PKK bir aydın gençlik grubu olarak Ankara’da doğdu. Kendisini işçi ve köylü ittifakına dayalı emekçi halkın hareketi olarak tanımladı. Kadın ve gençlik kesimini önemli bir öncü mücadele gücü olarak gördü.
Ekim Devrimi’nden sonra, iki dünya savaşı arasında ve bu savaşlardan sonra ulusal kurtuluş devrimleri olarak gelişen kapsamlı devrim hareketleri vardı. Kuşkusuz bunun da yarattığı bir objektivite vardı. Bu objektiviteyi şöyle tanımlayabiliriz: Bir, Ekim Devrimi’nin ortaya çıkardığı moral değer, yeni bir alternatif sistem ve en önemlisi de Sovyet devrimciliğinin ortaya çıkardığı teorik zenginlik söz konusuydu. Diğer yandan buna dayalı Asya, Afrika ve Amerika’da gelişip zafer kazanan ulusal kurtuluş devrimlerinin bu teorik gücü zenginleştirmesi, en geri toplumları devrime açması, Afrika’da siyah derililerinin kapitalist devletlere karşı bilinçlenip örgüt kurarak savaşıp zafer kazanmaları ve bunun yarattığı moral değer, cesaret ve fedakârlık, teorik zenginlik, kendine güven vb önemli gelişmeler vardı.
Bütün bunların hepsi 1960’ların sonunda ‘68 Gençlik Devrimi’ olarak varlık gösterdi. Özellikle mücadele çizgisinde Che Guevara’nın geliştirdiği gerillacılığın etkisi, gençliğin arayışçılığı ve ilkelere bağlılığıyla birleşince ‘68 Gençlik Devrimi’ni doğurdu. 1968 Gençlik Devrimi, sol-sosyalist devrimci hareket içerisinde özgürlük, eşitlik, dayanışma ilkelerine dayalı, aktif mücadeleyi öngören, gerilla tarzını, dolayısıyla silahlı direnişi göze alan yeni bir devrimci akım olarak ortaya çıktı. Bu akımın etkileri Ortadoğu’da, İran’da oldu. Bundan etkilenen, ‘Halkın Mücahitleri, Halkın Fedaileri’ gibi çeşitli gençlik hareketleri de var oldular. Şahlığa karşı gelişen devrimci mücadeleye katılım gösterdiler, böyle bir mücadeleyi var ettiler. Gençlik Devrimi’nin etkileri çok daha fazla Türkiye’de görüldü. Arabistan’a biraz radikal, küçük burjuva milliyetçi akımlar biçiminde yansıdı. Radikal subayların askeri darbeleri biçiminde Nasırcılık, BAAS’çılık olarak varlık gösterdi. En son Filistin Kurtuluş Hareketi öncülüğündeki Filistin direnişine dönüştü.
68 Gençlik Hareketi’nin Türkiye’ye yansıması
68 Gençlik Devrimi’nin Türkiye’ye yansıması 1971 Devrimci Gençlik Hareketini doğurdu. Gençlik öncülüğünde bir Demokratik Halk Devriminin başlamasını yarattı. Özellikle 12 Mart 1971’de genelkurmayın muhtıra verip darbe yaparak faşist saldırılarını geliştirmesi karşısında devrimci gençlik öncülüğünde daha radikal bir direniş gündeme geldi. THKP-C, THKO, TİKKO gibi örgütlenmeler öncülüğünde Türkiye’de güçlü bir devrimci çıkış gündeme geldi. Emekçi kesimler, işçiler, memurlar, aydınlar bu direnişe katıldığı gibi esas olarak direnişe gençlik örgütleri öncülük etti. Böylece 1968 Gençlik Devrimi, 1971 Türkiye’sinde gençlik öncülüğünde bir demokratik devrimci yükseliş olarak ortaya çıktı. Bu devrimi yürüten gençlik, yine bu devrimci mücadeleye omuz veren halk, Türkiye’de yer alan bütün toplumsal kesimlerden oluşuyordu. Kürt gençleri ve halkı bu direniş içerisinde düşünsel ve özellikle de eylemsel olarak aktif olarak yer aldılar. Böylece Kürdistan’da bir politik bilinçlenme ve yeniden bir pratik hareketlenme ortaya çıktı. Bunun üzerinden yeni birçok direniş oluştu.
Bir de 70’lerin başında PKK’nin doğuş koşullarını oluşturan birçok ideolojik, teorik, politik, örgütsel ve eylemsel gelişmeler vardı. Bu süreçte hem Ekim Devrimi’nin sonuçları, hem de ulusal kurtuluş devrimlerinin sonuçlarını ifade eden teorik yazılar çok yaygın bir biçimde Türkçeye çevrilip yayınlandı. Bir anda Türkiye ortamı devrimci teoriyi ifade eden kitaplarla doldu. Bu, Türkiye’de yeni bir bilinçlenme ve aydınlanma yarattı. Aynı bilinçlenme ve aydınlanma Türkiye üzerinden olduğu gibi Kürdistan’a da taştı. Asimilasyon amacıyla kurulan okullarda eğitim gören gençler bu teoriyle aydınlandılar ve yeni bir aydınlanma Kürdistan’da ortaya çıktı. Aynı zamanda ulusal kurtuluş hareketleri zafer kazandılar. Vietnam merkezli olarak Uzakdoğu Asya’da, yine Angola-Mozambik merkezli olarak Afrika’da, Küba merkezli olarak Amerika’da hem zafer kazanan devrimler yaşandı, hem de yaygın bir gerilla hareketi ortaya çıktı. Diğer yandan Avrupa’da gençliğin geliştirdiği devrimci hareketin etkileri bu ulusal kurtuluş devrimleriyle birleşince bütün dünyaya yayıldı. Bilinç, coşku, heyecan, moral, cesaret ve fedakârlık olarak bütün bunlar Kürdistan’daki gençliği ve toplumu etkilediler. Kürt toplumunun yeni anlayışlar ve değerler kazanmasını, Kürt gençliği içerisinde yeni düşünce akımlarının ortaya çıkmasını sağladılar.
Bunlar içerisinde zorlayıcı olan etkenler de vardı. Örneğin teorik olarak sosyalist hareket içerisindeki tartışmalar kafa karıştırıcıydı. Politik olarak sosyalist devletler arasındaki çelişkiler, Çin-Sovyet çelişkisi, Doğu Avrupa ülkeleriyle olan çelişkiler, hareketi zayıflatıcı özellikteydiler. Dahası sosyalist hareket içerisinde, özellikle devlet olmuş hareketlerde devlet çıkarlarını esas alan, devlet hegemonyasını öngören, devletin politik çıkarlarını ideolojik ilkelerin önüne geçiren yaklaşımlar saptırıcıydı. Özgürlük akımlarının ortaya çıkmasını ve gelişmesini engelleyici ve bastırıcıydı.
68 Gençlik Devrimi yeni bir sosyalizm arayışını gündeme getirdi
68 Gençlik Devrimi’nin ya da devrimci gençlik hareketinin en önemli özelliği sosyalist hareket içerisindeki bu savrulmalara, yanlışlara karşı mücadele etmesiydi. Örneğin devlet çıkarlarını esas alan zihniyete ve sosyalist hareket içerisindeki parçalanmaya karşı yeni bir sosyalizm arayışını gündeme getirmesiydi. Politik çıkarlarına dayalı bir sosyalizm yerine özgürlük, eşitlik, dayanışma ilkelerine dayalı, ideolojik yönü önde olan bir hareketi ortaya çıkarmaları söz konusuydu. Reel sosyalizmin bu ideolojik ilkeleri gerçekleştirmeyen, onlarla çelişen özellikleri yanında biraz da hayal kırıklığı ve öfkeyle sosyalizmin eşitlik-özgürlük ilkelerine daha fazla bağlanarak yeni bir sosyalizm arayışını çok güçlü bir biçimde geliştiriyorlardı. Bu çok etkili oldu. Küba Devrimi, özellikle Che gerillacılığı ile de birleşince Afrika’da çok küçük topluluklar bile muzaffer devrimler yapınca, bu arayış, onlardan büyük bir güç ve cesaret aldı. Böylece yeni devrimci arayışlar ve çıkışlar özellikle gençliğe dayalı ve ulusal kurtuluş devrimleri biçiminde 70’lerin başında yaygınlık kazandı.
Önder Apo, PKK’yi bu gelişmelerin etkisi altında ortaya çıkan bir akım olarak 1968 Gençlik Devrimi’nin Kürdistan’daki devamı olarak değerlendirdi. Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi’nin Kürdistan’a taşırılması, devrimci gençliğe dayalı Türkiye’deki devrimci sosyalist hareketin Kürdistan kolunun örgütlenmesi olarak değerlendirdi. Böylece bu koşullar Kürdistan’da aydınlanmayı, bilinçlenmeyi, coşku ve irade kazanmayı, bilinç edinmeyi geliştirdi. PKK bu koşullardan faydalandı. Kürdistan’daki sosyo-ekonomik yapıdaki değişime dayandı ama esas olarak da dünyanın dört bir yanında gelişen 68 Gençlik Devrimi’yle daha çok ilkesel özellik kazanan devrimci hareketlerin gelişimine dayandı, onlardan etkilendi. Bunları kendisine miras aldı.
Kürdistan’da direnişler olmuş ama hepsi yenilmişti ve yenilen hareketlerin de mirası olamazdı. ‘O halde nereden miras alacağız, cesaret ve fedakârlığı nereden oluşturacağız, moral değerleri nereden geliştireceğiz, kendimize bu hareketi geliştirecek mirası nereden bulacağız?’ diye sordu ve işçi sınıfı hareketlerini, devrimci gençlik hareketlerini, ulusal kurtuluş devrimlerini adres gösterdi. Dünyanın neresinde olursa olsun gençliğin, halkların ortaya çıkardığı devrimci gelişmeleri, kendi yarattığı devrimci değerler gibi miras aldı. Onları kendi devrimi gibi görüp benimsedi. Bu bakımdan Önderlik dünyadaki gelişmeleri toplayarak Kürdistan’da yeni bir devrimci harekete dönüştürdü. Bugün eğer Kürdistan’daki gelişmeler dünyayı bu kadar etkiliyorsa, bunda PKK doğuşunun dünyadan etkilenmiş olmasının payı büyüktür.
