Dilzar Dîlok
2022 yılı Newrozuyla birlikte Kürdistan Özgürlük Mücadelemiz 50. zafer yılına girdi. Önder Apo’nun 21 Mart 1973 tarihinde Çubuk Barajın’da 5 Kürdistanlı arkadaşını çağırdığı ilk tarihsel toplantıda Kürdistan’ın sömürge olduğu tespiti yapıldı. Türkiye’de devrim olabilmesi için Kürdistan’ın özgürleşmesinin şart olduğu belirtildi. Türk devletinin sömürgeci faşist uygulamalarının Kürdistan’ı sömürge dahi saymayan statüsüzleştirme politikasının kırılması, Kürdistan’ın mevcut adı konulmayan sömürge statüsünün ortadan kaldırılması için örgütlü mücadele yürütülmesi gerektiği tespiti yapıldı. Bu tespitler, bugünden bakıldığında Kürdistan sokaklarında ortaokul çocuklarının dahi bildiği tespitlerdir. Ancak 1973 yılı bugün gibi değildi. O dönem Kürt adı dahi inkar edilmekte, Kürdistan kavramını hayal etmek bile münkün değildi. Kürt ve Kürdistan, o yıllarda, 12 Mart 1971 darbesinin yoğun baskıları altındaydı, Türkiyeli sosyalist örgütlenmeler dağılmakla yüzyüzeydi. Ve böylü bir siyasal atmosferde bu tespitin yapılması, hem yokoluşun eşiğindeki varlığın direniş çığlığı, hem de faşizme karşı büyük bir başkaldırı anlamındadır. Bu başkaldırının baş aktörü Önder Apo’dur. Bugün şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Önder Apo’yu Kürdistan tarihinden çıkardığımızda geriye özgür Kürtlük namına hiçbir şey kalmamaktadır. Hatta, bugün güncelde de tartışılan KDP ihaneti bile olmayacaktı. Çünkü zaten KDP’nin ihanet çizgisi tek çizgi olacaktı, belki de faşist Türk aklı, hain bile olsa Kürde tahammül edemeyecek ve yok edecekti. Nihayetinde ihanet edilecek bir değer de ortada olmayacaktı. Özcesi Kürdistan’da özgür bireyin, özgür erkek ve kadının, özgür yaşam iddiasının varolmasını bir halk olarak Önder Apo’ya borçluyuz.
Önder Apo’nun çıkışı PKK adıyla partileşerek 1978 yılının 27 Kasım’ından itibaren varlığını dünya insanlık tarihine resmi olarak yazdırdı. Önderliksel çıkışımız bugün 50. zafer yılını yaşarken şunu da unutmamamız gerekiyor. Biz, özgürlük mücadelesi olarak faşist Türkiye devletinin ömrünün yarısında vardık, varız. Türkiye cumhuriyeti, 50 yıl boyunca,1920’lerden 70’lere kadar, sömürgeci, katliamcı, soykırımcı uygulamalarıyla Şêx Saitleri, Seyit Rızaları, Ağrı’da varlık mücadelesi veren Kürtleri ve daha birçok isyanı bastırarak, her türlü varolma olasılığını ezerek kendi inşasını ayakta tutmaya çalıştı. Her özgürlük eğilimi bir katliamla, soykırımla sonuçlandı. Tüm bunlara rağmen soykırımların içinden kendini uzun ideolojik hazırlıkla varetmeyi başaran PKK doğuşu da örgütsel olarak büyük bir çıkışın adı oldu. PKK’nin Bakûrê Kûrdistan’da çıkarak kitleleri büyük devlet korkusuna, saldırılarına, bastırma ve cezalandırmalarına rağmen etkilemesi ve örgütlemesi, tarihsel bir zorunluluğun her türlü zorluk göze alınarak ortaya çıkmasındandır. PKK tarihi üzerine çok şey söylenebilir, anlatılar yapılabilir, ancak biz, kadın özgürlük konusuna değinme temelinde kısaca bir giriş olarak bunları belirtebiliriz.
