Orhan Kendal
Kürt halkı kadim tarihi ve bu tarihin şekillendirdiği kültürüyle Ortadoğu ve insanlık tarihinde önemli bir yer tuttuğu gibi çağımızın da sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında özgün bir yere sahiptir. Neolitik kültürü yaratan bir halk ve neolitik tarafından yaratılan bir halk olarak binlerce yıl kölelik nedir bilmeden ve ihanetle tanışmadan özgürce yaşamasını bilmiştir. Kürt halkı doğal toplumun komünal, eşitlikçi ve özgür yaşamını kabile ve aşiret formlarında neredeyse günümüze kadar yaşamakta ısrar etmiştir. Tarih geçmişte olmuş ve bitmiş, geride kalmış olay ve olgular değildir. Bir halkın tarihsel süreçte kazandığı özellikler, değer yargıları ve bir bütün olarak kültürü günümüzü olduğu gibi etkilemekte, hatta çoğu zaman belirleyebilmektedir. Bu nedenle tarih kültürel yaratımlarıyla, yarattığı sosyal genlerle canlı bir varlık gibidir. Tarihte oluşan bu kültürün günümüz üzerindeki etkisi, kimi durumda o kültürün yaratım sürecinden daha etkili ve canlı olmaktadır. Bu nedenle günümüzü anlamak için tarihe, tarihi anlamak için bazen günümüze bakmak, günümüzden yola çıkarak tarihi yorumlamak gerekmektedir. Bugün Kürt halk gerçekliğinde yaşanan direniş ve ihanet olgularını da bu temelde ele almak bizi daha doğru sonuçlara götürecektir. Bu iki damarın tarihsel ve kültürel dayanakları vardır ve bunları göz önünde bulundurmayan yorumlar hakikati ifade etmeyecektir. Kürt halkına bulaşan işbirlikçilik, ihanet, kölelik ve diğer bozulmalar diğer toplumlarda olduğu gibi iktidar ve devlet zihniyetinin ortaya çıkmasından sonra başlamıştır.
Bütün köleliklerin ve kötülüklerin kaynağı bireycilik ve iktidar zihniyetidir
Toplumsal artı ürüne göz koyma temelinde gelişen bireycilik ve iktidar zihniyeti ilk günden bu güne kadar gelişen bütün köleliklerin ve kötülüklerin kaynağı olmuştur. Toplumsal artı değere el koyarak ve gasp ederek kendini yaşatma çabası tüm asalak sınıfların ortak karakteri olmuştur. Emek ve değer sömürüsünün düşüncesi bile analitik aklın toplumsal akıldan sapması olarak gündeme gelmiş, bencil insanın toplumsal ahlaktan kopmasıyla sonuçlanmıştır. Son beş bin yıllık merkezi uygarlık kendini bu iktidarcı zihniyet etrafında örgütleyerek bir sisteme kavuşturmuştur. İktidar başta olmak üzere onun birer versiyonu olan her türden tekel oluşumu birer kanser virüsü gibi toplumun kanını emerken egemen sınıflar kendilerine cennetimsi bir yaşamı bu dünyada yaratmaktan geri durmamıştır. Ahlaktan yoksun bu sömürücü takımı için her şey sermaye biriktirmekten ve sermayeyi daha fazla büyütmekten ibaret olmuştur. Toplumsal değer yargılarından kopan bu iktidarcı kesimlerin nezdinde din, iman, tanrı her şey para ve sermaye olmuştur. Bunun için yapmayacakları bir kötülük, bir hile, kurnazlık, uydurmayacakları bir kılıf yoktur. Amaçlarına ulaşmak için her renge bürünebilir, her kılığa girebilirler. Halkları köleleştirmek için her türlü katliamı yapabilir veya her türlü düşürme yöntemine başvurabilirler.