PKK sadece Kürdistan’daki gelişmelere dayalı olarak ortaya çıkmadı. KDP, YNK, Kürt-aşiretçi-feodal sınıfın geliştirdiği bir hareket olmadığı gibi, yalnız başına geçmişte Kürt beyleri öncülüğünde, aşiretçi-feodal sınıfların öncülüğünde yaşanmış direnişleri de kendisine miras almadı. Onlardan da yararlandı, onları da miras gördü ama onun ötesinde Vietnam, Küba, Angola, Mozambik devrimlerini, Ekim Devrimi’ni miras gördü. Türkiye Devrimci Gençlik Hareketi’ni ve bu temelde gelişen Türkiye demokratik devrimini miras gördü. En çok da 1968 Gençlik Devrimi’ni miras gördü.
PKK bunlardan yararlanarak, böyle bir miras üzerinden oluştu. Öyle ki, bugün Kürdistan’daki devrimci gelişmeler Kürt gençliğine ne kadar heyecan veriyorsa, 1970’li yılların ortasında Vietnam Devrimi’nin zaferi de benzer bir heyecan veriyordu. Afrika’nın siyah derililerinin örgütlenip savaş vererek batı emperyalizmine, kapitalizmine karşı kazandıkları zaferler, gerçekleştirdikleri devrimler de benzer heyecanı veriyordu. Küba Devrimi, Che gerillacılığı heyecan veriyordu. Türkiye’deki devrimci gençlik hareketi, THKP-C, THKO ve TİKKO’nun geliştirdiği hareketler heyecan veriyordu. Devrimci morali, coşku ve heyecanı o gelişmelerden aldı. Devrimci mücadele geliştirme ve zafer kazandırmaya dair kendine güveni ve inancı onlardan aldı. Yoksa zafer kazanmaya inanç oluşturacak bir şey yoktu. PKK’nin doğuşuna vesile olan, 20. yüzyıl devrimlerinin ve dünya koşullarının, halk mücadelelerinin etkisi çok olmuştur. Bilinç, moral, cesaret kazanmada bunlar sadece etkileyici değil, belirleyici rol oynamışlardır. Bu koşulları böyle değerlendirmek gerekir.
Burada şunu da vurgulamakta fayda var: Yeni sömürgecilik temelinde geliştirilen ilişkiler sosyo-ekonomik yapıyı değiştirdi. Yeni sınıflar ve tabakalar ortaya çıkardı. Kürdistan’a yeni bir yapı kazandırdı. Fakat bilinmeli ki, bu Kürdistan’da bilinç geliştirmek, devrimci düşünceyi ortaya çıkarmak, ulusal bilinci ve iradeyi, örgütlenmeyi var etmek için değildi. Bütün bu hareketlenmeyi geliştiren güçler bunu aynı zamanda Kürt soykırımına bağlamışlardı. Hepsi soykırımı gerçekleştirmek, Kürt varlığını, ulus varlığını yok etmek, Kürtleri Türkleştirmek için yapılıyordu. Soykırım esasına bağlıydı. Okullar ona göreydi, yol ona göreydi, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının işletilmesi ona göreydi. Pazar ona göreydi, askerlik ona göreydi. Hepsini bir asimilasyon kurumu, dolayısıyla soykırım amacıyla gerçekleştirdiler. O nedenle ‘sosyo-ekonomik yapı değişti, aydın gençlik oluştu, bu da doğal olarak PKK’nin doğuşunu getirdi’ biçiminde düşünmemek gerekiyor. Bunlar PKK’nin doğuşu için yapılmadı. Tam tersine bunlar PKK gibi bir hareketin hiçbir zaman doğmaması için yapılıyordu. Bu süreci geliştirenlerin, bu koşulları oluşturanların amacı, Kürdistan’da bir daha geçmiş direnişler gibi bir direnişin olmaması, dünyada var olan ulusal kurtuluş hareketleri gibi bir hareketin olmaması, PKK’nin doğmaması içindi. Soykırım amacıyla bunu yapıyorlardı. İşleyen süreç ve objektivite PKK’yi doğuran değil, PKK’nin hiçbir zaman doğmayacağı koşulları yaratmak, yani Kürt soykırımını tamamlamak içindi. Kürt ulusal kültürel varlığını, dilini, tarihini, her şeyini yok etmek içindi. Onunla birlikte gelişti. Planlıydı, örgütlüydü, bütünlüklüydü. Bu anlamda tedbirliydi. Asimilasyon dışında, ona karşıt herhangi bir gelişme olmasın diye her türlü tedbiri alıyordu. Dolayısıyla PKK bu objektivitenin doğal sonucu olarak ortaya çıkmadı. Objektivitenin doğal sonucu Kürt soykırımıydı. Kürt halk varlığının sona götürülmesiydi. PKK bu objektivitenin zıddı olarak doğdu ve ona karşı mücadele etti. Bu koşullar PKK’nin doğuşunda etkili oldu, aydın gençlik grubunun oluşması, Kürt toplumunun hareketlenmesi, sosyo-ekonomik zemin oluşturdu. Dünya devrimci hareketlerinin etkisi Kürt gençliğini cesaretlendirdi, bilinçlendirdi, güç verdi. Ama bunlar Kürdistan’da bir ulusal özgürlük hareketi geliştirmek için yeterli değildi. Bütün bunlar ulusal özgürlük hareketini değil, ancak reformist, milliyetçi akımlarda temsilini bulan işbirlikçi, teslimiyetçi akımları ortaya çıkarabiliyordu. Dolayısıyla PKK bunlara ters, bunların dışında, bunlara karşıt olarak doğup gelişti.
PKK, Önder Apo’nun duygularının, düşüncelerinin örgüte ve eyleme dönüşmesidir
PKK’nin oluşumunda bu objektivitenin etkisi vardı ama belirleyici değildi, belirleyici olan Önderlik gerçeğiydi. Önderliksel doğuşun özellikleriydi, Önder Apo’nun kişilik özellikleri ve devrimci anlayışıydı. Bu bakımdan PKK objektif koşulların bir ürünü ya da çeşitli güçlerin bir araya gelerek oluşturdukları bir hareket değil, esas olarak Önder Apo’nun ruhunun, duygularının, düşüncelerinin, davranışının örgüte ve eyleme dönüşmesi, Önderlik eylemi ve çabasının ortaya çıkardığı bir sonuçtu. O nedenle de PKK, objektif koşulların özelliklerini bünyesinde etki olarak taşır. Ama esas PKK özelliklerini var eden gerçeklik, Önder Apo’nun kişilik özellikleridir. Devrimci ruhu, bilinci, duygusu, düşüncesi, yaşam tarzı, üslubu ve anlayışıdır. PKK’nin doğuş koşullarını bilmek ama PKK’yi o koşulların doğurduğunu sanmamak lazım. O koşullar aslında PKK gibi bir hareketin doğmasını imkânsız kılmayı öngören, onun ömür boyu bir daha doğmaması için tedbir geliştiren koşullardı. Önder Apo o koşulları kırdı. O ortamdan onlara karşıt bir çıkış yaptı. Dolayısıyla belirleyici öğe Önderlik özellikleri oldu. O halde PKK’yi doğru anlamak için Önder Apo kişiliğini ve kişilik özelliklerini her bakımdan doğru anlayıp özümsemek gereklidir. Çünkü örgüte ve eyleme dönüşüp partileşen bu özelliklerdir. Önderlik özelliklerini irdelemeyen, öğrenmeyen, özümseyemeyen, PKK’yi doğru ve yeterli anlayamaz ve bilemez.
Önder Apo, savunmalarda ‘kişiliğini ve kişilik özelliklerin her bakımdan doğru anlamak için şunu belirtmiştir:
“Abdullah Öcalan kimliğinin bir taslağını çizmek, olguyu en yoğun biçimde yaşayan kişi olarak, benim için bir görev olmaktadır. Böyle bir çizim aynı zamanda tarih, sosyoloji, biyografi ve sanat çalışması yapanlar için konuyla ilgili önemli bir belge boşluğunu gidermiş olacaktır. Ayrıca teorik ve pratik bir kurum olarak geniş bir çevreyi somut olarak ilgilendirmesi ve birçok toplumsal gelişmeyi etkilemesi, doğru tanımlanmasını daha da önemli kılmaktadır. Hakkımda yazılmış ve yazılacak, söylenmiş ve söylenecek olan birçok değerlendirmeyi aydınlatmak açısından da bu yararlı olacaktır. Konunun bilimsel ve edebi boyutlarıyla işlenmesi de şüphesiz gerekmekte ve her geçen gün önemi artmaktadır. Bireyde tarihin ve bir halkın bu denli yoğunlaşması pek az yaşandığı gibi, bir bireyin de bu denli bir yalnızlık yürüyüşü ile bir tarihi ve halkı yoğurması ve yürütmesi az görülmüştür. Aydınlatılması gereken birçok husus olduğu her geçen gün daha çok fark edilmektedir. Hem dost ve yoldaş çevresinde hem de muarızların duygu ve düşüncelerinde uyanan soru işaretlerine ve yaşamlarında ortaya çıkan değişikliklere doğru yorumlar getirmek de doğru bir kimlik tanımlanmasını yaşamsal kılmaktadır. Daha da önemlisi, kimliği doğru tanımlayamamak, yol açtığı muazzam trajedilere daha büyüklerini gereksiz biçimde ekleme tehlikesini taşımaktadır. Yine konunun çok geniş bir istismarcı çevresi de oluşmuş bulunmaktadır. Doğru tanımlanmama, bunların oyunlarını ve çıkarlarını daha rahat sürdürmelerine katkıda bulunacaktır.”
