Son yüz yıllık Kurdistan, Türkiye, Ortadoğu tarihinin en yoğun karmaşık siyasi, ideolojik, askeri olaylarının yaşandığı, mücadelesinin sürdüğü bir dönem yaşanıyor. Son derece kritik özellikleri var. Böyle bir sürecin başarıları, yeni gelişmeleri, tarihe yeni yön verme imkanlarını, fırsatlarını güçlü bir biçimde içerdiği gibi tehlikeleri de içinde barındırıyor. Yüz yıl öncekine benzer bir biçimde tarihin son derece kritik önemli bir dönemecinde bulunuyoruz. Bu durumun en kritik anlarının yaşandığı görülebiliyor. Söz konusu süreç anlık olarak derinleşerek devam ediyor. Tarihin bu dönemeci, günlük olaylarla keskinleşerek sürüyor. İçinde bulunduğumuz günler, haftalar, aylar belli ki böyle geçecek. Türkiye’deki kritik seçim süreci, hem yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kaderinin belirlenmesinde hem de elli yıldır yürüttüğümüz Özgürlük Mücadelesinin kalıcı sonuçlar vermesinde önemli bir süreç olacak, ciddi sonuçlar verecek, bu kesindir. Yeniden bir yapılanma, yeni bir oluşum Kurdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da ortaya çıkıyor ve çıkacaktır. Bunu biz günlük ve anlık olarak yaşıyoruz. Kurdistan’daki mücadele ve bu mücadelenin Türkiye ve Ortadoğu’daki sonuçları; Türkiye’deki seçim süreci ve bu temelde gelişen iktidar mücadelesi; Suriye’de yaşananlar ve bir bütün Irak dahil Arap aleminin durumu; İran’daki serhildanlar bu gerçekliği net bir biçimde bize gösteriyor.
Yeni dünya, Ortadoğu ve Kurdistan nasıl şekillenecek ya da soykırımcı zihniyet ve siyaset çerçevesinde ne tür değişiklikler olacak? Bu temelde Türkiye, İran, Ortadoğu nasıl şekillenecek, yeni dünya buna göre nasıl yapılanacak? İçinde bulunduğumuz günler ve haftalarda yaptıklarımız, yürüttüğümüz mücadele, yaşadıklarımız bu sorulara cevap oluşturacak. Bu kadar tarihi bir süreç, önemli bir kesittir. Anlayarak yaşayanlar açısından bundan daha anlamlı bir tarihi süreç olamaz, bundan daha güzel bir dönem de yaşanamaz. Dikkat edilirse tekrar yoktur, olağanlık yoktur, var olanın devamlılığı yoktur. Her gün yeni şeyler ortaya çıkıyor, değişimler oluyor, çok daha baş döndürücü gelişmelerin yaşanacağı günümüzdeki birikimler, yaşanan olaylar temelinde çok daha net görünüyor.
Yeni bir dünya şekilleniyor
O halde böyle bir dönemde yaşamak hem önemli ve anlamlı hem de bu süreci yaşayanların omuzlarına tarihi görev ve sorumluluklar yüklüyor. Hem zorlu oluyor hem onurlu oluyor. Tarihin gidişine yön verici olmak hiçbir kuşağın eline geçmez. Kuşak olarak şimdi böyle tarihi bir durum yakalanmış vaziyettedir. Bunu büyük bedeller vererek aslında PKK mücadelesi yarattı. Önder Apo öncülüğündeki özgürlük mücadelemiz yarattı. Yine milyonlarca insanın ölümünün pahasına Türkiye’deki, Ortadoğu’daki, dünyadaki olaylar yarattılar.
Geriye dönüp bakıldığında on milyonlarca insanın yaşamını verdiği bir yüz yılın yaşanmış olduğunu görüyoruz. Geçen yüz yılın kendine göre özellikleri vardı. Kuşkusuz insanlığa kattıkları var ama kaybettirdikleri de var. Şimdi öncesiyle birlikte geçen yüz yılın tarihi dersleri temelinde yeni bir Kurdistan, Ortadoğu, dünyanın yapılanmakta olduğu bir süreci yaşıyoruz.
