. Bir tehdit aracı olarak tutuluyor. Bir hâkimiyet aracı, bir güç gösterisi olarak tutuluyor. Böyle her yönüyle Kürt halkını, kadınlarını, gençlerini, Türkiye’nin devrimci-demokratik güçlerini, emekçilerini, ezilenlerini bu biçimde korkutmaya, tehdit etmeye çalışıyorlar; Ayağınızı denk atın, çizmeyi aşarsanız sonunuz böyle olacaktır şeklinde bir baskı uygulaması olarak kullanılıyor. İdam bir anda yapılıyor, bir süre acısı oluyordu. Sonra o etki çok fazla kalmıyordu. Ama İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi her anı idam olarak geçen, o düzeyde etki yapan bir sistemdir.
Bunun gerçekten de psikolojimiz üzerinde, anlayışımız, davranışlarımız üzerindeki etkisini iyi değerlendirmemiz lazım. Çok önemli, derin ve çok boyutlu bir konu. Şimdiye kadar kısmen değerlendirdik, çözümledik. Eleştiri ve özeleştiriyle bunu anlamaya ve bu etkileri aza indirmeye, onlardan kurtulmaya çalıştık ama eleştiri, özeleştirilerimiz dar ve yetersiz kaldı. Bu konudaki çözümlemeler azdır. Özellikle topluma, gençliğe dönük çözümlemeler az ve yetersizdir. Gençlik, kadın ve toplum eğitimimiz zayıftır. Oysa gerçekten büyük etkileri var. Bunu bilmemiz, anlamamız lazım. Çözümlememiz ve aşmamız gerekiyor. Yerinde, zamanında, doğru, etkili tutum alabilmek, mücadele edebilmek, tarz, üslup geliştirebilmek, dolayısıyla uluslararası komploya karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini doğru tarz, üslup ve yeterli tempoda geliştirip başarıya götürebilmemiz için bu şart. Bu etkileri görüp onları aşmak kesinlikle şart.
Mücadelede yaşadığımız hatalar, eksiklikler, yetersizlikler, zayıflıklar, bireycilik gibi şeylerin hepsinin altında uluslararası komplonun, İmralı sürecinin duygumuzda, düşüncemizde, ruh halimizde, psikolojimizdeki etkileri yatıyor. Böyle değerlendirmemiz lazım. Buna göre de çözümlememiz gerekli. Yaşadığımız zayıflıklarda, darlıklarda, bireyciliklerde, yaratıcı, kazanımcı olamamada, hatalarda, acaba uluslararası komplonun, 24 yıllık İmralı işkence ve tecrit sisteminin etkileri ne kadar? Bu soruyu kendimize açıkça sormalıyız. Hiç de az değildir. İyice yoğunlaşalım, inceleyelim, araştıralım, hiç de az olmadığını, belki de başat olduğunu göreceğiz. Bu konuda birey ve toplum incelemesi yapanlara, psikologlara, sosyologlara önemli görevler, roller düşüyor. İnceleme yapabilirler. Zengin çözümleme ve değerlendirmeler geliştirebilirler. Bunları hareket ve halkla paylaşabilirler. Dolayısıyla bu temelde komplonun etkilerini aşma ve uluslararası komploya karşı başarılı mücadele etmemize büyük katkılar sunabilirler. Bu kesinlikle mümkündür ve büyük, önemli bir görevdir.
Biraz yoğunlaştığı zaman insan görüyor. Örneğin mevcut yaklaşımlardaki yetersizliklerin büyük çoğunluğunun altında komplonun, İmralı işkence ve tecrit sisteminin etkisini görmek mümkün. Öyle ki giderek bizi anlayışlarımızdan, amaçlarımızdan uzaklaştırarak daraltıyor, zayıflatıyor, sınırlandırıyor, kendi yörüngesine alıyor gibi bir durum var. Yoksa bizim imkân ve fırsatlarımız çoktur. Şimdiye kadar uluslararası komploya karşı çok güçlü ve etkili mücadeleler geliştirebilirdik. Var olanı onlarca kat aşan bir mücadeleyi kesinlikle ortaya çıkarabilirdik. Ama onlar olmadıysa bu, uluslararası komplonun ve İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminin üzerimizdeki etkilerini doğru ve yeterli tanımlayamama, derinliğine anlayamama ve aşamamaktan kaynaklanıyor. Bunu kendimize sorun yapmıyoruz. Bu soruları kendimize yeterince sormuyoruz. Üzerinde derinliğine düşünmüyoruz.
