Son günlerde gündeme yansıyan kültürel soykırım ve asimilasyon örnekleri bir kez daha bu konunun yeniden ele alınmasına ve birçok boyutuyla değerlendirilmesine neden oldu. Özgür Kürtlüğün direniş ve mücadele geleneğini temsil edenler olarak bu uygulamalara yabancı değiliz. Bizlere kültürel soykırım ve asimilasyona dair yaşama yansıyan kimi örnekler verebilir misiniz diye sorulursa bir çırpıda yüzlerce örneği gözler önüne serebilecek bilince ulaştığımız görülür. Ama burada üzerinde durmak istediğimiz konu Kürt kültürüne, diline, halayına ve şarkısına yönelik son günlerde yöneltilen yoğun ve sert saldırının içinden geçtiğimiz süreç bağlamında özgün nedenlerini anlayabilmek, anlaşılır kılmak, bilince çıkarmak ve bu uygulamaları teşhir edebilmektir. Bu bağlamda yöneltilen kültürel soykırım ve asimilasyon saldırılarının özgünlüklerini, içinden geçilen süreç ile olan ilişkilerini çözümleyemezsek, bu politikaların teşhiri anlamında kaba bir tekrara düşmüş oluruz. Kürt kültüründen diline, halayından şarkılarına kadar bu son süreçlerde gelişen saldırıları analiz etmeye çalışalım.
Birincisi; faşist Türk devletinin bu saldırılarla gündemi saptırarak kendisi gündemi belirler duruma gelmek istiyor. Bilindiği gibi Önder Apo’yu özgürleştirme ve Kürt sorununu çözmeyi esas alan bir hamle geliştirildi. Bunun için daha önceki yıllarda da bazı hamleler geliştirildi. Her hamlenin kendi içinde kapsamı, derinliği ve önemli sonuçları olsa da en son “Önder Apo’ya Özgürlük ve Kürt Sorununu çözüm” sloganıyla geliştirilen hamle, kendisinden önceki bütün hamlelerin hedef ve amaçlarını içermekle birlikte kapsam itibariyle tüm hamlelerden öteye geçerek Kürdistan sınırlarını aşıp dünya genelinde de büyük bir coşku ve mücadele ruhuyla karşılandı. 10 Ekim 2023’te dünyada 74 merkezde aynı anda hamlenin startı verildi. Çok çeşitli, zengin yöntem ve taktiklerle hamlenin birinci yılını karşılarken 69 Nobel ödüllü tanınan şahsiyet Önder Apo’nun fiziki olarak özgürleşmesi için hamleye dahil olmuş oldu.
Tereddütsüz ifade edebiliriz ki Önder Apo’un fiziki özgürlüğünün hedeflendiği hamle, esas ve temel gündemimizi oluşturmaktadır. Çünkü Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü doğal olarak Kürt sorununu çözmekle birlikte buna bağlı olarak yaşanan birçok toplumsal ve kültürel sorunu da çözmüş olur. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü; ulusal, toplumsal ve kültürel sorunların çözümünde temel ölçümüz ve kıstasımız olmaktadır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gerçekleşmediği müddetçe temel sorunlarımızın köklü çözüme kavuşacağını düşünmek yanılgıların en büyüğü olur. PKK öncülüğünde gelişen Kürdistan Özgürlük Devrimimizin, halkımızın ve ilerici insanlığın en temel gündemi bu hamle olmaktadır. Özgür basın kurumları sürekli hamleyi gündemde tutarak pratikleşmesi konusunda gelişen bütün eylemsel duruşları yansıtmayı esas alırken, faşist TC devletinin özel savaş basını onunla birlikte işbirlikçi ve ihanetçi basın kurumları hamleyi tümden görmezden gelmekte, Kürdistan ve dünyanın her yerinde sahiplenilen ve geliştirilen bu hamle yokmuş gibi davranmakta, etkisini kırmaya çalışmaktadır.