Tarih boyunca iktidarcı ve devletçi sistemin ince ve zor yöntemleri halklarda bir yarılma, toplumlarda bir ayrıştırma yaratmıştır. Bir kesim bu saldırı ve köleleşmeye karşı sonuna kadar direnişi seçmiştir. Bir kesim ise teslim olmuş ve egemen sistemin bir uzantısı olmayı kabul etmiştir. Gılgameş destanında Uruk site devletine karşı direnen kabileler ile Enkidu şahsında şehre, sisteme teslim olmuş kesim bunu mitolojik tarzda iyi ifade etmektedir. Unutmamak gerekir ki, bu mitoloji ve destanlar yaşanan toplumsal gerçekliğin yansımaları olmaktadır. Yeter ki, doğru okuyup yorumlayalım. Önder Apo Enkidu’yu sisteme teslim olmuş, egemen güçlerin askeri olmayı kabul etmiş ilk işbirlikçi Kürt olarak tanımlamıştır. Gılgameş’e karşı direnen Humbaba ise özgür yaşamakta ısrarlı olan kabile ve aşiretleri temsil etmektedir. O günden bu yana direniş ve işbirlikçi-ihanetçi çizgi iki eğilim, özellik ve kültür olarak Kürt halkında varlık bulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. İşbirlikçi-ihanetin adı bir gün Enkidu olmuş, sonra Harpagos, Rayber, Cibranlı Kasım olmuş, bugün ise adı KDP’dir, Barzani ailesidir. Direnişin adı da bir gün Humbaba olmuş, sonra Demirci Kawa, Alişer, Zarife, Seyit Rıza olmuş, bugün de Çağdaş Kawa Mazlum Doğan, Egîd, Bêrîtan, Zîlan ve binlerce fedai kahramanın şahsında Kürt Özgürlük Hareketi olan PKK’de somutluk kazanmıştır. Yarım asra varan ve maraton düzeyinde yaşanan bu mücadele insanlık tarihinde şimdiden önemli bir yer edinmiştir. Bu mücadelenin öyküsü, romanı incelenmeye değerdir ve doğru anlaşılmayı hak etmektedir.
Kürt Özgürlük Hareketi olarak hep olağanüstü süreçleri yaşayarak bugünlere geldik. Bir devrim hareketiyiz. Kapitalist Moderniteye karşı Demokratik Moderniteyi temsil ediyoruz. Bu iki ideolojinin, iki stratejinin, iki yaşam tarzının mücadelesi olmaktadır. Devrim yapmak istediğimiz dünya devletçi, iktidarcı güçler tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal ve iktidarlarından kolay vazgeçmeyecekleri açıktır. Sömürgeci faşist Türk devleti saldırılarını artırarak sonuç almak istemektedir. Bu saldırıların arkasında kapitalist hegemonik güçlerin olduğunu biliyoruz. Kürt ulusuna ölüm fermanı bu güçler tarafından 1916’da Sykes-Picot ve 1923 yılında Lozan anlaşmalarıyla verildi. Sömürgeci Türk devleti 1925 yılında Kürt soykırımını bu güçlere dayanarak hayata geçirmeye başladı. Ağrı direnişini kan ve katliamla bastırıp Kürdün özgür iradesini ve özgürlük hayallerini beton bir mezara kapatmaya çalışan sömürgeci faşist Türk devleti bir yönüyle bu hegemonik güçlerin mezar kazıyıcılığını yapmıştır. Kendilerini dünyanın tanrıları gibi gören bu hegemonik güçler halkların kaderini belirlemeye çalışmıştır.
Halk ve hareket olarak kaderimizi tayin edeceğimiz tarihi bir sürecin içindeyiz
Belirttiğimiz gibi sadece sömürgeci Türk devletine karşı savaşmıyoruz. Hegemonik bir dünya sistemine, kapitalist emperyalist güçlere karşı savaşıyoruz. Düşmanımız sadece sömürgeci devlet olsaydı şimdiye kadar on defa yenilgiye uğratmamız işten bile değildi. Başta NATO olmak üzere tüm hegemonik güçler, sömürgeci Türk devletini her zaman yenilmekten alıkoydular. Sömürgeci faşist Türk devletine ekonomik, siyasi ve askeri her türlü desteği verdiler. NATO 1985 yılından beri, daha silahlı mücadeleye başlamamızın üzerinden bir yıl geçmemişken 5. maddeyi devreye koyarak sözde saldırıya uğrayan bir üyesini korumak üzere harekete geçmiş ve düşmanımıza her türlü desteği vermiştir. 37 yıldır NATO’nun tüm desteğini arkasına alan bir güce karşı savaşıyoruz. NATO gladyosunun merkezi Almanya’dır. Hareketimize karşı özel ve psikolojik savaştan tutalım her türlü kontra faaliyetler bu merkez tarafından örgütlendirilmiş ve hayata geçirilmiştir. Olof Palme cinayeti, Duesseldorf davasında onlarca yoldaşımızın zindanlara atılması, PKK’nin kriminalize edilerek yasaklanması, vb bu uygulamalardan sadece birkaçıdır. Gare operasyonu bir NATO operasyonuydu. Garê operasyonunun hazırlık sürecinde faşist devletin savunma bakanının Almanya’ya gidip onay alması bunun en açık ifadesidir. Bugün Medya Savunma Alanlarına yapılan saldırılar ve Başûr’un işgal girişimleri tümden ABD’nin de içinde yer aldığı NATO destekli saldırılardır. Bu saldırılarla Hareket yönetimimiz hedeflenmekte ve hareket yönetimimizin konumlandığı stratejik üstlenme alanları dağıtılmak, işgal edilmek istenmektedir.
