– İYİ BİR DEVRİMCİ İYİ BİR ROMANCI OLMAK ZORUNDA!
– GERÇEK EDEBİYATI SAVAŞ TÜNELLERİNDE GERİLLA YAPIYOR!
Propaganda-ajitasyon çalışmalarında kuşkusuz temelinde ideolojik ilkeler var. İdeolojik mücadele oluyor, ideolojik mücadelenin özünü de ideolojik ilkeler oluşturuyor, sanat ve edebiyat çalışmaları ideolojik ilkeler tarafından belirleniyor. Aslında sanat ve edebiyat faaliyetleri, insanların ruh dünyasını, duygu ve düşünce dünyasının aynası oluyor. Bütün bireysel anlayışlar, ruh halleri, bütün bireycilikler açığa çıkıyor. O bakımdan da herkes sanatçı ve edebiyatçı olamıyor, bireyciliği aşabilenler, iç dünyalarını saklamayanlar, kendileri dışındaki insanlığı duyabilenler sanatçı ve edebiyatçı olabiliyorlar ve gerçek anlamda başka insanlar için yararlanılabilecek değerler üretebiliyorlar. Bireyciliklerini aşmaktan korkmayanlar bunu yapabiliyorlar. Bu nedenle herkes yapamıyor, herkes bir düzeyde propagandacı, ajitasyoncu olabilir ama herkesin belli bir düzeyde sanatçı ve edebiyatçı olması zordur. Belli bazı şeyler yapabilir, kuşkusuz bir duygu dünyası var, onları ifade edebilir ama onu ne kadar açıklık ve derinlikle yapacağı belli değildir, daha doğrusu onun sanatçılığı ya da yapılanların sanat ve edebiyat değeri taşıması açıklık ve derinliğe bağlıdır. Yüzeysel ve dar olanların, geçiştirme yapanların çok fazla sanat ve edebiyat değeri olmuyor. İnsanlar için yararlanılacak kaynaklar olmuyor. Çoğu eğlenceye dönüşüyor, parayla satılıyor. Eğlenceye dönüşen ve parayla satılanlara biz sanat ve edebiyat demiyoruz. İnsanı ve toplumu hiçbir çekinceye yer vermeden çözümleyen, analiz eden, var olanı eleştiren, olması gerekenleri öneren yapıtlara, ürünlere sanat eseri diyoruz Çünkü insan ve toplum değişiminde, dönüşümünde, inşasında duyguyla ve ruhla da birleşiyor.
En derin ideolojik mücadeleyi sanat ve edebiyat çalışması yapıyor
Zihniyet inşası birey ve toplumunun inşasının temelini oluşturuyor, kişilik şekillenmesi, kişilik devrimi en fazla burada gelişiyor. En derin ideolojik mücadeleyi sanat ve edebiyat çalışması yapıyor. Sanat ve edebiyatı böyle tanımlamak lazım. Bu bakımdan da zor bir iştir, zorluğu da şuradan ileri geliyor: İnsanın her şeyini buraya vermesi gerekiyor, biraz vereyim ya da biraz vermeyelim denildi mi yapılan yetersiz ve etkisiz kalıyor. Dahası yapanın bir şeyler gizlediği anlaşılabiliyor.
En çok kullandığımız kavramlardan biri de ‘açmak’ kavramı oluyor. Bir sanatçı ve edebiyatçı düzeyinde insanın kendisini açması ideolojik çözümlemenin, kişilik çözümlenmesinin en derin olanını içeriyor. En fazla eleştirel-öz eleştirel olanlar en çok kendi dünyalarını açanlar, onları anlamlandırmaya çalışanlar sanatçılar ve edebiyatçılar oluyor. Sanat ve edebiyat böyle bir iştir, böyle anlamak ve böyle kabul etmek gereklidir. Bu durum da bireyciliğe karşı olduğu için, bireyciliği ortadan kaldırdığı için, bireyi çok fazla çözümlediği için herkes kendisini çözümlemek istiyor, kendine bir bireycilik alanı ayırmak istiyor, bu küçük burjuvalığın da esasını oluşturuyor. Dolayısıyla sanat faaliyeti, sanatçılık aslında küçük burjuvalığın en fazla aşıldığı, devrimci değişim ve dönüşümün en derin gerçekleştiği yer oluyor. Küçük burjuvalık da bunun özünü boşaltmak için sanat ve edebiyatta her türlü şaklabanlığı geliştiriyor. Özünden saptırıyor, para-pul işi yapıyor, böylelikle laubalilik alanına dönüştürüyor. Böyle bir ayrım var, daha doğrusu sanat ve edebiyat alanına iktidar ve devlet sisteminin, kapitalist modernite düzeninin, erkek egemen zihniyetin bu temelde bir saldırısı var. Sanat ve edebiyatın özünü boşaltarak birey ve toplumun çözümlendiği, hakikat arayışının en derin bir biçimde açığa çıktığı, yaşanmakta olduğu yer olmaktan çıkartarak ters yüz edip, bir de şaklabanlıkla düzene hizmet eder, insanları gerçekliklerinden uzaklaştırmak istiyorlar. Bu anlamda düzenin sanatçı ve edebiyatçı adıyla türettiği; aslında sanata ve edebiyata en büyük saldırı oluyor. Toplum kırımı, soykırımı en derin bir biçimde yürüten bir saldırı vardır. Kültürel soykırımın en derin olanı, sanat ve edebiyat alanında yapılanlardır, Toplum kırım da böyledir. İnsanı kendi özünden, hakikatinden en fazla uzaklaştıran, onu ters yüz eden, düzenin kölesi, hizmetçisi haline getiren sanat ve edebiyat adına yapılan çalışmalar oluyor. Eğer sanatçı, edebiyatçı olamıyorsak, bizim devrimimizde sanat-edebiyat bu denli gelişmemişse bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Demek ki kendimize sakladığımız bireyci alanlarımız var. Çözümlemeler oluyor ama olan olması gerekenin yüzde onu kadar bile değildir, çözümlenenler sadece görüntülerdir, açık davranışa dönüşenlerdir. Onlar zaten gözle görülebiliyor, saklayabilmemiz mümkün değildir. Kendini saklamaya çalışılsa da çevredekiler rahatlıkla görebiliyorlar, diğeri ise kalıyor. Öyle olmazsa her kişilik çözümlenmesinin sonunda bir sanat ve edebiyat değerinin ortaya çıkmasına yol açar. Sanatçının çok güçlü çıkmaması, sanat ve edebiyat faaliyetlerinin gelişmemiş olmasının altında kültürel soykırım rejiminin bireycileştiren, kişiliksizleştiren, özünden kopartan, kendine yabancılaştırılan, kendi olmaktan çıkartan inkarcı gerçekliği yatıyor. Aslında sanatın-edebiyatın çözeceği kişilik bu oluyor. Buna güç getirmek, devrimci bir temelde derinliğine bu çözümlemeyi gerçekleştirmek kolay olmuyor. En büyük devrimci faaliyet, en derin devrimci duruş budur. Önder Apo’nun bu kadar üzerinde durduğu, bütün verilerini hazırladığı, yapılmayınca da eleştirdiği, yapılanları eleştirdiği noktalar böyle ortaya çıktı. Bu temelde gerçekleşti.
