Önder Apo demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigmasını geliştirdikten sonra eşbaşkanlık sistemini de gündeme getirdi ve bu paradigmayı esas alan tüm örgütlenmelerden bu sisteme geçmelerini istedi. Kurdistan’ın dört parçasında ve yurt dışındaki Kürtlerden bu paradigmayı esas alanlar da kendilerini bu şekilde örgütlemeye başladı. Bu temelde ilk kez eşbaşkanlık sistemine geçiş 28 Mart–4 Nisan 2005’te yapılan PKK 9. Kongresi ile yeniden inşa edilen PKK’de gerçekleşti.
Bakur ve Türkiye’de demokratik siyaset alanında ise 9 Kasım 2005’te kurulan Demokratik Toplum Partisi (DTP) ile başlayan eşbaşkanlık sistemi, siyasi parti ve kongreler düzleminde sırasıyla Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile günümüze kadar geldi. Şimdi de aynı sistemi DEM-Parti sürdürmektedir. Yine bu sistemi sadece siyasi parti ve kongreler esas almadı, STK’lerden emek konfederalizmlerine, belediyelerden derneklere kadar bu sistem yaşamın tüm örgütlü alanlarına yayıldı. Hala da pek çok örgüt ve kurumda bu sistem uygulanmaktadır. Öte yandan bu sistem sadece Bakur ve Türkiye’de değil, Kurdistan’ın diğer parçalarında ve yurt dışında da hayata geçirilmiş ve demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü toplum paradigmasını esas alan tüm toplumsal birimler buna göre örgütlenmiştir.
Eşbaşkanlık sistemi bir taraftan bu şekilde yayılmasını sürdürürken, öte yandan her zaman tartışma konusu olmuştur. Kapitalist modernite merkezlerinde her şeyde olduğu gibi bu sistemin de özü boşaltılmakta ve Yeşiller gibi eşbaşkanlık sistemine yer veren pek çok parti, küresel kapitalist sistemin yürütücü gücü olarak verili kapitalist sistemin esaslı bir dişlisi haline gelmiştir.
Soykırımcı rejim nezdinde büyük bir mücadeleyle ancak siyasi parti eşbaşkanlıkları yasal olarak kabul ettirilebilmiştir. Soykırımcı faşist TC, eşbaşkanlık sistemini esas alan kurum ve örgütlenmeleri yasa dışı ilan ederek kriminalize etmekte, saldırısının gerekçesi yapmaktadır.
Feodal ve diktatör olma hevesindeki Barzani vakti zamanında Kurdistan Ulusal Kongresi’nin eşbaşkanı olması yönündeki teklifi, bir kadınla başkanlığı paylaşacak olması nedeniyle hakaret saymış ve kabul etmemişti. Böylelikle hazırlıkları yoğun şekilde yapılan ulusal kongreye gidilememiş ve çok değer verdiğini ima ettiği Leyla Zana’nın kendisinin eşbaşkanı olmasını da engellemişti.
Hatta eşbaşkanlık sistemini iki erkek başkan arasında gerçekleştirmeye çalışan partiler bile çıktı.
Demokratik siyaset alanında ise kadınlar bu sistemi sahiplenip uygulamak için büyük bir mücadele vermiş, içteki yetersizliklere ve dıştan gelen saldırılara rağmen sistemin bugüne kadar gelmesinde belirleyici rol oynamıştır. Erkeklerin eşbaşkanlık sistemini sahiplenme düzeyi görece daha zayıf olmuş, yer yer de son Batman yerel yönetim seçimlerinde olduğu gibi erkek eşbaşkan adayları bu durumu kriz haline getirerek hem kendilerine hem de temsil edilmesi gereken değerlere büyük zarar vermiştir.
Eşbaşkanlık sisteminin dayandığı demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasının yaratıcısı Önder Apo ise sistemde ısrar edilmesini, eşbaşkanlık sistemi önündeki tüm engellerin aşılmasını her defasında istemiştir.
Kısacası eşbaşkanlık sistemi yoğun tartışmalar ve farklı yaklaşımlarla birlikte paradigmanın yayılmasına paralel yayılımını sürdürmektedir. Demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü toplum paradigmasının özümsenmesiyle yaşamın tüm birimlerine daha fazla yayılacağı ise çok açık bir şekilde görülmektedir.
Peki, gerçekte bu sistem nasıl bir sistemdir ve neyi amaçlamaktadır? Önder Apo bu sistemi neden bu kadar önemsemekte ve gerekli görmektedir? Gerçekten bu sistem olmazsa olmaz mıdır? Bu sistemle kadınlar, erkekler, bir bütün halinde de insanlar, halklar ne kazanacaktır? Sistemi sahiplenme düzeyi ve oranı neden kadınlarda erkeklere göre daha fazla? Daha da artırılabilecek bu sorulara doğru cevaplar vermek önemli. Zira konu özgür yaşam temelinde toplumsal yeniden inşa açısından hayati önemde.
Toplumsal sorunları çözme çabasına doğru yerden başlamak
Konunun önemi kadının toplumsal yaşamdaki rolünden ve erkek egemenlikçi sistem tarafından yaşamdan ne denli uzaklaştırılmış olmasından kaynaklanıyor.
Toplumsal yaşamın tanımlanmasında ve onun tekrar inşasında kadın, merkezi öğedir. Tüm bilimlerin tanrıçası olarak tanımladığımız sosyal bilimi jineolojiye dayandırmamızın; sorunların çözüm anahtarı olarak kadının duygu yüklü zekâsını görmemizin, toplumsal doğanın sistemi olan demokratik uygarlık sistemini kadın sistemi olarak tanımlamamızın, dahası sosyalizmi sınıf eksenli değil de kadın merkezli değerlendirmemizin, PKK’yi bir kadın partisi olarak ele almamızın, kadın kurtuluş ideolojisini sadece kadının değil, tüm insanlığın sorunlarını çözecek ideoloji olarak ele almamızın altında yatan şey, kadının yaşamdaki merkezi rolünü ortaya koyar.
Tüm bunlar hakikat rejimimizden çıkan gerçekler oluyor ki, öylesine oluşturulmuş veya görmezden gelinecek hususlar değildir. Gerçekten de toplumsal doğaya uygun bir eşitlik-özgürlük mücadelesi yürütmek, dahası insan doğasıyla tekrar buluşmak isteyenlerin böylesi bir zihniyet devrimini gerçekleştirmesi zorunludur. Erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasetin bir iflası yaşadığı ve bırakalım mevcut toplumsal sorunları çözmeyi, tüm toplumsal sorunların bizzat yaratıcısı olduğu ve bu sorunları giderek daha fazla derinleştirdiği yeterince açığa çıkmıştır. O nedenle özgür yaşam arayışında olanların, erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasetin kadına dair oluşturduğu cinsiyetçi kalıplardan kurtularak özgürlük arayışlarını kadına dayandırmaları ve sorunların çözümünü kadının duygu yüklü zekâsında aramaları gerekir. Bunu gerçekleştiremeyenlerin veya buna yanaşmayanların sistemin değirmenine su taşımaktan kurtulamayacaklarını asla unutmamalı.
Onca demokratik uygarlık gücünün tüm çabalara rağmen toplumsal doğaya yeniden dönüşü sağlayamamalarının altında yatan, kesinlikle yanlış yerden başlamalarıdır. İşe devletleşmekle, iktidarlaşmakla, sınıfsal hâkimiyetle ve benzer zihniyetlerle başlayanların; toplumsal yaşamı özgür-eş yaşam şeklinde tasarlamayanların, yaşamı bu temelde yaşamayanların, kadına erkek egemenlikçi bir zihniyetle yaklaşanların iktidarcı-devletçi sistemin sınırları içinde debelenmekten kurtulamayacaklarını mutlak anlamda bilmek gerekir.
Bağlantılı olarak toplumsal yaşamın hakikatini arama yolunda temel araştırma yöntemini kadına dayandırmayanların, gücünü kadındaki özgürlüğe bağlanma halinden almayanların ve kendilerini kadın hakkında egemen erkeğin yarattığı onca yalandan kurtaramayanların, kadındaki potansiyeli ve yaratıcılığı göremeyenlerin başarılı olması asla mümkün olamaz. Geçmiş ve gün bu konuda fazlasıyla ders vericidir, öğreticidir.