PKK’nin temel kimliği kadın kurtuluş ideolojisidir
PKK’yi tarihsel olarak Kürdistan ve dünya insanlığının bağrında kopmaz bir damar haline getiren faktör kadın özgürlükcü yanıdır. Önder Apo’nun Kürdistan’da yürütülen mücadelede bir ihtiyaç, bir zorunluluk olarak gördüğü kadının özgürleşme problemi, giderek partinin tüm örgütsel devinimlerinin merkezinde yer aldı. Çünkü mücadeleye katılan kadınlar ve erkeklerin kendi tarihsel sorumluluklarına gerektiği düzeyde sahip çıkması ve başarıyla bu görevlerini yerine getirmesi için özgür olmaları gerekiyordu. Erkeğin özgür olamayışı, kadın karşısındaki geri, egemenlikli ve cinsiyetçilikten kopmamış kişiliği, kadının geleneksellikten kurtulmamış olması, özgürlük devrimini şart kılıyordu. Bu durum devrim görevleri önünde büyük engel konumundaydı. Ancak Kürt kadınının içine itildiği özgürlükten uzaklık, özünde Kürt kadınında kördüğüme dönüşen özgürlük problemi, herşeyden önce çözülmeyi dayatan bir devrimsel konuydu.
Kürdistan’da kadın özgürlüğü konusu bu anlamıyla ilk kez 1986 yılında PKK 3. Kongre’sinde ele alındı ve örgütlenmeye gidilme kararına dönüştürüldü. Kuşkusuz özgürlük problemi tarihin başka zamanlarında ele alınmış, üzerine konuşulmuştur. Ancak bir öncü partinin kendi programına bu konuyu alarak temel örgütlenme tarzı haline getirmesi anlamında tarihteki yeri ayrıdır. Bu doğrultuda 1987 yılında YJWK adıyla ilk kadın örgütlenmesi kuruldu. 1992 yılı sonunda ilan edilen Kadın ordulaşması yürütülen kadın özgürlük çalışmalarının daha da örgütlü hale getirilmesi ve orduda bu örgütlülüğün derinleştirilmesi anlamına geliyordu.
Kadın ordulaşmasının büyük zorluklarının Şehit Bêrîtan şahsında aşılarak adını tarihe yazdırması, kadın örgütlenmesinin büyük savaşarak savaşta güç kadar irade, düşman bilinci ve taktik yaratıcılığı ortaya çıkarması, kadındaki gücün özgün örgütlenmeler geliştikçe açığa çıktığını gösteren bir faktör oldu. Bu durum örgütlenmenin boyutunu geliştirme gerekliliğini ortaya çıkardı. Atılan özgürleşme adımlarının yükseltilmesi amacıyla 8 Mart 1995 tarihinde 1. Ulusal Kadın Kongresi toplanarak Yekîtiya Azadiya Jinên Kurdistan (YAJK) adı altında, o güne kadarki tüm siyasal, toplumsal örgütsel ve askeri boyuttaki kadın çalışmalarını kapsayacak düzeyde bir örgütlenme oluşturuldu.
1997 yılında kopuş teorisi geliştirilerek özgün örgütlenme boyutunun daha da derinleştirilmesi, erkek egemenliğinden kopuş kararının verilmesini getirdi. Kadın konusu, içine girildikçe hem üreten, doğuran, hem de kendisi kadar çevresini, bölgeyi ve dünyayı etkileyen bir özgürlük ivmesine, özgürleşme odağına dönüştü.
