Kürt halkının kısmen Güney Kürdistan’da bir statü kazanılmış olsa da dört parçada da bir varlık ve tanınma sorunu yaşadığı bilinmektedir. Bugün parçaların özgünlükleri olmakla birlikte büyük bir tehlike dört parça Kürtlerini de beklemektedir. Dahası Kürtler bu tehlikelerle iç içe günlük olarak yaşamaktadır. Bugün Güney Kürdistan’ı bir tarafa bırakırsak, diğer parçalarda Kürtlerin bir halk ve toplum olarak kabul edilmedikleri görülmektedir. Kürtlere herhangi bir hukuki metinde bir hak tanınmadığından Kürtler bir halk olmaktan gelen doğal haklarından hiçbirini kullanamamaktadır. Bu durum şu anlama gelmektedir: Kürtler varlık sorunu olan ve var kalmaya çalışan bir halktır.
Kürtlerin yürüttüğü mücadelenin kutsallığı da zaten buradan geliyor. Kürtler bugün bir varlığın hem de insanlığa çok şey katmış bir varlığın yok olmaması için bir mücadele yürütüyor. Bu varlık ve özgürlük mücadelesinin öncülüğünü ise PKK ve onun çizgisinde hareket eden örgütler üstlenmiş bulunuyor. Bu çizgi ve öncülük Önder Apo çizgisi ve önderliğidir. Bir de Kürtleri yok etmeye çalışanların yanında saf tutan, ama kalıbı Kürt olan bir çizgi vardır ki, bu da kutsalın karşısındaki lanetli durumu ifade eder. Bir taraftan yok edilmek istenen Kürtler diğer yandan ise Kürtlerin yok edicilerinin yanında saf tutan ‘Kürtler!’ Sömürgecilik ve büyük efendiler Kürtleri yok etmek isterken, kimi Kürtler de sayısını artırmak için onlara her türden imkanı sunmakta ve onları beslemektedir. Bu da beraberinde Kürtlerin parçalı bir görünüm çizdiği algısını oluşturmaktadır. Acaba gerçek bu mu? Gerçekten de ortada sömürgecilikten hesap soran, hak talebinde olan iki ayrı Kürt veya çizgi mi var? Gerçekten de yürütülen mücadeleler Kürtlerin varlığını garanti altına alma ve özgürlüklerini elde etmek için mi?
Efendi-uşak ortaklığı olamaz
Her iki taraf da sistem tarafından hedef tahtasına oturtularak yok edilmeye çalışılsaydı, belki söylenenler doğru olabilirdi. O zaman bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ama birbirinden farklı iki mücadele çizgisinden bahsedebilirdik. Ancak mevcut durum öyle değildir. Bir yandan uluslararası güçlerin seferberlik halinde alarma geçerek, esir aldığı ve TC’ye teslim ettiği bir Önderlik gerçeği var; diğer yandan yerel küresel sömürgeciliğin yine bir seferberlik halinde kucaklarında büyüttükleri, besledikleri, güçlendirmeye çalıştıkları bazı bireyler var. Yani sistem açısından yok edilmesi gereken bir çizgi varken, diğer çizgi onlardan biri, onların çizgisidir. Bu çevrelerin Kürt kalıplı olmaları kimseyi yanıltmamalıdır. Bu gerçeği daha çıplak bir şekilde Önderliğimize karşı geliştirilen ve esasında özgür Kürt’ü bitirmeyi amaçlayan 15 Şubat komplosunda görmekteyiz. Bu komplonun değişik amaçları olmakla birlikte en önemli hedeflerinden birinin de “PKK ve önderlik ettiği Özgürlük hareketi yerine alternatif güçler geliştirmek, yerleştirmek” olduğu fazlasıyla anlaşılmış haldedir. Komplonun hemen ardından kimi Avrupa devletlerinin dizlerinin dibinde büyütülen, desteklenen özgürlük hareketinin dışındaki bazı Kürtlerin Atina’ya götürülerek toplandığı hala hafızalarda capcanlıdır. Yapılan planlamaya göre Önderlik yakalanmıştı, Özgürlük hareketi de artık buraya kadar getirebilmişti ve mevcut yönetim bu işi daha fazla götürebilecek durumda değildi ve zaten bu işlerden anlamazdı, dolayısıyla artık her şey bu çevrelere devredilmeliydi. PKK’nin içinden de tasfiyeci ve işbirlikçi çizgide olanlar güçlendirilerek, bu tasfiye süreci böylelikle tamamlanacaktı.