Özcesi insan yaşamı, toplumsal yaşamdır ve toplumsal yaşam da kadın eksenlidir. Bu erkeğin toplumsuz veya toplumun erkeksiz olabileceği anlamına gelmez. Erkek de varoluşsal olarak toplumsaldır. Toplumsallık insan türünün varoluş koşuludur. Kast edilen, toplumsal yaşamın kadının etrafında ve belirleyiciliğinde gerçekleştiğidir. Bu, toplumsal yaşamın ‘en uzun süre’ kapsamında gerçekleşen formudur. Tüm zamanlarda ve mekânlarda gerçekleşen budur ve bu ontolojiktir. Hatta bu gerçekleşmeyi sadece kadın için değil dişilik için de söylemek mümkündür. Eşeyli canlılarda eğitim, yaşama-var kalmaya hazırlama ve yaşamı inşa, yoğunluklu olarak dişilin işidir. Bu yönüyle aslında doğanın ve bağlantılı olarak yaşamın daha çok dişil karakterde olduğunu söylemek gerekir. Zaten ‘toprak ana’, ‘bereketli ana’, ‘jin-jîn (jiyan)’ gibi tanımlamalar da kadın-yaşam benzerlik ve özdeşliğini ortaya koyan temel gerçekler olmaktadır.
İşte insan ve toplumsal doğaya uygun yaşam için bu kadar önemli, hayati olan kadın, erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasetin bir gereği olarak yaşamın dışına atılmıştır. Zaten toplumsal sorunlar da tüm değerleri gasp ederek kendisini kadın kırımı üzerine inşa eden erkek egemenlikçi sistem tarafından inşa edilmiştir. Bu yönüyle insanlığın hala yoğunca uğraştığı tüm toplumsal sorunların kadın kırımı ile bağı direkttir. Kadın yaşamın dışına itildiği, toplumsal yaşam açısından hayati önemdeki yaratıcılığından uzaklaştırıldığı, alanı daraltıldığı ölçüde insan ve toplum yaşamı sorunlarla yüklenmiştir. Kadına erkek egemenlikçi zihniyet ve politika ile yaklaşıldığı ölçüde toplumsal sorunlarda da derinleşme gerçekleşmektedir. O açıdan kadının xwebunlaşması, kendi özgünlüğü ve özerkliği temelinde yaşamın tüm alanlarında yer alması, var olan toplumsal sorunların çözümü ve yeni toplumsal sorunların yaşanmaması için hayati önemdedir. Zira kadın doğası ve sistemi toplumsal sorunların oluşumuna kapalı olduğu gibi kadının duygu yüklü zekâsı da mevcut toplumsal sorunların çözümü için olmazsa olmazdır.
Günümüzde devrimciler, kadınlar, gençler, ezilen sınıflar da dahil toplumun tüm kesimlerinin erkek egemenlikçi sistemin yarattığı toplumsal sorunlarla uğraştığını gözettiğimizde sorunların çözümünde nereden başlanması gerektiği de ortaya çıkmaktadır.
İşte Önder Apo Kürt sorunu da dahil mevcut toplumsal sorunları çözmeye çalışan bir devrimci olarak işe o nedenle erkek egemenlikçi zihniyet ve politikanın aşılması ve kadının xwebunlaşmasıyla başlamaktadır. Eşbaşkanlık sistemini bu denli gerekli ve hayati görmesi buradan kaynaklanmaktadır.