Kültürel soykırıma karşı kültürel varlığı koruma mücadelesi yürütülmeli
Siyasi-askeri mücadele yürütüyoruz, belli bir ideolojik mücadele de var. PKK devriminin geldiği nokta siyasi-askeri olarak bir alternatif oluşturmaya, düzenden kopmaya çalışsa da aslında kültürel soykırım rejimini ruhta, duyguda yeterince yenebilmiş değildir. Onu yenen ve hakikati bütün boyutlarıyla açığa çıkartan, insanlığı bu temelde daha derin ve köklü değişime-dönüşüme ulaştıran güce yeterince ulaşmış değildir.
Şöyle de söylenebilir: Devrimin yaşamsallaşması, toplumsallaşması, en sağlam kişilik devrimi haline gelmesi aslında bu düzeyde bir değişimi-dönüşümü ortaya çıkartmasına bağlıdır. Kalıcılaşması da kökleşmesi de buna bağlıdır. Ne kadar böyle bir sanat ve edebiyata dönüşürse, ne kadar kültür devrimi haline gelirse o kadar kalıcı olacak, değiştirici-dönüştürücü olacak, çözümleyici olacaktır. Bu noktada yüzeysellikler ve darlıklar var, bireycilikler var. Aslında kültürel soykırım rejiminin, iktidar ve devlet düzeninin, erkek egemen zihniyet ve siyasetin üzerimizdeki ağır etkileri var. Onları derinliğine eleştirip aşabilmede, insan hakikatini açığa çıkartabilmede zayıf kalınıyor. Birileri bunu yapsın bizi bu azaptan kurtarsın da diyemeyiz. Hepimiz aynı şeyi yaşıyoruz. Bunun öncülüğünü yapma iddiasındayız, kendimize biçtiğimiz sıfat budur ama biçtiğimiz sıfatın gereklerini çok az yerine getirebiliyoruz. Meseleye sanat ve edebiyat alanından baktığımızda ne kadar bireyci, dar, yüzeysel, meseleleri özümsemekten uzak, ruh, duygu, düşünce dünyasıyla bütünlüklü bakmaktan ne kadar uzak olduğumuzu, ne kadar parçalanmış bir durumu yaşadığımızı insan daha rahat görebiliyor. Kişilik devrimini derinleştireceksek, bunları görebilmeliyiz.
Gerçekte sanat ve edebiyatın tanımını, anlamını, devrimci gerçekliğini böyle ortaya koymak gerekiyor. Sanat ve sanat adına ortaya konulanların farkını da karşıtlığını da görmek gereklidir. Önümüze sürülen her şeye sanattır diyerek yaklaşmamak gerekiyor. Devrimci özünü doğru bir temelde ele almak ve anlamak gereklidir. Büyük devrimci öze sahip olduğu için, değişim-dönüşümü bu alan gerçekleştirdiği için egemen güçler, iktidar ve devlet düzeni olarak bu alana para döküyor. Bunu yaparak gerçek sanat ve edebiyat gelişimini engellemeye çalışıyor. Yine buna dayanarak saptırma temelinde insanları köleleştirmeyi, kendinden uzaklaştırmayı daha kolay yapıyor. Akıllarını bozuyor, gözünü karartıyor. İnsanı kendisi olmaktan, kendi gerçeğinden daha kolay ve derin uzaklaştırıyor. Bu da insanları köleleştirmenin, düzene hizmet ettirmenin en etkili yoludur. Kesinlikle böyle yapılıyor. Sanat ve edebiyatı daha derin anlayacaksak bu temelde anlamak gerekiyor. Bu alanda yaşananlara, sanat-edebiyat adına yapılanlara, içimizde ve dışımızda yapılanlara bu temelde bir eleştirel-öz eleştirel bakışla yaklaşmak gerekiyor, bu temelde bakılmalı ve bu temelde tanımlamalıyız. Başka türlü bir bakış açısıyla yaparsak yanılmalar olabilir. Dolayısıyla doğru-yanlış ayrımı da yeterli bir düzeyde yapılamaz. Oradan da geliştirici, çözümleyici sonuçlar çıkmaz.
Biz bir devrimci özgürlük hareketiyiz, varlık ve özgürlük devrimi yürütüyoruz. Varlık devrimi, kültürel soykırıma karşı Kürt halkının kültürel varlığını koruma, savunma mücadelesi oluyor. Özgürlük devrimi bu kültürü insanlığın 21. yüzyılın başına kadar ortaya çıkardığı gelişmeler, hakikatler temelinde geliştirmeyi, yenilemeyi, özgür birey ve demokratik toplum temelinde özgür yaşamı inşa etmeyi hedefliyor. Devrimimizin esası budur ve hareket olarak böyle bir büyük mücadele içerisindeyiz. Bu açık bir gerçektir. Bu çerçevede belli gelişmeler de sağlandı, fakat zorluklar ve sorunlar da var. Onları doğru değerlendirmek gerekiyor. Aslında bu noktada bazı görevler sahipsizdir, sahibini bulmuş ve doğru, başarılı yürütülür değildir. Fedai çizgisinde kahramanca çok cesur ve fedakar bir savaşçılık yürütüyoruz. Fakat doğru çizgide yürütülüp yürütülmediğini tartışıyoruz, Önder Apo ‘komutanını arayan savaş’ dedi. Yani sahibini doğru arayan savaş oluyor. Çizgiyi doğru anlayıp onu doğru yürüten savaş.
Demek ki sahibini bulamamış bir kültür-sanat faaliyeti var. Bu işleri yapmaktan ve pratikleştirmekten kim sorumlu? Burada muğlaklık oluşuyor. Bu faaliyet sahipsiz kalıyor. Bu faaliyetleri yurtseverler yapsın, bazı kesimler yapsın, bir örgüt kurmuşuz o örgüt yapsın diyoruz. Derinleşmek için bunlar da doğru ama dikkat edilirse kültür ve sanat devriminden söz ediyoruz, devrimin öncüsü de PKK ve PAJK oluyor. Devrimin öncü kadroları PKK ve PAJK’ın kadrolarıdır. Bütün devrimci mücadeleye öncülük etmesi gerekenler bunlar oluyorlar. O halde ne yapmamalıyız? Görevi kendi dışımızda görmemeliyiz, başka öncü aramamalıyız. Eğer tanımlamalar doğruysa o halde öncü, görev ve misyonuna sahip çıkmalıdır. Görevleri başkalarına yüklememelidir. Başkalarından beklememelidir. İşin püf noktası ve esası öncüden kaynaklıdır. Kürt toplumunun insan bulma, çalıştırma sorunu yoktur. Evet düşmanları var, soykırım uygulanıyor, soykırıma karşı mücadele gerektiriyor ama bu mücadeleyi yürütecek gücü var, cesaret ve fedakarlığı oluştu. O zaman yapılmayan toplumu eğitip örgütleyerek bunu yaptıracak bir öncülük yoktur. İşler yine öncülükte düğümleniyor.