Geçen yüz yılın Kürt soykırımı üzerinde şekillendiğini biliyoruz. Bu da Kürt soykırımını esas alan zihniyet ve siyasete dayalı olan TC’nin meşru kabul edilmesi çerçevesinde oluştu. Şimdi bu devletin ikinci yüz yıla girişi nasıl olacak, iyice darbelenmiş, çivileri çıkmış, birçok bakımdan çözülmüş bulunan sömürgeci-soykırımcı enkazdan nasıl bir siyasi, ideolojik, askeri yapı ortaya çıkacak, nasıl bir sistem oluşacak? Yürüttüğümüz mücadele bu soruya cevap verecek. Anlaşılıyor ki yeni dünya da bunun üzerinden şekillenecek.
Yürüttüğümüz mücadele sadece Kürt toplumunun kaderini belirlemiyor, Kurdistan’daki gelişmelere yön vermiyor. Dikkat edilirse Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve dünyanın nasıl yapılanacağı sorusuna da cevap veriyor. Bu çerçevede de belirleyici oluyor. Bu denli geniş etkisi olan bir siyasi, ideolojik, askeri mücadele içerisindeyiz. Kuşkusuz böyle bir mücadelenin zorlukları var, kolay bir mücadele değil, her şeyi doğru anlamayı, geniş anlamayı, bütünlüklü anlamayı gerektiriyor, başarılı pratikleşmeyi istiyor. Ama bir o kadar da anlamı ve önemi var, onuru var. Bu kadar bilinçli, iradeli, yapıcı, şekillendirici bir yaşam, tarihsel kesitler az oluşmuş bulunuyor. Şimdi biz böyle bir tarihi dönemeçteyiz. Bunun anlamını, önemini iyi bilmeliyiz, üzerimize yüklediği görev ve sorumlulukların derin bilincinde olmalıyız. Bu görev ve sorumlulukları yerine getirirken önümüze çıkan zorlukları, engelleri abartmamalıyız. Tersine böyle bir tarih yapıcı olmanın derin bilinci ve onurunu yaşayarak görev ve sorumluluklarımıza büyük bir cesaretle, fedakarlıkla, bilinçle, örgütlülükle, iradeyle sahip çıkmalı ve onları yerine getirmeliyiz.
Birey bu tarihi sürece cevap verdiği ölçüde değer ve anlam kazanır. Başarı; bütünü görme ve bütünlüklü yaklaşma temelinde elde edilir. O halde darlığın her türüne karşı çıkmak gerekiyor. Bütünlüklü, geniş bakmayı, yaşama sorumlu yaklaşmayı, yaşamı derin tarih bilinciyle yaşamayı kesinlikle bilmek gerekiyor.
Önder Apo’nun tarih bilinci sorumluluk anlayışı yaşam ve çalışma tarzını esas alacağız
Bu temelde kendi durumumuzun Kurdistan’da, Türkiye, Ortadoğu’da, dünyadaki durumla tarihsel mücadele süreciyle bağını çözmek kadar, doğruların da neler olduğunu ortaya çıkarmak önemli oluyor. Bu doğrular temelinde önümüzdeki süreçte mücadele edeceğiz. Bu dar, parçalı zihniyet yapılanmalarını, kalıplarını yıkacağız, parçalı duruşu aşacağız. Önder Apo’nun tarih bilinci, sorumluluk anlayışı, yaşam ve çalışma tarzını esas alacak, özümseyecek ve onun gereklerine göre mücadele edeceğiz.
Anlaşılıyor ki içinde bulunduğumuz yıl da ciddi siyasi-askeri gelişmelerin yaşanacağı bir yıl olacak. Şimdiden bir kısmı oldu ama bu böyle kalmayacak daha fazla olacak. 14 Mayıs’ta Türkiye’de seçim yapılacak deniliyor. Bunun için siyasi mücadele, örgütlülük, hareketlilik en üst düzeydedir. Nasıl yapılacak, ne kadar seçim olacak, hangi sonuçları verecek? Kuşkusuz bu sorulara net cevap vermek mümkün olmuyor.
