Yüz elli yıllık bir savaş söz konusudur. Peki bu savaş neyi ifade ediyor? Böyle bir soruya cevap vermek güncel gelişmeleri anlamak açısından önemli olmaktadır. Devlet ve iktidar odaklarınca kapitalist sömürü tarzının önü Avrupa’da açılıyor, dünyanın zenginlikleri Avrupa’da birleştiriliyor. Avrupa’da sermaye birikimi sağlandıktan sonra tekeller ve devletler kendi güç oranında dünya egemenliğini, sömürü egemenliğini yeniden paylaşmak için bir kavgaya tutuşuyorlar. Kapitalist sömürü sistemi önce İtalya’da, sonrasında Hollanda’da, Hollanda’dan sonra da İngiltere’de gelişme sağlıyor. İngiltere dünyanın zenginliklerini sömürerek bir dünya İmparatorluğu kuruyor. Almanya da farklı bir sömürü tarzıyla 19. yüzyılın ikinci yarısında daha yeni ve güçlü bir sermaye birikimi gerçekleştiriyor. Ticaret adı altında yağmayla ele geçirilen söz konusu zenginliklerden Almanya da pay istiyor. Kapitalist modernite düzeni içindeki çelişki ve çatışma esas olarak böyle şekilleniyor. Sosyalistler buna ‘kapitalizmin emperyalist aşaması’ dediler. Esas kavga ham madde kaynaklarını, enerji kaynaklarını ve yollarını denetim altına alma, ele geçirme, sömürüden daha fazla pay almaydı. Avrupa’da biriken sermaye için zengin ham madde kaynakları, enerji kaynakları, pazar, nüfus yoğunluğu Asya’daydı. Dolayısıyla sorun Asya pazarının zenginlik kaynaklarının Avrupa’ya akıtılması oldu. Daha kolay ve kısa yollardan ucuz bir biçimde bu kaynakların sömürüsü hedeflendi. Bunun için farklı sermaye grupları arasında bir mücadele gelişti. Böyle bir mücadele anlaşmalarla çözülemeyince de savaşa götürdü. Sonuçta 2. Dünya Savaşı böyle gelişti.
Hindistan, İngiltere’nin yarı sömürgesiydi. İngiltere, Hindistan üzerinden Asya kaynaklarını daha kolay sömürebilmek için yeni yollar bulmak istedi. Afrika’nın güneyinden gidip Hindistan zenginliklerini Avrupa’ya taşımak zor, masraflı ve çok zaman alıyordu. Böylelikle bu yol projesini öncelikle Osmanlı İmparatorluğu üzerinden gerçekleştirmeyi planlamak istediler, çünkü daha kısa ve masrafı az oluyordu. Abdülhamit döneminde 20. yüzyılın başında bu yönlü bir proje gündeme getirildi ve uzun süre tartışıldı. Osmanlı sultanı Abdülhamit bunu Osmanlılar için bir avantaj olarak gördü ve bunu bir düzeyde kullandı. Daha fazla taviz koparmak istedi ama gittikçe çelişkiler hızlandı.
Yol projesi İngiltere’nin projesiydi. İngiltere, Hindistan üzerinden Asya ticaretini yapmak, Hindistan’a da Osmanlı topraklarından inmek istiyordu. Abdülhamit ise uzun bir süre Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya arasında pazarlık yaptı, sonunda Berlin-Bağdat demir yolunun döşenmesi bakımından Almanya ile anlaştı. İngiliz sermayesi bu yolu Almanya’ya veremezdi, çünkü Hindistan’ı kaybedebilirdi. Böylelikle 1. Dünya Savaşı denilen savaşı başlatmış oldu ve yolun önünü kesti. Önce Mısır’a çıktı, Arap sahasını tuttu, körfeze ve Irak’a girdi. Osmanlı’yla anlaşarak gerçekleştiremediği projeyi Almanlara bırakmadı. Savaş Osmanlı’nın yıkılmasına kadar gitti. Ortadoğu denilen mevcut yapılanma Osmanlı Ortadoğu’su 25 ulus-devletçik olarak şekillendirildi. Hepsi 1. Dünya Savaşı’nın sonuçları olarak ortaya çıktı.
2. Dünya Savaşı da böyledir. Sadece ekonomik boyut ile bakmak yetersiz olacaktır, çünkü sermaye sisteminde sömürü esastır ve her şey sömürü içindir. İdeolojik çalışması da, siyasi çalışası da sömürü ve kâr içindir. Zaten kapitalizm demek azami kâr ve hırsızlık demektir.
Enerji kaynağı Asya’dadır, yol ise Ortadoğu’dadır. O halde bu yol nasıl oluşacak, daha rahat ve kolay sömürü yapabilmek için kimin elinde olacak? Yüz elli yıldır savaş bu temelde yaşanmaktadır. Küresel kapitalist sistem arasındaki iç çelişki ve çatışmaların temelini bu oluşturuyor. Hitler faşistti ama Hitlerin izlediği politika da Alman sermayesinin Birinci Dünya Savaşı’nda izlediği politikaydı. O da Asya ve Hindistan yolunu ele geçirmek istiyordu. Osmanlı Ortadoğu’su devletlere bölünüp denetim altına alınınca bu sefer Kafkasya’dan İran üzerinden Hindistan’a gitmek istiyordu. Alman stratejisi ona göre oluştu ve 2. Dünya Savaşı bu strateji temelinde sürdü. Bu strateji karşısında İngiltere, Amerika ve Sovyetler Birliği anlaşarak İran’da üslendiler. Nasıl ki 1. Dünya Savaşı’nda Arap sahasını tuttular, Osmanlı’yı yıkarak bu projeyi durdurdularsa bu sefer de İran’ı işgal ettiler, projenin önünü kapattılar. Bu temelde Sovyetler Birliği’ni de desteklediler, cephe oluşturdular ve yeniden Almanya’yı yenilgiye uğrattılar. Almanya 2. Dünya Savaşı’nda da başarılı olamadı. Bu savaş günümüze kadar değişik yollarla, değişik biçimlerde sürdü, sömürüler durmadı.
3. Dünya Savaşı da Körfez savaşıyla başladı. 90-91’de Saddam yönetiminin Kuveyt’i işgal etmesiyle ABD körfez üzerinde denetim kurdu. ABD, 150 bin asker çıkartarak Suudi hattını, Körfez çevresini denetim altına aldı. Bu basit bir durum değildi, ABD’nin o zamana kadar bölgede böyle bir askeri gücü yoktu. Ardından 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırılarını bahane ederek Afganistan ve Irak’a saldırdı. Afganistan’ı ve Irak’ı ele geçirdi. Irak’tan gelebilecek olası tehlikeleri ortadan kaldırdı. Irak’ı öyle bir güç olmaktan çıkardı, Afganistan’ı da yol olmaktan çıkardı. Eski İpek Yolu da Afganistan’dan geçiyordu. Çin-Afganistan-İran-Kurdistan-Türkiye-Avrupa bu da bir yoldu, bu yolu da geliştirmek isteyenler vardı. El Kaide, Taliban yönetimleri gerekçe gösterilerek başlatılan Afganistan savaşı da böyle bir yol projesinin sabote edilmesi savaşıydı. Fakat daha sonra ABD’nin Taliban ile karşıt olmadığı ortaya çıktı. El Kaide de zaten kendisinin örgütlediği bir güçtü. Başkalarıyla çatışamıyorsa önceden hazırladığı güçleri gerekçe yapıp bu tür sabote edecek güçleri savaşlarda kullanabildi.
Ukrayna savaşıyla da Karadeniz’in kuzeyinden giden yolu sabote ettiler. Ardından yürütülen çabalar, diplomasi ve mücadelelerle bir anlaşma gerçekleştirdiler ve bunu da Hindistan’da ilan ettiler. Üç yıldır çok yoğun süren diplomasi sonucunda böyle bir anlaşmaya vardıkları görülebiliyor. ABD’de Biden, Trump yönetiminin dünyaya kapalılığına karşı çıkarak yönetime geldi. Biden, ABD’yi dünyaya açma, dünyadaki ABD egemenliğini kurma amacıyla iktidara geldi, bunu açıkça ilan da etti. Ukrayna savaşıyla da Avrupa üzerindeki askeri denetimini güçlendirdi. Avrupa’nın güvenliği için İsveç’i, Finlandiya’yı NATO’ya katarak Baltık Denizini denetime aldılar. Çünkü Avrupa NATO’dan ayrılmakla yüz yüze gelmişti. Almanya ve Fransa Avrupa ordusu kurmaya hazırlanıyorlardı, hatta çekirdek örgütlenmelerini yapmışlardı, bu temelde projelerini oluşturmuşlardı. Macron ‘NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti’ dedi ve ‘NATO artık tarihe karışıyor’ derken tersine NATO Baltık Denizi’ni de denetimine alan bir ABD askeri hegemonyası haline geldi. Geçmişte olduğundan çok daha fazla Avrupa üzerinde ABD’nin askeri denetimi ortaya çıktı.
Avrupa ABD’nin askeri ve ticari denetimine girdi
Bir yandan da Çin’in ve Rusya’nın yol projesini boşa çıkardılar, çünkü o proje uygulanabilir projeydi, en kısa, en hızlı ve en ucuz yoldu, hepsi de hemen hemen kara yoluydu. Çin’den, Rusya’dan Avrupa’ya Berlin’e, Londra’ya, Paris’e ulaştı mı kazançları daha çok artıyordu. Avrupa sermayesi böyle bir ittifaka istekliydi, zaten Rusya ile diğer bazı güçlerle yoğun enerji ittifakları yapmışlardı, onu bu biçimde daha ileriye götürmek istiyorlardı. Bu gerçekleşseydi NATO dağılacaktı ve Avrupa üzerinde ABD denetimi yok olacaktı, Avrupa kendine göre bir irade haline gelecekti. Avrupa’nın Rusya-Çin ilişkileri gelişecekti. Şimdiki gibi ABD etkisi değil, bu ticarete dayalı olarak Çin ve Rusya etkisi gelişecekti. ABD, Ukrayna savaşıyla bu yolu sabote etmiş oldu ve durum tersine döndü. Hem askeri hem de ticari olarak ABD, Avrupa üzerinde etkinliğini geliştirdi. Şimdiye kadar olanlardan çok daha fazla Avrupa ABD’nin askeri ve ticari denetimine girdi. Avrupa, Rusya’dan ve Çin’den kopartıldı. Bu da ABD’nin Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ilan ettiği ‘Yeni Dünya Düzeni’ denilen projesinin uygulanması oluyor. Bazıları bunun için ‘ABD İmparatorluk kurmak istiyor’ dediler. İşte şimdi ABD İmparatorluğu’nun kurulması için adım atıyor. Bu gelişmeler önemlidir. Dolayısıyla Ukrayna savaşını sanıldığı gibi Putin çıkarmadı. Nasıl ki, Saddam kendi isteğiyle Kuveyt’e saldırmadıysa birileri oraya yönlendirdiyse, Putin de benzer durumlar yaşadı. Putin’in de bazı hazırlıkları vardı, ‘Slav Birliği’den bahsediyordu. Yine Rus İmparatorluğu Ukrayna’da kurulmuştu, Ukrayna’nın zenginliklerini bırakmayacağı gibi esas olarak enerji yolunun güvenliğini sağlamak istiyorlardı. O da bir savaşla değil de aslında bir operasyonla Zelenski’yi etkisiz kılmak istedi. Fakat Putin boşa çıkınca savaş gelişti ve yıkım oldu. Sonunda Ukrayna savaşında mevcut haliyle ABD’nin dünya hakimiyeti politikası kazandı. Ukrayna yerle bir oldu, Rusya birçok hedefinden uzaklaştı, Rusya-Çin ittifakının Avrupa’yı kendi yanlarına çekerek ABD’yi yalnızlaştırma politikaları yenilgiye uğradı, ABD askeri ve ticari olarak da kazandı. Rusya ve Çin’i Avrupa’dan uzak tutarak Avrupa’yı denetim altına aldı.
Ukrayna savaşı başladıktan sonra ilk NATO toplantısı bunu tescil ediyor. İsveç’i, Finlandiya’yı da NATO’ya katarak bütün Avrupa’yı NATO’ya bağlayan toplantı olduktan sonra Biden İsrail’e gelerek görüşmeler yaptı, ardından Suudi’ye gidip konferans yaptılar. O zaman ‘ABD, Ortadoğu NATO’su kurmak istiyor. Arap NATO’sunu kurmak istiyor’ dediler. Bir taraftan da Pasifik’teki gerginliği geliştirince ‘Pasifik’te de bir NATO kurmak istiyor’ diye değerlendirmeler oldu. Mevcut son gelişmeler bu adımlar temelinde oluştu. İsrail ve Suudi toplantılarında temel anlaşmaları yaptılar. Dikkat edilirse Suudi’nin Ortadoğu politikasındaki etkinliği çok artmış durumdadır. Çünkü ABD, Suudi’yi 90’da denetime aldı ve orada askeri olarak kendisini güçlendirdi. Aslında bir Suudi Arabistan yoktur, Amerika’nın askeri denetim sistemi var. Suudi hem petrol zenginliğini kullanarak hem de ABD’nin bu durumundan yararlanarak rolünü arttırdı. Yapılan görüşmeler sonrasında Suudi-İran ittifakı gelişti, ardından Mısır-İran görüşmesi oldu, ittifak yaptılar. Almanya ve Mısır en stratejik ekonomik anlaşmalar imzaladılar. Sisi’yi Almanya’ya götürdüler. Fransa, Mısır’dan çıkmaz oldu.
Bu arada Türkiye birçok rahatsızlık gösterse de ABD, NATO çerçevesinde Yunanistan’ı donattı. Askeri olarak güç gönderdiler, tahkim ettiler, Yunanistan’a teknik vererek hazırladılar. İsrail’i ve Suudi’yi de hazırladılar. Sonuçta ABD öncülüğünde İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere Avrupa sermaye çevreleri Asya yolunda ittifak yaptılar. Hindistan’da ilan edilen yol buydu. Türkiye’den, Irak’tan, Körfez’den Hindistan’a gidecek yol 1. Dünya Savaşı’yla sabote edilmişti. Kafkasya’dan giden yol ise 2. Dünya Savaşı sonucuyla sabote edilmişti. Şimdi bu sefer ABD, Yunanistan, İsrail, Suudi üzerinden Hindistan yolunu açıyor, bu yolda bir anlaşma yaptılar, bunu ilan da ettiler. Buna göre çalışmalar başladı. Suudi şimdi kendisini yeniden şekillendiriyor, zaten Prens Salman ‘yepyeni bir Suudi Arabistan kuracağız’ diyerek ilan etti, bu yola göre yeni şehirler kurmak da istiyor. Böylelikle Suudi Arabistan’ı yeniden organize edecekler.
Hegemonik güçler Türkiye’nin Kalkınma Yolu projesini bozdu
Bu yol projesi ilan edilince Türkiye açıktan bunu sabote edeceğini ilan etti ve ‘bizim içinde olmadığımız bir girişime izin vermeyeceğiz’ dedi. Ardından Karabağ savaşını çıkardı. Karabağ savaşıyla güya Zengezor boğazıyla bir alternatif yolu örgütlemek istedi. Azerbaycan, Hazar üzerinden, Orta Asya’dan Türkiye ve Avrupa’ya yol oluşturmak istedi. Türki cumhuriyetlerine dayanarak Orta Asya enerjisini böyle bir yolla Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktaracak bir proje oluşturmak istedi. Rusya ‘bunu destekliyoruz’ dedi. Karabağ’dan Ermenileri sürerek Karabağ’ı Azerbaycan’a verdiler, geriye Ermenistan’ın İran sınırındaki kısmı kalmıştı, oradan karayolunu inşa ederek yolun daha ucuz ve kısa olmasını sağlamak istiyorlardı. Öyle olunca İran ve İsrail devreye konuldu. İsrail, Azerbaycan’ı hareketi geçirdi ve İran, Ermenistan ile anlaşma yaptı. Sonrasında Azerbaycan ve Ermenistan da anlaşma yaptılar ve Türkiye’nin yol projesini böylelikle bozdular.