Demek ki PKK gerçeği ve doğuşu, Önder Apo’nun duygu, düşünce, ruhsal yapı ve davranışının doğrudan örgüte ve eyleme dönüşmesini ifade ediyor. Tümüyle bir Önderliksel gelişme hareketi; Önder Apo’nun duygularının, zihin gücünün, bilincinin ve emeğinin ürünü oldu. PKK’yi doğru anlayabilmek için bugüne kadar nasıl geldiğini, bu gelişmeleri nasıl gerçekleştirdiğini bulabilmek için kuşkusuz Önderlik gerçeğine bakmak gerekiyor. Bu da Önderlik doğuşuna, Önderlik oluşumuna bakmayı gerektiriyor.
Birinci Önderliksel Doğuş
Önderlik bu temelde bireysel ve örgütsel yaşamını üç döneme ayırarak ‘birinci dönem’ için şunları belirtmiştir. “Bireysel ve örgütsel yaşamımı üç döneme ayırmak mümkündür. Birinci dönem, kendi toplumsallığımı kendim kurabilmeliyim iddiası temelinde anamla giriştiğim çatışma ile başlamış, aileye ve köye karşı gösterdiğim tepkiden sonra ilkokula gitmemle gelişmiştir. İlkokula başlamak devletleşmeye ilginin ilk ciddi adımıdır. Kişilik komünal toplumdan devletçi topluma doğru dönüşüm adımını atar. Şehirleşmeyle birlikte yürür. Şehir değerleri kırsal komünal değerlere göre üstün sayılır. Ortaokul ve lise öğrenimi, memurluk ve üniversitenin son sınıfına kadar okumak devlet adamlığı için ön hazırlıktır. Herkeste bu yaşlarda şehir-devlet kişiliği kati bir şekilde hâkim olur. Geri bırakılmışlık ve ezilen milliyet konumu devlete tepkiye dönüşür. Sol sempatizanlık aslında adil, eşitçi ve daha kalkınmacı devlet arayışından başka bir anlama gelmez. Kişilik bu dönemde ezici biçimde geleneksel toplumun bağlarından kopartılmıştır. Anacıl komünal kırsal toplum ve soy toplumu büyük oranda inkâra uğramış; bunun yerine kendinde geçmişini inkâr eden, küçük gören, devlet ve şehir büyüklüğüne tapınan, gözü kara biçimde resmi düzene koşan oldukça marjinal bir kişilik oluşmuş, oldukça trajik bir kişilik katliamı yaşanmıştır. Eski toplumu, ana babasını, kardeşlerini, komşularını, köyünü, akrabalarını, yaşlıları, çocukları, kadınları, soyunu ve sınıfını hor gören bu yeni ‘ne oldum delisi’ kişilik tüm az gelişmiş ülkelerde bir afet halini almıştır. İçerikten yoksun bir modernizmle insanın temel toplumsal değerlerine karşı derin bir yabancılaşmayı yaşar. Kapitalist sistemin ezici üstünlüğü altında gelişen bu kişilik sahte bir tepki ile solculuk yaptığında bile marjinaldir. Toplumdan kopukluğu derinleşerek devam etmektedir. Okul okuma, şehirde işçilik ve devlet memuriyeti bu kişiliği tarihten ve gelenekten koparıp ‘teneke’ bir kişilik haline getirmiştir. Duyarsız, inkârcı, maaşa bağlanmış ve şehir fahişeliğine takılmış bu kişilikten kaynaklı her şey kapitalizm ve ona engel toplumun değerleri karşısında iflas etmek durumundadır. Reel sosyalizm, sosyal demokrasi ve ulusal kurtuluşun gerçek bir toplumsal dönüşümü sağlayamaması bu kişilikle yakından bağlantılıdır. Çağımızın her tür sapmacı, faşist, totaliter ideoloji ve pratiklerinin sosyal temeli bu kişilik oluşumuna dayanmaktadır. Fransız Devrimi ile sıçrama yapan bu kişilik 1990’larda eski cazibesini yitirmiş, bu durum tekrar bir normalizasyon sürecine girmesiyle sonuçlanmıştır.”
Böylece ‘Önder Apo’nun kişilik şekillenmesinin nasıl gerçekleştiği?’ sorusuna geliyoruz. PKK’yi öğrenmeye ve anlamaya çalışırken önümüze bu soru çıkıyor.
Önderlik, Urfa yöresinin tarihsel toplum gerçeğini yansıtan bir kişiliktir
Urfa tarihsel toplum gerçeğinin en çok şekillendiği, kökleştiği bir alandır. Toplumsal yapı aslında neolitik devrimden geliyor, çok güçlü bir tarım ve köy yapısı var. Zagros-Toros altın hilalinin verimli eteklerini ifade ediyor. Urfa yöresi de bu toprak parçasının bir bölümüdür. Dolayısıyla yerleşik yaşamın, toplumsallaşmanın, ilk kültür birikiminin, uygarlığın en uzun süreli ve en güçlü bir biçimde geliştiği bir sahadır. Yapılan arkeolojik kazılar ile yeni bulgular çıkıyor, “Göbekli Tepe” bulunuyor. Bu da 12 bin yıllık bir tarihsel kesiti oluşturuyor. Gelişme ve zenginlik de oraya dayalı olarak ortaya çıkıyor. Urfa böyle bir zenginliği, tarihsel geçmişi olan bir alandır. Dolayısıyla toplumsal dokusu çok güçlü, kültürü çok zengindir. Alanda birçok uygarlık iz bırakarak yaşamıştır. Bunlardan önemli bir tarihsel toplum gerçeği oluşmuştur. Bu temelde kutsal bir kent olarak biliniyor. Kudüs ile birlikte aslında insan düşüncesinin en çok geliştiği iki kentten biri olarak biliniyor. Hz. İbrahim’in Urfa’da doğup Kudüs’e gittiği söyleniyor. Urfa, İbrahimi kent olarak tanınıyor. Düşüncenin, dinin, kültürün bu temelde derinliğine geliştiğini, köklü bir kültürel yapının burada ortaya çıktığını biliyoruz. Her bakımdan uygarlığa, gelişmeye katkı sunmuş bir alandır. Sanatçıların, yazarların, topluma hizmet eden önemli düşünce ve eylem insanlarının peygamberlere kadar bu alandan çıktığı biliniyor. Peygamberler şehri olarak tanınıyor ve ifade ediliyor. Bu bakımdan Önderliğin Urfa ve yöresinin tarihsel toplum gerçeğini yansıtan bir kişilik olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Bu saha diğer yandan zengin bir etnisiteye de sahiptir. Esas olarak Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bir bölge ama tarih içerisinde Kürtler, Ermeniler ve Türkmenler iç içe yaşıyorlar. Böylece dil ve kültür bakımından farklı etnisiteleri bir arada toplayan, zenginlik oluşturan bir saha oluyor. Hem çelişkiler hem de birbirini besleme bakımından farklı kültürlerin bir arada bulunması kişilik oluşumuna etki yapıyor. Önderlik şekillenmesinde bu zeminin etkisi var. Önder Apo’nun kendi köyü, Türkmen ve Ermenilerin iç içe yaşadığı bir köy oluyor.
Dolayısıyla farklı toplulukları da yakından tanıyor. Topluluklar arası çelişkilerden etkileniyor. Aileler arası kavgalar var. Annesinin kendisini komşusundan intikam almak üzere eğitmeye çalıştığını Önderlik hep ifade etti ve o öğüde uymadığını da söyledi. Diğer yandan doğup okula gitme yaşına geldiği zaman da Türkiye’de yeni sömürgeciliğin geliştiği, Kürdistan’ın buna açıldığı, bu çerçevede okulların her tarafta hızla yayıldığı bir dönem oluyor. Yedi-sekiz yaşına geldiği dönemde okula gitme, okuma-yazma öğrenme, olumlu-olumsuz yeni şeylerle karşılaşma fırsatı buluyor. Önderlik ‘Kürt sorununun kendisi için okula gittiği ilk günden başladığını’ söylüyor. O başlangıç en azından Türkçe diliyle karşılaşmayı ifade ediyor. Kendisi Türkçe değil, Kürtçe biliyor. Dolayısıyla okula gidebilmesi için Türkçe öğrenmesi gerekiyor. Yeni bir dil öğrenmek öyle kolay değildir. Ciddi bir sorun ve zorluk içeriyor. Bundan dolayı hep kendi içinde ‘okullar niye Kürtçe değil, Kürtçe olsa biz daha iyi okur, başarılı oluruz’ diye düşünüyor.
Daha çocuk yaşta okula giderken karşısına böyle dil değiştirmek gibi kişilik ve insan yaşamı üzerinde çok köklü etkisi olan bir sorunla karşı karşıya geliyor. Bunun zorluklarını, kişilik üzerindeki etkilerini algılamak önemlidir. Bunu gerçekleştirebilmek için de kuşkusuz çok çaba harcıyor. Kendisini o tarafa daha fazla kaptırıyor. Elbette kişilikte sürekli bir şekillenme, bir oluşum var. Kişilik durağan ve değişmez değildir. O bakımdan ilkokul yılları da sayıldığı zaman Önderliğin çocukluğunun, temel kişilik özelliklerinin Amara ve çevresinde, köy ve okul yaşamında şekillendiğini biliyoruz. O alanın özelliklerinin izlerini taşıyor. Ruh, duygu, düşünce ve davranış yapısı orada şekillenip açığa çıkıyor.
