Duran Kalkan
Öncelikle ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ şiarıyla Önder Apo etrafında ateşten çember oluşturarak direnip şehit düşenleri Halit Oral ve Aynur Artan yoldaşlar şahsında saygı ve minnetle anıyorum. 23 yıldır İmralı direnişi etrafında kenetlenerek Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için direnen, bugün bu söz konusu direnişi küresel bir özgürlük kampanyası biçiminde sürdüren herkesi selamlıyor, üstün başarı dileklerimi ifade ediyorum. ‘Özgürlük Zamanı’ direniş hamlemizin mutlaka başarılı olacağına dair yüksek inancımı da belirtmek istiyorum.
Uluslararası komplo 23’üncü yılını tamamladı, 24’üncü yılına girdi. ABD-İngiltere-İsrail öncülüğünde küresel kapitalist sistem 23 yıldır Önder Apo şahsında özgür Kürt varlığına karşı her türlü yöntemle saldırıyor. Biz de hareket ve halk olarak, devrimci-demokratik güçler olarak 23 yıldır böyle bir komplocu saldırıya karşı Kürdistan’ın özgürlüğü, bu temelde Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi için topyekûn bir direniş mücadelesi yürütüyoruz. Bu mücadele günümüzde en üst düzeye ulaşmış bulunuyor. 24’üncü komplo ve komploya karşı mücadele yılına girerken söylenecek tek şey söz konusu mücadelenin her bakımdan zirvede seyrettiğidir. Çokça ifade edildiği gibi gerçekten bir final aşamasının yaşanmakta olduğu rahatlıkla söylenebilir. Her bakımdan böyle bir finalin içinde bulunuyoruz. Önümüzdeki süreç sonucun nasıl olacağını herkese gösterecek ve tarihe kaydedecektir.
Biz bütün kalbimizle inanıyoruz ki mutlaka özgürlük kazanacak. Önder Apo’nun direnişi kazanacak. Kürt varlık ve özgürlük direnişi, bu temelde Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, dünyanın daha özgür ve demokratik bir alan haline gelmesi kazanacaktır. 23 yıllık büyük direniş bunun mutlaka gerçekleşeceğini hepimize net bir biçimde göstermiştir. Bu bakımdan umutlu ve inançlı olmak gerekiyor. Tabii bunun için de daha yaratıcı, çok yönlü ve bütünlüklü bir mücadele yürütür konumda bulunmak gerekiyor. Her şey tırnakla sökülüp alınırcasına mücadele ile gerçekleşiyor. Böylesine başarılı mücadele yürütebilmek için de kuşkusuz uluslararası komplo gerçeğini ve aynı biçimde komploya karşı Önder Apo öncülüğünde yürütülen bu büyük tarihi mücadele gerçeğini doğru, bütünlüklü ve derinlikli bir biçimde anlamak gerekiyor.
Komplo imha ve tasfiyeyi hedefleyen bir saldırıdır. Saldırının hedefinde Önder Abdullah Öcalan gerçekliği vardır. Bunu artık herkes biliyor, görüyor. Uluslararası komplo Önder Apo’ya yöneltilmiş imha ve tasfiye amaçlı, çok yönlü küresel bir saldırıyı ifade ediyor. Ama böyle bir saldırı nereden gelişiyor, neden ortaya çıkıyor? İşte Kürt sorunu denen, Kürt halk varlığını inkâr ederek yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin bir ürünü, imhacı bir saldırısı olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla uluslararası komplo gerçeğini doğru anlamak gerekiyor. Uluslararası komplo Kürt sorunu denen, Kürt halk varlığını yok sayarak yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin eyleme geçmiş, pratikleşmiş komplocu yöntemlerle özgür Kürt varlığına dönük saldırısını ifade ediyor.
Komplo Kürt sorununu çözmek isteyen zihniyet ve siyasete dönük bir saldırıdır
Demek ki komplo imhayı hedefleyen bir saldırıdır. Ama aynı zamanda komplo Kürt sorunu denen, Kürt halk varlığını yok sayıp yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin ortaya çıkardığı bir saldırıdır. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünü istememektedir. Kürt sorunu denen sorunun varlığına dayanmakta, bu sorunun devam etmesini, çözülmemesini istemektedir. Kürt sorununun varlığını ifade eden zihniyet ve siyasetin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
O halde uluslararası komplo Kürt sorununu çözmek isteyen zihniyet ve siyasete dönük bir saldırı olmaktadır. Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü kabul eden zihniyet ve siyasete yöneltilen bir saldırı olmaktadır. Kürt sorununun, Kürt halk varlığı ve özgürlüğü temelinde çözümünü isteyen zihniyet ve siyaseti yok etmeyi amaçlayan bir saldırıdır. Uluslararası komplo Özgür Kürdistan, Demokratik bir Türkiye ve Ortadoğu’yu istemeyen bir zihniyet ve siyasetin saldırısıdır. Bu gerçekliği böyle çok net ve açık bir biçimde ifade etmemiz gerekir. Çünkü komplo sürecinde Önder Apo’nun tarzı, çözüm programları, talepleri, Kürt sorununun özgürlükçü demokratik çözümünde gösterdiği çabalar bu durumu çok net bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek bir açıklık ve netlik kazandırmıştır. Önder Apo da komplo gerçeğini böyle tanımlamıştır.
Demek ki uluslararası komplo Kürt sorununa dayanıyor. Yani Kürt halk varlığını yok sayıp yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin bir ürünü oluyor. Kürt sorununu çözmek isteyen, Kürt halk varlığını ve özgürlüğünü yaratmaya çalışan zihniyet ve siyasete dönük imhacı bir saldırıyı ifade ediyor. Dolayısıyla uluslararası komplo Kürt sorununun çözümünü engellemeyi, çözüm geliştirmek isteyen güçleri imha ve tasfiye etmeyi, Kürt soykırımının sürdürülüp tamamlanmasını, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmemesini amaçlayan bir saldırı oluyor. Tüm bunlara karşı Kürt halk varlığını ve özgürlüğünü esas alan, savunan ve bu temelde Kürt sorunu denen sorunu, özgürlük ve demokrasi çizgisinde çözmeyi hedefleyen, Kürt özgürlüğünü, Türkiye’nin, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde çözümleyen zihniyet ve siyasete dönük imhacı saldırı oluyor. Bu zihniyet ve siyaseti yaratan ve mücadeleye dönüştüren de Önder Abdullah Öcalan olduğu için uluslararası komplo saldırısı doğrudan Önder Abdullah Öcalan’ı hedeflemiş bulunuyor.
Stratejik olarak şöyle formüle edildiğini biliyoruz: Önder Apo’nun komplocu yöntemlerle imhası temelinde PKK’yi tasfiye etmek, PKK’nin tasfiyesine dayanarak da Kürt soykırımını sonuca götürmek, gerçekleştirmek, uluslararası komplonun hedefidir. Dolayısıyla uluslararası komplo Kürt sorunu denen, Kürt halk varlığını yok sayarak yok etmek isteyen zihniyet ve siyasetin ortaya çıkarttığı bir saldırı oluyor. Bunun için de önünde engel olarak gördüğü, Kürt halk varlığını ve özgürlüğünü isteyen, Kürt sorununu Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde Kürt özgürlüğüne dayalı olarak çözmek isteyen Önder Apo ve PKK gerçekliğini hedefliyor.
Yeni bir zihniyet ve siyaset olarak Önder Apo’nun ve PKK’nin düşünce ve eylemi ortaya çıkıyor, gelişiyor. Kürt gerçeğini ortaya koyuyor. Kürt’e dayatılan soykırım saldırılarını herkese gösteriyor. Böylece Kürt sorunu denen sorunu bütün açıklığıyla tanımlıyor. Bu çerçevede de söz konusu sorunu Kürt özgürlüğü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi temelinde çözmeyi hedefliyor. Kürt sorununu ortaya çıkartan, bu sorunun varlığına dayanarak çıkar elde eden, kendi yaşamını sürdüren güçler de söz konusu özgürlükçü demokratik çözüm gelişimini kendileri için tehlike olarak görüyorlar ve bu tehlikeyi ortadan kaldırmak amacıyla uluslararası komplo dediğimiz saldırı gerçeğini ortaya çıkarmış bulunuyorlar.
1970 öncesi Kürdistan’ın inkâr ve imha statükosu altına alındığı, parçalandığı, sömürgeci-soykırımcı devletlerin egemenliği altına alınarak bir soykırım sürecine sokulduğu bilinmektedir. Bu temelde Bakur’dan başlamak üzere soykırımcı saldırılar dört parça Kürdistan’da peş peşe geliştirilmiştir. Fiziki katliamlar, demografyayı değiştirme, asimilasyon, tehcir bölge bölge ama peş peşe çok vahşi saldırılar, katliamlar temelinde uygulanmaya konmuştur. Yetmişlerin ortalarına gelindiğinde Cezayir Anlaşması temelinde KDP’nin yenilgisiyle artık bütün Kürdistan böyle bir yok edici egemenlik altına alınmıştır. Tam da böyle bir süreçte Kürt soykırımının gerçekleştiğini, artık Kürtlüğün yok edildiğini, bir daha dirilmemecesine mezara gömüldüğünü, sömürgeci-soykırımcı güçlerin umut ve hesap ettikleri bir süreçte Kürt varlığını ve özgürlüğünü esas alan bir ruh, duygu, zihniyet ve siyaset temelinde Önder Apo’nun sahneye çıkışı, doğuşu gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Kürt halk varlığının yok edilerek tarihe gömüldüğü bir ortamda yeni bir doğuş gerçekleşmiştir
1970’lerin ortasında Önderliksel çıkış, Önder Apo’nun ‘Birinci Doğuş’ dediği büyük doğuş bu temelde gerçekleşmiştir. Kürt halk varlığının yok edilerek tarihe gömüldüğünün sanıldığı bir ortamda özgürlük duygusu, düşüncesi, zihniyet ve yaşam ölçüleriyle yeni bir doğuş gerçekleşmiştir. Bu Önderliksel doğuştur. Önder Apo’nun çıkışıdır. Önder Apo şahsında, bir kişi şahsında bu tarihsel duruma karşı çıkan, onun tersini savunan, Kürt’ün ölmediğini, özgür yaşamak için direnmek istediğini ortaya koyan, iddia eden, esas alan bir çıkış, doğuş gerçekleşmiştir.
Böyle bir çıkış gerçekleşti, sistemli bir düşünce haline geldi, etrafında bir grup oluşturduğu andan itibaren de Kürt sorununu yaratan sömürgeci-soykırımcı güçler tarafından hedeflenmiştir. Henüz daha bir düşünceyken, niyetken, bir propaganda eylemi ve bunları gerçekleştiren küçük bir ideolojik grup iken sömürgeci-soykırımcı güçlerin hedefi olmuştur. Bu tarihsel süreç biliniyor; 18 Mayıs 1977 Antep katliamı-Haki Karer’i katleden saldırı gerçekliği bunu ifade ediyor. En temel, belirgin, planlı saldırı bu oluyor. Özgür Kürt varlığına ve yaşama çabasına karşı sömürgeci-soykırımcı güçlerin yeniden, ilk planlı saldırılarını Antep katliamı oluşturuyor. Antep katliamı ile Önder Apo’nun çıkışı, yürüyüşü engellenemeyince, tersine kendini örgütleyip PKK ismiyle örgütsel kimlik kazanınca, bu kez yeni bir saldırı olarak 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesinin geliştiğini biliyoruz.
12 Eylül darbesinin birçok amacından bahsedilebilir. Fakat bu amaçlar içerisinde en belirgin olanının Kürt halk varlığını ve özgürlüğünü gerçekleştirmek isteyen zihniyet ve siyasetin yok edilmesi olduğu, bu temelde Önder Apo’nun ve PKK’nin imha ve tasfiyesi olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Aslında 18 Mayıs 1977 Antep katliamından, 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesine kadar gelen süreç özgür Kürt varlığına dönük soykırımcı zihniyet ve siyasetin imhacı saldırısının gerçekleşmesi oluyor. Bütün bunlar uluslararası komplonun ön adımları olarak gündeme geliyor, hayat buluyor.
Daha sonra bu temelde gelişen birçok komployu biliyoruz. Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya suikast girişiminden 1986 Şubat’ında İsveç Başbakanı Olof Palme’nin katledilmesine kadar gelen süreçlerin hepsinin aslında Önder Apo’yu ve PKK’yi imha ve tasfiye etmenin koşullarını yaratmak, zeminini olgunlaştırmak amaçlı komplocu saldırılar olduğu tartışma götürmeyen bir gerçek oluyor. Bunlar üzerinden Avrupa’da ne kadar saldırı yürütüldüğünü, mahkemeler kurulduğunu, uluslararası hukuk sisteminin Önder Apo ve PKK’yi imha ve tasfiye etmek için nasıl harekete geçirildiğini çok iyi biliyoruz. Bütün bunlar 86-88 sürecinde küresel boyutları olan planlı bir imha saldırısı olarak gerçekleşti. Bunlarla da sonuç alınamayınca Güney Kürdistan statüsü ortaya çıkartılarak 1992 Ekim’inde KDP ve YNK’nin de dâhil edilmesi temelinde çok boyutlu planlı bir saldırının geliştirildiği yine bilinen bir gerçek oluyor. 1992 Ekim-Kasım’ındaki Güney Savaşı dediğimiz süreç aslında böyle bir saldırıyı ifade ediyor.
Sovyetler Birliğinin çöküşü ve çözülüşü temelinde ortaya çıkan 3. Dünya Savaşı koşullarından da yararlanarak, yine 1990-91 Körfez Krizi ve Savaşı’nın yarattığı bölgesel koşullara da dayanarak, doksanlı yıllar boyunca PKK’yi kuşatmayı, Önder Apo öncülüğündeki gelişmeleri daraltıp sınırlandırmayı hedefleyen bir çaba ABD öncülüğünde yürütülüyor.
Topyekûn özel savaş konsepti temelinde 1993 Haziran’ından 1998 yılına kadar gerillayı ezmek için yürütülen saldırılar başarılı olamayınca, yine NATO’nun tüm gücünün seferber edilmesine rağmen Kürdistan özgürlük gerillası ezilemeyince bu sefer gündeme Önder Apo’nun imhasını hedefleyen saldırı geliştirildi. İşte bu saldırıya uluslararası komplo saldırısı diyoruz. Dikkat edelim uluslararası komplo uzun süreli bir mücadele içerisinde hazırlanmış bir saldırı oluyor. Önemli adımları var. 18 Mayıs 1977 Antep katliamından 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesine gelen, yine Papa ve Palme suikastlarından, Düsseldorf davasına uzanan, 1992 Güney Savaşı’ndan ’93-’98 topyekûn imhacı özel savaş saldırısına kadar uzanan çok önemli dönemeçler yaşanıyor. 96’da doğrudan Önderliği hedefleyen bombalı saldırı yapıldığı biliniyor. Bütün bunlarla Önder Apo öncülüğündeki özgürlük mücadelesi, PKK ve halk örgütlülüğünün gelişimi engellenemeyince, yine gerilla ezilemeyince, Önderlik imha edilemeyince, halkın serhıldanları durdurulamayınca bu sefer son çare olarak doğrudan Önder Apo’yu hedefleyen, uluslararası komplo saldırısı dediğimiz saldırı planlanarak uygulamaya konuyor.
Uluslararası komplonun amacı Önder Apo’yu imha etmeyi hedefleyen bir saldırıdır. Amacı Önder Apo’nun imhası temelinde PKK’nin tasfiyesini sağlamak, dolayısıyla PKK’nin tasfiye edildiği koşullara dayanarak da Kürt soykırımını gerçekleştirmektir. Kürt halkının tarihsel olarak varlığına son vermektir. Bu bakımdan uluslararası komplo saldırısı inkarcı-imhacı-soykırımcıdır. Yani insanlık suçudur.
Doğuş koşullarının özelliklerine uygun Kürt sorununun çözümü esas alındı
Önder Apo doğuş koşullarının özelliklerine uygun olarak Kürt sorununun çözümü için ulus devlet ideolojisini ve politikasını esas aldı. Bu temelde ulusal kurtuluş savaşı geliştirerek, Kürt halkının öz gücünü örgütleyip gerilla öncülüğünde halkı direnişe çekti. Başta Türkiye’nin devrimci-demokratik güçleri olmak üzere sosyalist hareketin desteğini alarak Kürt halk varlığını inkâr eden ve yok etmeye çalışan TC devlet sistemini yıkmayı, onun yerine Kürt halkının özgür varlığını kabul eden, yeni bir ulus devlet sistemini ortaya çıkartmayı hedefledi. Böyle bir devlet sistemi Türkiye bütünlüğü içinde mi olur, yoksa ayrı bir Kürt devleti biçiminde mi şekillenir sorusunun cevabını çözüm koşullarına bıraktı. Böyle bir çözümün gerçekleştirdiği koşullar neyi gerektiriyorsa öyle yapmak istedi. Halk nasıl yaşamak istiyorsa, iradesine başvurularak öyle bir yaşamın esas alınmasını öngördü. Bu temelde de ideolojik mücadele sürecinden başlamak üzere sonraki politik askeri mücadele adımlarını buna göre geliştirmeye çalıştı. 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi karşısında Lübnan-Filistin sahasında eğitim görerek kendisini bir gerilla hareketi biçiminde yeniden eğitip örgütlemeye yöneldi. Bunun sonuçlarını 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli eylemleriyle Kuzey Kürdistan’da bir gerilla savaş hamlesinin başlamasına dönüştürdü. Böyle bir savaşı bütün zorluklarına rağmen büyük bir cesaret ve fedakârlıkla, ağır bedeller ödeyerek kahramanca geliştirdi. İddialı, iradeli, inançlı oldu.
Böyle büyük bir irade ve direnç karşısında sömürgeci-soykırımcı egemenlik askeri bakımdan ciddi bir yalpalama yaşar duruma düştü. Zaten ideolojik olarak 1982 tarihindeki zindan direnişi karşısında tarihi yenilgisini almıştı. Dolayısıyla 1984’ten itibaren gelişen gerilla direnişi ’90 başında halk direnişi ortaya çıkardı, Kürt serhıldanlarını başlattı, ulusal diriliş devrimi dediğimiz gelişmeyle sömürgeci-soykırımcı sistemden Kürtlerin kopuşunun gerçekleşmesi sağlandı. Bu, önemli bir gelişme, tarihi bir adımdı. Umut vericiydi. Gerilla temelinde gelişen ulusal kurtuluş savaşının Kürt sorununu çözeceğine dair umutların yeşermesini ifade ediyordu.
Fakat bölgede ve dünyadaki gelişmeler Kürdistan’daki söz konusu gelişmeyle uyumlu olmadı. Kürdistan’da gelişen böylesi bir ulusal-özgürlükçü gelişmenin Türkiye’de stratejik müttefiki yoktu. Dolayısıyla bu alanda demokratik halk devrimi gelişme göstermedi. Devrimci öncülük 12 Eylül darbesi karşısında ağır bir yenilgi yaşadı.
Diğer yandan Sovyetler Birliği’nin çözülüşü gerçekleşti ve küresel düzeyde reel sosyalist hareketler ortadan kalktı. Bütün bunlar Önder Apo’nun öngördüğü stratejik gelişmenin tersini ifade ediyordu. Dolayısıyla Kürdistan’da gerilla temelinde yaşanan serhıldan hareketinin Türkiye ve dünyada müttefiklerinden yoksun kalması, destek bulamaz duruma düşmesi anlamına geliyordu. Nitekim bunlar nedeniyle 19’uncu ve 20’inci yüzyılda dünyanın birçok alanında yaşanan benzer ulusal kurtuluş hareketlerinin ulaştığı sonuca PKK’nin yürüttüğü Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi ulaşamadı. Askeri olarak zafer kazanamadı. Siyasi çözümü gerçekleştiremedi. Kürt varlığını inkâr eden ve yok etmek isteyen TC ulus devlet sisteminde ciddi darbelenmeler, parçalanmalar yarattı, gedikler açtı ama bu sistemi yıkamadı. Dolayısıyla Kürt sorununun ulus devletçi çözümünü gerçekleştiremedi. Bu koşullarda Türkiye ve dünyada yaşanan söz konusu koşullarda gerçekleştirilmeyeni gerçekleştirmek amacıyla Önder Apo 1993 Mart’ında ateşkes ilan etti. Ateşkesle birlikte savaşın yerine Demokratik-Siyasi Çözüm Stratejisini devreye koydu. Karşı tarafı diyaloğa ve müzakereye çağırdı. Kürt sorununun ulus devletçi çözümünü Türkiye’nin demokratik dönüşümü temelinde gerçekleştirmeyi öngördü. Bu çerçevede kapsamlı değerlendirmeler yaptı, çözüm programları ortaya koydu. Karşı tarafı demokratik-siyasi çözüme çağırdı.
Fakat bunun karşılığında yaşananlar biliniyor. TC yönetimi ateşkese hileli yaklaştı. PKK’yi, gerillayı gevşetmek, direncini kırarak daha kolay ezilir pozisyona getirmek amacıyla bir yaklaşım gösterdi. Bunu sağladığına inandıktan sonra da bilinen saldırıya geçti. Saldırıyı hem gerillayı ezme temelinde PKK’yi imha ve tasfiye etme amacıyla yürüttü hem de Türkiye devlet ve toplumu içinde Kürt sorununun siyasi çözümüne eğilim duyan güçleri imha ve tasfiye etmek amacıyla yürüttü. Yani hem PKK’ye karşı hem de Türkiye içinde Kürt sorununun çözümünü isteyen güçlere karşı azgın bir faşist-soykırımcı saldırı yürüttü. Bunu topyekûn-soykırımcı özel savaş konsepti temelinde geliştirdi.
Türkiye’de devlet ve toplum içerisinde Turgut Özal kliği imha ve tasfiye edilirken PKK gerillasını ezmek amacıyla da 1998’e kadar NATO desteğinde çok amansız saldırı içerisinde oldu. Önder Apo parti öncülüğünde söz konusu saldırıyı kırarak gerillayı ezme amaçlarını boşa çıkarttı, gerillanın ve özgürlük hareketinin varlığını korudu. Türkiye’de, zihniyet ve siyaset değişikliği temelinde söz konusu saldırılara karşı gerilla ve halkı topyekûn bir direnişe çekti. 5 yıl boyunca tarihin en amansız siyasi-askeri mücadelelerinden birisi ’93-’98 arasında Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de yaşandı. Bunlara dayanarak Önder Apo TC’yi ateşkese, Kürt gerçeğini kabul etmeye, dolayısıyla Kürt sorununun demokratik-siyasi çözümüne yönelmeye zorlamak istedi. Bunun için 1 Eylül 1998’de tek yanlı ateşkesini devreye koydu. Aldığı sinyalleri bu biçimde pratikleştirmek istedi. Böylece çözüm üretebileceğini umdu. Bunun için her türlü çabayı gösterdi.
Kürt sorununu ortaya çıkartan, Kürdistan’ı parçalayan Avrupa siyasetidir
9 Ekim 1998 komplosuyla Ortadoğu’dan çıkartılınca yönünü Avrupa’ya verdi. Kürt sorununu ortaya çıkartan, Kürdistan’ı parçalayan, Kürt halkını yok sayarak imha etmeyi öngören zihniyet ve siyaseti ortaya çıkartan güç, Avrupa siyasetiydi. Alman-İngiliz savaşı denenen I. Dünya Savaşı içinde ve sonunda Kürt sorunu dediğimiz sorun ortaya çıkarılmıştı. Bundan sorumlu olan birinci güç, Avrupa siyasetiydi. Dolayısıyla Önder Apo çözümün de sorunu yaratan yerde olması gerektiğini düşünerek demokratik-siyasi çözüm arayışıyla yönünü Avrupa’ya verdi. Komplocu dayatmalar karşısında Avrupa’ya çıkışı bu amaçladır. Atina üzerinden bunu yapmak istedi. Komplocu pozisyonla karşılaşınca Rusya’dan Roma’ya yürüyerek Avrupa Birliği içerisine girip orada söz konusu çözüm sürecini gerçekleştirmek istedi.
Roma’da 8 maddelik son derece uygulanabilir bir çözüm programı ortaya koydu. Fakat bütün bunlar Kürt sorununu yaratan ve ondan nemalanan güçler için hiçbir çözümleyici anlam ifade etmedi. Onlar tersine bütün bunları Kürt sorununa dayalı imha ve tasfiye amaçlı komplocu saldırılarını gerçekleştirmek için bir fırsat haline dönüştürmek istediler. Çözüm yerine Önder Apo’ya dönük komplocu saldırıları daha da yoğunlaştırdılar, sertleştirdiler, daha örgütlü hale getirdiler. Bütün ulus devlet güçlerini küresel düzeyde böyle bir komplonun aracı haline getirdiler. En son Roma’daki çözüm programının böyle bir küresel komplo saldırısıyla karşılaştığını görünce Önder Apo artık Kürt sorununda ulus devlet çözümünün mümkün olmadığını, dolayısıyla da ulus devlet çözümünü öngören modernist paradigmanın Kürt sorununa çözüm arayan kendi şahsında iflas ettiğini değerlendirdi.
Dikkat edelim, baştan itibaren çok değişik aşamalardan geçilerek her türlü imkân ve fırsat değerlendirilerek gerçekleştirilmek istenen çözüm gerçekleşmemişti. Her türlü çözüm adımına karşı çözümsüzlüğü dayatan, imhayı ve tasfiyeyi gündemleştiren saldırılar oluyordu. En sonunda Roma’da 8 maddelik çözüm programı da uluslararası komplo saldırısını İtalya üzerinde daha da yoğunlaştıran bir durumla karşılaştı. Böylece şu gerçeklik ortaya çıktı: Kürt sorununda ulus devletçi çözüm yoktur. Dolayısıyla ulus devlet çözümünü öngören paradigma Kürt sorununun çözümünde geçerli paradigma değildir. Kürt sorununu çözemeyen bir paradigma durumuna düşmüştür.
O halde çözümsüz bir paradigmadır. İnsanlığın, toplumların karşı karşıya geldiği sorunlara çözüm üretemeyen bir paradigma durumuna düşmüştür. Bir çözüm gücü değildir, iflas etmiştir. Önder Apo büyük bir çabayla yürüttüğü Kürt sorununa çözüm arayışında ulus devletçi çözümü gerçekleştiremeyerek aslında kapitalist modernite paradigmasının, yani ulusal kurtuluş paradigmasının, ulus devlet paradigmasının artık toplumsal sorunları çözebilen bir paradigma olmadığını, tam tersine mevcut toplumsal sorunları yaratan, daha da derinleştiren, ağırlaştıran bir paradigma haline geldiğini ortaya koymuştur. İflas bu anlama geliyor.
Ulus devlet paradigmasıyla Kürt sorunu çözülemiyor
İşte 15 Şubat komplosu böyle ortaya çıktı. İmralı süreci böyle gelişti. 15 Şubat komplosu ve İmralı süreci böyle bir iflas ve çözümsüzlüğün sonucudur. Dolayısıyla İmralı sürecinde olup bitenleri değerlendiren Önder Apo, çok tarihi tespitlerde bulundu. Artık ulus devlet ideolojisinin bir çözüm ideolojisi olmadığını, toplumsal sorunları çözmeye yetmediğini değerlendirdi. Kürt sorununda yaşanan gerçeklik bunu net bir biçimde ortaya koyuyordu.
O halde yeni bir ideolojik duruş, yeni bir paradigma gerekiyordu. Nitekim çözümün nasıl olacağı, hangi paradigma ile bu çözümsüzlüğün aşılacağını ortaya çıkaramadığı, netleştiremediği süreçte Önder Apo; bizde ideolojik bunalım durumu var. Mevcut durum ideolojik bunalımı ifade ediyor, böyle bir durumda PKK’nin varlığı sürdürülemez, o halde PKK’nin ismini değiştirmek, PKK ismiyle tarihsel yürüyüşü durdurmak gerekir’ dedi. PKK’nin isminin değiştirilmesi süreci böyle gündeme geldi. İdeolojik bunalımı aşmak için yoğun araştırmalar yaptı. Derin bir tarihsel-düşünsel yoğunlaşma yaşadı. Bu yoğunlaşmaya ‘3. Önderliksel Doğuş’ süreci dedi. İdeolojik bunalımı paradigma değişimi ile aştı.
Ulus devlet paradigmasıyla Kürt sorunu çözülemiyor, dolayısıyla bütün toplumsal sorunlar çözümsüz kalıyordu. O halde Kürt sorunu ve onun şahsında kadın özgürlüğü, diğer toplumsal sorunların çözümü için nasıl bir çözüm paradigması gerekir sorusuna derin bir yoğunlaşma ve araştırma ardından paradigma değişimi ile cevap verdi. Ulus devlet paradigmasını çözümsüzlüğün ana nedeni olarak değerlendirip çözüm paradigması olarak Demokratik Ulus Paradigmasını geliştirdi. Demokratik ulusu tanımladı. Demokratik ulus çözümünü gerçekleştiren siyasi proje olarak Demokratik Özerkliği ve Demokratik Konfederalizmi tanımladı. İdeolojik paradigma olarak Demokratik ulus çözümünü gerçekleştiren Kadın Özgürlük Devrimi’ni ve Ekolojik Devrimi tanımladı. Kadın özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı demokratik toplum paradigmasını, ulus devlet paradigmasının çözümsüzlüğüne karşı başta Kürt sorunu ve kadın sorunu olmak üzere bütün iktidar ve devlet sisteminin, erkek-egemen zihniyet ve siyasetin ortaya çıkartmış olduğu sorunlara çözüm paradigması olarak geliştirdi, tanımladı ve ortaya koydu. Böyle büyük bir zihniyet devrimi yaşadı. Değişim ve dönüşüm içerisinde oldu. Çok köklü bir düşünsel yoğunlaşma ile derin bir zihniyet devrimini, entelektüel devrimi gerçekleştirerek Kadın Özgürlükçü-Ekolojik-Demokratik Modernite paradigmasını tanımladı. Kapitalist modernite paradigmasının çözümsüzlüklerine karşı demokratik modernite paradigmasının çözümleyici gerçekliğini teorik, ideolojik, örgütsel olarak tanımladı.
Aslında bu büyük zihniyet devrimi, düşünsel devrimi, ruh devrimi en yoğun bir değişim ve dönüşümü ifade etti. Böylece çözümsüzlükleri aştı. Kapitalist modernite paradigmasının, onun ulus devlet projesinin ortaya çıkardığı çözümsüzlükleri aşarak tüm sorunlar için demokratik çözümü öngören yeni bir bakış açısı, anlayış, düşünsel sistem, ideolojik-politik çizgi ortaya çıkardı. Demokratik modernite kuramı olarak söz konusu paradigmayı bir teorik kuram haline getirdi. Böylece çözümsüzlüğü aştı. Ulus devlet çözümsüzlüğünün ortaya çıkardığı komplocu saldırıyı boşa düşürdü. Komplo saldırısı ulus devlet çözümsüzlüğüne dayanıyordu. Bu temelde Önderliği ve Kürt özgürlük hareketini sıkıştırıyordu. Çözümsüzlük paradigmasını aşıp çözüm paradigmasını ortaya çıkartarak komplocu saldırıyı yaratan paradigmayı yenilgiye uğrattı. Böylece uluslararası komplo saldırısını hedefsiz bıraktı, boşluğa düşürdü, yenilgiye uğrattı. Dikkat edelim cepheden saldırarak, onunla kıyasıya bir siyasi-askeri mücadeleye girerek değil, onu dayanaksız, temelsiz bırakarak, boşluğa düşürerek yenilgiye uğrattı.
İmralı direnişinde yargılanan kapitalist modernite ve onun ulus devlet paradigması oldu
Önder Apo uluslararası komploya karşı İmralı sistemi içerisinde böyle mücadele etti. Karşıtlarından tarihsel olarak bu temelde hesap sordu. Onlar ulus devlet paradigmasıyla Önder Apo gerçeğini yargılayıp idama mahkûm ederken, İmralı çürütme politikası içerisinde ideolojik-siyasi olarak yok etmenin hesabını yaparken, Önder Apo 3. Doğuş temelinde Demokratik Modernite paradigmasıyla ulus devlet paradigmasını yenilgiye uğratıp boşa çıkartarak ulus devlet paradigmasına dayanan kapitalist modernite zihniyet ve siyasetini aşarak yenilgiye uğrattı. Aslında kapitalist modernite sistemini yargıladı, mahkûm etti. Kendisini yargılamak isteyenleri kendisi yargıladı. Kendisini mahkûm etmek isteyenleri kendisi mahkum etti. İmralı mücadelesinde yargılanan kapitalist modernite sistemi, onun ulus devlet paradigması oldu. Bu sistem ve paradigma yenilgiye uğradı. Kazanan, gelişen ise Demokratik Modernite paradigması, demokratik ulus projesi oldu. Böyle bir proje zafer kazandı ve bunu tarihin en büyük özgürlükçü kazanımı olarak değerlendirdi ve ilan etti. Önder Apo böyle bir kazanımı hukuki olarak kendisine tanınan savunmalar çerçevesinde teorik analize, izaha kavuşturarak sistemli hale getirip Kürt toplumuna, kadınlara, gençlere, bütün halklara ve insanlığa sundu. Kendisini yargılamak isteyenleri söz konusu savunmalarda kendisi yargıladı. Kendisini mahkûm etmek isteyenleri söz konusu yargılamayla kendisi mahkûm etti. Bu temelde büyük bir hukuk savaşımı ortaya çıkardı. Onun içerisinde derin bir düşünsel savaş, hakikat savaşı, ideolojik savaş, örgütsel savaş vardı. Sonuçta bütün zorluklarına rağmen 23 yıllık İmralı direnişi ile söz konusu mücadelesini kesintisiz bir biçimde sürdürüp zaferini perçinledi. Ortaya çıkardığı yeni düşünceleri savunmalarla Kürt toplumuna ve insanlığa sundu. Günümüzde gittikçe daha çok yayılıyor, savunmaların ulaştığı her yerde taraftar bulması, dolayısıyla yeni bir düşünsel sentez olarak yeni bir hakikat tanımlaması olarak herkesçe benimseniyor, esas alınan ve uygulanan düşünce sistemi haline geliyor. 23 yıllık İmralı direnişi ile de bu düşüncenin yaşatıcı gücünü, uygulanmasını perçinlemiş oluyor.
Yani bütün zorluklarına, ağır baskı ve işkencelerine rağmen İmralı direnişi aslında söz konusu paradigma değişimiyle gerçekleşen zihniyet ve vicdan devriminin ortaya çıkardığı başarı temelinde oluyor. Ona dayanarak bütün zorluklar yeniliyor, engeller aşılıyor. İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı mücadele etme gücü kazanıyor. Önder Apo bu gücü böyle kazandı. İmralı’daki yaşamına ilişkin diğer değerlendirmelerinde bu gerçeklikleri çok daha somut olarak ortaya koydu.
Sonuçta Önder Apo’yu komplocu yöntemlerle imha etmek isteyenler başarılı olamadılar. İdam ettiririz umudunu taşıyanlar başarılı olamadılar. İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde ideolojik olarak çürütürüz, kendisini yenileyemez, dolayısıyla yenilgiye uğratırız diyenler başarılı olamadılar. AKP şahsında İslam ümmetçiliğine dayanmaya çalışanlar başarılı olamadılar. Topyekûn faşist-soykırımcı saldırılarla sonuç alacaklarını umut edenler başarılı olamadılar. Ne fiziki olarak Önder Apo’yu imha edebildiler, ne ideolojik-siyasi olarak imha edebildiler ne de onun Önderliksel düşünce gücünü etkisiz kılabildiler, ne de yenilgiye uğratabildiler. Tersine 23 yıl İmralı’da dimdik ayakta kaldı. Sisteme meydan okudu. En ağır baskı-işkence-tecrit koşullarına karşı direndi. Çok az imkânı olsa da her fırsatta düşüncelerini topluma, halklara ulaştırma gücünü gösterdi. Böylece hem İmralı’daki duruşuyla hem de yaşadığı düşünce ve zihniyet devrimini Kürt halkına, kadınlara, gençlere, bütün insanlığa taşırarak 3. Önderliksel Doğuşu, küresel, evrensel bir Önderlik düzeyine getirdi.
Uluslararası komplo Önder Apo’yu yok etmek isterken, 23 yıllık mücadele ardından bugün yok olan, lanetlenen uluslararası komplo ve onun dayandığı zihniyet ve siyaset oluyor. Tüm ezilenler tarafından, kadınlar, gençler, işçi ve emekçiler tarafından, dünyanın dört bir yanındaki halklar tarafından benimsenen ise Önder Apo’nun düşünceleri oluyor. Önder Apo gerçeği oluyor. Önder Apo Kürt Önderliği olma sınırlarını aşarak evrensel bir Önderlik düzeyi kazanıyor. Önder Apo’yu yok etmeyi amaçlayan uluslararası komplo Önder Apo’nun küresel bir Önderlik haline gelmesi karşısında tümüyle yenilmiş ve etkisiz kılınmış bulunuyor. Bu gerçeği bu biçimde görmeliyiz. Günümüzde 24’üncü yıl mücadelesine girerken kanıtlanmış olan yegâne gerçeklik bu oluyor.
ABD’nin 3 PKK’li yönetici için vermiş olduğu karar uluslararası komplonun günümüzde devam ettirilmesi olmaktadır
Nasıl ki 9 Ekim 1998 öncesi Önder Apo’ya saldırı için ABD başkanlığı tarafından bir karar verilip plan oluşturulduysa, Kasım 2018’de 3 PKK’li yönetici için vermiş olduğu karar uluslararası komplonun günümüzde devam ettirilmesi olmaktadır ve bu karar da aynı karakterde olan bir karardır. Dikkat edilirse 9 Ekim 1998’deki karar da Önder Apo şahsında PKK’nin koordine gücünü hedeflemiştir. Bundan 20 yıl sonra Kasım 2018’de 3 PKK’li yönetici için verilen karar da PKK’nin koordine sistemini hedeflemektedir. ABD’nin karar kapsamına aldığı arkadaşlarımızın durumu tamamen bunu ifade etmektedir. PKK’nin koordine sistemi hedeflenerek işlemez kılınmak ve imha edilmek istenmektedir. Komplo gerçeği zaten buydu. Önder Apo şahsında hedeflenen saldırı bu temelde gelişmişti. Şimdi haklarında karar verilen arkadaşlar şahsında yapılmak istenen de aynı şeydir. PKK’nin koordine sistemi hedeflenerek imha edilmek, böylece söz konusu imhaya dayanarak PKK’nin parçalanması ve tasfiye edilmesi sağlanmak istenmektedir.
Evet, bu bakımdan Şam’dan başlatılan uluslararası komplo Medya Savunma Alanlarında sonuca götürülmek istenmektedir. Şam’da Önder Apo’ya yöneltilen saldırı ile bugün Medya Savunma Alanlarında PKK yönetimine yöneltilen saldırı aynı anlama gelmektedir ve birbirinin devamı olmaktadır. Önder Apo Şam’dan çıkartılarak bir sürek avı ile imha edilip PKK’yi koordinesiz bırakılmaya çalışılmıştır. Komplo böyle bir saldırı olmuştur. Bugün de Medya Savunma Alanlarındaki PKK üstlenmesi ezilerek koordine sistemi imha edilerek PKK’yi yönetimsiz bırakıp parçalamak ve tasfiye etmek istemektedirler. Bunun için NATO sisteminin ortaya çıkardığı bütün teknik güç TC için seferber edilerek TC ve KDP işbirliği ile PKK’ye dönük yıllardır süren azgın bir imha ve tasfiye savaşına dönüştürülmüştür.
Bunlar somut gerçeklerdir. Öyle çok derin bir anlayış sahibi olmaya, çok yönlü yorumlar geliştirmeye gerek bırakmayacak kadar somut, açık gerçeklerdir. Bunu herkes görebiliyor. Hepimiz rahatlıkla anlayabiliriz. Zaten uluslararası komployu planlayan ve yürüten güçler de bu gerçekliği inkâr etmiyorlar. Örneğin, ABD yönetimi inkâr etmiyor. Bundan önceki ABD başkanı Trump bu bakımdan biraz daha fazla açık sözlüydü. PKK yönetimini her fırsatta suçluyordu. Bu anlamda yaptıklarını açıkça ifade etmiş bulunuyordu. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Aslında bu işi yapan ve uygulayan güçlerin kendileri de bunu açıkça söylüyorlar.
Geçmiş tarihsel sürece şöyle bakabiliriz: 1990’lı yılarda, özellikle ‘93’ten ‘98’e kadar benzer biçimde TC devletine başta ABD olmak üzere NATO tarafından her türlü siyasi ve askeri destek verilerek PKK’ye saldırtılıp PKK gerillası ezilmek istenmiştir. O zaman izlenen strateji şuydu: Gerilla ezilip PKK örgütlülüğü işlemez kılınarak Önder Apo’yu yenilgiye uğratmak, Önderlik çizgisini örgütsüz ve gerillasız bırakarak, örgüt ve gerilla ciddi biçimde saldırılarla darbelenip zayıflatılarak Önderlik çizgisini ve gerçeğini etkisiz kılabilmekti. Bunun için 5 yıl boyunca TC devletine her türlü siyasi-askeri destek verildi. Bütün teknik verildi. Savaş suçu anlamına gelen her türlü insanlık dışı yöntemi Kürt halkına ve PKK’ye karşı kullandı. Hepsine göz yumuldu. ABD ve Avrupa tarafından gizliden destek verildi. 17 bin faili meçhul oldu. Hiçbirisi dile getirilmedi. Cenazeler yerde sürüklendi. Sözde Avrupa demokrasisinden çıt bile çıkmadı. Halk üzerinde o kadar katliamlar yapıldı. O dönemde de gerillaya karşı kimyasal silah kullanıldı. Fakat sözde Avrupa demokrasisi çıt bile çıkarmadı. Bunlar niye oluyor bile demedi, gündem yapmadı. Dolayısıyla TC devletinin Kürt halkına, onun öncülüğünü yapan Önder Apo ve PKK’ye kaşı yürüttüğü imha savaşına bu düzeyde destek verdiler.
PKK’den ve Önder Apo’dan halkın desteğini kesemediler
Sonuç ne oldu? Başaramadılar. Ne gerillayı ezebildiler, ne PKK’yi parçalayıp zayıflatabildiler, ne halkın PKK’den ve Önder Apo’dan desteğini kesebildiler, ne de halk direnişini kırabildiler. Tersine onlar saldırdıkça gerilla daha kahramanca direndi. PKK daha çok bilendi. Kürt halkı daha fazla direndi. Önder Apo ve PKK öncülüğünde daha çok kenetlendi. PKK ve Önder Apo’ya katılım daha çok arttı. Baktılar ki böyle başarıya gidemeyecekler, işte o zaman uluslararası komplo dediğimiz, Önder Apo’yu hedefleyen saldırı stratejisini gündeme getirdiler. Madem gerillayı ezemiyoruz, halkı Önderlikten koparamıyoruz, PKK’yi dağıtamıyoruz, o halde Önderliği imha etme biçiminde bir saldırı stratejisi gündeme getirdiler. Uluslararası komplo böyle bir saldırıydı.
Önderliği imha ederek PKK’yi, halkı, mücadeleyi Önderliksiz bırakıp imha ve tasfiye etmek istediler. Dağıtmak istediler. Önder Apo imha edilirse PKK parçalanır, dağılır, Kürt halkının umudu kırılır, direnişten vazgeçer, PKK’ye destek vermez, gerilla dağılır, ezilir sandılar. Böyle hesap ettiler ve bu temelde 9 Ekim 1998’den itibaren bütün saldırıları Önder Apo’nun şahsına yönelttiler.
Zaten 1 Eylül’den itibaren ateşkes süreci de gelişmişti. Açığa çıktı ki ateşkesi isteme yaklaşımlarının hepsi bu komplo planıyla bağlantılıymış. Aslında oyunmuş, hileymiş. Gerillayı ateşkes konumuna çekerek, halkı ateşkes ortamında mücadelesiz kılarak Önder Apo’yu yalnızlaştırıp daha kolay vurmak ve imha etmek istemişler. Bu son derece planlı bir durummuş. Bunları yaratarak Önder Apo’ya saldırmışlar. Bunu bugün daha net görüyoruz.
Bu temelde uzun süre bütün saldırılarını Önder Apo’ya yönelttiler. Bu sefer gerillayı, örgütü ezip Önderliği yenilgiye uğratmak değil de Önderliği imha ederek partiyi, gerillayı yenilgiye uğratmayı hedefleyen bir strateji izlediler. Bunun sonucu 15 Şubat komplosuna gitti. İmralı işkence ve tecrit sistemine gitti. İmralı mücadelesi haline geldi. Uzun süre Önderliğe saldırarak İmralı koşullarını ortaya çıkartarak söz konusu stratejiyi başarıya götüreceklerini sandılar. Ama bu sefer de yenildiler. Ne komplocu imha saldırıları, 9 Ekim imha planı başarılı olabildi, ne idam planları başarılı olabildi ne de İmralı işkence ve tecrit sistemi içindeki çürütme politikası başarıya gidebildi. Önder Apo komplocu yöntemleri de, idamı da boşa çıkardı, İmralı çürütme politikasını da boşa çıkardı.
İmralı mücadelesinde 3. Önderliksel Doğuşu gerçekleştirerek kapitalist modernite paradigmasını, sistemini mahkûm edip ulus devlet paradigmasını aşarak Demokratik Ulus çözümünü gündeme getirdi. Aslında büyük bir zihniyet devrimi, düşünsel devrim, entelektüel devrim gerçekleştirdi. Kürt sorunu için çözüm projelerini ortaya çıkardı ve böylece Kürt sorununa dayanarak sorunun varlığını sürdürerek çıkar sağlamak isteyen çevreleri teşhir etti, yenilgiye uğrattı. Dolayısıyla uluslararası komplo yenilmiştir.
Bugün çeşitli biçimlerde devam ettirilmesinin hiçbir değeri, anlamı yoktur. Uluslararası komplo Önder Apo gerçeğini fiziki, ideolojik ve siyasi olarak imha etmeyi öngörüyordu. Ne fiziki olarak imha edebildi, ne de ideolojik-siyasi olarak imha edebildi. Değil önderliğini engellemek, Önder Apo komploya karşı mücadele içerisinde evrensel bir Önderlik haline geldi. Bütün insanlığın Önderliği oldu. Tüm ezilenlere kurtuluş yolunu gösteren düşünce sistemi, çözüm projeleri ortaya çıkardı. Tüm ezilenlerin Önderi konumuna geldi. Böylece uluslararası komplonun amaçları başarısız kılınmış, komplo yenilgiye uğratılmıştır. Önder Apo’yu imha etmek isteyen komplonun aslında kendisi yenilmiş, parçalanmış, yok olmuştur. Önderlik ise tarihin en büyük gelişmelerini bu zor koşullarda da olsa komploya karşı yürütülen bu mücadele içerisinde sağlamıştır.
Önder Apo’yu İmralı’da yenilgiye uğratamadılar
Şimdi böyle bir durumla da karşılaşınca, söz konusu Önderliksel gelişmeyi İmralı işkence ve tecrit sistemiyle engelleyemeyince yeniden halka, gerillaya, PKK’ye birinci derecede saldırı stratejisini öne çıkardılar. İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde çürütme politikasında başarılı olamayan, Önderliği yenilgiye uğratamayan, İmralı mücadelesini kaybeden uluslararası komplocu güçler bu sefer Önder Apo’yu yenilgiye uğratmak için yeniden gerillaya, halka ve PKK’ye dönük saldırı konseptini öne çıkartmak ve pratikleştirmek durumunda kalmışlardır.
Aslında 2009’dan bu yana yaşanan gerçeklik budur. 2009 yılı bu anlamda bir dönüşüm yılı oldu. 2010’da ise bu durum somutlaştı. Topyekûn faşist bir soykırımcı saldırı ile PKK’yi tasfiye etmeyi, gerillayı ezmeyi, halk direnişini kırmayı hedeflediler. Bunu 23 Ağustos 2005 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında kararlaştırdılar. 2010 yılına kadar AKP-ABD, AKP-ordu uzlaşması, daha doğrusu çeşitli iç mücadelelerle AKP’nin TC’de yönetim haline gelmesi sağlandı. Bu gerçekleştikten sonra da tekrar AKP eliyle, daha sonra MHP ile de ittifak yaptırarak PKK öncülüğünü tasfiye etmeyi, gerillayı ezmeyi, halk direnişini kırmayı hedefleyen topyekûn bir faşist-soykırımcı saldırı konseptini yeniden gündeme getirdiler. Tıpkı ’92-’98 arasında yaptıkları gibi, onun bir benzeri olarak ama ondan daha ileri boyutlarda yeni bir imha saldırısını da 2010 yılından bu yana uyguluyorlar. O da çeşitli aşamalardan geçti. Son bölümü ‘çöktürme eylem planı’ temelinde 24 Temmuz 2015 tarihinde başlatılan saldırı oluyor. O günden bu yana benzer bir imha ve tasfiye amaçlı saldırıyı yürütüyorlar.
Güya Önder Apo İmralı’da ağır tecrit altındadır, PKK zayıflatılırsa, gerilla ezilirse, halk direnişi kırılırsa Önder Apo’nun düşüncelerini uygulayacak bir gücün kalmayacağına, böylece Önder Apo’nun yenilgiye uğratılacağına inanıyorlar. Ama Önder Apo’yu İmralı’da yenilgiye uğratamadılar. Büyük devrimsel çıkış yapmasını önleyemediler. Önder Apo karşısında yenildiler.
Şimdi partiyi, gerillayı, halkı ezerek Önderlik karşısındaki yenilgiyi tersine çevirmek istiyorlar. Önder Apo gerçeğini, parti, gerilla ve halk şahsında yenilgiye uğratmak istiyorlar. Bu temelde bir yandan Önderlik üzerinde her türlü ağır baskı, işkence ve tecridi yoğunlaştırırken, diğer yandan tıpkı doksanlı yıllarda olduğu gibi ABD ve NATO destekli olarak, yine Kürt işbirlikçi ihanetinin desteğini alarak gerillayı ezmek istiyorlar. PKK’yi tasfiye etmek, halk direnişini kırmak için hiçbir ahlaki ve hukuki kural dinlemiyorlar. Bu temelde topyekûn bir soykırımcı saldırı yürütüyorlar. Bunu Bakurê Kurdistan’da, Rojava ve Başûr Kurdistan’a dönük işgal saldırıları olarak yapıyorlar. Zindanda, dağda, şehirde yapıyorlar. Sivil halka; kadınlara, gençlere dönük yapıyorlar. Gerillaya, parti öncülüğüne, yurtdışındaki siyasetçilere dönük yapıyorlar. Diri olanlara karşı yaptıkları gibi şehitlere karşı da yapıyorlar; mezarlıkları tahrip ediyorlar, cenazelere saldırıyorlar. Yani sadistçe her türlü saldırıyı yapıyorlar. Bugün AKP-MHP faşizminin yaptıklarının sadistlikten öte hiçbir anlamı yoktur. Hiçbir insani, hukuki, ahlaki değeri bulunmamaktadır. Tamamen onların aşıldığı bir saldırı durumu var.
İşte Kürt halkı, gerillası, PKK, kadınlar, gençler buna karşı direniyor. Hepsi İmralı direnişi etrafında kenetlenmiş durumdalar. Nasıl Önder Apo tek kişilik bir ordu olarak uluslararası komplo sistemine karşı direndi, kapitalist modernite sistemini yenilgiye uğratan büyük bir düşünsel devrim ortaya çıkartmışsa, ondan ilham alıp onu esas alan Kürt halkı, gerillası, PKK, kadın ve gençlik hareketleri, Kürt dostları da Apocu tarzla donanarak mücadele ediyorlar. Kapitalist modernite sistemini pratik olarak başta Kürdistan olmak üzere dünyanın her yerinde yenilgiye uğratmaya çalışıyorlar. Kapitalist modernite sistemine karşı küresel bir mücadele veriyorlar. Küresel devrim, özgürlük ve demokrasi mücadelesi Demokratik Modernite paradigmasında böyle bir düzey kazanmış durumda. Her türlü zorluğa rağmen buna karşı kadın ve gençlik direniyor. Ülke içinde ve dışında direniliyor. Dört parça Kürdistan’da direniliyor. Zindanlarda direniliyor. Kürt dostları direniyor.
Tabi böyle büyük bir mücadelenin öncülüğünü kahraman Kürt gerillası yapıyor. HPG ve YJA-Star güçleri yapıyor. Her gün, 24 saat Medya Savunma Alanları’nda, Serhat’tan Dersim’e, Mardin’den Amed’e kadar Kürdistan’ın dört bir yanında, dağda olduğu kadar şehirde, Kürdistan şehirlerinde olduğu kadar Türkiye şehirlerinde YPS’nin güçleri, HBDH’nin milisleri kahramanca savaşıyorlar. Büyük zorlukları yeniyorlar, engelleri aşıyorlar. Bedeller ödüyorlar, şehitler veriyorlar. Ama faşist-soykırımcı saldırılar karşısında bir milim bile geri adım atmıyorlar. En küçük bir zayıflık göstermiyorlar. Cesaret ve fedakârlık zirvededir. Kahramanlık zirvededir. Agit ve Zilan çizgisi bugün gerillada zirve yapmış durumdadır. Bütün gerilla Agitleşmiş, Zilanlaşmıştır. Dağdan tünellere kadar böyle kahramanca bir direniş var; mevzide direniyor, gerilla tarzıyla direniyor. Şehirde direniyor. Yani büyük bir savaş var. Kuşkusuz daha fazla savaşmak gerekiyor.
Aslında savaşı dağdan, şehre ve ovaya daha çok yaymak lazım. Sadece örgütlendirilmiş gerillayla değil, tüm halk tarafından yürütülür kılmak lazım, bütün gençler gerilla olmalı, bütün kadınlar gerilla olmalı, herkes Zilan, herkes Agit olmalı. Tüm erkekler Agitleşmeli, tüm kadınlar Zilanlaşmalı. Herkes öz savunma savaşına girmeli. Bu tarihin büyük savaşıdır. Onur savaşı, kutsal savaşıdır. Gerçekten 5000 yıllık erkek-egemen zihniyet ve siyasetten, iktidar ve devlet egemenliğinden kurtuluş savaşıdır. Böyle büyük bir savaşı başarıyla yürütmek ve zafere ulaştırmak için herkes katılım göstermeli. Bu anlamda önemli bir duruş, çizgi var. Her alanda kahramanca bir direniş var. Ama kuşkusuz bunu yeterli görmemek gerekiyor. Bundan onur duymak, şeref duymak lazım. Ama asla yeterli de görmemek gerekli. Her alanda daha fazla geliştirebilmek, daha çok yönlü kılabilmek, yaratıcı olabilmek için çaba harcamak gerekli. Faşist-soykırımcı güçlere karşı her türlü yöntemle mücadele etmek lazım. Onları lanetlemekten, teşhir etmeye kadar tutalım da gözlerini çıkarmaya kadar, tükürükle boğmaya kadar, sokakta gezemez hale getirene kadar her yöntemle mücadele etmeliyiz. Buna kesinlikle ihtiyaç var. Gücü yetenler, faşist terörü kırmak için devrimci şiddet uygulamaktan geri durmamalılar. Devrimci mücadeleyi her yere taşırmalılar. Çivi çiviyi söker misali faşist terörü devrimci şiddetle kırmak, faşist saldırganlığı devrimci direniş ile dağıtmak gerekir. O zaman direnişçi olacağız. Özellikle gençlik bu konuda pasifizmi kesinlikle aşacak. Devrimci gençlik olmayı bilecek. Faşist saldırganlığa karşı anladığı dille cevap verecek. Bunun için de her türlü direniş yöntemini uygulayabilen, direniş aracını kullanabilen bir düzeye kendisini getirecek. Böyle bir noktaya gelinirse bu strateji de boşa çıkartılabilir.
Komplo saldırılarını yürütecek yeni elemanlar arıyorlar
Zaten 11 yıldır bu strateji temelinde saldırıyorlar. Bir sonuç alamadılar. Artık bu da yenilgiye uğrar hale geldi. Şuan komplocu güçler şaşkın ve çaresizdirler. PKK’yi tasfiye ederek, gerillayı ezerek, halk direnişini kırarak, İmralı işkence ve tecrit sistemini ağırlaştırarak Önder Apo’yu yenilgiye uğratma stratejisi de başarısız kalmıştır. İflas ettirilmiş, boşa çıkarılmıştır. Şimdi bunun şaşkınlığı içindeler. AKP’ye, MHP’ye büyük umutlar bağlamışlardı. Onların içine düştükleri durum ortada.
Onlarınki de tam bir yenilgiyi yaşama durumudur. Böylece komplocular şaşkındır. Komplo saldırılarını yürütecek yeni elemanlar arıyorlar. Fakat bulmaları zordur. Çünkü bütün imkânlarını tüketmişler. Sıfırı tüketmek deniliyor ya, o noktaya gelinmiş. Artık komploculuk için deniz bitmiştir. İmkânların sonuna geliniyor. Dolayısıyla komployu tümden yenilgiye uğratacak, Önderlik çizgisinde Kürt özgürlüğünü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini, insanlığın kurtuluşunu sağlayacak bir aşamaya geldik. İnsanlık düzeyinde, küresel düzeyde tarihi bir mücadele yaşanıyor. Bu gerçeği görmemiz lazım.
Komployu ve komploya karşı mücadeleyi günümüzde böyle anlayarak mücadele görevlerine başarı temelinde çok daha güçlü bir biçimde hepimizin sahip çıkması lazım. Bu çerçevede Zendûra direnişçiliği, Werxelê direnişçiliği, Metîna, Zap, Avaşîn savaşçılığı kesinlikle örnek ve öncüdür. Serhatların, Cumalilerin, Tolhıldanların komuta çizgisi esas alınmalıdır. Gerillanın hangi koşullarda yaşadığı, nasıl insanüstü bir savaş verdiği iyi görülmelidir. Bugünün gerillası şahsında insanın yaratıcı gücü, büyük enerjisi eğer doğru işletilirse nasıl bir düzeye sahip olduğu net bir biçimde açığa çıkmıştır. İnsan erdeminden enerjisine kadar günümüz gerillasında her şey belirginlik kazanmıştır, zirve yapmıştır. İnsan yaratıcılığı gerçekten de zirvede seyretmektedir.
O halde bu gerillayı doğru anlamak, gerilla direnişini doğru sahiplenmek, o çizgiyi, tarzı doğru anlayarak her alanda uygular hale gelmek lazım. Gerilla direniyor deyip geçmemek lazım. Evet, direniyor ama nasıl direniyor, hangi koşullarda direniyor, nasıl bir ruh yüceliği ile beyin açıklığıyla, yürek pekliğiyle direniyor? Nasıl bir cesaret ve fedakârlıkla direniyor, duygusu, ruhu, düşüncesi nedir? Zafere kilitlenmesi, özgürlük tutkusu ne düzeydedir? Bu soruları iyi sorarak gerilla gerçekliğini anlamak lazım. Dolayısıyla gerilla öncülüğünü doğru anlamak gerekli. Werxelê kahramanlığını, Zendûra kahramanlığını, Tepêsor kahramanlığını, bir bütün Avaşîn, Metîna, Zap kahramanlıklarını iyi anlayalım. Bunlar sıradan direnişler değil, geçmişte olanların tekrarı değildir. Hepsi yenidir, yeni gelişmeleri ifade ediyor.
Dolayısıyla dikkat edelim AKP-MHP faşizmi her türlü insanlık suçuna başvuruyor, kimyasal silah kullanıyor ama söz konusu gerillayı bir milim bile geriletemiyor, sökemiyor. Dünyanın başına bela olmuş olan AKP-MHP çeteciliği Medya Savunma Alanları’nı işgal etmede başarılı olamıyor. Tam bir çöküş ve çözümsüzlük noktasına gelmiş bulunuyor. Eğer herkes gerillalaşırsa, her alandaki mücadele gerilla çizgisinde yürür, gerilla öncülüğünü esas alırsa AKP-MHP faşizminin işi bitmiş, sonu gelmiştir. Artık onun için çöküşten başka yol kalmamıştır.
Tayyip Erdoğan ABD tarafından uluslararası komployu başarıya götürmesi için görevlendirildi
Gerçekten de AKP’yi, Tayyip Erdoğan gerçeğini doğru anlamak lazım. Tayyip Erdoğan sıradan bir siyasetçi değildir. AKP herhangi bir siyasi parti olarak oluşmamıştır. Bunların 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesiyle bağı vardır; TC’nin ikinci yapılanması, ikinci cumhuriyet denen dönemin temel gücüdürler. Aslında Kenan Evren cuntasının hedeflediği TC’yi Tayyip Erdoğan ve AKP Yönetimi ortaya çıkardı. İkinci cumhuriyet denen sürecin kurucusu AKP’dir. Kenan Evren cuntasından AKP’ye uzanan süreçtir. ANAP bir ara halka görevi gördü, DYP kısmen kullanıldı. Onlar geçiş süreciydiler. Ama esas yapılanmasını Tayyip Erdoğan ve AKP yönetiminde buldu.
Diğer yandan Tayyip Erdoğan görevlendirilmiş bir kişiliktir. ABD tarafından uluslararası komployu yürütüp başarıya götürmek için görevlendirildi. Yoksa öyle sıradan bir siyasetçi olmadı. AKP yine herhangi bir parti değildir; bir yandan 12 Eylül darbesinin kurmak istediği devletin kurucu partisi olurken, diğer yandan uluslararası komployu başarıya götürmek için görevlendirilmiş bir partidir. Zaten 12 Eylül 1980 darbesini de komployu yapan güçler yaptırmışlardı. Darbenin arkasında da ABD vardır, komployu yürüten de ABD’dir. Türkiye’de olup biten her şeyin arkasında ABD’nin, NATO’nun olduğunu söylersek abartılı, yanlış olmaz. Doğrunun önemli bir boyutunu dile getirmeyi içerir. Bu gerçekliği bilmeliyiz. Bu bakımdan komployla bağ içinde değerlendireceksek tabii AKP ve Tayyip Erdoğan komployu başarması için ABD tarafından görevlendirilmiş güçlerdir. Dikkat edelim AKP daha kongresini yapmadan seçim kazandı, hükümet kurdu. Ondan sonra kurucu kongresini yaptı. Türkiye tarihinde başka böyle bir parti var mı? Bütün partilerin tarihi incelensin, yoktur. Belki CHP’nin kuruluşu biraz buna benzer. AKP de benzer özellik taşıyor. 1. Cumhuriyetin kurucu partisi CHP idi, 2. Cumhuriyet denilen sürecin kurucu partisi de AKP oluyor. Bu gerçekliği görmemiz lazım.
Böyle görevlendirilmiş bir güç 20 yıldır görevini başarmak için tabii çok yoğun bir çaba harcadı. Bukalemun gibi renkten renge girdi. Bin bir türlü politika uyguladı. Yeni taktikler geliştirdi. Her türlü yalana, hileye başvurdu. Şiddet uygulamaktan, düşmanlık yapmaktan, sahte dostluğa, oyuna, hileye kadar, parayla, pulla satın almaya, ajanlaştırmaya, özel savaşı, fuhuşu, esrarı, ajanlığı en ileri düzeyde geliştirmeye, gençliği çürütmeye kadar her türlü yönteme başvurdu.
Aslında bu 20 yılın dökümü gerçekten iyi yapılmalı. Evet, doksanlı yılların başı da önemliydi. ‘91’den ’95’e kadar olan dönem; Tansu Çillerlerin, Mehmet Ağarların dönemi, Doğan Güreşlerin dönemi benzerdir. İyi değerlendirilmelidir. O dönemlerde uygulanan özel savaş yöntemlerini kat kat aşan bir özel sistemin, bu 20 yıl içerisinde Tayyip Erdoğan ve AKP çok daha derin bir biçimde geliştirdi ve uygulamaya koydu. Komployu başarıya götürmek, Önder Apo’yu ve PKK’yi yenilgiye uğratmak için böyle bir saldırı içinde oldu. 2005’te söylediklerini unutmayalım. Sahte Kürtçülük yaptılar. “Bu sorun bizim sorunumuzdur, çözeceğiz” dediler. Umut, güven verdiler. Oslo ve İmralı’da görüşmeler yaptılar. Sıkıştıklarında İmralı’ya gittiler. Ama sonuç ne oldu! Hepsi hiledir, yalandır, oyalamadır. Hepsi özel savaş kapsamındadır, hepsi uluslararası komployu başarıya götürmek için geliştirilmiş taktiklerdir. Başka hiçbir anlam, özellik taşımıyorlar.
Ardından gelişen süreci biliyoruz. 2006 yazındaki hilecilik hala unutulmuş değildir. Herhalde ABD’nin, CIA’nın da yönlendirmesiyle oldu. Gerillanın ve halkın gelişen mücadelesinin önünü kesmek için girişimde bulundular. Arkasından 2007-2008 savaşı gelişti. ABD ile anlaşarak, daha doğrusu ortak planlar yaparak içte AKP’yi devlet yönetiminde hükümran kılacak bir saldırıyı 2007-2008-2009 sürecinde gündeme getirdiler. Bunu gerçekleştirdikten sonra da topyekûn faşist-soykırımcı saldırı kapsamında PKK’ye saldırı başlattılar. Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi PKK’ye saldırabilmek için kimlerle anlaşmadı ki, PKK ile bile PKK’ye karşı mücadele etmek için anlaşmaya çalıştı. Defalarca görüşmeler yaptı. Bu düzeyde bukalemun siyaseti yürüttüler. Renkten renge girdiler. Her türlü yönteme başvurup imkânı kullandılar.
Çözüm sürecinde çöktürme eylem planı hazırladılar
Sonuçta 2009 darbesini geliştirdiler. Önder Apo “Darbe mekaniği” dedi. 14 Nisan 2009’dan itibaren demokratik siyaseti imha ve tasfiye amaçlı saldırıları geliştirdiler. 17 Kasım’da Önder Apo’ya dönük saldırıyı üst düzeye çıkardılar. 11 Aralık’ta DTP’yi kapattılar. Belediyelere saldırıları zirveye çıkardılar. 2010’dan itibaren özel savaşın tüm yöntemlerini uygulamaya koydular. Zorlanınca sahtekârca İmralı’ya gidip ateşkes taleplerinde bulundular. Önder Apo’nun, PKK’nin iyi niyetli çözüm üretici yaklaşımlarını kötüye kullanarak kendilerini her seferinde zor durumdan kurtarmaya çalıştılar. 2011 Haziran seçimlerini kazanınca da PKK’yi imha ve tasfiye etmek, gerillayı ezmek için bildiğimiz saldır sürecini başlattılar.
AKP 2012 yılında askeri yöntemlerle başarılı olamayınca tekrar İmralı’ya gidip yeni bir ateşkes talebinde bulundular. 2013’te ‘çözüm süreci geliştireceğiz’ dediler. Hepsinin ne kadar oyun, aldatma olduğunu gördük; bir yandan çözüm süreci derken, diğer yandan çöktürme eylem planları hazırladıkları, en ağır özel savaşçı imha için askeri hazırlık yaptıkları daha sonra açığa çıktı. ‘Savaş sanayisi geliştiriyoruz’ dediler. Türkiye’nin bütün imkânlarını savaşa seferber ettiler.
Aslında Türkiye’nin sadece bugününü değil, gelecek imkânlarını da bu savaşa harcadılar. Şimdi bütçe açığı dedikleri miktar 100 milyarlarca dolardır. Türkiye toplumu onlarca yıl yemese, içmese AKP’nin PKK’ye karşı savaşta ortaya çıkardığı borcu ödeyemez. O duruma getirilmiş. Türkiye toplumu sadece bugün yoksulluk içinde yaşamayacak, gelecekte de bu yoksulluktan kurtulamayacak. Yarın alacaklılar Türkiye toplumunun gırtlağını sıkacaktır. İşte Tayyip Erdoğan yönetimi Türkiye’yi böyle büyük bir felaketin içine soktu. Sadece bugününü karartmadı, geleceğini de kararttı. Böyle felaket bir yönetimdir.
Şimdi bu yönetim 24 Temmuz 2015’ten bu yana her türlü yöntemle çöktürme eylem planı temelinde saldırı yürütüyor. ABD ve NATO destekli olarak MHP ve KDP ile ittifak halinde, Kürt halkına karşı, onun özgürlük güçlerine, gerillasına karşı, PKK’ye karşı topyekûn faşist-soykırımcı bir imha saldırısı yürütüyor. Bu bir gerçek. Burada uygulamadığı yöntem yok. Kullanmadığı araç yok. Yani her türlü hakaretten, onur kırıcı yaklaşımdan, Kürt halkının her türlü kutsal değerine saldırıdan askeri imhaya, linçe, katliama ve işgale kadar her türlü yöntemi uyguluyor.
Evet, yüzyıldır Kürtler üzerinde bir soykırım savaşı, saldırısı var. Çeşitli dönemlerde katliamlar oldu, idamlar yapıldı. Ama hiçbir zaman bu 20 yılda AKP’nin yaptığı saldırılar kadar saldırı yapılmadı. Bu saldırılar içerisinde her türlü hile ve oyun olduğu gibi en ağır baskı ve şiddet oldu. Zindanlar tıka basa dolduruldu. Dağda, şehirde her gün insan katlediliyor. Amansız bir savaş var. Efrîn’den Serêkaniyê’ye kadar işgaller yapıldı. Köyler, şehirler boşaltıldı. Kürtlük yok edilmeye çalışıldı. Medya Savunma Alanlarında, Başûr Kurdistan’da Heftanîn’den Xakurke’ye kadar birçok köy boşaltıldı. Denetim altına alındı, işgal edildi. Yarın buralar ilhak edilecek. Daha da ileriye gitmeyi hedefliyorlar. Bunlar açık gerçekler. Bunları tekrar tekrar ifade etmeye gerek yok. Bunlara karşı yürütülen bir mücadele var.
Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde direniyoruz
Hareket ve halk olarak biz de 1 Haziran 2010’dan itibaren Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde direniyoruz. 31 Mayıs’ta Önder Apo “Artık demokratik siyasi mücadele imkânları kalmamıştır” diyerek görüşmelerden çekildi. 2012 sonunda, 2013 başında tekrar AKP görüşmeler yapmaya çalıştı. ‘Çözüm süreci geliştiriyoruz’ dedi. Yaşanan iki yıllık savaş sonucunda acaba yeni bir siyasi mücadele süreci gelişebilir mi diye Önder Apo buna cevap vermeye çalıştı. Ama kısa süre sonra gördük ki hepsi hiledir, yalandır, aldatmadır. Dolayısıyla herhangi bir stratejik değişim gerçekleşmedi.
24 Temmuz 2015’ten itibaren ise kesintisiz, aralıksız bir savaş sürüyor. AKP, ABD ile anlaşarak böyle bir savaş sürecini başlattı. Yine bu temelde MHP ve KDP ile ittifak yaptı. Altı yılı aşkın süredir kesintisiz, topyekûn bir faşist-soykırımcı saldırganlık var ve biz de buna karşı direniyoruz. Halk olarak, hareket olarak, gerilla olarak İmralı direnişi etrafında direniyoruz. Kahraman gerillamız direniyor, kadın ve gençlik örgütlerimiz, tüm işçiler, emekçiler ve halk direniyor. Türkiyeli dostlarımız direniyorlar. Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi Kürdistan’ın diğer parçalarında ve yurtdışında direniyoruz.
Yani Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelinde topyekûn direniş halindeyiz. Böyle bir direniş önemli bir durum ortaya çıkardı. AKP, kısa sürede sonuç alacağını hesap ediyordu, olmayınca MHP’yle ittifak yaparak bunu gerçekleştirmek istedi. Bunu ‘Başkanlık Sistemine’ dönüştürerek başaracağını sandı. Geldiğimiz nokta AKP-MHP’nin iflasıdır, çöküşüdür, çözülüşüdür. Artık herkes görüyor ki halk desteği kalmadı, dışta şimdiye kadar kendilerine destek veren müttefikleri bile AKP-MHP’nin yürüttüğü soykırım savaşının yükünü kaldıramaz hale geldi. Artık ABD bu yükü taşıyamıyor. Rusya yararlanabileceği kadar yararlandı. Bir süredir Rusya, ABD arasında gidip gelerek, şantaj yaparak, imkânlar yaratıp varlığını sürdürmeye çalıştı. Şimdi bunun da sonuna gelindi.