Eşbaşkanlık dar anlamda bir yetki paylaşımı değildir
Belirtilen felsefik çerçeve eşbaşkanlık sisteminin dar anlamda bir yetki paylaşımı olarak ele alınamayacağını ortaya koyar. Eşbaşkanlık sistemini eşit bile olsa salt bir yetki paylaşımı olarak görmek, dar bir yaklaşım olur. Dolayısıyla doğru olmaz. Ancak ne yazık ki mevcut durumda en çok da böyle anlaşılmakta, yetki paylaşımı yönü öne çıkmaktadır. Esas olarak da yaşama dair tüm yetkileri eline geçirmiş olan erkek bu sistemi tartıştırmakta ve elindeki yetkiyi bir kadınla paylaşmaya yanaşmamaktadır. Kendisini özne, kadını nesne; kendisini yeterli, kadını yetersiz görmeye alıştırılmış erkek egemenlikçi kafa, kadına hep ‘erkeğin yardımcısı’ rolünü verdiğinden kadını eşiti olarak görmeye yanaşmaz. Kadını yönetilen kendisini de yöneten ve her zaman için son sözü söyleyen olarak gören egemen erkek böylelikle gerçekte karşı olunması gereken sınıflı, egemenlikçi sistemi yaşatır.
Özgürlük, eşitlik, demokrasi mücadelesi verenlerin böyle yaklaşamayacakları açıktır. Böyle bir zihniyet ve siyasetin hoş karşılanacak bir tarafı yoktur, bu zihniyet ve siyasete karşı sadece ve sadece mücadele edilir. Çünkü bu kafa erkek egemenlikçi, iktidarcı-devletçi sistemi var eden kafadır. Dolayısıyla nerede ve kim adına yürütüldüğüne bakılmaksızın toplumsal yaşamın her mekânında ve zamanında buna karşı özgürlük mücadelesi verilmek durumundadır. Aksi taktirde toplumsal sorunların çözülmesi ve toplumsal doğaya uygun bir özgür yaşam inşası söz konusu olmayacaktır.
Belirtilenlerden kadın ve erkek arasında yetkinin eşit temele çıkarılmasının öneminin hiç olmadığı sonucu çıkarılmamalıdır. Kuşkusuz herhangi bir çalışmada, toplumsal yaşamda kadın ile erkeğin eşit yetkide olması önemlidir. Ancak bunun da erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasete karşı büyük bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi verilerek kazanıldığını unutmamak gerekir. O halde kast edilen eşbaşkanlık sisteminin salt bir yetki paylaşımı olarak görülemeyeceğidir.
Öte yandan toplumsal doğa açısından daha önemli olanı ise toplumu yönetmek üzere ayrıca yetkili kişilerin belirlenmemesi gerektiğidir. Toplumsal doğaya uygun olanı, toplumu birilerinin yönetmesi değil, toplumun kendi kendisini yönetir hale gelmesidir. Toplumsal doğa anlamına da gelen ahlaki-politik toplum gerçekliği böyle olmayı gerektirir. İnsanın varoluşsal olarak ahlaki ve politik olduğunu bunun da kendi kendine yeten ve kendi kendini yöneten bir duruş anlamına geldiğini gözettiğimizde en hakiki toplumlar kendi kendilerine yeten ve kendi kendilerini yöneten toplumlardır. Burada ancak iş ve rol koordinasyonu temelinde bir öz yönetim durumu yaşanabilir. Dolayısıyla öz yönetim anlamına gelmeyen her türden ‘yönetim’ faaliyetini devletçi sisteme ait olan ve insanları ahlaki-politik özünden uzaklaştıran ‘idarecilik’ türü olarak değerlendirmek daha doğrudur. Bu nedenle eşbaşkanlık sisteminin olduğu her toplumsal birimde söz konusu birimin veya toplumun üzerinde yetkili hale gelinmemeli, olacaksa bir yetki, bu bizzat o birimin kolektif iradesi olmalıdır. Aksi taktirde karşı çıkılan erkek egemenlikçi, iktidarcı-devletçi sisteme hizmet etmekten kurtulmak mümkün olmaz.
Demek ki sorun tek bir başkanla idare etmek yerine iki başkana aynı yetkiyi vererek her ikisiyle birlikte işleri idare etmek değildir. Bu bakımdan Önder Apo’nun belirttiği eşbaşkanlık sistemiyle, sistem içi parti ve örgütlerin bahsettiği eşbaşkanlık sistemi niteliksel olarak farklıdır. Onlarınki bir yetki paylaşımıdır. Önder Apo’nun dile getirdiği ise salt siyasi bir yönetim modeli olmayıp yaşamın her anında ve mekânında kadın ile erkeğin özgür–eş yaşamı, eşit ve özgür ilişkiler temelinde inşa etmesidir.
Eşbaşkanlık sistemi özgür-eş(it) yaşamı yeniden inşa etmenin sistemidir
Bu sistem, esas olarak bir özgür yaşam modelidir. Özgür–eş yaşamın yönetim sistemine yansımış halidir. Her iki cinsten iki kişiyi eşit (eş) hale getiren, onlar arasındaki ilişkileri özgür ve eşit temelde tekrardan kuran sistemdir.
Diğer yandan özgür ve eşit yaşamın tekrardan inşasına yönelen bu felsefi temel, sadece cinslerin karşılıklı birbirine yaklaşımıyla da sınırlandırılamaz. Kuşkusuz öncelikle kadın ve erkek arasında gerçekleşmesi gereken bir sistemdir. Yani erkek, egemen erkek olmaktan çıkmalı, kendisini her şeyin merkezi, sahibi olarak görmeyi bırakmalı, kadını da kendisinin eşiti olarak görmelidir. Kadın ise xwebunlaşarak özgür-eş yaşamdaki belirleyici rolünü görmeli; düzeltici, değiştirici, inşa edici rolünü tekrardan edinmelidir. Öncelikle her iki cinsin kendi fabrika ayarlarına dönmesini gerektiren ve mümkün kılan sistemdir. Aksi taktirde yaşam özüne uygun şekilde değil de tıpkı beş bin yıllık erkek egemenlikçi sistemde olduğu gibi yanlış ve zararlı şekilde inşa edilmiş olur. Dolayısıyla kadın–erkek ilişkilerini eşit ve özgür temelde yeniden kurmak ve bunu yaşamın özgür inşası için olmazsa olmaz görmek hayati önemdedir. Toplumsal yaşamı yeniden inşa ederken bu ilişki biçimini mümkün kılacak sistem ise eşbaşkanlık sistemi olmaktadır.
Dikkat edilirse kadın ile erkek arasında bir yetkinin veya yönetim erkinin paylaşımından bahsedilmiyor, yaşamın üzerine inşa edileceği bir ilişki ve yaşam tarzından bahsediliyor.
Dahası hemcinsler arasında da gerçekleştirilmesi gereken ilişki ve yaşam tarzı böyle olmak durumundadır. Yaşamın hangi anında ve biriminde olursa olsun iktidarcı-devletçi ilişki ve yaşam tarzından kurtulmak gerekir. Aksi taktirde yine sistemiçileşmekten kurtuluş mümkün olmaz. O nedenle erkeklerin erkeklerle, yine kadınların kadınlarla ilişkileri de eşit ve özgür olmak durumundadır. Bu yönüyle eşbaşkanlık sisteminin dayandığı özgür–eş yaşam, ulaşılmak istenen ve toplumsal doğaya uygun olan tek yaşam seçeneğidir. Dolayısıyla yaşam özüne uygun şekilde yaşanmak durumundadır ki bu da özgür–eş yaşamdır. Bunun dışındaki diğer tüm yaşam biçimlerinin kadınları, erkekleri, toplamda da insanları kendi doğalarına uygun bir yaşama ulaştırmaları mümkün değildir. Bu yönüyle eşbaşkanlık sistemini bir açıdan da toplumsal doğaya uygun özgür–eş yaşamın yönetim modeli olarak görmek mümkündür.
Eşbaşkanlık sistemi egemen erkekliğe müdahaledir
Eşbaşkanlık sistemi verili erkek egemenlikçi sistemde kadının lehine, erkeğin ise aleyhinedir. Zaten Önder Apo’nun gerçekleşmesi gerektiğini belirttiği üçüncü kültürel kırılma da tam olarak bu anlama gelmektedir. Yani ilk iki cinsel kırılmayla kadın önce güçten düşürülmüş, ardından da lanetlenmiştir. Bunları yapan egemen erkek ise tüm kutsallıkları kendine mal etmiş ve kadının güçsüzleştirilmesi üzerine güç devşirmiştir. İşte üçüncü cinsel kırılma, erkeğin ve kadının bu halden çıkarak kendi doğalarına dönmesi durumudur. Bu da kadın xwebunlaştıkça ve erkek de egemen erkek olmaktan çıktıkça mümkün olacaktır. Yani eşbaşkanlık sistemi, tanrısallaşmış, kadın da dahil kendisini her şeyin sahibi haline getirmiş olan egemen erkeğin iktidar alanını daralttığından egemen erkeğin aleyhine; kadına ise yaşam alanı açtığından kadının lehine olan bir sistemdir.
Dikkat edilirse, bu egemen erkek–özgürleşmek isteyen kadın denkleminde böyledir. Çünkü bu sistem egemen erkeğin alanını daraltmayı ve özgürleşmek isteyen kadına alan açmayı amaçlamaktadır. Ancak egemen erkek olmakta ısrar etmeyen, erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasetten kendisini kurtarmak, özgürlük ve eşitlik mücadelesi yürüten erkekler açısından ise tam tersidir.
Eşbaşkanlık sistemi özgürleşmek isteyen erkek için özeleştiridir
Erkek egemenlikçi sisteme karşı eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten erkekler açısından kadın mücadelesi en devrimci, değiştirici, dönüştürücü mücadele olduğundan, kadının varlık ve özgürlük mücadelesi savunulmaktadır. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren erkek, bunu tüm toplumsal sorunların yaratıcısı olan erkek egemenlikçi zihniyete karşı vermek durumunda olduğunu bilerek öncelikle bunu kendi yaşamında göstermek durumundadır. Eş deyişle eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten erkeğin kendisini kadında oluşturulmuş egemen erkek (bu kimi zaman babadır, kimi zaman ağabey-kardeştir, kimi zaman sevgilidir, kimi zaman zorba devlettir vb vb) imajından kurtarması gerekmektedir. Kadının zihninde oluşturulmuş ve kadınla özgür–eşit ilişki geliştirmekten alıkoyan erkeklik imajı öldürülmeden kadınla erkeğin birlikte özgür yaşamı inşa etmesi söz konusu olamaz. Önder Apo ‘Erkeği Öldürmek’ten bu nedenle bahsetti. Bu erkeklik öldürülmeden erkeğin xwebunlaşması, özüne dönmesi ve özgür kadın tarafından özgür ve eşit yaşamın paydaşı olarak görülmesi mümkün değildir. Çünkü mevcut erkeklik baskıcıdır, zorbadır, ben-merkezcidir, dayatmacıdır, mülkiyetçidir, ezicidir. Bu erkeklikle yoğrulmuş bir erkeğin de özgür–eş yaşam ölçüleri nezdinde kabul görmesi, sevilip sayılması mümkün değildir. Özgür yaşam demokratlığı, eşitliği, mütevaziliği, alçak gönüllüğü ve hiç kuşkusuz erkeği öldürmeyi gerektirir. Kendindeki erkekliği öldürmeden, kadının kafasında binlerce yıldır oluşmuş erkek imajını yıkmadan, kadına saygı duymadan, kadını kendi eşiti görmeden özgür yaşama dair hiçbir çaba sonuç vermeyecektir.
Dolayısıyla erkek, kendini egemen erkek olmaktan çıkardıkça, kadına egemenlerin gözünden bakmayı bıraktıkça kadının varlık ve özgürlük mücadelesinin gerçekte kendisinin de mücadelesi olduğunu derinden idrak edecek ve bu mücadelenin bir neferi olacaktır.
Bu gerçekler, eşitlik ve özgürlük arayışındaki tüm erkeklerin başta eşbaşkanlık sistemi olmak üzere kadın ile erkeğin özgür ve eşit ilişki geliştirmesini sağlayan her türden çabayı sahiplenmesini zorunlu kılar.
Ama ne yazık ki özellikle yerel yönetim süreçlerinde Bakur ve Türkiye’de yaşanan erkek egemenlikçi yaklaşımlar varlığını sürdürmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu yaklaşımlara karşı sadece aşma temelinde mücadele edilir. Bu anlayış sahiplerine prim verilemez, bu anlayışlar hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Zira bu sistemden vazgeçmek demek, özgür-eş yaşamdan vazgeçmek demektir ki bu da egemenlikçi sisteme ve onun yaşam tarzına teslim olmak demektir. Dolayısıyla demokratik siyasette yer alan ve özgürlük-eşitlik idealleri uğruna mücadele eden herkesin özellikle de erkeklerin bu bilinçle hareket etmeleri gerekmektedir. Böyle hareket edenlerin eşbaşkanlık sistemine yanlış yaklaşmaları, bu sistemi önemsememeleri, egemen erkek refleksiyle sistemi uygulamamaları vb söz konusu olamaz. Tersine, böyle hareket edenler, her bir eşbaşkanlık somutlaşmasında kadın ile erkeğin tıpkı toplumsallaşmanın başındaki gibi nasıl da eşit ve özgür insanlar olarak birbirini tamamladığını, güçlendirdiğini ve özgür yaşamı inşa ettiğini ispatlamış olurlar.
Sonuç
Mevcut iktidarcı–devletçi sistemin erkek egemenlikçi bir sistem olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla var olan kurumlar da erkek egemenlikçidir. Erkeğin önce kadın sonra da toplumun diğer kesimleri üzerinde egemen olmasına yaramaktadır. Bu yönüyle iktidarcı–devletçi sistem kadın, toplum ve yaşam karşıtıdır. Bunun aynı zamanda ne denli büyük tahribatlara yol açtığını, yaşamı nasıl da yanlış dolayısıyla zararlı inşa ettiğini yukarıda belirttik. Bu sistemle hiçbir toplumsal sorun çözülemez, tersine yok oluş gerçekleşir. Erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasetinden, kurumlaşmalarından ortaya çıkan sonuç budur. Bu, gün gibi açık bir hakikattir.
O halde yaşamın doğasına uygun şekilde yeniden inşası ve var olan toplumsal sorunların çözümü için verili sistemin dışında bir sistem inşası gereklidir.
O halde bu erkek egemenlikçi sistem değişecek. Erkek egemenlikçi bu sistemin kadın karşıtı kurumları da değişecek.
Hiç kuşkusuz tüm bunları yaratan egemen erkek de değişecek. Değişen zaten değişecek, değişmeyene karşı da varlık ve özgürlük mücadelesi verilecek.
İşte Önder Apo’nun kadını merkeze alan çalışmalarının esası bu anlama gelmektedir. Bu yönüyle gerçekleştirilmek istenen sistemsel bir çıkış ve inşadır. Erkek egemenlikçi iktidarcı–devletçi sisteme karşı kadın etrafında şekillenen ahlaki–politik toplum gerçekliği inşa edilmeye çalışılmaktadır. Kadın kurtuluş ideolojisi, demokratik-ekolojik-kadın özgürlükçü toplum paradigmasının, eşbaşkanlık sisteminin geliştirilmesinin, öte yandan bunca egemen erkek çözümlemesi yapılmasının nedeni bu olmaktadır. Karşı olunan sistemin zihniyeti, paradigması ve yaşam sistemi aşılmak istenmektedir. Yeni bir zihniyet, kişilik devrimi ve toplumsal yaşam inşası öngörülmektedir.
Belirtilenler ve ortaya çıkmış gerçekler Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kadın Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadelenin ne denli tarihi bir mücadele olduğunu göstermektedir.
Tüm bunlar özgürlük ve eşitlik yolunda mücadele etmek, bu değerlere ortaklık etmek isteyenlerin ne denli hassas ve duyarlı yaklaşmaları gerektiğini de ortaya koymaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında özellikle seçim süreçlerinde demokratik siyaset alanında yaşanan çekişmelerin, anlamsız didişmelerinin, hele ki kadını ikincil gören erkek egemenlikçi yaklaşımların ne denli yersiz, sistem içi ve zararlı olduklarını ortaya koymaktadır.
O halde mücadelenin değişik yerlerinde geliştirilen eşbaşkanlık sisteminin uygulama sorunlarının zihniyetle olan bağı doğru görülmeli, her bir kadın ve erkek yoldaş erkek egemenlikçi zihniyet ve siyasetle hesaplaşarak özgür–eş yaşamın inşasında üzerine düşeni yapmalıdır…