İnsan sosyal bir varlıktır. Canlı olarak doğuştan gelen özellikleri var ve bunlar potansiyel özelliklerdir. Her türlü gelişmeye açıktır. Bu özellikler nötrdür, kişilik doğuştan oluşmuyor. İçinde yaşayıp büyüdüğümüz ortamda ediniliyor ve sonradan şekilleniyor. Hiç kimse ‘ben böyle doğmuşum, bu özellikler doğuştan geliyor’ diyemez. Evet doğuştan herkeste benzer özellikler vardır, bunlar da genlerde saklıdır, nötrdürler, potansiyeldirler. Aktifleşmeleri de içinde büyüdükleri ortamda oluyor. O ortam ve koşullar hangi özelliğin aktifleşmesine fırsat veriyorsa o özellik aktifleşiyor. Bu temelde kişilikler inşa edilmiş kişiliklerdir. İlk 7-10 yıl arası kişilik özelliklerinin en çok şekillendiği, kişiliğin en çok geliştiği dönemdir. Ondan sonraki on yılda hızın biraz daha azaldığı, daha sonraki süreçte ise bu hızın daha da çok yavaşladığı, değişim ve dönüşüm ile kişilik şekillenmelerinin zayıfladığı, kişinin daha tutucu, daha kalıpçı hale geldiği bir dönem yaşanıyor. Bu, insan kişiliğinin diyalektiği, gelişme yapısıdır. Dolayısıyla Önderlik kişiliğinin oluşumunu da değerlendirirken bu esaslara göre almalıyız. Bu esaslar da kişilik özelliklerinin en fazla şekillendiği yerin Halfeti’deki tarım-köy toplumu ortamında olduğunu, yine ilkokul ortamında şekillendiğini anlamalıyız. Onun için Urfa’nın tarihsel toplum gerçeğini, mevcut toplumsal yapısını vurgulamaya çalıştık. O bakımdan okula gidişini, okul özelliklerini vurguladık. Önderliğin kişilik özellikleri bu ortamda oluşmuştur, bu ortamın özellikleri içerisindedir. Dikkat edilirse tarihsel olarak birikmiş kültürel yapısı da güçlü bir alandır. Dolayısıyla bu durum düşünce gücünün, davranışlarının gelişmesine zemin sunup hizmet ediyor.
Etnik çelişkiler var, okulda Türkçeyle karşılaşıyor, sömürgecilikle ilk karşılaşması orada oluyor. Bunun yarattığı çelişkiler var. Bunlar da çelişkili ortamda yetişmesine yol açıyor. Diğer yandan yeni sömürgecilik gelişiyor. Kapalı-feodal toplum parçalanıyor. Yeni gelişmeler karşısında dağılan, parçalanan toplumsal yapının kendi içinde yaşadığı çelişkiler var. Aile ve köy içerisinde çelişkiler var. Eski değer yargıları yıkılıyor ama yerine yeni olarak nelerin konulacağı hala çok belirgin değildir. Böyle bir çelişki ortamında büyüyor. Dolayısıyla bu çelişkilerin yol açtığı mücadeleler kişiliğinin şekillenmesine yön veriyor. Bir mücadeleci, arayışçı, hareketli kişilik burada oluşuyor. Önderlik kendisini tanımlarken ‘cıva gibi hareketli olmanın yanı sıra hep bir arayış içerisindeydim’ diyor. Din ile ilişkilerinde hocasına ‘bir gün uçacağını’ söyletecek kadar ilerlemesi var. Din de yoğunlaşarak bir çare arıyor.
Önderlik, dağılan toplumun zayıflığını, kendisi için bir gelecek yaratamayacağını görüyor
Önderlik içinde şekillendiği toplumsal yapıyı şöyle tanımlıyor. “Daralmış ve kapanmış toplumsal yapıya yönelik dıştan gelen dağıtıcı etkiler karşısında toplumsal yapı çaresizdir. Sömürgecilik, asimilasyon ve soykırım gelişiyor. Toplumun tüm değer yargılarına, ulusal ve kültürel değerlerine saldırı var. Ama bu değer yargıları kendilerini savunmaktan aciz, çaresiz ve güçsüzdür. Dolayısıyla bir şey vermiyor, kazanma şansı yoktur. Yetiştirmek istediği çocuğa güçlü bir gelecek vadetmekten uzaktır.” Bunu fark etmesine okulda, köyde yaşadığı çelişkiler yol açıyor. Ailenin çatışmalı olma durumu, dağılan köy yaşamının çaresizliği, aile içindeki ilişkiler, ana-baba ilişkilerinin güçsüzlüğü söz konusudur. Önder Apo “Anladım ki babamın tarzıyla yaşam kazanılamaz” tespitine gidiyor. O tarz hep söylenen, tepki duyan, kendini rahatlatan ama yol-yöntem, çare geliştirmeyen, çözüm bulamayan tarzdır, yaşam karşısında çaresiz ve çözümsüzdür. Anne biraz etkili olmaya çalışıyor ama onun da yönlendirdiği eski geleneksel bir kişiliğin ortaya çıkmasıdır. Aile-aşiret kavgaları içerisine gömülmüş, onun için hazırlanan bir kişiliğin ortaya çıkarılmasıdır. Önder Apo bunu baştan reddettiğini söylüyor. Bunun için annesiyle çatışmalara giriyor. Annesine gelecek vadedemedikleri bir çocuğu niye doğurduklarını soruyor ve “bir tavuğun kendi yavrusu için hazırladığı gelecek kadar bir geleceği benim için hazırlama gücünüz yok” diyor. Dağılan toplumun zayıflığını, kendisi için bir gelecek yaratmayacağını o düzeyde görüyor.
Diğer yandan arayışçıdır, çaba harcıyor. Dinde yoğunlaşıyor. Din düşüncesiyle karşı karşıya kaldığı soruna cevap arıyor. Fakat o da bazı şeyleri ezberlemekten öte bir şey vermiyor. Böyle olunca pratiğe, çalışmaya, emeğe, okula yöneliyor. Okulun en iyi öğrencisi, yaşamın en çalışkan kişiliği olmaya çaba harcıyor. Bu amaçla emeğe saygılıdır, emek sahibidir. Emekle yaşamın yaratılabileceğini anlıyor, böylelikle emekle yaratılan yaşamı değerli buluyor. Emekçi, üretken yanı, yaratıcılığı, arayışçılığı burada ortaya çıkıyor. Böylece daha küçük yaşta içinde bulunduğu ortamı çözümleyen, ortama eleştirel bakan, olumlu yanları kadar olumsuzluklarını da görüp oradan kendisini kurtarmaya, yol-yöntem aramaya, çözüm bulmaya yönelen bir davranış ortaya çıkıyor. Onun için gördüğü çare güç sahibi olmaktır. Güç nerededir? Güç ise gelişen egemen devlettir. Devleti, egemenliği, gücü temsil eden birinci kuvvet ise Kürdistan’da ordudur. Bunu görüp fark ediyor, bu temelde oraya giderek güç sahibi olmak istiyor. Fakat ona da içinde bulunduğu durum imkan vermiyor. Böyle olunca başka arayışlara giriyor. Ortaokula gidiş o temeldedir. Tapu Kadastro Meslek Lisesi’ndeki arayışçılığı tümüyle böyledir.
Dolayısıyla var olanı eleştirme ve aşma çabası daha küçük yaşta, çocukluk döneminde, köy ve okul yaşamı içerisinde gelişiyor. Bunu aşmak için askeri okul mümkün olmayınca başka yollar arıyor. Ortaokul sürecinde köyden ayrılmanın ne kadar zor geldiğini anlatıyor.
Ardından Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde dört yıl okuyor. 14-15 yaşındadır. Bu yaşta aileden ve içinde büyüdüğü toplumsal ortamdan kopuyor. Başka bir toplumsal ortama gidiyor. Kürt toplumsal yapısından Türkiye toplumsal yapısına giriyor. Köyden çıkıyor şehre gidiyor. Aile yaşamından çıkıyor yatılı okul yaşamına gidiyor. Bunların hepsi çok köklü değişikliklerdir. O yaşta değişiklikleri yaşaması çok önemlidir. Ona cesaret etmesi bile ciddi bir gücü gösteriyor. Diğer yandan bu kadar değişken bir ortam, kişiliğinde çok hızlı bir gelişme ve değişime yol açıyor. Tapu Kadastro Meslek Lisesi Ankara’nın merkezi yerlerinden Kızılay ve Maltepe arasında bir yerdedir. Dolayısıyla şehrin merkezi bir alanıdır. Şehir toplumuyla o okulda bu biçimde iç içe geçiyor. Her ne kadar yatılı okulda kalsa da eğitimini böyle merkezi bir şehirde yapıyor. Ankara, TC devletinin başkentidir. Bütün devlet kurumları oradadır. Yeni gelişen bir şehirdir, iç çelişkileri çok yoğundur. Devleti temsil eden, şekillendiren, yöneten şehirdir. Kürt karşıtı ve soykırımcı bir devletin başkentidir. Dolayısıyla tepeden tırnağa Kürt karşıtı özelliklerle doludur. Kürtler üzerinde fiziki soykırım, tehcir geliştirmiş, şimdi de kültürel soykırım geliştiriyor. Böyle bir kültürel soykırımda her düzeydeki okullar çok önemli bir kurum oluyor. Önderlik, bir Kürt genci olarak hem de başkentte böyle bir kültürel soykırım kurumuna bilim öğrenmek ve bir şeyler okumak için gidiyor. Tabii bu yepyeni şeylerle tanışmasını, devleti, Türkiye toplumunu, sömürgeci soykırımcı özellikleri genç yaşta erkenden ve tüm özellikleriyle birlikte tanımasını getiriyor. Onlarla çok canlı bir biçimde karşılaşıyor, üzerinde baskısını hissediyor ve kendisini kuşkusuz ona karşı bir duruş ve mücadele içerisinde oluşturuyor.
Burada iki eğilim var: Bir, kendi gerçeğinin mevcut düzende gelecek vadetmediğini görüyor. Bu anlamda içine yeni girdiği modern Türkiye ve devlet ortamına göre kendini değiştirmek, şekillendirmek, geliştirmek istiyor, başka çare yoktur. Önüne hedef olarak o konmuş, onu başarıyla gerçekleştirmek için okula gidiyor. Okulda başarılı öğrenci olmak için her türlü çabayı harcıyor. Sadece okul için değil, içine girdiği yeni siyasi ve toplumsal ilişki içerisinde de en yetkini olmak amacıyla bunu yapıyor. Diğer yandan çocukluktan edindiği eski toplumsal yapı özellikleri buna izin vermiyor, bunlara karşı direniyor. Kendisini savunmacılığa, direnmeye ve korunmaya itiyor. Böyle çok derin bir çelişki içerisindedir. Önder Apo böyle bir çelişki içerisinde ilk gençlik yıllarını yaşıyor.
