Hem Kürdistan gençliği olarak hem de Kürdistan gençlik hareketi olarak içinden geçtiğimiz süreç itibariyle kapitalist modernite sistemini, onun gençlik üzerinde yürüttüğü topyekûn saldırıları her zamankinden daha fazla tartışmaya, değerlendirmeye, sorgulamadan geçirmeye ve bu temelde doğru anlamaya ihtiyacımız vardır. Bu bizler açısından önemli olduğu kadar aynı zamanda bir dönem görevi olmaktadır.
Bununla beraber kapitalist modernitenin tarihi boyunca hem devrimci hareketler şahsında hem sosyalist gelenek içerisinde hem de antikapitalist mücadeleler zemininde önemli düzeyde bir tartışma düzeyi gelişmiştir. Çok önemli değerlendirmeler, çözümlemeler ve bir bilinç düzeyi yaratılmıştır. Bunlar kesinlikle küçümsenmemeli ve önemli bir değer olarak görülmelidir.
Bununla beraber kapitalizmi değerlendirirken; bu sistemin doğasını, karakterini anlamaya çalışırken yürütülen tartışmalar kesinlikle şöyle bir sonuca götürmemelidir; kapitalizmin daha fazla anlaşılması hedeflenirken tersine kapitalizmin ve ona karşı mücadelenin soyutlaştığı, teorik kalıplara sığdırıldığı ve bununla beraber sonuç itibariyle kapitalizme karşı nasıl mücadele yürütülür, mücadele yürütmenin temel gereklilikleri nelerdir konusunun anlaşılmaz bir hale geldiği bir durum yaşanmamalıdır. Bu yönüyle kapitalizmi tartışırken somut tartışılması ve yaşamdaki somut gerçeklikler üzerinden ele alınması en doğrusu olacaktır. Ancak böyle yaklaşıldığı takdirde kapitalizme karşı doğru mücadele yürütülebilir.
Kapitalist modernite demek Kürt düşmanlığı demektir
50 yıllık mücadelemiz Önder Apo öncülüğünde kapitalizme karşı mücadeleyle geçti. Kürdistan gençlik hareketi olarak en fazla gündemleştirdiğimiz konuların başında kapitalizme karşı mücadele gelmektedir. Hakeza halk ve hareket olarak kapitalist modernite saldırılarının en trajedik sonuçlarıyla karşı karşıya kaldık. Bunun en başta geleni Önderliğimize karşı geliştirilen uluslararası Komplo gerçeğidir. Uluslararası Komplo, kapitalist modernite sisteminin Kürtlere tarihi boyunca yaşattığı en ağır acıdır. Buradan hareketle hem Önderliğimizin kapitalizme karşı İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinden ulaşmış olduğu çözümleme düzeyi, hem de Özgürlük Mücadelemizin tarihsel tecrübelerinden çıkarılan dersler kapitalizm gerçekliğini bizlere en yakıcı şekilde göstermiştir.
Bunun için kapitalist modernite nedir diye sorulduğunda verilecek en temel cevap şudur; kapitalist modernite demek Kürt düşmanlığı demektir. Eğer bir Kürdistanlı genç kapitalist sistemi doğru anlamak istiyorsa bu sistemin Kürde yaklaşımına, Kürde uyguladığı politika ve siyasete bakmalıdır. Eğer doğru anlamak istiyorsa o zaman bu sistemin yüz yıldır Kürdistan’da yürüttüğü soykırım politikalarına bakmalıdır. Bunlar anlaşıldığı oranda kapitalist modernite sisteminin de kendisini maskeleyeceği, gizleyeceği, saklayacağı bir şey kalmayacaktır. Bunu neden söylüyoruz? Çünkü bilindiği gibi kapitalist modernite sisteminin özü toplum karşıtlığına dayanıyor. İktidarını kurduğu süreç ve hegemonyayı geliştirdiği süreçte de en fazla saldırdığı öğe toplum ve toplumsal değerler olmuştur. Toplumsal değerleri paramparça edene kadar geri durmamış ve parçalanan değerler üzerinden bireyciliği şahlandırarak kendi sisteminin zaferini ilan etmiştir. Bu anlamıyla kapitalist modernite kadın düşmanı, gençlik düşmanı ve toplum düşmanı bir rejimin adı olmaktadır. Bu temelde bakıldığında bu değerleri en fazla sahiplenen, bu değerler için en fazla çarpışan, mücadele eden ve son 50 yıllık Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gerçekliğinde en ağır bedelleri ödeyen de şüphesiz Kürt halkı olmuştur. Bu yüzden kapitalist modernite sistemi en fazla Kürde saldırmaktadır. Kürt düşmanlığının bu düzeyde vahşice ve alçakça bir biçimde sürdürülmesinin, özgür yaşayabilmek dışında farklı amacı olmayan bir halkın, Özgürlük Hareketinin topyekun tasfiye konseptleriyle karşı karşıya bırakılmasının ve yine Önderliğinin dünya çapında bir komployla İmralı tabutluğuna konulmasının tek açıklayıcı ifadesi bu olacaktır.
