Kom kelimesi Kürtçenin de bir parçası olduğu ve Aryen dillerinde topluluk, grup anlamına gelir. Kök kelime olarak kombûn toplanmak, komî toplu olan anlamlarında da kullanılmaktadır. Komün bu anlamıyla Mezopotamya’da halk topluluklarının binlerce yıllık ortak yaşamını geliştirdiği, inşa edip savunduğu toplumsal örgütlenme, yaşam formudur: Toplumda tüm sosyal grup ve kesimlerin devleti esas almadan, iktidara-hiyerarşiye dayanmadan, özgür, eşit, demokratik ilkeler ve dayanışma temelinde bir arada gönüllü yaşamak ve öz savunmasını yapmak için örgütlenmiş halkın sosyal, siyasal, ekonomik-ekolojik, kültürel vs birçok boyutuyla geliştirdiği yaşam biçimidir. Özgür yurttaşların gönüllü bir şekilde içinde yer aldığı, yaşamına dair her konuyu birlikte tartıştığı, kararlaştırdığı ve yapılması gereken işleri planlayarak gerçekleştirdiği halkın en temel öz yönetimidir. Toplumun doğrudan demokrasi ve öz yönetim okulu olan komün, özgür bireylerin yetiştiği, amaçları doğrultusunda özgürce yaşadığı alandır. Sevginin, adaletin, insan ahlakının gelişip serpildiği mekandır. Kadın ve erkeğin eşitliğinin geliştiği, özgür eş yaşamın inşa edildiği, özgür toplumun birlikte yaratıldığı devlet dışı toplumsal örgütlenme modelidir. Komün tüm farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü ve eşit birliktenliklerin geliştirildiği ortak yaşam sistemidir. Ve yine komün ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü bir paradigma ile tüm toplumsal sorunların çözüldüğü, toplumun her tür ihtiyacının ekolojik öz bilinç, güç ve örgütlülükle karşılandığı yaşam alanıdır. Özcesi komün, toplumda özgür yurttaş bilinci gelişmiş bireylerin özgür birliktelik temelinde her konuda dayanışarak, paylaşarak devlet dışı kendi öz toplumsal sisteminin örgütlenme modelinin en temel çekirdeğidir. Komüne üye olan ve komünden başlayarak özgür yaşamı inşa eden ve savunan kişiye veya yurttaşa ise komünar denir.
Komün yerel yönetimlerin örgütlendirilmesinde temel çekirdektir
Demokratik öz yönetim sisteminin temel örgütlenme aracı olan komün yaşamı ise, doğrudan demokrasi temelinde toplum yaşamının olduğu her yerde, tüm köylerde ve kentlerin her sokağında oluşturulabilir. Köy ve sokak komünleri oluşmadan mahalle ve kent meclisleri oluşamaz, oluşsa da köksüz kalır. Bu anlamıyla komün yerel yönetimlerin örgütlendirilmesinde temel çekirdektir, köktür. Toplum, yaşama dair tüm politikalarını sağlıktan tutalım ekonomiye, eğitimden kültüre, sosyal yaşamdan öz savunma, diplomasi vs kadar komün ve meclislerde yapacağı tartışma, kararlaşma ve pratikleşmeyle doğrudan demokrasi anlayışıyla demokratik siyasetiyle oluşturup geliştirebilir. Örneğin bir köy veya bir kentin, sokağın sakinleri veya özgür yurttaşları öz yönetim sistemini, özgür yaşam örgütlenmesini oluşturmak için bir araya gelerek tartışma yürütebilir. Köyün veya sokağın tüm işlerinin birlikte yapılabileceği, devletten beklemeden kendi imkanlarıyla yaşamın tüm ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir örgütlenmeye gidebilir. Köyün veya sokağın nüfusuna göre yapılacak tüm işlerin koordinasyonunu sağlayacak bir yönetimi, cinslerin eşit temsiliyeti ve doğrudan demokrasi ile seçilerek oluşturulabilir. Köy sakinleri veya yurttaşlarının birlikte yaptıkları toplantılarda köyün alt yapısı olan yol, su, elektrik vs tutalım ekonomik geçim kaynaklarının örgütlenmesi, köy evlerinin onarılması, köyün ortak yaşam alanlarının geliştirilmesi, köyün savunulması gibi yaşama dair tartışmalar yürütülebilir. Tartışmalar sonucunda yapılacak işler sıraya konularak, her işe göre komisyonlar oluşturulabilir. Gönüllü temelde oluşturulan komisyonlar ise ihtiyaç temelinde yapılacak işlere ilişkin projeler geliştirir. Sonuçlandırılan projeler köy komün üyelerinin görüşlerine sunularak netleştirilir. Köy komün eş başkanları veya yürütme üyeleri komisyonların sonuçlandırdığı bu projeleri, köydeki komün yurttaşların arasından her bir projeye denk komiteler oluşturarak bu komitelerin projelerin hayata geçirilmesinden sorumlu kılabilir. Sağlıktan tutalım, ekonomi, savunma gibi her köyün öncelikli ihtiyacına ve oluşturulan projeye göre komiteler, köydeki yurttaşlarla birlikte işleri yürütür. Projelerin hayata geçirilmesinden sorumlu olan komiteler ihtiyaç temelinde ekonomik, savunma vs birlikler oluşturabilir, kooperatifler geliştirebilir, akademi örgütlenmeleriyle toplumun ihtiyacını karşılayacak uzmanlaşmış kadrolar yetiştirebilir. Köyün tüm işleri yapılırken maddi olarak kendi öz gücüne ve örgütlenmesine dayanması, gücünün yetmediği yerde diğer köy komünleri veya kent meclisleriyle dayanışması önemlidir. Tabi ki her komün mutlaka bağlı olduğu meclis içerisinde temsiliyetini bulmalıdır. Özerk komünler bir ağ şeklinde mahalle meclislerine, mahalleler kent meclislerine, kent meclisleri bölge meclislerine en üstte de halk kongresine bağlı yatay ve dikey örgütlenmelerin iç içe geliştiği bir sistemi örmelidir. Ülkedeki Halk Kongresinde toplumun en yerelden yani komünden başlayarak tüm meclislerde yüzde altmışlık kota ile kendi kendini yönettiği, yüzde kırklık kota ile tüm sivil toplum örgütlenmelerin yer alarak toplumun sağlıktan, ekonomiye, eğitime kadar mesleki uzmanlık isteyen tüm işlerinin kolektif, dayanışma temelinde yapıldığı demokratik bir sistem inşa edilebilir. İnşa edilecek olan toplumun tarihsel özünde var olanın bir sisteme kavuşturulmasıdır.