Net olan, bilmemiz ve anlamamız gereken yanlar şunlar olabilir: Daha kapsamlı, daha büyük mücadelelerin önü açılacak. ‘Seçim olacak ve oradan da bir son ortaya çıkacak, artık her şey bitecek’ biçiminde yaklaşmamak gerekiyor. Kalıpçı, olgucu, düz ilerlemeci zihniyet en çok etkisini burada gösteriyor. Bunu aşamazsak hakkımız olan sonucu alamayacağız. Süreçleri birbirinden koparmak, bir bitiş beklemek, adeta bir son arama yaklaşımı doğru bir yaklaşım değildir.
Önderlik ‘çözüm kavramı iyi bir kavramdır’ ve ‘paradigma değişimine giderken bana yol gösteren birinci kavram demokratik çözüm kavramı oldu’ dedi. Evet kavramı aldık ve kullanıyoruz ama çok yerli yersiz kullanmamak da önemli oluyor. Her şeye ‘bir çözüm olacak’ biçiminde yaklaşmak doğru değildir. Demek ki yaşamı böyle anlamaktan kurtulmak gerekiyor. Evet, Türkiye’de seçim olacak ama seçimden sonra da yaşam ve mücadele devam edecek. Hatta çelişkiler, çatışmalar, karmaşıklık çok daha fazla artacak, hiçbir şey sona ermeyecek, hiçbir şey durmayacak. Bazı şeyler sonuçlanırken onun içinden yeni şeyler ortaya çıkacak ve hayat, mücadele gerçeği olarak devam edecek.
Demek ki faşist-soykırımcı zihniyet kendini ayakta tutabilmek için şimdiye kadar olandan daha fazla, daha tahripkar saldırılara yönelebilir. Tarihe bakıldığında bundan daha karmaşık, çatışmalı bir yaşam dünyada, Türkiye’de, Kurdistan’da olmuştur. Yüz yıl öncesinde bu cumhuriyeti ortaya çıkartan sürece bakıldığında, yine çeşitli halklara yöneltilen soykırımcı saldırıların özelliklerine bakıldığında bu durum rahatlıkla görülebilir. Bu bakımdan faşist sömürgeci-soykırımcı saldırıyla yüz yüze gelinebilir. Saldırı bu düzeyde gelişirse mücadeleyi sonuca erdirecek değiliz, irademizi teslim edecek değiliz. Eğer böyle bir saldırı durumu ortaya çıkarsa biz de mücadelemizi o koşulların gerektirdiği ölçüde geliştireceğiz. Faşist sömürgeci-soykırımcı saldırıları kırmak, özgürlüğü mücadeleyle, savaşla kazanmak üzere Devrimci Halk Savaşı’nı daha çok derinleştireceğiz, daha fazla geliştireceğiz, bu savaşta daha fazla yaratıcı olacağız, daha çok yönlü olacağız. Önder Apo’nun öngördüğü savaş anlayışını, savunma anlayışını, askeri yaklaşımları her alanda yayarak derinleştirerek, genişleterek başarıyla uygulayacağız. Bunun imkanları bitmiş, fırsatları yok olmuş değildir. Tersine hala büyük imkanlar, fırsatlar var. Yaptığımızın onlarca hatta yüzlerce kat fazlasını yapabiliriz. Buna inanmamız lazım. Yaşanan mücadeleyi, toplumsal durumu görebilmemiz lazım. Bunu görebilirsek her türlü saldırıyı yıkacak bir mücadeleyi ortaya çıkartarak güç haline getirebiliriz ama önemli olan bunu görebilmektir. Gerçekten de görüp onun gerektirdiği mücadele tarzını, üslubunu, temposunu her alanda pratik olarak yaratabilmek gerekiyor.