Bu açıdan kapitalizme ilişkin üst düzeyde teorik bir bilgiye de gerek yoktur. Bir Kürdistanlı genç kapitalizmi anlamak istiyorsa Kürde dayatılanlara bakması yeterli olacaktır. Yürüttüğümüz mücadelenin perspektifinin esası da buna dayanmaktadır. Bu yönüyle geldiğimiz aşama itibariyle mücadelemizin savaşı en yoğun yaşadığı bir sürecin içinde bulunuyoruz. Bu temelde de kapitalist modernitenin saldırılarının en fazla yoğunlaştığı bir süreç içerisinde yaşıyoruz. Ne zaman ki mücadelede gelişme yakalanıyorsa, ne zaman ki gençlik ve kadın hareketleri öncülüğünde Özgürlük Mücadelemiz şahsında direniş yükseltiliyorsa hem faşist soykırımcı TC devleti hem de faşizmin uluslararası alanda destekçisi olan, sırtını sıvazlayan güç olarak kapitalist modernite sistemi saldırılarını artırmaktadır. Peki bu nasıl ve kime karşı yapılmaktadır? Tabi ki şüphesiz bu mücadelenin öncüsü olan gençliğe ve kadına dönük yapılmaktadır. Özelde de Kürdistan gençliği şahsında müthiş bir ideolojik saldırı geliştirilmektedir. Kürdistan gençliği hiçbir halkın gençliğinin maruz kalmadığı kadar kapitalist modernite sisteminin saldırılarına maruz bırakılmaktadır. Ve bu da şüphesiz birçok farklı yöntem uygulanmakla beraber özellikle bireyciliğin şahlandırılmasıyla, maddiyatçılığın tırmandırılmasıyla, cinselliğin kışkırtılmasıyla, tüketim maddelerine erişmenin temel araç olarak gençliğin önüne serilmesiyle ve yine popüler kültürün teşvik edilmesiyle sağlanmaktadır. Özcesi her türlü bireyci düşünce, felsefe ve yaşam tarzının bombardımanıyla Kürdistan gençliği kendi öz değerlerinden kopartılmaya, özgürlük mücadelesinden uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Kürdistan gençliği kapitalist sisteme karşı radikal tutumun sahibi olmalıdır
Bu yönüyle eğer bugün Kürdistan gençliğinin özgürlük mücadelesine katılımında; rolünü, misyonunu yine görev ve sorumluluklarını yerine getirmesinde yetersizlikler varsa öncelikle kapitalist modernite sistemine ve onun saldırılarına karşı kendi duruşuna bakmalı, yaşam tarzını sorgulayarak devrimci bir bakış açısıyla tutum geliştirmelidir. Bu saldırılara karşı doğru bir bilinç oluşmazsa, kapitalizm bir düşman olarak görülmezse bu sürece cevap olunamaz. Kürdistan gençliği açısından en büyük düşman faşist TC devletiyle beraber kapitalist modernite sisteminin yaratmaya çalıştığı yaşam tarzı ve kültürüdür. Daha doğrusu yaşam tarzsızlığı ve kültürsüzlüğüdür. Kürdistan gençliği açısından en büyük tehlike o zaman yaşanacaktır. Kapitalist modernite düşmanına karşı eğer gençlik kendisini koruyamaz, örgütleyemez ve eğitemezse tabi ki o politikalara hizmet eder bir pozisyondan kurtulamayacaktır. Bugün yaşanan durumun bu çerçevede ele alınması en doğrusudur. Bu yüzden Kürdistan gençliği kapitalist modernitenin ideolojik saldırılarına karşı nasıl ki bugün Zap, Avaşîn alanlarında Kürdistan Özgürlük Gerillası fedaice bütün varlığıyla destansı bir direniş ortaya koyuyorsa, bu direnişiyle tarih yazıyorsa o zaman Kürdistan gençliği de kapitalist moderniteye karşı böyle bir mücadele yürütmeyi esas almalıdır. Kapitalist modernitenin yaratmaya çalıştığı düşünmekten bile çekinen, düşünmeyi başkasına sevk etmiş, etrafında olup bitenleri sorgulamayan, temel yaşam gayesi kendisi olan, kendisi dışında herhangi bir şeyi önemsemeyen, gözü maddi yaşam dışında birşeyi görmeyen bununla beraber belki de kapitalizmin en büyük tahribatı olan yaşamın tanımının ortadan kaldırıldığı bir ortamda özgürce yaşayabileceği gafletine kapılan durumu gençliğin sorgulaması gerekir. Gençliğin buna karşı her şeyden önce köklü bir reddinin olması gerekir. Nefretle, bütün kini ve öfkesiyle buna karşı mücadele içerisine girmesi gerekir.
Şüphesiz Kürdistan’da yaşanan savaş, mücadele herkes açısından bir ayna görevi görmektedir. Herkes bu savaşa katılacak diye bir şey yoktur. Ama herkesin yapabileceği şeyler vardır. Yaşadığımız bu kader tayin edici süreçte bir genç kendisini bu mücadeleye karşı vicdanen sorumlu görüyorsa o zaman buna karşı en başta yapması gereken direnişe geçmesidir. Nereden başlamalı diye sorulduğunda önce kapitalist modernite sistemini doğru anlamadan başlamalı, bunu doğru bilince çıkarmadan devam etmeli ve buna karşı hamlesel düzeyde savaş kararı almalıdır. Böyle yaklaşılırsa yürütülecek mücadelenin bir anlamı olur, böyle yaklaşılırsa kapitalist modernite sisteminin Kürdistan’da gençlik üzerinde yürütmeye çalıştığı saldırılar sonuçsuz bırakılır. Bu sonuçsuz bırakıldığı oranda mücadelenin öncü gücü olarak gençlik tarihsel görev ve sorumluluklarını en layıkıyla yerine getirebilir. Bu yapılmazsa mevcut haliyle her yere sirayet etmiş olan, gençliğin kimliğini bile tanımlamaya çalışan sisteme karşı iradi bir duruş gösterilemez. Bugün kapitalist sistem gençliği hakimiyeti altına alma amacıyla bununla beraber kendi ideolojik hegemonyasını kurmada stratejik bir güç olarak gördüğü gençliği yönetebilme arzusuyla kuşak tanımlamalarına girme cüretini kendisinde görebilmektedir. Günümüz gençliği Z kuşağı gibi tanımlarla sanal yaşayan, sanal iletişim kuran, her şeyiyle sanallaşan bir gençlikmiş gibi propaganda edilmektedir. Böylelikle yaşamın somut gerçeğinden kopartılan, toplumsallıktan soyutlanmış, bireysel dünyasında sahte yaşama gömülen bir nesil yaratılması amaçlanmaktadır. Bu açıdan Z kuşağı tanımlamasının kendisi sanaldır, sahtedir, gerçek dışı, toplum dışı bir tanımlama anlamına gelmektedir. Eğer günümüz gençliği buna karşı bir tavır almayacaksa, yaşamın en büyük arayışçısı olan, dinamizmiyle devrimlere öncülük etmiş, devrimlerin fırtınalı gücü olan, merakıyla ilgisiyle yenilik yaratmadaki yeteneğiyle tüm toplumların öncü gücü olan gençlik buna karşı tutum almayacaksa tabi ki faşist sömürgeci TC’ye karşı da mücadele edemez, içinde bulunduğu bireysel yaşam girdabından da kurtulamaz. O açıdan buna karşı mücadele etmenin temel ölçüsü kapitalizme karşı mücadele olmaktadır. Kürdistan gençliği kapitalist sisteme karşı radikal, devrimci bir tutumun sahibi olarak öncülük rolünü oynamalı, bu biçimde hem Kürdistan devriminin hem Ortadoğu devriminin hem de ezilen insanlığın öncüsü olmalıdır.
