PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan
Türkiye’de krizin derinleştiğini artık herkes görüyor ve ifade ediyor. Bunu AKP-MHP faşizmi de artık itiraf etmek zorunda kalıyor. Kuşkusuz söz konusu kriz tek boyutlu değil, tersine çok yönlüdür. Ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, askeri, kısaca yaşamın her alanındadır. Elbette söz konusu krizin birçok nedeni vardır. Türkiye’deki işbirlikçi yapılanma ve kapitalist modernite sistemine bağımlılık temel bir neden durumundadır. Tarihsel gelişim süreci ve içinden çıktığı Osmanlı sistemi yine başka bir nedendir. Kısaca söz konusu krizin tarihsel boyutları ve yapısal özellikleri vardır.
Fakat bütün bunlarla birlikte güncel nedenleri, yani AKP-MHP faşist yönetiminden kaynaklı nedenleri de esastır. Bugün Türkiye’de yaşanan çok yönlü krizin esas olarak Kürdistan’da yürütülen savaşa bağlı derinleştiği tartışma götürmez bir gerçektir. AKP-MHP faşizmi Bakurê Kurdistan’da açık bir soykırım savaşı yürüttüğü gibi, söz konusu bu savaşı işgal ve ilhak temelinde Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarına da yaymaktadır. Söz konusu savaşın yükü Türkiye’deki krizi her geçen gün derinleştirmektedir. Kürt halkının PKK öncülüğündeki kahramanca direnişi ise, Kürt özgürlüğüne dayalı olarak demokratikleşme dışındaki tüm çıkış yollarını kapatmaktadır.
Türkiye’de yaşanan bugünkü krizin temel nedeninin Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşı olduğu tartışmasızdır. “Bir merminin fiyatı nedir, biliyor musunuz?” diyerek, faşist şef Tayyip Erdoğan da bu durumu itiraf etmiştir. Fakat söz konusu savaş da durduk yere çıkmamaktadır, tersine dayandığı ideoloji ve politikalar vardır. AKP-MHP’nin Kürdistan’da yürüttüğü savaşın esas olarak Kürt halk varlığını inkâr etme ve imha etmek isteme anlayış ve siyasetinden kaynaklandığı açıktır.
Demek ki yaşanan savaşın temel nedeni de AKP-MHP’ye hakim olan Kürt düşmanı, Kürt halkını yok etmeyi amaçlayan soykırımcı zihniyet ve siyasettir. Söz konusu krizin yapısal nedenleri de esas olarak bu zihniyet ve siyasetten kaynaklanmaktadır. Tarihsel sürecin ve dayandığı kapitalist modernite sisteminde yaşanan krizlerin bunda belli etkisi olsa da, Türkiye’de yaşanan krizin esas nedeni Kürt düşmanı ve soykırımcı zihniyet ve siyasettir; bu zihniyet ve siyasetin her şeye hükmetmesi ve yön vermesidir. Mevcut krizin yapısal boyutlarını yaratan esas neden de işte bu zihniyet ve siyaset olmaktadır. O halde Türkiye’deki krizin aşılmasının tek bir yolu vardır: Mevcut soykırımcı zihniyet ve siyasetin aşılması, Kürt özgürlüğüne dayalı olarak Türkiye demokratikleşmesini esas alan bir zihniyet ve siyaset devriminin, değişiminin yaşanmasıdır.
Türkiye’de sadece bir yönetim krizi değil,muhalefet krizi de yaşanıyor
Peki, Türkiye’de yaşanan söz konusu krizin en temel sonucu ne olmaktadır? Çok açık ki AKP-MHP faşizminin yıkılışı olmaktadır. Çünkü bütün alanlarda yaşanan kriz kendisini siyasal alanda toplamakta ve bir yönetim krizi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Yani açık bir yönetememe krizine dönüşmektedir. Kürdistan’daki devrimci savaşın ve Türkiye’de süren antifaşist mücadelenin vurduğu darbeler de bu krizi sürekli derinleştirmekte ve AKP-MHP faşizminin yıkılış sürecini hızlandırmaktadır.
Artık çaresi yoktur, AKP-MHP faşizmi mutlaka yıkılacaktır. Bunun anlaşılmaz bir yanı kalmamıştır. Fakat daha önemli olan ve iyi anlaşılması gereken şey, yıkılanın sadece AKP-MHP faşizmi olmadığıdır, onunla birlikte soykırım ve savaş temelinde kurulmuş olan TC sisteminin yıkılmakta olduğudur. Bu nedenle de AKP-MHP faşizmiyle esasta aynı zihniyet ve siyasete sahip olan CHP ve Millet İttifakı da bir çare olamamakta ve söz konusu yıkılış sürecini durduramamaktadır. Çünkü zihniyeti ve siyaseti aynı olduğu için alternatif oluşturamıyor, bir çare üretemiyor. Bu da Türkiye’deki krizi derinleştiren bir etken oluyor.
