Yaratılan, erkek egemen zihniyetin bir ürünü olarak üretilen bu eril zihniyet 21. yüzyılda da toplumsal yaşamı büyük bir oranda etkilemeye devam etmektedir. Tarihin ilk eşitsizlik ilişkisi olarak kadın ve erkek arasındaki bu eşitsizlik ve bunun üzerinden geliştirilen iktidar ve tahakkümün diğer toplumsal ilişki biçimlerindeki eşitsizliğe de kaynaklık ettiği görülmektedir. Kadınların bu eşitsizliğe ve bunun kurumsallaştırılmasına karşı tarihin her aşamasında büyük itirazları olsa da bu itirazlar güçlü bir örgütlülüğe dönüştürülüp, erkek egemen zihniyetin değiştirilmesi durumu söz konusu olamamıştır. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır. Ancak burada önemli olan nokta kadınların tarihin her döneminde erkek egemen zihniyete karşı mücadele ve direniş içinde olması ve çok önemli kazanımlar elde edildiği gerçeğidir. Ortaya çıkan bu mücadele deneyimi, günümüzde kadınların örgütlü mücadeleyi güçlendirerek erkek egemen ideolojiye alternatif, kadın kurtuluş ideolojisinin toplumsal zeminini güçlendirmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği giderilmediği sürece gerçek anlamda bir özgürlüğün, demokrasinin ve adaletin inşa edilemeyeceği kesindir. O nedenle kadınlar olarak sadece kadınların karşılaştığı toplumsal sorunlarla ilgilenmek yerine, ana akım politikaların değiştirilmesi, yaşamın tüm alanlarının toplumsal cinsiyet eşitliğine göre yeniden düzenlenmesi gibi bir sorumluluğumuzun olduğu da hiç akıldan çıkartılmamalıdır. Kadınlar olarak yazılmamış direniş tarihimizi gün yüzüne çıkararak geçmişin deneyimlerini de göz önüne alarak geleceği kazanmak gibi bir tarihi sorumlulukla karşı karşıya olduğumuz bilinmelidir.
Dünyada, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan güncel siyasal gelişmeler, kapitalist modernitenin yaşadığı sistem krizi dünyanın yeniden yapılandırılmasını da beraberinde getirmektedir. Dünyada yaşanan bu sistemsel kriz kendisini hem ekonomik, hem ekolojik düzlemde çok daha net hissettirmektedir. Erkek egemen zihniyetin yaşadığı bu kaos ve kriz sürecinde kadınlar lehine kazanımlar elde etmek ancak kadınların ideolojik olarak kendisini örgütlemekten geçmektedir. Kürt özgürlük hareketi’nin, dünya, Ortadoğu ve Kürt halkları açısından eşitlik ve özgürlüğün inşası için ortaya koyduğu Demokratik Özerklik projesinin inşa sürecinin nasıl yaşamsallaşacağı oldukça önemlidir. Burada bu inşa sürecine Kürt kadınlarının nasıl müdahil olacağı da hayati önem taşımaktadır. Çünkü kadınlar eşitlik ve özgürlük taleplerini gerçekleştirebilme şansı elde etmiş durumdadır. Kadın hareketi olarak, Demokratik Özerkliğin, yaşamın tüm alanlarında toplumsal cinsiyet eşitliğinin esas alınarak düzenlenmesi kadın mücadelesi açısından da önemli bir deneyim olacaktır.