Türk devletinin karakterinde Kürt düşmanlığı vardır
Bununla beraber Kürdistan gerçekliğine bakıldığında faşist soykırımcı TC devleti, kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki ileri karakolu biçiminde kendisini örgütlendiren bir sistemdir. Nasıl ki tüm dünya genelinde kapitalist modernite sisteminin düşmanca politikaları sürdürülüyorsa Kürdistan üzerinde ayrıca özgün olarak faşist soykırımcı TC devletinin gerçekliğiyle karşı karşıya kalmaktayız. Bu açıdan bakıldığında Önder Apo Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin fitilini ilk ateşlediği andan itibaren kendisini bu konuda yoğunlaştırmış, derinleştirmiş, Kürdistan’daki düşman gerçekliğinin anlaşılması konusunda yoğun bir çaba göstermiş ve bunun üzerinden bir mücadele bilinci yaratmaya çalışmıştır. Bunun üzerinden ilk tespiti “Kürdistan Sömürgedir” ile başlamıştır. Bununla beraber devam eden süreçte “Kürdistan’da kendisine ihanet ettirilmemiş tek bir insan yoktur” belirlemesi en çarpıcı örneklerden biridir. Bu yönüyle Kürdistan üzerinde bu düşman politikaları ve yaklaşımı üzerinden geliştirilen yüzyıllık soykırım stratejisi her zaman uygulanagelmiştir.
Faşist TC devletinin karakterinde böylesine derin bir Kürt düşmanlığı vardır. Kendisini Kürt düşmanlığı üzerinden yapılandıran bir devlet konumundadır. Bunu temel strateji haline getiren, bu stratejiyle dönemsel politikalar belirleyen, her yeni göreve gelen iktidarla bu politikanın sonuç alması için çaba harcayan ve bunu yaşam gayesi haline getiren bir gerçeklikten bahsetmekteyiz. Bunun anlaşılması ve doğru bilince çıkartılması günümüz mücadelesi açısından da Kürdistan gençliğinin mücadele düzeyini belirleyecek en temel hususlardan biri olmaktadır. Kürdistan gençliği düşmana düşman diyemezse, düşman gerçekliğini derinliğine anlayamazsa, kendisinde düşman bilincini oluşturamazsa tabi ki düşmanın soykırım stratejisi temelinde yürüttüğü imha konseptlerine karşı da sessiz kalır. Bunları kendisi için iyi bir politikaymış gibi ele alır. Bunlara karşı yanılgılı bir yaklaşım içerisine girer. Bunların olmaması için Önder Apo 50 yıllık mücadelede en fazla bu konuda derinlik yaratmaya çalışmıştır. Eğitimlerin merkezine Kürdistan’da yaratılan insan gerçeğini koyarak, eşsiz sosyolojik çözümlemeler geliştirmiştir. Tabi ki yüz yıllık süreç göz önünde bulundurulduğunda PKK öncülüğünde yürütülen 50 yıllık mücadele bu anlamda ciddi mesafeler kat etmiştir. Kürdistan’daki düşman gerçekliği belli bir düzeyde anlaşılmış ve bilince çıkartılmıştır.
Bununla beraber AKP-MHP faşist rejiminin kendisine özgü bir karakteri vardır. Kendisinden öncekiler gibi değildir. Yapmaya çalıştıkları önceki süreçlerden farklı olarak daha özgün yanlar teşkil etmektedir. Bununla beraber kendisini yapılandırmıştır ve bu faşist geleneği en üst aşamaya taşıyarak zirveleştirerek bu düşmanca politikalardan sonuç almaya çalışarak kendisini tarih yazan bir konuma ulaştırmak istemektedir. Faşist soykırımcı TC devletini anlamak, tanımak önemlidir fakat bununla beraber APK-MHP faşizminin anlaşılması da önemlidir. Yine AKP-MHP faşizminin diğerlerinden ayrılan yanlarının ortaya konması da önemlidir. Peki nedir bu yanlar? AKP-MHP faşist diktatörlüğü neyi geliştirmeye çalışmıştır, doğru anlamak çok önemlidir. Bununla beraber şunu da belirtmek gerekir; insanlık tarihinin tümünde, tüm dünya tarihinde faşist sömürgeci TC devleti kadar vahşi, kan emici bir devlet yoktur. Kandan beslenen, kan üzerinden siyaset yapan, kendisini soykırım üzerinden var eden ve halkların değerlerini bunun üzerinden gasp ederek teslim alarak iktidarını güçlendiren bir gelenekten gelmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olmaktadır.
O açıdan bakıldığında yüz yıllık Kürdistan tarihinde yapılmadık katliam, gerçekleştirilmedik trajedi yoktur. Biz halk olarak 50 yıllık mücadele geleneğinden bunları çok iyi bilince çıkartmış durumdayız. Mevcut durumda düşmanın yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Kendi varlığını Kürt halkının yokluğu üzerinden inşa eden bir stratejiden bahsetmekteyiz. Bunun için Kürtlerin yok olması, imha ve tasfiye edilmesi için ne gerekiyorsa yapmayı mubah gören bir anlayış vardır. Zamanında Machiavelli’den bahsedilir. Kendisi iktidar için her şey mubahtır anlayışıyla hareket etmiş. Aynı biçimde bugün de faşist Türk devleti açısından Türklük için, faşizm için her şey mubahtır anlayışı hakimdir. Bugün Erdoğan-Bahçeli bu geleneği devam ettirmektedir ve bu geleneği sonuçlandırarak kendisini tarihe mal etmeye çalışmaktadır. Son yedi yıllık savaş süreci bunu en güzel biçimde özetlemektedir. Düşman gerçekliğinin anlaşılmasında, düşman bilincinin açığa çıkartılmasında, bununla beraber faşist soykırımcı TC devletinin amaçlarının ortaya konmasında önemli bir süreç olmuştur.
AKP-MHP yönetimi en büyük özel savaş hükümetidir
AKP-MHP faşizminin diğer ayırt edici bir özelliği ise özel ve psikolojik savaşta zirveyi yaşaması olmaktadır. Yürütülen mücadelenin haksız olduğu gerçeğinden hareketle, meşru olmadığı bilinciyle soykırım politikaları ve tasfiye konseptlerini bir şekilde halka kabul ettirmeye çalışmakta ve halkın bunları olumlu görmesini sağlama arayışında olmaktadır. Bunu yaparken de en fazla özel ve psikolojik savaşa dayanmaktadırlar. AKP-MHP yönetimi bu yönüyle faşist TC geleneğinde iktidara gelmiş en büyük özel savaş hükümeti olmaktadır.
Yürütülen özel savaş politikalarıyla en fazla Kürdistan gençliği hedef alınmaktadır. Yürütülen politikaların yüzde doksanı gençliğin var olan mücadele gerçekliğinden kopmasını amaçlayan politikalar olmaktadır. Bununla da yapılmak istenen gençliğin mücadeledeki öncü pozisyonunu ortadan kaldırmak, mücadeleye kattığı dinamizmi etkisiz hale getirmektir. Bununla birlikte PKK’nin bir gençlik partisi olduğu gerçekliğini bildiklerinden gençlik gücünü partiden kopardığı andan itibaren artık PKK gerçeğini de tasfiye etme konusunda ciddi bir avantaj yakalama mantığıyla bu politikaları devreye koymuştur. Bugün ise bu politikalar en üst düzeyde devreye konmuş durumdadır. Çünkü mücadele geliştikçe, direniş açığa çıktıkça ve bu yönüyle faşist rejim daraldıkça, çöküşün eşiğine geldiğini gördükçe bu saldırılarını da daha fazla uygulamaya çalışmaktadır.
Peki özel savaşın amacı nedir? Fiziki katliamlarla, bugün Zap ve Avaşîn’de kimyasal silahlarla alamadığı sonucu, sindiremediği halk gerçekliğini; özel savaş hileleri ve oyunlarıyla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Aslında mücadele zemininde yapamadığı, tüm gücünü seferber ederek sonuç alamadığı durumları özel ve psikolojik savaş yöntemleriyle sonuçlandırmak istemektedir. Bu yöntemlerle mücadeleden yoksun kılan, mücadeleye karşı inançsızlaştırmaya hedefleyen bir politika sergilenmektedir. Bu yöntemlerle yedi yıldır her gün PKK’nin bitirildiği söylenmektedir. Her çıkan içişleri bakanı, Süleyman Soysuz gibi- bu halkın mücadelesini kendilerinin bitireceği iddiasıyla şov yapmaktadır. Bunun etkisi altında olan bir genç elbette ki mücadele yürütemeyecektir. Düşüncede bu yoğunlaşmayı, gücü yakalayamayan, iradi olarak kendisini güçlendirmeyen bir insan tabi ki buna karşı savaşamaz.
Bu anlamıyla Kürdistan gençliğinin faşist soykırımcı düşmanı günlük olarak anlamaya ihtiyacı vardır. Bu, yılda bir sefer anlayarak yapılacak bir iş değildir, bu, 24 saat yapılacak bir iş olmalıdır. Çünkü bu politikalar Kürdistan gençliğine günlük olarak bir bombardıman şeklinde dönmektedir. Önderliğimiz faşist TC devletinin karakterini çok güzel ifadelerle ortaya koymuştur. Bugünde bunlardan bağımsız bir durum yoktur. Önderliğimiz zamanında buna “Beyin sömürgeciliği” demiştir.
Sadece şunu söylemek gerekiyor; bugün Zap ve Avaşîn’de günlük olarak onlarca defa kimyasal silah kullanılmaktadır. Bu durum dünyanın başka bir yerinde gerçekleşse dünya ayağa kalkardı. Bugün Ukrayna-Rusya savaşında kullanılan silahların yarattığı tahribat tüm dünya kamuoyunu ayağa kaldırmışken Kürdistan’da gerillaya karşı kullanılan kimyasalın herhangi bir kıymeti yoktur. Çünkü onlar açısından Kürt, imha edilmesi gereken bir topluluktur. Herhangi birinin Kürtçe şarkı söylemesi, müzik dinlemesi, Kürt değerleriyle yaşaması yasaktır. Düşmanlık bu düzeydedir.
Bir Kürdistanlı genç bu düşmanlığa karşı sessiz kalamaz, kendi bireysel yaşam arayışına giremez, kendisini kapitalist modernite sisteminin sahte yaşamına kaptıramaz. Kürt gençliğinin yapması gereken düşman politikalarını boşa çıkartmak için bir bütünen fedaice direnmektir. Sadece düşman demekle düşmana karşı düşmanlık yapılmamaktadır. Yine barış demekle, düşmanın politikalarına barışla yanıt olacağını zannetmekle, barışçıl eylemler yapmakla, faşizm yokmuş gibi yaşamını sürdürerek mücadele edilemez. Bu nedenle düşman bilinci ne kadar keskinleşirse o zaman düşmana karşı gerçekten keskin bir savaş yürütülmüş olur.
Kürdistan’da bir soykırım rejimi hakimdir
Düşman gerçekliği ifade edilirken buna karşı gençliğin kendisini nasıl ele aldığı önemli bir konu olmaktadır. Önderliğimiz ilk olarak “Kürdistan Sömürgedir” tespitini yapmıştır. Kürdistan’ın sömürge gerçeği altında inletilmeye, ezilmeye çalışıldığını, halk gerçekliğinin buna göre mücadeleye çekilmesi gerektiğinin tespitini yapmıştır. Gelinen aşamada özellikle Önderliğimizin İmralı sürecindeki yoğunlaşmaları itibariyle artık bu konuda da daha derin bir tespit ortaya çıkmış durumdadır. Kürdistan sadece bir sömürge değildir. Kürdistan halkı sadece sömürgeci rejim altında yaşamamaktadır. Bununla birlikte Kürdistan’da bir soykırım rejimi hakimdir. Ve faşist TC devleti soykırımcı bir güçtür. Kürdistan gençliğinin bu soykırım rejimi altında ne yapacağı, nasıl bir tutum sahibi olacağı belirleyicidir. Şunu anlamak gerekiyor; soykırım rejimi her şeyden önce insan iradesini, inancını, bilincini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Böylesi bir düşman gerçekliği altında normal bir yaşam sürdürülemez. Herhangi bir insan varlığı normal bir hayat bulamaz. Çünkü soykırım rejimi duyguyu tahrip etmiş, düşünceyi felç etmiş, iradeyi ortadan kaldırmış, mücadele bilincini tamamen törpülemiştir. Yani insanlık adına var olan bütün değerlere saldırmıştır. Önderliğimizin faşist TC devleti’nin karakterini anlatmak için geliştirdiği “ayı sömürgeciliği” tespiti öz olarak bunu ifade eder. Sıkıp suyunu çıkartana kadar, kurutana kadar, her şeyiyle etkisiz hale getirmeyene kadar bırakmayan vahşi, barbar bir gerçekliği ifade etmektedir.