Öz savunması olmayan komün ayakta kalamaz
Özünde Kürt toplumunun tarihsel toplum geleneğinde, hafızasında ve kültüründe kendi yerini, yurdunu öz örgütlenme ile savunmanın bir yaşam ve var olma ilkesi olduğunu biliyoruz. Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama soykırımdan geçen bir halk olarak Kürtlerin her daim temel gündemi olmuştur. Bu anlamda komün, yurttaşların kendini savunma bilinci, kültürel-fiziki var olmanın ve kendi öz topraklarında yaşamanın temel koşuludur. Öz savunması olmayan bir komün ayakta kalamaz, kendisini inşa edemez. Bunun için komünlerin olduğu her yerde komün yurttaşlarının içinden seçilecek sivil savunma komisyonu-komiteleri oluşturulması önemli olmaktadır. İhtiyaca göre oluşturulacak bu komisyonda komünün gençleri ve tecrübeli yurttaşları yer alabilir. Sivil savunma veya öz savunma komisyonu köydeki yurttaşların varlığını tehdit edebilecek her türlü tedbiri geliştirmek için bulunduğu mekanı ayrıntısına kadar inceleyerek ve ihtiyaçları tespit ederek savunmaya dönük projesini geliştirirken, oluşturulan sivil savunma komitesi de bu projeleri uygulamaktan sorumlu kılınabilir. Örneğin bir köy komününde oluşturulan sivil savunma komisyonu önce köyün coğrafyasını gezip, köyün savunması için hakim tepeleri, köye gelen güzergahları inceleyebilir. Yine köye olası bir saldırı da köy halkının ortak haberleşme sistemini, köy istihbaratını ve savunma için tüm köy halkına düşen görevleri tespit edebilir. Savunma komisyonu oluşturduğu projesini komünün yurttaşlarıyla birlikte tartışarak güçlendirilip buna göre bir planlama çıkarılabilir. Köyde oluşturulacak sivil savunma komitesi bu planlamayı yaşama geçirebilmek için öz savunma veya sivil savunma birliğini kurarak köyün savunma ihtiyacını karşılayabilir. Özünde köyün savunulmasında tüm komün üyeleri kendini sorumlu görmeli, küçük-büyük fark etmeden rol almalıdır. Oluşacak savunma komitesi yürüttüğü çalışmalar konusunda mutlaka komün denetimine kendisini açık tutarak hatta yaptığı çalışmalar hakkında sürekli komün üyelerini bilgilendirebilir. Veya diğer bir örnek köy komününde ekonomiye dönük tarım komisyonu oluşturulabilir. Tarımdan anlayan gönüllü yurttaşlar bu komisyonda yer alarak bulunduğu köyün tarım arazilerini veya tarıma açılabilecek arazilerini ve bu tarım arazilerinde ekilecek ürünlerin verimli olabilmesi için ihtiyaçların hepsini tespit edebilir. Tarım arazilerinin sulanması için projeler çıkarabilir ve yine sağlıklı ve verimli ürün için projesini oluşturarak köyün komün üyeleriyle birlikte tartışmaya açabilir. Komünün yönetimi karara bağlanan tarım projesinin pratikleşmesi için komün üyelerinin gönüllü katılımıyla tarım komitesini oluşturup projeyi tarım kooperatifleri oluşturarak hayata geçirebilir. Köyün veya kentlerin sokaklarında öz yönetim biçimi olan komünlerin dışında ihtiyaca göre birçok komün örgütlenmesine gidilebilir. Öz yönetim biçimi olarak örgütlenen her komünde kadın ve genç yurttaşların kendi özgün kimlikleriyle ayrı komün örgütlenmelerini oluşturabilir. Kadın ve gençlik komünleri kendi ihtiyaçları temelinde tartışmalar yürüterek kararlaşmaya gidebilir ve bu kararları uygulamak için pratik örgütlenme geliştirebilir. Demokratik işleyiş gereği kadın ve gençlik kendisine dair kararları kendisi almalıdır.
Komünlerin iç içe geçerek ağ şeklinde örülmesi temel görevdir
Kentlerin mahallelerden ve bu mahallerin de sokaklardan oluştuğunu bilerek her sokakta yaşayan gönüllü özgür yurttaşların oluşturduğu sokak komünleri öz yönetim biçimi olarak örgütlenebilir. Komün üyesi olan yurttaşların sokağın tüm işlerini devletten beklemeden kendi imkanlarıyla tartışıp kararlaştırıp örgütlenerek pratikleştirilmesi öz yönetim iradesini açığa çıkarır. Sokak komünlerinin mahalle meclislerinde temsilini bulması, mahalle meclislerinin de kent meclisi içerisinde kendini ifade etmesi ve kentin sivil toplum örgütleriyle birlikte aynı meclis çatısı altında, ortak komisyonlarda ve seçilecek yürütme komitelerinde çalışması önemli olacaktır. Demokratik özerk sistemin köy, sokak komünlerinden başlayarak kent, bölge ve ülke halk meclisleriyle bir ağ şeklinde iç içe geçecek çember sistemiyle örülmesi yurttaşların temel görevi olmalıdır. Köy veya sokak komünlerinin ekonomik, siyasi vb gücünü aşan projelerin başta mahalle meclisleri olmak üzere kent meclislerinde çözüme kavuşması ve gerektiğinde köy veya sokak komünlerinin kent meclislerinin kendisine dönük alacağı merkezi kararları veto etme hakkının olması da demokratik işleyiş gereğidir. Yerelin iradesine dayanan, tartışma, karar ve pratikleşme sürecine toplumun tüm yurttaşlarının doğrudan demokrasi ile katılması, yerel ve merkezi koordinasyonun ahenk ve denge içerisinde çalışması gerekir. Bir toplumda özellikle kentlerde sokağın tüm yurttaşlarının sorumlu olduğu temel görevler de vardır. Sokağın temizlenmesi, ekolojik bilincin geliştirilerek sokağın estetiğinin oluşturulması, sokağın savunulması, sosyal yaşam alanlarının yaratılması, adalet ve eşitlik temelinde ortak yaşam alanlarının genişletilmesi vs gibi. Her sokak komünü ihtiyaçları temelinde komisyon ve komiteleşmelere giderek öz gücüne dayanarak projelerini hayata geçirebilir. Bunun için her sokak veya köy komünleri kendi fonunu oluşturabilir.
Kentlerin en avantajlı yanı toplumun ihtiyacını karşılayacak mesleki yeterliliğe sahip insan kaynağının olmasıdır. Her meslek dalının bir sivil toplum örgütü olarak örgütlenmesi günümüzde giderek daha fazla gelişmektedir. Bu anlamıyla kent ve mahalle meclislerinde hatta varsa sokak komünlerinde sağlık komisyonunda-komitelerinde sağlık emekçileri yer alabilir. Meclislerin veya komünlerin komitelerine bağlı sağlık birimlerinin, birliklerinin en ücra köşelere kadara örgütlendirilmesi çok önemli olacaktır. Sağlık gibi ekonomi, ekoloji, tüm sosyal alan dalları, spor, kültür, eğitim özcesi her boyutta en yerelden yani köy-sokak komününden tutalım en üstte kadar dikey ve yatay örgütlenme biçiminde tüm meslek dalları kendi koordinasyonlarını oluşturabilir. Kentin sağlık, eğitim, ekonomi gibi uzmanlık isteyen alanlarda ayrı ayrı meclisler inşa edilebilir; bu mesleklerin oluşturduğu sivil toplum örgütlenmeleri en yerele kadar bir ağ şeklinde, özerk birimler temelinde kendini örgütleyebilir.