Kültürel soykırıma karşı kültürel varlığı koruma mücadelesi nasıl yürütülmelidir? Dar ele almamak gerekiyor, bir kültür mücadelesi olarak da ele alındığında o zaman kültürel varlığı koruma mücadelesi diyeceğiz, çünkü soykırım temelinde bu kadar saldırı ve tahribat var, o halde varlığı koruma mücadelesi sadece birilerinin görevi değildir. PKK halkın varlığını korumak için ortaya çıktı. Kendini öz savunma gücü, öncü güç olarak görüyor. O halde kültürel varlık savunulmak durumundaysa bunu kim kapacak, kim böyle bir mücadeleyi planlayacak, örgütleyecek, yürütecek? Tabii ki parti yapacak, parti öncülük edecek, bu temelde halkı eğitip örgütleyecek, yoğun bir mücadele yürütecek. Bunun için tarihsel olarak oluşmuş kültürel değerlere sahip çıkacak, soykırımcının kültürel değerlerden kopartma saldırılarına karşı direnecek, kendi kültürel değerlerinin özelliklerini sahiplenecek ve koruyacak, kendisinde koruyacak, çevresinde koruyacak, toplumda koruyacak, doğada koruyacak, bu temelde koruma mücadelesini her yerde yürütmek durumundadır. Bunun için kültürel değerleri araştıracak, inceleyecek, önemi ve özellikleri üzerinde duracak, buna yöneltilen saldırının her türüne karşı onun yöntemleri neyse bulacak ve boşa çıkartacak bir mücadele yürütecek.
Varlık mücadelesi büyük bir kültürel devrim mücadelesi oluyor
Demek ki varlık mücadelesi büyük bir kültürel devrim mücadelesi oluyor. Onun için de kültür değerlerini açığa çıkartmak, korumak, yaşama ve yaşatma mücadelesidir. Aslında mücadelemizin esası budur. Böyle bir mücadele de yürütülmüştür. Böyle bir mücadele parti ve gerilla şahsında yürümüş, Önderlik sahsında yürümüştür. Bir savunma bilinci, iradesi, örgütlülüğü oluşturulmuştur. Bir de bu kültürel varlığı koruyabilmek için onu devrim düzeyinde yenilemek, geliştirmek, yeni devrimci bir kültür haline getirmek gerektiği sonucuna varılmış ve bu pratikte en çetin bir ideolojik, siyasi, askeri mücadeleyle gerçekleştirilmiştir. Böyle bir savunma durumumuz var. Bu da en büyük devrimsel gelişmedir. Kültür devriminin de gerçekleşmesinin önünün açılmasıdır, başlatılmasıdır.
O halde böyle bir durumda kültürel varlığı savunmak, özgürlük devrimini gerçekleştirmek şu anlama geliyor. Önderlik ve öncüde ortaya çıkan tarihsel olarak oluşmuş Kürt halk kültürel değerlerini özgürlük çizgisinde, Apocu hakikat çizgisinde yenilenmiş olan ilke ve ölçüleri bireye ve topluma taşırmak, bireyin duygu, düşünce, zihniyet, ruh dünyasını bu temelde yeniden oluşturmak, inşa etmek, değiştirmek, geliştirmek oluyor. Kültür ve sanat faaliyetimizin temel hedefi budur, esası budur. Bu anlamda aslında zor olan başarılmıştır. Zor olan, bu kültürün kendini savunabilecek, koruyabilecek bir gücü kavuşturulması, bunun için yenilenmesi ve yeniden yaratılmasıdır. Bu gerçekleştirilmiştir. Yarım asırlık büyük devrimci mücadele bunu gerçekleştirmiştir. Yarım asırlık Önderlik yürüyüşü, Önderlikte, Partide, gerillada ortaya çıkan ölçüler kadın-gençlik öncülüğünde ortaya çıkan ölçüler bu yenilenmeyi yaratmıştır. Kültürel soykırım saldırılarını kıracak bir mücadele gücünü ortaya çıkartmıştır. Geriye bu ölçüleri çeşitli sanatsal etkinliklerle, güzel sanatlarla bireye ve topluma yedirmek, özümsetmek, yeni özgür birey ve demokratik toplumu, bu temelde özgür yaşamı inşa etmek kalıyor. Her yönüyle bunu yapmak gerekiyor. Ruhuyla, duygusuyla, düşüncesiyle, davranışlarıyla, yaşam ölçü ve ilkeleriyle bunu inşa etmek gerekiyor. Kültür çalışmaları, kültürel varlığı koruma, kültürel soykırıma karşı bir direnme ve mücadele olurken aslında sanat faaliyeti dediğimiz faaliyetin esası da öncüde gerçekleşmiş, Önderlikte gerçekleşmiş kültürel devrimi topluma taşırmaktır. Toplumsal devrim haline dönüştürmektir. Sana ve edebiyat faaliyetlerimizin bunu yapması gerekiyor. Böyle yaparsak kültürel soykırımı boşa çıkartırız ve yenilgiye uğratırız. Toplumda kültürel devrim geliştiririz. Tarihsel olarak toplum kültürünü, özgürlük çizgisi temelinde, devrimci temelde yenilenmiş olarak yeni bir Kürt halk kültürüne dönüştürebiliriz.
Sanat ve edebiyat faaliyetlerinin önü açılmıştır
O halde kültür devrimini gerçekleştirmede sanatsal faaliyetler, edebiyat faliyetleri çok önemli ve etkili hale gelmiştir. Sanat ve edebiyat faaliyetlerinin önü açılmıştır. Kürdistan’da ilk defa doğru ve etkili bir biçimde topluma, insanlığa hizmet eden sanat faaliyeti yürütmenin önü açılmıştır. Çünkü bağımsız düşünce, özgür irade oluşturulmuştur. Bu temelde düşmana karşı kahramanca bir mücadele verilmiştir. Düşmanın bütün saldırıları kırılmış, başarısız kılınmıştır. Bu büyük gelişmedir. Bunları küçümsememek lazım. Bu durum şunu ifade ediyor: Her türlü gerçek sanat yapmanın, imkanları ortaya çıkmış önü açılmış, zemini oluşmuş, tarihin en güçlü sanatsal hareketlerinden birisinin geliştirilmesi imkan dahilinde kılınmıştır. O halde bu gerçekler temelinde ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Küçük burjuva yaklaşımlarıyla devrimci görevleri, devrimci sanat görevlerini izah edemeyiz bu konuda çok kapsamlı ve derin bir eleştiri ve özeleştiri gerekiyor. Görev ve sorumlulukları doğru görmek ve onları başarıyla yürütecek düzeyde sahip çıkmak ve gerçekleştirmek gerekiyor.