CHP ve Millet İttifakının özünde AKP-MHP faşizmiyle aynı zihniyet ve siyasete sahip olması şimdiye kadar AKP-MHP iktidarına hizmet etti, Kürt düşmanı faşist rejimi ayakta tuttu, koltuk değneği olarak AKP-MHP faşizmini günümüze kadar yaşattı. TC sistemi açısından bu temelde şimdiye kadar olumlu bir rol oynadı. Fakat aynı zamanda TC’nin tüm yönetim alternatiflerinin tüketilmesine de yol açtı. Kısa vadede rejime hizmet eden politik tutum, uzun vadede rejimin tükenmesi durumunu getirdi. Şimdi artık CHP ve Millet İttifakı da ciddi bir alternatif olamıyor. Bu durum belki AKP-MHP faşizminin ömrünün uzamasına biraz hizmet ediyor, fakat alternatifi tüketerek de TC sisteminin bitişini getiriyor. Kısaca Türkiye’de mevcut durumda sadece bir yönetim krizi yaşanmıyor, aynı zamanda muhalefet krizi de yaşanıyor.
Kuşkusuz bütün bunlar da Türkiye’de demokratik devrimin koşullarını her zamankinden daha olgun hale getiriyor. Dikkat edilirse, mevcut kriz sadece AKP-MHP faşist yönetimini bitirmiyor, onunla birlikte tüm faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti bitiriyor. Aynı zihniyet ve siyasete dayalı çözüm alternatifini yok ediyor. O halde geriye sadece demokrasi alternatifi kalıyor. Demokratikleşme ve demokratik devrim tek çözüm yolu olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye’deki mevcut krizi değerlendirirken, işte tüm bu boyutlarıyla ve sonuçlarıyla birlikte ele almak gerekiyor. Yoksa krizi sadece kapitalist sisteme bağlayıp Kürt sorunu ile bağını görmemek, krizin sadece AKP-MHP faşizmini tükettiğini görüp aynı zihniyette olan CHP-Millet İttifakı alternatifini de tükettiğini görmemek, söz konusu krizden aynı zihniyet ve siyasetle çıkılabileceğini sanıp, dayatan demokratik devrim sürecini anlamamak olur ki bu, doğru ve yeterli bir bakış açısı olmaz. Bu da günümüz Türkiye’sinde yaşanan çok önemli bir özgünlük olmaktadır. Doğru zihniyet ve politik yaklaşım geliştirebilmek için, öncelikle bu özgünlüğün doğru görülmesi ve anlaşılması gerekir.
Birlik ve ittifak olmadan yeterli güç ortaya çıkmaz
Peki böyle bir durumda ne yapmak gerekir? Hiç kuşkusuz, her şeyden önce AKP-MHP faşizmine karşı devrimci ve demokratik mücadeleyi yaratıcı yöntemlerle çok daha fazla geliştirmek gerekir. Çok açık ki böyle bir şeyin tartışması bile olmaz. Çünkü, ne kadar yıpranırsa yıpransın, ne kadar çürürse çürüsün, hiçbir siyasi sistem kendiliğinden devrilmez. Mutlaka ona devirici, yıkıcı vuruşlar gerekir. Bu açıdan da devrimci ve demokratik mücadeleyi yaratıcı yöntemlerle geliştirmek şarttır. Bunun gerektirdiği cesaret ve fedakârlığı göstermek zorunludur.
Antifaşist mücadelede cesaret, fedakârlık ve yaratıcılık kuşkusuz çok önemlidir ve de gereklidir. Fakat yalnız başına bunlar yeterli değildir. Yeterli olabilmek için aklın gücünü iyi kullanmak, akıllı siyaset yürütmek de gerekir. Bu da devrimci birlik ve demokratik ittifak demektir. Hem antifaşist mücadeleyi yeterli düzeyde güçlü hale getirebilmek için ve hem de zafere ulaşabilme açısından devrimci birlik ve demokratik ittifak şarttır. Birlik ve ittifak olmadan yeterli güç ortaya çıkmaz. Dolayısıyla da AKP-MHP faşizmini yıkacak bir mücadele yürütülemez.
Çok açık ki, faşizme karşı daha güçlü mücadele edebilmek ve faşizmi yıkacak gücü biriktirebilmek için birlik ve ittifak gereklidir. AKP-MHP faşizminin ortaya çıkardığı mevcut sistemde siyasi mücadele ancak ittifaklarla yürütülebildiği için birlik ve ittifak gereklidir. Yine her devrim ittifaklarla başarıya ulaştığı için birlik ve ittifak gereklidir.
Dikkat edilirse, AKP-MHP faşizmi genelde İttihat ve Terakki Yönetiminin, özelde ise 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbelerinin bir sonucudur. Mevcut zihniyet ve siyasetini esas olarak bu süreçlerden almıştır. Demek ki yüz yıllık, elli yıllık bir süreç söz konusudur. Tüm bu süreçlerde ortaya çıkan zihniyet ve siyaset yapılanmasıyla mücadele edilmekte ve bunlar aşılmaya çalışılmaktadır. Bu süreçlerin ortaya çıkartıp şekillendirdiği faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetle mücadele edilmekte, bunlar aşılarak Türkiye’ye demokratik zihniyet ve siyaset hakim kılınmak istenmektedir. Açıkça bir zihniyet ve siyaset devrimi yürütülmektedir. Türkiye’nin demokratik devrimi, özünde bir zihniyet ve siyaset devrimi olmaktadır.