Faşist sömürgeci-soykırımcı siyasetin yıkılması için tüm gücümüzü seferber edelim
Farz edelim ki AKP-MHP faşizmi seçimde kaybetti ya da iktidarı bırakmadı, böyle bir durumda Türkiye’de iç savaş başlayabilir, çatışmalı durum olabilir, böyle bir şey ‘olmaz’ dememek lazım. Küçük ya da zayıf olasılık olabilir ama böyle bir durum, olasılık olarak vardır. Böyle bir çatışma durumunda ne yapmalıyız, şimdiden bunları öngörmeliyiz. Öyle bir çatışma durumunda faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilmesi, halkların kardeşçe özgür olarak yaşayacağı demokratik bir sistemin ortaya çıkması için kuşkusuz tüm gücümüzü ve enerjimizi seferber edeceğiz. Farz edelim ki mevcut AKP-MHP faşizmi iktidardan düştü, muhalefet iktidar oldu, yeni bir hükümetin kurulma durumu ortaya çıktı! Böyle bir durumda her şey bitmiş olmayacaktır. Esas anlamamız gereken, üzerinde yoğunlaşmamız gereken nokta budur. Böyle bir durum bir son olmayacak, her şeyi bitirmeyecek, mücadelemiz bitmeyecek. Tam tersine belki yöntemleri değişecek, alanları değişecek ama özgürlük ve demokrasi mücadelesi sürecek, yeni yöntemlerle, yeni örgütlülüklerle, yeni planlamalarla bizim mücadelemiz devam edecek. Demek ki öyle bir durum bizi mücadele yol ve yöntemlerinde değişikliklere götürecek, başka bir şeye götürmeyecek.
Böyle durumlar ortaya çıktığında kalıpçı mantık hep bir sona ermeyi düşündürtüyor. Kendi yaşamını anlamayan, yaşamından sorumluluk duymayan mantık hemen bilinçli, örgütlü, sorumlu yaşamaktan vazgeçeceği, yaşamını başka güçlerin insafına bırakacağı bir konuma gitmeyi kurtuluş olarak görüyor. Topluma verilen zihniyet budur. Kürt halkına verilen soykırımcı zihniyetin, toplum kırımcı zihniyetin esası budur. Yaşamı kopuk kopuk ele alma, yaşamı birilerinin ihsanıyla gerçekleşir görme, yaşamın bütünlüğünü, sürekliliğini mücadelede görememe, anlamama, bunda bütünlük ve süreklilik sağlayamama en ağır zihniyet durumudur.
Şimdi siyasi durum denilince, ‘14 Mayıs’ta ne olacak?’ sorusunu gündeme getiriyor. Evet, birçok şey olabilir. Yeni durumlar ortaya çıkabilir. Yepyeni bir siyasi süreç gündeme gelebilir. Bunların hepsi olasılık dahilindedir. Buna açık olmalıyız, hazır olmalıyız. Hepsini değerlendirmeliyiz, olabilir görmeliyiz. Fakat değişmeyecek bir şey var. O da şudur: Özgürlük ve demokrasi mücadelesi bitmeyecek, durmayacak, biz mücadeleyi bırakmayacağız, bir sona gitmeyeceğiz, örgütlülüğümüzü dağıtmayacağız. Bunu bilmek çok önemlidir. Her gelişme ve kazanım daha büyük, anlamlı gelişme sağlayacak mücadeleler yürütmek için bir imkan yaratma, temel oluşturmayı ifade ediyor.