Reel sosyalizmin yıkılması, devrim tanımının yeniden yapılmasını ve sosyalist ideolojide yeni açılımlar yapılmasını gerektirmekteydi. Aslında reel sosyalizmin yıkılması, sosyalist akım kadar karşıt akımlar için de bir kriz-kaos sebebiydi. Sosyalist akımların bu kaostan çıkması için kendini yenileyerek ve eksikliklerden ders çıkararak yeni tarihsel adımlar atması gerekiyordu. PKK, çıkışından itibaren sosyalizme bilimsel temelde yaklaşarak özgün bir bakış açısı yaratmıştı. Sosyalizm tanımına yeni açılım yaparak derinleştirmesi, PKK’nin dünya devrim mücadeleleri içindeki farkını ortaya koyacaktı. Bu temelde 1998 yılında da Kadın Kurtuluş İdeolojisi ilan edildi. Partinin bir kadın partisi olarak anılması en fazla da bu dönemden sonra gelişti. Sosyalizmin, kadın özgürlüğü olmadan gerçekleşmeyeceği ilkesi temel alındı. Kadın kurtuluş ideolojisi PKK’nin temel kimlik öğesi haline geldi.
Tüm bu gelişmeler kuşkusuz kendi içinde büyük mücadeleleri, zorluklara göğüs germeyi, cinsiyetçilikle anı anına derinlikli mücadeleyi getirdi. Bu mücadele giderek birlik temelindeki örgütlenmenin sınırlarını aşmayı dayattı ve 1998 yılında kadın partileşmesi tamamlandı. Bugün PAJK adıyla örgütlenen Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesinin de 50. zafer yılını yaşadığını, bu 50 yılın içinde somut örgütlülük olarak da kırk yıla yakın bir dönemdir de örgütlü mücadele yürüttüğünü belirtmek gerekir.
TC, PKK içinde de en çok kadınların savaşımından korkuyor
Faşizmi, soykırımcılığı ve erkek egemenliğini doğal kültür ve siyaset tarzı olarak benimsemiş olan bir rejimin, kırk yıllık tarihe sahip olan bir kadın özgürlük mücadelesine tahammül etmesini beklemek saflık olacaktır. Türk devleti, PKK mücadelesinden hep korkmuştur. Çünkü propagandası çokça yapılan vatan edebiyatını, beka söylemlerini en fazla sarsan PKK olmuştur. PKK adeta Türk devletine şirk koşan bir konumdadır. PKK içinde de en çok kadınların savaşımından korkmuştur. Bundan dolayı savaş tarihinin farklı dönemlerinde örnekleri çok olan, katletme, şehit kadın bedenlerine tecavüz ve çıplak teşhir etme, cinsel organlarına işkence yapma, göğüslerini kesme, bekaret testi adı altında teşhir çabasına girişme, çıplak halde panzerlere bağlayarak Kürdistan sokaklarında teşhir etme tarzında cinsiyetçi, tecavüzcü erkek saldırılarını uygulamıştır.
Türk ordusu, PKK karşısında aldığı yenilgiler üzerine düşünürken, Kürt halkının en zayıf noktasını kadın olarak görüp burdan vurmak için bu tarz uygulamalara girmiştir. Zira kendi aklı, fikri böyledir. Kürdistan kadınının mücadelesi ve irade keskinliği, savaşçılığı karşısında da çaresizce tecavüzcü uygulamalara sarılmıştır. Türk devletinin gözünde kadın metadır. Kürt insanı zaten yoktur. Kürt kadını yok olmayı benimsememiş, meta olmayı kabullenmemiş, yani hem varolmuş hem de yaşamın asli unsuru olmayı başarmış bir toplum öğesi olmuştur. Bu durum, özünde Türk devletinin bekasını en fazla sarsan unsurdur. Faşist Türk kültüründe kadın mülktür, erkeğin namusudur; silah ve at ile birlikte anılır. Namus meselesi yapıldığı söylenir ancak özünde derin bir namussuzluk uygulanır. Türkiyeli kadınların örgütlenmeleri tam da buna karşıtlık temelinde gelişmektedir. Kürt kadını ise zaten Kürt olmaktan dolayı inkar edilen, yok sayılan ancak bir türlü yok olmayan bir varlıktır. Bu durum faşist Türk devletinin argümanlarını anı anına boşa çıkaran bir gerçeklik yaratmıştır. İşte bu gerçeklik, kırk yıllık mücadeleyle yaratılan büyük özgürlük kazanımıdır.
