Xebat Andok
Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra kapitalist modernite sistemi ciddi bir boşluğa düştü. Zira bu sistem ancak karşıtı ile var olabiliyor ve ‘meşruiyet’ini sürdürebiliyordu. Bu nedenle reel sosyalist sistemin çöküşü kapitalist modernite için de varlık sorunu yaratıyordu. Bu açıdan kapitalist modernite güçleri açısından en acil olanı, reel sosyalist sistemin yerini alacak yeni bir karşıt bulmalarıydı. İşte, söz konusu karşıtı Ortadoğu coğrafyası; onun tarihsel, toplumsal ve manevi yönü önde olan kültürel dokusunu hedef almakta buldular. Bu kapsamda da gündemde olan 3. Dünya Savaşı’nı ilk ikisinden süre, yöntem ve hedef bakımından biraz daha farklı bir şekilde Ortadoğu’ya yönelik gerçekleştirdiler. Amaç, Ortadoğu’nun manevi kültür ağırlıklı toplumsal gerçekliğinin kapitalist modernite yaşamına açılması; bu coğrafyada kapitalist moderniteye entegre olmayan veya ona karşıt olan her türden örgütlenmenin dağıtılması, enerji bakımından zengin coğrafyanın sömürülmesi ve tüm bu amaçları içine alacak şekilde Ortadoğu’nun her açıdan dizayn edilmesiydi. Hedef de kapitalist modern yaşama entegre olmayan, toplumsal yönü önde olan Ortadoğu manevi kültürü ve sisteme karşıtlık yapan devlet, örgüt ve ideolojilerdi. Ortadoğu merkezli mevcut 3. Dünya Savaşı bu kapsamda gelişen bir savaştır.
3. Dünya Savaşı, uluslararası komployla devam ettirildi
İlk aşaması bir dönem kapitalist modernite güçlerinin ortağı konumundaki Saddam rejimine karşı gerçekleştirilen 1.Körfez Savaşı oldu. 3. Dünya Savaşı’nın önemli bir diğer aşaması da Önder Apo ve PKK’nin tasfiyesini hedefleyen 9 Ekim 1998 Uluslararası Komplosu oldu. Sistemin eritemediği, içine çekemediği ve kapitalist modernite güçlerinin Kürdistan ve Ortadoğu planlamalarının önünde giderek daha ciddi bir engel haline gelen Önder Apo ve PKK gerçekliği bu komploya dayanılarak tasfiye edilmek istendi. Söz konusu dünya savaşının diğer önemli bir aşaması ise hayli şaibeli ve nasıl gerçekleştiği hala tartışma konusu olan 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırısı sonrasında ‘radikal İslama karşı savaşıyorum’ adı altında Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesidir. Böylelikle Ortadoğu’ya daha geniş ve kapsamlı bir işgal saldırısının önü sonuna kadar açılmış oldu. İşte günümüzde Kürdistan ve Ortadoğu’da yaşanan hemen her siyasi gelişmenin altında bu üçüncü dünya savaşı gerçekliği yatmaktadır. Hiçbir şey kendiliğinden olmadığı gibi, kapitalist modernite güçleri de gelişen her şeye karşı alabildiğine hassas ve duyarlı yaklaşmaktadır.
Kuşkusuz farklı bir karakterde yürütülen bu 3. Dünya Savaşı’nın Rusya-Ukrayna savaşı gibi farklı coğrafyalarda yürütülme biçimleri de vardır. Benzer bölgesel savaşların daha farklı coğrafyalarda da gerçekleşme olasılığı vardır. Ancak bu durum, 3. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu merkezli olduğu gerçekliğini değiştirmez, tersine bu bölgesel savaşların da Ortadoğu merkezli savaşla olan bağını gösterir.
Önder Apo ve PKK’ye karşı 9 Ekim komplosu gerçekleştirilirken, Türkiye gibi bölgenin çok önemli bir gücünü Kürdistan ve Ortadoğu’nun yeniden dizaynında etkili bir şekilde kullanabilmek için komplocu güçler Türkiye’ye de operasyon çektiler. Kapitalist modernitenin saldırı örgütü NATO’nun Ortadoğu’daki temel gücü olan TC’nin kapitalist modernite sisteminin yaptığı bölgesel planlamalar kapsamında hareket etmesi, söz konusu 3. Dünya Savaşı’nda kendisine düşen rol ve misyona göre iş yapması hayati önemdeydi. Bu yönüyle yapılan planlamaların çok büyük kısmı bir Ortadoğu devleti ve halkının çok büyük bir bölümü Müslüman olan TC eliyle gerçekleştirilmeliydi ki bölgede etkili olunabilsin. Bu yönüyle TC’nin kapitalist modernite sisteminin yaptığı bu planlamalara uygun hale getirilmesi gerekiyordu. Dönem Türkiye’sinde Ergenekoncuların hakimiyetindeki ordu ve Ecevit liderliğindeki dönem hükümeti üzerinden söz konusu planlamaların hayata geçirilmesi mümkün değildi. O nedenle Türkiye siyaset arenasında da yeni değişikliklerin yapılması zorunlu idi.
