Miladi 2022 yılının son haftalarını yaşıyoruz. Bu vesileyle yıl boyunca insanlığın ve halkımızın yaşadığı bazı olayları Özgürlük Mücadelemiz açısından değerlendirmek kuşkusuz önem taşıyor. Geçen yıllarda da yaptığımız gibi söz konusu değerlendirmeler hem geçirdiğimiz yılda yaşadığımız olayların derslerini çıkartma hem de bu temelde yeni yıla daha hazırlıklı ve planlı girme imkanı veriyor. Çünkü mücadelede başarılı olabilmemiz için gereken gücü biz esas olarak yürüttüğümüz mücadele pratiğinin derslerinden alıyoruz. Pratiğin Önderlik ve Parti çizgisindeki eleştirel ve öz eleştirel değerlendirilmesi bize neleri doğru yapıp neleri yapamadığımızı, hangi çalışma tarzının doğru olduğunu ve başarı getirdiğini gösteriyor. Böylece yapmamız gerekeni ve onun başarı tarzını daha iyi anlamış oluyoruz. Bu da geçmiş pratiğin dersleri temelinde kendimizi eğiterek yeni yıl görevlerine daha güçlü ve hazırlıklı girmemizi sağlıyor. Elbette böyle bir girişte yeni yıl mücadelesinde daha etkili ve başarılı olmamızı getiriyor. Bu bakımdan tüm devrimcilerin, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkesin aslında çizgi temelinde böyle bir eleştirel-öz eleştirel sorgulamayı yıl pratiği düzeyinde mutlaka yapması gerekiyor. Yeni yılı güçlü karşılamak ve yeni yıl mücadelesinde başarılı olmak ancak böyle mümkün olur. Tüm devrimci ve yurtseverlerin böyle yapacağına ve miladi 2023 yılı mücadelesine bu temelde hazırlıklı girerek mutlaka başaracağına inanıyoruz.
Ukrayna ile Zap, Avaşîn ve Metîna savaşları bu yıla damgasını vurdu
2022 yılına siyasi ve askeri olarak damgasını vuran olaylar nelerdir, diye sorulduğunda hiç kuşkusuz dünya açısından Ukrayna Savaşı, Kürdistan açısından ise Zap, Avaşîn ve Metîna Savaşı cevaplarını verebiliriz. Gerçekten hem Ukrayna Savaşı ve hem de Zap, Avaşîn ve Metîna temelinde Medya Savunma Alanları’nda yaşanan savaş, 2022 yılına damgasını vuran temel olaylar olmuştur. Yıl sonu itibariyle Ukrayna Savaşı on birinci ayına girecektir. Zap, Avaşîn ve Metîna’daki savaş ise dokuzuncu ayına girecektir. Süre bakımından da her iki savaşın 2022 yılının çok önemli bir dilimini kucakladığı açıktır, fakat zaman dilimlenmesinden çok daha önemli olarak aslında söz konusu savaşlar etrafında gelişen siyasi ve askeri mücadele dünyada ve Kürdistan’da 2022 yılına damgasını vuran, yılın gelişmelerini belirleyen olaylar olmuştur.
Öncelikle insanlığın durumu açısından birkaç hususa kısaca dikkat çekmek, Kürdistan’daki olayları ve gelişmeleri doğru ve yeterli anlamak açısından da yararlı olacaktır. Çünkü biz de bu dünyada yaşıyoruz, dünyada yaşanan temel olaylar Kürdistan’ı ve Kürt halkını yakından etkilediği gibi Kürdistan’da gelişen mücadele de günümüzde tüm insanlığı derinden etkiler hale gelmiş bulunuyor. Çok açık ki kapitalist modernite sistemi 2022 yılını Ukrayna Savaşı’yla geçirdi. Bu savaş şubat sonuna doğru Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başladı ve NATO’nun da mevcut Ukrayna yönetimine her türlü desteği vermesi sonucunda aslında Ukrayna üzerinde açık bir NATO ve Rusya savaşı yaşandı. Kapitalist sistem içerisindeki bütün olaylar ve gelişmeler de bu savaş tarafından belirlendi. Bundan önceki iki-üç yılı da kapitalist modernite sistemi koronavirüs hastalığı temelinde geçirmişti. Yani son yıllarda küresel kapitalist modernite sisteminin durumu nedir, denildiğinde hemen koronavirüs hastalığı ile Ukrayna savaşıdır, diyebiliriz. Bu, kapitalist modernite sisteminin günümüzde geldiği noktayı ortaya koyuyor. Bu, hastalık ve savaş üretimidir. Çok açık ki yaşadığı derin kriz ve kaos ortamında kapitalist modernite sistemi salgın hastalık ve savaştan başka bir şey üretemiyor. Varlığını ancak böyle bir hastalık ve savaşla sürdürebiliyor. Zaten yaşadığı derin kriz ve kaostan kendini çıkartma imkanına sahip değildir. Böyle bir kriz ve kaos ortamında da ancak parçalı savaşlarla ve koronavirüs gibi insanlığı tehdit eden, öldüren hastalıklarla ömrünü uzatabiliyor, çünkü sistem gerçekten de haddinden fazla asalaktır. Dikkat edilirse her şeyini azami kara bağlamış durumdadır. Böyle bir kar elde etme imkanlarını da çok büyük ölçüde tüketmiş bulunuyor. Koronavirüs gibi salgın hastalıklar üreterek insanlığı tehdit etme ve buradan kar elde etme, yine Afganistan savaşı gibi en son da Ukrayna savaşı gibi Ortadoğu’da Irak savaşı gibi savaşlar üreterek insanlığı tehdit edip kar elde etme yollarını bulmakla varlığını sürdürebiliyor. Başka türlü bir şeyi kalmamıştır.
Bu bakımdan biz 2022 yılında yaşanan Ukrayna Savaşı’nda kim ne yaptı, hangi devlet nasıl davrandı, bu savaşta Rusya’nın rolü ve sorumluluğu nedir? Zelenskıy hükümeti gerçekten de nasıl bir hükümettir, ne kadar Ukrayna toplumunu ve bu toplumunun çıkarlarını temsil ediyor? Söz konusu savaşta ABD’nin rolü nedir, NATO’nun rolü nedir? Kim ne kadar etkinlik kazandı? vb sorular temelinde söz konusu savaşın ayrıntıları üzerinde duracak değiliz, buradaki çerçevemiz bunu ifade etmiyor. Kuşkusuz söz konusu sorular temelinde yaşananları değerlendirmek de sistemin iç durumunu daha iyi anlamak açısından gerekli ve yararlıdır, fakat bizim amacımız hangi devletin ya da holdingin bu savaşta nasıl davrandığını ve ne kazandığını ya da kaybettiğini incelemek değil de bir bütün olarak kapitalist sistemin Ukrayna Savaşı’yla ne yaşadığını ortaya koyup anlaşılır bir tanım getirmektir.
Aslında çok önemli bazı inceleme konuları var ve bunlar hala ortada duruyor. Örneğin koronavirüs salgını denen hastalıktan değişik ülkelerde kimler ne kadar kazanç sağladı, kimler neler kaybetti. Bunları değişik açılardan incelemek gerekiyor. Kuşkusuz bu hastalık en çok emeklileri vurdu. Başta ABD, Çin ve bazı Avrupa devletleri olmak üzere temel birçok hastalığın geliştiği alanda ölenlerin yüzde doksan beşten fazlası emeklilerdi. Böyle bir topyekûn emekli katliamı ile kapitalist sistemin ulus devletleri, küresel tekel grupları, emeklilerin maaşı ile bir ayda, bir yılda, on yılda neler kazandılar. Diğer yandan ilaç yapıyoruz, aşı üretiyoruz, tedavi geliştiriyoruz diye yarışa giren şirketler neler kazandılar. Nerelere ne kadar ilaç satıldı, ilaç tekelleri bundan neler kazandı? Bir de toplumun denetim altına alınması var. Her şeyiyle insanlığın fişlenmesi durumu var, aylarca hatta yıllarca eve hapsedilerek çıkartılmayan, bunun üzerinden çeşitli etkinlikler sağlamaya çalışan bir sistem var. Bunlar çok fazla değerlendirilmiyor.
Benzer bir durumu Ukrayna Savaşı açısından da ele alabiliriz. Yıl sonu itibariyle on birinci ayına girmiş olacak olan Ukrayna Savaşı’ndan gerçekten kimler ne kazandılar, hangi devletler, hangi silah tekelleri, hangi savaş lobileri ne karlar elde ettiler. Kimler ne kaybetti? Ukrayna toplumu neyi yaşadı, Rus toplumu neyi yaşadı? Avrupa’nın ve dünyanın diğer toplumları neler yaşadılar? Söz konusu savaştan nasıl etkilendiler ve ne tür zararlar gördüler? Kısaca Ukrayna Savaşı kimlere neler kazandırdı, kimlere neler kaybettirdi? Herkesin aynı sonuçları yaşadığını söyleyemeyiz. Bunu ne koronavirüs açısından ne de Ukrayna Savaşı açısından söyleyebiliriz. Dolayısıyla bunlardan milyarlar kazanan güçler var. Sermayesini kat kat arttıran çevreler var. Ki koronavirüsten milyonlarca insan öldü, sakat kaldı hem de Ukrayna Savaşı’nda on binlerce insan öldü. Milyonlarca insan da yerinden ve yurdundan oldu, on milyonlarca insan bu savaştan şu veya bu düzeyde etkilendi.
Kapitalist sistem ancak hastalık ve savaş üretiyor
Şimdi ‘insanlığın durumu nedir?’ denildiğinde bunları değerlendirmemiz lazım. Küresel hegemon kapitalist modernite sisteminin insanlığa yaptıklarını görmeli ve değerlendirmeliyiz. Çünkü insanlık üzerinde örgütlü hegemonya yaratmış olan bir sistem var. Mevcut durumda her türlü baskı ve sömürü uygulayabiliyor, insanlığın kaderini belirleyebiliyor, bu sistemin de gerçeği budur. Ancak hastalık ve savaş üretiyor, hastalık ve savaşa dayanarak azami kar elde ediyor. Tekelci ulus üstü sermaye çevreleri savaşa ve salgın hastalıklara dayanarak kar üstüne kar ettikçe insanlık hastalık ve savaş ortamında milyonlar halinde ölüyor, katliam yaşıyor, psikolojik olarak hasta oluyor, yokluk ve açlık içerisine giriyor, yerini ve yurdunu terk ediyor, açlıktan ölür hale geliyor. İşte bu gerçeği görmek, her şeyden önce de insanlığın bunu yaşamaya mecbur olmadığını bilmek lazım. İnsanlığın bu durumu yaşaması bir kader değildir, bir zorunluluk değildir. Kesinlikle bir kadermiş ya da zorunlu bir durummuş gibi ele almamak ve değerlendirmemek lazım. Dolayısıyla çaresizlik içine düşmemek gereklidir. Evet, böyle bir durum ortaya çıkmıştır ama nasıl ortaya çıkmış, neden ortaya çıkmış, tarihsel olarak nasıl gelişmiş, insanlığı bu denli tehdit eder hale neden ve nasıl gelmiş, neden şimdiye kadar bu durum önlenmemiş? Kuşkusuz bu soruları da sormalıyız. Bu sorular çerçevesinde de eleştirel ve öz eleştirel bir yaklaşımla doğru bir tarih bilinci ortaya çıkartabilmeliyiz. Bu da gereklidir, anlamlı ve önemlidir. Fakat bunu yaptığımızda göreceğiz ki, insanlık bu gelişmeler karşısında sessiz kalmamıştır. Karşı çıkmış, tepki göstermiş, mücadele etmiş, alternatif bir yaşam içerisinde olmuş ama bunun doğru düşüncesini, başarı kazandıracak örgütünü, tarzını, dolayısıyla sonuç alıcı mücadelesini ortaya çıkartamamıştır. Aslında büyük mücadele yürütmüş, milyonlarca insan şehit düşmüş, yaralanmış, tutuklanmış, işkence ve eziyet görmüş ama mücadelenin amaçları, yol ve yöntemleri bakımından yaşanan hata ve yetersizliklerden ders çıkarıp, insanlığı kırımdan geçiren, küresel kapitalist modernite sisteminin ortaya çıkmasını ve bu duruma gelmesini yine de engelleyememiştir. Büyük bir mücadele var, fakat bütün bunlara rağmen yapılanların yeterince sonuç vermediği, başarılı olmadığı da açıktır. O halde geçmişe eleştirel ve öz eleştirel bir yaklaşımla bakmak, bunun derslerini çıkartabilmek gerekiyor. Böyle yaparsak hem geçmiş mücadeleleri doğru anlarız, derslerini çıkartıp günümüz mücadelesine taşıyabiliriz hem beş bin yıllık erkek egemen iktidar ve devlet sistemini, bunun son beş yüz yıllık kapitalist modernite düzenini, bu düzenin günümüzde geldiği noktayı nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte doğru anlayıp dolayısıyla ondan kurtulmamın, onu aşmanın yol ve yöntemlerini daha doğru geliştiririz. Böylece hem insanlığa bu kadar zarar veren sistemi doğru anlayarak hem de özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yaşadığı hata ve yetersizlikleri ortaya çıkartarak aslında insanlığı yok olmakla yüz yüze getiren kapitalist modernite sisteminden kurtuluşun yol ve yöntemlerini daha güçlü geliştirebiliriz. Böyle bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Küresel düzeyde kadın dayanışması ortaya çıktı
Böyle bir bakış açısıyla Önder Apo kapsamlı bir eleştirel-öz eleştirel değerlendirme yaptı ve kapitalist modernite sisteminden kurtuluşun temel yolu olarak Demokratik Modernite Kuramı’nı geliştirdi. Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması’nı yarattı ve ulus-devletçi sistemden kurtuluşun yolu olarak Demokratik Konfederalizm çözümünü programlaştırdı. Böyle bir çözümü geliştirmenin doğru ve başarılı yol yöntemlerini ortaya koydu. İnsanlık adına tüm özgürlükçü ve demokratik güçler adına tarihsel olarak köklü bir özeleştiri yaşadı, yeni bir entelektüel devrim geliştirdi. Büyük bir zihniyet devrimiyle tarihimizi, günümüzü doğru anlamayı, 5 bin yıllık erkek egemen ve devlet sisteminden kurtularak geleceği kadın özgürlüğü temelinde özgür ve demokratik olarak küresel boyutta yaşanır kılmanın yol ve yöntemlerini ortaya koydu. Her şeyden önce bunun mümkün olduğunu gösterdi. Bunun için neler yapmak gerektiğini belirledi. Bu büyük bir kazanımdır.