Günümüz koşullarında toplumların tek kimlikle değil de çok kimlikli bir yapıya, sosyolojiye daha fazla evrildiğini görmekteyiz. Yaşadığı mekan itibariyle bir komün veya meclisin üyesi olan aile üyeleri de yetenek ve isteme bağlı birden fazla komün üyesi olabilmektedir. Örneğin bir kadın yurttaş bir sokak komününün, kadın komününün eğer öğretmense eğitim komününün ve yine boş zamanlarında sanatla ilgileniyorsa sanat komününün, hatta bir kooperatife üye olarak bir ekonomi komününün üyesi olabilir. Aynı anda birden fazla komün üyesi olabilir. Bir çocuk, spor, sanat, ekoloji gibi boyutlarda yeteneği ve istemine göre komünlere üye olabilir. Her yerde komün kimliğiyle yer almak hem bir yurttaşlık görevi hem de komünal özgür yaşamın vazgeçilmez ilkesi olmaktadır. Bu anlamıyla devletin vatandaşı olan bireyden, demokratik toplumun yurttaşı olan özgür bireye geçişte bilinçli, örgütlü yaşamalıyız.
Bir sistem ölürken yeni bir sistem doğmakta
Halklar olarak kuşkusuz özgür ve demokratik toplumumuzu komünal tarzda inşa edip savunmayı geliştirdiğimiz bu çağın zamanını ve karakterini de bilmemiz önemli olmaktadır. İçinden geçtiğimiz zaman diliminde kapitalist modernist sistemin aşılmaya, demokratik modernite güçlerinin kendisini sisteme kavuşturmaya başladığını ve yeni bir çağa kapıyı araladığını biliyoruz. Bir sistem ölürken bir sistemin doğuşuna tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla ara bir süreçten, zaman diliminden, sistemden geçiyoruz. Böyle ara bir zaman diliminde yani yeni bir sistemin doğuşunun oluşum anında kapitalist modernitenin devlet sisteminin kurumları, inandırıcılığını toplum nezdinde yitirse de varlığını sürdürmekte; demokratik modernite güçleri ise alternatif demokratik bir yaşam sistemi olarak komün ve meclislerini inşa etmektedir. Önder Apo’nun toplumsal sistemimizi oluştururken ‘devlet artı demokrasi’ perspektifi bu ara süreç nedeniyle anlaşılırdır. Özgür yurttaşlar olarak kendi komün-meclislerimizi oluşturdukça halk kongremizi geliştirdikçe devletin tüm kurumları giderek küçülerek işlevsizleşecek, denge, toplum lehine dönecektir. Devletin iktidarcı, erkek egemen cinsiyetçi, milliyetçi, dinci zihniyetiyle yönettiği tüm kurumlarının toplumsal sorunları çözme yerine sorunun kaynağı olduğu anlaşıldıkça ve alternatif komünal kurumlar yaratıldıkça küçülmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu ara dönemin de önemli bir zaman dilimi olduğunu, çok derinlikli ve kapsamlı bir mücadele gerektirdiğini bilerek alternatif komün-meclis sistemimizi esnek, yaratıcı bir biçimde geliştirebilmeliyiz. Evrensel temel hak ve özgürlükleri de esas alarak insan eliyle inşa edilen devletlerin anayasalarını toplum lehine mücadele ederek demokratikleştirmek temel bir görevimiz olmaktadır. Diğer bir görevimiz ise tüm toplum kesimlerinin birlikte tartışarak oluşturduğu bir ‘Toplumsal Sözleşme’nin hazırlanması ve bu sözleşmeye göre program ve mücadele araçlarının oluşturulmasıdır. Toplum kendi öz mücadele amaç ve araçlarına kavuşmalıdır. Tabii ki kadının da ayrı bir toplumsal sözleşmesi olabilir ve bu toplumsal sözleşmenin demokratik bir anayasanın içinde yer alması için mücadele yürütülür. Devletin ülke çapında temsili demokrasi ile kurduğu merkezi parlamenter sistem olan ‘meclis’ dışında, toplumun komün-meclis öz örgütlenmelerinin, tüm sivil toplum kurumlarının, demokratik bireylerin doğrudan demokrasi ile temsil edildiği ‘halk kongresi’ aynı zamanda rol oynayabilir. Devletin anayasaya dayanarak kurduğu meclis ile toplumun toplumsal sözleşme ile inşa ettiği halk kongresi, karşılıklı demokratik bir mücadele yürütebilir. Karşılıklı saygı, temel hak ve özgürlükler temelinde yan yana da bulunabilir. Devletin kurumları ile toplumun öz yönetim kurumları işlevselliğine göre çalışabilir. Önemli olan toplumun, ahlaki ve politik özelliklerini koruyarak, geliştirerek yaşamın her anında ve yerinde demokratik siyaseti geliştirmesidir; özgür yurttaşların kendi yaşamına dair tartışma, karar alma ve pratikleşme sürecine komün-meclislerle dahil olması ve kendi öz iradesinin temsiliyetinin inşa etmesidir. Köy-sokak komünlerinden kasaba-kent meclislerine kadar, sivil toplum örgütlenmeleriyle birlikte kendi yaşamına dair her örgütlenmenin politikasını (sağlık, eğitim, ekonomi, kültür, sosyal vs) oluşturmasıdır. Aksi durumda devletçi-iktidarcı-erkek egemen sistem, toplumun yerel-demokratik sistemine karşı tahammülsüz davranıp varlığını tehdit ettiği sürece toplum da her canlının doğal ve anayasal hakkı olan öz savunma temelinde kendini örgütleyerek savunmalıdır. Kaldı ki tarihsel toplum, ağırlıklı olarak toplum ile devlet örgütlenmeleri arasındaki temel çelişki üzerinden, uzlaşma-çatışma anlayışıyla günümüze kadar gelmiştir. Toplumsal tarihin ilk oluştuğu andan itibaren insanlık, bir arada iş bölümüne dayanarak, beslenme, korunma ve varlığını(soyunu) sürdürme temelinde ahlaki ve politik değerlerin ilk nüvelerini oluşturmaya çalışarak klan tarzı bir nevi proto-komünlerle yerel yaşam sistemini geliştirmiştir. İnsanlık tarihinin yüzde doksan dokuzluk bölümü (hakkı verilip yazılmasa da) neredeyse klan-kabilelerin özerk-yerel sistemlerinin inşası ve merkezi iktidar sistemlerin saldırılarına karşı öz savunması temelinde yaşanmıştır. Her coğrafyanın mitolojik hikayeleri, destanları toplumun bu öz sistemine-direnişine ışık tutmakta, günümüze kadar gelmektedir. O dönemin dili şiirseldir, destansıdır. Bu açıdan halk destanlarını, hikayelerini bir de bu gözle okuyup anlamalı ve tarihimizi araştırmalı, arkeolojisini yapmalıyız. Tarihte de göreceğiz ki doğal olan yerel, demokratik ve komünal yaşamdır; doğal olmayan buna karşı gelişen merkezi, iktidarcı-devletçi ideolojiler ve yapılardır. Bu anlamıyla toplumların öz tarihi ve direnişi henüz doyurucu bir biçimde yazılmamıştır, hatta açığa bile yeterince çıkarılamamıştır. Bu konuda başta aydınlar olmak üzere demokratik tüm bilgi yapılarına, entelektüel çabalara ihtiyaç bulunmaktadır.