Rusya şimdiye kadar verdiklerinin karşılığını istiyor. ABD ve Avrupa artık bir NATO üyesi olarak her gün soykırım suçu işleyen AKP-MHP yönetiminin yükünü taşıyamıyor. Arap âlemi gittikçe daha fazla tutum geliştirir oldu. Rojava’ya, Başûr’a dönük, Suriye ve Irak’a dönük işgalleri kabul etmiyor, açık tutum aldı. Değişik dönemlerde Araplarla ittifak geliştireceğini sandı.
Kendileri İhvani-Müslim’e dayanıyorlar. Artık İhvani hareket Arap âleminde yenilgiye uğratılıyor. Mısır’dan en son Fas’a kadar sıfırı tüketti. Fas’taki Adalet ve Kalkınma Partisi seçimde 124 vekilden 5 vekile düştü. İktidar partisi olmaktan muhalefet olamamaya dönüştü. Dolayısıyla AKP çizgisi bölgede iflas etmiş bir çizgidir.
Yine İran’dan çeşitli biçimlerde PKK’ye karşı mücadelede destek almaya çalışsa da giderek gelişmeler orada da çatışmalı durum ortaya çıkartıyor.
Kısaca dış siyaseti tam bir iflas halindedir. Suriye’de çıkmaza, tam bir bataklığa saplanmış durumdadır. İçte ise büyük halk desteğini kaybetti. Kimse geleceğinden emin değil. Tüm toplumsal kesimlerde tepki var. Demokratik mücadeleye daha çok yönelim var. Şimdiden herkes bir seçim olursa Tayyip Erdoğan yönetiminin kesinlikle yok olup gideceğini söylüyor. Dolayısıyla şimdi seçimi nasıl engelleyecek, nasıl bir seçim oyunu oynayacak arayışı içerisine girmiş durumda.
İşte Rojava’yı tehdit ediyor. Suriye üzerinden ABD’yi, BM’yi, Rusya’yı, İran’ı tehdit ediyor. Aslında kendi çıkmazını gösteriyor. Bu nasıl bir çıkmazın içine düştüğünün açık kanıtı. Kısaca artık AKP-MHP için deniz bitmiştir. Sonu çoktan başlamıştır, çöküş süreci yaşanıyor. Ama bu çöküş nasıl olacak, ne zaman olacak böyle bir faşist soykırımcı zihniyet ve siyaset belasından, İhvancı, DAİŞ’çi, El Kaideci zihniyet ve siyaset belasından Türkiye halkları, Kürtler, insanlık nasıl kurtulacak? Şimdi herkes bu soruya cevap arıyor. Artık bu soruya cevap aranır hale gelmiştir. AKP-MHP ittifakı için her şey bitmiş, sona gelinmiştir.
Bu yapının yıkımı nasıl olacak? İşte burada yaratıcılığa, bütünlüklü davranışa, asgari demokratik bir birliğe ve ittifaka ihtiyaç var. Muhalefet bu duruma gelemiyor, dolayısıyla faşizm bundan yararlanarak ömrünü uzatıyor. Çeşitli anlaşmaları var, her ne kadar karşı çıkılsa da gene de NATO vb. güçlerden desteklidirler. Ömürlerini uzatmak için şantajla, kendilerini pazarlayarak çeşitli güçlerden destek almaya çalışıyorlar.
Daha da önemlisi bu faşist-soykırımcı diktatörlüğü yıkacak olan gücün zayıflığından, parçalılığından yararlanıyorlar. Alternatif bir demokratik yönetim bütünlüğü yok, yeterince gelişmemiş. Demokratik birlik yok, etkili mücadele yok. Bundan yararlanıyorlar. CHP vb. güçler gerçekten eskiden iktidar olmak istemiyorlardı. Şimdi herhalde “ABD siz hazırlanın iktidar olacaksınız” demiş, biraz öne çıkmaya çalışıyorlar. Fakat yaklaşımları çok tehlikeli. AKP-MHP’nin siyasetini olduğu gibi yürüterek iktidar olmak istiyorlar. Oysa AKP-MHP’nin sadece kendisi bitmiyor, onların izlediği zihniyet ve siyaset yenilgiye uğruyor. Erdoğan, Bahçeli yürütemezken o siyaseti Kılıçdaroğlu, Akşener nasıl yürütecekler? Dolayısıyla öyle bir iktidar olamaz. Bu gerçekliği göremiyorlar. Onun için demokratik siyaseti geliştirmede zayıftırlar. Türkiye siyasi gerçeğini göremiyorlar. İktidara nasıl gelinebileceği konusunda milliyetçilikten, şovenizmden, Kürt karşıtlığından yeterince kurtulamıyorlar. O ciddi bir handikap. Böyle muhalif gücü geliştirerek iktidar olmak yerine, “AKP çöksün, bir şey kalmasın, istediğimiz gibi biz iktidar olalım” diyorlar. Böyle olmaz.
HDP demokratik ittifakı geliştirmede önemli bir düzey kazandı. Deklarasyonla bir çözüm projesi de sundu. Fakat, topluma daha etkili gitmesi lazım. Çalışma tarzında bir yetersizlik var, bir sınırlılık var. Bir azınlık partisi gibi görünüyor. Hâlbuki üçüncü bloktur. Kendisini yüzde 12-15 oy ile sınırlama var, niye yüzde 35 almasın, yüzde 40 almasın, niye yüzde 75’i hedeflemiyor. İşte burada kendine rol biçmede, misyon biçmede bir darlık, sınırlılık var. Adeta zayıflığı kabul etmiş gibi. Güç diğerlerinin olurmuş gibi bir yaklaşım içerisinde. Oysa ki topluma giden, çalışan, insanlara doğru düşünceleri ulaştıranlar kazanırlar. Diğer muhalif partileri asgari ittifaklarla bir araya getirmede zayıflıklar var.
AKP-MHP faşizmini yıkacak bir fetih savaşına ihtiyaç var
Tabii Halkların Birleşik Devrim Hareketi düzeyinde süren Bakurê Kurdistan ve Türkiye’deki devrimci mücadelenin de zayıflıkları var. Evet, kahramanca direniş var, faşizmi çöküş sürecine getirmiş, yenilginin eşiğine ulaştırmış, kahramanca direniyor, her türlü faşist-soykırımcı saldırganlığı kırıyor. Bunlar birer gerçek. Gerilla, kadın ve gençlik örgütleri, halk böyle direniyor. Dağda ve şehirde böyle. Ama bunlar bir direniş ve faşist-soykırımcı saldırganlığın başarılı olmamasını sağlıyor. Ancak onu yenilgiye uğratacak yaklaşım, tarz ve hamle gerekli. Bunun için de herkesin olduğu her yerde faşizme daha etkili vurması lazım. Yani demokratik siyasetin birliğini, alternatif yönetim kurmak kadar devrimci mücadelenin birlik içerisinde ve daha yaratıcı yöntemlerle daha etkili ve yıkıcı darbeler vuran bir eylem çizgisi geliştirmesine ihtiyaç var. Bunda zayıflıklar oluyor. Hamle yapabilmek, taktik saldırı içinde olabilmek gerekli. Hep savunmada ve direnerek karşı tarafı kırarsın ama sen başarılı olamazsın. Sadece karşı tarafı kıran değil de fetheden olabilmek için hamle yapabilmek, saldırı yapabilmek gerekli. Buna göre yaratıcı eylemler planlayabilmek, ortaya çıkartabilmek ve uygulayabilmek lazım. Bunu dağda ve şehirde yapabilmek gerekli. Devrimci Halk Savaşı Stratejisinin gereği nedir? Herkesin tüm imkânlarıyla faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı çalışması ve direnmesi demektir. Öz savunma savaşını herkesin her yerde en ileri düzeyde uygulaması demektir. İşte bunlarda zayıflıklar var. Bütünlük yok, plan az.
Kahramanca bir direnişçilik var ama hamlecilik, fethedicilik yeterli değildir. Fethedici hale gelmek gerekiyor. Gerçekten de AKP-MHP faşizmini yıkacak bir fetih saldırısına, savaşına ihtiyaç var. Fethedici ruha, hamleci ruha, anlayışa, tarza ihtiyaç var. Bunda zayıflıklar var. Bu zayıflıkları aşabilmek için çabalar vardır. Gerilla büyük bir çaba içinde, parti öncülüğümüz çalışıyor, kadın ve gençlik örgütlerimiz çalışıyor. Uzun bir süredir bu zayıflıkların bilincine varmışız. Bunları aşmak, zayıflığı ve yetersizliği gidermek için çok yönlü bir arayış, yeniden yapılanma, yeni planlamalar ve yeni tarz için yoğun bir çaba var ve bu çaba da önemli bir noktaya geldi.
Artık komploya karşı 24. yıl mücadelesinde kesinlikle hamlesel, fethedici bir mücadele olacak. ‘Dem Dema Azadiyê’ hamlesi temelinde yaratıcı yöntemlerle AKP-MHP faşizmini yıkıp devrimci demokrasiyi zafere taşıyacak bir mücadele yürütülmeli. Böyle olursa faşizm çöker. Komplonun bugünkü durumuna karşı bu temelde bir mücadeleye kesinlikle ihtiyaç vardır. Komploya karşı mücadele, AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleden ayrılmıyor. AKP-MHP faşizmine karşı mücadele, Kürt işbirlikçi, ihanetine karşı mücadeleden ayrılmıyor. Bütün bunları görmemiz lazım ve böyle bir mücadelede Kürdistan’ın ve Türkiye’nin tüm devrimci, demokratik güçlerini bir ittifak temelinde, ortak mücadeleye sevk etmekle ve yaratıcı yöntemlerle, her türlü yaratıcı mücadele yöntemini kullanmayla başarıya ulaşacağını bilip, bu temelde hareket etmek gerekiyor. Bunu yapanlar kazanır. Hareketimiz böyle bir bilinç düzeyindedir ve böyle bir sonucu almak üzere kendisini ve çevresini uzun bir süredir hazırlıyor. Yeni süreçte bunun gereklerini yerine getirebilecek ve AKP-MHP faşizmine yıkıcı, yok edici darbeyi vuracak. Faşizm yıkılacak, tecrit kırılacak, özgürlük kazanılacaktır. Bunun gerisinde bir sonuç kesinlikle var olamaz ve de kabul edilemez.
Bir devrimi savunmanın tek yolu devrimi derinleştirmek ve geliştirmektir
Evet, askerlik bilimi şunu da bize öğreti; en iyi savunma saldırıdır. Bir devrimin savunulmasının tek yolu devrimin derinleştirilmesidir, geliştirilmesidir, büyütülmesidir. Devrim ileri gitmek demektir, yenilik demektir. İlerlemeyen, yenilemeyen, aynı kalan devrim, devrim olmaktan çıkar. Dolayısıyla devrimde savunma yoktur. Bu savunma anlayışı tehlikeli bir anlayış, devrimci bir anlayış değil. Devrimi gerileten bir anlayış. Onun için öncelikle kavramları doğru kullanmalıyız, kavramların içeriğini iyi anlamalıyız. Öyle önümüze konan kavramları olduğu gibi tekrarlayan, bize verilen zihniyeti yiyip yutan, ona göre hareket eden olmamalıyız. Savunma devrimin özelliğine, içeriğine ve çizgisine aykırı. Devrimi büyütürsen, derinleştirirsen, yayarsan, geliştirirsen onu savunmuş da olursun. Ama derinleştiremezsen, büyütemezsen, geliştiremezsen, olduğu yerde durdurursan ne yaparsan yap savunamazsın. Hiçbir devrimci kazanım da olduğu yerde var olanı koruma temelinde ayakta tutulamaz. Öyle kazanım koruması olmaz. Kaldı ki bir kazanımımız da yok.
Rojava’da devrimci bir gelişme var, bu bütün Kürdistan’ın özgür olduğu anlamına gelmiyor. Rojava insanlığın kurtulduğu anlamına da gelmiyor. Bakın, TC her gün saldırıyor, Şam yönetimi de saldırabilir. Uluslararası güçler de saldırıyor, her türlü tehlike altında. Hangi kazanımdan söz ediyoruz. Bir mücadeleden söz edebiliriz. Bir devrimci duruştan, süreklileşen devrimci bir mücadeleden söz edebiliriz. Böyle mücadele etmezsek hiçbir şeyi koruyamayız. Bu tutuculuk içeren, geri çekici olan, daha çok da var olanı yaşama eğilimini yansıtan kavramlardan ve anlayışlardan uzak durmak lazım. Bu anlayışlar Rojava açısından önemli bir tehlike olmaktadır. Bu anlayışlardan kurtulması çok çok önemli, hayati önem arz ediyor.
Diğer yandan Rojava’nın tek başına her türlü çözüme ulaşması anlayışı yanlış. Bunları daha önce de değerlendirdik, eleştirdik. Öyle bir çözüm yok. Derler ya kurtuluş yok tek başına. Rojava öyle tek başına kurtulacak bir yer de değil. Kürdistan’ın özgürlüğü için, Suriye’nin demokratikleşmesi için, Ortadoğu devrimi için önemli bir mücadele alanı. Öyle görmek lazım. Kendini böyle gördüğü ve buna göre pratikleştiği ölçüde sürekli gelişme sağlar. Bu çizgide olur ve bu temelde mücadele eder. Yok, ‘ben mücadele etmeyeyim, bir şeyler ortaya çıktı oturayım, tek başıma yiyeyim, kendimi yaşatayım’ derse, belki bir süre onu yapabilir, ama sonu felaket olur. Öyle bir çözüm anlayışı ve yaklaşımından kurtulmak lazım.
Tabii her yerin özgünlüğü, somutu var. Dolayısıyla kendi özgünlüğünü, somutunu gözetmeli. Ama hiçbir zaman Kürdistan’ın bir parçası, yine Suriye’nin de bir parçası olduğunu unutmamalı. Buradan uzak düşmemeli, bunlardan kopmamalı. Kürdistan devrimini, demokratik Suriye’yi geliştirmek için sürekli çalışmalı. Bunlardan koparak kendimi koruyayım diye değil Kürdistan’ın özgürlüğünü, Suriye’nin demokratikleşmesini geliştirme çizgisini esas almalı. Doğru çizgi kesinlikle budur.
Putin yönetiminin TC’nin İdlib’ten çekilmesini istediği anlaşılıyor
Şimdi komplo Rojava’da nasıl uygulanıyor? Tehlikeler nelerdir? Bu soruya cevap vermek istersek en önemli tehlike Rojava’yı çevreden kopartan, daraltan, dolayısıyla Kürdistan Özgürlük Hareketinden, Suriye Demokratik Hareketinden kopartarak kendisini daraltan yaklaşımdır. Komplo bu anlayışın arkasındadır. Komplocu güçler Rojava Devrimini böyle bir darlığı geliştirerek zayıf düşürmek ve kendine muhtaç kılmak istiyor. Bu gerçeği görmemiz lazım. Dolayısıyla da parça-bütün ilişkisini doğru ayarlamak gerekir. Rojava bir bütün değildir, bir parçadır. Nerenin parçası olduğunu iyi bilmeli, o zaman bütünle-parça diyalektiğini iyi kurabilmeli.
Diğer bir nokta ise, ‘devrimin savunulması’ söylemiyle ilgili. Biz öyle değil de devrimin büyütülmesinden, geliştirilmesinden, aynı zamanda derinleştirilmesinden söz ettik. Devrimin derinleştirilmesi nedir? İdeolojik boyutun öne çıkarılmasıdır, geliştirilmesidir. Toplumsal eğitim ve örgütlendirilmesinin geliştirilmesidir. Toplumsal devrimin, kültür devriminin, politik ahlaki devrimin derinleştirilmesidir. Ahlaki-politik toplumun geliştirilmesi, ahlak devriminin, kültür devriminin derinleştirilmesi demek. Yani Demokratik Modernite Çizgisinin hiç geciktirilmeden tüm boyutlarıyla doğru ve yetkin bir biçimde uygulanmasıdır. Bunun da esası demokratik komün, öz savunmadır. Öz savunmasız komün olmaz, komünal yaşam gelişmez. Komünsüz öz savunma da olmaz. Bireyci, maddi yaşama, paraya dayanarak, ücretli işçiliğe dayanarak öz savunma gelişmez. Orada paralı askerlik gelişir.
O halde öz savunma ve demokratik komün, Demokratik Modernite Çizgisinin pratikleşmesinin esasıdır. Burada devrimin derinleştirilmesi gerekir. Herhangi bir zayıflığa yer vermeden yanlış anlamalara uğramadan, iktidar ve devlet zihniyetini taklit etmeden kendi çizgisini bu temelde doğru ve etkili uygulayabilir hale gelmesi gerekli. Yani ideolojik mücadelesini, siyasi çizgisini, ekonomik-sosyal yaşamını, öz savunmasını, çevreyle ilişkilerini bu temelde geliştirebilmelidir. Daha yaratıcı ve yetkin olmaya ihtiyaç var.
Kuşkusuz AKP-MHP faşizmi bugün de tehdit ediyor. O tehdit hiç ortadan kalkmadı. Tayyip Erdoğan ABD’ye, sonra Rusya’ya gitti. Tabii burada amaç seçimi engelleyecek bir yol, yöntem bulmaktır. Bu Türkiye’de de değerlendiriliyordu. Bunun için de savaş gerekiyor. Savaş için de kendisine en çok zemin sunan Suriye alanıdır. Eğer öyle bir şey geliştirecekse esasta bunu Suriye’de geliştirebilir. Nitekim böyle oldu. Tayyip Erdoğan’ın son açıklamalarında bu gerçeklik görüldü.
Çeşitli komplolar yapılıyor, insanlar vuruluyor, kim yapıyor belli değil. Ama Putin yönetiminin İdlib’ten TC güçlerinin çekilmesini istediği anlaşılıyor. Buna karşı Tayyip Erdoğan yeni yerlere, Kuzey-Doğu Suriye alanına saldırmak istemiş. Öyle anlaşılıyor ki Putin yönetimi tam istediği gibi destek vermemiş. Ama tümden de reddetmemiş. Çeşitli oyunlarla, şantajlarla Rusya’dan destek almaya, ABD’yi de mecbur bırakmaya çalışıyor. İktidar ömrünü uzatabilmesi için seçimleri önleyebilmesi gerekiyor. Bu da daha yaygın bir savaş geliştirmesine bağlı. Bunun için de uygun zemin Suriye alanı görülüyor. Kuşkusuz, ‘bakın bize saldırılar var, güvenliğimiz tehdit altında’ demeleri bir oyun.
Aslında bu saldırıların bazıları kendi oyunlarıdır. Hatırlayalım, Hakan Fidan ne demişti? “Sınırın ötesine geçer birkaç füze atarız TC tarafına, işte saldırı geliyor diyerek savaş ilan ederiz.” Şimdi bazı olaylar sanki buna benziyor. MİT parmağı var gibi. Tayyip Erdoğan da buna dayanarak savaşa başlayacağım diyor. Kısaca tehdit vardır. ABD, Rusya çıkarları neyi gerektirir bilemeyiz. Eskisi kadar Tayyip Erdoğan’ın saldırılarından yana gözükmüyorlar. Ama yarın çıkarları uyuşur, tekrar destek verebilirler.
Daha önemlisi onlar destek vermezlerse de ortalığı karıştırmak için Tayyip Erdoğan yönetimi saldırıda bulunabilir. Çılgınca şeylere girişebilir. Çünkü çöküyor, başka türlü ayakta kalamıyor. İçte zorlanıyor, onların üstünü kapatabilmesi için bu tür girişimlere ihtiyacı var. Denilebilir ki bunlar büyük bir maceradır, çılgıncadır. Sonu ne olur belli olmaz, kendisini yıkıma da götürebilir. Evet, yıkıma da götürebilir, ama zaten ayakta kalamıyor, yıkılma sürecindedir. Belki bununla ayakta kalabilirim deyip, denize düşenin yılana sarılması gibi her yönteme başvurabilir. Şu an AKP-MHP faşizmi, Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli yönetiminin durumu budur. Çünkü 20 yıldır Kürdistan’da, Türkiye’de suç işliyorlar. Türkiye’nin geleceğini karartılar. Artık hesap verme zamanı geliyor. Böyle bir zamanı geciktirebilmek, kendilerini hesap vermekten kurtarabilmek için her türlü çılgınca saldırıya başvurabilirler. Bu bakımdan dikkat etmek lazım, tehditlerin ciddiye alınması gerekiyor.
Dahası tehdit olmasa bile bu anlamda AKP-MHP faşizminin Suriye’ye ve Rojava Kurdistan’ına saldırı tehdidi her zaman vardır. Bunu hep böyle bilmeliyiz. Bu anlamda bir güvenlik sorunu var. Yani ateşkes var deniliyor. ABD ve Rusya ile ateşkes yapılmış, Kuzey-Doğu Suriye yönetimi onlar üzerinden ateşkes yaptığını ifade ediyor. Ama pratikte böyle bir şey görünmüyor. Aslında varsa böyle bir ateşkes pratikte işlemiyor demek lazım. Çünkü her gün çatışma haberleri geliyor, saldırılar var. Demek ki çok tutarlı bir ateşkes konumu yok. Aslında savaş durumu var. Bunu iyi bilmek lazım. O zaman savaş varsa işgalci karşısında, saldırgan karşısında kendimizi nasıl savunacağız? Bunun stratejisini, taktiklerini, tarzlarını iyi geliştirmeli, kendimizi ona göre hazırlamalı ve bu temelde de mücadele etmeliyiz. Rojava Devrimi için buna ihtiyaç var. Evet, mücadele etmek gerekir. İşgal tehditleri ciddi biçimde var. Zaten birçok yer işgal altında, oraların kurtarılması gerekiyor. Yeni yerlere dönük işgal tehditleri var, oraların korunması lazım.
O halde işgalci saldırı karşısında nasıl bir güvenlik stratejisi olacak, hangi tarz, taktikler gelişecek? Bunun iyi geliştirilmesi lazım. Bir direnme hareketini oluşturmak gerekiyor. Öz savunma direnişini her boyutta geliştirmek lazım. Siyaseti buna göre geliştirmek gerekir. Fakat en önemlisi bütün bunları yapabilmek, devrimi geliştirmeye, derinleştirmeye bağlı. Devrimi kültür devrimi haline getirmeye, toplum içerisinde yaymaya, toplum tarafından devrime sahip çıkılır kılınmaya ihtiyaç var. Bu da komünal yaşamı geliştirmek, öz savunmayı örgütlemektir. Bunlar gerçekleştirildiği ölçüde devrim büyür, derinleşir, güçlenir. Güçlenen devrim her türlü saldırı karşısında kendini savunabilen devrimdir. Bütünlüklü bir biçimde ideolojik, siyasi, toplumsal, askeri olarak devrimi geliştirmezsek, güçlendirmezsek, tek boyutta saldırılar karşısında kendini savunsun, devrim ideolojik, toplumsal olarak gelişsin ama ordusu olsun ve o ordu her saldırı karşısında kendisini savunsun dersek olmaz. Böyle bir savunma gerçekleşmez. Geçmiş deneyimler gösterdi ki savunma böyle olmuyor.
O halde o deneyimlerden Rojava Devriminin ders çıkartması lazım. Bu tür işgal saldırıları geçmişte Rojava Devrimine karşı bir tehdit olarak da kullanıldı. Yine ideolojik boyutta derinleşmemesi, Kürdistan bütünlüğü ve Kürdistan Özgürlük Hareketiyle daha fazla ilişkiye girmemesi için adeta bir şantaj, tehdit olarak da kullanıldı. TC Rojava Özgürlük Devriminin ideolojik, örgütsel çizgisini bir tehdit aracı olarak, Demoklesin kılıcı gibi kullanılıyor. Bazı kapitalist modernite güçleri bunu yapıyorlar. Bu gerçeği görüp anlamak lazım. O halde bunun yolu müttefiklerinden kopmak değildir. Dar savunmacılığa düşmek değildir. Tam tersine devrimi derinleştirmeyi, ittifaklarını geliştirmeyi öngörmek ve gerçekleştirmekten geçer. En güçlü savunma ancak böyle mümkün olabilir. Dolayısıyla Rojava Devrimi böyle ayakta kalabilir, rol oynayabilir, kendisini yayabilir. Başka türlü olamaz.
Tabii taktik politikalar üzerinde de durulmalı. Taktik çelişkilerden yararlanabilmeyi bilmeli ama stratejik ilişki ve ittifaklarla taktik ilişki ve ittifakları birbirine karıştırmamalı. Stratejik mücadeleyle taktik mücadeleleri birbirine karıştırmamalı. Taktik boyutu stratejikmiş gibi algılamamalı. Hepsini doğru anlayıp, yerli yerince yaklaşarak mücadele etmeli. Bunları yaparsa önemli rol oynar, kendini geliştirebilir.
AKP-MHP faşizmi çöküş sürecinde, tehditleri var ama öyle uzun vadeli değil. Diğer yandan çeşitli dış güçler çok fazla etkili olmaya çalıştılar. Ama bölgede giderek o durumları zayıflıyor, daha çok uzlaşmacı yaklaşım gösteriyorlar. Rojava Devrimi kendi çizgisinde kendisini örgütlü hale getirirse onu kabul etmek durumunda kalırlar ve uzlaşma ararlar. Bu gerçeği de görmek lazım. O halde imkânları, fırsatları daha fazla var. Evet, tehlikeler var, tehdit ediliyor ama imkânlar, fırsatlar da az değil. Geçmişe göre daha fazla. Doğru stratejik ve taktik yaklaşımlar, politik duruş, pratikleşme, ideolojik-askeri örgütlülüğü, mücadeleyi geliştirme Rojava Devrimini her zaman güçlendirir ve her türlü saldırı karşısında güçlü kılar. Rojava Devrimi gelişip ayakta kaldıkça uluslararası komploya karşı her zaman bir mücadele üssü olarak rol oynayacaktır. Kuşkusuz bu büyük bir gelişmedir. Komploya darbe vuran, komplonun nihai yenilgisine hizmet eden tarihi bir devrimsel gelişmedir.
Uluslararası komploda Kürt işbirlikçileri önemli rol oynadı
Uluslararası komplo saldırısında Kürt işbirlikçiliğinin de önemli bir yeri oldu. Daha somut söylersek Güney Kürdistan’ın mevcut statüsü ve yönetimi uluslararası komplocu güçler tarafından Önderliğe karşı mücadelede kullanılmaya çalışıldı. Aslında PKK’nin Başûrê Kurdistan’da etkili hale gelmesini engellemek için KDP ve YNK’ye Güney Kürdistan yönetimi kurdurtuldu. 1992’ye dönüp bakalım bu gerçeği net görürüz. PKK’ye karşı savaşsın diye Çekiç Güç Operasyonu temelinde ABD ve NATO tarafından TC işin içine aktif katılarak bu statü yaratıldı. 1992 Ekim’inden itibaren de ABD desteğinde TC’yle ittifak halinde PKK’ye karşı savaş açıldı. Aslında komplo olarak süren saldırı daha sonra somutta ’92 Güney savaşıyla başladı. Bu savaşın içinde Kürt işbirlikçiliği vardı. Başta KDP olmak üzere Kürt işbirlikçiliği aktif rol oynadı. Uluslararası komplo saldırısına girişirken de ABD Güney Kürdistan yönetimini etkili biçimde kullandı. 17 Eylül 1998’de KDP ve YNK’ye Washington’da anlaşma yaptırdı. Bu anlaşmanın temel maddesi PKK’nin Başûrê Kurdistan’dan çıkartılması ve terör örgütü olarak görülmesiydi.
Evet, ABD yönetimi komployu kararlaştırdı, planladı ve uyguladı. Ama PKK’ye karşı saldırı kararını KDP ve YNK’ye, Güney Kürdistan yönetimine aldırttı. Onu için şimdi bazı ABD yöneticileri o yönetimin istediğini yaptık diyorlar. Evet, ABD yönetimi Kürt işbirlikçiliğinin isteğini yaptı. Ama o isteği de ABD yönetimi KDP ve YNK’ye, Güney Kürdistan yönetimine aldırttı. Baskıyla, zorla, tehditle bunu yaptılar. Başka türlü destek ve imkân vermeyeceklerini söyleyerek Güney Kürdistan yönetimini PKK’ye karşı savaşa soktular. Onlar da kabul etti ve uyguladılar. Özellikle KDP komploda aktif rol oynadı. Önder Apo ve PKK aleyhine dosyalar sundu. PKK’ye karşı suçlamada kullansınlar diye Roma Mahkemesine ithamlarla dolu mektuplar vermişlerdir. Bunlar elimizde vardırlar. Zaten bunlar basına da yansıdı. İşte PKK hangi suçları işlemiş, Önder Apo nelerle suçlanmalı diye KDP yöneticileri mektuplar yazdılar, belgeler oluşturdular. Bunları İtalya yönetimine, Roma mahkemesine sundular. Önder Apo’nun mahkûm edilmesi için herkesten çok çalıştılar. Dolayısıyla şimdiki politikaları bir tesadüf değil. Geçmişte de KDP benzer saldırıları yaptı ve komplonun önemli temel bir ayağı oldu.
Aslında komplonun yeniden güncellendiği 2018’den itibaren KDP’ye tekrar aynı rol verildi ve aynı saldırı içerisine geçildi. Nasıl KDP 1998-1999’da Önder Apo’ya saldırtıldıysa, şimdi de PKK yönetimine karşı saldırtıldı. Medya Savunma Alanlarındaki üslenmelere saldırtılıyor, yine PKK yönetimine saldırtılıyor. Kuşkusuz saldırtan güç ABD’dir. O zaman da ABD saldırttı, şimdi de ABD saldırtıyor. Bu saldırıda TC bir aracı olarak kullanılıyor. Arkasında Amerika var, Amerika onay vermezse TC, KDP ilişkileri bu düzeyde gelişemez. KDP, TC’yle bu tür ilişkiler kurmaz. Bu tür bir işbirlikçilik ve ihanet içerisine giremez. Kürt toplumundan, PKK’den korkar. Ama ABD isteyince ve zorlayınca böyle bir ihanet içerisinde doludizgin giriyor. Mevcut durumda 2018’den bu yana KDP’nin yaptıklarının Kürt varlığı ve özgürlüğü açısından tam bir vahamet olduğu açıktır. Bunun ne Kürtlükle ne insanlıkla ne milliyetçilikle alakası yok. TC’yle ittifak yapmıştır. Kürt özgürlüğü için savaşan fedai militanları TC’ye ihbar ediyor, vurdurtuyor. Bu biçimde yüzlerce fedai savaşçı katledilmiştir. Geçmiş bilançolar incelenirse bu açıkça görülecek. Bu bakımdan TC’nin bütün suçlarına ortak oluyor.
TC’yi anladık, soykırımcıdır, Kürdü yok etmeye karar vermiş, Kürt düşmanıdır. Ama mevcut izlediği politikalarla KDP de Kürt düşmanı, soykırımı yürüten güç haline geliyor. Özgürlük fedailerini yok etmeye çalışıyor. Xelifan’daki saldırılar bunun açık örneği. KDP mi yoksa başka bir güç mü yapmış diye tartışmaya kalkıyorlar. Xelifan’da başka kim bunu yapacak? Sanki orada başka bir güç var. Şaibe yaratmaya ne gerek var. KDP açıktan ihanetin en büyüğünü yapıyor. Bunu söylemeyen Kürt değildir, Kürt özgürlüğüne hizmet etmez. Bir biçimde işbirlikçi ihanetin kuyrukçusu olur. Dolayısıyla öyle olmamak, o konuma düşmemek için açık ifade etmek lazım.
İşbirlikçi ittifak Başûrê Kurdistan’ı korumuyor
KDP’nin bugün içine düştüğü durum ’98-’99’da yaptığından hiç farklı değil. Daha fazlasını yapıyor, çok daha ileri gitti. Başûrê Kurdistan topraklarını TC’ye yaktırtıyor, yıktırtıyor, köyler boşaltılıyor, ormanı kestiriyor, yaktırıyor. Hepsine KDP yönetimi izin veriyor. Yani Başûr coğrafyasını, Başûr zenginliklerini yok ettiriyor, Başûr halkına zarar verdirtiyor, yeter ki PKK’ye karşı mücadele kapsamında olsun ve TC’nin istediği gerçekleşsin diye bunları yapıyor. Bu çok tehlikeli bir işbirlikçilik, ihanettir. Tarihte bunun yeri yok. Kürtler işbirlikçilikten, ihanetten çok çektiler ama KDP’nin yaptığı gibisini de hiç kimse yapmadı. Bunu net bilmemiz lazım. Bunun anlaşılır ve izah edilir bir yanı kesinlikle yoktur. Deniliyor ki Başûrê Kurdistan’ın çıkarları için, hiçbir alakası yok. KDP, TC’ye muhtaç değil, TC, KDP’ye muhtaç. Bu işbirlikçi ittifak Başûrê Kurdistan’ı korumuyor. Tam tersi köylerini boşalttı, ormanlarını yaktırdı, yıktırdı. Kürt özgürlüğünü katlettiriyor. Bunların Kürt’e herhangi bir faydası var mı, kesinlikle hepsi sahtedir.
Şimdi son Irak seçimi böyle bir ortamda gerçekleşti. Aslında ne kadar somutlaştırıldı bilemiyoruz ama bu seçim TC’nin Başûrê Kurdistan’ı işgal saldırıları altında gerçekleşen bir seçim oldu. Dolayısıyla Irak için de çizgi şuydu: Bu işgal karşısındaki durum ve tutum nedir? Başûrê Kurdistan toprakları, Irak toprakları işgalciye karşı savunuluyor mu? Irak’ın, Güney Kürdistan’ın onuru korunuyor mu, korunmuyor mu? Aslında seçim bu soru temelinde gerçekleşmeliydi. İşgal saldırıları altında gerçekleşen seçimin esas anlamı burada ortaya çıkıyor.
Şimdi dikkat edelim mevcut Irak yönetimi, Güney Kürdistan yönetimi değil işgale karşı durmak, işgalciyle ittifak yaptılar. Değil işgale karşı mücadele etmek işgale karşı direnenleri vurdular. Şengal’de, Medya Savunma Alanlarında, Xakurkê’de ve Heftanîn’de vurdular. Garê’de vuruyorlar. Şimdi böyle bir siyasete toplum onay verir mi, böyle bir siyasetten medet bekler mi? Diyorlar ki kimse sandığa gitmedi, çoğu yerde %20 oranında kaldı. %30’un altına düştü. Katılım oranı %41 diye gösteriliyor, yalandır. Bizce de doğru olan %20’lerdedir, %30’un altındadır. Çünkü toplum bu kadar onursuz değil. Ne Irak halkları ne Başûrê Kurdistan halkı böyle onursuz değildirler, bu siyaseti onaylamazlar. Nitekim sandığa gitmeyerek onaylamadılar. Bu siyasetten, seçimin ortaya çıkaracağı siyaset kurumlarından bir şey beklemediklerini ortaya koydular. Ne beklesinler ki mevcut siyasetin işgal karşısında tutumları ortada. İşgalciyle birleşen bazı maddi çıkarlar için ülkenin bir tarafını işgalciye satandan bir fayda gelir mi, gelmez. Halklar bunu gördü, işgale karşı durdular ve işgale karşı durmayanlara oy vermediler. Onları meşrulaştırmadılar.
Dikkat edelim seçimin kazananı olmadı. Az mı kaybetmiş, çok mu kaybetmiş? Oran böyle belirleniyor, sonuçta herkes kaybetmiş. Dikkat edin, kayıp az mı, çok mu diye ölçüm yapılıyor, yoksa kazanan, ya da kazanmayan diye bir şey yok. Fazla vekil çıkarmışlar, bunlar oy artırarak çıkartılan vekiller değil. Başkaları daha çok oy kaybettikleri için kazanamadıkları vekilleri kaybederek kazanmışlar. Tam da KDP’nin durumu budur. 2018 seçimlerine göre 300 binden fazla oy kaybetmiş durumda. En çok oy kaybettiği yer kale olarak gördüğü Behdînan’dır, Duhok ilidir. 2018’deki oy oranına göre bu seçimde Duhok halkı KDP’ye daha az oy verdi. En çok oy kaybını Duhok’ta yaşadı. Çünkü savaş ordadır. Toplum işgal karşısında KDP’nin durumunu, tutumunu görüyor. Dolayısıyla bütün baskılara, zorluğa rağmen yine de Behdînan halkı, Duhok halkı onurunu korudu. İşgalci karşısında boyun eğen, işgalciye destek veren siyasete, dolayısıyla KDP’ye oy vermedi. Bu çok önemli.
Aslında Irak seçimi değerlendirilecekse bu temelde değerlendirilmeli. Dolayısıyla ortaya çıkan sonucun gerçekten bir anlamı yoktur. Nasıl bir yönetim kurulacak, ne olacak? Bu noktada seçimin nasıl olduğuna bakarak karar vermek lazım. Bu bakımdan gene de şu görülüyor: Biraz böyle işgal karşısında çok ileri düzeyde olmasa da tutum alanlara halk destek verdi. Oy itibarıyla öyle oldu. Şimdi ortaya çıkan sonuçlar ancak köklü bir değişiklikle anlamlı olabilir. Yoksa Irak genelinde de, Başûrê Kurdistan açısından da çok iyi bir durum olacağı, toplum yararına, halklar yararına, özgürlük yararına bir durum olacağı görülemiyor. Ne kadar hükümet kurabilirler belli değil. Komplonun bir parçası olan TC işgalciliğini destekleyen hükümetler de kurulabilir, o risk vardır. Durum biraz da İran, ABD ilişkilerine bağlı. ABD, İran ilişkileri gergin olursa seçim Irak’ta bir istikrar değil bir çatışma getirir. Ama ABD, İran müzakereler yapar, çatışma durumu olmazsa belki de Irak’ta ona göre bir yönetimin ortaya çıkması gündeme gelebilir.
Demokratik devrimin Başûr’da geliştirilmesi gerekiyor
Yoksa bu seçim bir istikrar getirmedi. Tam tersine çelişki ve çatışma durumunu daha da artırdı. İran bir taraftan, ABD bir taraftan kendi çıkarları doğrultusunda yönetim oluşturmaya çalışacaklar. Bu çelişki Irak’a çatışma olarak yansıyacaktır. Aynı şekilde Arap âlemi etkilemeye çalışacak. TC, KDP ve Sünniler üzerinden daha fazla mücadele etmeye kalkacak. Böylece Irak daha fazla çatışmaya sahne olabilir. Her ne kadar Sadır Hareketi Doğu ve Batı’ya karşıyız, biz Irak iradesini geliştireceğiz diyorsa da, gerçekten ne kadar bunu geliştirecek? Bu sadece ABD ve İran karşısındaki tutumla ölçülmez. TC ve ona işbirlikçilik yapan KDP karşısındaki tutumla da ölçülür. Sadır Hareketi’nin ne kadar Iraklı ve yurtsever olduğu TC işgali ve KDP işbirlikçiliği karşısındaki duruşu ve tutumu ile belli olacak.
Mevcut durumda KDP çok oy kaybetti. YNK, diğer güçler de öyle. Başûrê Kurdistan açısından durum biraz daha da vahimdir. Daha fazla sandalye çıkarttığı için KDP Bağdat’taki cumhurbaşkanlığını da almak isteyebilir. TC’yle ilişkilerini daha çok geliştirerek Soran alanını, Süleymaniye sahasını daha fazla etkilemeye yönelebilir. Kısaca Güney Kürdistan’ın daha çok çelişkili ve çatışmalı olacağı açık. YNK, Goran gibi güçler var olacak ve gelişme sağlayacaklarsa bu KDP karşısında tutum almalarına bağlı. Bunun da yolunun TC işgali karşısında doğru tutum almaktan geçtiği, gerçekten yurtsever çizgiye sahip çıkmalarından geçtiği açık. Bunu ne kadar yapacakları bilinemez. Yaparlarsa kendilerini güçlendirirler, yapmazlarsa Goran nasıl sıfırı tüketti, YNK de eğer KDP kuyruğuna takılırsa gideceği yer aynısı olur.
Aldığı milletvekili sayısına dayanarak KDP, TC işbirlikçiliğini daha çok derinleştirecek, bu görülüyor. Herkes dikkatli olmalı. Daha çok mücadeleyle sorunlar çözülecek. Seçim herhangi bir sorun çözmedi. İşbirlikçiliği, işgal karşısındaki boyun eğmeciliği daha da geliştirdi. Onların saldırıları daha çok artacak, o halde çözüm işgale ve onun işbirlikçiliğine karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini daha çok geliştirmekten geçer. Başûrê Kurdistan’da Kürdistan bütünlüğünü öngören, yurtsever çizgiyi esas alan her türlü sömürgeciliğe, soykırımcılığa, işgalciliğe karşı olan çizgiler gelişecek. Bu temelde mücadelenin ortaya çıkması gerekiyor.
Görüldü ki kurtarılmış Kürdistan denilen alan tam öyle kurtarılmış değildir. Yeni mücadelelere sahne oldu, daha fazla olacak. Doğru anlayışlara ve bu temelde yeni demokrasi mücadelelerine ihtiyaç var. Demokratik devrimin Başûr’da geliştirilmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde Başûr’daki yurtsever çizgiye sahip çıkılıp, işgale karşı çıkılırsa, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük güçlerine destek verilmiş olur. Başûr halkının işgal karşısındaki tutumuna uygun bir çizgi izlenmiş olur. Başka türlü olmaz.
Halk seçimde evet oyu vermeyerek işbirlikçi, ihanetçi çizgiyi cezalandırdı. Bu önemli bir durumdur. Ama pasif bir durumdur, yetmez. İleriye götürülmesi lazım. Oy vermeme, seçimi boykot etme durumu işbirlikçi, ihanetçi çizgiye karşı örgütlenme ve mücadele etme, özgürlük ve demokrasi mücadelesini ulusal birlik temelinde daha çok geliştirmeye dönüşmeli.
Kısaca işgale karşı direnenler desteklenmeli. PKK gerillası Metîna’da, Zap’ta, Heftanîn’de, Avaşîn’de, Zagros’ta, Werxelê’de, Zendûra’da Türk işgaline karşı, kimyasal silaha karşı Kürt özgürlüğü için direnenler Başûrê Kurdistan halkı tarafından, siyaseti tarafından daha çok desteklenmeli. Onlarla daha çok birleşilmeli. TC işgaline karşı direnme, Başûrê Kurdistan’ın özgürlüğünün ve demokrasisinin ölçüsü olmalı. Başka türlü doğru bir çizgi ve ölçü olamaz. Bu temelde mücadele edenler kazanırlar. Bağdat seçimlerindeki halkın boykot ettiği o işbirlikçiliğe, işgalciyle işbirliği yapan tutuma karşı Başûrê Kurdistan’ın da, Irak’ın da onurunu Werxelê’de, Zendûra’da, Avaşîn’de, Zap’ta, Metîna’da direnenler korudular. Yaşamlarını ortaya koyan, şehit düşen gerillalar korudular. Irak’ın onuru da onlardır, Başûrê Kurdistan’ın da onuru onlardır. Gelecekleri de bu onur çizgisinde olacak, bu onuru esas alan ve yürütenler böyle bir geleceği gerçekleştireceklerdir. Başûrê Kurdistan çizgisinin de böyle ele almak gelecek açısından böyle bir yeni duruş ve mücadeleyi öngörmek gerekiyor. Bunun da yolu TC işgali karşısındaki tutumdur, duruştur. İşgal karşısındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi kendi öz gücüne dayanarak her türlü bedeli ödemeyi göze alarak yürütmektir. Gelecek, işbirlikçiliğe, ihanete karşı mücadele ederek özgürlüğü ve demokrasiyi savunanların ve yürütenlerin olacaktır.