Önder Apo kanserleşmiş sistem olarak tanımladığı kapitalist modernite sisteminden kurtuluşun yolu olarak Demokratik Modernite kuramını geliştirdi. Büyük bir zihniyet devrimiydi, bilinç devrimiydi, benzer çabaları bugün dünyanın değişik alanlarında birçok aydın, sanatçı, bilim insanı geliştiriyor. Önder Apo’nun geliştirdiği çözüm her geçen gün daha fazla dünyanın dört bir yanına yayılıyor; bu temelde sistem dışı güçler kapitalist modernite sisteminin ezdiği, sömürdüğü güçler daha çok bilinçlenerek kapitalist modernite sisteminden kurtuluşun yolunu arıyorlar ve her geçen gün kurtuluş bilinci, örgütlülüğü ve eylemi gelişiyor. Her alanda en başta bunu kadınlar yürütüyorlar. Dikkat edilirse 2022 yılı Ukrayna Savaşı temelinde kapitalist modernite sisteminin insanlık üzerindeki hükümranlığını katliamlarla yürütme çabası karşısında bu sistemin baskı ve sömürüsüne karşı tüm ezilenlerin dünyanın dört bir yanındaki mücadeleleri gelişti, onun da en başında erkek egemen zihniyet ve siyasetin 5 bin yıldır köleleştirip en fazla ezdiği kadınlar geldi. Dünyanın dört bir yanında kadın özgürlük bilinci, eylemi gelişme gösterdi. Neredeyse kadınlar her gün sokaklarda oldular, saçlarını özgürlük için bayrak yaptılar. ‘Jin, Jiyan, Azadî’ sloganıyla sokaklara döküldüler. Küresel düzeyde bir kadın dayanışması ve enternasyonalizmi ortaya çıktı. Erkek egemen zihniyet ve siyasetten kurtularak özgür kadın ve özgür toplumu ortaya çıkartmak istediler. Kadın özgürlük devrimini her alanda alevlendirdiler ve böylece 21. yüzyılın kadın yüzyılı olduğunu ve kadın özgürlüğünün bu yüzyıla damgasını vuracağını daha şimdiden açıktan ortaya koydular.
Gençlik doğru örgütlenirse öncülük yapabilir
Benzer durum diğer toplumsal kesimlerde de gelişiyor. Gençliğin de belli bir mücadelesi var, fakat kadınlara göre zayıf ve yetersizdir. İyi değerlendirmek biraz eleştirel-öz eleştirel yaklaşarak aslında gençliği içinde bulunduğu durumdan mutlaka çıkartmak gerekiyor. Çünkü 1960’ların sonunu hatırlayalım, 1968 Gençlik Hareketine bakalım, Ortadoğu’da 1970’te gelişen Türkiye’de, İran’da, Arap sahasındaki gençlik eylemlerini göz önüne getirelim, küresel düzeyde gelişen gençlik enternasyonalizmine bakalım, bunlara baktığımızda günümüzdeki gençlik hareketlerinin çok zayıf, parçalı, geri durumda olduğunu rahatlıkla görürüz. Bu anlamda gençliğin durumunu eleştirmek gerekiyor. Mevcut düzen kuşkusuz özel savaş kapsamında gençliğe yönelik özel politikalar uyguluyor. Örgütlü, planlı politikalar geliştiriyor. Gençliği toplumsal sorunlardan uzaklaştırmak, daha körpeyken beyinlerini köleleştirmek, zihniyet köleliği yaratarak kapitalist sisteme hizmet eden köleler haline getirmek için her türlü tedbiri alıyor. Bunlar bilinen bir gerçektir ama durum böyle oluyor, kapitalist sistem böyle yapıyor diye biz gençliğin mevcut durumunu doğal ve meşru göremeyiz. Bu duruma eleştirel yaklaşmamız gerekiyor. Bu durumun değişimi için kesinlikle mücadele etmek lazım. En az kadınlar kadar devrimci aktiviteye ve potansiyele gençler de sahiptir, gençlik dinamizmi çok daha güçlüdür. Bunu geçen on yıllarda, yüz yıllarda geliştirdiği büyük devrimsel hamlelerle kanıtlamış durumdadır. O halde doğru bilinçlendirilir, örgütlenir, kapitalist modernite sisteminin özel savaş planları bozulur ise günümüzde de gençlik böyle bir büyük devrimci öncülük haline gelebilir. Dünyanın her tarafında gençlik hareketleri özgürlük ve demokrasi mücadelelerine öncülük edebilir, devrimci gençlik enternasyonalizmi her yerde gelişebilir.
Diğer yandan işçi ve emekçi hareketleri eskiyi aşma temelinde kısmi gelişme gösteriyor, işçi sendikalarının kendilerini yeniden yapılandırarak emekçi mücadelesinde rol oynama çabaları gözleniyor. Yine reel sosyalizmin etkisindeki partiler eleştiri-özeleştiriyle kendilerini yenileyip yeni süreçte de işçi ve emekçi sınıflarını bilinçlendiren, örgütleyen, özgürlük ve demokrasi mücadelesine çeken bir rol oynamaya çalışıyorlar. Fakat henüz parçalı ve dağınıktır, bütünlüklü değildir. Bunların da geliştirilmesi lazım.
Benzer bir biçimde ekolojist akımlar yine kültürel akımlar bir düzeyde mücadele ediyorlar, fakat hepsi parçalıdır, yetersizlikler var, özellikle ekolojist akım geçen dönemde belli bir ivme kazanırken planlı, örgütlü özel savaş saldırıları ortamında sistem içerisine çekilerek ‘Yeşil Hareket’ adı altında partileştirip sisteme entegre edilmeye çalışıldı. Bu giderek bir yaygınlık da kazandı. Dolayısıyla ekolojik devrim hareketlerinin zayıflamasına yol açt. Bu durum sistem içileşmesini getirdi. Gerçekten zarar verici oldu. Bazıları ‘siyaset yapıyoruz, desteğimiz büyüdü, çeşitli ülkelerde barajı aşıp parlamentolara giriyoruz, hükümet ortağı oluyoruz’ diyerek bunu bir gelişme gibi göstermeye çalışıyorlar. Kuşkusuz genişleme anlamında böyle bir durum söz konusudur, fakat sorunu sadece genişleme olarak değerlendiremeyiz, ama bir de reformize olma var, sistem içileşme var, kapitalist modernite sisteminin toplumla birlikte ve en az toplum kadar doğaya ve insanlığı doğasıyla birlikte yok etme var. Böyle yumuşak ve reformist, kapitalist modernite sistemini aşamayan ekolojist yaklaşımlarla mücadele edip kazanmak kesinlikle mümkün değildir. Bu durumu aşmak gerekiyor. Dolayısıyla ekolojist hareketlere yöneltilen sistem içileştirici, reformistleştirici eğilimlere karşı etkili bir ideolojik mücadele geliştirmek kesinlikle gereklidir. Bunlar olursa kuşkusuz ekolojik bilinç, örgütlülük ve eylem de her yerde daha çok gelişebilir. Çünkü toplum üzerindeki baskı ve sömürüden daha fazla doğanın tüketilmesi, yok edilmesi, hatta sistemini bozacak etkilenmenin ortaya çıkartılması tehlikesi var. Bu da insanlığı en fazla tehdit eden durumlardan birisidir.
O halde kapitalist modernite sisteminin hastalık, savaş vb şeylere dayanarak ömrünü uzatma yaklaşımı tek alternatif değildir. Bu aşılamaz, yıkılamaz durumda kesinlikle değildir. İnsanlığın böyle bir sistem altında kalması bir kader ve zorunlu bir durumu ifade etmiyor, tam tersine bunu aşmak ve bundan kurtulmak mümkündür ama her şeyden önce bunu gerçekleştirecek bir zihniyet gerekiyor, örgütlülük gerekiyor, eylem gerekiyor. Bunun için daha güçlü bir zihniyet devrimine, algılamaya, düşünce üretimine, dolayısıyla yeni bir bakış açısına ihtiyaç var. Daha güçlü örgütlenmeler gerekiyor. Daha yaratıcı, etkili, mücadelelerin geliştirilmesi lazım, kuşkusuz bu yönlü çabalar var, önemli gelişmeler var, sistemin alternatifi ortaya çıkıyor, özgürce yaşanacak demokratik bir dünyanın mümkün olduğu her geçen gün daha çok görülüyor, bu yönlü arayışlar, yeni düşüncelerin üretimi, örgütlülük ve eylemler gelişiyor. Kadınlar, gençler ve işçi emekçiler, çeşitli halk kesimleri kendi başlarına dayanışma örgütleri kurarak kurtuluş çabalarını yoğunlaştırıyorlar. 2022 yılının önemli bir gerçeği de bu çabalarda ve mücadelelerde ortaya çıkan gelişmedir. Bunu en somut olarak kadın özgürlük mücadelesinde gözlüyoruz ki, bu da büyük bir heyecan veriyor, kıvanç veriyor, umut veriyor. İnsanlık için her türlü tehlikeden kurtuluşun hem mümkün olduğunu hem de bunun doğru yolunu ortaya koyuyor. Bu, çok önemli bir durumdur. Bütün ezilenler için de yol gösterici bir gerçekliktir.
O halde kapitalist modernite sisteminin kriz ve kaos ortamındaki savaş ve hastalığa dayanarak insanlık üzerinde baskı ve sömürüyü daha çok arttırma, insanlığı tehlikelerle yüz yüze getirme durumuna karşılık; ezilenlerin de başta kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm ezilen halkların da bu gerçekleri daha derinden görüp, anlayarak bundan kurtulmanın yol ve yöntemlerini özgürlük ve demokrasi mücadelelerini daha çok geliştirme durumları söz konusudur. Bir de 2022 yılına damgasını vuran küresel düzeyde gelişme gerçekliği var. Bunu da iyi ve net görmemiz lazım.
Krizin merkezi Ortadoğu ve Türkiye
Kendi somutumuza ilişkin olarak ise şunları belirtebiliriz: Günümüz küresel kapitalist modernite sisteminin en krizli yerlerinden birisi kesinlikle bölgemiz Ortadoğu ve esas olarak da Türkiye’dir. Türkiye’nin böyle bir durumda yaşaması elbette bir yönüyle içinde yer aldığı küresel kapitalist modernite sisteminin yaşadığı kriz ve kaosla bağlantılıdır. Sistem bu kadar krizi yaşarken, kaos içerisinde olurken onun en zayıf halkalarından birisi konumunda olan Türkiye’nin söz konusu kriz ve kaosu yaşamaması elbette söz konusu olamaz. Tersine sistemin diğer alanlarından daha derin bir biçimde bu kriz ve kaos durumunu yaşaması söz konusu olur. Nitekim böyle de olmaktadır. Kapitalist modernite sisteminin yaşadığı kriz ve kaos Türkiye gibi ülkeleri, Ortadoğu’yu çok daha derinden etkilemektedir. Sistemin kriz ve kaosunun en derin yaşandığı, gözle görülecek kadar açık olduğu alanlar bu alanlar olmaktadır.