Bu kapsamda Önder Apo’nun 15 Şubat 1999 yılında esir edilerek İmralı’ya alınması, Fethullah Gülen’in 22 Mart 1999’da ABD’ye alınması, Erdoğan’ın okuduğu bir şiir nedeniyle 26 Mart 1999’da zindana atılarak parlatılması bir bütünün parçaları şeklinde gerçekleşmekteydi. Nitekim bu tarihlerden itibaren Türkiye’de en fazla konuşulanlar Önder Apo ile birlikte söz konusu kişiler olacaktır.
Önder Apo’nun İmralı’ya TC’nin pek bir dahil olmadan alınması, TC’yi yönetenler tarafından kuşkuyla karşılanacaktır. Görünürde ‘teröre’ karşı büyük bir zafer elde edilmiş ve bunun propagandası yaygın bir şekilde yapılıyor olsa da devleti yönetenlerde Önder Apo’nun kendilerine neden teslim edildiği hep kuşkuyla karşılanacaktır. Nitekim dönemin başbakanı Bülent Ecevit, yaptığı bir röportajda “Apo’yu bize neden teslim ettiklerini hala anlamış değilim” diyecektir. Önder Apo o dönemi ele alırken, gerçekleştirilen komplonun sadece kendisine ve Kürt halkına yönelik olmadığını, aynı zamanda Türkiye halklarını ve devletini de hedeflediğini her defasında belirtmiştir. Görüştüğü ilk devlet yetkililerine de bu görüşlerini sunarak, komployu birlikte boşa çıkarmak için çalışmak gerektiğini belirtmiştir. Önder Apo bu çabalarının o güne kadar PKK’nin tasfiyesi için elinden gelen her şeyi yapan, PKK ile savaşan ordunun önemli bir kesiminde karşılık bulduğunu ve bu kesimlerin 2002’ye kadar da Kürt sorununun çözümü için olumlu adımlar atmaya açık olduklarını belirtmektedir. O güne kadar PKK’yi tasfiye etmek için elinden gelen her şeyi yapan, tüm kanunların dışına çıkan, gerçekte hep savaş suçu işleyen asker-ordu eksenli bu oluşum, gelinen aşamada ABD’nin başını çektiği kapitalist modernite tarafından TC’ye karşı yapılmak istenenleri anlamış ve iç dinamiklere dayalı bir çözümü geliştirmenin arayışı içinde olmuştur. Önder Apo o dönemde kendisiyle görüşenlerin mevcut durumu kavramaya başladıklarını ve çözüm çabalarından hep olumlu bahsetmiştir. Ancak 2002 yılıyla birlikte bıçakla kesilir gibi bu heyetlerle görüşmeler kesilmiş ve Önder Apo’nun yanına giden yeni heyet başka kişilerden oluşmuş ve bu yeni heyet olumsuz bir tutum içinde olmuştur. Dikkat edersek, 2002 yılı AKP’nin iktidara taşındığı yıldır. 1999-2002 yılları arasındaki süreç -gerillanın Bakur’dan çekmesine rağmen- PKK’nin ABD ve AB ülkelerince ‘terörist örgütler listesi’ne alındığı yıldır.
Erdoğan’a kazandırılan seçim
Kapitalist modernite güçleri bir taraftan Önder Apo ve PKK’ye komplo yaparken diğer yandan da eş zamanlı bir şekilde TC’de de iktidar değişikliği yapmayı öngören bir operasyon gerçekleştirmiştir. İşte söz konusu operasyonunun adı, Tayyip Erdoğan ve AKP’dir. Evet, Tayip Erdoğan ve AKP kapitalist modernite güçlerinin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek üzere görevlendirerek iktidara getirdiği projedir. Bu yönüyle cumhuriyet tarihi boyunca kapitalist modernite sistemiyle en fazla işbirliği yapan, tamamen bu güçlerden beslenen en işbirlikçi kişi Erdoğan ve partisi AKP’dir. Şimdilerde dillerinden düşürmedikleri ‘yerli ve milli’ söylemlerinin hiçbir anlamı ve gerçekliği yoktur. Zaten Erdoğan da iktidara geldikten kısa bir süre sonra kendisinin ‘Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanı’ olduğunu söylemiştir. Gerçekte ise, o eşbaşkan değil, bir memurdur. Söz konusu proje kapitalist modernite güçlerinin Ortadoğu’yu çıkarları temelinde yeniden dizayn etme amaçlı bir proje ve sahibi de bu güçler olduğuna göre, Erdoğan’ı eşbaşkan olarak atayanlar da yine bu güçler olmaktadır. Bu açıdan Erdoğan sadece Türkiye’ye karşı değil, tüm Ortadoğu’ya karşı da bir Batı ve kapitalist modernite işbirlikçisi, memurudur.
AKP, 3 Kasım 2002 yılındaki genel seçimlerden birinci parti olarak çıkmış ve hükümet olmuştur. Görüntü böyle olsa da gerçekte Erdoğan’ı iktidara getirenler Önder Apo’ya komployu yapanlardır. Bu güçler o dönem Türkiye’de yaşanan büyük ekonomik krizi hem bizzat atadıkları kişiler hem de verdikleri sınırsız fonlar üzerinden aştırdılar. Anti demokratik temelde kurulmuş olan TC’nin gasp ettiği ve iade etmeye yanaşmadığı tüm bireysel ve kolektif hakları vereceğini Erdoğan’a söylettirdiler ve bunu desteklemek için de AB üyeliği gündemini hep canlı tuttular. İçeride Erdoğan’ı kurtarıcı ve özgürlükçü kılacak bir tablo yaratarak, toplumun her kesiminden büyük destek almasını sağladılar.
Dışarıda ise tüm diplomatik kapılar Erdoğan’a sonuna kadar açıldı. Zira o TC’yi değiştirerek BOP kapsamındaki rolünü oynayacak bir ülke haline getirecekti. Yani TC’yi ‘ılımlı İslam’ ile yönetilen bir ülke haline getirecek, bu hale getirdiği TC’yi tüm Ortadoğu’da Fethullahçılarla birlikte model ülke yapacak, böylelikle Ortadoğu’yu Batı değerleriyle buluşturacaktı. Bu temelde çok ideolojik bir çalışma yapılmaktaydı. Erdoğan bunu gerçekleştirmek üzere Ortadoğu’da parlatılırken, Ortadoğu’yu Batı karşısında savunan lider görüntüsünde inandırıcı olabilmek için zaman zaman Batı’ya küfür etmesine de izin verilecekti. Erdoğan’ın öncülük ettiği bu ılımlı islamın Ortadoğu’da hakim hale gelebilmesi için de Ortadoğu’nun birçok ülkesinde Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla benzer partiler kurdurulacaktı. Bu temelde Erdoğan bölgeyi kapitalist moderniteye entegre etmekle görevlendirilmiş oluyordu.
İkinci görevi ise Kürdistan ve Ortadoğu’da kapitalist modernitenin planlamalarına aykırı hareket eden ve giderek de güçlenen Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek oluyordu. Önder Apo’nun uluslararası bir komployla İmralı çarmıh sistemine alınması, bu yolda atılmış çok tarihi bir adım olmuştu, ama beklenen gerçekleşmemiş, hareket tasfiye olmamıştı. O nedenle İmralı sistemiyle Önder Apo’yu etkisiz kılmak, PKK’yi tasfiye etmek ve Önder Apo’nun ideolojisiyle PKK öncülüğünde yeniden dirilmiş olan Kürt toplumunun kırıma uğratılmasının tamamlanması gerekiyordu. İşte Erdoğan’ın iktidara getirilmesinde ikinci görev de bu oluyordu. Bu her iki hedefe ulaşabilmek için kapitalist modernite bir sistem olarak ve fire vermeksizin Erdoğan ve partisi AKP’ye her türden desteği sundu.
Gladyolar arasındaki savaş
Artık görevleri belirlenmiş, planlaması çıkarılmış, seçimlerde kazanması sağlanmış bir Erdoğan ve AKP gerçekliği tarih sahnesine çıkmış oluyordu. Böylelikle köklü bir iktidar kaymasının başlangıcı gerçekleşiyordu. Ama iktidara tümden hakim olmanın kolay olmayacağı da belliydi. Zira TC daha başından itibaren anti demokratik temelde kurulmuş olması, yaptığı soykırımlar ve toplumlara karşı işlediği suçlar nedeniyle hep ‘beka’ sorunu yaşayan bir gerçekliğe sahipti. Demokratikleşmeye niyeti olmadığından da sınırları içindeki toplumlarla ve çevresindeki komşularla barışamıyor, hep gerilimli yaşamaya mahkûm oluyordu. Bu da TC’yi her zaman çetelerin, kanun dışına çıkanların, suçluların yönetmesine neden oluyordu.
Türk devleti tepeden tırnağa çeteleşmiştir
Evet, TC başından beri kirli ve sömürgeci bir devlet olmuştur. Buna ikinci dünya savaşı sonrası NATO’ya girmesinin ardından NATO Gladyosu tarafından yönetilmesi de eklendiğinde, TC tepeden tırnağa çeteleşmiş, hak-hukuk tanımaz, her türden kirli yönteme baş vuran bir devlet oluyordu. Seferberlik Tetkik Kurulu’ndan Özel Harp Dairesi’ne, oradan da Özel Kuvvetler Komutanlığı’na uzanan ve birbirinin devamı olan dönüşümler oldukça öğreticidir. Kısacası belirtmek istediğimiz Erdoğan’ın başındaki AKP’nin hükümet olduğu 2002 yılına kadar da TC gladyo tarafından yönetilen ve her şeyi gladyo tarafından belirlenen bir devlet olmuştur. Bu yönüyle seçimler, halkın oyları, egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu söylemi, boş laf olmanın ötesinde bir anlam ifade etmemiştir.
Nitekim Erdoğan’ın seçim kazandığı dönemde TC’nin yine bir hükümeti olsa da esas güç asker-ordu eksenli, 1990’lı yıllarla birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü savaşta rolü artan ve NATO etkisinden belli ölçüde sıyrılıp giderek millileşerek özerkleşen özerk gladyo güçleri olmuştur. Bu da ifadesini esas olarak asker-orduda bulurken, özerk gladyo devletin hemen hemen her kurumuna yerleşmiştir.
Millileşerek özerkleşen bu gladyo TC’nin esas sahibi olarak kendisini gördüğünden ve TC’yi yöneten esas güç olduğundan kapitalist modernite güçlerinin TC’ye BOP kapsamında ve Erdoğan liderliğinde rol oynatabilmeleri için özerk gladyoyu aşmaları gerekmekteydi. Bu nedenledir ki Erdoğan’ın iktidara gelişi, özerk gladyoya karşı Batı destekli özel gladyonun iktidara getirilme çabası olmaktadır. İşte Erdoğan’a kazandırılan seçimle birlikte ulusalcı-milliyetçi özerk gladyo ile Batı destekli İslamcı-milliyetçi özel gladyonun iktidar savaşı da başlamış olacaktır. İlki asker-ordu eksenliyken, ikincisi sivil görünümlüdür. Görünürde iktidar mücadelesine tutuşan, çatışan milletin oylarıyla seçilmiş Erdoğan ile kendisini devletin sahibi gören vesayetçi ordu olurken; gerçekte ise iktidar mücadelesine tutuşanlar kapitalist modernite güçleriyle millileşmiş özerk gladyo güçleridir. Bu mücadele devletin tüm kurumlarına sirayet etmiştir.
Anti demokratik yapısı ve geçmişte işlediği suçlar nedeniyle iyice teşhir olmaları özerk gladyo güçleri açısından dezavantajlı bir durum yaratırken; Erdoğan değişimin, dönüşümün gerçekleştiricisi, gasp edilmiş hak ve özgürlüklerin getiricisi olarak lanse edilmesinden ve Batı’nın tam desteğine sahip olmasından ötürü büyük bir avantaja sahip olmuştur. Nitekim gelişmeler özerk ve özel gladyolar arasındaki savaşta, özel gladyocu Erdoğan’ın giderek kazandığını göstermiştir.
Bu iki gladyo gücü arasındaki savaşta, Erdoğan oldukça kurnaz yaklaşmış, özerk gladyonun esas güç eksenini oluşturan orduyu yıpratmanın ve başarısız göstermenin büyük çabası içinde olmuştur. Bu mücadelede orduyu zayıflatmak için de orduyu sürekli bir şekilde Kürt Özgürlük Hareketi ile savaştırmıştır. Hem de bunu barış söylemli, sorunun çözümünü isteyen bir görüntü vererek yaptırmış, tüm saldırılardan orduyu sorumlu göstermeye büyük özen göstermiştir. Böylelikle Erdoğan vesayetçi diye tanımladığı ve karşısında iktidar mücadelesi verdiği orduyu zayıflatmak için onu sürekli bir şekilde Kürtlere saldırtmıştır. 2008 Şubat’ındaki Zap işgal saldırısı ve bozgunu ise bu kapsamdaki çabalarda bir dönüm noktasıdır.
Nitekim Zap bozgunu sonrası büyük bir güç kaybı yaşamış ordunun generalleri, Kürdistan özgürlük gerillasını yok edemediklerinden yargılanmamak için Erdoğan ile anlaşmak zorunda kalmışlardır. Genel kurmay başkanı Yaşar Büyükanıt ile Erdoğan arasında gerçekleşen Dolmabahçe görüşmesi, ordu generallerinden hesap sorulmaması karşılığında devletin tümden AKP’ye, eş deyişle özel gladyoya açılması temelinde gerçekleşmiştir. Erdoğan, ordunun Zap işgal saldırısıyla gerillayı tasfiye edememesini, dahası bozgun yaşamasını bir fırsata çevirmiş ve ordunun Türk siyaseti ve devleti üzerindeki gücünü, etkisini önemli ölçüde kırmıştır. Böylelikle özerk gladyo çok büyük bir güç kaybı yaşarken, devletin tüm kapıları Erdoğan’a eş deyişle özel gladyoya ardına kadar açılmıştır. Tüm bunlar Erdoğan’ın başından beri görevli ve Batı işbirlikçisi bir özel gladyocu olduğunu gösterir. İşte iktidara geldiğinden beri Erdoğan’ın yaptığı her şey ama her şey sivil görünümlü bu özel gladyocu uygulamalar kapsamındadır. Evet, Erdoğan bir gladyocudur ve TC’yi gladyo olarak yönetmektedir. Biraz derinlemesine bakıldığında Erdoğan’ın tüm uygulamalarının bu kapsamda olduğu rahatlıkla anlaşılır.
Muhalefetin göremediği gerçekler ve özel gladyonun amaçları
Gerçek bu iken, adına muhalefet denilen başta CHP olmak üzere sistem partilerinin sadece SADAT denilen paramiliter güce odaklanmaları oldukça aldatıcı ve yüzeyseldir. Sanki diğer tüm örgütlenmeler ve yapılan işler hukuka uygunmuş da bir tek SADAT denilen paramiliter gücün ne olduğu belli değilmiş gibi yaklaşılmaktadır.
Halbuki SADAT da dahil Erdoğan’ın kurduğu bütün kurum ve kuruluşlar gerçekte gladyo örgütlenmeleridir. SADAT’ı Erdoğan’ın özel gücü gibi göstererek, SADAT’ı anormal, Erdoğan’ı da normal göstermek yerine; Erdoğan’ı zaten özel biri yani özel harpçi, özel savaşçı ve özel gladyocu olarak değerlendirmek daha doğrudur. Bu yönüyle Erdoğan SADAT’tan daha fazla özeldir, kanun dışıdır, gladyocudur.
Kuşkusuz SADAT üzerinden yaptıkları ve yapmak istedikleri de vardır. SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi’ye kurdurulan düşünce kuruluşu üzerinden de DAİŞ’in haritasını andıran ve şeriatla yönetilen, başkenti İstanbul, resmi dili Arapça olan bir islam devleti kurma çalışması yürüttükleri bilinmektedir. İşte SADAT da bu düşüncenin askeri örgütlenmesi olarak söz konusu İslam devletinin sınırları içinde kalan ülkelerde paramiliter güçleri eğitmektedir. SADAT’ın faaliyet alanlarına bakıldığında söz konusu ülkelerin BOP kapsamında dizayn edilmesi gereken ülkeler olduğu, bu yönüyle de Erdoğan’ın kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getirmeye çalıştığı görülmektedir.
Bugün TC nerede faaliyet yürütüyorsa, nerede etkili olmak istiyorsa, SADAT da oradadır. Örneğin SADAT Libya’dadır, Irak’tadır, Azerbaycan’dadır, Suriye’dedir. Mevcut durumda yirmi iki Müslüman ülkede faaliyet gösterdiği belirtilmektedir. BOP ile dizayn edilmek istenen ülkelerle SADAT’ın faaliyet gösterdiği söz konusu yirmi iki ülkenin karşılaştırılması, Erdoğan’ın paramiliter örgütlenmelerinden biri olan SADAT’ın BOP planlamalarıyla ne kadar uyumlu hareket ettiğini, çalıştığını çarpıcı bir şekilde ortaya koyacaktır. Erdoğan’ın Yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılan işgal saldırılarının, yayılmacı politikalarının gerçekte kapitalist modernite güçleri adına yapıldığı da daha iyi görülecektir. Zaten Erdoğan’ın bölgesel güç olduğu iddiasıyla yaptığı tüm müdahaleler, işgal girişimleri gerçekte TC’nin değil de TC eliyle kapitalist modernite güçlerinin müdahaleleri temelinde gerçekleşmektedir. Aksi taktirde yani Batı’nın desteği olmadan veya Batı’ya rağmen Erdoğanlı TC’nin söz konusu geniş bölgede, Libya’da, Somali’de, Sudan’da, Suriye’de, Irak’ta, Azerbaycan’da ve daha pek çok yerde bu şekilde yayılmacılık göstermesi, etkili olmaya çalışması söz konusu bile olamaz. Yeni Osmanlıcılık adına yapılanlar, Erdoğan ve ortağı Bahçeli’nin toplumu aldatmak için belirttikleri ‘milli ve yerli’ politika güttüklerini değil, aksine hala ne kadar efendileri olan kapitalist modernite güçlerinin BOP kapsamında verdiği görevleri başarmaya çalıştıklarını gösterir.
Dolayısıyla SADAT, kurucusu Tanrıverdi veya şeriat anayasası hazırlayan düşünce kuruluşu üzerinden Erdoğan’ın Batılı güçlere rağmen, kendi özel ajandası kapsamında bir şeyler yapmaya çalıştığını düşünmemek gerekir. Tam tersine tüm bunların Ortadoğu’yu dizayn etmeyi amaçlayan kapitalist modernite güçlerinin planlaması ve bunu gerçekleştirmek üzere yürüttükleri üçüncü dünya savaşı kapsamında olduğunu bilmek gerekir.