Seçimden sonra değişmeyecek olan tek şey mücadelenin devam edeceğidir. Her durumun mücadele biçimleri farklılıklar gösterebilir. O farklılıkları göreceğiz, değerlendireceğiz. Derhal yeni bir mücadeleye dönüştüreceğiz. Örneğin faşizmin yıkılması, yeni bir siyasi iktidar yapılanmasının Türkiye’de gündeme gelmesi durumu bizi rehavete götürmeyecek, gevşetmeyecek, mücadelesiz etkisiz kılmayacak, tam tersine onu değerlendireceğiz, anlayacağız, onun ortaya çıkardığı imkanları-fırsatları görerek o imkan ve fırsatları özgürlük ve demokrasi mücadelesini, Kadın Özgürlük Devrimi’ni, demokratik toplum-demokratik komünü geliştirmede daha çok kullanacağız. Mücadelemiz ne bitecek ne de daralacak, tam tersine mücadele sürecek, genişleyecek, derinleşecek, büyüyecek; çünkü biz böyle bir mücadele gücüyüz. İmkan ve fırsatlar oluştukça bunlar mücadelenin büyümesine yol açacak. Olaylara, gelişmelere bu biçimde doğru bir yaklaşım önemli olmaktadır.
Önder Apo pratiğe dair hep şunu belirtti, “bir devrimci için belirleyici olan tarz, üslup, tempodur” dedi. Demek ki pratiğe yönelince devrimcilik, ‘Önderlik gerçeği, tarz, üslup ve tempo’su oluyor. Biz de anlayışımızı düzeltirsek gerisi tarz, üslup ve tempodaki yaratıcılık, kazanımcılık, yetkinlik olacaktır. Burada kadronun, öncünün rolü belirleyici olmaktadır. Kadro; partiyi, çizgiyi olduğu her yerde temsil eden, her türlü devrimci görevi parti çizgisiyle, Önderlik tarzıyla örgütleyip yürütme sorumluluğunu taşıyan insandır. Memur zihniyeti dediğimiz duruş ise daralmış, kendini sınırlandırmış, bazı işlere mahkum etmiş, onun ötesinde bir şey yapmayan, çok az iş yapan, etrafında imkan ve fırsatları göremeyen, onları devrimci amaçlar doğrultusunda değerlendirmek için örgüt ve eylem çalışmasına yönelmeyen bir duruştur. Gerçekten çok kötü bir duruştur. Bunu dışarıdan, üstten bekleme olarak da değerlendiriyoruz. Buna kendini sınırlandırma, iş bölümünü yanlış anlama diyoruz. Her ne olursa olsun böyle bir duruşun ne devrimci militanlıkla, Apoculukla bir alakası var ne de bilinçli bir insan duruşuyla alakası var. Buna memur tarzı diyoruz. Bir atalet durumu var. Biraz imkan çıkmış, parti olmuş, bir örgüt gücü ortaya çıkmış ama her şeyi oradan bekleme yaklaşımı var. ‘Örgütlü olmak, güç olmak insana ne tür sorumluluklar yükler?’ gibi soruların cevaplarını bilmek yerine, tersine fırsatları ve imkanları görüp de değerlendirememeyi ortaya çıkarıyor. Demek ki varlık içinde yokluk yaşanıyor. İmkanlar içerisinde imkansızlığa mahkum olunuyor. Önder Apo bu durum için “ancak yüzde bir pratikleşebiliyorsunuz” dedi. Örgüt bu kadar tecrübe kazanmışken, Önderlik kendini bu kadar izah etmişken, bu kadar tecrübe yaşamışken, Önderlik çizgisi temelinde bu kadar eğitim görmüşken böyle bir duruma düşülmemelidir. Her bir kadro gittiği yere Apocu devrimci militan olarak gidiyor. O zaman bütün görevlerden sorumludur. Bilinç olarak da, pratik olarak da her şeyin yapılmasından kendini sorumlu kılmalıdır. Bu şekilde disiplinli, örgütlü bir çalışma içerisinde iş bölümü yaparak başarılı işler yapılabilir.