Türkiye’deki kriz ve kaos durumunun bir nedeni bu olurken, diğer önemli bir nedeni de hiç kuşkusuz Kürt sorunudur. Bu da TC Devleti için yapısal bir sorun olmaktadır. Bu yapısal sorun nedir? Kürt inkarı ve imhasına dayalı yani Kürt soykırımını esas alan bir zihniyet ve siyasetle kendisini yapılandırmış olmasıdır. Kuşkusuz TC’nin böyle bir soykırımcı zihniyet ve siyaseti esas alması kendisinden önceki İttihat ve Terakki yönetimi ile bağlantılıdır. Söz konusu ittihat ve Terakki yönetiminin Ermeni, Asuri-Süryani, Rum soykırımlarını geliştirdiğini biliyoruz. Aslında soykırımcı zihniyet ve siyaset küresel kapitalist modernite sisteminin zihniyet ve siyasetidir. Onun faşist zihniyetinin ortaya çıkardığı bir durumdur. Emperyalist saldırganlığı bu zihniyet ve siyaseti yaratmıştır. Esas olarak da Birinci Dünya Savaşı içerisinde kendi iç çatışmasını yaşayan sistem böyle bir zihniyet ve siyaseti ortaya çıkartarak savaşın en zayıf halkası olan Ortadoğu egemeni Osmanlı yönetiminde bu zihniyet ve siyaseti pratik olarak uygulanır kılmıştır. İttihat ve Terakki hareketi en açık bir biçimde soykırım zihniyet ve siyasetini esas alan, savunan ve uygulayan bir hareket olmuştur. İşte bu hareketin devamı olarak ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de zihniyet ve siyaset olarak soykırımcılığı esas almıştır. Bunu kendinden önceki yönetimi Ermeni, Rum, Asuri-Süryani soykırımcılığı biçiminde sürdürürken, esas olarak kendisine düşman olarak Kürtleri görmüştür. Kürt düşmanlığı temelinde, Kürt’ü inkar ve imha etmek üzere Kürt soykırımını esas alan bir zihniyet ve siyaset temelinde kendisini yapılandırmıştır. Yüz yıldır da böyle bir soykırımcı zihniyet ve siyaseti hayata geçirmeye çalışmaktadır. Kürt sorunu denen sorun aslında TC Devletine hakim olan soykırımcı zihniyet ve siyasettir. Bu günümüzde Kürtler şahsında yaşanıyor, Kürtlerin yok sayılması ve yok edilmesi pratiği olarak somutlaşıyor, fakat sadece Kürtlere dönük bir soykırımcı zihniyet ve siyaset de değildir, aslında kendinden farklı olan tüm toplumlara, kültürlere, halklara karşı benzer ırkçı, şoven, milliyetçi bir zihniyet ve siyaseti ifade etmektedir. Soykırımcılık Turancılık, Kızıl Elmacılık biçiminde kendini böyle ortaya koymaktadır. Somut pratikleşme alanı olarak Kürt düşmanlığı, Kürt soykırımı biçiminde somutlaşırken esasta tüm halklara, tüm farklı kimliklere dolayısıyla insanlığa bir karşıtlık ve düşmanlık söz konusudur. Tamamen kendisini esas alan, kendi çıkarı için her şeyi yapmayı öngören, kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bir zihniyet ve siyaset Türkiye Cumhuriyeti Devleti adı altında ortaya çıkartılmış ve bu devlette kodlanmıştır. Böyle bir devletin egemenliği altında da bütün Türkiye toplumuna yedirilmeye çalışılmıştır. Böyle bir zihniyet ve siyaset temelinde şekillenen TC ulus-devleti aslında Türkiye’nin tüm insanlarını adeta bu biçimde devletleştirmeye yani bir zihniyet kırımına, bilinç kırımına uğratmaya çalışmıştır. Tam bir ırkçı, milliyetçi şoven kılmıştır. Başka halklara, kültürlere düşmanca bakan, reddeden, kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bir insan duruşu, zihniyet ve tutumu ortaya çıkartmıştır. TC devleti adı altında günümüzde ortaya çıkartılan gerçeklik budur. İşte Türkiye’nin günümüzde yaşadığı derin kriz ve kaosun çok önemli bir nedeni de söz konusu soykırımcı zihniyet ve siyasettir ve bu yapısaldır. Devletin resmi ideolojisi olarak vardır, devletin kuruluşuna bağlıdır, TC ulus-devletçiliği böyle bir Türklük yaratmayı esas alan, onun dışındaki her şeyi yok sayıp, yok etmeyi öngören bir zihniyet ve siyaset temelinde oluşmuştur.
Kürt soykırım siyaseti sadece TC Devleti ile sınırlı değildir
Kuşkusuz böyle bir zihniyet ve siyaset TC Devleti ile sınırlı kalmamıştır. Çünkü bu Kürt soykırım zihniyet ve siyasetidir, dolayısıyla tüm Kürdistan’ı içeren, Kürdistan üzerindeki egemen sistemlerin hepsini kendine göre şekillendiren bir durumdur. Böyle olunca bir bölgesel yapılanmadır, Ortadoğu’daki bir zihniyet ve siyaseti ifade etmektedir. Küresel kapitalist modernite sisteminin de Birinci Dünya Savaşı içerisinde kurulduğu ve bu savaşın da Ortadoğu egemenliği temelinde oluştuğu dikkate alınırsa, Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin sadece TC ile bağlı olmadığı, Kürdistan üzerinde hüküm süren diğer devletlerle de dolayısıyla Ortadoğu bölgesiyle de bağlı olduğu, yine sadece Ortadoğu’yla değil, tüm BM temelindeki küresel kapitalist modernite sisteminin ortaya çıkardığı bir zihniyet ve siyaset olduğu rahatlıkla görülebilir.
Bu bakımdan Türkiye’yi doğru anlamak, Ortadoğu ve dünyayı doğru anlamayı gerektirir, bunun da temelinde Kürt geçeğini, Kürdistan’ı, Kürt toplumuna dayatılan yüz yıllık soykırım zihniyetini ve siyasetini doğru anlamak vardır. Kürtlere dayatılan soykırımı görmeyen, esas almayan, değerlendirmeyen bir yaklaşım Türkiye gerçeğini çözümleyemez, Ortadoğu ve dünya dolayısıyla günümüzde BM biçiminde somutlaşan küresel kapitalist modernite sistemini doğru anlayamaz, o sistemin iç ilişkilerini, zihniyet ve siyasetini doğru çözümleyemez. Dolayısıyla Türkiye’nin Ortadoğu’daki diğer devletlerle ilişkilerini, yine TC’nin NATO, BM ile küresel kapitalist modernite sistemiyle ilişkilerini doğru ve yeterli anlayıp çözümleyemez. Bir defa öncelikle bu gerçekliğin bilincine doğru ve yeterli düzeyde ulaşmak gerekiyor. Diğer yandan yüz yıldır bu zihniyet ve siyasetin pratikleşme durumunu değerlendirmek lazım.
Kemalist hareketin 1925-40 arasında Kuzey Kürdistan’da nasıl bir işgal, ilhak, soykırım saldırısı geliştirdiği, Kürt toplumunu nasıl soykırımdan geçirerek Kürdistan’da mevcut egemenliği kurduğu öncelikle görülmek durumundadır. Böyle bir askeri ve siyasi hakimiyet kurulduktan sonra da beyaz soykırım dediğimiz kültürel soykırımı tüm boyutlarıyla oldukça örgütlü ve planlı bir biçimde geliştirip uygulamaya koyduğunu da görmemiz lazım. 1925-40 arasındaki soykırım saldırılarını, ondan sonra da beyaz soykırım denen kültürel soykırım uygulamalarını görüp anlamadan günümüz Kürdistan’ını da, TC Devleti’nin zihniyetini, siyasetini, yapılanışını, onun iç ilişkilerini doğru ve yeterli anlamak mümkün olmaz. Buradan baktığımızda TC Devleti’nin Kürdistan üzerinde sürekli bir işgal ve ilhak savaşı olduğunu görüyoruz. Her şeyi askeri egemenlikle ve savaşla sürdürüyor. Yüz yıllık hakimiyet böyledir. Tüm yaşam savaş ile örülmüştür, askeri savaş, ideolojik savaş, kültürel soykırım, asimilasyon, göçertme, Kürdistan’a başka halkları getirip yerleştirerek demografyayı değiştirme, tehcir, bu soykırımın en temel yöntemleri olarak uygulanmıştır. Fiziki katliamların, kırımların yanında bir de çok derin bir asimilasyon, tehcir ve demografyayı değiştirme saldırısı söz konusudur. Bu saldırganlığa karşı baştan itibaren Kürt toplumu çok iyi biliyoruz ki, itiraz etmiş, direnmiştir. Kemalist hareketin planlı işgal, ilhak ve soykırım saldırılarına karşı; Genç-Palu-Lice-Hani hattında; yine Ağrı-Dersim hattında kahramanca direnişler olmuştur. Daha sonra da söz konusu kültürel soykırıma karşı 1970’lerin başından itibaren Önder Apo öncülüğünde son derece bilinçli, planlı, örgütlü bir Kürt Özgürlük Hareketi adım adım yaratılarak geliştirilmiş, direnen bir özgürlük gücü haline getirilmiştir. PKK’nin özgürlükçü direnişi geliştikçe hem TC’nin sömürgeci-soykırımcı saldırganlığı, katliamcı yüzü daha iyi açığa çıkmış hem de TC’nin NATO’yla küresel kapitalist sistemle ilişkisinin esasını Kürt soykırımının oluşturduğu net bir biçimde ortaya çıkmıştır. PKK’nin kuruluşundan özellikle 15 Ağustos 1984 Atılımı temelinde gelişen gerilla direnişinin temsil ettiği, özgürlük mücadelesine karşı TC Devleti NATO’dan aldığı güçle özel savaşı derinleştirerek her yıl artan düzeyde bir imha ve tasfiye saldırısını planlı bir biçimde yürütmeye çalışmıştır. PKK kuruluşundan bu yana geçen 45 yıllık tarih, böyle bir mücadelenin tarihidir. 15 Ağustos Atılımı ile birlikte yaşanan 38 yıllık tarih bunu ifade ediyor. Esas olarak da 1980 faşist askeri darbesi temelinde geliştirilen Kürt soykırım saldırıları temelinde geçen 40 yıllık böyle bir tarih, böyle bir mücadeleye tanıklık ediyor.
Bu genel tanımlama temelinde esas olarak biz burada TC’nin söz konusu saldırılarının 2022 yılındaki gelişme durumunu değerlendirmek ve ona karşı direnişin sonuçlarını ortaya koymak istiyoruz. Şu net olarak görülüyor ki, 2022 yılı da bu temelde TC’nin soykırımcı zihniyet ve siyaseti temelinde PKK’yi yok etmek, Kürt soykırımını geliştirmek üzere işgalci, ilhakçı soykırımcı saldırılarını her alanda yürüttü. Kürt halkının da Önder Apo, PKK ve gerilla öncülüğünde her alanda söz konusu saldırıya karşı direnerek varlık ve özgürlük mücadelesini öz gücü temelinde geliştirmeye çalıştığı bir yıl oluyor.
2022 yılında zirveleşen savaş
Bu anlamda 12 Eylül’den bu yana geçen 40 yılın hepsi birer savaş yılıdır, bir sonraki her yıl önceki yıldan daha büyük bir savaşa sahne olmuştur. Dolayısıyla 2022 yılı da böyle bir savaş yılıdır ve söz konusu savaşın önceki yılları kat kat aştığı zirvede yaşandığı bir yıl olma durumunu ifade etmektedir. Dolayısıyla Kürdistan açısından, onunla bağlı olarak Türkiye açısından 2022 yılının belirleyeni hiç kuşkusuz TC Devleti’yle PKK arasında yaşanan bu büyük savaş durumu olmuştur. Her türlü ideolojik, politik, psikolojik, kültürel, siyasi, ekonomik gelişmelerin belirleyeni kesinlikle böyle bir savaştır.
Bu savaş durumunun da 2022 yılı içerisinde Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında odaklandığını biliyoruz. 14 Nisan 2022 tarihinden itibaren AKP-MHP faşist diktatörlüğünün son derece planlı ve hazırlıklı bir biçimde Medya Savunma Alanları’nın Zap, Avaşîn ve Metîna bölgelerini işgal etmek üzere NATO’dan ve KDP’den aldığı büyük desteğe dayanarak böyle bir işgal saldırısına giriştiği ve bu saldırının yıl sonu itibariyle dokuzuncu ayına girmiş olduğu açıktır.