Böyle bir sanatsal hamle geliştirilemez mi, yürütülemez mi? Pratiği gözden geçirdiğimizde Kürt toplumunda çok fazla bu işi yapamaz gibi bir durum yoktur, tam tersine yapmaya yatkınlık fazladır. Örneğin gırtlak yapısı her türlü güzel sesi çıkartmaya açıktır. Bazı toplulukların dillerinin gırtlakları zayıftır ama Ortadoğu’daki toplumlar dünyanın diğer toplumlarına göre daha öndedir. Amerika’nın bilmem ne müziği, İngiltere’nin bilmem ne müziği deniliyor, tamam küçümsemeyelim o da onlara göredir ama Ortadoğu’daki bastırılarak onlar öne çıkartılmıştır. Ortadoğu’da soykırım uygulanarak, kültür kırım uygulanarak onlar varlık gösteriyorlar. Ortadoğu’nun önü açılırsa, Kürt toplumu hele bir özgür olsun, Ortadoğu’daki despotizm ortadan kalksın, Kürt müziği, Fars müziği, Arap müziğinin önü devrimci ve özgürlükçü temelde açılsın diğer müziklerin hepsi nal toplayabilir. İran’da Şahlık döneminde uluslararası müzik yarışmalarında ödül kazanan Fars müziği oluyordu. Şimdi yarışmalara bile katılamıyor. Bu düzeyde bastırılıyor, Kürtlerde böyledir. Örneğin müzik alanında Kürt toplumumun bir zayıflığı yoktur, tam tersine güçlülüğü vardır, gırtlağı çok güçlüdür. Arap ve Fars gırtlağı da Kürt gırtlağı da öyledir. Her türlü güzel sesi çıkartmaya açıktır. Örneğin seslendirme anlamında sanatçı bulmakta zorlanmıyoruz, biz şimdi de zorlanmıyoruz, yeter ki güfteler ve besteler olsun sanatçıya bile gerek yok, bizzat savaşırken Zap’taki arkadaşlar bile yapıyorlar. Gerilla bile hiç eğitim görmeden onu karşılamaya açıktır. Biraz da ses eğitimi olsun, biraz bu yönlü eğitim alınırsa en güzeli yapılabilir. Yapılamaz sanılmamalıdır. Bu anlamda aslında seslendiriciye değil, besteciye ihtiyacımız var. Bir de şaire ihtiyacımız. Şiir, güfte, beste gerekiyor. Eksiklik buradadır, yoksa seslendiricide eksiklik yoktur, hiç eğitim görmeden böyledir. Biraz da konservatuvar eğitimi görülürse en ileri düzeyde birçok şey ortaya çıkabilir. Demek ki sorunumuz beste ve güfte sorunudur.
Eksik ve gelişmeyen, zayıf olan edebiyat faaliyetidir
Resim çok dönüştürücü değil, heykel öyle değildir, dardırlar. Müzik onlardan farklıdır. Yine sinema, film, tiyatro, dizi vb görsel sanatlar var. Böyle bir devrimci değişimde etkili olan bunlardır. Onun için heykeltıraşlar geliştiremedik, ressamlar geliştiremedik de onun için sanatımız gelişmiyor denilemez, çünkü onlar o kadar etkili değil, nihayetinde teknik o kadar gelişmiş ki, birçok şeyi verebiliyor. Fakat diğer önemli olan görsel sanatların gelişimidir. Peki görsel sanatlar için gerekli olan nedir? Çok açık ki edebiyat gereklidir. Hiç eğitmeden bile en iyi oyunları oynayacak Kürt insanı bulunabilir. Türkiye’deki sanatçı değeri olan insanların yüzde doksandan fazlası Kürtlerdir. Şimdi AKP-MHP faşizmi tarafından bazı sahte oyuncular çıkartıldı, onların da hiçbir sanatçı değeri yoktur. Demek ki Kürt oyuncu bulamıyoruz diyemeyiz. Film oynayacak, dizi oynayacak, tiyatro oynayacak kimseyi bulamayacağız biçiminde bir şey mümkün değildir. Somut gerçekler göz önündedir. Peki olmayan nedir? Senaryo yoktur. Senaryo hazırlamak gerekiyor. Tiyatro yapılacaksa tiyatro için, film oynanacaksa film için, dizi oynanacaksa dizi için senaryo yok. Senaryo ise edebiyat çalışması demektir. Demek ki kültür devrimini sanatsal faaliyetlerimiz gerçekleştirecek ya da gerçekleşmiş kültür devrimini topluma sanatsal çalışmalar yayacak. Sanatı da edebiyat işletecek, onun motoru edebiyattır. Böyle bir edebiyatın gelişmesi gerekiyor. Şiirini de bestesini de geliştirecek, diğer yandan senaryosunu ortaya çıkartacak, film için, tiyatro için, dizi için kısacası her türlü görsel sanatlar için senaryo ortaya çıkartacak bir edebiyat hareketine ihtiyaç var. Eksiklik ve gelişmeyen, zayıf olan edebiyat faaliyetidir.
Bu noktada şöyle söylenebilir: Kürt insanı sosyal bilim alanında çözümlenmiştir, askeri-siyasi mücadelede denenmiştir, fakat edebiyat ve sanat alanında hala çözümlenmemiştir. İdeolojik, siyasi, askeri çözümlenme sanat ve edebiyat çözümlenmesi haline gelmemiş ve onunla birleşmemiştir. Bu anlamda Kürt romanı yazılmamıştır, Kürt sineması hala çevrilmemiştir. Bunlar yoktur. Özgür Kürt Romanını hazırlayamadık. Önder Apo taslak hazırladı, eğitim yaptı, zindandan da uyardı. “Kimse üzerine alıp yapmıyor, bana yaptırmak istiyorlar” dedi. Gerçekten de Kürt sineması diyebileceğimiz, Kürt özgürlüğünü ifade edebilecek bir sinemamız yoktur. Halbuki bireyi ve toplumu çözümleyen ve onun bütün ruh, duygu dünyasını açık ortaya koyan sinema alanıdır. Edebiyatta da romandır. Roman düzeyinde bir çözüm ortaya çıkartılamayınca film de geliştirilemiyor. Bu noktada Önderlik çözümlenmesi sahiplenilerek, anlaşılarak romana, filme dönüştürülüp topluma taşırılamıyor. Kenarından, kıyısından oynamalar var. Şu ana kadar yaptıklarımız bu kadardır. Edebiyat adıyla yaptıklarımız da bunlardır. Sanat olarak da yaptıklarımız böyledir, hala işin esasını yapabilmiş değiliz. İşin esasından kastımız ise böyle bir edebiyatın ortaya çıkartılmasıdır. Peki bu edebiyatı kim ortaya çıkartacak? İstanbul’da denize bakıp yaşamı seyreden aydınlar ortaya çıkartamaz. Onlardan beklemeyeceğiz. Önderliği kim doğru anlayıp doğru ifadeye kavuşturabiliyorsa onlar yapabilirler.
Bu işi en iyi parti, parti kadroları yapar. Öyle sanat faaliyeti yürütecek edebiyatçılar parti içinden çıkmalıdır. Önderliğe en yakın ölçü, profesyonel kadro ölçüsüdür. O zaman doğru olan, kendi görevimiz olduğu gerçeğidir.
Edebiyat çalışmalarımız anıyla başladı. Önderlik Haki Karer’in anısı için yazdı. Yedi sayfaydı, “Kürdistan’da Halk Kahramanlığı” kitabının başında vardır. Bakıldığında ne kadar duygulu ve içerikli olduğu hemen görülecektir. Sadece o alınıp bir senaryoya dönüştürülebilir ve oradan bir Haki Karer filmi yapılabilir.
Bir sanat türü olarak edebiyatı tartışıyorlar. Kültür-sanat çalışmalarını edebiyatla birlikte ele almak, değerlendirmek çok daha önemlidir. Bilmiyor muyuz, gerçekten yapamaz mıyız, biz Önderliği hiç anlamıyor muyuz ya da Önderlik çizgisine sahip çıkmıyor muyuz? Öyle diyemeyiz. Öyle dememeye rağmen yine de bizim kendi bireyci yanlarımız, özel yaşamlarımız var. Önderlik çözümünde kıyıda durduğumuz, anlamak istemediğimiz yanlar var. O nedenle buna girmiyoruz, çünkü bir şey söylersek her şeyimiz açığa çıkacak. Edebiyat ya da roman öyle bir şey ki Önderliği yazacak ama yazan kendisini yazar, çünkü herkes yazanı görür. Görülmemek için bu işin içine girmiyoruz. ‘Bazı şeylerimiz gizli kalsın, her şeyimiz bilinmesin, açığa çıkmasın’ diye bu işe girmiyoruz. Başkaları da yazamazlar. Yazmaya kalksalar kendi yazdıklarını doğru görürler. O da doğru olmaz, çizgiyi vermez. Bazıları da ‘edebiyat dağda olmaz, kadrolardan edebiyatçı olmaz’ diyebiliyorlar ama başka yerlerden de olmaz. PKK’yi, Önderliği PKK’nin dışında kimse doğru ve yeterli düzeyde ifade etmez. Ya biz ifade edeceğiz, ya biz ifade edeceğiz, bunun başka yolu da yoktur.