Apoculuğun temel özelliği yüksek sorumluluk duygusudur
Kadro, sorumluluğu başkasına yükleyen, başkasından bekleyen değil, her şeyden kendisini sorumlu görendir. Önder Apo “Kürt sorununu ben yaratmadım. Yaratanlar biliniyor. Kürt sorununu sadece ben görmedim, herkesin önündeydi ve görüyordu ama gözlerini kapatıp ‘görmedim’ diyebiliyorlardı. Ben, ‘görmedim’ deme sorumsuzluğunu gösteremedim. Bu sorun var dedim ve çözülmeli diye sahip çıktım. Her şey üzerime yıkıldı” dedi. Bu sorumluluk duygusunu bileceğiz. Zindan direnişçileri ölüm orucuna başlarken “mezar taşıma borçlu yazın” dediler. Demek ki bu sorumluluk duygusunu anlamak gerekiyor. Devrimci ölçüler bu sorumluluk duygusunu veriyor. Yoksa kendisini son derece daraltan, en aza mahkum eden, sınırlayan anlayışın, duruşun, tarzın devrimcilikle, Apocu militanlıkla kesinlikle bir alakası yoktur.
Diğeri ise bireyciliktir. Kapitalizm, devlet, iktidar denen her şeyin altında bireycilik illeti yatıyor. Toplum olmayı, toplumla var olan özgür birey olmayı ortadan kaldırıyor. Bir zihniyet ve siyasetin kendini egemen kılma çabası var. Dolayısıyla örgütlü olmama durumuna, komünal yaşam ve kolektif çalışma düzenine girmemeye ucuz, basit yaklaşmamak lazım.
Toplumsal varoluş, demokratik-komünal yaşam çizgisinde baktığımızda bunun ne büyük bir zarar verici olduğunu açık bir şekilde görüyoruz. O halde bireyciliğin her türlü görüntüsünü zihniyet ve tarzda yok etmeliyiz. Basit, yumuşak ele almamak lazım. Bu konuda sert olmak gereklidir. Bu anlamda ideolojik-örgütsel çizgi mücadelesini, sınıf ve cins mücadelesini, nefs mücadelesini güçlü vermeliyiz. Bunun dışarıya yansıması olarak örgütlü, kolektif çalışmayı geliştirmeliyiz. Bireysel zayıflıklarımızı, disiplinli çalışma ve yaşamın gücüyle yenebiliriz. Örgütü, örgütlülüğü geliştirmeliyiz. Parti örgütlülüğünü demokratik komünalizm çizgisinde Önderliğe ruhsal katılım düzeyinde en güçlü birlik halinde geliştirirken, siyasetten savunmaya bütün toplumsal örgütlülüğümüzü bu temelde kurmalı ve önemsemeliyiz. Güç örgütlülükten doğuyor. Örgüt de hiç kuşkusuz eğitimle, doğru anlayışla var ediliyor, gerçekleştiriliyor. Demek ki doğru anlayış olmazsa; bireycilik, bencillik, özel mülkiyetçilik kırılmazsa örgütlülük ve demokratik komünalizm gelişmiyor.
Demokratik toplumsal özgürlük kadın özgürlüğüne dayalı olarak gelişebilir
İdeolojik-örgütsel duruşu; kadın özgürlüğüne dayalı demokratik toplumsal özgürlüğü geliştiren bir çizgide ele almalı, geliştirmeliyiz. Bu konuda parti kadroları, onların örgütlü yaşamları toplumun eğitimine ve örgütlenmesine öncülük etmeli, örnek oluşturmalıdır. Zaten öncülük bu demektir. Ancak böyle olursa başarılı olur, başarı elde ederiz. Demek ki bireyciliği, bencilliği aşacağız, özel mülkiyet dünyasını kıracağız. Dünyaya benzemek ya da bu dünyanın içine girmeye çalışma değil de, bu dünyayı değiştirme andımızın olduğu, bunun için mücadele edildiği unutulmamalıdır. O halde kendi dünyamızı kendimiz yaratmayı, geliştirmeyi bileceğiz. Kendi yaşam ve çalışma tarzımızı ortaya çıkartacağız, örgütleyeceğiz. Örgütlülüğümüzü bu temelde geliştireceğiz. Buna göre örgüt olacağız. Liberalizmin özü ve kapitalizmin de esası olan bireyciliğin, zihniyet ve tarzdaki her türlü varoluşunu, görüntüsünü kırmazsak, yeni özgür bireyi, ona dayalı demokratik toplumu ortaya çıkartamayız. Kadın özgürlüğünü, özgür yaşamı var edemeyiz.