Peki söz konusu alanlara yönelik böyle bir saldırı sadece 2022 yılında mı ortaya çıkmıştır? Hiç şüphesiz ki hayır, geçen 40 yıllık süre içerisinde hemen her dönemde böyle bir saldırı söz konusudur. Daha somut olarak da 25 Mayıs 1983 tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi sınırlarının dışına geçerek Irak sınırları içerisinde, Güney Kürdistan topraklarında PKK gerillalarına karşı onlarca kez planlı operasyonel saldırı geliştirmiştir. Yine Uluslararası Komplo’dan sonra Şubat 2008 tarihinde HPG Ana Karargahı’nı ezmek ve tasfiye etmek amacıyla Zap bölgesine bütünlüklü bir saldırı yürütmüştür. Daha güncel olarak da 2016 yılı ağustos sonundan itibaren bir yandan 26 Ağustos tarihinde Suriye sınırını geçerek Cerablus-Bab hattını işgal etmek üzere başlatılan askeri saldırı olurken diğer yandan da 31 Ağustos’ta Çukurca üzerinden Medya Savunma Alanları’na girmek ve buralardaki gerillayı ezip bu alanları işgal etmek üzere planlı bir saldırı başlatılmıştır. Parça parça bu saldırı hem Rojava Kürdistan’ına yönelik Efrîn’den Serikaniyê’ye kadar işgal saldırıları olarak yürütülmüş hem de Haftanin’den Xakurkê’ye kadar değişik bölgelerde farklı saldırılar biçiminde Medya Savunma Alanları’na yönelik yürütülmüştür.
Daha güncel olarak bu saldırının 10-14 Şubat 2021 tarihinde Garê’ye yöneltilen işgal saldırısıyla bağı var. Yine 2021 yılı 24 Nisan’ından itibaren Avaşîn, Metîna ve Zap hattında daha çok da Türkiye-Irak sınırı boyunda geliştirilen işgalci saldırılarla bağı vardır. O halde 14 Nisan 2022 tarihinde başlatılan Zap, Avaşîn ve Metîna işgal saldırılarının tüm bu geçmiş saldırılarla bağı söz konusudur. Onlardan farklı yanı 14 Nisan 2022 saldırısının sınırı çok geçerek Medya Savunma Alanları’nın iç bölgelerine Zap, Avaşîn ve Metîna hattının tümünün işgal edilmesine dönük olmasıdır. Önceki saldırılardan bir farkı budur. Diğer yönüyle aslında çeşitli biçimlerde önceki saldırılara benzemektedir. Nasıl? Bu sorunun cevabını da şöyle ifade edebiliriz. Hızla Medya Savunma Alanlarında bazı sonuçlar alarak ona dayanıp örneğin Şengal’e, Rojava Kürdistan’a dönük saldırılar yapmada zemin haline getirmek gibi, 2021 ve önceki yıllarda da benzer durum söz konusu olmuştur. Yani bir yandan Medya Savunma Alanları’na işgal saldırıları, diğer yandan ise Kuzey Doğu Suriye’ye dönük işgal saldırıları birbirine paralel, birbiriyle bağlı ortak planlamalar temelinde yürütülmüştür.
İmralı mücadelesini Önder Apo kazanmıştır
2022 saldırısının da böyle bir boyutu vardır. Diğer yandan amaç bakımından da benzerlik esastır. 14 Nisan 2022 saldırısının temel amacı da önceki saldırılar gibi gerillanın ezilmesi ve Medya Savunma Alanları’nın işgal edilmesiyle Kürt soykırımında hamle yapıp kalıcı sonuç almayı gerçekleştirmektir. Aslında tüm bu saldırılar işgal amaçlıdır, soykırıma bağlıdır, işgalin de bağlı olduğu amaç kesinlikle Kürt soykırımıdır. Bunun için gerillanın ezilmesi ve böylece PKK’nin tasfiye edilmesi öngörülmektedir. Dikkat edilirse PKK tasfiye edilmez, gerilla ezilmezse, PKK ve gerilla var olur direnir ise bu durumda TC Devleti, AKP-MHP faşist diktatörlüğü Kürt soykırım saldırılarını hiçbir alanda başarılı bir biçimde yürütememektedir. PKK ve gerillanın direnişi soykırımcı saldırıları kırmakta, kültürel soykırımı boşa çıkartmaktadır. Kürt toplumunu eğiterek, kadınlarını, gençlerini eğiterek, örgütleyerek, cesaret ve fedakârlık kazandırarak Özgürlük Mücadelesi’ne çekmekte ve dolayısıyla soykırımcı zihniyet ve siyaseti boşa çıkartıp başarısız kılmaktadır. Bu nedenle de kültürel soykırımı başarıya götürebilmek için kültürel soykırımı her alanda etkili yürütebilmek için öncelikle özgürlük için direnme yapılarının yani PKK ve gerilla öncülüğünün tasfiye edilmesi gerekmektedir. Aslında tasfiye edilmek istenen Önderlik Gerçeğidir, böyle bir tasfiyeyi gerçekleştirmek için 9 Ekim 1998 tarihinden itibaren Uluslararası Komplo düzeyinde bir saldırı yürütmüşler, 15 Şubat 1999 Komplosu’yla bu saldırıyı İmralı tecrit ve işkence sistemi haline getirmişlerdir. İmralı’da Önder Apo üzerinde uyguladıkları ağır tecrit ve izolasyonla birlikte Önder Apo’nun özgürlük ve demokrasi mücadelesine öncülük etme ve yönlendirme imkanlarını tümden ortadan kaldırmışlardır. Önderlik Gerçeği, Önderlik çizgisi bu koşullarda uygulanırlığını PKK’de, gerillada, halk direnişinde bulmaktadır. Dolayısıyla 9 Ekim 1998’de Önder Apo’yu hedefleyen, Önder Apo’nun imhasıyla Kürt soykırımının başarıya götürülmesi hedefi İmralı işkence ve tecrit sistemi ortamında PKK’nin tasfiyesi, gerillanın ezilmesi, halk örgütlenmesinin dağıtılması somut hedefi haline gelmiştir. Önder Apo’nun İmralı’da yenilgiye uğratılması ancak Parti ve gerilla öncülüğünün imha ve tasfiye edilmesiyle mümkün olabilir. Nitekim İmralı’da çok yoğun olarak yaşanan mücadelede paradigma değişimiyle PKK’nin yeniden inşasını ve Demokratik Modernite kuramı eksenli Kürt sorununun demokratik özerklik temelindeki çözümünü ortaya çıkartarak Önder Apo İmralı mücadelesini kazanmıştır. Artık Önder Apo’ya saldırarak bu sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yalnız başına sonuç alması mümkün değildir. Uluslararası komployu başarıya götürmek sadece Önderliğe saldırıyla artık olmamaktadır, çünkü Önderlik Kürt sorununun özgürlükçü, demokratik çözüm yolunu ortaya koyarak, bunun teorisini, programını, strateji ve taktiklerini geliştirerek kendi Önderlik görevini esas olarak tamamlamıştır. Özgürlük Hareketine ve Kürt halkına gerekli kurtuluş yolunu ortaya koymuştur.
Bu temelde kendisini yeniden yapılandıran, mücadeleye çeken, halkı eğitip örgütleyerek mücadeleye sevk eden bir parti ve gerilla öncülüğü ortaya çıkmıştır. Artık sadece Önderliğe saldırıyla İmralı’da baskı ve işkenceyle sonuç almanın mümkün olmadığı, öyle bir saldırıyla Önder Apo’nun yenilemeyeceği netleşmiştir. İmralı mücadelesini Önder Apo kazanmıştır. Bu açık bir gerçektir. Şimdi İmralı’da kazandığı mücadelede onu başarısızlığa götürebilmek için düşüncelerinin, yeni paradigmasının uygulama güçlerinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu güçler de parti öncülüğüdür, gerilla öncülüğüdür, kadın ve gençlik örgütlülüğüdür, halk direnişidir; onun için Önder Apo’nun İmralı mücadelesini kazanması ardından TC faşizminin Kürdistan’a dönük sömürgeci-soykırımcı saldırıları bir yandan İmralı tecrit ve işkence sisteminde Önder Apo’yu hedeflerken, diğer yandan PKK’yi, gerillayı, gençlik ve kadın hareketini bir bütün Kürt halkını dört parça Kürdistan’da ve yurt dışında hedefler hale gelmiştir.
AKP-MHP faşizmi gerilla ve PKK’yi tasfiye ederek Önder Apo’yu yenilgiye uğratmak istiyor
Bütün bunlar AKP-MHP faşizminin 14 Nisan 2022 tarihinden itibaren başlattığı Zap, Avaşîn ve Metîna’ya dönük işgal saldırılarının da temel amacı olmaktadır. Esasta AKP-MHP faşizmi gerillayı ezmek, ona dayalı olarak PKK’yi tasfiye ederek Önder Apo’yu örgütsüz ve mücadelesiz bırakıp yenilgiye uğratmayı hedeflerken; diğer yandan Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek üzere Kuzey Doğu Suriye’ye saldırmak ve yine AKP-MHP faşizminin kendini kurtarıp iktidar ömrünü uzatmayı hedeflemiştir.
Demek ki 2022 yılına damgasını vuran Zap, Avaşîn ve Metîna saldırısının birçok hedefi ve amacı vardır. Temel amacı gerillayı ezmek, ona dayanarak PKK’yi tasfiye etmek ve böylece Önder Apo’yu yenilgiye uğratıp Kürt soykırımını gerçekleştirmektir. Pratik olarak bunu yürütebilmek için çok yönlü tekniğe ve istihbarata dayalı NATO ve KDP destekli yoğun saldırıyla hızlı bir biçimde gerillayı ezmeyi Zap, Avaşîn ve Metîna’da aldığı sonuçlara dayanak peşinden Kuzey Doğu Suriye’ye dönük işgalci saldırılar yapmayı, oradan da alacağı sonuçlar temelinde 2023 yılında Türkiye’de yaşanacak iktidar yenilenmesinde AKP-MHP faşist iktidarını korumayı, sürdürmeyi sağlamayı hedeflemiştir. TC Devleti’nin Kürt soykırımını gerçekleştirme, AKP-MHP faşizminin de kendi ömrünü uzatma, iktidarını koruma dolayısıyla iktidardan düşmekten, hesap vermekten kendini kurtarma çabası söz konusudur. 2022 Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının kesinlikle böyle bir boyutu vardır.
Bu temelde Zap, Avaşîn ve Metîna’da sekiz aydır gelişen savaşın durumunu Özgürlük Hareketi olarak sürekli değerlendirdik. Halkımızı ve kamuoyunu savaşın amacı ve sonuçlarına ilişkin bilgilendirmeye çalıştık. Parti yönetimimiz bunu yaptı, Merkez Karargah Komutanlığı’mız yoğun bir biçimde bunu yapmaya çalıştı. HPG-Bim günlük, aylık ve sekiz aylık bilançolarıyla halkımızı ve kamuoyunu yaşanılan savaşın sonuçlarına ilişkin çok somut ve ayrıntılı bir biçimde bilgilendirdi. Bu hususlar zamanında değerlendirilmiş, halkımıza ve kamuoyuna sunulmuştur. İlgili olan herkes günü gününe yaşananları kamuoyuna yansıtarak bilgi sahibi edilmiş ve belli bir bilgilenme durumuna ulaşmıştır. Bu nedenle burada yeniden tekrar etme anlamlı değildir. Sadece sonuçlarını tanımlayabiliriz. Değil 8-9 ay AKP-MHP faşizmi 14 Nisan’da böyle bir saldırıyı başlatırken bir ya da iki hafta içerisinde Zap, Avaşîn ve Metîna’yı işgal ederek aslında gerillaya merkezden ezici darbe vurmak, böylece Medya Savunma Alanları’nın geneline hakim olmak, bu başarıya dayalı olarak da yaz sürecinde Kuzey Doğu Suriye’ye yeni işgal saldırıları geliştirip oradan da alacağı sonuçlarla 2023 Haziran’ında yapılacağı söylenen seçimler için kendini güçlendirmek, hazırlıklı kılmak istiyordu. AKP-MHP faşizminin planı kesinlikle böyleydi. Bunu gerçekleştirirse hem Medya Savunma Alanları’nda gerillaya karşı kazandığı başarının hem de Kuzey Doğu Suriye’ye de kazandığı askeri başarının sonuçlarına dayanarak Türkiye toplumunda şovenizmi, milliyetçiliği, ırkçılığı geliştirecek, böylece biraz da baskı ve hileyle yapacağı seçimlerden kendisini yeniden kazanmış olarak çıkartacak, dolayısıyla iktidar ömrünü uzatacaktı. AKP-MHP faşizminin planı buydu, fakat bu plan Zap, Avaşîn ve Metîna’da bozuldu. Daha ilk günlerde, ilk haftalarda ilk ayda bozuldu. Birkaç haftada sonuç almak isteyen AKP-MHP faşizmi savaşın dokuzuncu ayında değil bu alanları işgal etmek, şimdi adeta gerillanın devrimci saldırıları karşısında sığınacak delik arar duruma gelmiş vaziyettedir. Dolayısıyla AKP-MHP faşizminin planları bozulmuştur. Saldırı gerilla direnişi tarafından kırılmıştır. AKP-MHP faşizminin işgal saldırıları Zap, Avaşîn ve Metîna’da büyük gerilla direnişiyle başarısız kılınmıştır. Bu açık bir gerçektir.