Dikkatlice bakıldığında aynı senaryonun özellikle Özgürlük hareketinin dışındaki bölümü olduğu gibi sürmektedir. Otuz yılı aşkın bir süre Batılı devletlerin kucağında yaşayan, Kürtler için hiçbir şey yapmamış ve bu nedenle de hiçbir şeyi olmamış kişiler AKP’nin Kürt soykırımını gerçekleştirme politikaları çerçevesinde ülkeye dönüş yaptılar. Bu kişilerin ülkeye dönüşlerinin hikayesi de hayli ilginç. Varlık gerekçesini hak talebinde olan Kürtleri yok etmek üzerine kuran ve Kürtlerin tüm temsilcilerini zindanlara atan, yaşamın tümünü Kürtler için zindana çeviren soykırımcı bir hükümetin “Kürtçe medeniyet dili değildir. O nedenle okullarda eğitim dili olmamalıdır…” diyen bir başbakan yardımcısının özel girişimleriyle ülkeye getiriliyorlar. AKP ve genel olarak da TC devleti eğer Kürtlerin haklarını kabul etmiş, hatta yapıp ettiklerinden dolayı Kürtlerden özür dilemiş, ülke demokratikleşmiş olsaydı, o zaman bu kişilerin ülkeye bu hükümet tarafından davet edilmesinin, hatta kapıda bakanlar tarafından karşılanmalarının günah çıkarma, kendini affettirme temelinde bir anlamı olabilirdi. Ancak gerçekleşen tam tersi bir durumdur. Açık ki bu geliş normal, halkların çıkarları temelinde bir geliş olmamıştır. Tamamen sömürgeciliğin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta, bir ortaklık anlamına gelmektedir. Yani bir olup talepleri olan, özgür Kürt’ün üzerine gelme, onu tasfiye etme operasyonu çerçevesinde bir ortaklıktır. Ancak şunu da belirtmekte fayda vardır, egemenin dizinin dibindeki, iradesi tümden yok edilmiş, celladı için çalışan ve onursuzluğu yaşam tarzı haline getirmiş birinin ceberut efendisiyle acaba yapabileceği bir ortaklık var mıdır? Açık ki yoktur, çünkü ortaklık bir güç dengesini gerektirir. Bir ortaklıktan ziyade, ortada bir efendi uşak ilişkisi vardır.
Efendiler hedeflerine ulaşabilmek için Kürt olan uşaklarına alan açıyorlar. Onlara parti kurduruyorlar, ekonomik destek veriyorlar, onların reklamlarını yapıyorlar. Özcesi onları büyük adamlar olarak göstermek için hayli çabalıyorlar. Çünkü ne de olsa insanlar ‘büyük insanların peşinden giderler. Bu kişileri özel savaşın en etkili aracı konumundaki medyada konuşturuyor, bunlara yazdırıyorlar. Şöyle bir dönüp bu kişilerin gündeme gelmelerinin nedenine bir bakılsa hemen Kürtlerle mi yoksa sömürgecilikle mi mücadele içinde oldukları anlaşılır. Saflarını netleştirmek hiç de zor değil. Medya BDP gibi milyonların oyunu almış, milletvekilleriyle mecliste temsil edilen bir partiye tam bir ambargo uygularken, ülkede demokratikleşmeye dair yazıp çizen, konuşan herkesi tasfiye ederken, basın yayın organları bunlara kucaklarını açmış durumda. Herhalde bunun nedeni, onların çok zeki ve büyük insanlar olmaları değildir. Bunların görevi Önderliğimize, Özgürlük hareketine ve özgür Kürt’e küfretmek, saldırmak ve bu çizgiyi karalamaktır. Bu kesimler sadece ve sadece bunun için vardırlar.