Diğeri tarz, üslup ve tempo oluyor. Buna ‘kazanımcı üslup, yaratıcı tarz, yüksek tempo’ diyoruz. Böyle pratik olaylara bakınca gözle görülür biçimde her şeyi tarza bağlıyoruz. Kuşkusuz her tarz bir anlayışın pratikleşmesi oluyor, kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Tarz başlı başına bir olgu değil, bir anlayışın, zihniyet durumunun pratikleşme halidir. Bir tarz varsa, ona yol açan bir zihniyet ve anlayış vardır. Tarzı düzeltmek için zihniyeti değiştirmek şart oluyor. Tarz bir görüntüdür, demek ki gölgeyle değil, cisimle uğraşmak gerekiyor. Pratikleşen hali değil, onu ortaya çıkartan zihniyeti, anlayışı sorgulayacağız. Tarz, üslup, tempo üzerindeki eleştiri-özeleştiriyi bu düzeye oturtmalıyız. Çünkü pratikte yaptığımız hatalar bir rastlantı, tesadüf değil, bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Bu zihniyet yapısı, anlayış durumu değişmezse tarz da değişmez. Pratikte hatasız çalışabilmek için ya da az ve küçük hatalar yapmak ama onları da düzeltme erdemini gösterebilmek için eleştiri-özeleştiri silahını iyi kullanabilmemiz lazım. Ama bunları yapabilmemiz için zihniyet durumumuzu düzeltmemiz gerekiyor.
Pratiğe Önder Apo tarzıyla yaratıcı aklın gücüyle yaklaşacağız
O halde pratiğe; alışkanlıklarımızla, dogmalarımızla yaklaşmayacağız, yaratıcı aklın gücüyle yaklaşacağız. Önder Apo kendi yarattıklarını yaratıcı aklın gücü, yaratıcı emeğin sonucu olarak değerlendirdi.
Tarzda yaratıcılık çok önemlidir. Ezber ve tekrar çok fazla var. Propagandada, sanatta, siyasette, kitle eyleminde, örgütlenmesinde, savaş ve askerlikte böyledir. Böyle bir durum az ya da çok her alanda var. Demek ki bu sonucu doğuran bir zihniyet, anlayış durumu var. O halde mücadelede başarılı ve sonuç alıcı tarzın zihniyet yapılanmasını mutlaka ortaya çıkartmalıyız. Yaşama yaratıcı aklın gücüyle bakmayı bilmemiz gerekiyor.
Demek ki özgürlük bilincini edinmek, bu temelde kendini eğitmek, örgütlü kılmak; özgür yaşamı doğuruyor. O da yaratıcılık oluyor. Yapacağımız iş, imkan çoktur. Ne propaganda-ajitasyon çalışması yürütmemizin imkanı ve fırsatı az, ne sanat-edebiyat çalışmamızın imkanı ve fırsatı az, ne siyasetimizin toplumu eğitme ve örgütleme imkanı ve fırsatı az, ne de direnişimizin, savaşımızın, askerliğimizin imkanı ve fırsatı azdır. Düşman elli yıllık direnişle gerçekten de ağır darbeler yemiş çöküş sürecindedir. Bilinçlenmiş, örgütlenmiş, ayağa kalkmış, son derece cesur ve fedakar bir halk gerçeği var. Bu da tarihte eşi bulunmayan bir durumdur. Biz bütün bunlara sahip bir parti, hareket ve gerilla gücüyüz.