Erdoğan’ın Rusya’ya ve Libya halkına rağmen Libya’da bulunabiliyor olması, Ortadoğu ülkelerinin neredeyse tümüyle ciddi bir çelişki ve gerginlik yaşaması, Cerablus’u işgal ederken Ankara’da dönemin ABD Başkan yardımcısı Biden’in bulunması, Başûr işgal saldırılarına kapitalist modernitenin bir aparatı halindeki KDP’nin hiçbir şey söylememesi, dahası Barzani’nin Erdoğan ve Bahçeli ile birlikte Kürt halkının soykırımı anlamına gelecek olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiyesinde en aktif şekilde yer alması, Kürdistan özgürlük gerillasına karşı binlerce kez kimyasal silah kullanılırken bu silahların kullanılmasını önlemek üzere kurulmuş onca sivil toplum örgütünün ve kendisini demokrasinin sahibi gören hiçbir Batı ülkesinin tek bir şey söylememesi; PKK’nin Önderlik ettiği Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin tasfiyesi için alınan her yönlü destek; TC’nin sürdürülebilir bir şekilde İran ile sorun yaşaması vb daha pek çok örnek Erdoğan’ın bölgede yaptıklarının tümünün BOP kapsamında kendisine verilen görevler temelinde gerçekleştiğini kanıtlar.
Bu yönüyle kimilerinin belirttiği gibi Batı ile çelişen, çatışan, ayrı düşen bir Erdoğan ve AKP gerçekliği değil; tersine hala kapitalist moderniteye hizmet eden, onların verdiği görevleri başarıyla yerine getirmeye çalışan bir memur Erdoğan gerçekliğiyle karşı karşıyayız.
Erdoğan’ın özel ordusu
Anlaşılması gereken çok önemli bir husus da yukarıda da belirttiğimiz gibi, Erdoğan’ın tüm uygulamalarının özel gladyo, özel savaş kapsamında olduğudur. Salt SADAT’ın bu kapsamda görülmesi oldukça yetersiz kalacaktır. Böyle görmek ve yaklaşmak, olay ve olgulara CHP gözüyle yani sistem içi bakmak anlamına gelir ki bu da oldukça aldatıcıdır.
SADAT benzeri Osmanlı Ocakları, Özel Harekât Ocakları vb araştırıldığında sayıları daha da artacak olan pek çok paramiliter güç vardır ve bu güçler de tıpkı SADAT gibi görevdedir. Bunları ve adlarını henüz bilmediğimiz daha pek çoğunu da SADAT’ın yanına koyarak, bunların toplamına Erdoğan’ın özel ordusu diyebiliriz. Ama böyle ele almak da yetersiz ve yanıltıcı olur. Çünkü yine Erdoğan’ın tüm eylemlerinin ve oluşturduğu tüm kurumların özel gladyo kapsamında olduğunu hatırlatmamız gerekir.
Özel Ordunun Rojava’da işlediği suçlar
Bu yönüyle Erdoğan’ın özel ordusu sadece SADAT, Osmanlı Ocakları, Özel Harekât Ocakları vb değildir. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşan ordunun kendisi bir gladyo örgütlenmesidir. Zorunlu askerlik kanunuyla askere alınanlardan oluşan ordunun yerine yüz elli bin kişilik özel bir ordu Erdoğan döneminde kuruldu. PKK’ye karşı yürütülen savaş, Rojava’ya, Başûr’a yönelik işgal saldırıları, Suriye’nin işgali bu özel ordu eliyle gerçekleştirilmektedir ki, bu ordu TC’nin bilinen eski ordusu değildir.
Bu ordu eski ordunun aksine zorunlu askerlik yasası gereği halkın çocuklarından oluşmamaktadır. Bu ordu, faşist, İslamcı-milliyetçi, hiçbir değer tanımayan, parayla askerlik yapan, gözü dönmüş tiplerden oluşan, ideolojik bir ordudur. Bu açıdan SADAT gibi örgütlenmeleri kat be kat aşan ve devlet resmiyetini de kullanan ama tamamen bir gladyo örgütlenmesi olan, gladyo yöntemlerini kullanan, hiç hesap vermeyen, hukuk tanımayan, ne yaparsa yanına kalan, yüz elli bin askerden oluşan profesyonel bir gladyo örgütlenmesidir. En gelişmiş NATO silahlarıyla donatılarak kapitalist modernite güçlerinin hedefleri temelinde her yere sürülmekte ve her türden suçu işlemesine olanak tanınmaktadır.
DAİŞ ile yapılmak istenenler bugün Erdoğan’ın başkomutanı olduğu bu özel ordu eliyle gerçekleştirilmek istenmektedir. Rojava’da bu özel ordunun işlediği suçların, demografik değişimlere dayalı gerçekleşen soykırımın, işgallerin görmezden gelinmesi, herhangi bir eleştiri ve engelle karşılaşmaması yapılanların gerçekte kapitalist modernite güçlerinin istemleriyle uyumlu olduğunu gösterir. Bu özel orduya eklemlenmiş DAİŞ artığı çetelerin ABD’nin başını çektiği Batılı güçler tarafından Suriye özgülünde ‘muhalefet’ olarak görülmesi; yeni Suriye’nin anayasasının bunlarla yapılmaya çalışılırken, tüm dünyaya örnek oluşturacak düzeyde demokratik olan Kuzey-Doğu Suriye özerk yönetiminin bu sürecin dışında ve kriminal bir güç olarak görülmesini de eklediğimizde tablo daha da netleşmiş olmaktadır.