Peki, bu kadar hainlik neden? Bu düşmanlık, onursuzluk ve iradesizlik nereden geliyor, bunun kaynağı ne? Açık ki bunun da tarihle doğrudan bir bağı var ve bu adeta binyılların bir sorunu olmuş haldedir.
Enkidu’nun çocukları
Bu hainlerin tümünün babası Enkidu’dur. Enkidu ilk Kürt hainidir. Onun karakteristik özellikleri bir genetik kodlama biçiminde sonraki tüm hainlerde yer etmiştir. “Hainlik; kendi toplumsal ve milli gerçeklerini işgal etmeye, fethetmeye, bastırmaya, sömürmeye, imha ve tasfiye etmeye yönelen, düşman diye tabir edebileceğimiz güce itaat etmek üzere, kendi gerçekliğinden kopma, ona ters düşme ve ona karşı savaşmaya verilen ad oluyor. Hain ise, bunu temsil eden kişiye deniliyor.”
Hain kendi topluluğundan kopmuş, ona ters düşmüş ve ona karşı savaşan kişidir. İçinden çıktığı toplumun düşmanının saflarına geçerek, kendi öz toplumuna karşı cephe almış kişidir. En genel anlamıyla başkalaşmış, düşmanlaşmış kişidir. Bu kişi bencilliğin doyumsuz girdabında boğulmuş kişidir. O artık herhangi bir iradesi olmayan, sadece kendisine söyleneni yapan bir itaatkardır. Yaşamayı, doymayı, zenginleşmeyi, büyümeyi ve güç haline gelmeyi egemenin istemlerine göre olmaya bağlamış biridir o. Ancak egemenin söylediklerini yerine getirerek var olabileceğini çok iyi bildiğinden bunun dışına çıkmayı asla ve asla aklının ucundan bile geçiremez. Peki, hain ne yapar?
Hain hem aldıklarının karşılığını vermek hem göze girmek hem de psikolojik olarak kendilerini rahatlatmak için kendi toplumunu, ulusal özelliklerini hor görür, inkar eder. Egemenle birleştiğinden geldiği kaynağın geri, ilkel, cahil olduğunu ileri sürerek, egemenle ortaklaşa yürüttüğü saldırıya meşruiyet kazandırmaya çalışır. Böylelikle kendince ‘ileri’ olanın ‘geri’ olana karşı içine girdiği saldırgan durumu ört bas etmiş olacaktır. Özgürlük hareketine ‘terörist’ yaftasının vurulmasında dış güçlerden, sömürgecilikten çok, Kürt hainlerinin ve işbirlikçilerinin belirleyici olmaları, bu tespiti doğrulamaktadır. Gerçekten de bu hainler, dış güçlere, sömürgeciliğe ‘makul Kürt biziz’ diyerek, kendilerini görücüye çıkarmışlardır.