Bununla kalmayıp hamle gündemini değiştirip saptırabilmek için çeşitli yol ve yöntemlere başvurmaktadır. Hatırlanacağı üzere 31 Mart seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı büyük bir yenilgi alarak özellikle AKP ikinci parti durumuna düştü. Hemen akabinde Hakkari Belediyesi’ne kayyum atayarak hem halkın iradesini ve reflekslerini ölçmeye çalıştı hem yeniden kayyum atama sürecini devreye koyarak halkın iradesini gasp etmeye yöneldi hem de hamle gündemini değiştirerek tüm tepkileri kayyum uygulamalarına çekmeye çalıştı. Haklı olarak neredeyse Bakurê Kurdistan’ın her yerinde Hakkari Belediyesi’ne atanan kayyum uygulamalarına karşı kapsamlı eylemler yapıldı.
Henüz kayyuma karşı eylemler soğumamışken bu kez sahil kenarında eğlenen gençlerin şarkılar eşliğinde halay çekmesinin dijital medyaya yansımasıyla birlikte faşist güruh büyük bir yaygara kopardı. Bunun üzerine sahilde halay çeken bu gençler faşist marşlar eşliğinde gözaltına alınarak tutuklandı. Hemen akabinde düğünlerde, daha farklı mekan ve şehirlerde şarkı söyleyip halaya duran gençler, kadınlar ve Kürtler faşist güruh tarafından dijital medya platformlarında aforoz edilerek gözaltına alındı ve birçoğu tutuklandı. Bu durum gündemi saptırıp kendi politikaları temelinde gündemi belirler duruma gelmek için yapıldı.
Daha şarkı söyleyip halaya duran gençler ve kadınların tutuklanması gündemi soğumamışken, bu kez Bakurê Kurdistan’da Demokratik Belediyeciliğin şehir trafiği için uygulamaya koyduğu “Önce Yayalar” uyarısının “Pêşiyê Peya” biçiminde Kürtçeye çevirmesine karşı gelişen faşist saldırılar gündeme oturdu. Doğal olarak bu konu da önemli ve uzun süre üzerinde durulan gündemlerden biri haline geldi.
Faşist AKP-MHP iktidarı bu gündemleri bilerek, planlayarak ve sonuçlarını hesaplayarak geliştirdi. Tabi ki Kürtçe şarkılar eşliğinde halaya duran gençler ve kadınların tutuklanması, ırkçı ve faşist uygulamalara maruz kalması, en basit trafik kurallarının toplumun anlayabileceği dile, Kürtçeye çevrilmesinin faşist AKP-MHP iktidarının valilerince silinmesinin gündem olmaması beklenemezdi.
Tüm bu yaklaşımlara karşı doğru tutum ve politika; mücadele gündemimizin merkezine Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün konulması, bütün diğer gündemlerin bu ana gündemi besleyebilecek biçimde ele alınması olmak durumundadır. Böylece düşmanın gündemi saptırma girişimlerine karşı doğru ve sağlıklı olan tutumu geliştirebiliriz.
TC faşist soykırım planlarını adım adım hayata geçiriyor
İkincisi; kültürel soykırım ve asimilasyon politikaları bağlamında TC faşist devleti uygulamaya koyduğu soykırım planlarını böylece adım adım hayata geçirmiş oluyor. Kendileri bu plana Çöktürme Eylem Planı adını verdi. 30 Ekim 2014 yılında yapılan MGK toplantısında onaylanan ve daha sonra uygulamaya konulan bu fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon planının tarihsel bir arka planı da vardır. Tarihsel geçmişi olan tüm bu fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon planları aslında yüzlerce kez bütün yanlarıyla çözümlenmiş, analiz edilmiş ve açığa çıkarılmıştır. Yine de bu planlamalara dayalı güncelde gelişen saldırıların daha iyi anlaşılabilmesi için kalın hatlarla tarihsel arka planına bakmakta fayda vardır.