Kişilik çözümlenmesi bireyin ve toplumun çözümlenmesidir
Sosyal bilim ile edebiyat farklıdır. Siyaset bilimi ile edebiyat da farklıdır. Önce bu farkı öğrenmemiz lazım. Sanki yokmuş gibi yaklaşıyor ve öyle de inanıyoruz. Okuduklarımızı birbirine karıştırıyoruz. Bir defa bu işi yapabilmek için önce bu farklılığı görmek gerekiyor. Buna göre edebiyatın ne olduğunu bilmek ve ele almak lazım.
Toplumu bilmek lazım. Bir toplumun edebiyatını dili belirlemez. Bazıları sadece dille sınırlı kalıyor, işte Kürtçe yazmadığı için öyle diyorlar. Kürt toplumunu bilmeden de Avrupa’da yaşayan biri olarak Kürtçe öğrenip yazabilirsin. Tabii kesinlikle dil önemli, önemli değildir diye söylemiyorum. Ama dilden önce zihniyet, refleks, davranış, anlayış geliyor. Yani “kültür” dediğimiz nokta devreye giriyor. Toplumlar birbirlerinden kültürleriyle ayrılıyor. Bir olayın karşısında bütün toplumların refleksleri aynı olmuyor. Kadının, erkeğin ve gencin refleksleri aynı olmuyor. Edebiyat da bunları doğru düzgün ortaya koyup yazabilmekten geçiyor. Roman buna deniliyor. O bilinmeden roman yazılamaz.
Biz yapmadığımız halde yapanlara, ‘bize göre yapmıyorlar’ diye nasıl eleştiri yöneltebiliriz. Eleştiremeyiz. Bu konuda zindanlar bir alan ve zemindir. Doğru yaklaşır ve iyi çalışılırsa önemli işler yapabilirler. Birçok toplumun, hareketin edebiyatının gelişiminde zindanlardaki çalışmalar belirleyici, önemli rol oynamışlardır ama devrimci temelde bir çalışma olmazsa liberalize etme, saptırma zindanda da gelişebilir. Bazı toplumların, hareketlerin de edebiyat çalışmalarının revize olmasında zindanların payı var.
Başarılı bir devrimci olabilmek için iyi bir romancı olabilmek şarttır. Bunun başka bir yolu yoktur. Eğer bunu yapamazsan devrimci olamazsın. ‘Devrimcilikle bir ilgisi yoktur’ diyenler de var. Halbuki en devrimci eylem doğru bir roman yazmaktır. Ama arkadaşlar sadece yazmak olarak ele alıyor. Mesele bir şeyler karalamak değildir, ne yazıldığı önemlidir. Ne yazdın, ölçülerin nelerdi, dolayısıyla ne tür etkilerde bulunuyor? Mesela oradadır.
Evet, hikaye ve anı yazarsın. Bunlar da bir ölçü belirliyor, fakat sonucu belirliyor. Örneğin ortaya bir kahramanlık çıkmış, o da ortaya bir kahramanlık çıkmış deyip geçiyor. Ölçü olarak kahramanlığı benimsiyor ama bu çok zayıf bir ölçüdür. O kahramanlık nasıl ortaya çıktı, hangi ruh, duygu, düşünce, ortam ve etkiler ona yol açtı ve insan ona nasıl ulaştı? Mesele bunu anlamakta, bunu çözmektedir. “Bunun bizim için ne gereği var” diyorlar. Bu işi çok önemsiyoruz. İşte çözümlemenin doruğu, en doğrusu romanla yapılıyor. Kişilik çözümlenmesi, bireyin ve toplumun çözümlenmesidir. Peki, bu çözümlenme neye, hangi ilke ve ölçüye göre olacak? Elbette ki kapitalist modernite ölçülerine, liberalizmin ilkelerine göre değil. Bunu Apocu ilke ve ölçülere göre yaptın mı sen birey ve toplumu çözmede en ileri düzeye ulaşmışsın demektir. Bireyi çözmek ne demektir? Onun gücünü azami derecede ortaya çıkartmak demektir. Doğru yaşayan ve başarılı çalışan hale gelebilmek demektir. Öyle bir ruh, duygu, düşünce yüceliğine, derinliğine ulaşmak demektir. Aslında hakikate ulaşmak demektir.
Kültür devrimini savaş ve mücadele yaratıyor
Şimdi Mazlum Doğan arkadaşın filmini yapmak istiyorlar. Bir sürü kişi talip oldu. İyi de Mazlum Doğan’ı nasıl anlatacak? Mazlum Doğan herkesin pustuğu bir yerde düşmanın karargahında böyle bir tutum geliştirmeye, bunun düşünce ve kararlılığına nasıl ulaştı? Öyle bir eyleme girerken duygusu, düşüncesi, gelecek öngörüsü neydi, geçmişi nasıl değerlendiriyordu, bir defa o hale nasıl geldi? O düzeyin nasıl ortaya çıktığını, geliştiğini anlatabilecek mi?
‘Biz edebiyat yapmalı mıyız, yapmamalı mıyız’ şeklindeki tartışma düzeyini aşmamız lazım. İdeolojik ayrıştırmada bireyi ve toplumu çözmede en uç nokta, en derinleşen yer romandır. Romanı böyle tanımlamak lazım. Önderlik “Eşkıyanın romanı olmaz” dedi. “Yaşar Kemal romancı değil, daha çok bir şaire benziyor. Dili güzeldir, hikaye anlatıyor, millet de okuyor” dedi. Önderlik, Türkiye için değerlendirdiğinde “Romancı yoktur” diyordu. Ama “Romancılığa yakın arıyorsanız, Orhan Kemal’i okuyun, çünkü Çukurova’daki insan ilişkilerini, kişilik şekillenmelerini biraz çözümlemeye çalışıyor. Romana yaklaşan odur” diyordu. Diğerlerini romancı bile saymadı. Yaşar Kemal bunu duydu, selam gönderdi. “İşte onu, böyle seviyor, sayıyorum” demeye başladı. Tersi bir düşünceyi bile söyleyemedi.
Devrimci açısından edebiyat ve roman deyip geçmemek gerekiyor. Yazarız ya da yazmayız, bu ayrı bir meseledir. Biz diyoruz ki edebiyatı, kültür devrimini mücadele, savaş yapıyor. Örneğin Kürt kişiliğini Önderlik düşünsel tartışmalarda çözümledi ama esas olarak savaş çözümledi, gerilla çözümlüyor. Şimdi biz içindeyiz ama bu gerillacılık nasıl oluyor? 1984’ten bu yana kaç kişi bu gerilla örgütüne katıldı, kimlerin durumu ne oldu, bunlar nerededirler? Bir ayrıştırma yapalım, böyle bir düşünelim. Bunun içinden neler çıktı? Bir topluluktu, kendisini Kürt toplumu adına savaşa sürdü. “Yiğitlik meydanına sürdü” diyelim ama bu meydandan neler çıktı? Her şey çıktı. Kürt insanı, toplumu elek gibi elendi. Ruhuyla, duygusuyla, düşüncesiyle, iyiliğiyle, sevgisiyle, ihanetiyle her şey çıktı. Düşüşün en alçağı, yücelişin en yükseği oldu. Bu bir çözümlenmedir. Bunu gerilla çözümlüyor. Tabii başka yerden çözüm aramak olmaz.