Günümüzde dünyanın hiçbir toplumunda sanat ve edebiyat yapabilmek için imkanlar ve fırsatlar Kurdistan’daki kadar değildir. Kurdistan’dakinin yüzde biri kadar bile yoktur. Tarihte çeşitli toplumlar böyle dönemler geçirmiş, sanat ve edebiyatlarını o süreç içerisinde geliştirerek kültür devrimleri yaratmışlar. Başka toplumlarda da bu görülmüş ama şimdi özgürlük devrimi büyük bir kültür devrimi, sanat devrimi, edebiyat olayıdır, çünkü bireyi ve toplumu çözüyor. Eskiyi çözüyor, yeniyi ortaya çıkarıyor.
O halde tarz konusunda da yaratıcı, zengin olacağız. Yapmamız gereken işleri görüp yapacağız. İyi bir sıralama yapacağız. Yapabileceklerimizi yapacağız, iradeli olacağız. Bu noktada doğru gerilla anlayışı, gerillacılık, devrimci mücadelenin özü oluyor. Bu sadece bir askeri durum değil, düşmanla silahlı çatışmanın ötesinde buna ‘özgür insanın kendini ifade etme durumu’ diyoruz. Yaşamın her anını, çalışmanın her düzeyini gerilla tarzıyla yapmamız gerekiyor. Bu da inisiyatiftir, ilkeli olmadır, örgütlü davranmadır, disiplindir. Sorumluluk üstlenme ve sorumlu davranmadır. İşte devrimciliğimiz, pratiğe yürüyüşümüz kesinlikle böyle olmalıdır. Bugünün görevleri çoktur denilirse ve bu temelde iyi bir düzenlemeyle Kurdistan’ın, dünyanın dört bir yanına dağılarak hata ve eksiklikleri gideren, doğru anlayışı ve tarzı oturtan, dolayısıyla başarı üstüne başarı kazanan devrimci bir mücadeleyi ortaya çıkartabiliriz. Olmaz denilmemelidir. Bunlar kesinlikle olabilir. Öyle bir iradenin sahibi olmalıyız.
Bu konudaki yanlışlarımız pratikteki ortaya çıkış biçimleriyle ve ona yol açan anlayışlar nedenleriyle birlikte iyi açığa çıkarılmalıdır. Kuşkusuz, her şeyin daha iyisi olabilir. Çünkü başarılı bir devrimciliği Apocu çizgide geliştirebilmek için imkan ve fırsatlar çok fazladır. İmkan ve fırsatlar kesinlikle az görülmemelidir. ‘Olmaz ya da yapılamaz’ diye bir şey yoktur. ‘Değiştiremeyiz, dönüştüremeyiz, sorunlar ağırlaşmış, üstesinden gelemeyiz, onlara çözüm bulamayız’ benzeri yaklaşımların hiç birisi doğru değildir. Hepsi yapılabilir hem de en mükemmel bir biçimde yapılabilir. Bu kadar bilinçli, örgütlü, fedaileşmiş, insanlığın özünü temsil eden bir örgütün yapamayacağı hiçbir şey olamaz. Her şeyin en güzeli, en mükemmeli en başarılı bir temelde yapılabilir.
Bu yapıldığı oranda görüldü ki düşman saldırılarını boşa çıkartan, düşmanın amacını gerçekleştirmesine izin vermeyen, tersine faşizmi, sömürgeciliği, soykırımcılığı yıkmak üzere kendini yenileyen, yeniden yapılandıran önemli bir mücadele gücü ortaya çıkıyor. Kuşkusuz bunlar tarihi İmralı direnişi temelinde oluyor. Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da kahramanca direnen yoldaşlar, kahraman şehitlerimiz sayesinde oluyor. Dört parça Kurdistan ve dünyanın dört bir yanında durmadan, yorulmadan özgürlük için ayakta olan, her gün sokağa çıkan, eylem yapan kadınlar, gençler, halkımız ve dostlarımız sayesinde oluyor. Bunları kuşkusuz hiçbir zaman unutmuyoruz, unutmayacağız, bu direnişlere her zaman her yerde layık olan bir öncü fedai militanlığı yerine getireceğiz.