Bunun için Öder Apo’nun Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü adlı 5. Savunması’nda asimilasyona ilişkin dile getirdiği tanımlama oldukça açıklayıcıdır. Önder Apo; “Asimilasyon uygarlık toplumlarında iktidar ve sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal gruplar üzerinde uyguladıkları ve bu grupları kendi ekleri, uzantıları durumuna indirgemek için başvurdukları tek taraflı ilişki ve eylemi ifade eder” demektedir. Demek ki en uzman uygulayıcısı olmakla birlikte fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon sadece TC devletine has bir uygulama değildir. Bu uygulama ve saldırılar sınıflı ve devletli uygarlığın doğal topluma karşı uyguladığı tahakküm ve egemenliği altına alma, bu toplumların iradesini ve direncini kırma, köleleştirme, kendisinin bir eki ve uzantısı haline getirme, bir daha ayağa kalkamaz duruma getirme, öz benliğinden ve değerlerinden uzaklaşma, başkalaşma ve kendisi olmaktan çıkma durumunu ifade etmektedir.
Daha yakın tarihlere doğru geldiğimizde kapitalist modernitenin fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon uygulamalarını tarihin hiçbir aşamasında görülmemiş kapsam ve derinlikte uyguladığını görmekteyiz. Özellikle de kapitalist modernitenin gelişimiyle birlikte tarih sahnesine çıkan ulus-devlet anlayışı, insan aklının tasavvur edemeyeceği fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon uygulamalarına imza atmıştır. Ulus-devlet yapıları dünyanın her yerinde bütün farklılıkları ve renkleri kendi tekçi zihniyeti içinde boğan uygulamalarıyla dünyayı cehenneme çevirmiştir dersek abartmamış oluruz. Aksine ulus-devlet yapıları tarafından cehenneme dönüştürülen bu dünyayı ne kadar anlatmaya ve anlaşılır kılmaya çalışsak da yetersiz kalacağımızı belirtmek durumundayız.
1. Dünya Savaşı sonrasında Kürdistan’ı sömürge statüsü altında tutan Türk, Fars ve Arap ulus-devletlerine baktığımızda fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon uygulamalarını en katmerli, vahşi ve eşine ender rastlanır tarzda uygulayanın TC ulus-devleti olduğunu görürüz. 1925’lerle birlikte devreye konulan Şark Islahat Planı gerçek anlamda fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon belgesi olmaktadır. Bu planın en temel uygulama alanı kültürel soykırım ve asimilasyon olmaktadır. Bu planın uygulanması üzerinden yaklaşık yüz yıl geçmesine rağmen özü itibariyle amaç ve hedeflerinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Hatta bu yüz yılın son on yılı Çöktürme Eylem Planı adı altında çok kapsamlı saldırılarla geçmiştir. Özüne baktığımızda Şark Islahat Planı ile Çöktürme Eylem Planı arasında hiçbir fark yoktur. Her iki plan da amaçta birleşmektedir. Bu nedenle Kürt gençleri ve kadınlarının şarkı ve halayına saldırma caddelere Kürtçe yazılan trafik uyarı yazılarını devlet kararıyla sildirme uygulamaları özü itibariyle bu planların hayata geçirilmesini ifade etmektedir.
Buna karşı ne yapılabilir sorusuna da Önder Apo çok kapsamlı cevaplar oluşturmuştur. AKP-MHP faşist iktidarında somutluk kazanan TC faşist zihniyeti, Şark Islahat Planı’nın devamı ve tamamlayanı mahiyetinde geliştirilen Çöktürme Planı’yla Kürdistan Özgürlük Gerillası’nı ve hareketini imha etmek ve 21. yüzyılı Türkiye yüz yılı haline getirmek istemiştir. Buna karşı kapsamlı tarihsel toplum analizlerine dayalı olarak Önder Apo önümüzdeki süreci sınıflı, devletli uygarlığa karşı demokratik uygarlığın gelişeceği, kapitalist moderniteye karşı demokratik modernitenin yaşam bulacağı, ulus-devletlerin cehennemi yapılarına karşı demokratik ulusların şahlanacağı, Demokratik Özerklik ve Demokratik Konfederal yapılarla halkların ve toplumların öz yönetimlerine kavuşacağı, kadının büyük uyanışla özgürlüğe doğru koşacağı ve 21. yüzyılın kadın yüz yılı olacağı, bu perspektifle Ortadoğu’da kangrene ve büyük çözümsüzlüğe sürüklenen bütün sorunlarına çözüm yoluna gireceği öngörüsünde bulunmaktadır.
Fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon uygulamalarının provası
Üçüncüsü; rahatlıkla Kürdün şarkılar eşliğindeki halaylarına kadar varan saldırıları önümüzdeki çok daha büyük ve kapsamlı fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon uygulamalarının provası olduğunu belirtilebilir. Saldırılar gelip son sınırına dayanmıştır. Bununla toplumun refleksleri ve tepkileri ölçülmeye çalışılmaktadır. Toplum bu tür uygulamalara ne oranda ve dozda tepki vermektedir? Bunu bilmek ve öğrenmek istemektedirler ki önümüzdeki süreçte devreye koyacakları saldırı konseptlerini ona göre ayarlayabilsinler. Gerçekçi olmak lazım, içinden geçtiğimiz sürecin hiçbir yönü toz pembe değil. Önümüzdeki olası gelişmeleri doğru ve gerçekçi öngörebildiğimiz oranda doğru ve yerinde tedbirler geliştirerek olası saldırı, katliam ve soykırımların önüne geçebiliriz. Aksi halde tarihin acımasız mezbahasında bıçağın önüne sürülen kurbanlar olmaktan kurtulamayız.
Bu yönüyle içinden geçtiğimiz süreç kimi tarihsel süreçlere benzemektedir. Bilindiği gibi 19. yüzyılda Babanlarla başlayan birçok Kürt isyanına tanık olduk. 19. yüzyılın bilinen en son büyük isyanı Şeyh Ubeydullah isyanı olmaktadır. Bu isyana kadar büyük tepki hareketleri olarak boy veren bütün isyanlar Osmanlılar tarafından bastırıldı. Sonrasında Hamidiye Alayları sürecine geçiş yapıldı. Tüm isyanların yenilgisinden sonra Kürtlerin payına düşen, Osmanlı padişahlarından Abdülhamit’e bağlı işbirlikçi uşaklar haline dönüşmek oldu. Aşiret beylerinin ve yeni bir kurum olarak geliştirilen ağaların çocukları temel asimilasyon kurumu olan Aşiret Mektepleri’nde özlerinden uzaklaştırıldı. Öyle bir hale gelindi ki Hamidiye Alayları büyük Ermeni soykırımında kullanılarak, bu yolla Kürtlerin Hamidiye Alayları içinde yer alan kesimi bu soykırımın pratik uygulayıcısı ve eli kanlı katilleri durumuna getirildi. Eğer faşist Türk devleti bu saldırılarla istediği sonucu elde ederse KDP örneğinde görüldüğü gibi Hamidiye Alayları’ndan daha beter özünden uzaklaşmış, işbirlikçi, hain ve lanetli bir toplum haline gelinmiş olacaktır. Günümüzde bu tarihsel örneğin sonuçları düşünüldüğünde bir ikilemle karşı karşıya bulunmaktayız.
Diğer yönüyle bu süreç biraz da 20. yüzyılda gelişen isyan ve ayaklanmalar sürecine de benzemektedir. Benzerlikleri kadar büyük farklılıkları da vardır. Koçgirî ile başlayan Şeyh Said ile devam eden ve Dersim isyanı ile son bulan isyan ve ayaklanmalar biliniyor. Bütün bu isyan ve başkadırlar imha ve yok etme saldırıları temelinde kanla bastırıldı. Bütün bu isyan ve ayaklanmaların başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenleri de ayrıntılarıyla analiz edilmiştir. Bu isyan ve ayaklanmaların bastırılması süreci “Kırmızı Katliam” olarak adlandırılırken sonrasındaki süreç ise “Beyaz Katliam” olarak tanımlanmıştır. Beyaz Katliam, kültürel soykırım ve asimilasyonu ifade etmektedir. Çünkü bu süreçle birlikte en küçük yerleşim birimlerine kadar bir yandan temel korkutma ve sindirme kurumları olan karakollar kurulurken diğer yandan ise temel asimilasyon kurumları olan okullarda Kürt çocukları “Ne Mutlu Türküm Diyene” sloganıyla özlerinden uzaklaştırılmaya çalışıldı. YİBO’lar insan öğütme merkezlerine dönüştürüldü. Kürtçe konuşmak yasaklandı. Kürtçe konuşanlar para cezasına çarptırıldı. Kürt ve Kürdistan kavramları yasaklandığı için insanlar birbirlerinin kulaklarına fısıldayarak dahi bu kavramları kullanamaz hale geldi. Böylesi bir durumda isyan ve ayaklanmalardan sonra Hamidiye Alayları örneğinde olduğu kadar bile varlık gösterilemedi. Bu tarihsel örnekten de anlaşılacağı özere faşist TC devleti bu saldırılarında amacına ulaşırsa bu durumdan daha kötü pozisyonlara düşüleceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktur.
Halk olarak tam da yok olmanın eşiğine gelmişken Önder Apo’nun tabiriyle PKK hareketi adeta iğneyle kuyu kazarcasına, bitmişliğin sınırında, sıfırın altında büyük tarihsel çıkışı gerçekleştirebildi. Bu mucizevi çıkışla bütün soykırım ve asimilasyon uygulama ve politikaları tuzla buz oldu. TC faşist devleti, kapitalist modernitenin vurucu gücü olan NATO ve Gladyosu’nu arkasına alarak bu imha ve yok etme, soykırım ve asimilasyon politikalarını uygulaya dursun, Önder Apo’nun önderliğinde, Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin öncü gücü PKK, tüm bu isyanlar ve başkaldırı süreçlerinden gerekli dersleri çıkararak, bununla da yetinmeyip sınıflı ve devleti uygarlığın, doğal topluma, daha kapsamlı bir deyişle Demokratik Uygarlık toplumuna dayattığı bütün saldırılardan da gerekli dersleri çıkararak mücadelesini büyütmesini bilmiştir.
Faşist zihniyetin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak sonuçlar
AKP-MHP faşist saldırganlığının son süreçte devreye koyduğu bütün bu saldırılardan faşist zihniyetin pratik alanda daha iyi anlaşılmasını sağlayacak kimi sonuçlar çıkarmak mümkündür.
- Mevcut AKP-MHP iktidarının İttihat ve Terakki’den sürüp gelen Kemalist ve Ergenekoncu faşist anlayışla süregelen Yeşil Faşizm’le kendisini güncelleyen bir iktidar olduğu yeniden ve bir kez daha görülmüş oldu. Günübirlik yaşamın her yerine ve anına yansıyan bu faşist zihniyeti sürekli açığa çıkarıp teşhir etmek ve halkımız ve halklar tarafından görünür olmasını sağlamak ve buna karşı mücadele etmek temel görevlerimizden olmaktadır.
- Bu zihniyetin miadı dolmuş ulus-devlet anlayışının tekçi anlayışı gereği kendisi dışında hiçbir farklılığa tahammül etmediği, bütün farklılıkları kendi tekçi zihniyeti içinde erittiği daha iyi anlaşılmıştır. Bu tekçi, tahakkümcü, faşist zihniyete karşı en büyük mücadeleyi PKK öncülüğünde Kürtler yürüttüğü için elbette daha fazla Özgür Kürtlüğe saldırmaktadırlar. Yoksa TC ulus-devlet yapısı sadece Kürtlere yönelerek fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyona tabi tutmadı. Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan bütün toplumsal farklılıklara fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyonu dayattı. Birçok toplumsal farklılık özünden uzaklaşıp farklılaştıkları, egemen ulusun kültürü içinde eridikleri için direnişten ve mücadeleden düştüler.
- TC ulus-devlet zihniyeti adına imha ve yok etme saldırılarını yürüten kesimlerin esasta Türk olmadıkları, soykırım ve asimilasyondan geçmiş, öz benliklerinden uzaklaştırılmış yapı ve kişilerden oluştuklarını görmekteyiz. Özünden uzaklaşmış bu lanetli kesimler soykırım ve asimilasyonun yarattığı gerçeklik gereği “Kraldan daha kralcı” kesilmekten geri durmamaktadır. Şu an AKP-MHP faşist yapılanmasının yürütücü kadrolarının tümüne baktığımızda, isimler düzeyinde analiz ettiğimizde büyük çoğunluğunun Türk olmadığını görürüz.
Fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyona karşı nasıl bir duruş
Bu faşist saldırganlığının sonuçlarını böyle değerlendirdikten sonra, bu fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon politikalarına karşı nasıl bir duruş içinde olmamız gerektiğine de bakmalıyız. Bu konuya daha iyi açıklık getirmek için Önder Apo’nun değerlendirmelerine başvurmalıyız. 5. Savunmada Önder Apo; “Ne kadar yetenekli olursa olsun, devletin tüm kapıları asimile edilen kültürle ilişki kuran ve bu kültürün yaşatılması için çalışan kişi, grup ve kuruluşların yüzüne kapandığı gibi, devlet dışı toplum alanlarından da kapı dışarı edilmeleri için gizli ya da açık, yumuşak ya da sert yöntemlerle her türlü tedbir alınır” demektedir.
Bu durumda ortaya çıkan sonuç oldukça çarpıcıdır. Eğer kültürel soykırımdan geçirilip asimile edilmek istenen kültürün diline, kültürüne ve varlığına sahip çıkarsan işkence tezgahlarından geçirilebilir, 30 yılı aşıp binlerce yıl zindanlara düşmeye mahkum edilebilirsin. Ağırlaştırılmış müebbet cezalarına çarptırılıp ölene kadar tek hücrede toplumdan tecrit edilerek yaşamaya mahkum edilebilirsin. Kadın ya da erkek fark etmez 80 yaşında da olsan, felçli veya yatalak durumda da olsan, çocuk dahi olsan cezalandırılabilirsin. TC ulus-devlet faşizminin gazabından kurtulabilmek için istemesen de bin yıllardır yaşamış olduğun toprakları terk etmek, başka diyarlara göç etmek zorunda kalabilirsin. Yok eğer kültürel soykırım ve asimilasyonu kabul ederek lanetli bir duruma düşmeyi kabul edip boyun eğersen mevcut TC ulus-devlet faşizmi içinde en yüksek mevkilere kadar çıkabilir cumhurbaşkanı dahi olabilir ve sistemin sana sunduğu bütün nimetlerden faydalanabilirsin. O da öz benliğinden ve varlığından vazgeçmen koşuluyla. Böylesi bir durumda en onursuzca yaşamı kabul etmek ve köleliğe razı olmak anlamına gelmektedir.
Onursuzca bir yaşamı tereddütsüz kabul etmeyeceğimize göre özellikle de fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyona karşı onurlu bir yaşama ulaşabilmek için pratik olarak nasıl bir duruş içinde olmamız gerektiğini belirlemek zorundayız.
Öncelikle her zaman ve her zeminde sürekli, doğru strateji ve taktiklerle, eğitim, örgütlenme ve eylemlerle mücadele halinde olmamız gerektiği açıktır. Sürekli bu mücadele sürecinde pratikte karşımıza çıkan engel, eksiklik ve aksaklıklardan, yanlışlık ve yetersizliklerden gerekli dersleri çıkarıp başarılı ve zafere kilitlenen bir mücadeleyi geliştirmemiz gerekmektedir.