Düşmanın kazanma umudunu kırmalıyız
Ancak Zeus’lara karşı ölüm fermanını yırtan Prometuslar gibi Önder Apo da düşmanın soykırım kader levhalarını parçalayarak kendi kaderini belirleyen levhayı halklar adına 50 yıldır yazmaya devam etmektedir. Yarım asra varan mücadele tarihi ile parti ve hareketimiz nice fırtına ve badirelerden, komplo ve kuşatmalardan geçti. Bir bütün olarak kapitalist modernite güçlerinin saldırıları ve imha politikalarına karşı mücadele ederek, direnerek ve zaferler kazanarak bugünlere geldik. Zorluklar, zorlanmalar yaşadık, ama bunları aşma temelinde büyük tecrübeler kazandık. Bunda Önder Apo’nun bir ömre sığdırdığı eşsiz zihinsel ve pratik üretimi, emeği, öngörüsü, yaratıcılığı ve şehitlerimizin büyük emekleri, fedai duruşları ve kahramanlıkları belirleyicidir. Halk ve hareket olarak kaderimizi tayin edeceğimiz tarihi bir sürecin içindeyiz. Bu kıyasıya mücadelenin adeta final sürecini yaşamaktayız. Özgür bir yaşam ve alternatif bir dünya kurmak istediğimiz için her zaman saldırıların hedefi durumuna geldik. Her türlü komplo ve oyunlarla yeni yaşamı ve özgür bir toplumu inşa etmeye çalışan Önderliğimiz ve partimiz PKK tasfiye ve imha edilmek istenmiştir. Bugün de böyle kapsamlı bir saldırı ile yüz yüzeyiz. Belki de tarihimizin en kritik süreçlerinden birini yaşamaktayız. Çelişkilerin en çok keskinleştiği, saldırıların en üst düzeye çıkarıldığı ve düşmanın soykırım politikalarıyla sonuç almak istediği bir süreçtir bu. Buna karşı direnişin de büyük olduğu, kahramanlık destanların yazıldığı, Demokratik Modernite gerillasının her türlü tekniğe karşı büyük bir savaş verdiği bir dönemin içindeyiz.
Düşmanın iç ve dış güçlerin desteğini de yanına alarak geliştirdiği soykırım saldırılarına karşı halk ve hareket olarak büyük bedeller pahasına direndik. Düşman sonuç alamadı, ama biz de kesin zaferi sağlamış değiliz. Darbe alma tehlikelerinin yanında büyük kazanma imkanlarının da olduğu bir mücadele vermekteyiz. Tam bir kriz ve kaos dönemi olarak da değerlendirebileceğimiz bu süreçte kim doğru politika ve taktik yaratıcılıkla savaşırsa o kazanacak, diğeri kaybedecektir. Artık orta yol ve geçici dönemleri yaşama imkanı yoktur. Ya bu sömürgeci düşmanın faşist iradesini kırıp dize getireceğiz ya da biz kırılacağız. “Çöktürme planı” ile düşman yedi yıldır bunu yapmaya çalışmakta ve sonuç almak için tüm gücünü seferber etmiş bulunmaktadır. PKK ve Önderlik felsefesinde kırılmak, yenilmek olmadığına göre kazanmak için daha fazla mücadele etmeliyiz. Savaşı uzun süreye yayma anlayışıyla hareket edemeyiz. Düşmanın kazanma umudunu kırmalıyız. Kesin sonuç almak için devrimci halk savaşı temelinde büyük bir hamle ve saldırı gücü haline gelirsek kazanacağımız kesindir. Kapitalist sistemin yapısal krizine de denk gelen bu kaostan özgür bir halk olarak çıkmaya çalışıyoruz. Demokratik Ulus temelinde zaferimizin diğer ezilen halklara güç vermesini ve ortak kurtuluşu hedefliyoruz.Tarihsel süreçler, tarihsel bilinç ve sorumlulukla karşılandığı oranda başarıya ulaşılabilir.