Var olan hakikat algısı üzerinde sis perdesini kaldırdığımızda insanlık tarihimizin boydan boya demokratik direnişlerle ve bu direnişlerin komünal özüyle dopdolu olduğunu görürüz. Merkezi, iktidarcı-devletçi tarih anlatımlarından sıyrılarak tarihsel hakikatin farkına varmak ve bu konuda bilincimizi aydınlatacak felsefik-bilimsel tüm yöntemleri yeniden tanımlamak, yorumlamak ve oluşturmak çığır açıcı, muazzam, adeta bir şelalenin önündeki seti kaldırırcasına bir akışı, bilinçlenmeyi, heyecan ve coşkuyu bizlere yaşatacaktır. Önemli olan yaşamı nasıl algıladığımız, tanımladığımız, hangi bilinç ve formda yaşadığımızdır. Bu nedenle komün ve meclislere dayalı gelişen demokratik sistem sadece bir form değil aynı zamanda bir ruhtur, bilinçtir, anlam ve sevgi gücüdür. Bu perspektifle tarihte yaşanan, oluşturduğu miras ile demokratik sistemimizin özünü oluşturan komünleri bir kez daha değerlendirmek de önemli olacaktır.
Yapılan araştırmalarda görüldüğü gibi Aryen halkının sosyolojisinde toplumun ve toplumsallaşmanın kök hücresi klan-kabiledir. İnsanlık tarihi en uzun bu toplumsal yaşam formu ile var olabilmiştir. Klan-kabile ilk toplumsal örgütlenme olurken, bu klan-kabilelerin yaşam tarzı ise komünaldir. Tüm klan-kabile üyeleri ahlaki ve politik bireyler olarak doğrudan yaşama katılmakta ve komün ruhunu oluşturmaktadır. Toplum neolitik aşamada kadın kimliği ve rolü etrafında şekillenirken köy yaşamının temel karakteri yine komünal haldedir. Neolitiğin ve komünal yaşamı güçlü yaşayan Kürtler, merkezi devletçi-iktidarcı yapılara karşı kendi yaşam sistemini korumaya çalışmıştır. Örneğin tarihte Med kabile ve aşiret toplulukları komşu halklarla birlikte Asur İmparatorluğu’na karşı üç yüz yıl halklaşma mücadelesini sürdürmüştür.
Aşiret Konfederasyonlarının demokratik ve işlevsel yapısı
Kabile ve aşiretler bir araya gelerek ve özgünlüklerini koruyarak ortak konfederasyonlar gerçekleştirmiştir. Aşiret, kabilelerden oluşan toplumsal formdur. Bir araya gelen aşiret konfederasyonları toplulukların toplumsal sorunlarını çözeceği, iç ve dış tehditlere karşı kendini koruyabileceği siyasi örgütlenmeler olarak tarihte gelişmiştir. Konfederasyonun tüm yönetsel işlerinin yürütüldüğü en üst organ olarak konfederasyon meclisi, toplumsal sorunları çözen, savaş ve barış gibi yaşamsal kararları alan bir organdır. Kararlar ağırlıkta konsensüsle, bu mümkün olmadığında nitelikli bir çoğunlukla alınmaktaydı. Konfederasyonda gönüllü bir birliktenlik esastı. Her aşiret ve kabilenin öz yönetimi ve savaş komutası vardı. Bu konfederasyonu bir nevi aşiret demokrasisi olarak adlandırmak, bugünkü temsili demokrasilerden daha fazla demokratik ve işlevsel olduğunu belirtmek abartılı olmaz. Bu anlamıyla Med Konfederasyon Meclisi, günümüz parlamenter sisteminden daha demokratik ve işlevseldir. Bu toprakların halklarından olan Arap kabileleri de ‘Nadi’ denilen meclislerle kendi kendilerini yönetirlerdi. Semitik aşiret konfederasyonları ise ‘Dar’ül Nedve’ denilen yani meclisler meclisi anlamına da gelen öz yönetim biçimini benimsemişlerdi. Şemmar, Cuburi gibi aşiret konfederasyonlarının bugün de, iktidara daha fazla bulaşmış olsa da, benzer meclisleri vardır. Kapitalist modernitenin tüm saldırılarına rağmen bu toplumsal formun dağıtılamamasının temel nedeni güçlü bir öz yönetim deneyim ve geleneğine sahip olmasındandır. Günümüzde Ortadoğu kültürü, toplumun kök hücresi olan kabile gelenekleriyle direnişini halen sürdürmektedir.
Ortadoğu tarihi önemli komün deneyimleriyle doludur
Ortadoğu tarihi incelendiğinde kabile ve aşiret direnişleri dışında önemli komün deneyimlerinin de yaşandığını görebiliriz. Mazdek, Hürrem ve Babek direnişleri olarak bilinen ilk komünalist hareket bu topraklarda yaşamıştır. Bu direniş geleneği komünal, eşitlikçi, ortakçı ve özgürlükçü bir düzeni savunmuştur. Kadın-erkek arasında eşitlik, mal ve servetlerin ortak paylaşılması, iktidarcılığın ret edilmesi bu komünal hareketin temel özellikleridir. Mazdek’in katledilmesi ardından Hürremizm olarak devam eden bu direniş kökenlerini Zerdüşti felsefeye dayanan eşitlikçi, özgürlükçü, komünalist bir mücadele çizgisi ile sürdürmüştür. Anadolu Aleviliğinin de temel çıkış kaynağı olmuştur. Hürremizmin en güçlü olduğu süreç Babek döneminde gerçekleşmiştir. Cavidan Bin Sehl’in ölümünden sonra Babek, komünal-özgürlükçü programı hayata geçirmek, bir anlamıyla özgürleştirilmiş alanlar yaratmak için önemli bir öz savunma savaşı yürütmüştür. Özellikle coğrafyanın dağlık arazi yapısını da iyi değerlendirerek savaş taktiklerini, pusu, sızma, baskın gibi gerilla tarzını başarıyla yürütmüştür. Babek, Kürtler, Farslar, Türkmenler, Bedeviler, Ermeni ve hatta Gürcüler tarafından çok geniş halk topluluklarının umut kaynağı olmuştur.
Bu toprakların önemli bir komün deneyimi de İsmaililer hareketidir. İsmaililer hareketi Hasan Sabbah’ın direnişiyle adını dünyaya duyurmuştur. Dağın Şeyhi olarak da bilinen Hasan Sabbah 17 yaşında bu hareketi benimsemiş ve önemli eğitimler almıştır. Alamut Kalesi etrafında yaşayan halkın çoğu Hasan Sabbah’ın örgütlenme çalışmalarıyla kardeşlik bağı ile her bir birey topluluğun üyesi olmuş, komünal yaşama ve direnişe katılmıştır. Egemenlerin tarihinde Hasan Sabbah taraftarları ‘afyon-haşhaş içenler, kadını kullanan fedailer’ denilerek karalamak istenmiştir. Oysa o dönem Hasan Sabbah taraftarları “Assasin” yani “sır bekçiler” olarak biliniyordu. 1124 yılına kadar Alamut Kalesi’nde yaşayan Hasan Sabbah, birçok bilim dalında önemli tecrübe ve birikim yaratarak, kurduğu komün düzenini sürdürmüş, tarihe fedailer örgütü mirasını bırakmıştır.