Biz çok uzlaşmacı oluyoruz. Mücadeleyle gelişme olur, uzlaşmayla olmaz. Bazı şeylerde uzlaşma olmayacak mı? Politik uzlaşmalara evet, ama edebiyatta, romanda uzlaşma olmaz. Çünkü ideolojide uzlaşma olmaz. Uzlaşma politik alanda olur. Hiç böyle yumuşak, uzlaşmacı yaklaşmaya gerek yoktur. Eğer biz ideolojik mücadeleye bu kadar uzlaşmacı yaklaşırsak, dolayısıyla edebiyata böyle yaklaşırsak siyaseti yapamayız. Çünkü mücadeleyi ideolojik alanda bitiririz. Bu da siyaset yapma imkanımızı ortadan kaldırır. Nasıl olmamız gerekiyor? Keskin olacağız. Gerçekten de bazı şeyleri doğru anlayacağız, cesaret edeceğiz. İyi bir devrimci, iyi bir romancı olmak zorundadır. Öyle olmazsa o zaman kendini çözümleyemezsin. Birisinin kalemi daha kuvvetlidir yazıya döker, birisi yapamaz. Bunlar ayrı konular. Ama işin özü önemlidir.
Devrim, birey ve toplumda yaşanan değişikliktir
Vicdanlı yaklaşmak gerekiyor. Düşman kimyasal ve nükleer silahlarla saldırı yapıyor. Savaş tünellerinde gerilla elinde sadece bir tüfekle aylarca mücadele etme gücü gösteriyor. Normal insan orada duramaz. Bir ay, iki ay, üç ay duruyor. Defalarca o saldırılara karşı mücadele ediyor. Eylem yapıyor. Dışarı çıkıyor, vuruyor, geri giriyor. O kadar bombardıman olmasına rağmen düşmanı nasıl engelleyeceğini düşünebiliyor. Dikkat edin günlük planlama yapıyor, örgütlü çalışıyorlar. Bir kişi değil, üç-beş kişi plan yapıyor, örgüt kuruyor. Yani akılları başlarındadır. Peki bunu nasıl yapıyorlar, bu nasıl oluyor? Bizim şimdi bunları sormamız, tartışmamız lazım. Edebiyat bu soruların cevabıdır. Bu kişiliğin anlaşılmasıdır. Bu durumun nasıl olduğunun cevaplandırılması, çözümlenmesidir. Normalde korkudan ölünmesi gereken bir yerde, tersine, bu durumlar ortaya nasıl çıkıyor? Bunu neler etkiliyor? Bir insan yaşamı açısından böyle bir duruma geliş ne anlam ifade ediyor? Dahası insanlar bu duruma nasıl geliyor? Mesela herkes orada duramıyor. “Bu normal bir durum, başkaları başka yerde duruyor, onlar da orada duruyorlar, dolayısıyla başkalarından bir farkı yok” diyemeyiz. Öyle değildir. Her yer aynı değil, herkes öyle değildir. Hiç olmazsa şimdi düşünelim. Ajitatif, sloganvari söylemin ötesine geçelim. “Yiğittirler, kahramandırlar, bilmem gerilla şöyle fedaidir” şeklinde üç-dört kelime ama içeriğinin ne olduğu belli olmayan, ne anlayacağımızı bilemediğimiz birkaç kavramı kullanıp bu durumu izah edemeyiz, geçiştiremeyiz. İşte insanın çözümlendiği yer orasıdır. Kişilik orada çözümleniyor. Kişilik devrimi orada gerçekleşiyor. İnsan orada şekilleniyor. Edebiyat orada yazılıyor. Kültür devrimi orada yapılıyor. Merkez Karargah, “Yeni insan ilişkileri ortaya çıkıyor” dedi. Tünellerdeki savaşta yeni insan özellikleri ortaya çıkıyor. Merkez Karargahımız geçen yıldan bu yana ne kadar açıklama yaptı. Anlamamız gerekli, onlar boş laflar değildi. Birkaç slogan ya da bunu yapan gerillaya yüzeysel bir övgü değildi. Ortaya çıkmış bazı yaşam gerçeklerine parmak basmaydı. Onları ifade etmekti.
Devrimcilik budur. O halde böyle devrimci olabilmemiz için demek ki kişilik çözümlenmesinde, insan çözümlenmesinde zirve yapmamız lazım. Başaran devrimci olabilmemiz için bir devrimci romanın çözümleyebileceği en ileri düzeye ulaşmamız gereklidir. Dikkat edelim bu devrimci eğitimin kendisi oluyor. Güçlü bir eylem için örgüt gerekiyor, güçlü bir örgüt için eğitim-propaganda gerekiyor. Güçlü bir eğitim-propaganda için zengin düşünce, sanat gerekiyor. Güçlü bir düşünce ve sanat için de tabii ki devrimci roman düzeyinde bir çözümlenme gerekiyor. “Biz oluruz, olmayız” şeklinde bir yaklaşım olamaz. Olacağız. Bu işe o düzeyde yaklaşacağız. Hiç kimse ‘bunu birkaç kişi yapsın, bizi ilgilendirmez’ diyemez. Önderliğin ilgilendiği her şey hepimizi aynı düzeyde ilgilendirir. Çünkü devrimci militan Önderlik ölçü ve özellikleriyle donanan insandır. Dolayısıyla hiç kimse “Önderlik bir yana ben ayrı bir yana’ diyemez. Öyle oldu mu Önderlikten kopmuş oluruz. Önderliğe doğru katılımımız gerçekleşmez. Böyle olmayacaksak, doğru katılım yapacaksak o zaman Önderliği ilgilendiren şeyler nelerse hepimizi aynı düzeyde ilgilendirir. Önderlik bu konuda bizi sadece eleştirmedi, “onu da bana yaptıracaklar, bütün örgütün işlerini, halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi bana yaptırıyorlar” dedi. İş bölümü gerekmiyor mu, yoldaşlık yük paylaşımını içermiyor mu? Tabii ki iş bölümü gerekiyor. Yoldaşlık da yük paylaşmayı ifade ediyor.