KDP gerçekliği ve ihanetinin yaratacağı sonuçlar
Yukarıda da vurguladığımız gibi düşman şimdiye kadar istediği sonucu almaktan uzaktır. Tek bir oyunu, bir kozu kaldı, ona başvurmaktadır. O da Kürt halkının aşil topuğu olan ihanet gerçeğidir. Tüm Kürt serhildanlarında ihanet ve işbirlikçilik yenilginin neredeyse esas nedeni olmuştur. Düşman Kürdün bu lanetli damarını hortlatmak ve en büyük Kürt serhildanına, Kürt tarihinin en büyük özgürlük direnişine karşı kullanmak istemektedir. KDP de bu rol için biçilmiş kaftan olarak orta yerde durmaktadır. KDP gerçeğini derinliğine bilince çıkarmak durumundayız. Bu hain oluşumu tarihi geçmişi temelinde ele almalıyız. KDP bir Kürt hareketi değildir. Kürdistan’ın kurtuluş ve özgürlük hareketi hiç değildir. Bunu KDP’ye karşı bir propaganda olarak görüp değerlendirmemek gerekir. KDP gerçeğini tarihsel gerçekliği ile doğru temelde sorgulayan her insan bu sonuca ulaşacaktır. Bunun tanık ve şahitleri KDP gerçeğini zaten dile getirmeye çalışmaktadır. Ancak Kürt kamuoyu nezdinde bu gerçeklik halen yeterince anlaşılmış ve teşhir edilmiş değildir. Normal bir Kürt hareketi olarak görülmektedir. Dil ve rengine bakılarak bir Kürt örgütü sanılmaktadır.
KDP Önderliğimize ve özgürlük hareketimiz olan PKK’ye karşı neden bu kadar düşmanlık yapmaktadır? Bunun ciddi sorgulanması gerekmektedir. Bize karşı çelişki ve düşmanlığı ideolojik farklılıkların çok ötesindedir. Sömürgeci Türk devleti kendi varlığı için nasıl Kürt soykırımını esas alıyorsa, geleciğini Kürdün yok oluşunda görüyorsa KDP de kendi varlığını PKK ve özgürlük mücadelemizin imha ve tasfiyesinde görmektedir. Bu nedenle çizgimize ve gerillaya karşı sınırsız bir düşmanlık beslemektedir. Bunu kimi zaman gizli yapmakta, fırsat bulduğunda da açıktan yapmaktan çekinmemektedir. KDP şimdiye kadar sömürgeci devletin istihbarat örgütüne verdiği bilgiler sonucu yüzlerce gerillanın katledilmesinden sorumlu bir güçtür. Sömürgeci faşist Türk devletine tarih boyunca bir eleştiri yapmayan, hep yaranmaya çalışan, ama gerillayı işgalci, terörist olarak niteleyecek kadar alçaklaşan bir ihanet gerçeği ile karşı karşıyayız. Zalime, işgalciye karşı duracağına mazlumun direnişini suçlamaktadır. İşbirlikçilik temelinde iktidarını korumak için gerillayı sömürgeci Türk devletinin işgal saldırılarına karşı direnişten vazgeçirmeye çalışmaktadır. Düşmanın saldırılarını meşrulaştırmakta ve hatta her türlü desteği vermekten geri durmamaktadır. Bu da yetmezmiş gibi düşmandan daha fazla düşmanlık yapmakta ve gerillaya karşı sinsi komplo ve saldırılar tezgahlamaktan çekinmemektedir. KDP’in Kürt halkına karşı işlediği suçlar her geçen gün artmaktadır. Şengal’de Êzidî halkımıza karşı işledikleri suçlar tek başına KDP’nin ortadan kalkmasına yeterdir. Êzidî halkımızı alçakça, aldatarak, yüz üstü bırakmış ve ardına bakmadan kaçmıştır. KDP Êzidî halkımıza karşı yapılan soykırımının ortağıdır. Kaçırılıp pazarlarda satılan kadınlarımızdan ve dökülen her damla kandan sorumludur.