50. zafer yılında kadın mücadelesi ve kazanımları
Türk devleti kırk yılın sonunda Kürt kadınlarını yok sayamayacağını, yok edemeyeceğini ve özgür kadın iradesini bitiremeyeceğini anlamıştır. Öyle ki bugün en seviyesiz, en kadın düşmanı, egemenlikli yaklaşımı her davranışında belli olan Türk devlet bakanları bile adeta dert yanarcasına PKK’yi kadınların yönettiğini söylemektedir. Kuşkusuz bu ilenç, yenilmiş ve çaresiz erkekliğin itirafıdır. Bu ilenç, Önder Apo’nun özgürlük ideolojisinin zaferidir. Bu ilenç, Kürdistan toplumunun en büyük özgürlük garantisidir.
Bundan dolayı bugün Türk soykırımcı sisteminin kadınlara yönelik yürüttüğü saldırılar faşizmin de ötesinde cinsiyetçi, tecavüzcüdür. Kuşkusuz direnen kadınlar hedef alınmakta ve katledilmeye, etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Siyaset alanına baktığımızda en cesurca konuşan kadınların hapsedildiğini, anlamsız hukuk maddeleriyle yıllarca zindanda tutulduğunu görmekteyiz. Ayşe Gökkan, Leyla Güven, Sabahat Tuncel, Aysel Tuğluk ve daha birçok kadın öncü buna örnek gösterilebilir. Aynı şekilde tüm kadın kazanımları geri çekilerek toplumsal kölelik yaratılmaya çalışılmakta, bu kölelik üzerinden de toplum üzerinde hegemonya uygulamanın kolay olacağı düşünülmektedir. Yine Türkiye’de aydın, yazar ya da farklı öncü konumdaki kadın hedef alınarak itibarsızlaştırılmaya, değersizleştirilmeye çalışılmakta, özünde kadın emeği, kadın aklı, kadın düşüncesi, kadın tarzı değersizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin Türkiye devrim mücadelesine kattığı değerler ayrı bir çalışma-değerlendirme konusudur. Türkiyeli birçok yazar bu konuyu incelemiş ve yazmışlardır. Türkiye sosyalist mücadelesindeki şovenizmi kırma, ulus devlet bilincini kırarak yerine demokratik ulus anlayışını getirme, erkek eksenli düşünce tarzından çıkarak kadın özgürlüğü öncelikli mücadele trendlerinin yaratılması başta olmak üzere büyük kazanımlar vardır. Bu kazanımlar aslında bugün baktığımızda en fazla zihniyet boyutundadır, kısmen de yapısal-örgütsel boyuttu, argüman kazandırma boyutundadır. Küçük bir örnek vermek gerekirse, eşbaşkanlık sisteminin Türkiye toplumsal mücadele tarihine kazandırdıklarını dünya tarihi daha şimdiden yazmaktadır. Yine Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin Türkiye kadın özgürlük mücadelesine kazandırdığı düşünsel boyut kadar kazandırdığı dil de önemli devrimsel adımlar içermiştir. Türkiye’de en üstte aydınların kullandığı, toplumsallaştırılamayan ve bundan dolayı da üstte kalan, kültüre dönüşmeyen kadın özgürlükçü birçok terimin bizim mücadelemizle günlük yaşam içine girdiğini ve toplumsallaştığını herkes bilmektedir. Bu örnekler, Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin etki gücünü, belirleyiciliğini, ölçü kazandıran konumda olmasını ve tabi kitleselliğini ortaya koymaktadır. Bugün kuşkusuz Türkiye kadın hareketleri önemli çalışmalar yürütmekte, etkinlikler gerçekleştirmekte, yer yer yaratıcı eylemlerle gündem de yaratmaktadırlar. Ancak Türkiye’deki hakim erkek egemenlikli siyaseti değiştiren, dönüştüren, cinsiyetçi erkek iradesini kırarak özgürlükçü, kadın değerleriyle yüklenmiş bir iradeyi yaşamsallaştırma boyutu henüz gerçekleşmemiştir. Bu anlamıyla soykırımcı faşist Türk devleti ve daha somutta AKP-MHP faşist iktidarı da Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesi’ne her koşulda saldırmayı kendilerinin varlıklarıyla ilişkilendirerek bir zorunluluk bilmişlerdir.