Peki, yüz yıldır böyle bir faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı nasıl mücadele edilmiştir? Elli yıldır 12 Mart ve 12 Eylül faşist-askeri darbeleri karşısında devrimci ve demokratik mücadele nasıl verilmiştir? Geriye dönüp TİP, DİSK, TÖS, Dev-Genç süreçlerine bir bakalım. 12 Mart darbesine karşı THKP-C, THKO ve TİKKO örgütlenmeleri temelinde geliştirilen devrimci direnişe bakalım. Bütün bunlarda ortaya çıkan büyük cesareti, fedakârlığı ve yaratıcılığı mutlaka göreceğiz. Ama çok güçlü yoldaşlığı da göreceğiz. Geliştirilen devrimci birlik ve demokratik ittifakları da göreceğiz.
Örneğin Kızıldere katliamına giden süreç bir ortak eylemdi. Mahir Çayan önderliğinde ve Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idamdan kurtarmayı hedefleyen bir THKP-C ve THKO ortak eylemiydi. Bu ittifak anlayışı 1974’te ADYÖD’ün kuruluşuna yol açtı. Söz konusu ittifaklar da 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesine ve onun piyasaya sürdüğü MHP paramiliter güçlerine karşı yürütülen devrimci mücadeleyi ciddi biçimde güçlendirdi.
Yine 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesine karşı mücadele için kurulan Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) çok önemli bir adımdı. Her ne kadar Taner Akçam ve benzerlerinin oportünist yaklaşımları sonucunda fazla uzun ömürlü olmadıysa da, esas olarak 12 Eylül faşizmine karşı mücadelenin çizgisini belirledi. Nitekim 12 Eylül rejimini yenilgiye uğratan PKK direnişi bu çizgi temelinde gelişti. Söz konusu çizginin Kuzey Kürdistan’daki uygulanması 12 Eylül rejiminin başarısını önledi. Çok açık ki, benzer biçimde Türkiye’de de uygulansaydı, o zaman 12 Eylül faşist rejimi de arkasındaki faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset de yok olup tarihe karışacaktı.
Şimdi aynı devrimci anlayışın devamı olarak AKP-MHP faşizmine karşı 2016 yılında kurulan Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) var. Ne zaman ki AKP ile MHP yeni bir faşist ittifak olarak ‘Cumhur İttifakı’nın kuruluşuna gittiler, buna karşı devrimci parti ve örgütler de bir araya gelerek HBDH’yi kurup antifaşist devrimci mücadeleyi böyle bir ittifak temelinde yürütmeye yöneldiler. Kuşkusuz söz konusu mücadelenin yeterli olup olmadığı tartışılabilir, ancak AKP-MHP faşizmine karşı en etkili devrimci mücadeleyi HBDH’nin yürüttüğü gerçeği tartışmasızdır. Böyle bir ittifak son altı yılda antifaşist devrimci mücadeleye çok önemli bir güç katmıştır. Eğer daha çok örgüt ittifaka katılmış olsaydı, o zaman AKP-MHP faşizmine karşı devrimci mücadele çok daha güçlü gelişecekti.
Türkiye’nin önünü açan ve halkların umudunu canlı tutan güç HDP ittifakıdır
Belli ki burada sorumluluk HBDH’yi oluşturup bu temelde devrimci mücadeleyi güçlendirmeye çalışanlarda değil, tersine kendine devrimci deyip de böyle bir devrimci ittifaka katılmayanlardadır. Bunda da “HBDH’nin uzun ömürlü olmayacağı ve aktif mücadele edemeyeceği” gibi önyargılı anlayış önemli bir etken olmuştur. Fakat geçen altı yılın pratiği söz konusu anlayışın yanlış olduğunu kanıtlamıştır. O halde başlangıçta katılmayan devrimci örgütler de şimdi katılıp HBDH’yi ve bu temelde antifaşist devrimci mücadeleyi güçlendirmeye çalışmalıdır. HBDH’nin kapılarının bu tür katılımlara açık olduğu çağrısı birçok kez yapılmıştır. AKP-MHP faşizminin yıkılma sürecine gelmiş olduğu mevcut ortamda tüm devrimci örgütlerin HBDH’ye katılarak hem faşizmin yıkılışını hızlandırmaları ve hem de alternatif olarak yeni demokratik Türkiye’yi yaratmayı hedeflemeleri tek doğru devrimci anlayıştır.