Daha pratik anlamda ne yapılabilir sorusuna da cevaplar aranmalıdır. Öncelikli koşul Önderliğin fiziki anlamda özgürlüğü olmakla birlikte yoğun bir mücadeleyle ulusal birliği yaratmaya yönelmeliyiz. Halen yeterli sonuç alınamasa da on yıllardır zaten bunun mücadelesi verilmektedir. Bu konuda netleşen en temel yön; Kürt ulusal birliğini sağlamada işbirlikçi ve ihanetçi çizginin bertaraf edilmesi, ulusal birlik içerisinde bu eğilime kesin yer verilmemesi gerektiğidir. Kürtler olarak varlık ve özgürlük sorunuyla karşı karşıya olduğumuz için önceliği kendi ulusal sorunlarımızın çözümüne vermekteyiz. Bununla birlikte Demokratik Ulus anlayışımız gereği Anadolu, Mezopotamya ve Ortadoğu’da varlık ve özgürlük sorunuyla boğuşan farklı ulusal ve toplumsal yapıların sorunlarının da çözümü de önem arz etmektedir. Anadolu, Mezopotamya ve Ortadoğu’da Kürtlerin varlık ve özgürlük sorununun köklü bir çözüme kavuşması domino etkisi yaratacak, çorap söküğü gibi bütün sorunların hal yoluna girmesini de sağlamış olacaktır.
Daha da somutlaştıracak olursak her ilde, ilçede hatta köyde Kürt dili ve kültürü ile ilgili kurumlaşmalara gitmek gerekecektir. Var olan kurumlaşmalar ve sürdürülen çalışmalar yetersiz kalmaktadır. Format gereği bu yazımız Türkçe olsa da yaşamın her yerinde çarşıda, pazarda, sokakta, aile ortamında, bütün toplumsal faaliyetlerde Kürtçe konuşulması gerekmektedir.
Kürt kültürü, sanatı ve edebiyatının gelişimi için çok yönlü faaliyetler yürütmek esastır. Kürdistan’ın dört parçasında ve ülke dışında fırsatını bulduğumuz yer yerde Kürdi festivaller yapılmak durumundadır. Mevcut durumda zaten birçok festival yapılmaktadır. Bu festivaller Kürt kültürü, sanatı, edebiyatı ve folklorunun yaşatılmasına ve geliştirilmesine hizmet etmelidir. Mevcut yapılanların yanında Kürdi nitelik taşıyan müzik, tiyatro, sinema, folklor ve karma birçok festival yapılmalıdır. Bu festivallerden bazıları geleneksel hale gelmiştir. Örneğin Avrupa’da her yıl yapılan Govend Festivali’nin 35’incisi yapıldı.
Yine Kürt sanatının gelişimi için demokratik modernite paradigmasıyla her yerde ve alanda Kürt sinemasının gelişimi için filimler yapılmalıdır. Kürdistan Özgürlük Devrimi’nin yarattığı mücadele değerleri her türlü filmin yapılabilmesi için yeteri kadar malzeme sunmaktadır. Senaryo yazımında olduğu kadar film yapım ve gösterim süreçlerini de kapsayacak tarzda bu alanın yeniden ve daha komplike tarzda örgütlenmesi olmazsa olmazlarımızdandır. Eğer böylesi bir kapasiteye ulaşılabilirse rahatlıkla uzun, orta ve kısa metraj filmler, belgesel ve diziler yapılabilir.
Kürt müziği şu ana kadar çeşitli düzeylerde rolünü oynadı. Tarihsel olarak baktığımızda özellikle kültürel soykırım ve asimilasyona karşı Kürt müziği çok büyük bir rol oynadı. Demokratik modernite paradigmasının Kürt müziğine yedirilip yeni yaratımlarda varlık bulmasıyla birlikte Kürdistan’da olduğu kadar Ortadoğu’ya da katlamalı yansımaları olacaktır. Başta dağ ve Rojava olmak üzere son zamanlarda Kürdistan’ın birçok yerinde kendisini görünür kılmaya başlayan yeni üretimlerin ne tür bir Rönesans’ın yaratıcıları olduğumuzu gösteren örnekler oluşmaktadır.
Yine Kürt tiyatrosu ve govendinin gelişimi için çok yönlü, yenilikçi ve yaratıcı birçok çalışma yapmak mümkündür. Var olan bentler ve engeller aşılarak bu alanlara da büyük açılımlar yaptırılabilir. Aynı zamanda sanatın diğer bütün disiplinlerinin de varlık bulması, kedisini ifade edebilmesi gerekmektedir.
Tüm bunların gelişmesi için de Kürt edebiyatının durmadan, dinlenmeden, sürekli geliştirilen düzeyin derinleştirilerek ilerlemesi ve yeni üretimlerle topluma ve geleceği ruh olması gerekmektedir. Kürdistan Özgürlük Devrimi’yle birlikte gerçek anlamda Kürt romanı, öyküsü ve şiiri yazılmaya çalışıldı. Bu konuda bir külliyatın oluştuğundan da bahsedilebilir. Ama var olan ve yaratılan bu değerler toplumun ruhsal ve manevi ihtiyacını ne oranda karşılamaktadır diye düşünmemiz gerekiyor. Daha büyük, kapsamlı, derinlikli ve etkileyici roman, öykü ve şiir çalışmalarına ihtiyaç vardır. Özgür Kürtlüğün edebiyatı gelişmeden sanatı da daha güçlü bir şekilde gelişemez. Çünkü özü itibariyle edebiyat, sanatı da beslemekte, nitelik, etik ve estetik ölçülerinin sıçrama yapmasına imkan ve olanaklar sunmaktadır.
Yapılması gerekenleri kısa ve öz olarak ortaya koysak da tüm bunların birkaç kişiyi ve küçük bir grup aydınla yapılacağını sanma yanılgısına da kapılmamak gerekir. Kürt dili, kültürü, sanatı ve edebiyatının gelişmesi için kültür, sanat ve edebiyat ordusuna ihtiyaç vardır. bu ordu diğer ordularla omuz omuza vererek büyük gelişmelere yol açabilir.
Genel olarak konuyu toparlayacak olursak; Kürtçe şarkılar eşliğinde tutulan halaya ve Kürt diline yönelik yapılan saldırıları değerlendirdik. Bu saldırıların tarihsel arka planında yatan mevcut zihniyeti yeniden sorgulayarak yarattığı sonuçlara bakmaya çalıştık. Her yeni saldırı, daha kapsamlı ve içinde yeni tespitleri barındıran çözümleme ve analizleri gerekli kılmaktadır. Tekrara düşmemeye özen göstererek, mevcut tabloyu büyük bir zihin açıklığıyla ve netlikle görünür kılan, toplumun ve halkların yaşananları daha iyi görebilmesini sağlayan değerlendirmelere ihtiyaç vardır. Mevcut saldırıların çapı ve kapsamını ortaya koymak kadar daha büyük bir öz güvenle buna karşı nasıl bir mücadelenin geliştirilmesi gerektiğini de ifade etmek gerekmektedir. Bu yönde yapılan her değerlendirme fiziki-kültürel soykırım ve asimilasyon saldırılarını bertaraf etmeye hizmet ettiği oranda değerli ve anlamlıdır. Bu doğrultuda yapılan değerlendirmeler başarı ve zafere hizmet etmiyorsa sarf edilen tüm sözler laf ebeliğini aşmamış olur. Bu duruma düşmemek için “fikir, zikir ve eylem birliğine” bir kez daha dikkati çekmekte fayda vardır. Böylelikle imha ve yok etmeyi amaçlayan her saldırı büyük başarı ve büyük zaferlerin gerekçesi haline getirilebilir.