Özgürlük Mücadelemiz büyük kazanımlar yarattı. Faşist rejim fazlasıyla eskidi, hatta döküldü. Bu yıllar içinde faşist rejimin tüm maskeleri deşifre edildi ve bugün AKP-MHP iktidarında en çıplak faşist yüz görünür oldu. Tüm sınırları aşan yayılmacı, çeteci, mafyatik tarzlar da bu maske düşüşünün bir sonucu olarak ortaya çıktı. PKK’nin bitişini müjdeleyen birçok hükümet bitti, gitti, yerine yenileri geldi ve aynı akıbeti yaşadılar. Bugün AKP-MHP hükümetinin geldiği eşik de budur. AKP-MHP hükümeti bitiş eşiğindedir. Bundan dolayı saldırmadığı alan kalmamıştır. Bugün öncülere, mücadele odaklarına saldırdığı kadar, bu mücadele odaklarından etkilenen herkese, her kesime, her sınıfa, her topluluğa, her derneğe, gruba, renge-fikre saldırmaktadır. AKP-MHP, tümden bir kadın düşmanlığı temelinde hareket etmektedir.
Kadın katliamı ve tecavüzün en fazla olduğu dönem AKP-MHP dönemidir
Türkiye tarihinde en fazla kadın katliamının ve kadınlara yönelik tecavüzün olduğu dönem AKP-MHP dönemidir. AKP-MHP bilmektedir ki, toplum içindeki her kadın, özellikle genç kadınlar, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nden etkilenmeye, bu mücadeleye anlam vererek desteklemeye adaydır. Her kadın salt kadın olmasından dolayı özgürlük savaşçısı olma potansiyeli taşımaktadır. Bundan dolayı da bugün saldırıların salt Kürt kadınlarına ve mücadele eden kadınlara yönelik olduğunu söylemek yetmeyecektir. Kuşkusuz mücadele eden kadınlar sürekli saldırıların odağındadır. Siyasetçiler, gazeteciler, dernek yöneticileri, sivil toplum kuruluşları temsilcileri sürekli saldırılarla karşı karşıyadır. Ancak bunun yanında toplum içindeki tüm kadınlar saldırıyla, katledilmekle ve her türden şiddetle karşı karşıyadır. Özgürlük hareketimizin, en fazla da kadın özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadeleden korkan AKP-MHP faşist iktidarı, toplumdaki tüm kadınlara saldırmanın, toplumdaki tüm erkekleri birer iktidar minyatürü haline getirmenin arayışındadırlar. Son on yıldır balkondan düşüp ölen kadınların sayısına baktığımızda AKP-MHP’nin yaygınlaştırdığı kadın düşmanlığını anlayabiliriz.