Tüm hainlikler bir şey karşılığında yapılır. Bu karşılık kimi zaman ekonomik imkan, kimi zaman siyasi imkan, kimi zaman da yaşamaya izin verme temelinde olur. İlk hain Enkidu’da karşılık ‘tapınak fahişesi’ haline getirilmiş olan kadının şahsında şehrin gizem dolu çekiciliğidir. Şehir her şeyi ile Enkidu’yu kendisine çekmekte ve ona başkalaşmayı dayatmaktadır. Enkidu da ilk sömürgeci, ilk site devleti olan Uruk’un yarı tanrı ve ölümsüzlük peşindeki kralı Gılgamêş’in hizmetine girmekten çekinmeyecektir. İlk sömürgecilik seferi de Enkidu’nun ana topraklarına yapılır. Enkidu’nun ana topraklarını ve topluluğunu ele geçirme seferinde Enkidu Gılgamêş’ten bile daha büyük bir şevkle saldıracaktır. Öyle ki Gılgamêş’in durduğu anda bile o durmayacak, adeta geldiği kaynağı kurutmak isteyecektir. Enkidu’nun ruh hali, performansı anasını öldüren bir çocuğa ait olacaktır. İşte kimi şeyler karşılığında kendi toplumuna, kültürüne kökünü kuruturcasına saldırmak, o gün bugündür hainlerin temel karakteristik özelliği olmuş durumdadır.
Kürt hainliği bir Enkidu geleneği olarak durmadı, var olageldi. Neredeyse Kürdistan’a hakim olan her gücün yanı başında bir Kürt işbirlikçi takımı hemen peydahlandı. Merkezi uygarlık tarihi boyunca savaşların hiç eksik olmadığı Mezopotamya bu işbirlikçi müsveddeleriyle doludur. Her işgal sonrası kentin zenginleri, toprak sahipleri istilacının doğal işbirlikçileridir, çünkü mevcut yaşamı sürdürmelerinin yolu buradan geçmektedir. Dolayısıyla işbirlikçilik daha çok da bir kent icadı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum Kürtlerin Persler, Romalılar, Helenler ve hatta Arap istilası dönemine kadar da genel olarak böyledir. Bu dönemde toplumun büyük kısmı ise kabile ve aşiret formu çerçevesinde kırsalda devlet dışı bir yaşam sürmektedir. Ancak uygarlıkla temaslarının olması da kaçınılmazdır. Kentin çekim gücü, kabiledeki toplumsallığın ve kan bağının yarattığı ortaklaşmayı yıkacak düzeyde olmamıştır. Aşiret önde gelenlerinde yer yer farklı eğilimler olsa da bu bir aşiret veya kabile topluluğunda sınıflaşmayı ve buna bağlı gelişmesi kaçınılmaz olan hainliği doğuracak düzeyde olmamıştır. Bu nedenle de kırsal ve buna dayalı kabile yaşamı her zaman için Kürtlüğün yaşatıldığı en temel mekan ve kültür olacaktır. Ancak bu durum özellikle islamiyetin Kürdistan’a yerleşmesiyle aşılacaktır. “Fethettikleri tüm kültürlerin üst tabakaları, bu tarihsel toplumsal yeni sınıflaşmayı kendi çıkarlarına son derece uygun bularak, işbirlikçi temelde de olsa hızla aristokratlaştılar. Bunlar hakim hanedan aristokrasisi ile çok sayıda evlilik bağı kurdular. Çocuklarını resmi Arap dil ve kültürüyle eğittiler. Kendi kabile dil ve kültürlerinden bu sefer hızla uzaklaştılar. Eskiden çıkarlarına aykırı olan bu durum, yeni islamik aristokrasi koşullarında son derece uygun gelmekteydi.” İslamiyet Kürdistan’da aşiret/kabile reisinden ağa, aşiret/kabile üyesinden de xulam yaratmıştır. Bu aynı zamanda işbirlikçiliğin daha da güçlenmesi, Kürt toplumsallığının önemli ölçüde parçalanması anlamına geliyor.