Önderlik bizden çok şey de istemedi. Kendisinin yaşamda, kişilikte, gerillada, 50 yıllık mücadele içerisinde, savaşta çözümlediklerini, açığa çıkardıklarını yazıya dökmemizi istedi. Bizden öyle fazla bir şey istemedi. Önderlik bütün ölçüleri geliştirmiş, koymuş, Kürdistan’da kişilik devrimi gerçekleşmiş. Kültür devrimi gerçekleşmiş ama bunların hepsi Önderlik ve gerilla şahsında gerçekleşmiş. Bu, toplum haline getirilmemiş. Kadın, genç, işçi-emekçi Kürt toplumu haline gelmemiş. Bireyde ve toplumda bütün boyutlarıyla şekillenmemiş. Toplum oraya çekilmemiş. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Yoksa yapılmamış değildir. Bizim yeni bir şey bulmamız gerekmiyor. Açığa çıkmış, yapılmış olanları ifadeye kavuşturmamız gerekiyor. Dikkat edersek ondan da çekiniyoruz. Niye? Alçakça ihanetten yüz bin yıllık insanlık tarihinde yeri olacak kahramanlığa kadar her şey açığa çıkmıştır. Şimdi biz bunu ifadeye dökerken tercih yapacağız, doğruyu arayacağız. Acaba doğruyu bulabilecek miyiz, bulamayacak mıyız, acaba bu büyük ayrıntıyı irdelerken tercihlerimiz neler olacak? Kuşkusuz hepsini yazacağız ama bunları yazarken bir doğrultu olarak neye doğru-yanlış, neye iyi-kötü, neye güzel-çirkin diyeceğiz? Yazımda bu tercihimiz olacak. Burada kendimize güvenemiyoruz. Ölçülerimiz ve ilkelerimiz burada kaygandır. Onun için yazmaktan korkuyoruz. Bir kişi bir kitabı yazarsa o yüz tane karakter koyabilir, on tane karakter inceleyebilir. Hepsine bir şey yedirir. Ama bunların hepsini yapan kendisidir. Kendi tercihleri, ölçüleridir. Dolayısıyla bütün o karakterlerde kendisini ifade etmiş olur. Bu iş böyledir. Burası bu işi yapanın kendi kendisini bu kadar çözümlediği bir yerdir. Bir defa kayda geçirdiğinde de değiştirmesi mümkün olmuyor. Sen bir defa duygunu, düşünceni, ölçünü ortaya koymuş oluyorsun. Yoksa o filan kişiye ait diyemezsin. Çünkü o kişiyi sen üretmiş, türetmişsindir. Ona olumlu-olumsuz yanlarıyla o özellikleri sen veriyorsun, yazan veriyor.
Bu işin zor tarafı bireyciliğin aşılma noktasıdır. Devrimcileşmeye karşı bireyciliğin en çok direndiği yer burasıdır. En ince biçimde, ayrıntıda direndiği yer burasıdır. Bunu gerçekten iyi anlamalıyız. Bakın nereden nereye geldik. “İşte edebiyattır, tartışması mı olur” diyorduk. Ama devrimciliğin mihenk taşının burası olduğu, devrimci çözümlenmenin esas burada olduğu gerçeğine ulaştık. Şimdiye kadarki çözümlenme zayıflığımızda “bu bizim işimiz değil” demekle ortaya çıkan bağı görelim. “Bizim işimiz değil” demişiz, o halde acaba bu kadar devrimci eğitim ve eylemde geri, zayıf, başarısız kalmamızın altında bu değerlendirme, bu yaklaşım yatmıyor mu? Şimdi sorgulayalım. Belki de bu yatıyor. Yanlışı burada yapmışız. Biz nerede yanlışlar yaptık da iyi devrimciler haline gelemedik. Bu kadar imkanı ve fırsatı neden doğru değerlendiremedik, görev ve sorumluluklarda neden başarılı olamadık, başaran bir öncülük haline gelemedik, neden 24 senedir bizden İmralı’da başarı bekleyen Önderliğe o başarıyı veremedik? Bu sorulara cevap arıyoruz. Acaba bu cevabın temelinde burası yatıyor olmasın. Bir kişi tekrar tekrar, on kere, yirmi kere aynı şeyi yapıyor. Çözümlenmişse tekrar başa dönüş olmaz. Tekrar başa dönüş oluyorsa orada çözümlenmede hile var, yetersizlik var demektir. Görüntüde gerçekleşen, özde gerçekleşmeyen bir durum vardır. Edebiyat, roman bizi birazda böyle suçüstü yakalıyor diyelim. Bunun farkına, bilincine varıyoruz. Kenara-köşeye kaçmayalım. Gerçekleşenlere bakıp bu işi öyle sanmayalım. Onların yarattıkları bir şey yok. Düzene hizmet etmekten öte bir şey sağlamıyor. Biraz insanları rahatlatıyor. Devrimcinin görevi böyle bir düzen altında insanları rahatlatmak mıdır? Rahatlatırsan ne yaparsın? Düzene en büyük hizmeti yapmış olursun. Yöneticilerin yapamadığını sen yapmış olursun. Bu kadar açıktır.
O halde var olanları iyi ele alalım, iyi tartışalım. Görüntülerine, başka yerlerde gerçekleşenlere bakarak değil de gerçek anlamına bakarak ele alalım, çözümleyelim, tartışalım, anlayalım. Kesinlikle bizi doğruya bu ulaştırır. Bizde şimdiye kadar yapılanları bu çerçevede değerlendireceğiz. Bireysel olarak çok büyük çabalar oldu, örgütlü bir noktaya gidilmedi. Onu kabul ediyoruz. Çok çaba verildi, bir sürü değer ortaya çıkartıldı. Ama bunların düzeyi ne kadardır? Eleştirel bakmamız lazım. ‘Her şey tamamlandı’ diyemeyiz. Öyle olsaydı ne Önderlik ne Kürdistan ne de biz bu durumda olurduk. Hala bu durumda olduğumuza göre yaptıklarımızın düzeyi ortaya çıkıyor. Demek ki yeterli, sonuç alıcı değilmiş. Bunu kabul etmemiz lazım. Somut durum bunu bize açıkça gösteriyor. O halde ne yapacağız? Daha doğru ve derin yaklaşacağız. Daha eleştirel-öz eleştirel, sorumlu yaklaşacağız. Kafa yoracağız. Bu iş kafa yorma, anlama işidir. Yazıp yazamamakla, kalem kullanıp kullanamamakla, bilgisayarda yazıp yazamamakla bir alakası yoktur. Oraya indirgemeyelim. Bu bir anlama, yoğunlaşma, eleştiri-özeleştiri meselesidir. Yaşamı ve devrimci hareketi, mücadeleyi çözümleme, anlamlandırma meselesidir. Bizim böyle yaklaşmamız lazım. O halde hepimizi ilgilendiriyor. Bizim temel sorunumuzdur. Başaran devrimci haline gelmemizi engelleyen temel neden bu olabilir. Buradan düzeltme yaparsak bütün eksikliklerimizi gideren bir noktaya gelebiliriz. Bu kuvvetle muhtemeldir. Büyük ihtimalle de böyledir. İşte zihniyet sorunu dediğimiz durum böyle ortaya çıkıyor. Zihniyet sorunu, yaşamı anlama ve anlamlandırmadaki zayıflıklardır, parçalılıktır, saptırıcılardan etkilenmedir. Biz de bu parçalılık, zayıflık, etkilenme fazlasıyla var.