KDP Kürt halkına karşı işlediği suçlara bir yenisini daha eklemek istemektedir
Ne yazık ki, KDP’nin bu kirli ve onursuz yüzünü, bu büyük suçunu zamanında yeterince teşhir ve mahkum edemedik. 1997’de Hewlêr katliamında hastanelerde bulunan onlarca yaralı ve hasta arkadaşımızı katleden bu ihanetçi yapının tarihte işlediği suçları saymakla bitmez. Bunları bilmemiz gerekir. Çünkü bu hain güç, suç ve günahlarına yeni bir tanesini eklemeye niyetlenmiş görünmektedir. Gerillaya karşı sömürgeci Türk devletinin yanında savaşmaya karar vermiş bulunmaktadır. Gerillayı arkadan hançerlemek için giriştiği provakatif saldırılar birkaç yıldır devam etmektedir. Bu niyetini gerçekleştirirse Kürt halkı için büyük bir felaket olacaktır. Kürt halkı için telafi edilemeyecek sonuçlar doğuracaktır. Arkasına NATO ve kapitalist sistemin desteğini alan, KDP şahsında ihaneti gücüne katmaya çalışan düşman saldırılarının yarattığı tehlike büyüktür. Bunun bilincinde olmamız ve direnişi sadece gerilladan beklemememiz gerekmektedir. Halk olarak toplumsal bir direniş içinde ve sürekli hareket halinde olmalıyız. Çok açıktır ki, devrimci halk savaşı temelinde direnir ve bu saldırıları da boşa çıkarırsak bu sistemde bir gedik açmış olacak ve özgür Kürdün statüsünü dünyaya kabul ettirmiş olacağız. Önderliğimizin fiziki özgürlüğü ve özgür bir statü kazanmaya her zamankinden daha yakınız. Yeter ki, devrimin bize yüklediği görevleri halk ve hareket olarak büyük bir sorumlulukla yerine getirelim.
En önemlisi de KDP gibi ihanetçi güçlerin saldırılarına ilişkindir. Bu konunun ne kadar önemli olduğunu belirttik. Yakın bir zamanda bu hain güç savaşın içine düşman tarafından aktif bir şekilde dahil edilebilir. Hiçbir Kürt gücün gerillaya karşı savaşmakta bir çıkarı yoktur, olamaz. Hatta KDP’nin içinde de böyle bir ihanet saldırısını istemeyenler vardır. Dürüst bir peşmerge özgürlük gerillası ile savaşmayı niye istesin? Ancak Barzani ailesi ve KDP yönetimi kendini düşmanımıza göbekten bağlamış bulunmaktadır. Dar çıkarları için satmayacakları hiçbir ulusal ve ahlaki değerleri kalmamıştır. Kendilerine bağlı ve Türk özel savaşı ile eğittikleri çeteleri bize karşı kullanmayı hedeflemektedirler. Buna karşı ulusal bilinçle net tavır sahibi olmamız gerekir.
Tekrardan vurgulamakta yarar vardır, siyasi ve askeri olarak kaderimizi tayin edeceğimiz kritik bir süreçten geçmekteyiz. Bu tarihi sürecin özgürlük Hareketinin her alanı ve her bir militanı, her yurtsever insanı olarak üzerimize önemli görev ve sorumluluklar yüklediği bilinmektedir. Bu süreci normal bir süreç olarak göremeyiz. Yüzeysel yaklaşımlarla, duyarsızlıklarla, zayıf yoğunlaşmalarla süreci karşılayamayız. Her zaman hareket halinde olmalı, sorumlu ve duyarlı bir yaklaşımla eylem içinde olmalıyız. Bu konuda her alanın, her insanımızın yapacağı çok şey vardır ve kendini inisiyatif sahibi olarak görmelidir. Hareket yönetimimizin televizyon ve diğer yayınlarla yaptığı programlarda dönemin değerlendirme ve perspektifleri verilmektedir. Kaldı ki, her sürecin bize yüklediği sorumlulukları bilecek bir tecrübe ve birikime sahibiz. Önemli olan bunun duyarlılığıyla hareket etmektir. Başta kahraman gerilla güçlerimizin verdiği mücadele olmak üzere, devrimci mücadelenin gerçekliğini his ederek yaşamak döneme cevap olmaya yetecektir. Buna uygun bir duruş ve katılımın sahibi olmak önemlidir. Şekli katılım, sınırlı katılım, günü ve görüntüyü kurtarmaya dönük yaklaşımları kimse kendisi için kabul etmemelidir.