Açık ki devrimci cephede gelişen bu ittifak çalışmasına paralel demokratik siyaset alanında da HDP’nin çok önemli bir ittifak çalışması olmuştur. AKP ve CHP çizgileri dışında Türkiye halklarının demokratik yönetimini yaratmak üzere “Üçüncü Yol Siyaseti” biçiminde doğuşunu gerçekleştiren HDP, son yıllardaki yasal değişikliklerin fırsat verdiği ittifak anlayışı temelinde kurulan Cumhur ve Millet İttifaklarına karşı üçüncü bir ittifak olarak Demokrasi İttifakını oluşturmak için önemli bir çalışma yürütmüştür. Dikkat edilirse, mevcut durumda Türkiye’nin önünü açan ve halkların umudunu canlı tutan güç HDP ittifakıdır.
Fakat mevcut haliyle HDP’nin yürüttüğü ittifak çalışmalarının Türkiye’deki tüm sol ve demokratik kesimleri içine alamadığı ve bütünlüklü bir Demokrasi İttifakı haline gelemediği de açıktır. Kuşkusuz bunda HDP’nin dar ve etkisiz yaklaşımlarının da sorumluluğu vardır ve elbette bunları da eleştirmek gerekir. Fakat tüm sorumluluğun da HDP’de olmadığı açıktır. Kendini sol, sosyalist ve demokratik olarak tanımlayan birçok parti adeta böyle bir Demokrasi İttifakına ihtiyaç yokmuş gibi, ittifaksız da faşizm yıkılıp demokrasi inşa edilebilecekmiş gibi yaklaşmakta, adeta kendini siyasetsiz bir biçimde tek başına bırakmaktadır. Açık ki yalnız başına bir ideolojik grup olunur, fakat bir siyasi parti olunmaz. İttifaksız siyaset yürütülemez ve siyasi başarı sağlanamaz. Genel siyaset açısından geçerli olan bu durum, devrimci ve demokratik siyaset açısından çok daha fazla geçerlidir.
Her şeyden önce daha güçlü mücadele yürütebilmek ve faşizmi yıkacak güce ulaşabilmek için ittifak gereklidir. Bir hakim gerici gücü yıkmak için genellikle bir devrimci ve demokratik örgütün siyasi gücü yetersiz kalır. Böyle bir durum da yeterli gücü ortaya çıkartabilmek için başka örgütsel güçlerle birliği veya ittifakı gerektirir. İdeolojik olarak birbirine yakın örgütler birlik yaratırken, ideolojik olarak birbirine yakın olmayan örgütler de siyasi birliği ifade eden ittifak kurarlar. Dikkat edilirse, mevcut durumda AKP-MHP faşizmi yıkım sürecindedir, ancak tam yıkılabilmesi için daha fazla vuruş gereklidir. Bu da antifaşist mücadelenin daha çok güçlendirilmesi ve etkili hale getirilmesi demektir. Açık ki bu da ancak tüm devrimci ve demokratik güçlerin ittifak yapmasıyla ve bu temelde güçlerini birleştirmesiyle sağlanır. Kısaca AKP-MHP faşizmi ancak ittifak temelinde güçlendirilen mücadele ile yıkılır.
Diğer yandan, AKP-MHP yönetiminin ortaya çıkardığı yeni sistemde siyaset yapabilmek de ancak ittifak yaparak mümkün olmaktadır. Nitekim söz konusu sistemi AKP-MHP ittifakı yaratmış ve hemen kendisini ‘Cumhur İttifakı’ olarak ilan etmiştir. Buna karşı CHP ile İyi Parti de ‘Millet İttifakı’nı kurmuştur. Dikkat edilirse egemen sınıf siyaseti kendini iki ittifakta birleştirmiş ve merkezileştirmiştir. Böylece tüm krizli yapısına rağmen sistemi ayakta tutmaya ve ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Tabi bir yandan da Cumhur İttifakı’nın düşmesi durumunda yönetimin demokratik halk güçlerinin eline geçmesini engellemek için Millet İttifakını alternatif olarak tutmaktadır. Egemen sınıf siyaseti bu kadar örgütlü ve ittifaklı iken, iktidarını ve muhalefetini birlikte düşünür ve ele alırken, halkların demokratik siyasetinin bu kadar parçalı, ittifaktan yoksun, her partinin kendi başına olması kuşkusuz kabul edilemez. Çünkü birlikten ve ittifaktan yoksun olan devrimci veya demokratik hareketler zafer kazanamazlar.
Kaldı ki birlik ve ittifak devrimci ve demokratik güçler için yabancı kavramlar da değildir. Tarihe bakılırsa zafer kazanmış tüm devrimlerde birlik veya ittifak vardır. En çok örnek alınan 1917 Rus Ekim Devrimine bakalım. Devrimin somut ittifakla gerçekleştiği ve zafer kazandığı herkes tarafından bilinmektedir. Kaldı ki Bolşevik Hareket ilk çıkışından itibaren hep ideolojik katılık ve siyasi esneklik ilkesi temelinde yürümüştür. Yani ideolojik mücadeleyi ve politik ilişki ve ittifakı esas almıştır. Bütün siyasi gelişimini çeşitli ittifaklara dayanarak sağlamıştır. Tarihin büyük devrimleri olan Fransız Devrimindeki, İslam Devrimi’ndeki durum da bundan farklı değildir. Demek ki devrim denen değişim olayı ancak çok çeşitli ittifaklar temelinde yürütülen mücadele ile gerçekleşmektedir.
Devrimci ve demokratik hareketin varlığını HBDH ve HDP ittifakları ortaya çıkarmıştır
Türkiye tarihi de birlik ve ittifaka çok yabancı ve de kapalı değildir. Yukarda pratik durumu kısaca ifade ettik. Nitekim TKP sürecinde yaşananlar da bu temeldedir. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbeleri karşısında devrimci örgütlerin nasıl birlik ve ittifak arayışına yöneldikleri kısaca ifade edilmiştir. AKP-MHP faşist ittifakına karşı da HBDH ve HDP ittifakları güncel olarak tüm devrimci ve demokratik mücadele sorumluluğunu omuzlamıştır. Kuşkusuz zafer kazanan ittifaklar yapılamamıştır. Fakat yine de devrimci ve demokratik hareketin varlığını ve mücadelesini söz konusu ittifaklar ortaya çıkarmıştır.
Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır: Türkiye’deki krizi mevcut sistem güçleri, onların temsil ettiği zihniyet ve siyaset aşamaz. Türkiye’nin kangrenleşmiş sorunlarını mevcut egemen sınıf güçleri çözemez. Türkiye’deki mevcut kriz ancak Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye’nin demokratikleşmesiyle aşılabilir, kangrenleşen sorunlar ancak böyle bir zihniyet ve siyasetle çözülebilir. Bunu da ancak Kürt halkının varlığını, özgürlüğünü ve demokratik haklarını kabul eden, kadın özgürlüğü temelinde bir toplumsal özgürlüğü esas alan, ulus-devletçiliği aşarak Demokratik Ulus çizgisine ulaşan, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini kabul eden devrimci-demokratik güçler yapabilir. Onu da ancak birlik ve ittifak yaparak gerçekleştirebilirler. Hiçbir güç tek başına tüm bunları yapamaz. Bu temelde Türkiye’nin geleceğinin devrimci-demokraside, yani radikal demokraside, başka bir deyişle sol-demokraside olduğu açıktır. Bunun dışında Türkiye’de hiçbir yenilik ve yeni gelecek söz konusu olamaz.
Bu noktada, AKP-MHP faşizminin çöküş ve çözülüş sürecinin yoğunlaştığı günümüz koşullarında CHP ve İyi Partiden gelen çıkışların, Millet İttifakındaki hareketlenmenin doğru anlaşılması gerekir. Dikkat edilirse, bu güçler AKP-MHP faşizminden farklı bir şey söylememişlerdir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Kandil’i yerle yeksan etmekten” söz ederken, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener de “PKK ile aynı” diyerek HDP’ye saldırmıştır. Peki, Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin zihniyeti ve söylemi de aynı değil midir? Buna rağmen, AKP-MHP yönetiminin sarsıntısı karşısında CHP ile ortağı niye aktifleşiyor? Çünkü, AKP-MHP faşizmi yönetemez hale gelince kitleler onlardan kopuyor ve yeni yönetim gücü arıyor, bu temelde HDP’ye ve diğer demokratik güçlere yöneliyor. Böyle olunca da HDP ve Demokrasi İttifakı güçlenip AKP-MHP’nin alternatifi haline geliyor. İşte CHP ve ortağı bunu engellemek, AKP-MHP faşizminin yıkılışının Türkiye’de bir demokratik devrime dönüşmesinin önünü almak, AKP-MHP’den kopan kitlelerin HDP ve diğer demokratik güçlere katılışını engelleyerek kitleleri mevcut faşist-soykırımcı sistem içinde tutabilmek için aktifleşiyorlar. Zaten kendilerine iki görev verilmiş: Biri AKP-MHP yönetimine koltuk değneği olarak faşizmin ömrünü uzatmak, diğeri ise AKP-MHP yönetiminin yıkılması durumunda kitlelerin demokratik güçlere kaymasını engelleyerek sistem içinde tutmak. Dikkat edilirse, onlar da işte bu görevlerin gereğini yerine getiriyorlar.
CHP ya da Millet ittifakı merkezli bir siyaset, devrimci ve demokrasi hareketine kaybettirir
Olayların gelişimine dikkatle bakalım. AKP-MHP yönetiminin geçirdiği son sarsıntı döneminde CHP ile ortağı hemen kitlelere “Sokağa çıkmayın” çağrısı yaptılar. Böylece AKP-MHP faşizmine karşı demokratik kitle hareketinin gelişmesini engellemeye çalıştılar. Fakat buna rağmen bazı devrimci gruplar sokağa çıktılar ve “Tayyip İstifa” sloganı attılar. Kadınlar 25 Kasım mücadelesini “Hükümet İstifa” sloganıyla yürüttüler. HDP Yönetimi farklı alanlarda mitingler düzenlemeye yöneldi. Böyle bir durumda gördüler ki kitleler sokağa çıkıyor ve sokakta devrimcileri ve demokratları buluyor ve onlara yöneliyor. Bunun üzerine hemen CHP ile ortağı da bazı yerlerde mitingler düzenleme kararı aldılar. Bununla kuşkusuz kitleleri kendi yanlarına çekmeye çalıştılar. Ama hangi kitleleri? Açık ki AKP ile MHP içindeki kitleleri değil, onlardan koparak HDP ve Demokrasi İttifakına yönelme durumunda olan kitleleri. Yani aslında AKP-MHP yönetimini ve faşizmi yıkma amaçları yoktur, AKP-MHP faşizmi yıkıldığında alternatif olarak HDP ve Demokrasi İttifakının yönetim olmasını engelleme görevleri vardır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset tarafından bu temelde görevlendirilmiş oldukları açıktır.
Çok açık bir biçimde görülüyor ki, Türkiye’deki krizi CHP ve Millet İttifakı aşamaz ve Türkiye’nin sorunlarını bu güçler çözemez. Zaten AKP’den önce, yani geçmişte bu güçler de iktidar olmuşlardı. Bu sistemi CHP kurdu ve onlarca yıl yönetti. Meral Akşener, Tansu Çiller’in en ağır katliamlar yapan çete hükümetinin içişleri bakanıydı. Aynı zamanda AKP kurucularından da birisidir. Yani mevcut krizin ortaya çıkartılmasından sorumlu güçlerdir. Deniyor ki, mevcut kriz ve sorunlar AKP-MHP’nin kurduğu “Başkanlık sisteminde” ortaya çıktı! Hayır, bu görüş doğru değildir. Kriz yapısaldır ve İttihat ve Terakki Yönetiminden beri birikerek gelmektedir. AKP-MHP Yönetimi mevcut krizi ve sorunları yaratan olmaktan çok, daha önce yaratılmış olanları büyüten ve çoğaltan durumundadır. Yoksa mevcut kriz ve sorunları yaratan faşist-soykırımcı zihniyet CHP ve ortağının savunduğu sistemde de vardı.
O halde AKP-MHP’yi çökerten krizi ve sorunları CHP ile diğer egemen sınıf partileri çözemez. Bu krizi aşma ve sorunları çözme gücünü ancak Kürt özgürlüğüne dayalı olarak Türkiye’nin demokratikleşmesini öngören devrimci ve demokratik güçler gösterebilir. Kuşkusuz bu da kendiliğinden olmaz, tersine son derece örgütlü ve yaratıcı bir mücadele ile gerçekleşir. Devrimci-demokratik güçlerin böyle bir mücadeleyi etkili bir biçimde geliştirebilmek için de birlik ve ittifak yapmaları ve bu temelde güçlerini birleştirip büyütmeleri zorunludur. Demek ki güçlü antifaşist mücadele için birlik ve ittifak gereklidir. Birlik ve ittifak içinse birincisi tek başına yalnız durmaktan vazgeçmek, ikincisi ise CHP ile ilişkilere dikkat etmek, yani CHP’nin kuyruğuna takılmamak gerekir.
Mevcut durumda Türkiye’nin bazı devrimci ve demokratik güçlerinde tek başına hareket etme eğilimi güçlüdür. Halbuki devrimci alanda HBDH gibi son derece cesur ve fedakâr mücadele eden bir devrimci ittifak hareketi vardır. Demokratik cephede ise faşist teröre karşı yiğitçe direnen bir HDP-HDK ittifakı oluşmuştur. Bunlar devrimci birliği ve demokratik ittifakı büyütebilmek için son derece yoğun bir çaba harcamaktadır. Herkesle her şeyi tartışmaya ve ittifaklarını büyütmeye açıktırlar. Somut durum böyleyken, HBDH ve HDP’den uzak durmanın, faşizme karşı mücadelede birlik ve ittifak içinde olmamanın anlaşılır ve izah edilir bir yanı yoktur. Açık ki devrimcilerin HBDH ile, demokratik güçlerin ise HDP-HDK ile birleşmesi, ittifak yapması gerekir. Bu konuda hiçbir ilke ve siyaset engel olarak gösterilemez. Birliğe ve ittifaka katılmamak ve ayrı durmak tehlikelidir. Çünkü bu durum AKP-MHP faşizminin uzamasına hizmet etmektedir. Yine CHP ve ortaklarını heveslendirmekte, onların gücünü artırmaktadır. Sözle söylenen ne olursa olsun, pratikte gerçekleşenin bu olduğu tartışmasızdır.
CHP ile ilişkilere gelince, sol ve demokratik güçlerin birlik ve ittifaklarının engellenmesindeki en temel etkenin bu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Adeta bazı güçler tarafından CHP’nin de sol ve demokratik olduğu sanılmakta ve iddia edilmektedir. Halbuki CHP’nin kendisi kendini sol ve demokrat olarak görmemekte ve tanımlamamaktadır. Dikkat edilirse demokrasi ittifakında değil, Millet İttifakında yer almaktadır. HDP ile değil, MHP ve İyi Parti ile ittifak yapmaktadır. Geçmişte Devlet Bahçeli ile ittifak yapmıştır, şimdi de Meral Akşener ile ittifak halindedir. Böyle bir güce sol ve demokrat denebilir mi?
Tüm sol ve demokratik güçler, Demokrasi İttifakı içinde birleşmelidir
Deniyor ki CHP’nin içinde ve tabanında solcu ve demokratik güçler var ve onları kazanmak gerekir. Kuşkusuz bu görüş doğrudur. Fakat CHP içindeki solcu ve demokratik güçlerle ilişki kurup onları kazanmak ayrıdır, mevcut CHP siyasetiyle ve onu yürüten yönetimle ittifak yapmak, onun etkisine girmek ayrıdır. Birincisi doğruyken, ikincisi yanlıştır. Kaldı ki demokratik eğilimli olanlar sadece CHP içinde değil, AKP ve diğer partiler içinde ve tabanında da vardır, hatta MHP ve İyi Parti tabanında da vardır. Kuşkusuz bunlarla da ilişki kurup bunları da kazanmak için çalışmak gerekir. Ancak bu durum, söz konusu partilerin demokratik güçler cephesi içinde yer aldığı anlamına gelmez. Aynı durum CHP için de geçerlidir. CHP aldatıcılığından ve CHP’nin siyasi etkisinden artık tümüyle kurtulmak gerekiyor.
Kaldı ki HDP de, EMEP, TKP, Sol Parti gibi güçler de geçmişte CHP ile çeşitli ilişkiler içine girdiler. Örneğin CHP içinden aday olup milletvekili ve belediye başkanı seçildiler. Yerinde olup bir çizgi haline getirilmediği durumda bu tür yaklaşım belli sonuçlar da verdi. Fakat bu hep böyle olamaz. Böyle olursa o zaman CHP’nin bir parçası haline gelinir. Yerli yersiz CHP içinde kalınırsa, o zaman CHP’nin kuyruğuna takılma olur. Bundan da kurumsal olarak CHP kazanır. Tabii demokrasi hareketi ise kaybeder.
Dahası, böyle yapılacaksa bile, bunun Demokratik İttifak temelinde yapılması, yani CHP ile bireysel değil de kurumsal ilişki içinde olunması en doğrusudur. Böylesi hem Demokrasi Hareketine ve hem de aslında CHP’ye kazandırır. Yani önce tüm sol ve demokratik güçler bir Demokrasi İttifakı içinde birleşmelidir. Ondan sonra bir seçimde CHP ile ittifak yapmak gerekiyorsa kurumsal olarak yapmalıdır. Bu biçimde başka güçlerle de seçim ittifakı elbette yapabilir. Bu durum karşılıklı anlaşmaya ve çıkarların gözetilmesine bağlıdır.
Demek ki AKP-MHP faşizmini yıkacak devrimci-demokratik gücü ortaya çıkarabilmek için, birincisi dar ideolojik grup olmayı aşarak politika yapmaya, örgüt ve eylem olmaya yönelmek gerekir. Bu da her düzeyde ittifak yapmayı gündeme getirir. Çünkü politik mücadele ittifaksız olmaz. İkincisi ise, CHP’nin ideolojik, siyasi ve örgütsel etkisinden kopmak gerekir. Çünkü CHP’nin en küçük etkisi bile bir gücü sistem içinde tutmaya ve sisteme bağlı hale gelmeye götürür. Mevcut sistemin etkisinde kalarak da bu sistemi değiştirmek, faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti aşmak, Kürt özgürlüğüne dayalı demokratik Türkiye’yi yaratmak mümkün olmaz.
Faşizme karşı Demokrasi İttifakını yaratmak tarihsel bir zorunluluktur
İdeolojik grup olma aşılıp CHP etkisinden kurtulduktan sonra geriye faşizmi yıkacak mücadeleyi geliştirecek ve alternatif demokratik sistemi inşa edecek ilişki ve ittifakları yaratmak kalır. Bunun için de birlikçi ve yapıcı bir anlayış, asgari demokrasi ilkeleri ve sorumluluk üslenme yeterlidir. Bu düzeye gelindikten sonra AKP-MHP faşizmini yıkacak ve yerine bir benzerinin geçmesini engelleyecek Demokrasi gücünü ortaya çıkarmak ve etkili kılmak zor olmaz. Bu noktada her partinin kendi programını dayatmaması, asgari demokrasi programında birleşilmeye hazır olunması ve yapıcı yaklaşılması önemlidir. Bunlar da olursa en geniş ve güçlü Demokrasi İttifakı mutlaka yaratılır.
Burada isimlendirmeye fazla takılmamak gerekir. Sol ittifak mı denecek, yoksa demokrasi ittifakı mı veya başka bir isim mi kullanılacak; bunlar o kadar belirleyici değildir. Kaldı ki bu tür isimlendirmeleri karşı karşıya getirmemek gerekir. Yine önce sol ittifak, sonra demokrasi ittifakı gibi kategorileştirmek de fazla anlamlı değildir. Kuşkusuz kendine sosyalist diyen partiler önce kendi aralarında sosyalist bir ittifak kurup, ardından da en geniş demokrasi güçlerini içinde toplayacak bir Demokrasi İttifakına katılabilir. Yine önce Türkiye’nin sol partileri ittifak kursun, sonra Kürtlerle ittifak içine girilsin biçimindeki bir anlayış var ki, eğer yapılabiliyorsa bu da mümkündür. Burada önemli olan tüm antifaşist demokrasi güçlerini en geniş bir Demokrasi İttifakında birleştirip, egemen sınıfın Cumhur ve Millet İttifaklarının karşısına üçüncü güç olarak çıkarmaktır. Buna hizmet eden ve güçlendiren her türlü ara ittifak da elbette yapılabilir.
Üzerinde durmak istediğimiz esas nokta, egemen sınıf siyasetinin ittifaklar yaparak kendini merkezileştirmesi karşısında demokratik halk siyasetinin, sol, sosyalist ve demokrasi güçlerinin yaşadığı parçalılığın aşılmasıdır. Mevcut durumda ciddi bir parçalılığın yaşandığı ve bu nedenle antifaşist mücadelenin istenen boyuta çıkamadığı ortadadır. Bu durum hem AKP-MHP faşizminin ömrünü uzatmakta ve hem de Millet İttifakı gibi sahte bir gücün yerine aday olmasına fırsat vermektedir. Halbuki Demokrasi İttifakının potansiyeli en geniş olanıdır, bu potansiyelin asgari düzeyde örgütlenip harekete geçirilmesi Demokrasi İttifakını birinci siyasi güç haline getirir.
Bu anlamda sol-demokratik ittifakı çok daha fazla büyütmeye ve genişletmeye kesinlikle ihtiyaç vardır. Kuşkusuz HDP kendi içinde bir ittifaktır, fakat mevcut haliyle Türkiye’nin tüm demokratik güçlerini birleştirmiş olan bir ittifak değildir. Onun dışında Sol Parti, EMEP, TKP gibi tarihsel geçmişi olan, sol geleneği temsil eden birçok parti vardır ve onların hepsi de çoğunlukla tek başınadır. Bu durumda ne faşizme karşı etkili sokak eylemi yapılabilmekte ve ne de seçimde istenen etkinliğe ulaşılabilmektedir. Sonuçta en üst çatı biçiminde de olsa bunların hepsini birleştirecek en geniş Demokrasi İttifakını yaratmak tarihsel bir zorunluluk ve temel bir görev olmaktadır.
Açık ki böyle bir Demokrasi İttifakı Mustafa Suphi’den bu yana gelen yüz yıllık tüm sol-demokratik birikimi, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’dan bu yana gelen elli yıllık devrimci-demokratik birikimi, adını burada sayamadığımız tüm sosyalist ve devrimci kişiliklerin yarattıkları birikimi, işçi, emekçi ve aydın hareketlerinin tüm birikimini, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’da somutlaşan tüm Kürt direnişlerinin büyük birikimini, özgürleştirici ideolojik ve eylemsel gücüyle tüm kadın özgürlük birikimini, Dev-Genç’ten bu yana gelen tüm Türk ve Kürt gençlik dinamizmini kendi bünyesinde toplayıp birleştirmeli, AKP-MHP faşizmini yıkıp CHP engelini aşarak Kürt özgürlüğü temelinde demokratik Türkiye’yi yaratmaya yürümelidir.
Türkiye’de demokrasi hareketinin önü açıktır. Çünkü elli yıllık, hatta yüzyıllık faşizm ardından demokratikleşme Türkiye’nin ve burada yaşayan herkesin hakkıdır. Kürdistan dağında ve tüm kentlerde gelişerek süren devrimci direniş böyle bir demokratikleşmenin önünü açmakta ve onun için en büyük gücü ortaya çıkarmaktadır. AKP-MHP faşizminin derinleştirdiği kriz, Türkiye’de acil bir değişiklik ve demokratikleşmeyi gerekli kılmaktadır. Gerisi demokratik siyaset yürüten güçlere, parti, yönetici ve kadrolara düşmektedir. Bunların da tarihi görevlerini asgari düzeyde yerine getirmesi AKP-MHP faşizmini yıkacak, CHP engelini aşacak ve Türkiye’yi Ortadoğu’nun ve dünyanın en demokratik ülkesi haline getirecektir. Hedef budur ve bundan daha güzel ve anlamlı bir amaç olamaz. O halde böyle bir ortak amacın başarısında pay sahibi olabilmek için herkesi demokratik yarışa davet ediyoruz!