Ne yazık ki, farkında olunmayan gerçek şudur: Bu aynı zamanda toplumdaki erkeklere de saldırı demektir. Çünkü tüm erkekler AKP-MHP’nin saldırıları altında düşürülerek küçük katiller haline getirilmektedir. AKP-MHP asker yapıp dağlara gerilla karşısına gönderemediği erkekleri, polis yapıp topluma saldırtamadıklarını düşürüp-kışkırtıp kendi çöplüğünde bir katile dönüştürmektedir. Zira bugün kadın katliamlarının bilançosu savaş bilançolarıyla yarışmaktadır. En fazla çocuk tecavüzü AKP-MHP iktidarı döneminde gerçekleşmiştir. Ev içi şiddet en fazla AKP döneminde yaşanmıştır. Sokağa taşan şiddet ve toplumsal duyarsızlık en fazla bu iktidar döneminde olmuştur. Tüm bunlar hem artmış, hem de utanç duygusundan, toplumsal ahlaki öğelerden yoksun hale gelmiş bir şekilde topluma dayatılmıştır. Yıllar önce tecavüzcüler utançtan yaşayamazken bugün hiç utanmadan basın karşısına çıkmakta, tecavüzle birlikte katletmeyi de yapmalarına rağmen bundan utanç duymamaktadırlar. Kadına karşı vahşetin boyutu cinnet düzeyini aşmıştır. Tecavüz, öldürme, parçalama ve hatta parçalarını yakma gibi örnekler de istisna olmayıp, iktidar tarafından bilinçli geliştirilen ve örnek oluşturulmaya çalışılan olaylardır.
AKP-MHP iktidarı, en büyük ahlaksızlığını sistemleştirip topluma dayatmıştır
Uyuşturucu, fuhuş ile başlayan toplumun ahlaktan düşürülmesi giderek daha da ileri boyuta çıkarılmıştır. Bugün toplum içinde tüm erkekler birer cinayet potansiyeli haline getirilmiştir. Ev içindeki hiçbir kadının güvencesi kalmamıştır. Arkadaşlık, sevgililik(!), iş arkadaşlığı, okul arkadaşlığı gibi kavramlar yozlaştırılmış, kirletilmiştir. AKP-MHP, Türkiye tarihinin en büyük ahlaksızlığını sistemleştirip topluma dayatmışlardır. Bu anlamıyla AKP-MHP’nin kadın düşmanlığının kapsamının daha fazla bilince çıkarılıp karşı durulması gerekir. Kadınların bilinçlenmesi, özgürleşmesi ve örgütlenmesi, bu yolla öncülük yapması esas olurken, erkeklerin bunun dışında kalması kuşkusuz toplumsal sorunların çözümünü getirmeyecektir. Bunu söylerken salt kadınların bilinçlendirilmesinden söz etmiyoruz. Bu durumda AKP-MHP politikalarının kobayları olan, tetikçisi olan erkeklerin de bilinçlendirilmesinden, bu iktidar kölesi durumundan çıkmalarından söz ediyoruz.
Kuşkusuz AKP-MHP faşist, kadın düşmanı politikaları ve uygulamaları daha fazla anlatılıp değerlendirilebilir. Ancak önemli olan buna karşı yürütülen örgütlü mücadeledir. Bugün Kürt kadınları faşist Türk mahkemelerinde yargı aşamasında tecrit edilmektedir. Önderlik üzerindeki tecrit ve saldırı en fazla kadınlara yönelmektedir. Çünkü özgür kadın değerlerine saldırı özünde tüm demokratik toplumsal değerlere, toplumun ahlaki varoluş değerlerine saldırı anlamına geliyor. Nasıl ki bugün işgalci Türk ordusu PKK’ye saldırarak PKK şahsında tüm özgür Kürtlük değerlerine saldırıyorsa, kadına saldırarak da özgür insanlık değerlerine saldırıyor. Tabi çocuklar da, toplumun en savunmasız ve korunmaya ihtiyacı olan kesimleri olarak bu saldırılardan büyük oranda etkileniyor. Ailenin bugün AKP-MHP iktidarında geldiği düzey, bir insanlık karadeliği halindedir. Aile, toplumun bir yapıtaşı olmaktan çıkmış, toplumun bitirildiği, egemenlikli, erkek ve köle kadın ikilemine sıkıştırılarak özgür geleceğini, hatta özgür aklını ve yüreğini, henüz çocuk yaşında kaybetme riskine itilmiştir. Psikolojinin geliştirilmesi adı altında toplumsal ve sistemsel sorunlar bireyselleştirilerek sahte çözüm arayışları ve mücadelesizlik, adeta derin bir kadercilik insanlara çözüm diye sunulmaktadır. Faşist sistemin yaraları psikoloji uzmanlarının terapileriyle sarılmaya çalışılmakta, bilim burada da asma yaprağı rolünü oynamaktadır. Özünde sorun sistemseldir, yapısaldır, rejimin varlığının kendisi bir sorundur ve bu sistemler en başta kadına saldırı temelinde kendi varlığını süreklileştirmeye çalışmaktadır. Bundan dolayı kadına yönelik saldırılara karşı mücadele etmek, kadınlar kadar tüm toplumun değerlerine saygı ve bu değerleri koruma anlamına gelmektedir.