KDP’nin ihanetine karşı herkes net ve kararlı bir tutum almalıdır
Geçmişte de bazı eylem ve etkinliklerle ihanete karşı tutum ve tavırlar geliştirildi. Bunlar anlamlı ve önemlidir ve yarattığı sonuçlar da olmuştur. Ancak bu konuda eleştirmeyi gerektiren bazı yaklaşımlar da vardır. Yapılan kimi çağrılarda bizi ve KDP’yi neredeyse aynı kefeye koyan genel ve soyut bir dil kullanılmaktadır. Sanki iki kardeşin kavgasına tarafsız bir yerden bakan, kendini dışında gören bir üslup bu çağrılara hakim olmaktadır. Hakikatın böyle olmadığı açıktır ve bilinmektedir. Sömürgeci düşmana karşı savaşan, direnen bir güce, düşmanla işbirliği ve ihanet temelinde saldırmaya çalışan bir KDP gerçeği vardır. Bu bir kardeş kavgası, “brakuji” değildir. Özgürlük için direnenler ile halkına ihanet eden iki güç arasındaki bir savaş söz konusudur. Bu gerçeğin vurgulanmaması, çok dolaylı bir şekilde ifade edilmesi yetersizdir, yanlıştır ve aşılması gerekmektedir. Tutum belirlerken gerçeği bu kadar muğlaklaştırmamak, aynılaştırmamak gerekir. Bu dil dikkat edilmezse farkında olmadan KDP’nin suçunu hafifletmeye ve teşhirini engellemeye dönüşeceği görülmelidir. Aslında her insanımızın, yurtseverimizin, siyasetçi, sanatçı ve aydının KDP’nin bu ihanetini gördüğüne inanıyoruz. O zaman neden bu kadar dolaylı bir dil, alttan alan bir üslup kullanılmaktadır? Bunun iyi niyet ve pozitif kaygılarla yapıldığı bilinmektedir. Ama niyet tek başına yeterli değildir. Kullandığımız dil ve üslubun ulusal çıkarlara sonuna kadar hizmet etmesi ve ihanetin önüne geçmesi gerekmektedir. Devrimciler, demokratlar, yurtseverler, sanatçı ve aydınlar tarafsız olamazlar. Bir partinin resmiyetinde, örgütsel yapısı içinde olmayı veya açık bir taraftarlıktan bahsetmiyoruz. Devrimci, demokrat, yurtsever, sanatçı ve aydın olmak özgürlükten, ulusal çıkarlardan, ahlaki ve toplumsal değerlerden yana olmayı gerektirir. Bu anlamda net ve kararlı bir tutumdan, dil ve üsluptan yana olmak gerekir. Yapılan kimi açıklamalarda bu konuda bir zayıflık, yetersizlik olduğunu ve bunun önümüzdeki süreçte gelişecek eylem ve etkinliklerde aşmak gerektiğine inanıyoruz. Şimdi çıkacak bir savaştan gerilla nasıl sorumlu görülebilir? İki “kardeşin”, iki gücün çatışması olarak nasıl ele alınabilir? Bu anlamda ihanetçiye açıkça “ihanet etme” demek gerekir. Çağrılar bu ihaneti yapanlara olmalıdır. Gerilla ve Özgürlük Hareketimiz tutumunu net bir biçimde ortaya koymuştur. Ulusal birliğe gelmeyen, düşmanın yanında yer alan, ihanet durumunu derinleştiren KDP’dir. O zaman buna dur demek gerekir, çağrılar bu güce dönük olmalıdır. Hakikate temas etmeyen, hakikatı açığa çıkarmayan, hatta muğlaklaştıran, dolayısıyla hedeflenen amaca götürmeyen dil ve üslupların aşılması gerekir.
Önümüzdeki süreçte KDP bu ihanetini daha da geliştirerek sömürgeci düşmanla birlikte gerillaya saldırabilir. Uzun bir zamandır bunun hazırlıklarını yapmaktadır. Bunun önüne belki Kürt ulusal kamuoyunun güçlü sesi ve tutumu geçebilir. Bu nedenle şimdiden her bir militan ve sempatizanımız, halkımızın her kesimini bu ihanete karşı tutum almaya yöneltmelidir. Buna rağmen KDP bu ihanet savaşına girerse artık açıktan ve her türlü yol ve yöntemle teşhir yapılmalı ve bu güce karşı mücadele edilmelidir. Bu durumda KDP ihanetine karşı tutum çağrılarla sınırlı kalamaz. Her türlü eylem ve etkinlikle KDP’ye karşı mücadele edilir. Bunun için bir yerlerden talimat beklemeye gerek duyulmamalıdır. Kürt ulusal kurtuluş ve özgürlük mücadelesine karşı böyle bir ihanetin yaşanması ulus olarak özgür geleceğimizi tehlikeye düşüreceği için hayati önemde görülmeli ve seferberlik ruhuyla harekete geçilmelidir. Böylesi bir durumda yerinde durmak, seyirci durumunda kalmak veya bir iki eylem ve etkinlikle vicdanını rahatlatmaya çalışmak oportünizmdir. Ne devrimcilikle ne de yurtseverlikle izah edilemez.
Türk devletini yenilgiye uğratacağımız günler yakındır
Kürt halkı olarak bugün en çok birliğe ihtiyacımız vardır. Kürt Ulusal Konferansının toplanması işbirlikçi, ihanetçi güçler dışında tüm Kürt halkının özlemidir. Bu birlik sağlanıncaya kadar en temel gündemlerimizden biri bu olacaktır. Mesela Kürt aydın ve sanatçıları bu konuda önemli bir rol oynayabilir. Sanatçı ve aydınlarımız halkımızın vicdanı olarak birliğin sürekli sesi olmalıdır. Her parti ve oluşum ulusal konferans ve birlik konusunda sanatçı ve aydınlarımızın manevi baskısı altında kendilerini hissetmelidirler. Ulusal birliği hedefleyen kültür ve sanat çalışmaları yapılabilir. Geçmişte bunun için kimi planlamalar yapıldı. Bazı çalışmalar da yürütüldü. Yine KDP ihanet gerçeği bunları engellemeye, sınırlamaya çalıştı. Bu ve başka çalışmalar, farklı eylem ve etkinlikler önümüzdeki süreçte geliştirilebilir. Dört parça Kürdistan’dan sanatçı ve aydınların katılacağı konserler, programlar, ortak platformlar örgütlenebilir. Ulusal birlik en başta aydın ve sanatçılar şahsında gerçekleştirilebilir. Bunu halka yansıtmak ve siyasi oluşumlara da örnek olmak gerekir. Kadın, gençlik, aydın ve sanatçılarımız bunun öncülüğünü yapmalıdırlar. Bu konuyu her zaman gündeminde tutmalı ve ulusal birliğin ruhunu temsil edebilmelidirler.
Son 50 yılda yürütülen mücadele ile ihanet Kürdistan’da her geçen gün hükmünü yitirmiş, Kürdün özgür iradesi galebe gelmeye başlamıştır. KDP şahsında hortlatılmaya ve Kürdistan’a hakim kılınmaya çalışılan işbirlikçi ihanet çizgisi bir kez daha yenilgiye uğratılırsa makus talihimiz ve tarihimiz geride kalacak ve özgür bir gelecek umudu ete kemiğe bürünecektir. Buna yetecek gücümüz de kudretimiz de vardır. Düşman zayıf olduğu için bu kadar ihanete muhtaç hale gelmiştir. Yoksa bu soykırımcı devletin işbirlikçi Kürde bile tahammülü olmadığını biliyoruz. Ama zorlandığı, Kürt özgürlük mücadelesiyle baş edemediği için KDP ihanetini kirli bir araç olarak kullanmaya çalışmaktadır. Devrimci halk savaşı temelinde direnecek ve sömürgeci faşist Türk devletini yenilgiye uğratacağımız günler yakındır. Önder Apo’yu fiziki olarak özgürleştirme ve özgür Kürdistan’da buluşma, kahraman şehitlerimize karşı boynumuzun borcudur. Bunu direnerek, mücadele ederek başaracağımıza inanıyoruz.