Kadın, tüm toplumsal ilişkilere maddi ve manevi dünyası ile anlam katar
“Kadının özgürlük ve örgütlülük düzeyi, toplumun özgürlük düzeyini belirleyen önemli bir faktördür” belirlemesi birçok sosyal bilimcinin hemfikir olduğu bir belirlemedir. Bu tespitten hareketle Demokratik Özerklik çalışmalarında kadının oynayacağı rol açığa çıkmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, ulus devletin en önemli modellerinden biridir. Bu sistemin en güçlü tarzda işlemesi için her türlü argümanı geliştirmektedir. Kendisini evrensellik düzlemine taşıran kapitalist modernitenin tikel versiyonu olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yürütülecek kadının demokratikleşme, eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi, tüm dünyada da karşılığını bulacaktır. Kadının toplumsal değerlerinin hem oluşturan hem de süreklileştiren bir güç olduğunu birçok tarihçi de ifadelendirmektedir. Bu tespit ışığında kadının, tüm toplumsal ilişkilere maddi ve manevi dünyası ile anlam katacağını ifadelendirmek yanlış olmayacaktır. Toplumsal gelişme ve ilerleyişte birey ve toplum, sadece devletin inşa ettiği hukuki temellere takılı kalmamalıdır. Kadın toplumsallığı, hukuki temellerde değil, ahlaki ve politik temellerde birlikteliğini korur ve güçlendirir, besler ve büyütür.
Gelinen aşamada Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki vatandaşlık anlamında kadının özgürlüğünü geliştirecek herhangi bir misyonu ve gücü yoktur. Her gün kadın katliamlarına yenileri eklenirken, kadının erkeğe ölümüne teslimi yaşanmaktadır. Kendi milletvekili dahi erkeğin şiddet çemberinden kurtulamayan bir devlet gerçeği ile karşı karşıyayız. Açıkçası devletin, bırakalım bir kadının yaşam güvencesini sağlaması, erkeğin dahi hakikatinin hiçbir yaşam güvencesi yoktur. Tacizler, tecavüzler, öldürmeler en üst düzeyde ve pervasızca yaşanmaktayken ulus devlete hukuksal düzlemde dahi güvenmek, en sade haliyle kurbanlık koyun pozisyonunda kalmayı ifadelendirir. Dolayısıyla Kuzey Kürdistan ve Türkiye gerçeğinde kadının ulus devletin öldüren tüm politik yaklaşımlarına izin vermemek önem kazanıyor.
Toplumsallığa katılacağı kolektif alanları da; komünler, meclisler ve koordinasyonlar olarak belirlemek demokratik yapılanmalar açısından önemlidir. Ulus devletin oluşturduğu birimler yerine demokratik ulusun kendi kolektif birlikteliklerini oluşturması en sağlıklısı olacaktır. Oluşturacağı komünlere katılış biçimini ise emeği ve kimliğini en doğru katabileceği, anlamlandırabileceği yerler olarak tanımlamak ve tercihler doğrultusunda belirlemek de önem kazanır. Tek kimlikli zeminler belirlemek bireyi de toplumu da tekli düşünce yapısına sürükler. Bu nedenle çoklu kimliklerle ve çoklu komünal birimlerde yer almak düşünce yapısında da farklılıkları tanıyan değişime yol aldırır.
Kadının siyasal yaşamın temel bir öznesi olarak yer alması toplumda köklü değişim dönüşümlere neden olacaktır. Erkek siyasetinin önünü alacağı gibi, kadının yaşamak istediği toplumsallıkta irade olmasını sağlayacaktır.
Demokratik ve özgürlükçü eğitim sisteminin gelişmesi açısından da kadının tecrübesini toplumsal alana akıtmak önem taşır. Eğitim sistemini, toplumu büyütüp besleme yasalarını belirgin kılıp, sisteme dönüştürmek gerekir. Bu aynı zamanda görülmeyen emeği görünür kılma mücadelesinin de bir parçasıdır. Yer yer gelişebilen “kadının böylesi bir tecrübesi yoktur” söyleminin doğruluğunu günlük yaşamda görmek mümkün değildir. Dikkat edilirse ev içerisinde bütün işlerin, kadının emeği doğrultusunda geliştiği görülür. Bunu sırf kadının doğurganlığıyla bağlantısı yoktur. Kadının bedeninde cereyan eden çocuğun büyüme ve gelişim sürecinin dışında da, doğumdan sonra çocuğun eğitimi, beslenmesi, gelişimi, ait olduğu etnisitenin kültürü kadın tarafından öğretilmektedir. Tek yapılması gereken bu öğretiş biçiminin bir sistem haline dönüştürülmesi, yaygınlaştırılıp derinleştirilmesidir. Eğitim sistemini, toplumsal cinsiyetçilik içine sıkıştırılmış olmaktan, milliyetçi söylemlerle donatılmış olmaktan, pozitivist bilimcilikle cilalanmasından ve dinin siyaset aracı haline dönüştürülmesinden kurtarmak, demokratik ahlak ve politik öğelere dayandırmak gerekmektedir.