Bu yüzden bir Kürdistanlı genç eğer gerçekten mücadele etmek istiyorsa düşmanın kendi üzerinde yarattığı etkileri aşmadan bunu yapamayacağını bilmelidir. Dış düşmanla şüphesiz savaşılıyor, ona karşı mücadele ediliyor. Ama PKK gerçeğinde de kendisini ispat eden ve bugün Kürdistan özgürlük mücadelesinde somut gerçeklik haline gelen kendi kendisine ihanet eden Kürt bireyinden fedai çizgide direnen, destansı mücadelelerle tarih yazan gerilla duruşuna nasıl geçilmiştir diye sorulursa işte bu Önderlik tarzı sayesinde gelişmiştir. Önderliğimiz bir hiç konumuna getirilen insanı eğiterek, üzerindeki düşman etkilerini ortadan kaldırarak, iç düşmanı aşmasını sağlayarak düşman karşısına dikmiştir. Yoksa mevcut durumda o düşmana karşı, düşmanı benimseyen, içselleştiren bir gerçeklik vardır. Bugün de bu durum geçerlidir. Düşman bu yüzden en çok beyinlerde kendisini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Düşmanı beyinde özümseyen bir insan, düşmanı yüreğinde bir sorun olarak görmez ve bu insan tabi ki o düşmanla huzur içinde yaşar.
O yüzden eğer böylesi vahşi soykırımcı bir rejime karşı, TC devleti gibi tarihin gelmiş geçmiş en çirkef, kan emici devletine karşı Kürdistanlı bir genç mücadele etmek istiyorsa o zaman her şeyden önce kendisini eğitmeyi esas almalıdır. Peki neye göre eğitecek? Tabi ki Önder Apo’nun fikir ve felsefesine göre eğitecektir. Kişiliksizleştirilen, kişilikten boşalan, öz değerlerinden soyutlanan durumdan çıkış yapmanın tek koşulu budur. Önderliğimiz vicdan ve zihniyet devrimi derken köreltilen vicdanı ve felç edilen zihniyeti ayaklandırarak mücadele eden insanlar ortaya çıkarmıştır. Ve bugün PKK içerisindeki eğitimin amacı da budur. PKK içerisinde eğitim görüp düşman etkilerini aşan insanın ortaya koyduğu pratik ortadadır. Fedai çizgide düşmana korku salan, düşmanı felç eden, düşmanın tüm barbarlığına karşı direnişiyle ona kök söktüren bir gerçeklik açığa çıkmaktadır. O zaman buna inanmak gerekiyor. Kürdistanlı bir genç bu bilince ulaştığı anda önünde hiçbir güç duramaz. Bu konuda iradesini güçlendirip, bilincini keskinleştirdiği anda bununla beraber mücadele bilincini güçlendirdiği oranda karşısında ne faşist soykırımcı devleti bulunabilir ne de özel ve psikolojik savaş politikaları etkileyebilir.
Kürdistan gençliğinin yapması gereken Önderlik çizgisini takip etmektir
Kürdistan gençliğinin yapması gereken Önderlik çizgisini takip etmektir. Kürdistan gençliği geleceğini faşist TC devletinin okullarında, askerliğinde, bürokrasisinde, metropollerinde arayacağına kendi halkının, kendi öz değerlerinin, kendini var eden kutsal değerlerin yanında saf tutarak mücadele etmeye ant içmelidir.
Tabi ki içine girdiğimiz ve kader tayin edici mücadele sürecinde, her zamankinden daha fazla üniversite gençliğinin durumu, konumu, mücadele gerçeği önemli olmaktadır. Üniversite gençliği ya da üniversite zemininde okuyan gençlik; mücadelemiz açısından da, genel devrim hareketleri tarihinde de, sosyalist mücadeleler şahsında da her zaman öncü bir rol oynamıştır. Öncülük yapma, görev ve sorumluluğuyla yaklaşmıştır. Hep böyle bilinmiştir. Üniversite gençliğinden hiç kimse pasif kalmasını, pasif durmasını, toplum içerisinde etkisiz bir pozisyonda yaşamasını, ya da işte kendisini tamamen bireysel yaşam arayışlarına yoğunlaştırarak mücadelesiz bir pozisyonda bırakmasını kabul etmez, edemez. Kimsenin böyle bir durumla karşılaştığı görülmemiştir. O açıdan tabi ki her zaman beklentiler yüksek olmuştur. Çünkü üniversite gençliğinde müthiş bir potansiyel vardır, bir aydınlanma düzeyi vardır, bir bilinç düzeyi vardır. Ve yaşadığı bu bilinç düzeyi oranında da halkına, mücadelesine, değerlerine karşı sorumlulukları vardır. Kimse Kürdistan’ın ve Kürt halkının soykırım rejimi altında ezilmek istendiği, tasfiye konseptleriyle öncü gücü olan özgürlük hareketinin tasfiye edilerek halkın soykırımdan geçirilmeye çalışıldığı, bunun için düşmanın tüm gücünü seferber ettiği bir ortamda üniversitelerin sessiz kalmasını bekleyemez.
Faşist AKP-MHP rejimi, Erdoğan öncülüğünde üniversite direnişinin, üniversite öğrencilerinin direniş düzeyinin farkındalığıyla yaklaştığından dolayı bugün üniversitelere dönük özel bir politika uygulamaktadır. Üniversiteleri etkisiz kılmak için, mücadeleden kopartmak için, reflekslerini öldürmek için tamamen bastırarak bir silindir gibi üzerinden geçmek için denenmedik hiçbir yöntem bırakmamaktadır. Üniversiteleri bu şekilde denetim altında tutmak istemektedirler. Hakeza bunu yaparken de özellikle Kürt gençliğini, Kürdistan gençliğini kendi üniversitelerinde adeta değirmende öğütürcesine kendi ideolojilerinden, kendi süzgeçlerinden geçirerek faşizmin bir dişlisi haline getirmek istemektedirler.Tabiki bu anlamda üniversite gençliği bu duruma kayıtsız kalmamalı, kalamaz, kendisini bunların dışında göremez, kendisi üzerinde yürütülen politikalara göz yumamaz. Bunlar bana yapılıyor ama benim bunlarla alakam yoktur, bunlar beni çok bağlamaz diyemez. Bunu niye söylüyoruz çünkü eğer bugün Kürtlük adına bir değer yaratılmışsa, bir kazanım varsa, bugün eğer Kürt halkı özgürlüğün ne olduğunu anlayacak duruma gelmişse, özgür yaşam mucizesiyle tanışma fırsatını yakalamışsa bu mücadele sayesindedir, devrim hareketi sayesindedir, en fazla da Önder Apo sayesindedir. Önder Apo da bu mücadelenin fitilini ilk ateşlediğinde bir üniversite öğrencisiydi. Bugün PKK gibi bir özgürlük destanını, bir mucize hareketini ortaya çıkaran gençler de o dönemde üniversitelerde okuyorlardı. Her biri bu soykırım ideolojisinin hakim olduğu üniversitelerden çıktılar. Hakeza Türkiye gerçekliğine baktığımızda 68 Hareketi’nin öncü gücü, yürütücülerinin hepsi üniversite gençliğiydi. Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, İbrahim Kaypakkayalar, Hüseyin İnanlar, Yusuf Aslanlar bunların her biri genç öğrencilerdi. Bunların her biri devrim idealleriyle yanıp tutuşan, devrimci olma iddiasıyla o dönemin rejimine meydan okuyan, bunu yaparken de çok kutsal amaçlara kendisini bağlayan, herhangi bireysel bir yaşam arayışına girmeyen, bunu kendisine haram kabul eden bir duruşla bunu ortaya koydular. Bu duruşun sahibi oldular. Önder Apo da bugün bakıldığında 50 yıllık kesintisiz mücadelede zerre kadar kendisi adına bir beklenti ve arayış içerisine girmemiştir. Tüm yaşamını hücrelerine kadar kendisini özgürlük davası için adamış, son olarak 24 yıldır İmralı’da bu halkın özgürlük idealleri için tarihin gelmiş geçmiş en büyük savaşını sergilemektedir. En büyük savaşı Önder Apo İmralı’da yürütmektedir. Üniversite gençliğine şunu da söylemek istiyoruz; bugün Zap ve Avaşîn’de vahşi TC devletinin ordusuna karşı, tekniğine karşı, kimyasal silahına karşı, her türlü bombardımanına karşı binlerce tonluk kazanlarına karşı, her çeşit silahına karşı direnen, vücudunu siper eden, halkının özgürlük değerlerine halel getirmemek için canını ortaya koyan insanlar da gençlerdir, genç yüreklerdir, genç yaşta mücadeleye katılmış insanlardır. Şimdi onlar da genç, üniversitede okuyanlar da gençtir. Peki, ikisi arasında nasıl bir fark vardır? Üniversite gençliğinin bunu sorgulaması gerekmektedir.
Üniversiteler faşist rejimin ideolojik karargâhları değil, direniş merkezleri olmalıdır
Üniversite gençliği demek bilinçli, sorgulayan, arayış içerisinde olan gençlik demektir. Yaşamının anlamını tartışan, bunu gözden geçiren, anlamlı yaşamak isteyen bir gençlik demektir. Yani kuru kuruya bir yaşamanın anlamı yoktur bu dünyada. Bu yaşam, işte bu kapitalist modernizmin sahtelikleriyle, kapitalizmin dayatmalarıyla yaşanacak bir yaşam yaşanmasa daha iyidir. Böylesi bir yaşam bizler açısından haramdır. Bu onur ve şeref yolunda birazcık kendisini gören, kimliğine, ulusal değerlerine sahip çıkan bir insan açısından bunların hiçbiri tenezzül edilecek şeyler değildir. O zaman üniversite gençliği de kendisine layık olanı yapmalıdır. Üniversiteler faşist rejimin ideolojik karargâhları değil devrim mücadelesinin direniş merkezleri olmalıdır. Üniversitedeki tüm genç yoldaşlar kendisini direniş merkezi haline getirmelidir. Gençlik, Zap’a, Avaşîn’e bakıp, orada mücadele yürüten özgürlük gerillasına, İmralı’ya dönüp Önder Apo’ya, Kürdistan şehirlerine dönüp orada direnen analara ve yine Kürdistan’ın tümüne dönüp orada direnen halka bakıp kendi gerçekliğini sorgulamadan geçirmesi gerekmektedir. O zaman ne yapması gerektiğini bilecektir. Kimse faşizmin baskısını, zorunu, tehdidini, yıldırma politikalarını, üzerindeki tahribatları gerekçe haline getirerek bu sürece katılamaz. Kendi bireysel yaşam arayışı içerisinde olan hiç kimse tarihte yer edinemez, anlamlı bir yaşamın sahibi olamaz, hakikatin kenarından bile geçemez. O zaman eğer bu yapılmak isteniyor ve bu yaşamda özgürlük uğruna bir zerre bile olsa pay sahibi olunmak isteniyorsa, o zaman herkesin bu gerçekliğe göre kendisine yer araması ve bu düşmana, bu faşizme karşı gerekli tutumu ortaya koyması gerekmektedir.
Gerekli tutum nedir? Her şeyden önce normal bir yaşam yaşanmamalıdır. Kürdistan faşizmin zulmü altında ezilmek istenmekte ve halk soykırımdan geçirilmek istenmektedir. Benim en büyük, en kutsal değerim gerillalar, bu düşmanın tekniğinin altında ezilmek isteniyor, ben böyle yaşarım dememelidir. Normal yaşamına devam etmemelidir. Faşizmin her türlü gerici, soykırımcı ideolojisinin hakimiyeti altındaki okullarda sessiz kalmamalıdır. Hiçbir şey yokmuş gibi derslerine girmemelidir. Hiçbir şey yokmuş gibi örgütsüz bir biçimde birey olarak yaşamına devam etmemelidir. Buna karşı örgütlenmelidir. Nerede bir Kürt genci varsa birbirlerini bulmalı, örgütlemelidirler. Nerede bir devrimci genç varsa bir araya gelip bu faşizme karşı nasıl mücadele ederiz üzerinden tartışma yürütmelidir. Üniversitelerde düşmanın baskı politikalarını nasıl kırarız, bunu nasıl etkisiz hale getiririz tartışmasını yürütmelidirler. Kendimizi nasıl örgütleyebiliriz, kendimizi nasıl bir güç haline getirebilirizin arayışına girmelidirler.