Gerilla direnişi, AKP-MHP faşizminin yıkılış sürecini hızlandırmaktadır
Dikkat edilirse hala Zap, Avaşîn ve Metîna’dan çıkamamaktadır ki Kuzey Doğu Suriye’ye saldırı yapabilsin. Bazen yapacağım diye söylüyor ama dikkat edilirse pratikleştiremiyor. ‘Pratikleştirememenin altında ABD’nin, Rusya’nın destek vermemesi yatıyor’ deniliyor. Bunlar basit ve küçük etkenlerdir. Kuşkusuz belli bir etkisi olabilir ama gerçekten Rusya ve ABD engel mi oluyor ya da teşvik mi ediyor; bunlar da tartışma konusudur. Esas Kuzey Doğu Suriye’ye AKP-MHP faşizminin 2022 yazında ve güzünde saldırı yapmasını engelleyen Zap’ta gerilla karşısında yaşadığı yenilgi olmuştur. Zap’ta başarı kazanamayan, tersine yenilen AKP-MHP faşizmi başka hiçbir yere saldıracak gücü kendisinde görememiştir. AKP-MHP faşist saldırganlığını Zap, Avaşîn ve Metîna’da bu düzeyde yenilgiye uğratan, adeta faşizmi, sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti batağa saplandıran, çıkmaza sokan, yenilgiye uğratan bir gerilla direnişi Avaşîn ve Metîna ve Zap’ta ortaya çıkmıştır. Bu da mücadele tarihimizin en büyük direnişlerinden birisidir. Koordineli tünel ve tim savaşına dayalı olarak geliştirilen bu gerilla savaşı AKP-MHP faşizminin planlarını bozarak hedeflerini başarısız kılarak, çıkmaz ve çözümsüzlük içine sürükleyerek adeta hareket edemez, kendini kurtaramaz hale getirmiştir. Bu da AKP-MHP faşizminin yıkılış ve çözülüş sürecini hızlandırmaktadır.
Kuşkusuz bu vesileyle bir kere daha 2022 yılı boyunca Zap, Avaşîn ve Metîna’da gelişen kahramanca gerilla direnişini selamlamamız, Bu direnişin büyük başarılarını kutlamamız gerekir. Yine bu direnişin büyük şehitlerini her zaman saygı, sevgi ve minnetle anmalıyız. O şehitler, insanlığı temsil ve özgürlüğü temsil ettiler. Kürtlüğü temsil ettiler. Faşizme, sömürgeciliğe ve soykırımcılığa geçit vermediler, işgale geçit vermediler. İnsanlık erdeminin yücelişinin en net temsilcileri oldular. Bu bakımdan da sadece Kürt tarihi açısından değil, insanlık tarihi açısından, tüm özgürlük ve demokrasi mücadeleleri tarihi açısından büyük bir anlamı ve önemi vardır.
Kısaca 2022 yılını Kürdistan ve Türkiye’de belirleyen Zap, Avaşîn ve Metîna savaşıdır. AKP-MHP faşizmi Zap, Avaşîn ve Metîna’da gerillayı ezmek, PKK’yi tasfiye etmek için geliştirdiği işgal saldırısı gerilla direnişi ile başarısız kalmıştır. Türkiye ve Kürdistan’daki bütün ekonomik, siyasi, askeri gelişmelere damgasını vuran, siyasi olay ve süreçleri belirleyen kesinlikle bu durumdur. Türkiye’deki ekonomik bunalımdan siyasi kavgalara, dış çelişkilerden KDP ihaneti ve işbirlikçiliğine kadar gelişen her şeyin altında bu durum yatmaktadır.
Türkiye’de yaşanan siyasi-askeri ve toplumsal gelişmelerin savaşla bağlantısı
Türkiye ve Kürdistan’da siyasi-askeri olaylar ve gelişmeler, yıl boyu yaşanan hususlar değerlendirilmek ve doğru anlamak istendiğinde, bunu, Zap, Avaşîn ve Metîna’daki savaşla birlikte ele almak zorunludur. Bu savaşla birlikte ele almayanlar yaşanan olayları doğru değerlendiremezler. Zap, Avaşîn ve Metîna savaşıyla birlikte ele alınmayan, o savaşın etkisi temelinde değerlendirilmeyen her yaklaşım kesinlikle söz konusu olayı doğru anlayamaz ve yeterli çözümleyemez. Öncelikle bu gerçeğin altını çizmemiz lazım. Çünkü bazıları bu yanılgıyı ve yanlışı yaşıyorlar. Aslında bu, yanılgı veya yanlış da değildir. Bilerek yapıyorlar. Zap, Avaşîn ve Metîna Savaşı’nı görmek ve göstermek istemiyorlar. Kendilerini savaşın sonuçlarıyla bağlı kılmak istemiyorlar. Savaşın dışında tutmak istiyorlar. Savaşı görünmez kılmak istiyorlar. Bu da özel-psikolojik savaşın bir yöntemi oluyor. ‘Böyle bir savaş yok, önemi yok aslında yaşanan olayları bu savaş çok etkilemiyor’ demek istiyorlar. Esas olarak da Türkiye’deki muhalefet çevreleri böyledir. Altılı masa denilen burjuva muhalefetinden tutalım da bazı kendilerine sol, devrimci, sosyalist diyen çevrelere kadar… Zap, Avaşîn ve Metîna’daki savaşı görmeyen herkes aslında böyle yapıyor. AKP-MHP böyle yapmıyor; onlar savaşı yapan güçler olarak her şeyin bu savaşla bağlantılı olduğunu açıkça ortaya koyuyorlar. Son bütçe tartışmalarında da AKP sözcüleri bu durumu net ortaya koydular. Bütçenin bir savaş bütçesi olduğunu, dolayısıyla Türkiye’nin büyük bir savaş içerisinde olduğunu, PKK’yle ve Kürt halkıyla amansız bir savaşa tutuşmuş bulunduğunu net ortaya koydu. Fakat, orta sınıf ve küçük burjuva, kendini her zaman kandırır. Bu sınıf kökenine dayalı bazı sözde solcular da Kürtçüler de kendilerini kandırıyorlar. Yine ‘Altılı masa’ denen ve kendini yönetime alternatif gören partiler de kendilerini kandırıyorlar. AKP-MHP “biz büyük savaş yapıyoruz” diyor, onlar ise “savaş yok! Aslında öyle bir şey yok. Onu göstermeyin, istediğinizi yapın, biz sizi destekliyoruz, ama sadece savaş var demeyin. Öyle derseniz biz de tutum almak zorunda kalırız. Tutum almak zorunda kalırsak sizi destekleyemeyebiliriz’ diyorlar. “Böyle yapmazsanız, gizliden her türlü desteğimiz sizinledir” diyorlar. Aslında sosyal şovenizmin, sosyal faşizmin en belirgin örneğini yaşıyorlar. Bu konuda AKP-MHP’yi de uyarıyorlar; yani “danışıklı dövüşü doğru yapalım. Herkes rolünü doğru oynasın ve bizi çeşitli biçimlerde zorlamayın” demeye getiriyorlar.
Savaş Türkiye ve bütün Kürdistan’a yayıldı
Şimdi biraz da Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının ve bu savaşta AKP-MHP başarısızlığının çeşitli alanlarda yaşanan siyasi olaylar üzerindeki etkisine bakabiliriz. Yukarda biraz izah etmeye çalıştık. Aslında Türkiye ve Kürdistan’daki tüm gelişmelerde bu savaşın ve savaşta AKP-MHP başarısızlığının etkisi ve rolü vardır, dedik. Bu kuşkusuz sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan için geçerli de değildir. Suriye için de, Irak için de, hatta İran için de geçerlidir. Bu alanlardaki siyasi ve askeri gelişmelerde de Medya Savunma Alanları’nda yaşanan savaşın belirleyici etkisi vardır. O halde Türkiye-Suriye-Irak ve İran’da siyasi-askeri durum değerlendirmesi yapmak isteyenler, merkeze Medya Savunma Alanları’nda yaşanan savaşı almak zorundalar. Böylece Ortadoğu’yu değerlendirmek isteyenler merkeze Zap, Avaşîn ve Metîna savaşını koymak durumundalar. Böyle yapmazlarsa ne Kürt sorununu, Kürdistan’daki durumu, Kürt özgürlük Mücadelesi’nin gelişimini doğru anlayabilirler ne de Ortadoğu’nun farklı alanlarında yaşanmış bir olayı doğru değerlendirebilirler. Kesinlikle doğru ve yeterli değerlendiremezler, hata yaparlar. Değerlendirmeleri yarım kalır ve ters düşer ve sonuçta da kendilerini kandırmış olurlar. Öyle yapmamak için bütün gelişmelerde Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının etkisini görmek gerekiyor.
Öncelikle bu durumun, yani AKP-MHP başarısızlığının 2022 yılında yaşanan savaş üzerindeki etkilerine bakmamız yararlı olur. Çünkü öncede ifade ettik, AKP-MHP 14 Nisan’da saldırıyı başlatırken birkaç haftada sonuç almak istiyordu. Zap, Avaşîn ve Metîna elde edeceği başarıları Kuzey-Doğu Suriye ve Türkiye’deki gelişmeler için kullanmayı hedefliyordu. Bunların hiçbirisi gerçekleşmedi. Savaş uzadı ve bir de yayıldı. Sadece Zap, Avaşîn ve Metîna’yla sınırlı kalmadı. Xakurkê’den Haftanin’e kadar bütün Medya Savunma Alanları’nı içine aldı. Sadece Medya Savunma Alanları’yla da sınırlı kalmadı Bakurê Kurdistan’ın bütün eyaletleri az-çok bu savaş sürecine katıldılar. Daha çok da Türkiye’nin metropolleri, şehirler bu savaşa katıldılar. Savaş Kürdistan ve Türkiye şehirlerine yayıldı. YPS ve YPS-JIN birimleri, HBDH milisleri gerçekten de kentlerde AKP-MHP faşizmine öldürücü darbeler vuran eylemler geliştirdiler. Savaş sadece Bakurê Kurdistan ve Türkiye kentlerine yayılmakla da kalmadı, bir biçimde Kuzey ve Doğu Suriye’de bu işin içinde oldu. Dahası Güney Kürdistan’a çeşitli biçimlerde savaş yayıldı ve Süleymaniye’ye kadar yayılarak, neredeyse bütün Kürdistan’ı içine aldı. Kentlerde; örneğin Mersin’de AKP-MHP faşizmine öldürücü darbe vuran büyük fedai eylemi ortaya çıktı. Sara ve Rûken yoldaşların geliştirdiği fedai eylemi şehir eylem potansiyelinin ne kadar güçlü ve etkili olduğunu net biçimde ortaya koydu. Dahası savaş tarzında, taktiklerinde daha çok pişme, pekişme gelişti. Koordineli tim ve tünel savaşında gerilla yetkinleşti. AKP-MHP faşist sürülerine tarihinin en ağır darbesini vuracak bir savaşı ortaya çıkardı. Sekiz ayda neredeyse iki bin beş yüzden fazla TC askeri savaşta ölürken bir o kadar yaralandı, helikopterler, tanklar imha edildi. TC Devleti askeri olarak tarihinin en ağır yenilgisini 2022 Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında yaşadı. Bilançolar bunu net gösteriyor. Bunun sonucudur ki, sağa sola saldırmaktan, savaş suçu işlemekten geri durmadı. Katliamlar yaptı. Örneğin, Perax’ta ve diğer alanlarda halkı katletti. Sivillere dönük birçok saldırıda bulundu, katliam yaptı. Bunu Kuzey ve Doğu Suriye’de çok daha fazla yapıyor. Diğer yandan kimyasal ve taktik nükleer silahlar kullanarak savaş suçu işledi. Gerilla karşısında normal silahlarla sonuç alamayan, Zap, Avaşîn ve Metîna’da gerillayı ezemeyen AKP-MHP faşizmi bu sefer yasak silahları kullanıp savaş suçu işledi. Halka karşı katliamlar yapıp savaş suçu işledi. Gerilla bunları da teşhir edince, belgeleyip kamuoyuna yansıtınca Kürt halkından ve uluslararası kamuoyundan belli düzeyde tepkiler gelişti. Bu sefer daha fazla zorlanır, savaşta çıkmazı yaşar duruma geldi. En son Partimizin kuruluş yıldönümünde de Tepê Hakkâri ve Tepê Cûdî’de gelişen devrimci operasyonel saldırı AKP-MHP faşizminin sadece başarısızlığını değil, bu alanda kesin yenilgiye uğrayacağını, gerillanın büyük bir askeri zafer kazanacağını, artık böyle bir sürece girilmiş olduğunu net bir biçimde ortaya koydu.
Önder Apo’nun güvenlik ve sağlık sorunu yakıcı bir biçimde gündemde
Kuşkusuz faşist-sömürgeci-soykırımcı TC ile Kürt halkı, onun varlık ve özgürlük iradesi arasındaki en büyük mücadele İmralı’da yaşanıyor. Önder Apo’yla TC Devleti arasında yaşanan bir savaş oluyor. Bu, 24 yıldır böyle olduğu gibi, 24’üncü yılda yani 2022 yılında bu durum çok daha fazla açığa çıktı. Dikkat edilirse, ağırlaştırılırmış tecrit her zamankinden çok daha ağır ve katı biçimde bu dönemde uygulandı. Bu uygulamalar Zap, Avaşîn ve Metîna’ya dönük işgal saldırılarına paralel uygulamalardı. Umut ediliyordu ki, Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında başarı kazanılır, gerilla ezilir, PKK tasfiye edilir ve böylece İmralı mücadelesini de kazanırız.
Yine İmralı’da baskıları arttırırsak Önder Apo bu mücadeleye şu veya bu biçimde kendilerine hizmet edici etkide bulunur, mücadelenin hızını kesebilir ama bunların ikisi de olmadı. Ne Zap, Avaşîn ve Metîna’da gerillayı ezebildiler, PKK’yi tasfiye edebildiler ne de İmralı direnişinde Önder Apo’ya bir milim geri adım attırabildiler. Sonuçta savaş meydanında yaşanılan başarısızlık, yenilgi sonuçlarını İmralı mücadelesine yansıtıyor. Nasıl oluyor? Dikkat edilirse bu yansıma iki biçimde ortaya çıkıyor. Birincisi, Önder Apo üzerinde baskıları daha çok arttırarak adeta Zap, Avaşîn ve Metîna’daki yenilginin hesabını sorma, intikamını alma gibi baskı yapıyorlar. CPT gitti, sözde “görüşüyoruz” dedi, ama görüşme olmadığı ortaya çıktı. İmralı’dan herhangi bir bilgi yok. Önder Apo’nun güvenlik ve sağlık sorunu her zamankinden daha yakıcı biçimde tehlikeli olarak gündeme gelmiş bulunuyor.
Diğer yandan ise çeşitli biçimlerde hep bilgi yayıyorlar. “Önder Apo’yla görüşmelerin olduğu, İmralı’da görüşmelere gidildiği, Önder Apo’nun düşüncelerinin şöyle olduğu” biçiminde özellikle AKP kaynaklı birçok bilgi yayılıyor. Bu neyi gösteriyor: savaşta yenildiler ve acaba o yenilgiyi biraz bu tür sözlerle hafiflemezler mi; kendi kamuoylarında kendi yenilgilerini gizleyemezler mi bunun arayışı içerisindeler, bir de özel savaş kapsamında yönlendirmeye çalışıyorlar.
Biz şunu çok iyi biliyoruz: Zap, Avaşîn ve Metîna’daki büyük direniş, gerillanın kahramanca duruşu ve başarısı AKP-MHP planlarının bozulmuş olması, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün yıkılışını hızlandırıp derinleştirirken, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni her alanda daha çok güçlendirmiştir. Önder Apo’nun elini güçlendirmiştir. Faşist, sömürgeci ve soykırımcı zihniyet ve siyaseti işlemez kılarak, bu zihniyet ve siyaseti yeniden Önder Apo’ya muhtaç olacak bir noktaya getirmiştir.
‘Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının Türkiye üzerindeki etkileri nedir?’ dendiğinde cevap olarak şunu söylemek gerekir. Zap, Avaşîn ve Metîna savaşıyla bağlı ve etkili olmayan Türkiye’de başka hiçbir olay gelişmemiştir. Yani Türkiye’de 2022 yılında yaşanan her türlü siyasi-askeri olayın altında Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının sonuçları vardır. Kesinlikle bunu böyle görmek lazım. Bu, Ortadoğu’nun geneli için, Suriye, Irak ve İran için kısmen böyledir dedik. Ama Türkiye için yüzde yüz böyledir. Dolayısıyla Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının dışında Türkiye’de siyasi ve askeri gelişme ve olaydan söz edenler esas olarak kendilerini kandıranlar olmaktadır. Örneğin ekonomik krizden söz ediliyor. Türk lirası yeniden pul oldu. Enflasyon yüzde iki yüze çıktı, insanlar açlık sınırının altında, işçiler, memurlar, emekliler açlıktan ölme noktasına gelmişler. Yatırımlar yok. Borçları gırtlağa kadar. Bunları herkes söylüyor. Peki ama neden böyledir? İşte birçok çevre bu soruya doğru cevap vermiyor. Zap, Avaşîn ve Metîna’daki, yani Kürdistan’daki savaştan dolayı böyledir. Bütçe görüşmeleri sırasında AKP temsilcisi ne söyledi: Her şey bu savaştan, mermi parasından, bomba parasından, roket ve füze parasından ileri geliyor. Şimdi yalvar yakar gittiler ve ABD’den F-16 savaş uçaklarının tamiratını ve yeni F-16’lar almak istiyorlar. Ne kadar mali külfeti olacak bunun ve Türkiye ekonomisi üzerinde etkisi ne kadar olacak. Peki bu uçaklar neden alınıyor? Var olan savaş uçakları niçin tamir ettiriliyor? Niye aylardır, hatta yıllardır ABD’ye ve Biden yönetimine bu uçaklar için yalvarılıyor? Kürdistan’da, Zap, Avaşîn ve Metîna’da savaşabilmek. İşte, bütün krizin altında savaş var. Savaşa dayandırılmadan yapılan bütün ekonomik kriz tahlilleri, değerlendirmeleri havadır ve boştur.
Özel savaşı Türkiye kadar planlı uygulayan başka bir ülke yoktur
Diğer yandan ise Türkiye’nin her yerinde faşist baskı ve terör hat safhada ve herkese uygulanıyor; gence, kadına, emekçiye, işçiye uygulanıyor. Gösteri yasak, grev yasak, insanlar tutuklanmış ve zindanlar dolu, iş cinayeti diye işçi katliamı oluyor. Kadınlar katlediliyor. Terör en ileri safhadadır. Kürdistan’daki savaştan dolayı bu böyledir. Dikkat edilirse, bu faşist baskı ve teröre hiç kimse karşı çıkamıyor. Karşı çıkanlar faşist çeteler tarafından hemen bastırılıyor, savaşın gereği olarak AKP-MHP o çeteleri örgütlemiş. Demokratik siyaset üzerinde bu kadar baskı var. HDP’ye kapatma davası açtılar, Demokles’in kılıcı gibi demokratik siyasetin üzerinde HDP’nin kapatılması olayını tutuyorlar. Kadınlara karşı ise yapılmayan kalmadı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekten tutalım da her türlü hakaret, baskı, katliam, taciz, tecavüz en ileri safhadadır. Şimdi tarikatları tartışıyorlar, altı yaşındaki çocukları evlendiriyorlar; çocuklara tecavüz ediliyor. Adını da ‘istismar’ koymuşlar. Bu isimlendirme bile alçakçadır. Bu açıkça tecavüzdür. Bunu söylemekten utanıyorlar. Hem yapıp hem de utanmak ikiyüzlülüğün en kötü biçimidir.
Gerçekleri yansıtan basına karşı saldırı en ileri düzeydedir. Bu kadar gazeteci tutuklandı. Durmandan basına dönük operasyonlar oluyor ve seçimde yapacakları hileleri açığa çıkarmasınlar diye, Zap, Avaşîn ve Metîna’da işledikleri savaş suçunu yansıtmasınlar diye onlarca gazeteciyi tutukladılar ve yok yere hapse koydular. İmkanlarına el koydular. Bir sansür yasası çıkardılar ki, kendi basınları dışında kimse haber yapamayacak, propaganda çalışmasında bulunamayacak, halkı bilinçlendiremeyecek. CHP’ye yakın bir iki kanal var ve onları da kapatmak için baskıyı üzerlerinde tutuyorlar. Halbuki çoğunun yaptıkları aslında kendilerine hizmet ediyor. Onlar da olmazsa Türkiye’deki rejim çok daha zayıf bir durumu yaşayacak. Kısaca, Türkiye’de en ağır faşist baskı, terör durumu yaşanıyor. Diktatörlük var. Irkçı, şoven, milliyetçi uygulamalar hat safhada. Toplum kırım, zihniyet kırım en ileri düzeydedir. Basın, sanat, edebiyat bu konuda en ileri düzeyde kullanılıyor. Bunlara alet ediliyor. Faşist sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaset sanatla, edebiyatla, basınla topluma zihniyet kırımı yaşatmak için en kötü biçimde kullanılıyor.Türkiye’de özel savaş tüm boyutlarıyla dört başı mamur şekilde uygulanıyor. Kürdistan’da zaten en ileri düzeyde böyledir. Türkiye’deki kadar özel savaşın planlı, örgütlü uygulandığı ve bu düzeye çıkarıldığı hiçbir ülke yoktur. Türkiye hepsini geçmiş durumdadır.
Zap, Avaşîn ve Metîna Savaşı’nın ve AKP-MHP faşizminin yaşadığı başarısızlığın genelde Suriye üzerindeki etkilerini değerlendirmek de son derece önemlidir ve ilginç sonuçlar vermektedir. Dikkat edilirse baharda Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında başarılı olup sonuç alsalardı yaz aylarıyla birlikte Kuzey ve Doğu Suriye’nin yeni bölgelerine işgal saldırıları geliştireceklerdi. Bunu açıkça ilan ettiler. Kaç defa bunun için hazırlık yaptılar ama bir türlü uygulamaya koyamadılar. En son, “güz sonunda kesin uygulayacağız” diye AKP-MHP faşist çevrelerinden açık ilanlar yapılmasına rağmen yine de uygulayamadılar. Çünkü Tepê Hakkari ve Tepê Cûdî’de ezici darbe yediler. Türk ordusu Zap’ta kırıldı, yenildi ve ezildi. Nasıl ve neyle Kuzey-Doğu Suriye’ye saldıracak! Oradakilerin de elleri herhalde armut toplamıyor; örgütlüdürler, bilinçlidirler, ellerinde silahları var. Bir de onların direnişiyle karşılaşınca, Zap’ta yenilmiş bir ordunun Kuzey-Doğu Suriye’de başarı kazanması, yeni alanlar işgal etmesi mümkün olmaz. O nedenle bu saldırı ‘küt’ diye düştü ve hava saldırısına dönüştü. Şimdi topçu saldırılar yapıyorlar. Kara saldırısına girişmekten korkuyorlar. Yani Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının sonuçları Türk ordusunun Kuzey-Doğu Suriye’ye dönük işgal saldırısını engelledi. Daha fazla gelişse, gerilla direnişi ve daha başarılı olsa Türk ordusu değil Kuzey-Doğu Suriye’ye saldırmak, Efrîn ve Serikaniyê’den kaçmak zorunda kalır. Ama o düzeyde gelişmezse tabii ki elindeki gücü bir biçimde Kuzey-Doğu Suriye’ye de saldırı olarak yöneltebilir.
Şimdi yeni teknikler almak istiyorlar, uçaklarını yenilemek istiyorlar. Bunu gerçekleştirirlerse gerillaya olduğu kadar Kuzey-Doğu Suriye halklarına karşı da bu uçakları kullanacaklar. Zaten sivil halkı katl ediyorlar. Önemli bir sonuç budur. İkincisi ise, Tayyip Erdoğan yönetimi gerilla ve PKK karşısında başarısız kalınca tükürdüğünü yalayarak, ustaca kıvırtarak Beşar Esad yönetimiyle ilişki kurmak, anlaşma arayışına girdi. Özellikle Hakan Fidan denen kişi bu kıvırma işlerini iyi yapıyor. Hiç yüzü kızarmıyor, renk vermiyor. Herkesle her şeyi konuşabiliyor, görüşebiliyor. Öyle bir kişilik olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Suriye ile de o tür ilişkiler geliştirdiler. Bu, Türkiye ve dünya kamuoyunda AKP-MHP yönetiminin itibarını sıfırladı ve en aşağıya düşürdü.
Diğer yandan Suriye yönetimini biraz rahatlattı. Suriye yönetimi bunun Kürt direnişinin sonucu olduğunu biliyor. Dolayısıyla Kürt direnişinin gücünü ve önemini görüyor. Daha çok ciddiye alıyor ve alacaktır da. Bunun görülmesi gerekir. Ayrıntılı olarak olaylar üzerinde durmuyoruz. Örneğin DAİŞ’lilerin tutuklu olduğu kampa baskın tamamen bu olayla bağlantılıdır. Sınır kapısının açılmaması, KDP’nin sınırı ve kapıları kapatması bu savaşla ilgilidir. Kuzey-Doğu Suriye’nin diplomasisindeki sorunların altında KDP ve TC’nin müdahaleleri vardır. Her şeyi bu bağlamda daha doğru ve yeterli değerlendirip ele almalıyız.