Önderlik için her süreçte arayışçılık esastır
Yalnız başına da olsa Ankara gibi bir yerde arayışçılığı devam ediyor. Henüz daha lise çağında olsa da her yere gidiyor. Dinci, sağ akımların kurumlarına gittiği gibi, en sol akımların yürüyüşlerine de katılıyor. Görmeye, anlamaya ve kendisine bir doğrultu bulmaya çalışıyor.
O dönem Türkiye’de yeni akımların geliştiği dönemdir. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonraki 1961 Anayasası yeni örgütlenmelere biraz kapı aralamıştır. Ortaya çıkan yeni toplumsal yapılar kendi çıkarları için örgütlenmeye yönelmişlerdir. Bu çerçevede yeni akımlar gelişiyor. Milliyetçilik, dincilik, solculuk sosyalizm gelişiyor. Öncenin tekçi resmi ideolojisi Kemalizm parçalanıyor. Yeni ideolojik akımlar ortaya çıkıyor. Bu akımlar kendilerini teori olarak ortaya koyuyorlar, örgütsel olarak büyütmeye çalışıyorlar ve adım adım eylem alanına yöneliyorlar. Dolayısıyla Türkiye ortamı gittikçe ideolojik-siyasi çelişki ve çatışmaların yoğunlaştığı bir seyir izliyor. Bunun merkezi de Ankara’dır. Önder Apo ise bu dönemde Ankara’da Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde öğrencidir. Bütün bu olup bitenlerin merkezinde bulunuyor ve hepsini görmek, anlamak istiyor. Her yere gitmeye cesaret ediyor. Olup bitenleri anlamaya, kendisi açısından ders çıkarmaya, buna dayanarak kendisine bir yön çizmeye çalışıyor. Böyle bir ortamda “Sosyalizmin Alfabesi” kitabını okuduğunu söylüyor.
O zamana kadar Muhammedi düşüncede derinleşip karşı karşıya bulunduğu sorunları çözmek için dinde çare ararken, artık dini düşüncenin, yaşadığı sorunlara çözüm getirmeyeceğini anlıyor ve yaşadığı sorunları çözümlemek açısından sosyalizmi daha çözümleyici görüyor. Böylece düşünce sisteminde önemli bir değişiklik yaşıyor. Sol-sosyalist düşünceye katılımı, sosyalizmi öğrenme ve sorunlarına çözüm aramanın sosyalist düşüncede gelişmesi dönemi başlıyor.
1969-70 Güney Kürdistan’da da KDP hareketinin en çok geliştiği, çatışmaların olduğu bir dönemdir. Olduğu gibi Kuzeye yansıyor. Bundan dolayı Güney’deki Kürt hareketini, buna dayanarak tarihsel Kürt siyasetlerini ve hareketlerini Amed’de daha yakından tanıyor. Amed, Kürdistan’ın toplumsal ve siyasi merkezidir. Dolayısıyla Kürt toplumuna ve siyasetine dair en geniş bilgiler orada mevcuttur. Urfa gibi bir toplumsallık merkezinde büyümüştür. Gençken de Kürt toplumunun siyaset merkezine, insanlığın en önemli uygarlık merkezlerinden biri olan Amed’e gitmiş oluyor. Bu arada Ankara gibi Kürdistan’a soykırımı dayatan bir merkezde dört yıl yaşıyor. Türkiye toplumunu, devlet ve soykırım gerçeğini yaşayarak görüyor. Dolayısıyla Amed’deki bir yıl Önderlik kişiliğinin şekillenmesinde çok önemli bir yıl oluyor. Kürt gerçeğini, toplumunu, siyasetini kavramada önemli bir bilinçlenme yaşıyor. Büyük bir güç ediniyor, önemli bir bilgi birikimi oluşturuyor.
Bir yandan tarihsel gerçekliği, dünyadaki gelişmeleri, diğer yandan Kürt insanının ve toplumunun zayıflığını görüyor. Hem tarihine hem de dünyadaki gelişmelere denk olmayan duruşunu görüyor. Bu da içinde çok büyük bir çelişki oluşturuyor. Buna karşı bir arayışı ve mücadelesi var. Halkla tartışıyor, köylülerle tartışıyor.
Önder Apo’nun çelişkilere karşı duyarlılığı, kişilik gelişiminde önemli bir etkendir
Bu tartışmalar ve diyaloglar Önder Apo’yu daha çok yoğunlaşmaya ve araştırmaya götürüyor. Kürdistan uygarlığın geliştiği bir yer olacak; yine dünyada bu kadar gelişme yaşanacak ama toplum ve onu oluşturan fertler bu kadar zayıf kalacaklar, hiçbir gelecek öngöremeyecekler. ‘Bu durum nereden kaynaklanıyor, nasıl ortaya çıkmıştır?’ gibi çözüm arayan sorular çoğalıyor. Bu da önemli kişilik gelişimine yol açıyor. Kişiliği çok yoğun bir çelişki ortamında şekilleniyor. Bütün bunlara karşı çok duyarlıdır ve hepsini kendisi için sorun yapıyor.
Sorumluluk duygusu Önder Apo’nun en temel bir özelliğidir. “Kürt sorununu ben yaratmadım, benden önce yaratıldı. Herkes bu sorunu görüyordu ama herkes gözünü kapattı, görmezden geldi, ben herkes gibi yapamadım, gözümü kapatamadım. Görmüyorum diyemedim, burada sorun var dedim ve üzerime kaldı” dedi. Sorumluluk duygusu bu düzeydedir. Dolayısıyla Kürdistan’da olup bitenlere, Amed’de gördüklerine ve yaşanan her şeye karşı sorumluluk duyuyor. Hafızası çok güçlüdür. Sadece okuduğunu, gördüğünü değil, duyduğunu da hafızasına yerleştiriyor, bir daha unutmuyor. Sorumluluk duygusu, sorunları açığa çıkarması ve çözüm arayışı onu böyle duyarlı, zeki kılıyor. Okuduğunu, gördüğünü, duyduğunu öğrenen, olayları birbirine bağlayan bir özelliğe sahiptir. Çok büyük bir muhakeme gücü var, diyalektiği, yorum yapma ve sonuç çıkarma yetisi çok güçlüdür. Çevresindeki bütün sorunları kendi sorunu olarak görüyor, kendini sorumlu görüyor ve çözüm arıyor.
1970-71 öğretim yılında İstanbul’a gidiyor. Hukuk fakültesine kayıt yaptırıyor, bir yıl orada kalıyor. 1970 sonu Türkiye’de devrimci eylemin, kitle hareketinin en çok yükseldiği, doruğa çıktığı, zirveye ulaştığı bir dönemdir. 12 Mart 1971’de de askeri darbe oluyor. 1970 sonunda devrimci kitle hareketi zirveye ulaşıyor. 1971 yılı baharında ise faşist gericilik darbe yaparak bu devrimci gelişmelerin önünü kesmeye, durdurmaya, darbelemeye çalışıyor. Türkiye’de toplumsal ve siyasal mücadele bu düzeyde keskindir. Devrim ve karşı-devrim hamleler halinde zirveyi yaşamaktadır. Devrimin önemli merkezlerinden biri de İstanbul’dur. Başkent Ankara’dır ama daha önce yüzlerce yıl devlete başkentliği yapmış şehir İstanbul’dur. Toplumun en çok yoğunlaştığı, nüfusun en çok toplandığı yerdir. Dolayısıyla Türkiye toplumu denen yapıyı en çok temsil eden yer de orasıdır. Bu nedenle de yaşanan devrim karşı-devrim çatışmasının en keskin ve yoğun yaşandığı kent de yine İstanbul oluyor. Önder Apo böyle bir dönemde İstanbul’da bulunuyor. Dikkat edelim, Urfa’da çocukluğunu yaşıyor, Ankara’da ilk gençlik yıllarını geçiriyor, arkasından bir yıl Kürdistan’ın başkenti Amed’de memurluk yapıyor ve bilincini geliştiriyor. Devrim ve karşı devrim çatışmasının bu kadar yoğun olduğu bir ortamda da İstanbul gibi sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu toplumsal yapısının en çok yoğunlaştığı, karmaşık olduğu, Ortadoğu ile Avrupa kültürünün iç içe geçtiği bir kentte bu çatışmalı durumu gözlüyor, onun içinde yer alıyor. Bu da kişilik özelliklerinin şekillenmesine çok daha fazla hizmet ediyor. Birçok eyleme katılıyor. Doğrudan içinde yer alıyor. Artık bir devrimci, bir sempatizandır.