Tarihte Karmetiler ise eğitim ve örgütlenme tarzlarıyla 870-1070 yılları arasında 200 yıllık bir dönem içerisinde Ortadoğu’nun geneline yayılmış toplumsal bir harekettir. Karmetiler hareketinin kurucusu Hamdan bin Eş’aş El-Karmat’ın lakabı olan Karmat’tan adını almıştır. Hareketin üyeleri birbirlerine Arapçada yoldaş, arkadaş anlamına gelen ‘Refiq’ hitabıyla seslenmeleri hareketin karakterini göstermektedir. Hamdan Karmat, Küfe bölgesinin Baş Daîsi olarak atandıktan sonra bölgede kendi öğretisini yaymak amacıyla üç kişilik bir ekip kurmuştur. Bunlardan ilki hareketin “filozofu ve beyni” olarak tanınan Abdan’dı. Abdan, Belagat-ül Safa (Kardeşliğin Hitabeti) adında yedi ciltten oluşan bir kitabı kaleme almıştı. Bu kitapta kurulmak istenen komünal toplum düzeninin nasıl olacağı, bu düzene ulaşmak için insanların nasıl bir kişiliğe sahip olması gerektiği, bu amaçla toplum ve bireylerin eğitiminin nasıl yapılacağı ve genel olarak Karmati hareketinin dünyaya bakış açısının ne olduğu anlatılmaktadır. Yani Abdan, hareketin ideolojik önderliğini yürütmüştür. İkinci isim olan El-Cenabi, hareketin Hamdan Karmat’tan sonra gelen ikinci önderi düzeyindedir. Hareketin örgütleyicisi ve eylemcisi olarak tanınır. Tarihçiler tarafından komünal toplum projesini hayata geçiren en cesur Karmati komutanı olarak bilinir. Üçüncüsü ise Hamdan Karmat’ın öğrencisi olan Zikreveyh El-Dendani’dir. Daha çok İran topraklarında hareketi tanıtmak ve yaymak için görevlendirilmiş ve bu alanlarda çalışma yürütmüş bir öncüdür.
Irak, Yemen, Şam, Mısır ve Afrika’daki halklara kadar Ortadoğu’nun geneli bu komünal halk örgütlenmesi etrafında şekil almıştır. Örgüt yapısı üçer kişilik komitelerden oluşan ve üstten alta doğru uzanan bir örgüt modeli geliştirilmiştir. Örgütsel yapı derin bir gizlilik içerisinde korunmuştur. Hareketin kadroları sıkça yer değiştirmeleri, birden fazla kod kullanmaları, hücre tarzında, vekil tayin ederek çalışma tarzlarını geliştirmiştir. Hareketi geliştiren Hamdan Karmat taraftarlarına Küfe yakınlarındaki Mühtemâbâz köyünü Dar’ül Hicre (hicret evleri) olarak inşa etmiştir. Karmatiler, günümüzün komün evleri ve akademilerine karşılık gelen mekânlar geliştirmiştir. Hareketin kadroları ve ‘Hicret Evleri’ne yerleşen tüm toplum kesimleri eğitim görmüştür. Mecalis’ül Teğziye yani beslenme meclisleri ismiyle halk, tartışma platformlarında kendi sorunlarını tartışarak çözüm aramıştır. Karmatiler halklar ve inançlar arasına hiçbir ayrım koymadan her dini, mezhep ve etnik kökenin kültürüne denk bir propaganda faaliyeti yürütmüştür. Önemli olan her kesime ulaşmak ve öğretiyi yaymaktı. Özellikle kadınların her türlü toplumsal faaliyete katılması esas alınmıştır. Çocukların eğitimine de ayrı bir önem verilmiştir. Urefa yani ‘Arifler’ çocukların eğitimini özel olarak üslenmiş, çocukları çok yönlü eğitilmesi için çalışma yürütmüşlerdir. Karmatiler öğretileri ve dayandıkları toplumsal zemin temelinde komünal ekonomik anlayışı da geliştirmişlerdir. Ülfet sistemiyle, özel mülkiyete son verilerek toplumsal mülkiyet gerçekleştirilmiş, üretim imece usulü ile yürütülmüş, ürünler halk evinde toplanarak paylaşılmış, Karmati hareketi komüncü özelliğini daha fazla geliştirmiştir.
Şeyh Bedreddin öncülüğünde de önemli bir komün hareketi yaşanmıştır. 14. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan asıl adı Mahmud olan ve kendisine Emin Buhari tarafından ‘Bedreddin’ yani ‘dinin ışığı’ anlamına gelen isim verilmiştir. Şeyh Bedreddin, “Ortaklar” hareketini, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal adındaki yoldaşlarıyla birlikte kurmuştur. Varolan imkanların paylaşımında kadın-erkek, din, dil, ırk ayrımı olmaması gerektiğini savunmuşlardır. Ortaklar Hareketi, Osmanlı egemenlerinin saldırılarına karşı da öz savunmasını geliştirip direnerek ezilenlerin tarihine güçlü bir miras bırakmıştır
Kent direnişleri ve komün deneyimleri
Tarihteki kent direnişlerinde de komün deneyimlerini görmek mümkündür. Ortadoğu tarihinde toplumların kurduğu kentlerin komünal özelliklerinin incelenmesine ve gün yüzüne daha fazla çıkarılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Tarihin ilk kenti olarak bilinen Sümerlerden başlamadığı, binlerce yıl önce ilk kentleşmelerin Yukarı Mezopotamya topraklarında geliştiğinin yapılan arkeolojik çalışmalarla birlikte giderek daha fazla gün ışığına çıktığını görmekteyiz. Bilim, iktidar yapılanmalarından kurtularak hakikat algısını toplum lehine daha görünür kıldıkça, insanlık tarihinin başta sosyoloji olmak üzere tüm bilim dallarının toplumların kent tarihi üzerine daha fazla yoğunlaşacağına inanıyoruz. Biz devrimcilerin de toplumların özgürlük tarihi ve ahlaki, politik ve entelektüel görev olarak yapacağı araştırmalarla daha fazla gün ışığına çıkacağını biliyoruz. Bunu belirttikten sonra özellikle Avrupa’da Ortadoğu’nun kadim mirası üzerinden yükselen kent direnişlerini ve komün deneyimlerini değerlendirmek önemlidir.