Acaba komplo psikolojimizde, anlayışımızda, davranışımızda ne tür etkiler yapıyor? İmralı işkence ve tecrit sisteminin üzerimizdeki etkileri neler? Kapitalist modernite sistemi, AKP-MHP faşizmi İmralı’yla niye bu kadar uğraşıyor? Kuşkusuz amaçları olduğu için uğraşıyorlar. Oradan bir şeyler kazanmak istiyorlar. Amaç sadece Önder Apo’yu kuşatmak, sınırlandırmak, etkisiz kılmak değildir. O sadece bir boyutudur. Önder Apo’nun bizi uyarmasını engellemek istiyorlar. Bu engelleme istemini görüp kendi kendimizi uyarabiliriz. Onun için de uluslararası komplonun ruh, duygu, düşünce ve davranış dünyamızda, psikolojimizdeki etkilerini iyi bilince çıkartıp aşmamız lazım. Çok fazla etkisi var. “Ben de hiç yok” diyen aslında bunun etkisini en çok yaşayandır. O nedenle hiç kimse “bende bu sürecin etkisi yok, ben bilince çıkarmışım, aşmışım, doğruya ulaşmışım” demesin. Hayır, öyle değildir. Öyle düşünen kendisini kandırıyor. En çok yanılan oluyor. Aslında etkiyi en fazla yaşayandır. Onun için de bu etkilenme durumunu aşmamız lazım.
Özellikle gençliği, demokratik siyaset alanını, kadın hareketlerini inceleyelim. Önemli gelişmeler var ama potansiyel çok büyük, imkân ve fırsatlar çok fazla. Gelişme mevcut olanın onlarca kat fazlası olabilirdi. Peki, neden olmadı, neden bu kadar dar, az ve sınırlı kaldı? Bu nedenin cevabını biz komplonun ve İmralı sisteminin üzerimizdeki etkilerinde arayacağız. Onu bulacak ve çözeceğiz. Cesaretimiz, fedakârlığımız, sorumluluk duygumuz, paylaşımımız, toplumsallaşmamız üzerindeki etkilerine değineceğiz. Bu kadar bireycilik, kendine görelik, hep isteyen, pratiği zayıf, reformizme olan, daralan yaklaşımlar kesinlikle komplonun çeşitli biçimlerdeki etkisinden kaynaklanıyor. Bu önemli, ciddi bir konu. Üzerinde yoğun araştırma ve inceleme, çözümleme yapılarak sonuca bağlanması gerekir.
Paradigma değişiminin anlaşılıp özümsenmesinde darlıklar var
Diğeri Önder Apo’nun gerçekleştirdiği paradigma değişiminin üzerimizdeki etkileri, etki düzeyidir. Kuşkusuz herkes etkilendi. Yeni bir umut oldu. Yeni bir irade geliştirdi. Yeni cesaretler, fedakârlıklar yarattı. Yeni bir bilinçlenme, örgütlenme ortaya çıkardı. Hamlelere yol açtı. Bunun üzerinden büyük mücadeleler gelişti. Hem parti militanları açısından hem de halkımız açısından bunu söyleyebiliriz. Fakat gerçekten tıpkı uluslararası komplonun ve İmralı işkence ve tecrit sisteminin üzerimizdeki etkilerinin doğru ve derinlikli çözülüp anlaşılması gibi, Önder Apo’nun gerçekleştirdiği paradigma değişiminin de parti militanları ve halk tarafından yeterince anlaşılıp özümsenmesi konusu da önemli bir soru işareti içeriyor.
Belirttiğimiz etkileri var ama bunlar yeterli değildir. Dolayısıyla paradigma değişiminin anlaşılmasında, kavranmasında, özümsenmesinde, o paradigmaların yaratıcı yol ve yöntemlerle pratiğe geçirilmesinde ciddi yetersizliklerimiz, zayıflıklarımız var. Ciddi darlıklar var. Özellikle parti militanları, kadro yapımız, yine gerilla duruşu açısından değerlendirdiğimizde çok ciddi darlıklar var. Çok geriden ele alma var. Sınırlı yaklaşım oluyor. HPG Karargâhı bunları “sağ yaklaşım” olarak eleştiriyor. Bu darlık, geriden geliş, sınırlı uygulama, bir sağ çizgi olarak, paradigma değişimine sağ çizgi yaklaşımı olarak değerlendirilebilir, öyle tanımlanabilir. Fakat esas olan bir tanım koymak değil. Bunun ne anlama geldiğidir. Darlık var. Son derece sınırlılık, yetersizlik, sürüklenme var. Öncülük, yaratıcılık, bütünlük zayıf. Son derece parçalı yaklaşımlar var. Kadro yapısı, parti camiamız böyle olunca elbette bu durum halka da yansıyor.
Halkın gerillalaşması, partileşmesi gerekiyor
Halk daha çok umutlu. Önderliğe ve partiye bağlılığı, inancı güçlü, paradigma değişimiyle birlikte kadınlar, gençler ve halk esas özne haline geldi. Bunlar devrimin temel güçleridir. Onlar yürütecekler. Öncesinde parti öncülüğü, gerilla öncelikliydi, esas özneydi. Mücadeleyi onlar yürütüyordu. Halk onların peşinden geliyordu. Evet, öncüye yine ihtiyaç var ama biz sadece parti ve gerilla öncülüğüyle mücadele yürütemeyiz. Halkın gerillalaşması, partileşmesi gerekiyor. Kadın ve gençliğin gerillalaşması, partileşmesi lazım. O düzeyde bir temel güç, öncü ve esas güç haline gelmeli. Bunun için de paradigmayı bir kadro gibi anlamalı, özümsemeli, ona bağlanmalı, onu yaşamalı. Yeni paradigma sadece kadro, gerilla için değildir. Kadın, gençlik ve tüm toplum içindir.
Demokratik ulus, toplum demektir. Demokratik konfederalizm, toplum ve halk yönetimi demektir. Gerilla, parti değil, halk kendi kendini yönetecek. O halde halk, bu işlerin nasıl örgütlenip yürütüleceğini öğrenecek, bilecek. Kendisini bu konuda eğitecek. Esasın da partinin ve gerillanın bu dönemdeki en temel görevi ve rolü halkı eğitmektir. Yeni paradigma temelinde, demokratik ulus ve demokratik konfederalizm çizgisinde halka eğitim vermektir. Onların örgütlenmesine yardımcı olmak, yol göstermektir. Ama örgütlenecek, işleri yapacak ve yönetecek olan halktır, kadınlar ve gençlerdir. Parti kadroları ya da gerilla savaşçıları, komutanları değil. Şimdi her şey partiden, kadrodan, savaşçıdan bekleniyor ya da kadro, gerilla her şeyi kendisi olarak görüyor. Bütün pratik işleri kendisi yapıyor. Halkın işlerini de kendisi yapıyor. Bir iş bölümü yanlışlığı, rol kayması var. Öncü, eğitici, örgütleyici olan onu yapacak, yönetici olan, pratik işleri örgütleyecek olan onu yapacak. Ama şimdi öncü olması gereken yönetici oluyor. O zamanda yönetim olması gerekene iş kalmıyor. O kendini tümüyle dışında görüyor.
Bu aslında paradigma değişiminin doğru ve yeterli anlaşılmadığı, özümsenmediği, bu temelde pratiğe yönelinmediğini gösteriyor. Köklü bir düzeltme yapmamız lazım. Belli bir etki var. Biraz kavrama var, hiç yok diyemeyiz. Ama köklü ve derinlikli bir özümseme, kavrama ve yaratıcı bir biçimde uygulamada çok geri bir durum var. Partide de zayıflık var; öncülük, eğiticilik, örgütleyicilik rolünü oynayamıyor. Dolayısıyla reel sosyalist partiler gibi kendisini yönetici yapmaya çalışıyor. Bu yanlıştır. Halkın yapacağı pratik işleri her yerde parti kadroları yapıyor. Öyle olmaması lazım. Partinin görevi eğitim, örgütleme ve yol göstermedir. Pratik işleri, yönetimi halk yapacak. Meclis halkındır. Yürütme konseyleri, eşbaşkanlar halkındır, seçimle başa gelir. Bunu halk yapar. Doğru yapanlar iş başına gelir, yapamayanlar yönetimden düşerler. Parti sadece gözetir. Doğru olmayanları eleştirir. Ama hiçbir zaman müdahalede bulunmaz. “Onlar yapamıyor ben yapayım” diyemez. Reel sosyalizmde parti devlet bütünlüğü vardı. Şimdi parti demokratik konfederalizm bütünlüğü şeklinde bunu yapamayız. KCK’yi, PKK yapamayız. KCK’nin komitelerini, yönetimlerini sadece parti kadrolarından oluşturamayız.