68 gençliğinden bu yana bir gençlik mirası vardır. Hakeza Önder Apo’dan bu yana 50 yıllık bir özgürlük mücadelesi mirası vardır. Neyin nasıl yapılması gerektiğinin belki de burada değerlendirilmesine ihtiyaç yoktur. Düşman eğer kampüslerde örgütlenmesine izin vermiyorsa dışarda örgütlenecek, eğer dışarda örgütlenmesine izin vermiyorsa halkın içinde örgütlenecek, eğer şehirlerde örgütlenmesine izin vermiyorsa gelip dağların zirvelerinde örgütlenecektir. Kürdistan dağlarının direniş merkezinde kendisini örgütleyecektir. Yani hiçbir şekilde çaresiz, yöntemsiz ve düşmana karşı zavallı değiliz. Örgütlü bir gücün önünde hiç kimse duramaz. Nasıl ki bir selin önünde hiçbir engel duramazsa, bugün Kürdistan gençliği de taşkın bir sel gibi düşmanın üzerine yürümelidir. Sadece pasif bir tutum takınmamalı buna karşı eyleme geçmelidir. Marks’ın dediği gibi zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz bir şeyimiz yoktur.
Bugün Kürdistan halkına reva görülen soykırımdan başka bir şey değildir. Eğer PKK imha edilirse, tasfiye edilirse Kürtlerin soykırımı önünde hiçbir engel kalmayacaktır. Hiç kimse Kürt kelimesini ağzına bile alamayacak, hiç kimse Kürt olduğunu ifade bile edemeyecektir. O zaman ne yapılması gerekiyorsa şimdi yapılmalıdır. Nerede bir faşist, TC unsuru varsa, nerede bir AKP-MHP’li varsa, nerede halkımızı soykırımdan geçirmek isteyen bir anlayış varsa ona yönelmelidir, onu hedef almalıdır. Belki düşman Kürdistan’ı abluka altına almaya çalışarak, sınırlar, duvarlar örerek birbirinden parçalamaya çalışıyor olabilir fakat bugün Kürtler her yerdedir. Kürtler onların merkezindedir, kalplerindedir, Kürtler onların beynindedir. İstanbul’undadır, İzmir’indedir, Bursa’sındadır. Her yere yayılmış bir Kürt gerçekliğinden bahsediyoruz. Kendisini bu düşünceyle, bu fikirle örgütleyen bir Kürt’ün düşmana vurmayacağı hiçbir darbe yoktur.
Kürt gençleri Türk ordusunun içerisinde askerlik yapmamalıdır. Askerliği reddetmelidir, esas yaklaşım duruş bu olmalıdır. Eğer bu olmuyorsa da askerlik içinde bir amacı olmalıdır. Askere giden her Kürt genci gidip orada faşist TC devletine darbe vurmalıdır. Darbe vurmalı ve gelip gerilla saflarına katılmalıdır. Her yerde düşmanın korkulu rüyası olmalıdır.
Her yere yayılan bu mücadele, bu direniş öyle bir düzeye ulaşacak ki faşist TC devleti Zap, Avaşîn’e saldırı cüretinde bulunamayacaktır. Gelip kendi merkezlerini korumanın derdine düşecektir. Üniversite gençliğinin böylesi bir rolü vardır. Bu öncülüğünü bu gücünü görürse neler yapabileceğinin biraz farkına varırsa, bu temelde örgütleme arayışını güçlendirirse o zaman ne önünde faşizm durabilir ne de önünde herhangi bir zor durabilir. Yapmamız gereken düşüncede ve beyinde kendimizi özgürleştirebilmek, bu düşmanın etkisinden kurtarabilmek, bu özel-psikolojik savaş devletinin politikalarından etkilenmemek ve ilham alınacak örnekler üzerinden gerillaya ve Önder Apo’ya bakmaktır. Üniversite gençliğinin yapması gereken budur. Bu süreçte de 1 Haziran Atılım ruhuyla bulunduğu her alanda; Türkiye metropollerinde, Kürdistan şehirlerinde, dört parça Kürdistan’dan Avrupa’ya kadar öğrenci gençliği kendisini buna göre örgütlemeli, bu temelde eylem seferberliği sürecine girmelidir. Kendisini mevcut durumuyla kabul etmemeli, elinden gelen neyse değil, bu faşizmi yıkacak şekilde kendisini örgütleyerek düşmanın üzerine yürümelidir. Hedefi düşmanı yıkmak olmalıdır. Bu mücadeleyi zafere götürmek olmalıdır. Biz zafer sürecindeyiz o zaman üniversite gençliği de bu zafer sürecinin öncülüğünü yapmalıdır.
Kürdistan gençliği bu sürece öncülük düzeyinde katılması gerekmektedir
17 Nisan tarihinden itibaren faşist TC devleti Zap ve Avaşîn alanlarına dönük yeni bir işgal ve soykırım saldırısı başlatmıştır. Bu savaş tarihimiz açısından gelmiş geçmiş en büyük savaşlardan birisidir. Aynı zamanda bu düşman açısından da böyledir. Kendileri bunu bizzat bir ölüm kalım savaşı olarak belirttiler. Bu savaş sadece faşist TC devletinin yürüttüğü bir savaş değildir. Bunun kadar uluslararası hegemonik güçlerin de içinde yer aldığı (ABD, İngiltere, Almanya), KDP gibi işbirlikçi ihanetçi bir gücün öncülük yaptığı bir saldırı konsepti olarak yürütülmektedir. Zap’a dönük yürütülen savaş NATO-TC-KDP ortaklığında yürütülen bir savaştır. Bu açıdan yürütülen savaşın kapsamı, düzeyi ele alındığında da aslında bizler açısından da stratejik bir savaştır ve mücadelemizin kaderini belirleyecek savaşlardan biridir. Kürdün bundan sonraki yüzyıllık süreçte nasıl yaşayacağını belirleyecek bir savaş olma özelliğini taşımaktadır. Bu savaş bu düzeyde bir önemi ifade etmektedir. Buna karşı düşman da seferberlik halinde sonuç almak istemektedir. Şimdiye kadar gelinen aşamada Kürdistan Özgürlük Gerillası, Önderliğimizin fedai çizgisinde müthiş bir ruhla direnişi yükseltmekte, faşist sürülerine kök söktürmektedir.
Böylesi bir durumda Kürdistan gençliğinin de kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir. Kürdistan özgürlük mücadelesi bir stratejiye dayalı olarak yürütülmektedir. Önder Apo bu stratejiyi belirleyerek adını koydu ve Devrimci Halk Savaşı olarak tanımladı. 10 yıldan fazladır bu strateji üzerinden mücadele yürütülmektedir. Bu stratejinin Kürdistan gençliğine biçtiği bir öncülük rolü vardır. Kürdistan gençliği bu stratejinin gereklerine göre bu mücadeleye katılmalıdır. Zap savaşında nasıl ki gerillaya düşen görev ve sorumluluklar gerilla tarafından yürütülüyorsa, pratikte gerçekleştirilip destansı bir direniş olarak ortaya konuluyorsa, Kürdistan gençliğinin de bu ruh, azim, kararlılık ve fedailikle bu süreçte harekete geçmesi gerekmektedir.