19. yüzyıla kadar görece kendi özerkliğini koruyarak gelen Kürtler, bu dönemden sonra çağdaş anlamıyla artık Kürt sorunuyla karşılaşacaklardır. Osmanlının Batı karşısında yenilmesi ve gittikçe küçülmesi, yönünü Doğu’ya vermesini beraberinde getirecektir. Daha fazla asker ve vergi vermek zorunda kalan, kendi özerk yapıları elinden alınmaya çalışılan Kürtler, daha çok da Kürt egemenleri bu duruma isyanlarla karşılık vereceklerdir. İşte bu dış düşmana karşı girişilen isyan denemelerinin neredeyse tamamı, Kürt egemenlerinin kendi aralarındaki parçalılıktan ve birbirlerine ihanet etmelerinden dolayı yenilgiyle sonuçlanacaktır. Olan da halka olacaktır. Bedirxan Bey’e ihanet eden Yezdan Şer, Şeyh Sait’e ihanet eden Binbaşı Kasım, Seyit Rıza’ya ihanet eden Rêber, İ-KDP ve T-KDP’ye ihanet eden KDP, PKK’ye ihanet eden onca örgüt… Bunlardan sadece en öne çıkan örnekleri oluyor. Özcesi ihanet ve işbirlikçilik kökü derinlerde olan bir hastalık. Bünyeye sonradan girmiş olan ve kanserli bir ur gibi organizmayı özünde tümden yok etmek isteyen bir duruş.
Çağdaş hainlerin öfkesi
İşte günümüz hainleri, geçmişin bir devamı, ama onların daha zayıf ve iddiasız temsilcileri olarak işlerini yapmaktalar. Özgürlük hareketine onca öfke duymalarına, ağızlarını sadece ve sadece PKK ve Önderliğe küfretmek için açmalarına şaşmamalı. Çünkü gerçekten de Önderlik ve PKK Kürt halkını onların tekelinden kurtardı, onlara ait bir nesne olmaktan çıkardı. Kürt halkı gelinen aşamada artık ağasız, beysiz, egemensiz bir yaşamı kendisi yaratabilecek, kendi toplumsal örgütlülüğünü kendisi sağlayacak bir hale gelmiş durumdadır. Artık ağaların, beylerin, mirlerin, egemenlerin ve kendilerini çoban görenlerin devri kapanmıştır. Kendilerini Kürtlerin ağası, beyi, miri ve egemeni görenlerin, görmek isteyenlerin bu istekleri yerine gelmediğinden bu kesimler adeta çıldırmaktadır. Bu hezeyanla Özgürlük hareketine alabildiğine saldırmakta, yalan üretmekte adeta yarışır haldedirler. Özgürlük hareketine ve Önderliğe bu kadar saldırmalarının ve öfke duymalarının altında yatan en temel neden budur. Özgürlük hareketi ve Önderlik, onlardan kendilerini Kürtlerin egemenleri olarak gördükleri hayallerini çalmıştır. Devletin bu kesimleri Özgürlük hareketini zayıflatmak için saldırtmasının yanı sıra bir de saldırılarının altında böylesi bir gerçeklik yatmaktadır.
Herhalde bu kadar bilinçlenmiş bir halkın bu üçkağıtçı kesime inanmasını kimse beklemiyordur. Ayrıca bu kesimler çok heveslenmesin, kendilerine dair öyle çok büyük bir yatırımın düşman tarafından da yapıldığı yok. Düşmanın kendilerinden pek medet ummadığı iyi bilinmelidir. Kendi partilerinden bile atılmış tiplerden, kendi halkına ihanet etmişlerden, halkın içine çıkamayanlardan kendilerine hiçbir yararın gelmeyeceğini en çok da düşmanın kendisi biliyor. Ama yine de kullanıyor; çünkü gerçekten de düşmanın artık yapacak çok fazla şeyi yoktur. Düşmanın ve onun işbirlikçilerinin artık takacakları bir maskeleri kalmamıştır. Bu çapsız hainlerin kullanılması en çok da düşmanın ne durumda olduğunu gösteriyor. Kürt halkının içine çıkamayanlarla, Kürdistan’da yaşamayı tercih etmeyenlerle PKK ve Önderlik çizgisinden farklı bir çizgiyi hakim kılmaya çalışmak ne büyük bir proje(!)