Kadının özgür olmadığı yerde özgür birliktenlikten söz edilemez
Kadın değerleri, ilk şekillenen ahlaki toplum değerleridir. Ekonomi, ekoloji, birarada yaşama yasaları, inanç, dil ve kültür öğeleri, çocukların geleceğe hazırlanması amacıyla özgür ve bilinçli yetiştirilmesi konularının hepsi kadın etrafında şekillenmiştir. Toplumsallaşmanın kadınla gerçekleştiği, kadının özgür olmadığı yerde toplumsallığın ve demokratik özgür birlikteliklerin oluşturulamayacağı gerçeği de bugün kadına yönelik saldırıların sonucunda oluşan tablonun ne kadar anti toplum olduğunu gösteriyor. Bu durumun kapitalizmin bugün kolonyalizmden daha ilkel bir tarzının uygulanmasına ne kadar çok alan açtığını, ancak toplumun kadın şahsında iflasının toplumun tüm öğeleriyle iflası ve en nihayetinde de kapitalizmin iflası anlamına geldiği görülmek durumundadır.
Dört parça Kürdistan’da Kürt kadınları özgürlük mücadelesi yürütüyor. Her alanda varlığının ve özgürlüğünün mücadelesini veren kadınlar, sömürgeci rejimlerin baskılarıyla karşı karşıya kalıyor. Günlük olarak kadın mücadelesi yürütebilmek için öncelikle soykırımcı rejimlerle çarpışmak gerektiğini biliyor, bu çarpışmanın büyük örneklerini yaşıyorlar. Bugün Türkiye zindanları Kürt kadın tutsaklarla doludur. Binlerce kadın tutsak, yüzlerce ağır hasta tutsak vardır. Onlarca Kürt kadını insanlık dışı saldırılara maruz kalmakta, gardiyanların her türlü saldırısına uğramakta, intihara zorlanmakta, farklı ilaç ve uygulamalarla katledilmektedir. Tüm bunlara rağmen, Kürt kadınlarının zindanlarda da çıplak iradeleriyle gösterdikleri direniş, insanlık onurunu kurtarma mücadelesidir, büyüktür ve salt bu durumlardan dolayı Türk devletini yargılamak, insanlığın borcu olacaktır.
Demokratik sahada kadın özgürlük mücadelesi yürüten Kürt kadınlarından biri de Ayşe Gökkandır. Ayşe Gökkan örneği önemle incelenmesi gereken bir örnektir. Ayşe Gökkan, legal demokratik bir kurum olan Tevgera Jinên Azad-TJA dönem sözcüsüyken tutuklandı. Kadın özgürlük mücadelesi yürütmesine rağmen “örgüt üyesi olmak”, “örgüt yöneticisi olmak” ile başlayan ve ardarda sıralanan iddialarla yargılandı. 30 yıldan fazla ceza verilmesi istendi. Mahkemede TJA’yı tanımladı ve savunma yapacak adil bir mahkemenin olmadığı için savunma yapmayacağını söyledi. Kadın özgürlük mücadelesi yürütürken Kürt olduğu için, Kürt kadını kimliğinden vazgeçmediği için, Kürtçe konuştuğu için faşist saldırılara uğradığı gibi mahkemede de türlü faşizan dayatmalara maruz kaldı.