Antik Yunan’da kent, toplumsal birliğini oluşturmak ve özgürlüğünü korumak temelinde 15 ayrı konfederasyon kurmuştur. Bu konfederasyonlarda toplum siyasetini halk meclisleriyle gerçekleştirmiştir. Meclise katılanlara yurttaşlar denilmiş ve eşit oy hakkı tanınmıştır. Orta çağ sürecine kadar Avrupa’da site devletleri inşa edilecek, özellikle ticaretin artmasıyla kentlere göç giderek gelişecek ve antik çağın sitelerinin yerini komün yönetimleri alacaktır. Kentlerde doğal yurttaşlık anlayışı gelişerek kent sözleşmeleri oluşturulmuş, kent komünleri eşitliği ve yurttaşlar arasındaki kent birliğini sağlanmıştır. Yerel yönetimler, hizmetten tutalım yargı kurullarına kadar ihtiyaca göre farklı görevler de yürütmüştür. Kent sakinleri tarafından ortak güvenlik anlayışı ile kentin savunulması için ortak fon oluşturulmuş, kent komünleri toplumsal yaşam zeminini güçlendirmiş, iktidar güçlerine karşı özerk yapılarını korumuştur.
Kent özerkliği konusunda İtalyan kentleri tarihteki en önemli örneklerdendir. Venedik, Cenova, Floransa, Pissa gibi kentler yerel özgürlüklerini uzun süre korumuşlardır. İtalya’da kent özgürlüğünün güvencesi kasabalarda yaşayan yurttaşların birbirine bağlılığının belgesi olan sadakat yeminidir. Conjuratio yani konsül adı verilen bu resmi sadakat belgesini kabul edenler komün oluşturmuştur. Bu komünün yönetimi de komün üyelerince seçilip aynı adla yani konsül olarak anılmıştır. Var olan bütün konsüller bir araya gelip Genel Meclisi oluşturmuştur. İtalya komününün temeli böylece kasabalarda atılmış, komşu kasabaların komünleri konfederal tarzda bir araya gelip Kent Komününü oluşturmuştur. Özellikle savaş ve barış gibi önemli konularda halk meclisinin görüşü önemli olmuştur. Bu komün ve meclisler daha sonraları özünü yitirip birer iktidar aracına dönüştürülse de ilk önemli kent demokrasileri olarak tarihe geçmiştir.
Yerel yönetim ve komün deneyimi açısından İspanya da önemli bir örnektir. 1500’lü yıllarda katı mutlakiyetçi krallıkların öncüsü konumunda olan İspanya’da 1520 yıllarından itibaren İspanyol merkeziyetçiliğine karşı kent ayaklanmaları yaşanmış ve komünler kurulmuştur. Hatta bazı kentler kendi vergilerini toplayıp yurttaşlardan milis savunuma güçlerini oluşturmuştur. Almanya tarihinde de yüzlerce yıl Alman köylülüğünün öncülüğü ve direnişleriyle kent konfederasyonları oluşmuş ve kendilerini yönetecek duruma gelmiştir. Birçok Avrupa ülkesinde kentlerin bu özgürlük eğilimi saldırıya uğrayıp özerkliklerini yitirirken, Almanya kentleri uzun süre bağımsızlığını korumuştur. Avrupa kent özerklikleri monarşik krallıkların saldırıları karşısında zayıflasa da asıl yenilgisini kapitalizmin geliştirdiği endüstriyalizm karşısında almıştır. Sanayi devrimi olarak da bilinen bu yıllarda kentler özünü yitirmiş, kent komünleri kaybetmiştir.
Toplumsal mücadeleler tarihinde önemli bir dönem: Paris Komünü
Paris Komünleri ise toplumun doğrudan demokrasi ile kendi öz yönetimini oluşturması açısından tarihsel bir örnektir.1789 Fransız Devrimi ardından 1870 yılında mahalle ve kent meclislerine dayalı bir yönetim modeliyle tüm Fransa, konfederasyon yönetim sistemiyle geliştirilmek istenmiştir. Gelişen halk hareketinin burjuvazinin eline geçmesiyle komünler halkın öz yönetimi olarak özünü yitirmiştir. Fakat halkın özgürlük eğilimi ne kadar zayıflasa da varlığını korumuştur. 1871 yılında Paris Komünü tüm kentlerdeki komünleri konfederasyon çatısı altında birleşmeye çağırmıştır. 19 Temmuz 1870 yılında Fransa hükümeti, Prusya’ya savaş açmış, bu savaşta yenilmiş ve Prusya ordusuyla 2 Eylül’de anlaşma imzalayarak teslim olmuştur. Ancak halk Paris kuşatılmasına rağmen büyük bir direniş göstermiş, Ulusal Muhafız içerisinde 215 taburun delegeleri direniş kararı almıştır. Ulusal Muhafız Federasyonu Tüzüğünü oluşturan direnişçi güçler içinden 20 kişilik Merkez Komite Komün devriminin yönetimini üstlenmiştir.
Hükümet Paris halkını silahsızlandırmak isteyince, 18 Mart 1871 günü halk direnişe geçmiş, iki generali teslim almış ve kurşuna dizmiştir. Bu gün Paris Komününün kuruluş günü olarak tarihe geçmiştir. Fransa’da, Paris Komün hükümeti ve Versailles’e kaçan burjuvaların hükümeti olarak iki hükümet oluşturulmuştur. Hemen ertesi gün Merkez Komite bir bildiri yayınlayıp halkı komün seçimlerine çağırmış, sıkıyönetim kaldırılmış, siyasi tutsaklar serbest bırakılmıştır. Komite 23 Mart’ta ise Komün Programını açıklamıştır.
Buna göre: Emekçiye emeğinin tam değerini sağlamak, yani kapitalist karı ortadan kaldırmak için kredinin, ticaretin ve ortaklaşmanın örgütlenmesi; herkes için parasız, laik ve tam eğitim; toplantı, dernek kurma ve basın özgürlükleri; polisin ve ordunun komünal düzeyde örgütlenmesi esas alınmıştır. Dışarıdan hiçbir otorite kabul edilmemiş ve ister bir yöneticinin, ister belediye başkanı ya da valinin olsun, tüm seçilenlerin seçenler tarafından sürekli denetimi temel bir ilke olarak esas alınmıştır. 26 Mart’ta komün seçimleri yapılmış, Paris’in 20 ilçe belediye dairesinin yöneticileri belirlenmiş; Merkez Komite de yetkilerini resmen Komün yönetimine devretmiştir. Komün yönetiminde işçiler, memurlar, öğretmenler, ressamlar, yazarlar, gazeteciler ve iş adamları yer almış; Komün bünyesinde tüm Paris halkının katılımını sağlayabilen sendikalar, kooperatifler, kulüpler, komisyonlar, kurullar tarzında örgütlenmeler gerçekleştirilmiştir. İaşe, darphane, basımevi, sağlık, posta gibi hizmet alanları ile eğitim, yargı, maliye gibi konularda komisyonlar kurulmuştur. Ayrıca Kadınlar Birliği örgütlendirilmiştir.