Bir yandan Kürt ağa ve beylerinin üniversiteye gitmiş çocuklarının oluşturduğu DDKO (Doğu Devrimci Kültür Ocakları) isimli derneğe gidiyor. Bu dernek o dönemde İstanbul’da faaliyet yürütüyor. Üniversiteye gidebilenler daha çok varlıklı ailelerinin çocuklarıdırlar. O süreçlerde yoksul kesimlerden gençler okuyamıyor, şehirlere gidemiyor, üniversitelere ulaşamıyorlardı, sadece varlıklı bazı ailelerin çocukları gidebiliyorlardı. Onlar da bir örgütlenme biçimi olarak DDKO derneğini geliştiriyorlar. Değişen Türkiye ortamında Kürtlere yer arıyorlar, Kürt varlığıyla ilgilidirler. Soykırıma karşı Kürtlerin var olduğunu savunuyorlar ama Kürdistan’a daha fazla okul, elektrik, su, yol getirilmesini, daha çok kapitalizmin girmesini istiyorlar. Kısacası Kürdistan üzerindeki sömürüden kendilerine de biraz pay verilsin istiyorlar. Onların özellikleri böyledir. Önderlik, o süreçte Kürdistan üzerinde hareket eden güçler olarak onları tanımış oluyor. Onun yanında Türkiye devrimci hareketini, onun öncülüğünü yapan devrimci gençlik hareketini de tanıyor. Birçok mitinge, yürüyüşe katılıyor, hareketleri gözlüyor. THKP-C’nin düzenlediği bir toplantıya katılıyor ve orada Mahir Çayan ile karşılaşıyor. Mahir Çayan’ı görmesi ve dinlemesi kişiliği üzerinde çok fazla etki yapıyor. Mahir Çayan’ın söyledikleri Önderliği çok etkiliyor. Kendisini etkileyen söz Kürt sorunu üzerinedir. Mahir Çayan “Kürt sorununun öyle basit ele alınmaması gerektiği, çok ciddi ve köklü bir sorun olduğunu, devrimcilerin ciddi yaklaşmaları gerektiğini” söylüyor. Devrimci gençlik önderinin konuşması, Önderliğin çözüm aradığı sorun üzerinedir. Bu konuşma Önderliği fazlasıyla etkiliyor. Ondan sonraki yaşamı Mahir Çayan ve THKP-C sempatizanlığıdır. Örgütlü bir yapıya girmiyor ama Mahir’in sözleri ve davranışları Önderliğin üzerinde etki yapıyor ve sempati duyuyor.
Ardından 12 Mart 1971 askeri darbesi geliyor. Darbe bu sefer sert bir baskı hareketiyle bütün gelişmeleri ezip imha etmek üzere ağır bir karşı-devrimci saldırıyı ‘Balyoz Hareketi’ adıyla başlatıyor. Bu durumda legal örgütlenen yapılar çok fazla direnemiyorlar. İllegal örgütlerden Mahir Çayan’ın liderliğini yaptığı THKP-C. Deniz Gezmiş’in öncülüğünü yaptığı THKO, Daha sonra İbrahim Kaypakkaya’nın önderliğini yaptığı TKP/ML-TİKKO 12 Mart Darbesi’ne karşı direnişe geçiyorlar. Dağa çıkmaya ve gerilla hareketi geliştirmeye yöneliyorlar.
İkinci Önderliksel Doğuş
Önderlik 1971-72 öğrenim yılında, 71 güzünde tekrar Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesine kaydını yaptırıyor. Böylece Amed’i, İstanbul’u tanımış ve oradan almış olması gerekenleri almış olarak tekrar sömürgeci başkent Ankara’ya geliyor ve oranın en önemli siyaset okuluna kayıt yaptırıyor. Ankara’da öğrenciyken 30 Mart Kızıldere Katliamı gerçekleşiyor. Siyasal Bilgiler Fakültesi içindeki bir grup gençlik protesto bildirisi yayınlıyor. Önderlik tereddütsüz o bildiriyi dağıtanlardan oluyor. Zaten İstanbul’da Mahir Çayan’ı tanımış, sempatizanı olmuş, üzerinde katliamın etkisi var. Onun üzerine bildiri dağıtımına katılıyor. Böyle bir eylemden dolayı tutuklanıp Mamak cezaevine konuluyor.
1972 Nisan-Kasım arası Mamak cezaevindedir. Yedi ay orada kalıyor. O dönemde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam ediliyorlar. Onları gözlüyor, duyuyor. Sıkıyönetim mahkemeleri çok sayıda yargılama yapıyor. O yargılamaların sonuçlarını öğreniyor. Devrimci kadroların hepsi, bütün liderler cezaevindeler. Önemli bir bölümü de Mamak cezaevindedir. Onların bir kısmını tanıyor. Bütün dışarıdaki gelişmeleri görmüş, alması gerekenleri almış, bu sefer zindanda yaşananları görüp alıyor. Bütün bunlar üzerinde ciddi bir yoğunlaşma yaşıyor. Bu kadar çok bilgi toplamış, arayış içinde olmuş, çok çelişkiler yaşamış bir konumda olan Önderlik 1972 yazında da Mamak cezaevinde bütün pratikten kopuk bir yoğunlaşma süreci yaşıyor. Aslında o zamana kadar edindiği bilgiler o yoğunlaşma da bir düşünceye dönüşüyor. Sistem kazanıyor. Bir çizgi haline geliyor. Doğru-yanlış ayrımı yapıyor, bunları muhakeme ediyor.
Devrimin yükselişini Amed, İstanbul ve Ankara’da görüyor. Yine İstanbul ve Ankara’da devrimin ezilişini görüyor. Önderlerin katledilişini, örgütlerin dağıtılışını, devrimin ezilişini görüyor. Bunun üzerinde yoğunlaşıyor. Orada “Öyle bir örgüt olmalı ki dağılmamalı, yenilmemeli, sürekliğini sağlayabilmelidir” kararına gittiğini söylüyor. Devrim ve devrimcilerin neden bu hale geldiklerini sorguluyor. Eleştirel-öz eleştirel bir yoğunlaşma yaşıyor. Yenilgiye götüren hata ve eksiklikleri görüyor. Doğrular, yanlışlar üzerinde yoğunlaşıyor ve bir düşünce gücü haline geliyor.
1972 Kasım’ında Mamak Cezaevi’nden çıkıyor. Cezaevine girdiği için yurtta kalamıyor. Çıkacağı kesinleşince cezaevinde kalan Karadenizli birisinden devrimci gençlerin kaldığı bir evin adresini alarak çıkıyor. Böylelikle Önder Apo cezaevinden çıkınca Ankara Bahçelievler-Emek arasında olan eve gidiyor. Orası, Haki Karer ve Kemal Pir yoldaşların bir grup öğrenciyle birlikte kaldıkları evdir. Böylece o evde kalmaya başlıyor. Evde kalan devrimci gençlerin zaten arayışları var, bu arayışın karşılığını Önderlikte buluyorlar.
Önderliğin kendisini örgüt ve eyleme dönüştürme kararı
Önder Apo giderek Ankara’daki yüksekokullarda okuyan devrimci gençlerle tanışıyor. Onlar içerisinde en tutarlı gördüğü beş kişiyi 1973 Newroz’u ardından Çubuk barajına geziye davet ediyor. Orada altı kişi olarak toplantı yaparak gruba düşüncelerini açıklıyor. Bu düşünceler temelinde bir grup olarak birlikte hareket etme teklifinde bulunuyor. Bu teklif kabul ediliyor. Böylece altı kişilik bir grupla Mart sonunda Ankara Çubuk barajında yapılan bir toplantıyla PKK’nin örgütsel temeli atılmış oluyor. O zamana kadar oluşan Önderlik bilinci ve düşünceleri o adımla birlikte artık yavaş yavaş örgüt ve eyleme dönüşmeye başlıyor. Önderlik kendisini örgüt ve eylem haline dönüştürme kararını veriyor. Bu tarihi bir karardır. Önder Apo’nun şimdiye kadar verdiği en büyük karardır, ilk karardır. Önder Apo savunmada bu kararı vermiş olmaktan dolayı asla pişman olmadığını, gerekirse her zaman öyle bir karar verebileceğini söyledi. Böylece Türkiye ve Kürdistan tarihinde yeni bir Önderleşmeye adım atma süreci başlıyor.
Önderlik ‘İkinci dönemi’ ise ‘Bir Halkı Savunmak’ kitabında şöyle tanımlıyor: “İkinci dönem, bu sefer burjuva toplum ve devletinden kopup kendi çağdaş toplumsal ve siyasal sistemini kurma amacına yönelik bağımsız bir ideolojik grup kurma denemesiyle başlar. İlk toplumsallaşmanın çocuklarla dinsel dualar ezberleme ve ilkokula gitme temelinde oluşturulmasına karşılık, ikinci toplumsallaşma üniversite öğrencileriyle sol ve ulusal ideoloji temeli üzerinde geliştirilir. Kapitalizmin yaydığı değerlere ve hakim ulus şovenizmine karşı her ne kadar kendi öz toplumunu yeniden arama çabası varsa da, mevcut sol ve ulusalcı akımlar kapitalist yaşamın normlarını aşacak güçte olmadıklarından, bu çabalar gerçek hedefine ulaşmaktan uzaktır. Birinci PKK’leşme aşaması da diyebileceğimiz bu süreç 1970’lerin fırtınalı dünyasında aslında savrulmuş bir yaprak misali savrulur durumdadır. Geleneksel dünyadan koptuğu kadar, kapitalizmin öz değerleriyle de bütünleşmemiştir. Tipik mezhepleşen, marjinalleşen bir süreç yaşanmaktadır. Benzer biçimde kurulup da hızla biten sayısız gruplaşma vardır. Karşı çıkılan devlet karşısında fille karıncanın çekişmesi misali bir çekişme başlamıştır. Teorik ve pratik arayışlarla toplum ve ülke yeniden keşfedilmek istenecektir. Aslında dünya genelinde yaşanan sol moda takip edilmektedir. Eski topluma bir aşı atılıyor. Ya tutarsa gibi bir havada başarı beklenmektedir. Artık kendimize özgü bir fikrimiz vardır. Grubumuz sayısal olarak da gelişiyor. Kendimizi farklı bir şey saymaya başlıyoruz. Aşının tutma ihtimali yüksektir. Kozasından çıkan kurtçuk misali yurtdışına adım atılınca, özgüven ve delikanlı kesilme dönemine adamakıllı girildiği kabul edilecektir. Ütopya gerçekleşeceğine dair umut vermektedir. Grupsal destekten kitlesel halk desteğine ulaşma güveni daha da pekiştirecektir. Silahların gücü ile tanışılmış, çağdaş ulusal hareketlerin gerilla grubu eğitilmiş ve silahlanmış olarak ülkenin erişilmesi güç doruklarına ulaşılmıştır. Sıra yeni tarihi hamleye gelmiştir.
“Yaşamımın 1972-1984 yıllarını kapsayan bu dönemin ilk bölümü çok çeşitli açılardan değerlendirmelere konu olabilir. Yoksul Kürt halkının çağa uyanış hamlesi denilebilir. İlk isyan, kör kadere ilk kurşun da denilebilir. Namus ve onurun haykırışı olarak da değerlendirilebilir. Hz. Davud’un Golyat’a karşı ilk başarılı eylemine benzer bir eylem olarak da anlam kazanabilir. Düşünce özgürlüğüne cesaret etmenin ilk adımlarından biri de sayılabilir. Bin yılların köklü kölelik normlarından kopma hamlesi de olabilir. Anlamlı, başarısı biraz şans biraz da emek ve inanç isteyen, adeta ikinci doğuş, yeniden paradigma kazanma olarak da tanımlanabilecek bir dönemdir.
“Yaşamımdaki ikinci dönemin ikinci bölümü 15 Ağustos 1984-15 Şubat 1999 yıllarını kapsar. On beş yıllık bu süreç ikinci PKK hamlesi olarak silahlı mücadelenin ağırlık teşkil ettiği müthiş bir süreçtir. Ortadoğu tarihinde Babek, Hariciler, Karmatiler ve Hasan Sabbah gruplarına benzetilebilir. Birinci bölümde İsevilik ağır basarken, ikinci bölümde Musevilik ve Muhammedilik karışımı bir ağırlık söz konusudur. Zor yürüyen muhacirin grubunu ‘vaat edilmiş topraklara ulaştırma görevi’ büyük çaba ve yetenek istemektedir. Grubu oluşturma Hz. Musa’nın eylemini çağrıştırırken, savaş eylemleri Medine’deki Hz. Muhammed’in eylemlerini andırmaktadır. Öylesi ruhsal bir iman ve inanç atmosferi hakimdir. Kendini inanca adama tam mümincedir. Bilimsel sosyalizm iman gücünü kazanmış olarak yürütülmektedir. Savaş tam kutsal bir eylemdir. İnsan, birey giderek hiçleşirken amaç her şey haline gelir. Tarihin tipik bir iktidar hastalığına tutulduğunu fark etmek bile çok güçtür. Yılların devlet ve şehir ortamında bombardımana tutulmuş zayıf kırsal kişilik, iktidara yapışmaktan başka yeteneği zor tanır veya hep tek boyutlu kalmaktan bir türlü kurtulamaz. Kapitalizmin müthiş yalnızlaştırdığı kişilik kendi malı bir sistematiğe bağlandığında, tersi bir eğilimle bu sefer müthiş bir toplumsallığı yaşayabilir. En tipik özellik en kutsal şey eylemdir inancıyla her şeyin feda edilmesidir.
“Aslında en kutsal değer yaşamdır demek gerekirken, tersine “Amaç her şeydir, yaşam hiçbir şeydir” inancıyla fanatizm derecesinde bir kişilik öne çıkıyordu. Dogmatizmin bu türündeki kadercilik ve bazı ilkelere bağlılık bir nevi dinselleşme olarak da tanımlanabilir. Kazanılan paradigma yalın ve soyuttur. Analitik zeka şahlanırken, duygusal zeka boğuntuya getirilmiştir. Ölmek ve öldürmek tamamen teknik bir meseleye indirgenmiştir. Son tahlilde kapitalizmin kara dayalı çalışma aşkı ideolojik yörünge altında yürütülmüş olmaktadır. Çağın genel karakterine uyulmuştur. Ayrı bir mezhepleşme biçiminde olsa da, içinde yüzülen, yaşanılan dünya kapitalizm dünyasıdır. Kapitalist eğilimin en soyut düzeyde reel sosyalist ve ulusalcı genellemelerle birikimini sağlıyor, siyasal ve askeri oluşumu için çılgınca koşturuluyordu. Çağa başka tür ulaşılamazdı.
“(…)
“İkinci yaşam dönemi devlet odaklı olduğundan, ama henüz yitirilmemiş komünal demokratik duruş özelliklerinden ötürü çelişkiliydi. Sonucu bu çelişkilerin boğuşması belirleyecekti. 15 Şubat 1999 Komplosu aynı zamanda devlet odaklı yürüyüşe ölüm darbesi indirmişti. Eğer devlet odaklı particilik ve devletçilik bir hastalıksa, o halde 15 Şubat 1999’da tüm kapitalist dünya devletlerinin bana vurduğu darbe aynı zamanda üçüncü doğuşum için bir ilaç, bir ebelik rolünü oynayacaktı.”
Üçüncü Önderliksel Doğuş
Böyle bir ideolojik doğuşun Önderlik cephesinden nasıl bir birikim ile sağlandığını, onun hangi süreçlerden geçtiğini biraz ifade ettik. Köyde, okulda, Ankara’da, Amed’de, İstanbul’da, cezaevinde Önderlik oluşumuna neler etkide bulundu? Bunları kısaca özetledik. Neden? Çünkü, ideolojik-politik çizgi demek Önderlik gerçeği demektir. O nedenle PKK’nin ideolojik-politik çizgi oluşu, gelişimi Önderliksel doğuşla, Önderlik gerçeği ile Önder Apo’nun felsefe ve düşünce gücü haline gelmesi ile gerçekleşen bir durum oluyor.
Paradigma değişimi, PKK’yi, dolayısıyla ulus-devlet çizgisinde başarısız kılan zihniyeti, programı, strateji ve taktikleri değiştirmeye götürdü. Değişim bu kadar köklü ve derin oldu. Böylece yeni bir çözüm gücü haline geldi, uluslararası komploya karşı mücadele temelinde küresel sistemin dayattığı Kürt sorununun çözümsüzlüğünü demokratik modernite çizgisinde çözüme götürmenin düşüncesini, programını, strateji ve taktiklerini yarattı ve böylece bunalımı aştı, yeniden bir çözüm gücü oldu, yeni PKK, yeni mücadele böyle başlamış oldu.
Böylece mevcut düşünce akımlarının, hakikat açıklamalarının inandırıcı olmadığı ortaya çıktı. Var olan düşünce akımları varoluşu doğru ve yeterli bir düzeyde izah etmediği, sorunlara çözüm bulmadığı, tam tersine sorun üretir hale geldiği, çözüm üretecekken sorun kaynağına dönüştüğü, dolayısıyla toplumsal varoluş olarak yeni zihniyet yapılanmalarının, değişiminin, devrimlerinin gerektiği, düşünsel arayışların, tartışmaların yaşandığı bir değişim-dönüşüm dönemine girmiş oluyoruz. Bu temelde eski zihniyet yapılanmalarının toplumsal varoluşu izah eden, açıklayan, ona hizmet eden yanlarını almakla birlikte onunla çelişen, sömürü ve baskıya hizmet eden yanları açığa çıkartıp atarak yeni bir düşünce yapılanmasını oluşturmaya çalışıyoruz.
Anlamın ve hissin yaşattığı insan en güçlü insandır
Önderlik ‘üçüncü dönemi ise şöyle ifade ediyor: “Üçüncü yaşam dönemi, adına ve özüne yaşam denilebilecekse, 15 Şubat 1999’dan başlayıp sonuna kadar gidilebilecek aşama olarak ayrıştırılabilir. Belirgin niteliği genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Tekrar yaban yaşama koşmuyorum. On bin yıl öncesine gidecek değilim. Ama insanlığın bazı temel değerlerinin o yıllarda gizli olduğu da kesindir. Uygarlığın bin bir hile ve zorbalıkla kestiği o dönem insanlığı günümüzün bilimsel-teknik seviyesiyle bütünleştirilmedikçe insanın gerçek kurtuluşu ve özgürlüğü mümkün olamazdı.
“Uygarlık ve devlet odaklı yaşamdan kopmak gerileme değildir. Tersine doğadan ölümcül kopuşa yol açan, kan ve yalana dayalı şişirilmiş iktidar kişiliğinden vazgeçme belki de en temelli sağlığa kavuşma imkanıdır. Hastalıklı toplumdan sağlıklı topluma, sıkboğaz, obez, çevreden kopmuş ve bir nevi kanserleşme olan aşırı şehirleşmiş toplumdan ekolojik topluma, tepeden tırnağa otoriter ve totaliter devletli toplumdan komünal demokratik ve özgür-eşit topluma doğru bir yöneliş söz konusudur. Avcı kültürüyle hayvan katliamına, uygarlığın insan katliamına ve kapitalizmin doğa felaketine yol açan zincirleme halkasından kurtulma kapıyı yeni bir insanlığa aralayabilir. Hayvanlarla dost, doğayla barışmış, kadınlarla dengeli güç yapısına dayanan, barışçıl, özgür-eşit ve aşklı yaşam, bilim ve tekniğin gücünü savaş ve iktidarın oyuncağı olmaktan çıkarmış ahlâklı politik bir kişilik, beni en azından Enkidu’yu şehre ve devlete bağlayan çekim gücü kadar çekiyor, anlamlı kılıyor. Kesinlikle tek kişilik tutukevinin yarattığı bir özlemden değil, büyük bir düşünsel ve ruhsal paradigmadan bahsediyorum. Kategorik yaklaşımdan, büyük güce tapınmadan, çağın, tüm uygarlıkların kan lekeleri altında parıldayan yaldızlı yaşamlarından gerçekten hem bıktım hem de nefret ediyorum.
“Çocukken genlerime işlemiş avcı kültüründen ötürü gözümü kırpmadan başlarını kestiğim, kopardığım ve kurnazca avladığım kuşlardan, vurduğum hayvanlardan özür dilemekle başlamak istiyorum yeni yaşam dönemime. En büyük saadetin kaşaneli köşklerde değil, yeşil çevreli kulübemsi mekanda yaşandığına inanıyorum. Doğayı tüm renkleri, sesleri ve anlamları içinde dinleyerek, doğayla bütünleşerek yaşamın erdemine ulaşılacağına inanıyorum. Gerçek ilerlemenin dev kentlerden ve iktidar otoritelerinden geçmediğine, tersine bunların en büyük hastalık kaynağı olduğuna, buna karşılık eski köyü de yeni kenti de aşmış ekolojik yerleşimi bilimin ve tekniğin en son verileri ile karşılayan bir mekansal yaşamın gerçek devrim olacağına inanıyorum. Aradaki kocaman uygarlık yapılarının insanlığın mezarı olduklarına inanıyorum. Bir gelecek yürüyüşü olacaksa, bu gerçekler temelinde olduğunda anlamlı ve yürümeye değer olduğuna inanıyorum.
“Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin ve halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür-eşit dünyaya katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum.
“Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır. Durumum hiçbir insanınkine benzemiyor, benzemesini de istemiyorum. Daha iyi anladığıma ve hissettiğime göre iyi yoldayım. Anlamın ve hissin yaşattığı insan en güçlü insandır. Büyüklere benzeme günahını bir daha işlemeyeceğim kesindir. Zaten benzemeyi ne çok istedim ne de becerdim. İnsanlığın geçmişi daha gerçektir. Ona saygılı olacağım, yaşamı orada arayıp bulacağım ve yeniden başlatacağım. Gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir.
“Hep kendimi mi düşünüyorum? Hayır. Savunmam tüm insanlık için bir şeyler öğretebilir. Yeniden yapılanmış PKK bütün soylu arkadaşlarımı, anlam gücü ve irade sahibi olan yoldaşlarımı birleştirebilir. Koma Gel demokratik bir çatı olarak tüm Kürdistan halkını ve dostlarını toparlayabilir. Yaşamımıza, ülke ve toplumumuza rastgele saldıracaklara karşı HPG iyi bir savunma savaşı verebilir; anlayışsız, zalim ve haksızdan hesap sorabilir. En soylu kadınlarımız tüm zamanların tanrıça olgunluğu, anlayışlılığı, melek saflığı, azizeliği ve Afrodit güzelliğini kimliğinde bütünleştiren PAJK’da birleşebilir.”
Önderlik çok zor da olsa İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinden çözüm üretti. Komploya karşı mücadele etmeye karar verişinden, paradigma değişimine kadar geçen süreç aslında çok kapsamlı bir değişim dönüşüm süreci oldu. Değişim-dönüşümün en zoru düşünce düzeyinde olanıdır. İdeolojik-politik çizgi düzeyinde gerçekleşendir. Bu da birdenbire öyle kolay bir biçimde olmadı. Başka kimse tarafından da gerçekleştirilmedi. Bütün imkansızlıklara, zorluklara rağmen Önderlik tarafından gerçekleştirildi. ‘Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigma’ temelinde yeni bir ideolojik-felsefik çıkışla bir çözüm gücü, çözüm iradesi haline geldi. Önderliksel değişim-dönüşüm bu temelde yaşandı.
AİHM Savunması, değişim sürecinde önemli bir adımdı. İlk defa Ortadoğu çapında Kürt sorununa bir çözüm programı ortaya konuluyordu. Böyle bir çözüm, demokratikleşmeye dayalı olarak ön görüldü. ‘Demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan’ ilkesine dayandırıldı. Dolayısıyla yeni bir demokratik Ortadoğu uygarlığı projesi geliştirildi. Uygarlık sisteminin yeniden bir değerlendirilmeye tabi tutuluşu gerçekleşti. Ortadoğu’nun yeni bir uygarlıksal çıkışının verileri olarak ortaya kondu. Demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan çözümünün nasıl olabileceğini somutlaştırdı. Bunun da yeni bir uygarlıksal hamle, gelişme anlamına geleceğini ortaya koydu. Bunları böyle iç içe bütünlüklü ele aldı. Fakat yeterli değildi. Demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan nasıl bir stratejik-taktik planlamayla, nasıl bir siyasi yapılanmayla gerçekleşecekti, çözüme ulaşacaktı? Bunlar hala belirsizdi. Bu noktada çözüm gücü ortaya çıkmamıştı. Bu da paradigma değişimi temelinde gerçekleşti.
Devletçi paradigmadan kopuş
Devlet ve iktidar aracıyla demokratik Ortadoğu, Özgür Kürdistan hedefinin gerçekleşemeyeceği netti. O halde burada değişiklik gerekliydi ve değişim burada gerçekleşti. Devletçi paradigmadan kopuldu. “Demokratik Toplum Paradigması, Demokratik Konfederalizm Sistemi, Demokratik Özerklik Çözümü” demokratik çözümün temel kavramları olarak geliştirildi. Bu sosyalizmle de uyumluydu, sosyalizmin özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, dayanışma, paylaşım gibi temel ilkelerinin devlet ve iktidar gibi baskı ve sömürü araçlarıyla gerçekleşmeyeceğini, devletsiz toplumun yeni devletler kurarak ortaya çıkmayacağını, devletlere karşı en küçüğünden de olsa demokratik toplumu örgütleyip büyüte büyüte böyle bir sonuca gidilebileceğini Önderlik ortaya koydu. Marks ve Lenin’in ya da onlar adına geliştirilen ‘devleti büyüterek söndürme’ anlayışının sonuç vermediğini, tersine yeni bir çözülüşe ve başarısızlığa götürdüğü, çözümün ancak bu biçimde olabileceğini yeni bir yöntem olarak Önderlik ortaya çıkardı. Bu da ‘demokratik çözüm’ kavramının içinin doldurulmasıydı.
Dolayısıyla yeni bir ideolojik duruş Kürt sorununa yeni bir çözüm önerisi, Kürt toplumu için yeni bir var olma ve özgür yaşam projesi bu anlamda başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenler için yeni bir özgürlük çizgisi ortaya kondu. Yeni bir ideolojik doğuşu ifade etti. Bu temelde PKK’nin yeniden yapılanması, yeniden inşası, KCK sisteminin demokratik ulus çözümü temelinde bir çözüm gücü olarak sunulması gerçekleşti.
Bunun felsefik-ideolojik ilkeleri var. Stratejik-taktik ve programsal yönleri var. Yeni bir ideolojik-politik çizgi bu temelde ortaya çıkmış oluyor. Önderlik bu değişim süreci için, “Eskisinden kopuk değildir, önceki süreçle de bağlantılıdır. Öyle ondan kopuk olarak görülemez ama onun kısmen değiştirilmesi olarak da ele alınamaz. Ciddi bir niteliksel ve devrimsel değişimi de içeriyor. Bu değişim sürecini böyle anlamak gerekir” diyor. Üçüncü Önderliksel doğuş, PKK’nin yeniden inşası bu temelde gündeme geldi ve gerçekleşti.
Böyle bir noktada ve sonuçta KCK sistemiyle PKK’nin yeniden tanımlanması ve demokratik çözüm projesi olarak KCK’nin ortaya çıkarılması, bunun Kürt sorununa çözüm projesi olma temelinde tüm temel özgürlükçü sorunları çözecek bir proje, zihniyet durumu, program, strateji ve taktik olarak ortaya konması oluyor. Dikkat edelim öyle sadece Kürt sorununa çözüm öneren bir proje değildir. Kapitalist modernite sistemi içerisinde yaşanan temel toplumsal sorunların hepsine çözüm getiren bir projedir. Sadece Kürtlerle, Kürt sorunu çözümüyle sınırlı değil, bütün insanlığa hitap eden, insanlığın günümüzde yaşadığı temel toplumsal sorunlara çözüm öneren, çözüm gösteren bir proje olma gerçekliği söz konusudur. Bu bakımdan tüm insanlığa, bütün ezilenlere hitap ediyor. Evrenseldir, dar ulusal düzeyde değildir. Üçüncü Önderliksel doğuşun esası budur.
Uluslararası komploya karşı değişim-dönüşüm temelinde mücadele etme duruşunun bir çözüm programına, stratejisine, taktiklerine kavuşturulması oluyordu. Uluslararası komplo ve onunla mücadele burada anlam buluyor.
51. Önderlik yılı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlandığı yıl olacaktır
2023 yılına girerken 51. Önderlik Yılı’nda kadro ve halk olarak Önderlik gerçeğine yaklaşım ve yeni dönem görevlerimizi her bakımdan doğru anlamak lazım. Bakış açısı olarak Önderlik hakikatini, yöntemini, felsefesini, ilkelerini, yaşam tarzını, ideolojisini, tarzını, üslubunu temposunu iyi anlamalıyız. Tüm bunların da başarılı uygulayıcısı haline gelmemiz gerekiyor. Her bakımdan en zor koşularda gelişme yaratarak yenilmezliğiyle, başarılarıyla kanıtlanmış bir Önderlik gerçeği var. Doğru anlamak ve başarıyla uygulamak hepimizin görevidir. Yanılgılardan kendimizi hızla kurtarmalıyız. Örneğin ‘Önderlik gerçeği anlaşılmaz ve uygulanmaz’ bir yanılgı türüdür. Yine bunun tersi olarak ‘Önderlik gerçeği çaba harcanmadan da anlaşılır’ bu da bir yanılgılı türüdür. ‘Önderliğe yarım yaklaşım, istediğini alma istemediğini almama’ yanılgılı bir yaklaşımdır. ‘Bütünlüklü bakmama, Önderliği kendine göre yorumlama’ yanılgılı bir yaklaşımdır. Demek ki hızla bu yanılgılı yaklaşımlardan kendimizi arındırarak Önderliği bütünlüklü ele alıp özümsemek ve uygulamak gerekiyor.
Yeni dönem görevleri kapsamında 51. Önderlik Yılı, Önderliğin fizik özgürlük yılı olmasını istiyoruz. Faşizmi yıkmak, tecridi kırmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamak 51. yılda temel hedefimizdir. ‘Faşizmi yıkalım tecridi kıralım Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlıyalım’ sloganı, başlangıçta bir propaganda sloganıydı. Son iki yıl içerisinde de özellikle 50. Önderlik Yılı’nda bir eylem sloganı haline geldi. Şimdi ise 51. Önderlik Yılında gerçekleştirilmesi gereken, zafere taşırılması gereken bir slogandır. 51. Önderlik Yılı’nı böyle ele alıyor ve böyle yaklaşıyoruz. Bunun için ideolojik , örgütsel, askeri görevlerimize bu temelde yüklenmemiz gerekmektedir.