Düşman saldırılarını kırdığımız ölçüde inşa çalışması yapabiliriz
Belki içinde yol göstermek üzere bazı dönemlerde parti kadroları olabilir. O da çok az ve rolü biterse ayrılır. Bunu esas olarak halk yapmalı. Halkı eğiterek, örgütleyerek bu duruma getirmeli. Halk da bu işleri “benim işimdir” diyerek sahiplenmelidir. Demokratik Konfederalizmi kendisi örgütlemeli. Demokratik Ulusu kendisi geliştirmeli. Bu anlamda ciddi bir sorgulamaya, eleştirel-özeleştirel yaklaşıma ve düzeltmeye ihtiyaç var. Yanlışlıklar, çarpıklıklar, terslikler var. Doğru bir sorgulama temelinde çizgiye uygun olarak, paradigmanın gereklerini esas alarak bir düzeltmenin yapılması lazım. Onu yaptığımız ölçüde yeni paradigma değişimini anlama, özümseme, uygulama noktasında yol alırız. Yoksa olmaz diye bir şey yoktur. Elbette çaba ister, kolay değildir. Ama gerçekleşmez de değildir. Eğer biz istersek, çaba harcarsak, rol ve görevlerimize sahip çıkarsak, toplumu eğitip örgütleyerek görev ve sorumluluk sahibi kılarsak o zaman yeni paradigmayı anlamış ve uygulamış oluruz. Dolayısıyla her türlü pratiğimiz başarılı sonuç verir.
İçinde bulunduğumuz dönem kesinlikle bunu gerektiriyor. Bunu ne temelinde yapıyoruz? Öz savunma temelinde yapıyoruz. Bunu günümüzde hangi çizgide yapıyoruz? Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde yapıyoruz. 2010 yılında strateji değişimi yaptık. Demokratik siyasi yöntemle, KCK çözümünü TC Devleti kabul etmeyip imhayı, tutuklamayı, saldırıyı dayatınca biz de ona karşı direnme yolunu seçtik. Demokratik siyasete siyasi soykırım operasyonlarını dayatıp, demokratik siyasi çözümün ve siyasi mücadelenin imkânlarını ortadan kaldırınca geriye Devrimci Halk Savaşı temelinde demokratik konfederalizmi örgütleme, demokratik ulus inşasını geliştirme kaldı. Bu bakımdan stratejimiz Devrimci Halk Savaşı Stratejisidir. Yani düşman saldırılarını kırdığımız ölçüde inşa çalışması yapabiliriz. Düşman saldırılarını kırabilmek için de öz savunma örgütlülüğümüzü gerilla öncülüğünde geliştirmemiz ve mücadele etmemiz lazım. Bu gerçekleri iyi bilmek, tersyüz etmemek gerekiyor. Anlaşılmayan bir durum değildir. Bunları anladığımız ölçüde kesinlikle işleri başarıyla yürütürüz.
PKK’nin resmi kuruluşunun 45’inci yılında, bu yönlü düzeltmeler, bilinçlenme, daha güçlü gelişecek. Ona inanıyoruz. Çünkü arayış çok, tartışma çok. Gerillamızın kahramanlık çizgisindeki mücadelesi zirve yapmış durumda. Düşman gerilla karşısında yenilgi üzerine yenilgi yaşıyor. Zap, Avaşîn ve Metîna’da HPG ve YJA Star’ın kahraman komuta ve savaşçı gücü gerçekten tarih yazıyor. İnsanlığı yeniden yaratıyor. İnsanlık değerlerini yeniden oluşturuyor. İnsanın erdemini, gücünü yeniden ortaya çıkarıyor.
Önder Apo her türlü baskıya, zulme, tecride rağmen özgürlük mücadelesinden bir milim sapmıyor, dimdik duruyor ve büyük bir kararlılıkla yürüyor ve bize yol gösteriyor. Dönemin mücadelesi nasıl yürütülür, duruşu nasıl olur, içinde bulunduğumuz süreçte mücadele görev ve sorumluluklarımız nelerdir? Bize bunları gösteriyor.
O halde bunlardan çıkartacağımız sonuçlar temelinde 45’inci yılda doğruları daha çok bulacağız. Hata ve eksikliklerimizden daha fazla kurtulacağız. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni ideolojik, siyasi, askeri, toplumsal mücadelede çok daha güçlü, başarılı uygulayacağız. Bu alanlarda doğru, yaratıcı tarzı, kazanımcı üslubu, yüksek tempoyu tutturacağız ve mutlaka kazanacağız. 45’inci resmi PKK yılı en büyük mücadele ve en büyük kazanım yılımız olacak. Bunlar temelinde bir kere daha Önder Apo’nun, yoldaşların, halkımızın ve dostlarımızın Parti Bayramı’nı kutluyor, 45’inci yılda özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyorum.