9 Ekim 1998’de Önder Apo’ya yönelik gerçekleştirilen Uluslararası Komplo ile PKK’nin tasfiyesi hedefleniyordu. PKK’nin tasfiyesine dayanarak da Kürt soykırımı gerçekleştirilmek isteniyordu. Uluslararası Komplo’nun 25. yılına girerken Önderliğe karşı gerçekleştirilen Uluslararası Komplo’nun amacının bu olduğu çok net görülüyor. Çünkü, 24 yıllık pratik göstermiştir ki Uluslararası Komplo’yu gerçekleştiren güçlerin amacı Kürt soykırımını sonuca götürmektir.
Önder Apo, 9 Ekim 1998’de ülkeye gelmek yerine Avrupa’ya gitmeyi tercih etti. Önderlik, savunmada “Zaten demokratik çözüm kavramını geliştiriyordum. Avrupa’ya çıkış bunun önünü açabilirdi, öyle değerlendirdim. Ülkeye gidiş savaşı derinleştirecekti, savaşın derinleşmesini zararlı gördüm, barışçıl demokratik çözümü geliştirebilirim düşüncesiyle Avrupa’ya çıkma temelinde karar verdim” dedi.
Önder Apo’nun öyle bir karar vermesinde ‘sahte dostlar’ olarak tanımladığı çevrelerin de etkisi vardı. Böylelikle Önder Apo’nun Avrupa’ya çıkmasını isteyen bazı kişilikler, sonradan NATO elemanı oldukları ya da komployu yürüten güçler tarafından yönlendirildikleri açığa çıktı.
Önder Apo’nun Avrupa’ya çıkışı tarihi bir öneme sahipti. Eğer Avrupa’da çalışma yapabilmesine olanak tanınsaydı, Ortadoğu’nun tarihsel gelişimi farklı bir yöne evrilecekti. Önderliğin Avrupa’ya çıkışı böyle tarihi bir öneme sahip. Avrupa’ya çıkışıyla birlikte Önder Apo hiç gecikmeden Kürt sorununun çözümüne dair 8 maddelik ‘Demokratik Çözüm Bildirisi’ yayınladı. O temelde Kürt sorununun çözümü çerçevesinde Kürt örgütleri de açıklamalar yaptılar, Önder Apo’nun yayınlamış olduğu 8 maddelik demokratik çözüm görüşlerini sahiplendiler ve Kürt sorununun çözülebileceği umudu da gündeme gelmiş oldu.
Önder Apo yine “Kürdistan’a açıldık partileştik, Ortadoğu’ya açıldık ordulaştık, dünyaya açılıyoruz devletleşeceğiz” biçiminde değerlendirmeler de yapmıştı. Tüm bu açıklamalar toplumda büyük bir etki yaratıyordu.
Avrupa, Kürt Sorununu yaratan ve uygulatan bir zemindi
Ancak Avrupa’nın kendisi zaten Kürt sorununu yaratan ve uygulatandı ve Kürt sorunun çözümünü istemiyorlardı. Önder Apo’nun bu açıklamaları onlar üzerinde ürkütücü etkiler yaratıyordu. Komplocu güçler açıktan karşıt bir duruş içerisine girdiler ve saldırı planlarını devreye koydular. Roma’da bulunan Önderlik üzerinden İtalya’ya karşı ambargo gündeme geldi ve Önderliğin Roma’dan çıkarılması için bu güçler tarafından İtalya’ya baskı yapıldı ve her tarafta İtalyan alehine gösteri ve eylemler gerçekleştirildi. Türkiye birçok güce taviz verdi, vaatlerde bulundu. Rusya’ya Mavi Akım Projesini hibe etti. Tüm bunları açıktan yürüttü.
İtalya hükümeti ise güya Kürt sorununun çözümüne ilişkin bazı girişimlerde bulanmak istedi. Aslında İtalya’nın bu girişimi de pastadan pay kapma gibi bir eğilim taşıyordu. Önder Apo Roma’ya gittiğinde dönemin İtalya hükümeti bu temelde yaklaşarak Avrupa Birliği düzeyinde bir siyasi olaya dönüştürmek istedi ve Avrupa Birliği düzeyinde ‘Kürt Konferansı’nın yapılması için girişimde bulundu. Ancak Avrupa Birliği ülkeleri böyle bir konferansın yapılmasını reddedince D’Alema hükümeti durumun hiçte hesap ettikleri gibi olmadığını anladı. Avrupa Birliği ülkelerine ‘Kürt Konferansı’nın’ olmamasını Amerika dayatıyordu. Avrupa Birliği ülkeleri ABD’nin bu istemini yerine getirinece D’Alema hükümetinin planları da boşa çıktı.
Almanya, 1987 yılında Önder Apo’ya ilişkin tutuklama kararı çıkarmıştı, bu tutuklama kararı çerçevesinde Önder Apo Roma’ya gider gitmez Almanya’ya iade talebinde bulunması gerekiyordu. Ve Önder Apo, Avrupa Birliği sınırları içerisine girmişti, çok rahatlıkla Almanya Önder Apo’yu yargılamak için alabilirdi. Çünkü; Avrupa Birliğinin hukuku ve işleyişine göre Almanya açısından böyle bir hak doğmuştu. Fakat Almanya kendi çıkarlarını gözeterek Önder Apo’yu kabul etmedi. Önder Apo’ya ilişkin 1987’de çıkarttığı tutuklama kararını kaldırdı. Sadece tutuklama kararını kaldırmakla da yetinmedi Önder Apo’yu ‘istenmeyen kişi’ olarak ilan etti.
Amerika, İsrail ve Avrupa ülkeleri İtalya hükümeti üzerinde baskılarını arttırdılar. İtalya hükümeti de zor durumdaydı. D’Alema hükümeti, “yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Öcalan kendi rızasıyla başka bir yere gitmek isterse İtalya’yı terk ettiğine dair bir yazılı belge bırakarak ayrılabilir” diye Harekete haber göndermişti. İtalya hükümeti daha fazla risk almak istemiyor ve dikkatli davranıyordu. Olasılıkları ve koşulları değerlendiriyor; ileriki bir süreçte yargılamaların önünü de almak istiyordu. Kendileri açısından Önderliği İtalya’dan atmış ya da kovmuş pozisyonda olmak istimiyorlardı. Önderliğin Roma’dan çıkışını da kendilerince hukuki kılıfa uydurmak istiyorlardı. Önder Apo daha sonra Yunanistan’a dava açtı ama İtalya’ya açmadı. Çünkü Önder Apo ‘İtalya’dan ben kendi rızamla gidiyorum’ diye belge yazıp vermişti.
Önderlik, D’Alema hükümeti üzerindeki baskıları da görmüştü. Önder Apo, Uluslararası Komplo’yu değerlendirirken İtalya için şunun belirtiyor: “Bana dostluk yapmış birilerinin zor duruma düşmesini ahlaki olarak hiçbir zaman uygun bulmadım” dedi. Bu çerçevede Roma’dan çıktığını belirtiyor.
Önder Apo’ya getirilen tekliflerin hepsinin arkasında komplocu güçler vardı
Roma’dan çıkış gerçekleşince Rusya devreye girdi. Daha sonra anlaşıldı ki Rusya’yı devreye koyan da Amerika, İsrail, İngiltere gibi komplocu güçlerdi. Çünkü komployu planlayan ve yürüten güçler Önder Apo’nun amaçlarını ve ne yapmak istediklerini anlamışlardı. Dahası Önder Apo’nun Rusya’ya ve Yunanistan’a önem verdiğini de çözmüşlerdi. Rusya’nın tarihsel bir geçmişi vardı ve Önderlik Rusya’nın bu tarihsel geçmişine oldukça hakimdi. Her ne kadar yakın tarih içerisinde devrim yapılmış ve sonrasında bu devrim çözülmüşse de yine de Rusya biraz sistemin dışında kalıyordu, tümden Amerika’nın ve uluslararası komployu gerçekleştirmek isteyen güçle angaje olmamıştı. Önder Apo Rusya’nın bu durumunu değerlendirerek belki Rusya’da kalma ve çalışma imkanlarını yaratabilirim hesabını da yapmıştı. Yunanistan ise her ne kadar sistemin içerisinde yer alsa da Yunanistan-Türkiye çelişkilerinden yararlanmak istemişti. İşte komplocu güçler Önder Apo’nun bu yaklaşımlarının farkına varmışlardı. Böylelikle komplonun gerçekleştirilmesi için Rusya’yı devreye koymuş oldular. Yine diğer bazı güçlerden Önder Apo’ya getirilen tekliflerin hepsinin arkasında komplocu güçler vardı.
Sonuçta Önder Apo şubat ayı başında özel bir uçakla Kenya’ya götürüldü. Türkiye’ye vererek imha etmek istediler. Ancak kim vurduya getirerek imha etme planında başarılı olamamışlardı. Bu temelde yeni planlarını devreye koydular. Bunun üzerine CIA uluslararası komployu hayata geçirmek için Türkiye hükümeti ile ilişkiye girdi. Sonuçta 15 Şubat 1999’da Önder Apo, Uluslararası Komplo’yla Türkiye’ye verildi.
Komplocu güçler, Önder Apo’nun İmralı tabutluğunda bir şey üretemeyeceğini sandılar
İmralı sistemini oluşturanlar “idam bir sefer öldürür, biz ise her gün bin sefer öldürecek düzeyde bir sistem oluşturmuşuz” biçiminde değerlendirmelerde bulundular. Öyle bir sistem içinde bırakalım ki yaşaması, çalışması, üretmesi mümkün olmasın deniyordu. ‘Her gün bin kez ölünür’ biçiminde oluşturulan sistemin içerisinden Önder Apo’nun hiçbir şey üretemeyeceğini sandılar. Önder Apo, bir şey üretmez ve geliştiremezse PKK’nin ömrünün uzun olmayağının hesabını yaptılar. PKK, bir süre ayakta kalmak için dirense bile giderek erir gider umudu içinde oldular. Örgütsüz kalmış bir Önderliğin de siyasi olarak hiçbir şey yapamayacağını düşünüyorlardı. Böylece Önderlik ve PKK yenilmiş ve tasfiye edilmiş olacaktı. İmralı sistemini zaten bunun gerçekleşmesi için oluşturmuş oldular.
Önder Apo, bu biçimde işlevsiz kılınacak, örgüt üzerindeki hakimiyetini yitirecek, örgüt dağılacak ve TC’de Avrupa Birliğine girmek için gerekli uyum yasalarında değişikliğe giderek Avrupa Birliğine dahil olacaktı. Plan buydu. Kendilerine göre birey olarak ‘Kürt kökenliyim’ biçiminde bireysel haklar temelinde sözde çözüm geliştirmek istiyorlardı. TC kendisini AB’ye bu biçimde kabul ettirdikten sonra PKK’den, Önder Apo’dan kurtulabileceğini hesap ediyorlardı. Böylece Kürt sorunu bir ulus çözümü olmaktan çıkabilir inancındaydılar. Bu da Kürt soykırımının tamamlanmasının başka bir versiyonu oluyordu. Tüm bu hesaplarını pratikleştirmek için de Önder Apo üzerinde tecrit ve baskıyı arttırdılar. Önder Apo ile görüşmeleri giderek sınırladılar.
O dönemde iktidarda olan Ecevit hükümeti AB’ye girmek için yoğun çaba harcadı. AB’ye girmenin koşullarını sonuçlandırma çabasını gösteriyordu. Bu süreci de 2002’de idamı ağırlaştırmış müebbette çevirerek tamamlamak istedi. Yaptıkları yasal değişikliklerle AB’ye girmeyi gerçekleştireceğini sandı, ama olmadı.
Önder Apo savunmaları TC’nin hesaplarını boşa çıkardı
Önder Apo, uluslararası komplonun nasıl sonuca götürülmek istendiğini derinliğine biliyordu. Fakat İmralı gibi bir sistem içerisinde çalışmak, düşünce üretmek, komploya karşı mücadele vermek imkan dahilinde olabilir miydi? Zamana yayarak çürütme politikası yenilgiye uğratılabilir miydi? Birçok çevre böyle bir şeyin olabileceğini hesap edemiyordu. ‘Tarihte benzeri yok’, ‘İmralı sistemi gibi bir ortamda mücadele edilemez’ diyenler oldu. Hatta ‘Önderlikten vaz geçin, böyle olursa PKK kendini tasfiye edecek’ diyenler de az değildi. Önder Apo tüm bunları değerlendiriyordu ve “zor da olsa mücadele etmek durumundayız” dedi. Örgütün ve halkın kendisini izlemesini, kendisine destek vermesini istedi. Kürt halkı da PKK’de Önder Apo’ya inandı, başarabileceğine sonuna kadar emindi, destek verdi.
Önderlik bu doğrultuda zor koşullarda çalışma yürüttü. Son derece örgütlü ve planlı çalıştı. Komployu yenilgiye uğratma mücadelesi içiresine girdi. Bu mücadele temelinde düşünce üretme çalışması yürüttü. Yoğun bir araştırma-inceleme sonucunda yeni düşünce gücünü ortaya çıkardı. AİHM’de görülecek olan davaya savunma hazırlayarak ortaya çıkardığı düşünceleri iki ciltlik kitap halinde “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” ismiyle mahkemeye sundu. Mahkemeye sunulan savunma avukatlar aracılığıyla da topluma, Özgürlük Hareketi’ne ulaşmış oldu. Özgürlük Hareketi’nin elinde Önder Apo’nun yeni düşünceleri vardı. İmralı işkence sisteminde bunun yapılamayacağı öngörülmüştü. Önderlik devletin planladığı öngördüğü sistemi böylece parçalayıp yenilgiye uğrattı. Burada ‘yenilgiye uğrattı’ tanımlaması önem kazanıyor. Çünkü TC’nin ‘bireysel haklar temelinde güya Kürt sorununu çözdüm’ hesaplarını bozmuştu. Dahası Kürt soykırımını tamamlamak isteyen TC’nin politik projesini yenilgiye uğratmıştı.
Daha sonraki önemli ve tarihi gelişmeler paradigma değişimi ile oluyor. Paradigma değişimi aslında 2000’den itibaren İmralı sistemine karşı başlatılan mücadelenin temel içeriğini ifade ediyor.
Komploya karşı direnebilmek ve ona karşı mücadele edebilmek için düşünce gücüne ve bu temelde örgütsel yeniden yapılanmayı gerektiriyordu. Uluslararası Komplo’ya karşı mücadelenin yürütüldüğü ilk yıllarda Önder Apo’nun ‘ideolojik bunalım’ olarak tanımladığı durumun da aşılması söz konusuydu. Çok açık ki var olan düzey ile Uluslararası Komplo yenilgiye uğratılamayacaktı. Uluslararası Komplo’nun yenilgiye uğratılması için ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesi temelinde örgütlenme tarzını bulmak ve geliştirmek hayati önem taşıyordu. Bu temelde Uluslararası Komployu yenilgiye uğratan, Kürt varlığını ve özgürlüğünü zafere taşıyan bir PKK gerçeği ortaya çıkabilirdi. Önder Apo bunu açığa çıkartamasaydı, PKK komplo saldırıları karşısında tutunamayabilirdi. Zaten Uluslararası Komplo’nun çürütme politikası da bunu öngörüyordu.
Önder Apo’nun yeni bir araştırma-inceleme, teorik çalışma yürütmesi de Uluslararası Komplo’nun yenilgiye uğratılmasının olmazsa olmaz çabasıydı. Önder Apo kendisini felsefik, teorik, düşünsel bakımdan yenilemek için yoğun bir çaba içerisine girdi. Öyle sıradan bir çalışma ve yoğunlaşma değildi. Uluslararası Komplo gerçeğini bilince çıkartıp onu yenilgiye uğratacak örgüt ve eylem tarzını ortaya çıkartmayı hedefliyordu. Dolayısıyla Partiyi zafer çizgisinde mücadele edecek bir zihniyete, düşünce gücüne ulaştırmak istiyordu.
Paradigmasal değişim süreci böylelikle başlamış oldu. Önderlik ilk adımı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine verdiği “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” başlıklı savunmayla ilk adımı atmıştı, ama bu adım ilk adımları ifade ediyordu. Süreç yeni adımların atılmasına ihtiyaç duyuyordu. Bu temelde Önder Apo “Demokratik Çözüm” ile “Demokratik Uygarlık” tespitleriyle var olan çelişkili durumun düşünsel çözümünü yaratmada yeni adımlar attı. Bu tespitlerden yola çıkarak arayışını durdurmadı ve giderek amaç-araç uyumunu yeniden gündeme getirdi. Burada ‘amaç’ özgürlüğü ifade ediyordu. Bu da farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, dayanışma ilkelerine yeni anlamlar yüklüyordu. Dahası kadın özgürlüğü temelinde mücadele daha da belirgin hal alıyordu. Daha önceki paradigmada ise öngörülen araç, iktidar ve devlet oluyordu. 1970’lerin sonunda ortaya çıkan pratik duruş, yine 12 Eylül faşist askeri darbesine karşı yürütülen mücadele PKK’nin ayakta kalmasını sağlamıştı. 80’lerin ortasında 3. Kongre’de ortaya çıkardığı bir çözüm düzeyi de vardı. 90’lı yıllarda topyekun özel savaş konsepti karşısında direnme gücünü PKK ortaya çıkarmıştı. Tüm bu deneyimlerden sonuçlar çıkartarak Uluslararası Komplo saldırısı karşısında yeni bir derinlik gerektiriyordu. Açığa çıktı ki var olan derinlik ile Uluslararası Komplo’ya karşı mücadele yürütülemezdi. İşte Önder Apo paradigma değişimini bu esaslar üzerinden başlattı. Burada ilkelerde bir değişiklik yoktur. Burayı doğru anlamak ve anlamlandırmak çok önemli oluyor. İdeolojik ilke ve amaçlarda bir yenilenme vardır. Demek ki paradigma değişimi, ilke ve amaçlarda bir değişim değil, araçta bir değişimdir. Sanki ilke ve amaçlarda bir değişimmiş gibi algılanması yanlış olacaktır.
PKK’nin ideolojik yenilenmesi çok daha derin ve köklü oldu
İlke ve amaçlarda yenilenmeyle birlikte amaç-araç uyumunun sağlanmasını beraberinde getirmiş oldu. Bu da PKK’yi ulus-devlet ideolojisinin tüm etkilerinden kurtulma mücadelesine yöneltti. Çünkü Kürt tarihi ve PKK mücadelesi tarihinden önemli dersler açığa çıkmıştı. Kürt sorununun ulus-devletçi çözümü mümkün olmuyordu ve kapitalist hegemonik güçler özellikle söz konusu Kürt sorunu olunca amansız bir çözümsüzlüğü dayatmaktan da uzak durmuyorlardı. İşte Önder Apo tüm bunları ciddi bir düzeyde sorgulamaya tabi tuttu. Toplumsal yönetimi devlete indirgeyen anlayışı sorguladı ve toplumu devlet ile özdeşleştiren düşünce yapısını eleştirdi. Burada ulus-devlet sadece toplumu değil, bireyi de devletleştirmeyi hedefliyordu. Öyle ki devletsiz bir toplumun olamayacağının zihniyetini kökleştirmek istiyordu. Dolayısıyla Önder Apo “ulus-devlet aracıyla özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, paylaşım, demokrasi kurulamayacağını” belirtti. Sovyetler Birliğinde de ortaya çıkan aynı durumdu. Sosyalizm adına yaptığı uygulamaların hepsi onu kapitalist moderniteye hizmetten öteye götüremedi. Tek farkı ise, gelişen özel mülkiyetçi kapitalizm değil de, devlet mülkiyetine dayalı bir kapitalizmdi. Demek ki kapitalizm, kapitalizmdir, özünde bir farklılık yoktur. Sovyetler Birliği’nin sisteme alternatif olma iddiası onu bu noktaya götürmüştü. Aslında alternatif olma değil de kapitalist modernitenin bir versiyonu haline gelmişti.
Paradigma değişimi yeni bir zihniyet devrimi oldu. Önder Apo “sosyalist partiler devlet odaklı, iktidar endeksli olamazlar. Devlet ve iktidar aracına dayanarak kendi amaçlarını gerçekleştiremezler” dedi. Böylelikle PKK’yi devlet odaklı, iktidar endeksli bir parti olmaktan çıkarmış oldu.
Paradigma değişimi temelinde PKK’nin ideolojik yenilenmesi çok daha derin ve köklü oldu. Ulus-devlet ideolojisinden daha net kopabildi. İktidar ve devlet aracından kopunca ideolojik yenilenmesi, özgür yaşam ilkesi, kadın özgürlüğüne dayalı eşitlik ilkesi, komünal yaşam ilkesi daha çok somutluk kazandı. Bu alanda değişim değil, yenilenme yaşadı. Dolayısıyla ideolojik çizgiyi çok daha belirgin ve güçlü kıldı.
Peki, komplocu güçler neden Önder Apo’ya, PKK bu kadar düşmanlık yapıyor ve yapmaya da devam ediyorlar? Bu soru yakıcı bir sorudur. Kapitalist modernite güçlerinin doğrudan Kürt sorunuyla ilişkisi var. Yoksa Önder Apo’nun Kürt sorununu çözmek için yürüttüğü mücadelede niye bu kadar etkili düşmanlık yapsınlar ki. O halde Kürt sorunuyla tüm güçlerin bağlantısı var. Aslında Ortadoğu’da özellikle Kurdistan’da gelişenler AB’nin ya da ABD’nin güvenliği ile ilgili bir durum değildir, aslında onlara karşı öyle bir tehditte söz konusu da değildir. O zaman PKK Kurdistan’da Kürt sorununu çözmeye çalışırken neden bu çözüm iradesini bir tehdit olarak görüyorlar? Kürt sorununu ortaya çıkartan 20. yüzyıl gerçeğini doğru anlamak gerekmektedir. O zaman Kürt sorunu AB’yi ve ABD’yi bu düzeyde ilgilendirdiğine göre küresel sistemsel bir sorundur ve günümüzde bunun temsilciliğini de ABD yapıyor.
Komplo sömürgeci-soykırımcı sisteme dayanıyor
İmralı tecrit ve işkence sistemini 25 yıldır sürdürüyorlar. Bunu sürdürmekte de ısrarlılar, bu anlamda komployu sürdürmek isteyen güçlerden herhangi bir esnemenin olamayacağının bilinci her zaman büyütülmeli ve derinleştirilmelidir. Çünkü komplo Önder Apo’nun üzerine kurulmuştu, doğal olarak komploya karşı mücadelenin öncüsü de, komployu boşa çıkartmak için yürütülen mücadele yöntemlerinin belirleyicisi de Önder Apo’dur. Çünkü, komplo sömürgeci-soykırımcı sisteme dayanıyor. Kürt varlığını tümden yok etme hedefiyle tam 25 yıldır ABD öncülüğündeki Uluslararası Komplo saldırısı devam ediyor. Önder Apo ve Özgürlük Hareketi, Kürt halkı ve dostları da komployu yenilgiye uğratabilmek için tüm güçleriyle mücadele yürütüyorlar. Burada tekrar vurgulamak gerekiyor ki, 25 yıldır Uluslararası Komplo saldırılarına ve onun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı insanüstü bir direniş Önder Apo tarafından yürütülüyor.
Demek ki soykırım saldırıları altında olan bir toplum söz konusuysa ve sömürgeci-soykırımcı zihniyet öncelikle Önder Apo’dan başlayarak özgür Kürt’e ait ne varsa yok etmek istiyorsa ciddi varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya olunduğu unutulmamalıdır. Böylesi tarihi bir dönemeçte herkese büyük görevler düşüyor. O halde soykırım saldırılarıyla karşı karşıya bulunuluyorsa ona karşı mücadele etme, soykırımı ortadan kaldırma görevleriyle karşı karşıya olunması gerektiği her zaman hatırlanmalıdır. O zaman İmralı işkence tecrit sistemini kıracak düzeyde hamle ruhuyla bu temelde görevlere sahip çıkmak zaferi garantileyecektir.
Bu temelde “Güneşimizi Karartamazsınız” fedai direniş şehitlerini sevgi ve saygıyla anıyorum. Önder Apo fiziki özgürlüğüne kavuşana kadar bütün herkesi özgürlük direnişine daha güçlü katılmaya davet ediyorum.