KDP ihaneti teşhir oldu, seçim yapılsa iktidardan düşme tehlikesi var
Benzer durum Başûr ve Irak için de geçerlidir. Başûr’da seçim yapılamadı. Bu da savaşın sonuçları nedeniyledir. Çünkü seçim yapınca KDP’nin iktidardan düşme tehlikesi vardı. Onu göze almamak için ve mevcut yönetim gücünü korumak için KDP seçimleri erteletti. Zaten seçim yok, demokrasi diye bir şey yoktur. Parti diktatörlüğü var. KDP işbirlikçiliği kendini bu biçimde ayakta tutuyor. TC de bunu istedi. Hiç kimse de bir şey diyemedi. ‘Demokrasinin gereğidir!’ diye kimse demedi. Başka bir şey olsaydı hemen diyebilirlerdi. Ayrı devlet için referandum yapılınca Türkiye’den tutalım birçok devlet nasıl karşı çıkmıştı. O da seçimdi. Ona müdahale ettiler ama seçimin yapılmamasına hiç kimse ses çıkarmadı, çünkü işlerine geliyor. Yine Irak’ta mevcut hükümetin kurulmasının da savaşla bağlantısı var. Başlangıçta Irak’ta KDP, El Sadr Hareketi ve Sünniler ayrı bir hükümet formülasyonu vardı. Savaşın gelişimi onların istediği gibi olmadı. Eğer AKP-MHP planı tutsaydı Irak’ta KDP’nin istediği gibi bir hükümet kurulacaktı. Ama o hükümet sistemi parçalandı, dağıldı. Savaşın sonuçları mevcut hükümeti ortaya çıkardı. Mevcut hükümet neyi ifade ediyor? TC etkisinin Irak yönetiminde azalmasını ifade ediyor. Savaşta AKP-MHP başarılı olsaydı Irak’ta da TC yanlısı bir hükümet kurulacaktı. TC ile daha çok işbirliği yapan hükümet olacaktı. Irak’ta böyle bir yönetimin ortaya çıkmamasında da Zap, Avaşîn ve Metîna savaşında AKP-MHP’nin, dolayısıyla KDP’nin başarısızlığa uğramış olmasının önemli bir rolü var.
Bu savaşın durumu Başûrê Kurdistan halkını nasıl etkiliyor? KDP, dolayısıyla işbirlikçi ihanet tarihinde hiç olmadığı kadar teşhir oldu, çok zayıf duruma düştü. Çeşitli zamanlarda işgal saldırılarını protesto eden tepkiler gelişti. Özellikle Perax katliamı sırasında hem Güney Kürdistan’da hem de Irak genelinde, Meclise kadar önemli protestolar oldu. Irak devleti Türkiye’nin saldırılarını uluslararası kurumlara götürmeye yöneldi. Araya KDP girdi, uzlaştırmaya çalıştılar.
Şimdi 20 Aralık’ta Ürdün’de yeni bir Irak toplantısı yapmayı planlamışlar. Bu basına da yansıdı. O toplantıyı takip etmek lazım. Yeni bir DAİŞ vari bir saldırı da gündeme gelebilir. TC’ye karşı bir tutum ortaya çıkabilir. Dolayısıyla KDP’ye karşı bir tutuma da dönüşebilir. Yani çeşitli olasılıkları içinde barındıran kritik toplantı olacak gibi görünüyor. 20 Aralık’ta Ürdün’de yapılacak Irak toplantısının sonuçlarına göre Irak’ın ve Güney Kürdistan’ın durumunu yeniden değerlendirmek daha doğru olur.
Rojhilat Kurdistan ve İran’da Jin Jiyan Azadî Devrimi
Son üç ayın en önemli bir olayı Rojhilat Kurdistan ve İran’daki kadın öncülüğünde gelişen, gençliğin aktif katıldığı halk serhildanlarıdır. Buna ‘Jin Jiyan Azadî Devrimi’de deniliyor. Gerçekten de üç aydır Rojhilat Kurdistan’da ve İran’da böyle bir devrim yaşanıyor. Bu durumun kuşkusuz İran’la, İran’ın küresel sistem içindeki yeriyle bağlantısı var. İran yönetiminin durumuyla, toplum üzerindeki yönetim tarzıyla, baskı sistemiyle, kadınlar üzerindeki yasaklayıcı sistemiyle bağı var. İran toplumu ve kadınları bir düzeyde bilinçli ve politiktir. Kısmen örgütlüdür de diyebiliriz. Unutmayalım ki, Ortadoğu’da toplumsal devrim yapan tek alan İran’dır. Şahlık rejimini yıkan mücadelenin öncüsü de İran kadınlarıydı. ‘Çarşaflı’ denen kadınlar büyük bir mücadele ortaya çıkardılar. Şimdi mevcut rejime karşı gelişen halk serhildanlarına da kadınlar öncülük etmesi yadırganır bir durum değildir. İran’da kadınlar devletin ve erkeğin kendi kaderlerini belirlemesini istemiyorlar. Bu temelde Şahlığa da karşı çıktılar, mevcut rejime de karşı çıkıyorlar. Bu konuda özellikle Rojhilat Kurdistan’daki gelişmeler de daha çok öncüdürler. Bunu Azeriler de Belluciler de, Farslar da açıkça ifade ediyorlar. ‘Kürtler bize ilham verdi ve öncülük etti’ diyorlar. O halde İran’daki gelişmelerde özellikle ideolojik bilinç, örgütlülük, serhildan tarzındaki eylemlilikte Kürtlerin öncülüğü vardır. Elbette Rojhilat Kürtlerini, Kürdistan genelinde yürütülen özgürlük mücadelesinden kopuk ele alamayız. Onlarca, yüzlerce Rojhilatlı genç Rojava’da, Başûr’da, Bakur’da savaş yürüttü ve şehit düştü. Yüzlercesi şimdi özgürlük mücadelesi içerisindedir. Bunlar Rojhilat’taki halkı her gün çok derinden etkiliyor. Rojhilat halkımızın, kadınlarının, gençlerinin gözü kulağı Rojava’dadır, Bakur’dadır, Başûr’ dadır. Gerilla savaşındadır. Nabızları, yürekleri bu savaşla atıyor. Bir biçimde yolunu bulup bu savaşı takip etmeye çalışıyorlar. Ondan etkileniyorlar.
Yine Rojhilat özgürlük güçlerinin de belli bir çabası var, çalışması var. Ateşkes konumundalar ama ateşkes ortamında siyasi, örgütsel, ideolojik çalışmalarını kesintisiz yürütüyorlar. Kuşkusuz öyle bir çalışmanın da bir düzeyde etkisi var. Zap, Avaşîn ve Metîna’daki savaşın buradaki etkisini yine 2022 yılı ile bağını görmemiz gerekiyor. Eğer AKP-MHP planı başarılı olsaydı, Rojhilat Kurdistanı ve İran’da böyle bir serhıldan ne kadar gelişebilirdi, bu da tartışma konusudur. Ama Zap, Avaşîn ve Metîna’da, AKP-MHP planı başarısız kalınca, faşist-sömürgeci, soykırımcı işgalci saldırganlık yenilince, KDP şahsında işbirlikçi ihanet, Zap, Avaşîn ve Metîna, Medya Savunma alanı savaşında yenilince, bu Rojhilat Kurdistan toplumunu derinden etkiledi.
Diğer yandan yıllardır Önder Apo’nun geliştirdiği kadın özgürlük çizgisini, ‘Jin-Jiyan-Azadî’ sloganıyla dağlarda gerillacılık yapan Kürt kadınlarının, kadın gerillanın, YJA Star gerillacılığının, yine kuzeyde, Rojava’da, Avrupa’da Kürt kadınlarının her gün ayakta, mücadele eden konumlarının kuşkusuz Rojhilat Kurdistan kadınlarını etkileme düzeyi çok fazladır. İşte bu etkiler aslında böyle bir serhildanın patlak vermesine yol açtı. İran rejimi başka zamanlarda da kadınları katlediyordu ama Merivan’da ardından Tahran’da Rojhilat’lı bir kadının katledilmesi, bir kıvılcım oldu. Rojhilat Kurdistan’ını ve İran bozkırını tutuşturdu. Bir devrim alevi yaktı. Şimdi üç aydır İran’da ve Rojhilat Kurdistan’ında ki gelişmeleri bu serhıldan belirliyor. Bu serhildanın ortaya çıkmasında da Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının, YJA Star gerillacılığının, Bakur, Rojava ve yurt dışındaki kadın mücadelesinin, Rojhilat’a dönük bilinçlendirme ve örgütlenme çalışmalarının belirleyici etkisi vardır. Bunlar temelinde oldu. Kendiliğinden olmamıştır. Hiçbir şey kendiliğinden gelişmedi. Bazılarının öne sürmeye çalıştığı gibi öyle kendi çabalarıyla da olmadı. Bazıları ‘Jin-Jiyan-Azadî’yi biz diyoruz diye, hırsızca öne çıkmaya çalıştılar. Fakat dikkat edilirse hırsızlık tutmadı. Sonuç İran’ın ve Rojhilat Kurdistan’ın devrime yeniden kalkışı hem Kürdistan devrimini hem Ortadoğu devrimini tamamladı. Aslında İran’da devrimci mücadele olmaz ise Kürdistan ve Ortadoğu devrimci mücadelesi yarım kalıyor, eksik kalıyordu. Şimdi bütünlüklü oldu. Hem Ortadoğu’ya hem Kürdistan’a hem de genel insanlığa yön veren, etkide bulunan, ruh veren bir halk direnişi ortaya çıktı. Tüm kadınlara ruh veren bir kadın direnişi ortaya çıktı. Bu bir devrimdir.
İran’da büyük bir zihniyet ve yaşam devrimi yaşanıyor
Rojhilat ve İran devrimini dar, siyasi ve askeri bir olay gibi ele almamak lazım. Bazıları öyle ele alıyorlar. Yani ‘Hamaney yönetimi düşsün, şah yönetimi gelsin’ gibi değerlendirmeler var. Daraltıp, aşırı siyasileştiren ve yönetim değişikliğine indirgeyen yaklaşımlar var. Bunlar yanlıştır, doğru değildir. Kesinlikle devrim sonra olacak değil, Rojhilat Kurdistanı ve İran’da üç aydır zihniyet ve yaşam tarzı devrim yaşanıyor. Yani hakikat devrimi yaşanıyor. Toplumda kadınlarda çok büyük bir bilinçlenme oldu. Korkuyu yendiler. Mücadelenin gücünü gördüler. Ayağa kalktılar. Örgütlülük gelişti. Artık kimse bunları geriye götüremez. Eskiyi döndüremez. Bu bilinci ve iradeyi kıramaz. O halde bireyler ve toplumlar nezdinden kadınlar ve gençler nezdinde büyük bir zihniyet ve yaşam tarzı devrimi yaşandı. Hakikat devrimi yaşandı yaşanıyor. Bunun siyasi sonuçları da olacaktır. Şimdiden ne tür siyasi değişiklikler yapılacak onlar tartışılıyor. Rejim dikkat edilirse korku içindedir. Böylelikle kendini biraz reforme ederek korumaya çalışıyor. Açıktan karşı çıkamıyor, çıkamayacak da. Ya rejim kendisini değiştirecek reforme edecek, katı mutlakçılar gidecek ve böylelikle topluma daha yakın olan yönetimler gelecek, tabandan yönetim, yerel yönetimler güçlendirilecek, kadınların özgürlük hakları verilecek ya da çatışmalar derinleşerek devam edecek. Rejim eğer kendini değiştiremezse yıkılır, artık tercih kendisinindir. Ama bilinmeli ki kendini değiştiremeyen rejim yıkılır. İran’da değişiklik olabilir. Değişim isteyen güçler var, fakat katı değişim istemeyen güçler de var, büyük bir iç mücadele yaşanıyor, hangisinin etkili olacağını önümüzdeki süreç gösterecektir.
Kuşkusuz Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının, yurtdışı üzerindeki etkileri de çoktur. Hem devletler düzeyinde hem de yurtdışındaki Kürtler ve insanlık düzeyinde önemli etkileri var. Devletler TC’ye AKP-MHP faşizmine destek verdikleri için epeyce teşhir oldular. Devletçi sistem teşhir oldu. BM’nin nasıl bir devletçi sistem olduğu, onun da devlet olmayanlara yaşam hakkı tanımadığı ortaya çıktı. Kürdistan’da gerillaya karşı açıkça kimyasal silah, taktik nükleer silah gibi yasaklanmış silahların kullanılması belgelenmiş olmasına rağmen, bu sistem Kürtlerin devleti yok ya da herhangi bir devlet bize baş vurmuyor diye herhangi bir yaptırım geliştirmedi. Böylece BM sisteminin Kürtleri yok saydığı ve Kürt soykırımına onay verdiği aslında Kürtler üzerindeki soykırımcı sistemin BM sistemi olduğu ortaya çıktı. Dünya kapitalist küresel modernite sistemi dediğimiz BM öncülüğündeki sistemdir ve bu gözle görülür hale geldi. Bu düzeyde devletçi sistem teşhir oldu. Zap Avaşîn ve Metîna savaşı bu teşhiri en ileri düzeye çıkardı.
Kürt özgürlüğüne dayalı bir dünya demokrasisi gelişiyor
Örneğin 9 Ocak 2013 Paris katliamı da aslında hem TC’yi hem de ona ortaklık eden NATO ve Avrupa sistemini teşhir etmişti. Zap, Avaşîn ve Metîna savaşı bu teşhiri çok daha ileri düzeye çıkardı. Diğer yandan Kürt toplumunu, kadınları, gençleri, işçi ve emekçileri, devrimci-demokrat güçleri çok olumlu etkiledi. Kürtlerin dostları her zamankinden daha çok arttı. Yurt dışındaki Kürt halkı her zaman ayakta oldu. Onurla, şerefle, günlük mücadele içinde oldular. Kürt kadınları, gençleri, çocukları her gün Avrupa’nın sokaklarını doldurdular. Avrupa yaşamına, insanlığın özgürlük arayışına ve mücadelesine coşku ve heyecan kattılar. Kendilerini tanıttılar. Gerilla direnişinin sağlam temsilciliğini yaptılar. Özgürlük istediler. Önder Apo’ya fiziki özgürlük mücadelesini her alana yaydılar. Çeşitli kesimlerden, bilim insanlarından, sanatçılardan, aydınlardan, gençlere ve kadınlara, işçi emekçilere kadar dostlar edindiler. Devrimci dostlar ortaya çıkardılar. Ki bu çok önemli bir durumdur. Bütün dünyada sistem karşıtlığı, daha doğrusu demokratik sistem mücadelesi Kürt Özgürlük Mücadelesi öncülüğünde yürüyor. Kürt özgürlüğüne dayalı bir dünya demokrasisi gelişiyor. Dikkat edelim BM sistemi, kapitalist modernite sistemi Kürt soykırımına dayandırılarak oluşturulmuştur. Dünya demokratik sistemi de Kürt özgürlüğüne dayanarak gelişiyor. Önder Apo buna ‘Dünya Demokratik Konfederalizmi” dedi. Böyle bir konfederalizme gidecek sistem Kürt özgürlüğüne dayalı gelişiyor ki bunlarda çok önemlidir. Gerçekten sayısız olay oldu. Her gün eylem halinde oldu. Başta Avrupa olmak üzere Rojava’da diğer Kürdistan parçalarında dünyanın dört bir yanında 2022 yılı boyunca oturmayan, durmayan kadınları gençleri mücadele içerisindeki halkımızı ve dostlarımızı bu vesileyle bir kez daha selamlıyorum.
Sonuç olarak bütün bu özellikleriyle 2022 yılı dünyada ve özelliklede Kürdistan’da, Türkiye ve Ortadoğu’da önemli bir birikim ve mücadele yılı olduğu açıktır. Yani faşist sömürgeci-soykırımcı saldırganlık her düzeyde tırmanış göstermiştir. Ama böyle bir saldırganlığa karşı kadın özgürlüğü temelinde kadınlar ve gençlerin öncülüğüne dayalı olarak büyük bir halk direnişi, özgürlük ve demokrasi direnişi de ortaya çıkmıştır. Bu açık bir gerçektir. Dolayısıyla Zap, Avaşîn ve Metîna savaşının ortaya çıkardığı bu direnişin yarattığı büyük bir devrimci demokratik birikim var. Bilinçlenme, örgütlenme cesaret ve fedakarlık ortaya çıkardı. Aslında Ukrayna Savaşı da belli bir sonuç ortaya çıkardı. Bilinçlenme yarattı. Hızlı bir biçimde ABD söz konusu savaştan yararlanmak istedi. Mesela NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirerek, NATO’da ABD öncülüğünü yeniden sağlamlaştırarak, İsveç ve Finlandiya gibi ülkeleri NATO’ya katmaya çalışarak böyle bir kısa vadeli gelişme yarattı. Bu konuda Kürdistan’daki savaşın Türkiye’yi zorlamasından da yararlandı. Dikkat edelim Türkiye Ukrayna Savaşı’ndan yararlandı. Bir yandan Ukrayna Savışı’nın, diğer yandan Zap Savaşı’nın Türkiye üzerindeki etkileri sonucunda İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin NATO’ya katılma durumu yaşandı. Ama diğer yandan bu savaş Avrupa’nın yaşam koşullarını ve sistemini ciddi biçimde sarstı. Doğu Avrupa’nın ortasında Ukrayna gibi bir yerde ortaya çıkan yıkım, gelişen savaş herkesi tehdit etti. Komşu halkların güvenliğini tehdit etti. Batı Avrupa’nın yaşam standartlarını, enerji kriziyle, güvenlik kriziyle tehdit etti. Dolayısıyla ABD’nin planları ne kadar tutar, kazançları ne kadar uzun ömürlü olur, bunu bilemeyiz. Afganistan’a da böyle gittiler ama sonuçta arkalarına bakmadan kaçmak zorunda kaldılar. Ukrayna’dan da benzer biçimde kaçarlar mı hiç belli olmaz. Fakat o güne gelmeden, örneğin bu kış Avrupa için çok zorlu geçecek bir kıştır. Enerji krizi Avrupa toplumunun yaşam standartlarını zorlayacaktır. Dolayısıyla toplumun bu siyasete tepkileri gelişecektir. Hangi düzeyde olur bilemeyiz ama giderek önümüzdeki süreçte Avrupa’nın değişik alanlarında Ukrayna Savaşı’na karşı Rusya ve Avrupa’nın bu kadar karşı karşıya getirilmesine karşı tepkilerin toplum içinde gelişme olasılığı fazladır. Bu durum da, hem mevcut Avrupa siyasetlerini hem de ABD’yi zorlayacaktır. Belki de 2023 yılında yeni politikaların gelişmesine yol açacaktır. O düzeyde zorlayıcı olabilecektir.
Sistemin en zayıf halkası Türkiye
Ukrayna Savaşı da küresel düzeyde bir birikim ortaya çıkardı. 2023 yılında bu birikim devrimci değişime, yeni arayışlara, reformcu değişimlere yol açabilir. Hatta bazı yerler çok zorlanarak devrimci kalkışlara da ulaşabilir. Fakat esas olan Türkiye’dir. Hem küresel düzeydeki bu gelişmelerin Türkiye üzerindeki etkisi hem de Zap, Avaşîn ve Metîna savaşındaki başarısızlığın, yenilginin AKP-MHP faşizmi üzerindeki etkileri Türkiye’yi bütün dünyada sistemin en zayıf halkası haline getirdiği gibi, devrimci değişime de en açık ülke haline getirmiştir. 2023 Haziran’ı Türkiye’de yeni yönetimi belirleme sürecidir. Bunun nasıl belirleneceği belli değildir. AKP-MHP faşizmi, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü, yönetimi bırakmaya açık ve hazır oldukları görünmemektedir. Seçim yaptırıp yaptırmayacakları da belli değildir. Öyle demokratik seçim yaptırmayacakları çok açıktır. Yaptırsalar da hileli, zorla diktatörün kazandığı bir seçim olacaktır. Başka türlü bir seçime fırsat vermeyecekler. Kaldı ki savaşla seçim ortamını da ortadan kaldırabilirler.
Diğer yandan artık Ortadoğu ve dünya da bu iktidarı, AKP-MHP faşizmini kaldıramamaktadır. Dolayısıyla değişim istemektedir. İşte bazı çevreler tarafından özellikle ABD ve İngiltere tarafından altılı masa hazırlanarak reformist bir değişimi gerçekleştirmeye çalışıyorlar. ABD’dir, İngiltere’dir, Kemal Kılıçdaroğlu’nu çağırarak böyle bir yumuşak değişimin olması için hazırlık yapıyor gibi göründü. Altılı masa da buna dayanarak oluşuyor. Güya dıştan destek alıyorlar. AKP-MHP’nin yerine geçecekler ama Türkiye sistemi Kürt savaşını yürütmeden ayakta kalamıyor. Peki bu savaşı nasıl durduracaklar, Kürt sorununu nasıl çözecekler? Bunlara ilişkin hiçbir görüş ve politikaları yoktur. Bu savaşı olduğu gibi yürütecekler mi? Yürütürlerse o zaman AKP-MHP faşizminden farkları ne olacak? Dikkat edilirse benzer biçimde altılı masa muhalefeti de aslında bir umut vat etmiyor. O da bir çıkmazı yaşıyor. Kendi içinde çözümsüzdür. Alternatif olamıyor.
Alternatif olabilen, gelişme sağlayan güç ‘Emek Ve Özgürlük İttifakı ya da bloku’ var. HDP var. HDP’ye bunun için kapatma davası açtılar, engellemeye çalışıyorlar. Emek Ve Özgürlük Bloku’nun gelişmemesi için her türlü faşist baskı ve terörü uyguluyorlar. Bu da giderek mücadeleyi daha çok keskinleştiriyor, derinleştiriyor. Yani Türkiye tarihinin en karanlık, en gergin, en kritik sürecine girdi diyebiliriz. TC Devleti’nin gerçekten de en kritik dönemidir. Türkiye’de bu önümüzdeki haftalarda, aylarda her türlü gelişme yaşanabilir. Her yönlü gelişmeye açık ve gebe bir ortam var. Yeni darbeler de olabilir. Faşist baskı, terör had safhaya çıkabilir. Katliamlar soykırımlar olabilir. Ama halk serhildanları daha da gelişebilir. Demokratik devrimci arayış güçlenebilir. AKP- MHP faşizmini altılı masa ile yumuşakça değiştirme yerine faşizmi yıkıp yerine demokratik Türkiye’yi inşa edecek bir demokratik devrim de gelişebilir. Buna da açık bir ortam var.
Özellikle Kürt halkının, dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında yürüttüğü Önder Apo ve gerilla öncülüğündeki Özgürlük Mücadelesi böyle bir devrimci değişimi ve onun zaferini zorunlu kılıyor, dayatıyor. Türkiye toplumunu da, kadınlarını, gençlerini, işçi ve emekçilerini de bu temelde etkiliyor. Demokratik siyasetin bloklaşması bu konuda bir alternatif ortaya çıkartıyor. Cumhur ve Millet ittifaklarının çözümsüzlüğüne karşı üçüncü yol olarak demokratik siyaset gerçekten de demokratik Türkiye’yi oluşturmak için her zamankinden daha fazla fırsat ortaya çıkarıyor. 2023 yılına bu temelde giriliyor. Evet 2023 yılı biraz karışık, türlü siyasi ve askeri gelişmeye açık bir yıl olacağı benziyor.
Devrimci zafer yılına girdik
Şunu ifade edebiliriz: Bu birikim üzerinden 2023 yılı devrimci değişim ve sonuç yılı olacaktır. Mutlaka büyük siyasi gelişmeler olacaktır. İkincisi, bu her yönde olabilir. Darbeler, faşist baskılar, katliamlar da gelişebilir. Üçüncüsü, demokratik devrim de gelişebilir. Türkiye ortamı hiçbir zaman olmadığı kadar Kürt özgürlüğü temelinde demokratik devrimi geliştirmeye böyle bir devrimci mücadelede zafere ulaşmaya açık bulunuyor. Yani 2023 yılı için devrimci zafer yılı da diyebiliriz. Eğer büyük hatalar yapılmaz ise süreç iyi değerlendirilirse devrimciler, demokratlar, demokratik siyaset, kadınlar, gençler, halk herkes üzerine düşen görevleri zamanında yerine getirirse, doğru bir biçimde yerine getirirse 2023 yılının devrimci zafer yılı olacağı kesindir. Çünkü AKP-MHP faşizminin yerine altılı masayı koymak hiçbir şeyi değiştirmeyecek, bir yenilik yoktur. Bu kadar faşist diktatörlükten kurtuluş ancak Kürt özgürlüğü ve demokratikleşmeyle olur. Bu da büyük bir demokratik devrim demektir. Büyük hatalar yapılmaz mücadele daha da geliştirilirse AKP-MHP faşizmini yıkıp onun yerine geçenin demokratik devrim olacağı tartışmasız bir durumdur.
Devrimci zafer yılına girdik, 2023 yılını 2022 yılı gibi değerlendirmemek lazım. 2022 yılının büyük mücadelesini, ortaya çıkardığı birikimi devrimci zafere taşıyacak bir mücadele yılı olarak görmeliyiz. O halde 2023 yılına zafer çizgisinde yaklaşmalıyız. Tarzımızı, üslubumuzu, tempomuzu zafer çizgisinde geliştirmeliyiz. Hedefi zafer olarak koymalıyız. Geriye düşme olmamalıdır. Bütün özgürlükçü Kürtlerin, devrimci demokratik Türkiye’yi isteyenlerin hedefi kesinlikle bu olmalı ve bunu da birlik içinde yapmalıyız. Halkların Birleşik Devrim Hareketi bunun öncü gücüdür, bu birliği daha da güçlendirdiğimiz gibi, bunu demokratik siyaset alanında en geniş demokratik birliğe dönüştürerek Türkiye’yi 2023 yılında, Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünde demokratik devrime taşımalı, Demokratik Cumhuriyetin önünü açarak ikinci yüzyıla Demokratik Cumhuriyet temelinde girmeyi kesinlikle gerçekleştirmeliyiz. Hedefimiz bu olmalıdır. Bunun gerçekleşeceğine de inanıyor, bu temelde halkımızın, Türkiye halklarının, insanlığın miladi 2023 yılına girişini kutluyor, 2023 yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkese üstün başarılar diliyoruz.