Eğitim sistemini kadın öncülüğünde geliştirmek, her zamankinden daha da yakıcı hale gelmiştir. Bir toplum kendisini, kültürünü, inanç yapısını bir üst mekanizmaya devretmiş ise, o toplumun geleceği de devrettiği gücün elindedir. Tersinden yorumlandığında, o toplum kendi kendisini tanımaya ve tanımlamaya başladıktan sonra, tanınmaya da başlayacağı tespitine ulaşmak mümkündür. Kendisini eğitim sistemi ile görmeye başladıkça görünmeye de başlayacaktır. Tabii eğitimi sadece çocuklar ve gençler için düşünmemek de gerekir. Tüm toplumsal kesimlerin bilinçlenmeye ihtiyacı olduğu bilinmektedir. Özellikle kadının kölelik zincirlerinden kurtulmaya, erkeğin de kadına yüklediği köleliğin kendisini de köle haline getirdiğini fark etmeye ihtiyacı vardır. Tarihi doğru anlamlandırma çalışmaları olarak bilinçlenmeyi önemsemek ve bunun organizasyonlarına gitmek gerekir. Bunlar için tarih akademileri, siyaset akademileri, estetik enstitüleri vb. alanlarını örgütlemek bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır.
Ulus devlet, en alt yapılanmasını aile olarak tanımlamaktadır. Devlette nasıl roller belirlenip, statüler oluşturulduysa aile içinde de böyle roller oluşturulmaktadır Toplumsal cinsiyetçi ilişkiler ve roller okullarda, sokakta, ailede, işyerinde camilerde öğretilerek kadın ve erkeğe roller biçilmektedir. Kadının da, erkeğin de, bir bütün olarak toplumun zihninde bu roller oturtulmaktadır. Bu zihniyet yapısı üzerinden ulus devlet kendisini çok da iyi üretmekte, kadın ve erkek bunun üzerinden yaşamını yürütmektedir. Ailede, erkek evin reisi olarak tanımlanırken, çocuğun doğurulmasından tutalım, günlük olarak evde neyin nasıl yenileceğinin kararını erkek vermektedir. Oysa çocuğu karnında taşıyan, büyütülmesinden, kendi ayakları üzerinde durabilecek fiziksel gücün oluşumuna hatta ölümüne kadar da çocuktan sorumlu olan annedir. Bir kadının çocuk doğurması, o kadının fiziksel, ruhsal, ekonomik, eğitim, sosyal, siyasal sorumluluklar altına girmesi demektir. Hele fiziksel ve ruhsal zorlanmaları kadın açısından büyük bir ağırlık oluşturmasına rağmen, o çocuğu yapma konusunda karar gücü değildir. Erkek istediği için çocuk yapma mecburiyetinde bırakılmaktadır. Demokratik ulus söz konusu olduğunda bu konuda karar gücü kadın olmalıdır. Tabii bu karar gücünün oluşabilmesi için toplumun da varlık yokluk sınırından çıkıp, ekonomik, ekolojik, eğitim, siyaset, öz savunmasının zeminin de örgütlenmiş olması gerekmektedir. Bu sorumlulukların yerine getirilmiş olması özgür yaşamda karar kılmış bireyler ve topluluklar açısından bağlayıcı olduğunu da görmek gerekmektedir.