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu ve Dünya İşkenceyle Mücadele Örgütü ortaklığıyla oluşturulan insan hakları savunucularının korunması için gözlemevi, bir açıklama yaparak meşru insan hakları çalışmalarından dolayı Ayşe Gökkan’ın cezalandırılmasının keyfi olduğunu belirtti, Ayşe Gökkan’ın derhal koşulsuz olarak serbest bırakılmasını ve Türkiye yetkililerini bu tarz taciz eylemlerine son vermeye çağırdı. Ancak itirazları cılız, sesleri yüksek değildi, yaptırım içermiyordu, kimi göstermelik bürokratik açıklamalar düzeyinde kaldı. Faşist Türk devleti de bu tür çağrılara kulak asmadı.
Türk devletinin Kürt düşmanlığı, en fazla kadınlara yönelik gelişmektedir. Öyle ki mahkemelerde sözde yargılamalar sürerken kimi kadın siyasetçilerin “çok konuştuğu, erkekler üzerine eleştirel konuştuğu, Kürtçe konuştuğu…” türünden suç! ithamları da oldu. Biliniyor ki, suç tanımı yapmak ideolojik bir durumdur. Suç tanımı yapanlar, kendi tanımları çerçevesinde ceza tanımı da yaparlar. Bugün soykırımcı faşist iktidar bu tanımı yapıyor ve ona göre de ceza yaklaşımı oluşturuyorlar. Hatta verili kanunlar yetersiz geldiğinde de ‘bunların paçavra olduğunu ve bir kenara atmak gerektiğini’ dillendiriyorlar. Bundan dolayı da baştan söylenmesi gereken, iktidar devlet yapılarının suç ve ceza tanımlarını kabul etmemek gerektiğidir.
50. zafer yılına giren Kürdistan Özgürlük Mücadelesi olarak PKK ve PAJK okyanus büyüklüğündedir. Giderek büyüyen ve büyüdükçe farklı kesimleri kendine katarak çoğaldığı gibi kendini de kendi kök kitlesi içinde derinleştirmektedir. Tüm bunlar herhangi suçlama ya da ithamlarla Kürt kadınlarının mücadeleden geri adım atmayacağının da göstergesi olmaktadır. Çünkü zaten mücadele için yola çıkan Kürdistanlı kadınlar, karşılarında erkek egemenliği kadar vahşi bir şoven, milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi, dinci saldırganlığın olduğunu, soykırımcı Türk devletinin kadın soykırımını tüm Kürt düşmanlığının önünde tuttuğunu da bilmektedirler. Bu bilmeyle mücadeleyi yürütmekte ve bu bilmeyle de karşılarına çıkan engellerle savaşmaktadırlar.
Bu durumda Türkiyeli feministlere yönelik saldırılar, tekçi, cinsiyetçi yönelimlerin de birlikte ele alınması gereklidir. Türk devleti özgür kadın düşmanıdır, her türden özgür kadın etkinliğine düşmandır. Türkiyeli feministleri farklı kanun maddelerinden yargılaması da, Kürt kadınlarını “kriminalize” ve “terörize” ederek yalnızlaştırma, kendi icat ettiği “suç” tanımı altında ezme girişimidir. Kadın hareketleri arasındaki kimi çelişki ve süreğen tartışmalar ayrı bir konuyken, ortak mücadele platformlarının geliştirilmesi, soykırım, işgal, sömürgecilik, asimilasyon, katliam ve her türden faşist saldırı karşısında ortak tutum alma gerekliliği de, örgütlenmelerin başarısı ve doğru rotada olması için şarttır. Bu durumda Türkiyeli kadın hareketleriyle içine girilecek ortak eylemliklerin daha da artması, Türkiyeli kadın hareketlerinin de bu durumu gözeten bir sahiplenme, dayanışma içine girmesi, 21. yüzyılın kadın yüzyılı olması için atılacak en anlamlı adımlardan olacağı gibi, Türkiye kadın hareketlerini de Önder Apo’nun işaret ettiği yeni özgürlük çağının inşacılarından yapacaktır.