Söz konusu özel ordunun NATO’nun en gelişkin tekniği ve silahlarıyla donatılması da ihmal edilmemektedir. Erdoğan-Bahçeli faşist ikilisi istedikleri kadar ‘yerli ve milli’ desinler, TC’nin mevcut tüm silah teknolojisinin NATO birikimine dayandığı açıktır. Kürdistan’da yürütülen ve soykırımı amaçlayan savaş, mevcut durumda NATO silahlarıyla gerçekleşmektedir. Tüm suçlar NATO’nun bu gladyo ordusuna verdiği teknik ve destekle işlenmektedir. Çokça övündükleri keşif uçaklarının da İsrail’in keşif uçakları olan Heronlardan, ABD keşif uçakları olan Prodetorlardan elde edilen bilgiler temelinde geliştirildiği, damat Bayraktar’ın tüm bilgisini Batı’ya borçlu olduğu bilinmektedir. Bu yönüyle en az SADAT kadar paramiliter olarak değerlendirilecek ve ele alınacak kişilerden biridir Damat Bayraktar. O da bir özel gladyo elemanıdır, görevlidir ve işinin başındadır.
Bu oluşumlar sadece askeri alanda da değildir, yukarıda belirttiğimiz gibi yaşamın ve devletin tüm alanlarında örgütlendirilmiştir. Bir kontra ve gladyocu olan içişleri bakanının ve ona bağlı bakanlığın tüm eylemleri, çalışmaları ve örgütlemeleri bu kapsamdadır. Mevcut olanlar yetmemiş olacak ki, bekçilik adıyla yeni bir özel gladyo örgütü kuruldu. En az SADAT kadar tehlikeli ve görevlidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında örgütlendirilen ve sayıları on binleri belki de yüz binleri bulan imamlar ordusu da bu özel gladyo örgütlenmesinin çok önemli bir bileşenidir. Geçmişin kültürel İslam’ı temsil eden imamlarının yerini, Erdoğan’ın amaçları doğrultusunda siyasal İslam’ı topluma taşıran görevli, özel gladyo elemanı olan imamlar almıştır. SADAT’tan çok daha fazla tehlikeli olduklarından en ufak bir kuşku duymamak gerekir.
Erdoğan’ın amaçları doğrultusunda hukuku katleden, adaleti herkesin aradığı bir duruma getiren yargı alanının tüm uygulamaları özel gladyo uygulamaları kapsamındadır ve SADAT’tan daha tehlikeli ve yıkıcıdır.
Erdoğan döneminde mantar gibi biten üniversiteler üzerinden akademiler ele geçirilmekte, düşünce dünyası ile alakası olmayan tiplere ‘profesör, doçent, doktor vb’ unvanlar takılarak topluma zehir pompalanmaktadır. Söz konusu kişiler akademi alanındaki özel gladyocular olmaktadır. SADAT’tan daha az tehlikeli olduklarını söylemek mümkün değildir.
Ele geçirilen basın-yayın organları üzerinden toplumu istenilen mecraya yönlendirmek ve toplumda istenilen algıların oluşmasını sağlamak üzere konuşmacı diye her gün aralıksız bir şekilde değişik sıfatlarda toplumun karşısına özel gladyocu görevliler çıkarılmaktadır. Erdoğan medyasında toplumun kafasını ütülemek üzere konuşturulanların SADAT’tan çok daha fazla tehlikeli olduğundan en ufak bir kuşku duymamak gerekir.
Toplum açlığı ve perişanlığı ile gerçek rakamları yaşamından bildiği halde her gün rakamlar üzerinden manipülasyonlar yapan TÜİK gibi örgütlenmelerin özel gladyo örgütlenmesi olduğunu bilmek gerekir.
Geçmişte kültürel İslamı öğretmek üzere açılan Kur’an kurslarının yerine geçen ve hemen her gün eğitmenlerin taciz ve tecavüz vakalarına sahne olan sahte Kur’an kurslarının birer özel gladyo örgütlenmesi olduğundan en ufak bir kuşku duymamak gerekir.
Gençlerin söz konusu özel gladyonun bir üyesi, elemanı haline getirilmesini sağlamak üzere açılan Türken Vakfı, TÜG-VA, Ensar Vakfı gibi örgütlenmelerin tümünün özel gladyo örgütlenmesi olduğunu bilmek gerekir.
Özcesi daha da uzatmak mümkündür. MİT’in ne denli özel gladyo örgütü olduğunu, dahası bu örgütlenmenin beyni rolünü oynadığını anlatmaya bile gerek yoktur. Burada önemli olan ad sıralamak değil, Erdoğan rejiminin yaptığı tüm şeylerin özel gladyo kapsamında geliştiğinin bilinmesidir. Çünkü Erdoğan özel biridir, yani özel gladyocudur. Özel gladyocu olduğundan yaptığı her şey de özel gladyo kapsamında olmaktadır.
Dolayısıyla eğer karşı çıkılacaksa ki çıkmak gerekir, o zaman Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi sadece SADAT’a değil bir bütün olarak Erdoğan’ın yaptığı her şeye, kurduğu her örgütlenmeye karşı çıkmak ve hepsini de özel gladyo kapsamında değerlendirmek, gündeme taşımak gerekmektedir.
Her şeyi Zap’taki büyük savaşın sonuçları netleştirecektir
Hep Erdoğan’ın devletin kimyasını değiştirdiğinden bahsedilir. Evet, bunu yapmıştır. Ama bunu devleti tepeden tırnağa gladyolaştırarak, özel gladyonun kamuflajı haline getirerek yapmıştır. Bu yönüyle Erdoğan döneminde artık devlet gladyodur, özel gladyonun dışında bir devlet gerçekliği söz konusu değildir. Erdoğan TC’de zaten var olan geleneksel ulusalcı-milliyetçi gladyonun üzerine eklemeler yaparak onu kapitalist modernite güçlerinin verdiği görevleri başarıyla yerine getirmek üzere İslam’cı-milliyetçi bir gladyo örgütlenmesi haline getirmiştir.
Kuşkusuz Batılı güçler açısından önemli olan Erdoğan değil, amaçlarıdır. Erdoğan’ın ömrü kullanılabilirliği kadardır. Kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getirmediği görüldüğü anda, aşılmak istenmesi işin doğası gereğidir. Mevcut durumda Erdoğan’ın kendisine verilen görevleri karşısında mücadele yürüttüğü güçlerin direnişçi duruşları nedeniyle başaramadığı açıkça görülmektedir.
Erdoğan tüm çabasına ve kendisine verilen sınırsız desteğe karşın ne Türkiye’yi ne de buna dayanarak Ortadoğu’yu ılımlı İslam çizgisine getirebilmiştir. Bu nedenle de Ortadoğu kapitalizme her yönüyle açılamamıştır. Mevcut durumda Ortadoğu bütün parçalanmışlığına karşın hala kapitalist modernite sistemine entegre olmaktan uzaktır. Bu da üçüncü dünya savaşı kapsamında Ortadoğu’ya yapılan tüm müdahalelerin önemli ölçüde boşa çıkmasına neden olmaktadır ki Erdoğan giderek artan tonda bundan sorumlu tutulmaktadır.
Erdoğan’a verilen Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi görevi de Erdoğan tüm çabasına ve kendisine verilen sınırsız desteğe rağmen başarmış değildir. Dahası komplonun gerçekleştiği dönemle kıyaslanamayacak düzeyde güçlenmiş bir Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi ve özgür Kürt gerçekliği ortaya çıkmıştır. Önder Apo ulusal sınırları aşarak bölgesel ve giderek küresel bir Önder haline gelirken, PKK Kürdistan’ı yaşatan temel güç olmanın yanı sıra daha fazla Ortadoğululaşmış ve küreselleşmiştir. Giderek daha fazla sayıda sistem karşıtı hareket ve örgüt Önder Apo’nun paradigmasını benimsemiş ve PKK’yi kurtuluşun yolu olarak görmüştür.
2008 Zap bozgunu nedeniyle hesap istediği generallerin yerini şimdi Erdoğan’ın kendisi almış, yaşadığı bozgun nedeniyle kendisinden hesap sorulur hale gelinmiştir.
Her şey, tüm göstergeler Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncülük ettiği büyük özgürlük mücadelesinin Erdoğan’ı artık kullanılamaz bir aparata dönüştürdüğünü göstermektedir. Amaçlarından vazgeçmeyecek, belki de planlamalarını değiştirecek olan hegemonik güçlerin verilen görevleri yapamamış olan Erdoğan’ı devreden çıkarmaları, ondan vazgeçmeleri mümkündür. Göstergeler de bu yönlüdür.
Anlaşılan o ki 2022 yılı Erdoğan için son şans niteliğindedir. Tümden devreden çıkarılıp çıkarılmayacağını 2022 yılındaki gelişmeler netleştirecektir. Bu da Medya Savunma Alanlarında yürütülen son büyük savaş olmaktadır. Bir kez daha her şeyi Zap’taki büyük savaş netleştirecektir. Zap’ta Kürt özgürlük gerillasının kazanacağı zafer, Erdoğan-Bahçeli faşist iktidarını, onların özel gladyo rejimini ve ona bel bağlayan Kürt işbirlikçi-ihanetini ve bunların arkasındaki kapitalist modernite güçlerini büyük bir yıkımla karşı karşıya getirecektir.
Anlaşılan tıpkı 2008’deki gibi 2022 yılında da Zap egemenlerin dünyasında yeni iktidar kaymalarına yol açarken, Kürt halkı, Kürt Özgürlük Hareketi ve tüm ezilen insanlık adına çok büyük bir zafere sahne olacaktır.