Öz savunmayı özgür eş ilişkisinde de düşünmek gerek
Aile ilişkisinde ya da aile öncesi ilişkiler olarak tanımlanan ilişkilerde (flört, söz, nişan vb.) kadın hep kıskanç, erkeğin tek sevgilisi olarak tanımlanmaktadır. Kadın da, erkek de ilişkiye başlarken birilerinin zoru ile değil, ortak alınan kararla birlikteliklerini başlatmaları ya da bitirme hakkına sahip olmaları gerekir. Bu, iki kişinin ortak kararı olarak ele alınmak durumundadır. Çünkü bu ilişki, devletin onayladığı bir ilişki olarak tanımlanamaz. Daha çok toplumsal bir ilişkidir. Özgür toplumsallık içinde kıskançlığın, kompleksin, çekememezliğin nasıl ki yeri yoksa, toplumsal ilişkinin bir parçası olan eş-yaşam ilişkisinde de bu anlayışların yeri yoktur. Bu yaklaşımlar iktidar doğuran yaklaşımlar olup, toplumda yayılması tehlikelidir. Dolayısıyla öz savunmayı özgür eş ilişkisinde de düşünmek gerekmektedir. İlişkinin özgürlük temelli gelişebilmesi için, ilişkiyi de bu tür iktidarcı yaklaşımlardan arındırmak gerekmektedir. Yine böylesi bir ilişkiyi geliştirmenin temel şartı, toplumsal savunmayı gerçekleştirmektir. Toplumu var kılıp özgürlük sorunlarını çözmek böylesi bir ilişkinin öncülü oluyor.
Erkek açısından da kadın açısından da geçerli olan bir konu da; denetim altına alınmaya, iradesiz kılınmaya, tek ve biricik kılınmaya çalışılan aile ve aile öncesi ilişkileri kabul etmemektir. Her boyun eğiş, birbirine katlanmayı getirir, kişileri kimliksiz kılar ve gerçek karakterinden uzaklaştırır. Özellikle iktidarla çevrilmiş toplumsal yapılarda, böylesi ilişkiler çokça geliştiği gibi, bir de aşk gibi bir makyajla süslenmektedir. Büyük bir yalanla hikayeler, şiirler, öyküler dizilmekte, kadın da erkek de böylesi bir yaklaşımla kandırılmaya çalışılmaktadır. Kapitalist modernitenin yalancı aşklarından sakınmak, özgür ve demokratik iradeli kadın ve erkek açısından büyük önem taşır. Kadın erkek ilişkilerinin toplumsal özgürlük temelli gelişimi, bireyleri iktidar aracı konumundan da çıkarır.
Ayrıca aşk eğer güçlü bir aşksa, ne devlet gibi bir iktidar aracının ne de farklı iktidar araçlarının böylesi bir ilişkinin içine girmesine izin verilir. Devlet uzun bir tarih boyunca insan ilişkilerine iktidar aracı olma rolünü yüklemiş ve kişiyi kendisi olmaktan çıkarmıştır. Aile ilişkisi yerine demokratik, toplumsal cinsiyetçilikten sıyrılmış ilişkilerin geliştirilmesi, toplum yapısında köklü değişikliklerin süreklileşmesine yol aldırır.
Kadının özgücü, kimliği ve iradesi ile yaşamasında öz savunma önemli bir yeri teşkil eder. Savunma denilince ulus devlet yapısında hep militarizm, dolayısıyla ölüp öldürme gelir. Oysa savunma evrende var olan tüm canlılar açısından geçerlidir. Herhangi bir meteordan, bitkiye, bitkilerden hayvanlara ve insanlara kadar bu evrensel kanun işler; her canlı var olmak ister ve bunun mücadelesini yürütür. Tüm evrenin oluşumunun bir özeti olan insan açısından ise savunma, kendini sürdürebilme ve özgürlük eğilimini taşımak zorundadır. Her gün kadına dönük şiddetin yaşandığı, kadın kırımının en uç düzeylerde seyrettiği günümüz Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ında öz savunma, olmazsa olmaz kabilindedir.