O bakımdan şiir, anı, hikaye ve roman olsun, devrimci edebiyata böyle yaklaşmamız gereklidir. Şiir duygu yüklü, hikaye-anı olanların sonuçlarının ifadesidir. Tarih yazımı gibidir. Peki, orada da tercih var mı? Var. Ama ortaya çıkmış sonuçları tercih ediyorsun. Yiğit olmuş, hain olmuş. Bunları belirliyorsun. Bu da bir belirleme ama genel belirlemedir. Roman, neden ve nasıl böyle olmuş, sorularına cevap verendir. Roman o sonucun nasıl ortaya çıktığının irdelenmesi, analiz edilmesidir. Romanın, roman çözümleyiciliğinin diğerlerinden farkı burada ortaya çıkıyor. Bu bakımdan roman önemli oluyor. O düzeye nasıl ve niçin gelindiğini, nelere yol açtığını çözümledin mi, onun nereye gideceğine ışık tutmuş olursun. Orada geleceği de öngörmüş olursun. Birey ve toplum gelişiminin gerçeğini, ilerleyişini bir çözüme kavuşturmuş olursun. Devrimci çözümleme, değişim budur. Birde biz buna “devrim” diyoruz. Eskiden iktidarı alıp vermeye devrim diyorduk. Siyasetin, askerliğin bir araç olduğunu, dolayısıyla amaç olmadıklarını gördük. Devrim birey ve toplumda yaşanan değişikliktir. Savaş, gerilla bu değişikliği etkiliyor. Onun için gerilla sadece düşmana darbe vurduğu için değil, ezileni ezene karşı çıkılabilir ve vurabilir hale getiriyor, güçlendiriyor. Onun için gerilla devrimci eylem oluyor. Başarı için yepyeni özellikler gerekiyor. Yeni ruh, duygu, düşünce, davranış gerekiyor.
Şimdi gerilla bunu çözümlüyor. Bu değişikliği kendinde gerçekleştiriyor. Bir örnek ve öncüdür. Toplumu etkiliyor. Topluma ne kadar yakın olsa toplumu, insanları o kadar değiştiriyor. Propagandayla, sanatla, edebiyatla ne kadar çaba harcanırsa gerillada ortaya çıkan çözümlenme düzeyi topluma o kadar yansıtılmış ve toplumda çözümlenmeye dönüştürülmüş oluyor. İşte bunu propaganda, sanat, edebiyat yapıyor. Roman da aynı gerilla savaşı gibidir, bu çözümlemeyi sen romanda yazıyla yapıyorsun. Birisi eylem anında, mevzide, çarpışma anında, tünelde savaşırken bunu yapıyor. Diğeri de aynen orada savaşıyor gibi yazarken o çözümlenmeyi yansıtıyor, insanı açığa çıkartıyor. Bu temelde yapılabilirse gerçekte topluma, bireye yansıtılması durumunda güçlü bir değişime, dönüşüme yol açar.
Demokratik modernite devriminin esası kişilik devrimidir
Eğer insanı, toplumu özgür yaşam ve demokratik komün çizgisinde derinleştirir, geri, köhnemiş, egemenlikçi zihniyet, duygu, düşünce, davranış, ruhsal belirtileri ortadan kaldırır, onlara karşı mücadele edersek, onların yerine yeni insan ilişkileri koyup yeni kadını, erkeği, toplumu yaratırsak işte devrim, devrimcilik budur. Biz şimdi devrimde bu değişikliği öngörüyoruz. Demokratik modernite devriminin esası kişilik devrimidir. Kişilik devrimini gerillayla, romanla ortaya çıkartabilirsin. Eğer doğru yapılabilirse roman gerilla kadar derinleştirici bir araçtır. İyi kullanılırsa devrimci ölçülere o düzeyde hakim olunur ve onlar doğru işlenirse gerilla düzeyinde birey ve toplumun devrimci değişimine hizmet eder, onu gerçekleştirir. Bu bakımdan da zayıf, sınırlı bir araç değil, derin ve güçlü bir araçtır. Mutlaka kullanabilmek gereklidir. Zap’ta savaş tünelinde olan gerilladan kimin haberi oluyor? Doğal olarak olamıyor. “Onu toplum görsün ve anlasın” diyemeyiz. Göremez, anlayamaz. Toplumun onu görür ve anlar hale getirilmesi için özüne uygun anlatılması gerekiyor. İşte roman, diğer edebiyat türleri bunu çok güçlü yapmalıdır. Fazlasıyla yapmalıyız. Yaptıklarımız azdır. Dikkat edilirse yaptıklarımız sınırlıdır. Sadece sonuçlarla ilgilidir, gerçek bir çözümleme yoktur.
Doğrusunu biz yapmalıyız. Yanlışını yaptırmamak lazım. Bu doğru ama sadece o noktada durmamak gerekiyor. O halde yanlış yaptırtmayacaksak, yanlışı yapmak tehlikeliyse, biz doğrusunu yapmalıyız. Bunun için çaba harcamalıyız, kafa yormalıyız, ilgili olmalıyız, anlam gücümüzü geliştirmeliyiz, yapılabilir kılmalıyız. Biz yapılabilir kılamadığımız için oradan, buradan bazıları, kurnaz olanlar kendi adlarını öne çıkarmak, oradaki onuru, itibarı biraz paylaşmak için hemen öne atılıp, “Ben yapayım” diyor. Tamam insanlar yapsın, onları engellemeyelim ama doğrusu yapılsın. Onu denetlemeliyiz. Kesinlikle değerin doğru temsili önemlidir. Mazlum Doğan partiyi temsil ediyor. Mazlum Doğan için ne söylersen PKK olacak. Ufak bir yanlış söylersen PKK’yi tersyüz etmiş olursun. Ondan sonra PKK’den geriye ne kalır? Daha sonra kendi çizgimize nasıl çekeceğiz? Çekemeyiz.
Tekrar belirtiyorum, bu iş bizim işimiz. Hiç kimse “Bizimle alakası yoktur, biz bunun dışındayız, savaşçıyız, örgütçüyüz ve siyasetçiyiz” demesin. Onlardan önce devrimciyiz. Devrimciliğin ölçütü devrimci değerleri geliştirmek, gericiliği bütün boyutlarıyla çözümleyip atmaktır. Bunu bütün devrimciler yapar. Dikkat edelim kişilik devrimi işi, ‘filan kişinin işidir’ demiyoruz, tüm devrimcilerin işidir. O halde kişilik devrimiyle uğraşıyoruz. Bunlar bizim işimizdir. Yazarız-yazmayız, bazılarımız yazar, bunları teşvik ederiz, yardımcı olalım. Örgütlü-planlı bir devrimci çalışma olarak belli arkadaş grupları bunu yapsın. Teşvik edelim, destek verelim. Büyük bir devrimci eylem olarak görelim. Gerçekten de devrimci ölçülere, gerilla ölçülerine göre çalışıp yapsınlar, gerilla tarzıyla yapsınlar. Başkasıyla zaten gerillayı anlatamazlar. Öyle yapsınlar, onu sağlatalım. Öyle yapıyorlar diye böyle yadırgayıp bir kenara atmamak lazım. Bir de “Ne yapıyorlarsa yapsınlar, bizi ilgilendirmez” diyemeyiz. Bizi çözümleyecekler. Biz de ona yardımcı olacağız. O çözümde kendimizi göreceğiz, gerçekleştireceğiz. O halde beraberiz. Bu bütün parti için kolektif bir faaliyettir. Hepimizin özenle, çabayla, el birliğiyle böyle bir çalışmayı geliştirmemiz, derinleşme düzeyini ortaya çıkartmamız lazım. Kendimizi doğru eğitmemiz, Önderlik gerçeğini doğru anlamamız ve öncülük görevlerini başarıyla yerine getirmemiz ve toplumda devrimci gelişme-değişim yaratmamız bununla olur. Amacımız da budur. O halde bizi amacımıza götürecek çok önemli çalışma alanlarından bir tanesi de bu oluyor. O nedenle “Doğru anlayalım ve doğru uygulayalım” diyoruz.