Soykırım dayatmalarının boşa çıkartılması için, Kürdistan üzerindeki tehdidin ortadan kaldırılması için ve faşist AKP-MHP rejimine son darbenin vurulması için Kürdistan gençliğinin bu sürece öncülük düzeyinde katılması gerekmektedir. Biz Kürdistan gençlik hareketi olarak da bu sürece hamlesel düzeyde katılacağımızı ilan etmiştik. “Werin Cenga Azadiyê” şiarıyla tüm Kürdistan gençliğinin yönünü nereye vermesi gerektiğini, ne yapması gerektiğini, nasıl yapması gerektiğini, kendisini nasıl sürece dahil etmesi gerektiğini ortaya koymuştuk.
Bugün bu mücadele Zap savaşıyla beraber daha üst bir aşamaya ulaşmış bulunmaktadır. Yürütülen tartışmalar, gençlik hareketi olarak yürüttüğümüz yıllık tartışmalar, aldığımız sonuçlar, ortaya çıkan kararlar bize bu yılın zafer yılı olduğunu göstermektedir. Zap savaşının sergilediği destansı bir direniş vardır ama bu yıl her zamankinden farklı olarak önümüze koyduğumuz hedef sadece direniş değildir. Direnişi en üst düzeye çıkartarak zaferi elde etmektir. Kürdistan gençliği açısından da dönemin temel perspektifi zaferi yakalayacak bir mücadelenin öncülüğünü yapmaktır. Zafer ise AKP-MHP faşizminin yıkılmasıyla gelecektir. Erdoğan diktatörlüğünün ortadan kaldırılması ve yerle bir edilmesiyle elde edilecektir. Bunun için 1 Haziran Atılım ruhuyla Kürdistan gençliğini ihanet ve işbirlikçiliğe karşı eylem seferberliğine çağırıyoruz.
Kürdistan gençliği ihanet ve işbirlikçiliğe karşı her yerde eylemde olmalıdır
Dönem sadece mücadeleye kısmi dahiliyet sağlayacak, birazcık örgütlenecek, düşmana karşı birazcık eylem yapacak bir dönem değildir. Düşman topyekûn saldırıyorsa buna karşı düşmana topyekûn direnişle cevap verilmesi gereken bir dönemden geçmekteyiz. Ne Bakur, ne Rojava, ne Başûr, ne Maxmur-Şengal ne de yurtdışında yaşayan Kürdistanlı gençlik enerjisinin yüzde 10’unu bile harekete geçirmemiştir. Eğer Kürdistan gençliği enerjisini mücadeleye kilitlerse, bu konuda kendisini sorumlu görüp harekete geçerse düşmana vurduğu darbe yüz kat artacaktır.
Düşman nerede halkımıza ve değerlerimize saldırıyorsa Kürt gençliği orada en ön cepheye fırlamalı, düşmanın karşısına dikilmeli ve düşmandan hesap sormalıdır. Bunun için sadece mücadele etme dönemi değil, zafer için direnişe geçme dönemidir. Kürdistan gençliğinin her yerde eylem seferberliğine girmesi gerekmektedir. Artık en üst düzeyde en radikal eylemselliklerle bu sürece cevap vermek gerekir. Yürüyüş yapılacaksa serhildanı hedeflemelidir, halkı içine dahil etmeli ve Kürdistan gençliği öncülük yaparak serhildanların açığa çıkmasına yol açmalıdır. Bununla beraber eğer düşmana karşı bir duruş içine girilecekse düşman darbelenmelidir. Düşmanın faşist güçleri cezalandırılmalı ve imha edilmelidir. Kürdistan’a dayatılan talana ve işgale karşı Türkiye metropolleri, faşist TC devletine ait her şey ve her yer yakılıp yıkılmalıdır. Bu, yeri gelir bir molotof, yeri gelir bir ses bombası, yeri gelir bir havai fişekle yapılır, bıçakla ya da silahla yapılır ama kesinlikle yapılır. Kimse böylesi bir tarihi süreçte, ölüm kalım savaşı içerisinde herhangi farklı bir düşünce içerisine girmemeli ve bana ne olacak kaygısıyla yaşamamalıdır. Hiçbir Kürt, Kürdistan’a dayatılan bu soykırım rejiminden daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalamaz.
Kürdistan’da 7’den 70’e bir soykırım politikası uygulanmaktadır. Birazcık onuru ve şerefi olan her genç kendisini düşünmeden analarımıza, kadınlara, 70’lik nene ve dedelerimize yapılanların intikamını nasıl alırım diye sormalıdır. Ve her bir Kürdistan genci kendisini intikam timi gibi örgütleyerek düşmanın üzerine yürümelidir. Bu konuda en fazla sorumlu olan gençlik Bakur gençliğidir. Kendisini bu süreçte pasif tutmamalı ve etkisiz hale getirmemelidir. Nerede olursa olsun, nerede çalışırsa çalışsın bu süreçte yapılması gereken fedai çizgide eylem halinde olmaktır. Bu süreçte eylemsiz kalmak gençliği çürütür. Gençlik çürümek istemiyorsa, düşmanın gazabı olmak istiyorsa o zaman eyleme geçmelidir. Düşman bir vuruyorsa o bin vurmalıdır. Düşman bir yerdeyse o bin yerde harekete geçmelidir. Kürt gençliği kendi gücünün farkına varırsa yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Bu yüzden şunu söylemek istiyoruz; dönem her yönüyle faşist soykırımcı TC devletinin tasfiye konseptine karşı, soykırım uygulamalarına karşı direnişe geçme dönemidir, dönem Kürdistan özgürlük devriminin zafer yılının öncülüğünü yapma dönemidir, Kürdistan gençliğinin kendisini zafer gençliği haline getirme dönemidir. Bu temelde 1 Haziran Atılımı’nın yıldönümünü yaşadığımız bu dönem, tüm Kürdistan gençliğinin eylem seferberliğine geçme dönemidir. Ölçü budur, yapılması gereken budur. Seferberlik ruhuyla, büyük komutan Egîtlerin ruhuyla Kürdistan gençliği kendi gerçeğini görmeli ve faşist TC devletinin soykırımcı politikalarını yerle bir edecek bir direnişi geliştirerek bu süreci zafer yılı haline getirmeli ve zafer mücadelesinin öncü gücü olmalıdır.
KOMALÊN CIWAN KOORDİNASYONU