Aslında imzalanan yol İsrail-Gazze üzerinden Akdeniz’e gitmeyecekti, 2015’te ilk yol hattı, Suudi’den İsrail’e gelince Ürdün, Irak sınırından Kuzey Suriye’den Akdeniz’e girip Kıbrıs’a gidecekti. ABD’nin Kobanê’ye gelişi, DAİŞ’e karşı savaşa katılması, koalisyonun oluşması, DAİŞ karşıtlığı ya da Kürt dostluğu değildi, esas olan bu yol hattını açmaktı. Bu noktada Kürtler yararlanıyorlar diye 2015-2016’da bu yolu sabote etmek için Türkiye devreye girdi. TC, NATO ilişkileriyle çok zorladı. O zaman ABD, Türkiye’nin bu istemine boyun eğdi hem Cerablus’tan Suriye’ye hem de Çelê’den Irak’a dönük resmi sınırdan asker geçirerek işgal saldırılarına izin verdi. Türkiye övünerek ‘terör koridorunu önledim’ diyor ama terör koridorunu önleme gibi bir durum yoktur, gerçek olan enerji yolunu sabote etme girişimidir. Öyle olunca ABD buna evet dedi ve bunu savaşla önlemesini istedi. Böylece ABD savaşı da gerekçe göstererek bu alanın güvenilmez, istikrarsız alan olduğunu ifade ederek daha sonraki Hindistan, Suudi, İsrail, Yunanistan yolunun oluşmasında bu savaş durumundan yararlandı. ‘Burada güvenlik ve istikrar yoktur, o halde bütün sermaye çevreleri en istikrarlı bölge olarak şimdiki bölgeyi seçmelidir’ dediler. Herkes buna ikna edildi. Türkiye, Kürtler faydalanmasın diye kendi sınırından geçecek yolu sabote etti ama kendisi de yol dışında kaldı. Dahil olabilirse Kıbrıs’ta olacak, olamazsa da dışında kalacaktır. Aslında yol kendi sınırından geçecekti halbuki kendisi için daha kârlıydı. Eski İpek yolu gibi işleseydi ve Türkiye sınırlarından geçseydi çok daha kazançlı çıkacaktı ama Kuzey Suriye’den geçseydi de Türkiye’nin kazancı çok olacaktı, fakat Kürtler faydalanmasın diye yolu sabote etti.
Çin’in de projesi vardı. ‘Bir kuşak, bir yol projesi’ adı altında projelendirdiği, sermaye çevrelerine sunduğu, kitaplar haline getirip yayınladığı konulardı. En yakın olan Ukrayna yoluydu. İpek yolu istikrarsız bulunmasına rağmen o da değerlendiriliyordu. Şu andaki yol en uzun ve en masraflı yol olduğu için tercih etmiyorlardı, bu yol güzergahı üçüncü ya da dördüncü sırada yer alıyordu. Öncelikli olan projeler çatışmalar nedeniyle sabote olunca bu yolda anlaşmak durumunda kaldılar. Dolayısıyla İran’ın da bu yol projesinde anlaştığı görülebiliyor. İran’ın, Suudi ve Mısır ile anlaşmaları aslında ABD ile anlaşmaydı. Çünkü yol Hürmüz Boğazı’ndan geçecekti. İran katılmadan ve onayı olmadan bu kadar enerjinin ve ham maddenin Hürmüz Boğazı’ndan geçmesi mümkün değildir.
Bir pürüz olarak Gazze öne çıktı, çünkü yol oradan denize girecek, savaş da onun için çıkartıldı. Zaten ABD ve İsrail buna hazırlıklıydılar. Hamas’ı etkisiz kılıp denetlemek istiyorlardı, sadece bir gerekçe arıyorlardı. Hamas’ın saldırısı tam da böyle bir zamanda oldu. Evet, saldıran Hamas oldu ama kim saldırttı, sorgulanması gereken budur. Hamas’ı saldırtanın Tayyip Erdoğan olma ihtimali çok yüksektir. Nasıl ki Saddam’a yeşil ışık yakıp Kuveyt’e girebilirsin dedilerse, Tayyip Erdoğan da bu yol hattını sabote etmeye hazırdı, çünkü bunu açıktan ilan etmişti. Hamas bazı şeyler yapsa bu yol projesi bozulur diye Tayyip Erdoğan üzerinden Hamas harekete geçirildi. Hamas’ın saldırısına karşılık hemen İsrail-ABD hücuma geçince bu sefer de ateşkes olsun diyerek Hamas’ı kurtarmaya çalıştı. O zaman sormazlar mı, sen ateşkes ilan etmek için mi savaş ilan ettin! Aslında gerçek olan yolu sabote etme girişimiydi. Fakat tuzağa düştüklerini, kendilerini yönlendirdiklerini ilk anda anladılar. Bütün bunları sadece İsrail de yapmıyor, hepsini ABD yapıyor. Daha savaş başlar başlamaz ABD bütün savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e gönderdi ve kuşattı. Nasıl ki Kuveyt’e Saddam girince Körfezi 150 bin askerle tuttuysa, Gazze savaşı gerekçesiyle de bütün savaş gemilerini ve uçaklarıyla Doğu Akdeniz’i tuttu, çünkü yolun geçeceği yerdi. Hem Doğu Akdeniz’in enerji kaynaklarını tutuyor hem yolun güvenliğini tutmuş oluyor.
Rusya biraz itiraz etmek istedi, etkili olamadı. Belli ki Gazze büyük enerji limanı olacak, oradan denize girecekler, Kuzey Gazze’de var olan doğal gaz yatakları da böylelikle ele geçirilmiş oluyor. El Kaide’yi etkisiz kıldılar -nasıl ki, DAİŞ’i etkisiz kılmak için gelip savaşa katıldılar- Taliban’ı etkisiz kılmaya çalıştılar, Hamas’ı da etkisiz kılacaklar. Bunların hepsini ABD örgütlemişti, tüm bunlar Yeşil Kuşak Projesi adı altında, ılımlı İslam Projesi adı altında ABD’nin Sovyetler Birliği’nin etkilerine karşı mücadelede örgütlediği güçlerdi. Kendiliğinden ortaya çıkmış ve Ortadoğu’ya özgü güçler değildi. Önder Apo ‘Bunların hepsi provokasyon güçlerdir. Kapitalist modernitenin, sermaye sisteminin ajanlarıdırlar, Ortadoğu toplumsallığını temsil etme durumları yoktur’ demişti. Bu değerlendirmeler çok önemli değerlendirmelerdi.
Enerji yolunu örgütlemeye çalışıyorlar. Gazze’den, İsrail’den Güney Kıbrıs’a, Yunanistan’a gidecek. Dikkat edilirse deniz yolları çoktur. Hindistan’dan Suudi’ye kadar da denizden geliyor. Tek sorun yolun hem uzun hem de masraflı olmasıdır. Ancak böyle bir yol güzergahında anlaştılar.
PKK zayıflatılmadan yol ilerletilemez
Lübnan parçalıdır, nasıl örgütleyecekler çok net değildir. Hizbullah’ın gövde gösterilerinin çok fazla bir etkisi yoktur. Suriye biraz kritiktir, çünkü bu projeye karşı olan iki güç var. Rusya ve Türkiye’dir. Rusya, Ukrayna’yı kaybetti, Doğu Akdeniz’de itirazını kaybetti. Suriye’den bu projeye dahil olacak mı, karşı mı çıkacak, çatışacak mı, bu belli değildir. Kıbrıs’a gidince de Türkiye gündeme girecektir. Türkiye’yi bu projeye göre yeniden şekillendirecekler. Bunu kabul eden, buna hizmet eden bir yönetim çıkartmaya da çalışabilirler. Öyle olmaz, işler istedikleri gibi yürümese de Türkiye’yi de Suriye gibi bölebilirler. Kısaca sistemle Türkiye arasındaki çelişkiler daha gergin hale gelecektir. Türkiye siyaseti üzerinde daha çok duracak ve yoğunlaşacaklar. Fakat o noktaya gelmeden PKK’yi, kendi karşıtlarını daha çok etkisiz kılmak ve yok etmek isteyecekler. PKK’yi çok zayıflatmadan yolu ilerletemezler, zaten Saddam’ın Bağdat’ta on yıl yaşamasına PKK, Irak’ı almasın diye izin verdiler. Komplo ile Önderliği İmralı’ya götürdüler, ondan sonra da Saddam’a saldırdılar.
Şimdi de Türkiye ile çelişkileri artmadan, o noktaya gelmeden mümkün olan en ileri düzeyde PKK’yi zayıflatmak isteyecekler, öyle bir durumda PKK güçlü kalırsa tümünü sabote edebilir, çünkü alternatif bir projesi var. Öyle bir duruma yol açmamak için KDP’ye, TC’ye verdikleri desteği çok daha arttıracaklar, saldırılarını daha çok yoğunlaştıracaklar. İmralı’daki baskı bu temeldedir. Daha fazla da saldırılarını sürdürmek isteyecekler. Hizbulkontrayı Hamas gibi devreye bunun için koydular. Baktılar ki KDP ile ya da AKP ile PKK zayıflatılamıyor, Hizbulkontra bu temelde devreye konuluyor. Kuzey’de PKK’nin dayanaklarını yok etmek istiyorlar. Nasıl ki Hamas savaş zoruyla Gazze’yi FKÖ’den aldıysa şimdi Kuzey’de Hizbulkontra’yla PKK’nin etkinliğini kırmak için savaşta dahil her şeyi geliştirmek istiyorlar.
Şöyle bir genelleme yapılabilir: 1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu dağıttılar. Fakat savaşın sonuçlanması Lozan’da mevcut TC ile anlaşma temelinde oldu. O da Osmanlı Kurdistan’ının soykırıma uğratılması esasında gerçekleşti. Lozan Anlaşması Kürtlere soykırım getirdi. 2. Dünya Savaşı sonunda İran’da Şahlığı yeniden devreye koydular, destek verdiler, Mahabad’taki gelişmeyi ezdiler. O da Kürtlere soykırım getirdi. Demek ki, savaşların sonuçlarını Kürtler açısından da iyi değerlendirmek gerekiyor.
1. Dünya Savaşı’nın sonucunda Türkiye, 2. Dünya Savaşı’yla da Şahlık yeniden diriltildi, bunların ikisi de Kürt soykırımı üzerine oldu. Gerçekleri olduğu gibi görmek ve ortaya net koymak gerekiyor. Şimdi ne olacak, bu yol örgütlenebilecek mi? Bu yolu örgütlerken İran ve Türkiye’ye nasıl yaklaşacaklar? Tam anlaşmaya mı girecekler? Bu ihtimal de vardır. İran’da ve Türkiye’de 1975 öncesi gibi kendilerine bağlı, istediklerini yapan iki yönetim çıkartabilirlerse Rusya’ya karşı güvence olarak NATO’nun Doğu Kanadı diye tutabilirler. Bu da Kürt soykırımının tamamen gerçekleşmesi üzerinde mümkün olabilir. Bu bir olasılıktır, ihtimal dışıdır denilemez.
Birinci savaşın sonucunda Türkiye, ikinci savaşın sonucunda İran ulus-devlet olarak oluştu. 1979’da İslami Devrim çelişki yaşasa da dahil oldu. Şimdi üçüncüde Arap sahasını güçlendirdiler. Yine Arap ve İsrail ittifakını güçlendirdiler. Projeyi oraya dayandırıyorlar. Bu projeyi ne kadar uygulayabilecekler, sabote mi olacak? Bunlar net değildir. Her şey olmuş bitmiş ve sağlama alınmış da değildir.
Önümüzdeki yıl ABD’de seçim olacak, seçim sonuçları nasıl olacak, ona da bakmak gerekiyor. Mevcut yönetim ve bu politikalar devam edecek mi! Çok temkinli hareket ediyorlar, çünkü sistemin alternatifleri de geçen yüz elli yılda gelişti. Böyle bir sürece girildiğinde önce 1848’de Avrupa devrimleri yaşandı, burjuva öncülüklü demokratik devrim denilen süreçler oldu ama esas olarak bu süreç başladığında 20. yüzyılın son çeyreğine girişte Paris Komünü yaşandı.
3. Dünya Savaşı dediğimiz 90’lı süreçlerde ise PKK’nin Bakur’da serhildanı geliştirme ve Kurdistan’ın diğer parçalarını etkilemeye başlama durumu vardı. Bunlar birbirine paralel oluyorlar. 1. Dünya Savaşı sürecini, Rus devrimcileri değerlendirdiler, fakat bütün alternatif devrimci akımlar o süreçte ve o çelişkilerden ortaya çıktılar. Anarşizm, Marksizm, diğer akımlar bu süreçte ortaya çıkan ve alternatif olarak gelişen güçlerdi.
Kapitalist sistem PKK konusunda çok ihtiyatlıdır
1. Dünya Savaşı ardından Rusya’da Ekim Devrimi’yle daha geniş alternatif olunacağı söylendi, fakat birçok konu tartışmalıydı, teorik tartışmalar yürütüyorlardı. ‘Dünya Devrimi’ dediler, bu olmazsa en azından ‘Avrupa Devrimi’ perspektifi vardı. Lenin, Rusya’da iktidarı almaya yönelirken Avrupa’da devrim olacak ve devrim Avrupa’ya yayılacak umudunu ve inancını koruyordu, öyle ayakta kalacağına inanıyordu. Fakat Almanya ve diğer alanlardaki girişimler başarısız kaldı, devrim yayılmayınca ‘tek ülkede devrim’ diye teoriye dönüştürdüler. Avrupa ve dünya devrim anlayışından vazgeçtiler. İngiltere, Fransa askeri saldırılarla devrimi yıkmak istediler. Buna karşı Sovyetler Birliği, Kızıl Ordu’yu örgütledi. Bunlar aslında Marksist teoride yoktu. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan siyasi-askeri mücadelelerin sonucunda ortaya çıktı. Siyaset ve askerlikteki başarı ya da başarısızlıklar teori haline geldi. Bu kadar büyük bir devlet, diktatörlük, ordu bu saldırılar karşısında kendini koruma anlayışı olarak ortaya çıktı. Alternatif olma iddiasıyla çıktı ama bu tür geri adımlar olunca devrim ileriye gidemedi, ideolojik derinlik sağlanamadı, komünalizmi yaratamadı, sonuçta devletçilik yeni bir kapitalizmi doğurdu. Tekelciliğe karşı çıkıyorlar. Lenin ‘biz tekel ile mücadele ediyoruz ama küçük sermaye her gün yeni tekelleşmelere yol açıyor’ diyor. Dolayısıyla özel mülkiyet konusunu küçük sermayeyi yeniden ele almak gerekir biçiminde değerlendirmeleri var. Saldırıların hepsini devlet mülkiyetiyle, devletçilikle önleyebildiler. O da yetmiş yıl zor yaşayabildi. Fakat bu da bir deneyim oldu. O zaman kapitalist modernite sistemi bu kadar ihtiyatlı değildi. Şimdi ise PKK konusunda çok ihtiyatlıdır. Yeniden benzer bir şeye yol açmamak için çok dikkatli davranıyorlar.
Dikkat edilirse Saddam’ın ordularını kırdılar, Bağdat’a hapsettiler. Bu durum uluslararası komployu düzenleyip Önderliği etkisiz hale getirene kadar on yıl onunla yaşayabildiler. Önderlik mücadele yürütürken Bağdat’a saldırmadılar. Kesinlikle nedeni PKK’nin Güney Kurdistan’ı almaması, Irak’a ve Arap sahasına yayılmaması için yaptılar. Zaten 1991 Çekiç Güç Operasyonu’nun temel amacı PKK’nin Güney Kurdistan’a girişinin engellenmesidir. Bunun için Türkiye’ye ve diğer güçlere de her türlü desteğin verilmesini ifade ediyor. 32 senedir bu anlaşma devam ediyor. Bu temelde ortak saldırı var. Bu konsept hala sürüyor. Şimdi de benzer bir biçimde davranıyorlar. Böyle bir yol oluşturmaya çalışıyorlar. İlk defa bir anlaşma oluşturdular. Yüz elli yıldır sermaye sistemi anlaşamamıştı. Rusya ve bazı güçler bu anlaşmanın dışında kalsa da ana gövde bu yol hattında anlaşmış gibidir. Bu gerçekleşecek mi? Yüz elli yıllık proje bu biçimde hayat mı bulacak. Asya’nın Avrupa tarafından sömürülmesi böyle bir şeyle mi gerçekleşecek? Bunların hepsi yeni durumlardır. Geçmişte böyle projeler vardı ama hiçbir zaman gerçekleşemedi. Şimdi ABD iddialıdır, çok yoğun bir çaba harcıyor, alternatif güçleri daha fazla etkisiz hale getirmek isteyecektir. Çin, Rusya’yı destekliyordu ama Rusya’ya da bağlı değildir, Ukrayna savaşında bu durum daha net olarak görüldü. Daha sonra Çin, Hindistan ve Suudi ile anlaşma yaptı. Çin Başkanı Amerika’ya gitti. Eğer Rusya bir alternatif geliştirir onu kazançlı görürse oraya da gidebilir, bu ayrı ama şu anki durumda yeni yola Çin de bağlanıyor. Ticaret üzerinden geliştirilen böyle bir ittifak ilk defa oluşuyor. Böyle bir başarısı olur mu, 3. Dünya Savaşı’ßnın sonucu böyle bir yolun oluşması mı olacak! Bunlar tartışma gerektiren hususlardır. Dikkatli ve ihtiyatlı hareket ediyorlar. Bu konuda en çok dikkat ettikleri ise PKK’dir. Demokratik modernite alternatifinin önlenmesidir. Bunun için her türlü şeyi de yapabilirler. Böyle bir süreç ciddi tehlikeleri içerdiği kadar yeni imkan ve fırsatlar da gösteriyor. Bunları görerek bu mücadeleyi yürütmek, demokratik modernite çalışmalarını Kurdistan ve diğer alanlarda geliştirebilmek gereklidir.
İran’da eski bloklar zaten dağıldılar, Muhalefet denilen reformcular yok oldular, katı iktidarcılar zayıfladılar. İran’da da politika yeniden karışacak gibidir. Türkiye’de de öyle olacağı görülebiliyor. Kılıçdaroğlu düştü, görüldü ki Kılıçdaroğlu etrafında toplanan muhalefet, iktidarı Tayyip Erdoğan’dan alma muhalefeti değilmiş, tam tersine Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutma muhalefetiymiş. Bu muhalefet dağıldı. Türkiye’de de zorunlu olarak siyaseti yeniden yapılandıracaklar.
Siyasetin ideolojisiz ele alınması, sadece kapitalist sistemi değerlendirip ama alternatifini görmemek tek yanlı oluyor. Siyaseti ideolojiden kopuk değerlendirmek kesinlikle yanlıştır. Mevcut haliyle yeni enerji yolu Türkiye’yi nasıl etkiler ve ortaya nasıl bir politika çıkar, bunu net olarak bilemiyoruz ama hala küçük bir Kürt siyasi varlığını bu sistem kabul etmiş değildir. Güneye gelip yerleşti ama öyle Kürtlerin önünü açmış değildir. KDP’ye yaklaşımı da PKK’ye karşı savaşması içindir.
TC Kurdistan’ın suyunu Kürt soykırımında pazarlık aracı olarak kullanıyor
Tayyip Erdoğan’ın Bağdat’a gidişinden hangi sonuçların çıktığı belki tam olarak bilinmiyor ama askeri olarak pek yeni bir şeyin olmadığı ifade ediliyor. Teröre karşı ortak mücadele anlayışı temelinde PKK’yi yasaklı örgüt ilan ettiler ve ‘topraklarımızda komşularımıza karşı eylemlerin gelişmesine izin vermeyeceğiz’ dediler. Irak’ın kabul ettikleri bunlardır. Onun ötesinde Irak yönetiminin askeri olarak verdiği başka bir şey yoktur, aslında verebileceği bir şeyi de yok, öyle bir gücü de yoktur. Türkiye’nin istediği gibi PKK’ye karşı savaşa katılma gücü de yok, çıkarı da yoktur. Onlar da kendi çıkarlarını gözetiyorlar. Bu bakımdan Zaxo’dan Süleymaniye’ye kadar müşterek güç oluşturma arayışı çok gerçekleşmemiş gibi gözüküyor. Irak yönetimi, KDP, YNK ve Türkmenlerden oluşan bir müşterek güç oluşturup zırhlı birliklerini bu alanlara koyarak tüm Medya Savunma Alanları’nı güneyden kuşatıp kuzeyden de saldırıyla sandviç hareketi biçiminde tümden ezmeyi planlamak istiyorlardı. Böyle bir askeri plana ulaşabilmiş değildir. Fakat Dicle ve Fırat’ın sularını Irak’a karşı tam bir silah olarak kullanıyor. Kürdün suyunu Kürt soykırımında en temel pazarlık aracı olarak kullanıyor.
Su karşılığında PKK’yi yasadışı ilan etmeyi Irak kabul etti. Bir de ticareti geliştirmeyi kabul ettiler. Ticareti geliştirmenin aracı olarak da ‘kalkınma yolu projesi’ diye bir yol projesi ortaya koyuyorlar. Bu yol projesi karmaşıktır. Bunun küresel mücadeleyle bağı var, Tayyip Erdoğan yönetiminin Azerbaycan-Ermenistan üzerinden açmak istediği ancak başarılı olmayan enerji yolu ardından ikinci enerji yolu arayışı Hindistan-Suudi Arabistan, İsrail, Kıbrıs üzeri Yunanistan’a giden enerji yoluna alternatif bir yol arayışıdır. Bunun sistem içi çıkar mücadelesine daha çok geliştireceği, derinleştireceği açıktır. Sadece Özgürlük Hareketi ve Irak’la ilişkin bir boyutu yoktur, aynı zamanda böyle bir boyutu da vardır. Böyle bir kalkınma yolu projesini İran da kabul etmez, ABD ve İsrail de kabul etmez. Zaten bazı Arap devletleriyle birlikte geliştireceklerini ilan ettiler, Kuveyt hemen katılmayacağını açıkladı. Arap Emirlikleri kalıyor. Gazze’deki savaşı oluşturmak istedikleri yol projesinin çalışmalarını denetlemek üzere ABD Dışişleri Bakanı bölgede görüşmelerini sürdürüyor. Türkiye’ninki tıpkı Ermenistan Karabağ savaşıyla yapmak istediği gibi ikinci bir yol arayışı oluyor. AKP-MHP yönetimi alternatif yol geliştirerek o projeyi sabote etmek istiyor. Zaten Hamas’ı Gazze’de savaşa sokarak sabote etmeye çalıştı. Böyle bir ciddi mücadele var.
Diğer yandan daha güncel olarak yol projesi ticaretten daha çok askeri boyutludur. Yol yapıyoruz adı altında daha fazla askeri güç koyacaklar, daha çok yer tutacaklar, daha fazla özel savaş elemanı istihbaratçı yerleştirecekler. Aslında Zaxo-Süleymaniye arasında oluşturmayı öngördükleri müşterek kuşatmayı kendi gücüne ve sözde ticarete dayalı olarak bu yol üzerinden Kurdistan dışı alanda yapmak isteyecek. Onun için çalışıyor. Bu yol Kurdistan’ın dışında oluyor. Halil İbrahim kapısını boşa çıkartıyor. Buna rağmen KDP sonsuz destek veriyor. Demek ki KDP’ye rant veriyorlar, çünkü buradan bir çıkar sağlamayacak, o zaman geriye demek KDP’ye para veriyorlar ki, bu kadar istekli ve razı oluyor. Güney Kurdistan kaybediyor KDP para kazanıyor. Anlaşmaları böyledir. Önder Apo’nun Orta Alan olarak tanımladığı Irak’ta, demokratik ulus çizgisinin en çok geliştirilebileceği alan olarak gördüğü alanı bu biçimde devrimci demokratik gelişmeye kapatmak istiyorlar. İkincisi, oraya daha fazla askeri istihbarat gücü yerleştirerek orası üzerinden Kürt soykırım savaşını yürütmek istiyorlar. Güney Kurdistan ve Irak’taki istihbarata dayalı askeri saldırılarını daha fazla arttırmaya çalışıyorlar. Irak devletinden alamadıkları güçleri kendi güçleriyle sözde yol projesine dayanarak uygulamak istiyorlar.
Şöyle de söylenebilir: Yalnız başına, sadece Kürt özgürlüğünü savunmak yetersizdir, bir bölge devrimini, dünya devrimini, dünyanın demokratikleşmesini öngörmeyen, onunla birlikte olmadan sadece Kürt ulusal özgürlüğünü öngören bir yaklaşım yanlıştır. Kurdistan böyle bir alan değildir. 20. yüzyılda Sovyetler Birliği’ne dayanarak çeşitli alanlarda gelişmiş ulusal kurtuluş hareketleri gibi bir bağımsızlık ve özgürlükler Kurdistan’da olmadı. Önderliğin Roma’ya çıktığında sunduğu 8 Maddelik çözüm projesine karşılık Önder Apo’yu İmralı’ya götürerek cevap verdiler. Bizim bunu iyi görmemiz gerekiyor. Sadece ulusal özgürlük, sadece Kurdistan’da özgürlük hayallerinden vazgeçilmelidir. Bütün bu tarihsel süreçlere ve olaylara baktığımızda bunun böyle olduğu görülüyor. O halde KDP’nin içinde olduğu Kürt işbirlikçiliği ve ihaneti karşısındaki duruşumuz her şeyin belirleyicisidir. Dar bir Kürtçülük var, zayıf oluşmuş ulusal duygular somut gerçeklerden uzak tutuyor. Bu siyasi değerlendirmelerin hepsini Kürt işbirlikçiliği ve ihanetini doğru anlamak ve ona karşı etkili mücadele etmeyle bağlantılandırmak, devrimci demokratik başarının işbirlikçiliği, ihaneti etkisiz kılmaktan geçeceğini çok iyi görmek gerekmektedir.
Bir de Küresel Özgürlük Kampanyası bize şunu gösterdi: Demokratik modernite paradigması bütün dünyada en güçlü taraftar bulabilir. 1970’li yıllarda nasıl ki Kürtlük yok oluyordu, uçuruma gelmişti ve soykırım tamamlanmak üzereyken Apocu düşünceler girdiği yerde taraftar bulduysa şimdi de dünya sanki 70’lerdeki Kurdistan’a benziyor. Mevcut Küresel Özgürlük Kampanyası’nın etkileri onu çağrıştırıyor. 90’da reel sosyalizm çözülünce artık sosyalizmin, komünalizmin gerçekleşeceğine dair umudun, inancın neredeyse yok olma noktasına geldiği bir dünyayı yaşıyoruz. Küçük küçük kalmış gruplar direniyorlar, toplum içinde çelişki çok, kadın ve gençlik yeni arayışlar içerisindedir, bir yandan boğuluyor, bir yandan da var olmak için arayış içerisindedirler. Yeni paradigma bu kesimlere ulaştığında umut oluyor, dirilme yaratıyor. PKK’nin Kurdistan’da doğuşu da böyleydi.