Komün yerel yönetim özerkliğini, tüm köylere kadar tabandan örgütlenmeyi esas alsa da bunu başaramamış, sistem Paris’le sınırlı kalmıştır. Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, yetkilerini Komün yönetimine devredeceğini açıklasa da bunu yeterince başaramamış, gizli iktidar gibi kalmıştır. Özellikle askeri alan Komün yönetiminin iradesini yeterince tanımamış, görmezden gelmiştir. Komünün örgütlenme çabası olsa da demokratik bir düzeye ulaşamamış, bireyci duruş, anlayışlar, kişisel rekabet ve çekişmeler yaşanmış, çalışma disiplini oturtulamamıştır. Bu durum Komünün zayıf düşmesine yol açmıştır. 12 Mayıs’ta Almanların desteği ile burjuva orduları Paris’e girmiş, halkın buna karşı görkemli bir direnişi gelişse de, direniş kırılmış, toplu katliamlarla 30 bin insan katledilmiş, 40 bine yakın insan esir alınmış, Paris Komünü düşmüştür. 70 günlük halkın öz yönetimini temsil eden Paris Komünü, toplumsal mücadeleler tarihinde önemli bir dönem olmuştur. Komünal direnişlerin gelişmesine ve ‘proletarya diktatörlüğü’ tezlerine temellik yapmıştır. Çıkarılan en önemli ders burjuvazinin yani orta sınıf anlayış ve yaşam tarzının üzerine yeterince gidilip zayıflatılmadığı, bu zeminin içte ve dışta kurutulmadığı değerlendirilmiştir. Ve mutlaka burjuvaziye karşı proletarya diktatörlüğünün geliştirilmesinin önemi Marks ve Lenin’in paradigmalarında değerlendirilmiş ve çıkarılan derslerle birlikte Sovyet devrimine kapı ardına kadar açılmıştır.
Halkların tarihine önemli bir miras: Sovyetler
1917 Ekim Devrimi ile birlikte Sovyetler Birliğinde komün ve meclis sistemi halkların tarihine önemli bir miras olarak geçmiştir. Sovyet kelimesi ‘meclis veya konsey’ gibi anlamları içermekte Sovyetler Birliği ise bu anlamıyla ‘Meclislerin Birliği’ olarak da değerlendirilmektedir. İlk meclisler 1905 yılında, 1917 devrimi ile birlikte sovyet yani meclisler örgütlenmesini başta Moskova ve Petersburg Sovyetleri olarak geliştirmiştir. İşçi ve asker temsilcilerin ortak oluşturduğu bu meclislerde sorunlara çözüm yolu aranırken iki alana dönük yürütme komisyonları oluşturulmuş ve birbirlerinin çalışmalarını denetlemiştir. Günlük çalışmaların yürütülmesi için iki alandan eşit delegelerin katılımıyla 600 kişilik sovyet oluşturulmuştur. 42 kişiden oluşan yürütme komitesi artan çalışma kapsamı nedeniyle 15 ayrı komisyon oluşturmuş, işlerin koordinesini sağlamak için 7 kişiden oluşan yürütme komitesi bürosunu kurmuştur. Kent Sovyetleri yanında Bölge Sovyetleri yani meclisleri de kurulmuştur. Bölge Sovyetleri Genel Sovyetin kararlarını hayata geçirmiştir. Petersburg Sovyetinin hemen akabinde gelişmeler hızlanmış ve 25-27 Mart tarihlerinde Moskova Bölge Sovyetleri Konferansı toplanarak Moskova Sovyetini oluşturmuştur. Moskova Sovyetinde işçiler temsil edilmiş, askerler ayrı bir sovyet oluşturmayı tercih etmişlerdir. Kısa süre içerisinde Rusya’nın tüm şehirlerinde sovyetler oluşturulmuştur. Cephede ise asker sovyetleri yaygınlık kazanmıştır. Ayrıca köylerdeki kooperatifler, öğretmenler ve ziraatçılar aracılığıyla örgütlenme yapılmış ve ilk köylü sovyetleri şehirde oluşturulmuş ancak kısa sürede köylü sovyetleri köylerde de yaygınlık kazanarak devrimin önemli organları haline gelmişlerdir. Asker sovyetleri de köylerde tarım komitelerinin kurulmasına yardım etmiş ve bu gelişmeler neticesinde Luga kentinde işçi-köylü-asker sovyeti kurulmuştur. Ülke baştanbaşa hızlı bir şekilde sovyetlerle örülmüş, yerellerde sovyetlerin birlik çalışmaları başlamış ve neticede Nisan başında 1. Tüm Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri Konferansı ile Sovyetlerin birliği sağlanmıştır.
Sovyet kuruluşları hızla yaygınlık kazanıp devrimci bir rol oynamasaydı Ekim Devrimi mümkün olamazdı. Sovyet kuruluşlarının olduğu her yerde farklı siyasi fraksiyonlar yer almıştır. Hatta çoğu zaman devrimin öncüsü Bolşevikler azınlıkta kalabilmişlerdir. Fakat buna rağmen çok güçlü bir örgütlenme mücadelesi verilmiş ve sovyet komünleri her yerde halkı kendisine çekmiş, Çarlık rejimiyle çatışmış ve 1917 Ekim’inde Lenin öncülüğünde Sovyet devrimi gerçekleştirilmiştir.
Özgür yaşam sistemini komünal tarzda oluşturan Hareket: PKK
Kürt Özgürlük Hareketinin komün deneyimi, toplumların özgürlük tarihindeki öz yönetim tarihinin bir parçası, devamı olarak gelişmiştir. PKK’nin kendisi 1973 yılında özgür yaşam sistemini komünal tarzda oluşturmuş, 51 yıldır özgürlük mücadelesi ile komün-meclislere dayalı toplumsal sistemini 2005 yılıyla birlikte Demokratik Konfederalizm sistemi olarak ilan etmiştir. Bugün giderek Kurdistan’ın tüm parçalarında ve Kürt halkının ve dostlarının, özgürlük arayışçılarının yaşadığı her yerde komün-meclislere dayalı demokratik konfederal sistem adım adım gelişmektedir. Demokratik Konfederalizm sistemi, Kuzey-Doğu Demokratik Özerk Suriye’de, Şengal’de gençlik çağını yaşamaya başlamış ve tüm dünyada eşit, demokratik ve özgürce yaşamak isteyen insanlığa ilham kaynağı olmuştur, olmaktadır.
Bugün toplumların özgür yaşam sisteminin kök hücresi olan komün sistemi yerel olduğu kadar evrensel niteliğini koruyarak giderek daha fazla gelişmektedir. Toplumların demokratik siyaset aracı olarak komün ve meclisler köylerden tutalım, bir kentin sokak, mahalle, kasabalarına kadar bölge ve dünya çapında daha fazla görülmeye başlanmıştır. Kapitalist modernist sistem güçlerinin yol açtığı ve kaynağı olduğu sorunların çözümü için demokratik modernitenin demokratik ulus zihniyeti ile gelişen demokratik konfederal sistemi her gün biraz daha fazla gelişmektedir. Özgür insanın emeği ve mücadelesiyle inşa edilecek olan Dünya Demokratik Uluslar Birliği veya Dünya Demokratik Uluslar Konfederasyonu şimdiden BM yerine alternatif olma yoluna girmiştir.
Tarihin en önemli dönemeçlerinden birini yaşadığımız, demokratik moderniteye komünal-özgür yaşam sistemimizle öncülük etme iddiasında olduğumuz bir dönemde, bizde komünal sisteme yaklaşımda ortaya çıkan anlayışları da değerlendirmek önemli olacaktır. Kişiliklerimizde yaşadığımız en temel sorun yeterince komünal düşünememek ve yaşayamamaktır. Bunun en temel nedeni de bireyciliktir. Toplumsallaşmanın düşmanı olan bireycilik çağımızın en temel hastalığıdır. Kapitalist modernitenin liberalizminden kaynağını almaktadır. Bireycilik adeta ağacın kurdu gibidir, insanı içten kemirir ve bitirir. Önce zihniyetten başlayarak liberalizmin tüm hastalıklarından özellikle bireyci her tür anlayıştan kendimizi kurtararak özgürleştirmeliyiz. Zihnimiz ve ruhumuz özgürleştikçe komünal toplumsal değerlerle kendimizi yeniden inşa edebiliriz. Komünal yaşamın özüne, değerlerine, yaşama sevincine, dayanışmasına ve sevgisine kavuşabiliriz. İkincisi iktidarcı-devletçi-erkek egemen her tür anlayış ve tutumlardan kendimizi özgürleştirmeliyiz ki, demokratik, eşit ve özgürce yaşayalım, kendi komünal sistemimizi kuralım. Tarihin akışında iktidar-devlet-erkek egemen yaklaşımlar bir sapmaydı. Toplumlar iktidarsız, devletsiz yaşayabilir, yaşamıştır da. Ama iktidar ve devlet toplumsuz yaşayamaz. Bu nedenle öz olan toplumdur, komünal yaşam değerleridir. İktidarcı-devletçi ve erkek egemenlikçi tüm anlayış, kavram, kuram ve kurumlardan kendimizi arındırmalıyız. Özellikle toplum adına toplum mühendisliği gibi davranmak ve çalışmak, toplumun iradesini gasp etmektir. Bize düşen toplum iradesinin, değerlerinin ve sisteminin bir parçası olmak, kolektif emekle özgür-demokratik yaşamı inşa ederek savunmaktır. Bir başka anlayış da ‘az olsun benim olsun’ denilerek, çok dar, dogmatik-tutucu, değişimden korkan yaklaşımlardır. Ütopyası olmayan, gelecek umudu taşımayan ve bunu anda yaratmayan kişilik var olanla yetinir ve giderek çağın gerisine düşer. Bunun için toplumun sorunlarını çözmekle yetinmeyip toplumu geleceğe taşırabilecek bir sosyal bilim anlayışı ile ‘çok olsun, güzel, iyi ve doğru olsun ve hepimizin olsun’ anlayışı ile ufkumuzu genişletmemiz, büyük düşünüp yaşamamız önemli olacaktır. Komün-meclis sistemine dayalı demokratik konfederal bir yaşam sistemini inşa edip, koruyarak geleceğe taşıyabilmek için özgür-demokratik yurttaşların, bireylerin yetişmesi gerekiyor. Bu anlamıyla demokratik-komünal kültürün, yaşamın yaratıcısı olabilecek özgür yurttaşların inşasının eğitimlerle süreklilik kazanmasına ihtiyaç vardır. Bunun için modernist-oryantalist-bireyci tüm anlayışlardan kendimizi kurtararak, sürekli eğiterek kendimizi komünalite içinde her yönüyle yeniden inşa edebilmeliyiz. KCK sistemimizi komünal yaşamını tüm yaşam alanlarında örgütlememiz, herkesin en az bir komünde kendisini ifade etmesini sağlamamız en temel görevimiz olmalıdır. Toplumsal yaşamın tüm alanlarında, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, öz savunma vb ilgili sorunları öz gücüyle çözme anlayışı ile komün ve meclislerin başta köy, sokak-mahalle, okul, fabrika her yerde örgütlenmesini sağlayabilmeliyiz. Bunun için öz gücümüze güvenerek kooperatif ve akademilerimizi oluşturmalıyız; öz yeterliliğe dayalı ekonomik sistemimizle ve eğitimlerle gelişen sistem kadrolarıyla tüm yaşamımızı inşa edebilmeli ve savunabilmeliyiz.
Sonuç olarak; yaşadığımız çağda artık tüm dünya halkları kendi kendini yöneterek kendi yaşamı hakkında tartışma, karar alma ve kendi yaşamını öz gücüyle yaratma mücadelelerini her zamankinden daha fazla vermektedir. Dünyanın birçok ülkesinde halklar, ezilenler merkezi yönetim biçimlerini kabul etmemekte, yerel demokrasisini geliştirerek, kendi öz gücüyle yaşamını yaratmak istemektedir. Merkezi sistemler giderek çağ dışı bir sistem olarak faşist yönetim biçimlerine dönüşmekte, halkların yerel öz sistemine karşı baskıcı, soykırımcı politikalarını devreye koyarak bunun önüne geçmek istemektedirler. Ancak ok bir kez yaydan çıkmıştır. Tüm faşist, gerici, şiddet uygulamalarına karşı tarihin akışı değiştirilemeyecektir. Tarihin akışı halklar lehinedir. Bu aynen şuna benzemektedir: Düşünün ki bir nehir akıyor, bu nehir bir süre sonra iki nehir yatağına bölünüyor. Biri yeryüzünde tüm kiri pası ile akarken, diğeri kendi yatağını bulamadığı için aynı paralelde yeraltında süzülerek günümüze kadar akışını sürdürüyor ve tüm ezilenlerin, halkların mücadelesiyle yeryüzüne çıkmayı başararak duru, temiz olarak akmak istiyor. İşte bu temiz nehrin akışını sağlamak için nehrin önündeki tüm taşları, ölü toprağı mücadelemizle söküp atmamız ve tarihten süzülüp gelen özgürlük nehrinin akışını sağlamamız gerekmektedir. 5000 yıldır kir, pas ve çamur gibi akan nehir karşısında halkların, ezilenlerin tertemiz nehrinin akışını sağlayabilirsek tüm insanlığın çekim merkezi olacağından kimsenin kuşkusu olmaz. Halkların tertemiz akan nehrini daha fazla görünür kılabilirsek, artık yeni bir çağın Mezopotamya topraklarında Kurdistan’da başladığının müjdesini verebiliriz. Demokratik öz yönetim sistemimizi büyük bir kararlılık ve iddia ile geliştirebilirsek dünya uygarlığının merkezini bir kez daha Ortadoğu’ya, Mezopotamya’nın kalbi olan Kurdistan’a çevirebiliriz. Mezopotamya’yı tüm insanlık için bir çekim merkezi haline getirebiliriz. Bunun için hiçbir halkın sahip olmadığı bir Önderliğe, bir paradigmaya, özgürlük mücadelesi tarihine, öz yaşam sistemine ve bu sistemi koruyabilecek bir öz savunma gücüne sahibiz. Önder Apo’nun belirttiği gibi; özlemlerin ve umutların sınırı olmadığı gibi gerçekleştirilmesi için bireyin kendisinden başka önünde ciddi bir engel de yoktur. Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun!