Önder Apo “unutmayalım ki savaş başta bir komutanın beyninde, ruhunda, iradesinde kazanılır” diyordu. İşte Egîd yoldaş tam da savaşta zafer kazanan böyle bir komutandı.
Öncelikle Önder Apo’nun, halkımızın, tüm dostların, başta HPG ve YJA Star komuta ve savaşçıları olmak üzere tüm yoldaşların Ulusal Diriliş Bayramı’nı kutluyoruz. Ölümsüz kahraman Egîd, Erdal, Hawa, Zîlan, Bedran ve Zeki Şengalî yoldaşların şahsında tüm devrim şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor; anılarını mutlak zaferle taçlandırarak yaşatacağımızın sözünü veriyoruz.
Kürtler ve dostları bugün Kurdistan’ın dört parçasında, yurtdışında ve oldukları her yerde Ulusal Diriliş Bayramları olan şanlı 15 Ağustos Atılımı’nın 40. yılını kutlamaktadır. Kürtlerin ve dostlarının bundan 40 yıl önce elbette böyle bir bayramları yoktu. Bilakis Kürtler bir kez daha varlık sorunuyla karşı karşıyaydılar. 12 Eylül faşizmi bir karabasan gibi Kurdistan’ın üzerine çökmüştü. Önüne gelen her şeyi buldozer gibi silip süpürüyor, engel tanımak istemiyordu. Tam bir zifiri karanlık söz konusuydu, yaprak bile kendi başına kıpırdamıyordu. Hareketin en gözde öncü kadroları Mazlum, Hayri, Kemal, Sara ve Ferhatlar zindanlara doldurulmuştu. Kurdistan’da sivil faşist çete örgütlerine ve işbirlikçi hain feodal komprador güçlerine karşı verilen mücadelede partinin çok sayıda kadro ve yurtseveri şehit düşmüş ve tutuklanmıştı. 12 Eylül faşist rejimi başta devrimci sol hareketler olmak üzere direnmek isteyen mücadeleci tüm güçler üzerinde adeta silindir gibi geçmişti. Direnenler zindanlarda direnmekte, dışarda ise kimi örgütler örgütsüz ve hazırlıksız olduklarından neredeyse hiçbir şey yapamaz durumdayken, bazıları da mültecileşmeyi çoktan tercih etmiş bir durumdaydılar.
Kurdistan Özgürlük Hareketi açısından durum kuşkusuz çok farklıydı. Çok sayıda şehit veren, binlerce tutuklusu olan bir Hareket. Dolayısıyla sorumlulukları vardı. Bir de tarihte Kürt isyanlarının başına gelen büyük felaketler, tasfiye ve yok olma durumları vardı. Bu defa bunun önü mutlaka alınmalı, Kurdistan’ın makus tarihi artık tekrarlanmamalıydı.
Önder Apo, “onur için, özgürlük ve zafer için elbette ölümden korkmamalıyız, ancak ölüme de koşmamalıyız” diyordu. Bunu şunun için belirtiyoruz; zindanlarda zaten tarihin az tanıklık ettiği büyük direnişler gelişiyordu. Fakat dışarıda ne olacaktı, bu önemliydi. Öngörüsüz, taktikten yoksun, stratejisiz, gözü kara bir direniş mi olacaktı, yoksa direnerek yeniden toparlanma sürecine mi girilecekti, bu önemliydi. Önder Apo’nun dahiyane kişiliği her zaman olduğu gibi bu tarihi kritik süreçte de kesin belirleyici ve belirgin olmuştu.
Mekke’den Medine’ye hicret dediğimiz Hz. Muhammed’in yürüyüşünü, yine Mao’nun uzun yürüyüşünü örnek veriyordu. 12 Eylül faşizminin iç ve dış dayanaklarını, faşist rejimin amaç ve hedeflerini çok yönlü ve güçlü çözümlüyordu. Bu koşullarda en doğru ve sonuç alıcı taktik adım; var olan güçlerimizi korumak, yeniden toparlanmak, güçlerimizi eğitmek ve bu temelde mücadeleyi yeniden daha örgütlü ve daha güçlü biçimde başlatmak olmalıydı. Bu, tamamen Önder Apo’nun kendi öngörüsü, kendisinin oluşturduğu ve hazırlıklarını bizzat kendisinin yaptığı bir süreçti. Aslında bundan önce de birçok hazırlık yapılmış, önemli pratik adımlar atılmıştı. Kemal Pir ve Egîd yoldaşın da içinde olduğu ilk öncü grup yurtdışına çekildiğinde, grubun öncülüğünde devrimci hamlenin başlatılması amaçlanmıştı. Fakat Kemal Pir yoldaşın talihsiz biçimde düşmana esir düşmesi ve yaşanan bazı şehadetler nedeniyle grup üzerinde planlanan hamlenin pratikleşmesi mümkün olmamıştı.
Önder Apo artık tüm enerjisini ve zamanını yurtdışına çıkarılan parti kadro yapısının hızla eğitilmesi ve geleceğe hazırlanmasına veriyordu. Partinin çok sayıda önder kadrosunun tutuklandığı ve şehit düştüğü bu süreçte yurtdışına çıkarılan kadroların pek çoğu yetersiz, eğitimsiz, hatta sorunlu ve sıkıntılı diyebileceğimiz bir durumdaydılar. Birçokları 12 Eylül faşist rejiminin hışmından zar zor kurtulmuştu. En sevdikleri, güvendikleri yoldaşları ya şehit düşmüş ya da tutuklanmıştı. Bazıları da hayatında ilk kez köyünden, yerinden uzaklaşarak yurtdışına çıkıyordu. Bütün bunlara bir de parti kadro yapısının yaşadığı ciddi eğitim ve anlama sorunları eklenince var olan yapıdan partiyi yeniden örgütlemenin, tarihsel yeni bir mücadele sürecini başlatmanın ne kadar güç olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Süreç tabii ki Egîd, Erdal, Bedran, Azime, Hawa gibi yoldaşların belirleyici çabaları ve öncülüğünde gelişecekti. Bu yoldaşların varlığı, yaşam duruşları, eğitime katkıları ve yaklaşımları, pratikleri ve emekleri hem arkadaş yapısına moral, güç oluyor hem de böylelikle partinin yükü de hafifletiliyordu. Fakat yine de genel kadro yapısı olarak çok kapsamlı, ciddi bir eğitim ve anlama sorunu yaşanmaktaydı. Önder Apo parti kadro yapısını, oldukça kapsamlı ve derinlikli biçimde hazırladığı çalışma raporu üzerinde yoğunlaştırma temelinde Parti Konferansını toplayarak bu duruma müdahale etmişti.
Kurdistan dağlarına ulaşıp mücadeleyi başlatma ve yükseltme dönemiydi
1981 Temmuz’unda gerçekleştirilen Parti 1. Konferansı partinin tüm kadro yapısı üzerinde önemli ve büyük bir etki yapmıştı. Kadronun kendini bilmesi, görev ve sorumluluklarının farkına varması konferansla gelişiyordu. Konferans partinin içine girilen yeni süreci başta Hilvan ve Siverek pratiği olmak üzere geri çekilme sürecine kadarki tüm mücadelemizi, eğitim ve yönetim sorunlarını, 12 Eylül faşizminin karakterini ve bundan sonra yapılması gerekenleri çok kapsamlı, açık ve net biçimde değerlendirmişti. Yeni süreç artık eğitim, hazırlık, toparlanma, bir an evvel Kurdistan dağlarına ulaşıp mücadeleyi mutlaka daha örgütlü ve kararlı biçimde başlatma ve yükseltme dönemiydi. Tüm parti kadro yapısı bu temelde yoğun bir eğitim sürecine girmişti. Önder Apo’nun hazırladığı örgütlenme, Ulusal Kurtuluş Problemi ve Çözüm Yolu, özellikle de Zorun Rolü kitapları üzerinde yoğun ve hummalı bir eğitim yapılmaktaydı. Başta Vietnam, Çin, Küba-Latin Amerika silahlı mücadele strateji ve taktikleri olmak üzere dünya devrim pratikleri çok yönlü biçimde inceleniyordu. Askeri eğitim kadronun teorik ve politik olarak savaşa güçlü hazırlanması konularında Egîd, Bedran ve Gözlüklü Ali arkadaşın oynadığı rol gerçekten önemli ve her düzeyde belirleyiciydi.
1982 yılının Haziran ayında İsrail’in Filistin güçlerine ve Lübnan’a yaptığı saldırı büyük bir savaşın başlangıcıydı. Bu savaşta 11 yoldaşımız şehit, 15 yoldaşımız da esir düşmüştü. Esir düşen arkadaşlar kimliklerini gizleyip direndikleri için ancak 2 yıl sonra farklı biçimlerde, sonuçta Kızıl Haç üzerinden tekrar partiyle buluşabilmişlerdi. Zor ve kritik bir süreçti. Parti tüm gücüyle Kurdistan’da yeni bir devrimci hamle başlatmaya, zindanlarda yükselen direniş mesajlarını dağlarda dalgalandırarak temsil etmeye kilitlenirken, kendisini birden ve tam olarak İsrail-Filistin savaşının içinde bulmuştu. Arkadaşlarımız bulundukları Filistin kamplarında Filistinlilerle birlikte direniyorlardı. Fakat savaşla birlikte oluşan yeni durumda kadroların ideolojik, teorik, askeri eğitimlerini sürdürme imkanları artık kalmamıştı. Normal koşullarda partinin öngördüğü ve uyguladığı eğitim süreci belki birkaç ay daha sürebilirdi. Ama konferanstan bu yana tüm kadro yapımızın çok yönlü ve çok kapsamlı biçimde gördüğü eğitimler gerçekten belli bir düzey ortaya çıkarmıştı. Artık önemli olan Önder Apo’nun büyük emek ve zorluklar pahasına Filistinli örgütlerle geliştirdiği ilişki ve yarattığı imkanlar üzerinden geri çekilme dediğimiz yeniden toparlanma, örgütlenme ve eğitim sürecini tamamlayıp bir an evvel tarihi ülkeye dönüş kararını almaktı. Var olan durum, mevcut koşullar ve tüm gelişmeler bunu zorunlu kılmakta, emretmekteydi. Güçlükle ve bin bir emekle eğitilen ve ülke pratiğine hazırlanan kadroların güvenlikli biçimde sağ salim Kurdistan’a ulaştırılması son derece önemliydi. Önder Apo’nun tüm yoğunlaşması zaten bir de bunun üzerineydi. Lübnan’da savaş sürüyor, Ortadoğu adeta kaynıyordu. İran ile Irak savaş halindeydiler. Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etmiş, 12 Eylül faşist rejimi tüm gücüyle yükleniyordu. Bu koşullarda olası her türlü tehdit ve tehlikeye karşı hazırlıklı olmak, gerekli hazırlık ve önlemleri önceden almak stratejik yoğunlaşma işiydi.
Önder Apo sürecin ruhunu güçlü okuyordu
Şüphesiz Önder Apo sürecin ruhunu güçlü okuyordu. Büyük komutan Egîd yoldaşı ve her şart altında PKK’yi her bakımdan yüksek düzeyde temsil eden Mehmet Karasungur yoldaşı Parti 2. Kongresi’nden aylar önce Başûrê Kurdistan’a göndermişti. Egîd yoldaş ağırlıklı olarak Zagroslarda üçgen dediğimiz Lolan’da üslenirken, Mehmet Karasungur arkadaş ise Rojhilat Kurdistan’ında ağırlıklı olarak Rejan ve Zevê alanında üslenmişti. Onlarca ve yüzlerce kadro ve militan Kurdistan’ın dağlarına üslenecekti. 1982 Ağustos ayında gerçekleşen Parti 2. Kongresi’nde bu karar alınmıştı. Dolayısıyla yurtdışı, geri çekilme süreci, eğitim ve hazırlık süreci kesinlikle tamamlanmış sayılırdı. 2. Kongre ile birlikte öncü gruplar artık peş peşe Kurdistan’a doğru yol alıyorlardı.
Egîd yoldaşın öncü komuta kişiliğini elbette bir de burada görmek gerekir. Aslında Kurdistan’a doğru yol alan bütün o gerilla güçlerini karşılayan, sağlam ve güvenli üs alanlarında konumlandıran, her türlü yaşam ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayan ve tüm güçleri planlanan devrimci hamleye hazırlayan esasta Egîd yoldaştır ya da Egîd yoldaşın rolü bu konuda daha çok belirleyici olmuştur demek doğru olacaktır. Egîd yoldaş inanılmaz bir emek ve yoğunluk içindedir. Aralıksız grupların gelişi sürmekte, yaklaşan kış mevsiminde işlerin daha da zor olacağı görülmektedir. Yoldaşlar içerisinde bazıları hayatlarında belki ilk kez dağ koşullarıyla karşılaşmaktadır. Dolayısıyla güçlü bir eğitim, yaşam ve güvenlik sorunları kadar dağın ve kışın sert ve haşin koşullarına alışmak ve adapte olmak iradi olduğu kadar psikolojik olarak da güçlü olmayı zorunlu kılmaktadır. Egîd yoldaşın bütün bu konularda gösterdiği emek ve çaba, içine girdiği yoğunluk her düzeyde örnek kabilinde olmuştur. Bu anlamda sadece tarihi 15 Ağustos Atılımı’nı değil 15 Ağustos öncesinde hazırlık mahiyetinde olan tüm siyasi, örgütsel ve askeri çalışmaları da mutlaka büyük komutan Egîd yoldaş ile anmak, anlamak ve değerlendirmek gerekir.
Egîd yoldaş hem 15 Ağustos Atılımı’nı başlatan hem de hep önde olandı
Önder Apo hep “Neden? Niçin? Başka türlü olabilir mi? diye sormak, yanıtlar aramak ve yanıtlamak….” demiştir. Önder Apo Egîd yoldaş için “O hem 15 Ağustos Atılımı’nı başlatan hem de pratik gereklerini en iyi, kuşkusuz biçimde yerine getiren, çözüm ve pratikleriyle hep önde olandı” diyordu. Egîd yoldaş sürekli bir arayış içindeydi. Daha 15 Ağustos Atılımından aylar önce Batman’a, Sason’a gidecek kadar istekli, coşkulu, kararlı, cesaret dolu bir yoldaştı. Gelişmeleri, halkın durumunu, halkın beklentilerini, düşmanın durumunu ve hazırlıkları yerinde görmek istemişti. Zaten dönüşünde geliştirdiği görüş ve önerilerle, yine parti yönetimiyle yaptığı görüşme ve ilgili toplantılarda bir an evvel örgütlü, ciddi bir devrimci hamlenin başlatılması gerektiğini her fırsatta söylüyor, savunuyordu. Zaten Önder Apo aslında 15 Ağustos Atılımı’nın çok daha erken gerçekleştirilmesini istemişti. Daha fazla gecikmek tehlikeli olacaktı. Bu nedenle Egîd arkadaşın da içinde yer aldığı yönetim 1984’ün başında gerçekleştirdiği toplantıda ülke pratiğine müdahale kararını almıştı. Buna belki müdahale yerine devrimci hamleyi başlatma demek daha çok yerinde olacaktır. Bundan sonra gruplar daha yoğun ve yaygın biçimde hızla Bakurê Kurdistan’a gönderilmeye başlanmıştı. Egîd yoldaş yine bütün bu gelişmelerin ve çalışmaların içinde ve başında yer almaktaydı.
Kurdistan’da yurtseverliğin en diri ve güçlü olduğu yer Botan’dır
1984’ün baharında Egîd yoldaş artık Botan’daydı. Botan’da 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği biçiminde örgütlendirilen silahlı güçlerin komutanıydı. Bilindiği üzere Botan, Kurdistan’da geliştireceğimiz yeni mücadele sürecinin kalbi olarak değerlendiriliyordu. Botan dediğimiz bölge son derece stratejik bir konuma sahiptir. Kurdistan’da yurtseverliğin en diri ve güçlü olduğu yer Botan’dır. Bu tarihsel olarak da böyledir. Düşmanın asimilasyon, kültürel hakimiyeti Kurdistan’ın diğer bölgelerine göre Botan’da daha zayıftır. İşbirlikçi ajan ağı henüz örgütlendirilmemişti. Botan coğrafik olarak da gerilla mücadelesi için son derece elverişli, uygun bir coğrafyadır. Aynı şekilde Botan’dan Serhed’e ve Colemêrg’e, yine Başûrê Kurdistan’a ve Rojava’ya açılmak da rahatlıkla mümkündü. Özetle Önder Apo’nun ve parti pratik yönetimimizin Kurdistan’da yeni ve tarihsel devrimci bir hamle için Botan’ı seçmesi ve uygun görmesi gerçekten son derece isabetli, doğru ve tarihi bir karar olmuştur. Böyle değerli ve stratejik bir coğrafyaya, Kurdistan’ın kalbi dediğimiz Botan’a komutanlık yapacak olan kişiliğin de o önemde değerli, stratejik rol oynayabilecek önemde büyük bir kişilik olması gerektiği, işin ve gelişmelerin doğası gereğiydi.
Egîd yoldaş bu nedenle Botan’a görevlendirilmişti. 1984 yılının başlarında Botan’da sürdürülen çalışmalar halen silahlı propaganda birlikleri çalışmalarından uzak 3-5 kişiyle sınırlı küçük gruplar halinde yürütülmekteydi. Egîd yoldaş Botan’a gittiğinde durum buydu. Gruplar hareket tarzı olarak kesinlikle gizliliği esas alıyordu. Yani köylere giriş-çıkış ya da birileriyle görüşme olacaksa mutlaka gizlilik kurallarına riayet edilmeliydi. Kimse seni görmemeliydi. O vakit insanlarla ancak teke tek görüşebiliyorsun. Sürecin biraz ruhunun gerisinde olan bir çalışma tarzıdır. Öyle ki hareket ettiğinde ne kimse seni görecek ne de sen kimseyi göreceksin. Görüştüğün ya da evine gittiğin kişinin de bu kurallara sıkı sıkıya bağlı kalması gerekiyordu. Öyle ki komşun bile gerillanın eve geldiğine dair haberdar olmamalı, her şey ve tüm çalışmalar tam bir gizlilik içinde olmalıydı. İşin anlaşılmaz, tuhaf olan tarafı da buydu zaten. Bu tür bir hareket tarzıyla uygulanan silahlı propaganda olmamaktadır. Egîd yoldaşın da içinde olduğu ilk aylardaki çalışmalar biraz da bu biçimde, bu minvalde sürmüştür. Ne bu çalışmayı yürüten küçük gerilla grupları bundan haz almış ve heyecan duymuştur ne de gerillanın muhatap olduğu kimseler bundan moral ve cesaret almıştır. O aşırı gizemli ve gizlilik esasları ister istemez insan psikolojisi üzerinde etki yapmakta, insanda bir huzursuzluk ve tedirginlik, hatta bazı kişilerde güven sorunu ve korku dahi yaşatmaktadır.
Egîd yoldaş bu tür bir çalışma tarzından kesinlikle hoşnut değildir. Salt gizliliğe dayalı, teke tek kişiler üzerinden geliştirilen ilişki ve çalışmaların hiç kimse üzerinde olumlu bir psikolojik, siyasi ve ulusal etki yaratmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla uygulanan tarz Egîd yoldaş için tatmin edici bir tarz değildir. Giderek bir tekrar ve tıkanma yaşanmaktadır. Bu nedenle Egîd yoldaşa göre gelinen aşamada yeni şeyler yapılmalıydı. Çünkü silahlı propagandadan anladığı bu değildi. Dönemin emrettiği, istenen ve olması gereken büyük bir hamlenin başlatılmasıydı. Egîd yoldaşın tüm yoğunlaşması bunun üzerineydi.
Botan’ın dar yönetim toplantısı olduğunda Egîd yoldaş son derece hazırlıklıydı. O güne kadar sürdürülen çalışmalara ilişkin toplantıda özet kabulünde belirteceğimiz şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Silahlı propaganda bizim yaptığımız çalışma tarzı değildir. Bu tür bir çalışma tarzıyla zaman ve enerjimiz karşılığını bulmamaktadır. Tek tek kişilerle ilişkilenmek üzere toplumu nasıl etkileyebiliriz. Şimdiki mücadele tarzından mutlaka yeni bir aşamaya geçmeliyiz. Bunun için somut önerilerim vardır. Parti yönetimine mevcut durumu rapor edelim. Artık dar, küçük gruplarla salt gizliliğe dayalı çalışma tarzını bırakalım. Buna göre güçlerimizi birleştirip biraz daha kalabalık gruplar halinde hareket edelim. Tek tek kişilerle de elbette ilişkilerimizi sürdürelim. Ama bunun yanında esas olarak halk toplantılarını gerçekleştirelim. Bu toplantılara bazen 10-20 bazen de 50-100 kişi de katılabilsin. Devrimci otorite böyle gelişebilir. En önemlisi de propagandada etkili ve güçlü olmak için düşmana kesinlikle ağır bir darbe vurmalıyız. Bunun için önerim şudur ki, güçlerimizi birleştirip ani ve hızlı bir eylem ve hareket tarzıyla Uludere’yi basalım. Uludere’yi bir gün ya da birkaç saat elimizde tutarsak bunun hem halkımız üzerinde hem de düşman üzerinde büyük etki yapacağı kesindir. Ancak o zaman halk bize güvenecek, gerillaya katılım gerçekleşecektir. Düşmana karşı ancak böyle büyük bir hamle gerçekleştirerek psikolojik üstünlük sağlayabiliriz…” Egîd yoldaşın bu önerisi parti yönetimine ulaştırıldığında, parti zaten 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirme kararını vermişti. Hem de tek bir yerde değil, eşzamanlı olarak üç yerde yapılmasını karara bağlamıştı. Ama burada belirtmek istediğimiz şudur; o koşullarda ve o tarihlerde Botan’da olan arkadaşlar tek düze rutin bir çalışma tarzını, objektif olarak benimsemiş ya da kabullenen durumdayken Egîd arkadaş bunu reddeden bir duruşun sahibidir. Çünkü onun arayışları, yoğunlaşma düzeyi, yaratıcı tarzı ve öngörülü kişiliği var olan durumu asla kabullenmeye göre değildir.
Tarihe gerçek anlamda radikal bir devrimci müdahale olan 15 Ağustos Atılımı, Eruh ve Şemdinli’de eşzamanlı gerçekleştirilmişti. Şemdinli baskını Abdullah Ekinci (Gözlüklü Ali) yoldaşın komutanı olduğu 21 Mart Silahlı Propaganda Birliği tarafından, Botan’da Eruh baskını ise Egîd yoldaşın komuta ettiği 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birlikleri tarafından gerçekleştirilmişti. Terzi Cemal komutasındaki 18 Mayıs Silahlı Propaganda Birliği ise Çatak’taki eylemi çeşitli gerekçelerle gerçekleştirmemişti. Çatak eylemi yapılmamasına rağmen Eruh baskını çok başarılıydı ve dünya kamuoyunda büyük etki yapmıştı. Egîd yoldaş Eruh baskınından sonra arkadaşlarla görüştüğünde ilk cümlesi “başardık, başardık” olmuştu. Bu adeta bir çağrışımdı. Sanki büyük devrimci Mehmet Hayri Durmuş yoldaşın sömürgeci mahkemelerde düşmana karşı 14 Temmuz’da büyük ölüm orucunu başlatma kararını açıklarken “başardık” sözünü ve direniş bayrağını Kurdistan’ın dağlarında daha da yükselterek dalgalandırmak üzere devir alıyoruz der gibiydi. Hem oldukça mutlu hem de gururlu olduğu gözlerinden rahatlıkla okunabiliyordu. Fakat sonuçta bu başlangıçtı, elbette tarihe güçlü bir müdahaleydi. Ama daha da önemli olan bu şanlı tarihsel atılıma süreklilik kazandırmaktı.
O dağlarda beliren yaşam umudunun söndürülmesine karşı soylu bir cevaptır
Egîd yoldaşla eylemden sonra yapılan daha ilk tartışmada üzerinde önemle durduğu ve sık sık tekrarladığı şuydu: “Başardık elbette. Önder Apo’nun istediği ve beklediği kadar olmasa da başardık. Geç oldu, ama yine de başardık. Şimdi bilmeliyiz ki düşman büyük bir hışımla üzerimize gelecektir. Asıl önemli olan bundan sonra göstereceğimiz direniş ve başarı düzeyimiz olacaktır.” Egîd yoldaşta gelişmenin diyalektiği vardı. Her yetmezliği başarmanın bir gerekçesi olarak değerlendirir, her başarıdan yeni başarılara koşmak onun tarzıydı. Önder Apo, Egîd yoldaş için bu nedenle “O dağlarda beliren yaşam umudunun söndürülmesine karşı soylu bir cevaptır” demiştir. Önder Apo’nun “15 Ağustos onlarca kat daha etkili biçimde gerçekleştirilebilinirdi” değerlendirmesini hem tam olarak beyninde ve yüreğinde hissediyor hem de asla ve hiçbir biçimde rehavete girmeden sürekli daha büyük başarmanın yoğunluğunu yaşıyordu.
Bu anlamda devrimcilik sürekli hamle halinde olmaktır sözü, hiç şüphe yoktur ki en çok Egîd yoldaş için geçerlidir. Egîd bekleyen değil müdahale eden bir kişiliktir. Enerji gibi akışkan ve özgür, ama son derece tedbirli ve planlı bir komutandı.
Önder Apo, “gecikmeli de olsa 15 Ağustos 1984 hamlesinin gerçekleştiği haberi geldiğinde saatleri, günleri geçirmek mesele olmuştu. Sonuçları önemliydi. İlk defa derli-toplu bir askeri eylem planlanıp uygulanmış, durumu kökten değiştirecek gelişmelere kapı aralanmıştı. Önemli olan bu hamleyi daha da geliştirmek, devamını getirmekti” derken, tam da Egîd yoldaşın öncü komuta kişiliğinden söz etmekteydi. Zira bir taraftan düşmanın yoğun saldırıları diğer taraftan Şemdin Sakık, Şahin Baliç ve Kör Cemal gibilerin şahsında ortaya çıkan çizgi dışı hareketi büsbütün tasfiyeye götürecek anlayış ve tutumlar gelişiyordu. Bütün bunlara karşı Egîd arkadaşın verdiği mücadele, bu süreçte oynadığı rol kesinlikle belirleyici olmuştur. Egîd yoldaş özellikle kadro ve savaşçı yapının ideolojik-politik eğitim sorunları üzerinde önemle dururdu. Bunun hem olası bir çizgisel sapmaya karşı hem de düşmana karşı mücadeleyi daha da yükseltmek açısından hayati önemde olduğunu önemle her fırsatta ve her zaman dile getiriyor hem de pratik gereklerini bizzat yerine getiriyordu. Üslenmeden kopuk halkla geliştirilen ilişki tarzının tehlikelerini ilk gören ve buna karşı kararlı biçimde duran ve mücadele eden Egîd yoldaştır. Egîd yoldaş, Şemdin Sakık gibilerine “siz köylü kurnazlığı ve çetevari tarzınızla gerilla ordusunun parti örgütü temelinde gelişmesini istemiyor, bozmak istiyorsunuz. Partinin yaşam ölçülerini, gerilla disiplin ve kurallarını düşürmeye ve gevşetmeye çalışıyorsunuz. Ama ben size bu fırsatı ve şansı asla vermeyeceğim” demiştir.
Önder Apo bu süreci ve gelişmeleri değerlendirip çözümlerken sık sık “Egîd yaşasaydı” demekten kendini alamamış, daha sonraki süreçlerde de Egîd yoldaşın mücadelemizdeki yerini ve “yaşasaydı” daha neler başarabileceğini hep vurgulamıştır.
Egîd yoldaş güç büyüten, motive eden, savaşta mutlak zafere kilitlenen, tarzıyla yeri kolay doldurulamayacak komple bir Apocuydu. Önder Apo bu nedenledir ki Egîd derken “hem düşünür hem yazar hem de pratikleştirirdi” demektedir. Egîd’in şahsında PKK’de komple devrimciliği temsil eden zafer kişiliğini anlatmaktadır. Bu anlamda eğer Egîd yoldaş için Kurdistan Özgürlük Hareketi ve gerilla açısından neyi ifade ediyor, gerillanın gelişimindeki rolü nedir diye sorulursa. Şunu rahatlıkla belirtmek mümkündür: Bilindiği üzere Japonya, Fransa ve ABD emperyalizminin işgal ve saldırılarına karşı onlarca yıl süren ve sonuçta zaferle tamamlanan bir Vietnam Ulusal Kurtuluş Mücadelesi vardır. Bizim de yurtdışında eğitimlerimizde üzerinde en çok yoğunlaştığımız, devrimin strateji ve taktiğinden en çok esinlendiğimiz ve kendimize yakın gördüğümüz Vietnam Ulusal Kurtuluş Mücadelesi olmuştur. Ho Shi Minh general Giap’a düşmanın kolay ulaşamayacağı bir askeri üslenme yerini bir ay gibi kısa bir süre içinde bulabilir misin diye sorduğunda, Giap’ın buna tereddütsüz, kesin ve net olan cevabı ‘evet bulabilirim’ olmuştur. Henüz silahlı mücadele başlamamış, ortada devrim diye bir şey yoktur. Ama Giap’ın bu duruşu inançlı ve kararlı kişiliği daha sonra sırasıyla Japonya, Fransa ve ABD emperyalizmine karşı kesintisiz 45 yıl sürecek olan muhteşem direnişin ve zaferin harcı olmuştu. Giap’ın ilk pratiği meşhur 34 kişilik silahlı propaganda birliğiyle direnişi başlatmış olmasıydı.
Egîd yoldaşla Vietnam’ı, Vietnam direnişini ve Giap’ı zaman zaman tartışırdık. Kendisi de Giap gibi pek uzun boylu olmayan, kendine güveni oldukça fazla bir dik duruşu vardı. Büyük benzerlik şudur ki, O da Kurdistan’ın kaderini belirleyecek olan aralıksız 40 yıldır görkemli biçimde süren ve gelişen Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın komutanlığını üslenmişti. Giap’ın 34 kişilik silahlı propaganda birliğini selamlarken yaptığı konuşma ve görüntüleri vardır. Egîd yoldaş da 15 Ağustos Hamlesi’nden iki gün önce bizden ayrılırken aynı Giap gibi O da, 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği’nin hazır olan savaşçılarıyla tokalaşıp yaptığı kısa bir konuşmadan sonra yola koyulmuştu.
Egîd her şeyden önce bir yürüyüş ve zafer tarzı demektir
PKK’deki direniş diyalektiği bilinmektedir, gerçekten muhteşemdir. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi, Mazlumların ve Dörtlerin direniş ruhu sonraki süreçte daha da güçlenerek gelişecek olan direnişin mayası ve harcı olmaktaydı. Yurtdışında yoldaşlarımızın Filistin halkıyla birlikte gösterdiği direnişte verilen şehitler hem hareketin azmini daha fazla biliyor hem de görev ve sorumlulukları daha da artırıyordu. Tarihi 15 Ağustos Hamlesi mutlaka bu zorlu sürecin ve görkemli direniş halkalarının bir devamı ve sonucu olarak gerçekleşmiştir. Bundandır ki Kurdistan Özgürlük Mücadelesi’nin 40 yıl sonra bugün ulaştığı düzeyin kök hücreleri o zamanda gizlidir. Bugün mücadele tarihimizde ve parti yaşamında Egîdce yaşam ve mücadele tarzı denilen bir gerçeklik vardır. Çünkü Egîd her şeyden önce ve hepsinden önemlisi bir yürüyüş ve zafer tarzı demektir. Burada yılgınlığa, çözümsüzlüğe ve çaresizliğe kesinlikle yer yoktur. Çünkü Egîd demek her şart altında üstün bir moral ve inançla mücadele ve zafer kişiliği demektir. Egîd kişiliği en kıt imkanlarla ve en zor koşullarda başarılması gereken ve mümkün olan ne varsa başarmayı esas alır. Bunun için sürekli bir araştırma, tartışma, sorgulama yaşanır. Kesinlikle var olanla yetinmek diye bir şey Egîd’te yoktur. Ne küçük başarılarla baş dönmesi ne de yılgınlığa düşmek asla olmaz. Egîd yoldaşın yanında hiçbir kadro ve savaşçı bunun dışında kalmaz, kalamaz. Her zaman yüksek bir moral, motivasyon, başarma ve kazanma inancına sahiptir. Bunu beraberinde olduğu herkese benimsetir ve yaşatır.
Egîd yoldaş derken ilk akla gelen hiç kuşkusuz onun her zaman ve her yerde önemli bir kişilik meziyeti olarak yaşadığı ve temsil ettiği PKK’nin ciddiyet ölçüleridir. Söylediği ve yaptığı her şeyin mutlak bir karşılığı olmalıdır. Buna göre söz söyler, buna göre pratik yapar. Hani “erdemli insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler” diye bir özdeyiş vardır. Egîd yoldaş böyledir; düşünerek, yoğunlaşarak yaşar. Tabii ki ciddiyetten anladığımız kuru duruş sahibi olmak değildir. Belirtildiği gibi ciddiyet her şeyden önce görev ve sorumlulukların farkındalığıyla hareket edip kim olduğunu, neyi temsil ettiğini bilerek yaşamaktır. Egîd yoldaşın bazen eli kulağında Aram Tîgran’ın “hey lo delal” kilamını büyük bir zevkle ve içtenlikle yüreğinden geldiği gibi söylediğini iyi biliyoruz. Yani aynı zamanda sosyalitesi güçlü olan bir arkadaştır. İş ve görevinin üzerine titrerdi adeta. Bir şeyi eksik bırakmak, hele unutmak asla olmamalıydı. Her şey olması gerektiği gibi olmalı, bunun için ne kadar emek, çaba gerekliyse mutlaka gösterilmeliydi. Yoksa olan her şeyi elbette yüzeyselliğe yorumlardı ki işte bu konularda son derece ciddiydi.
Egîd yoldaşın gerçekçi özellikleri vardı. Yalnız burada gerçekçi derken var olan objektif koşullarla kendini sınırlandırmaktan kesinlikle söz etmiyoruz. Zira PKK’de özgürleşme ve özneleşme, var olanla yetinmeyen, irade ve müdahale gücüyle yaratan ve değiştiren bir gerçeklik vardır. Egîd yoldaşla kast ettiğimiz tam da bu olmaktadır. Bunun yanında öncelikli ve tali olan nedir ve neye göredir? Bu konuları sürekli tartışan ve değerlendiren, buna göre yoğunlaşan ve gelişmelerin önünü açan bir kişilikti. Düz ilerlemeci değil, var olanla yetinen değil zamana neleri nasıl sığdırabileceğini düşünen, buna göre hedef belirleyip gerekli planlamalara ulaşan, karar veren bir komuta tarzına sahipti. Çeşitli gerekçelerle bunun gerisinde kalmak, gerekçelendirmek ve ertelemek Egîd yoldaşın oportünizm olarak tanımladığı ve hiçbir biçimde kabullenmediği yetmez tarz ve kişilik olmaktadır. Zamanla oynamak yoktur. Geç kalmak, ertelemek olmayacaktır. İkircikli ve tereddütlü tutum hiç olmayacaktır. Egîd tarzı budur.
Komutan önünü ve ileriyi gören kişiliktir. Olası tehdit ve tehlikelerin farkındadır. Olabilecekleri önceden hisseder ve görür. Tehlikeleri bertaraf etmek, imkan ve fırsatlardan ise en iyi yararlanmak için ne lazımsa yapar, atılması gereken adımları da buna göre zamanında atmasını bilir. Egîd yoldaş bazen bölgede ve en olumsuz olarak bilinen bir kişinin evine hiç kimsenin tahmin edemeyeceği biçimde aniden misafir olurdu. Bundaki amaç kişiyi etkilemek, devrimci-demokratik otorite oluşturmaktı. Aynı şekilde bazen de toplum üzerinde saygınlığı olan yurtsever kişileri bir araya getirip onlarla kapsamlı toplantılar gerçekleştirir, saatlerce konuşurdu. Bu da halk nezdinde ve toplum üzerinde bambaşka olumlu bir etki, devrimci bir otorite demekti. Egîd yoldaş, bu açıdan parti kadroları ve gerilla güçleri üzerinde olduğu kadar toplum üzerinde de son derece etkili, saygınlığı olan bir kişilikti. Üslup ve ilişkilerindeki ciddiyetle bunu rahatlıkla yaratabiliyordu. Onu sevmemek, güvenmemek, inanmamak için bir neden yoktu. Botan’da köylerde ve Koçerlerin içinde örgütlenme ve propaganda çalışması yürütülürken bazen Egîd arkadaş olmuyordu. Köylüler ve koçerler giden arkadaşlara mutlaka sorardı; “Egîd heval nerede? Egîd heval niye gelmedi?” diye hem serzenişlerini hem de Egîd hevale olan sevgi ve özlemlerini belirtirlerdi. Bu anlamda Egîd yoldaş aynı zamanda büyük bir halk kişiliği, gerçek bir halk öncüsüydü, diyoruz.
Egîd, baştan aşağı cesaret dolu, yürekli ve cesur bir Apocuydu. Her zaman zor olanı kendisi alır, yoldaşlarına neyi başarabileceklerse onu verirdi. Onları basitten karmaşığa görevlerle eğitir, dener, sınavdan geçirir, gelişmeye açık olanların önünü açar, muazzam destek olurdu. Ondan sonra gerilla, Egîd neredeyse kendisi de orada olmak isterdi. Çünkü Egîd’te PKK’nin yaşam tarzını, Apocu kişiliği, cesaret, savaş ve kazanma azmini görüyorlardı. Egîd yoldaşın gerilla güçleri üzerindeki etkisi sürükleyici gücü ve halkın ona olan büyük sevgisi ve bağlılığı tamamen onun temsil ettiği Apocu kişiliğin etkileri ve sonuçları olmaktadır.
Kurdistan Özgürlük Gerillası Egîdlerin ve Zîlanların ardıllarıdırlar
Bugün Kurdistan’ın dağlarında, Medya Savunma Alanlar’ında tarihin az tanıklık ettiği bir direniş örneği sergilenmektedir. Soykırımcı-sömürgeci Türk devleti Kurdistan Özgürlük Gerillası’na karşı tam 8 yıldır kesintisiz bir savaş ve saldırı halindedir. Kurdistan Özgürlük Mücadelesi tarihinde savaş hiçbir dönem bu kadar şiddetli ve aralıksız uzun süreli olmamıştır. Faşist Türk devleti işbirlikçi hain KDP’yi de yanına alarak gerillaya karşı her türlü yasaklı silah ve termobarik bomba ve çağın en gelişmiş savaş teknolojisini kullanmasına rağmen sonuç alamamaktadır. Burada belirtilmek istenen şudur; şimdi soykırımcı-sömürgeci Türk devletine karşı savaşan birçok Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın ismi Egîd, Erdal, Bedran, Hawa, Zîlan’dır. Bunlar soykırıma karşı müthiş direnen, direnişleriyle destanlar yaratan Egîdlerin ve Zîlanların ardıllarıdırlar. Egîdlerden başlayan Mazlum, Hayri ve Dörtlerin direniş ruhuna denk uzanan muazzam onurlu bir miras, derslerle dolu bir tarih, dünya da üzerine gelse yıkılmaz ve baş eğmez bir iradenin temsilcileridirler. Fedailikte ve fedakarlıkta sınır tanımayan Kurdistan Özgürlük Gerillası böyle onurlu ve şanlı bir tarihsel gerçeklik üzerinde şekillenmiştir. Yoksa gerçekten insan aklını ve iradesini aşan ve zorlayan düzeyde bu direniş, bu fedai ruh, bu yaratıcı yetenek ve dopdolu zafer kişiliği nasıl ortaya çıkabilirdi? Savaş tünellerinde her türlü zorluğa rağmen aylarca direnmek kesinlikle idealleri, inancı ve amacı büyük olanların yapabileceği bir şeydir. İşte Egîd yoldaş Kurdistan Özgürlük Hareketi ve gerilla mücadelesi açısından böyle bir ruhu, böyle bir inanç ve iradeyi temsil etmektedir. Şanlı 15 Ağustos Atılımı’nın 40. yılında gerillanın olağanüstü bir inanç ve yaratıcılıkla gerçekleştirdiği eylemlerde bunu görmek hatta her gün görmek rahatlıkla mümkün olmaktadır.
Önder Apo’nun gerilla için destur niteliğinde söyledikleri vardır: “Gerilla yoklukta aç kalmamalı, bollukta tok olmamalıdır” demektedir. Muazzam bir ilkedir bu. İçinde erdemlilik adına emek, irade, ahlak, disiplin, yaratıcılık, sorumluluk anlayışı her şey vardır. Egîd yoldaşın yaşamı, değerlere yaklaşımı örnekti. Başûrê Kurdistan’da, şimdiki Medya Savunma Alanları’nda İlkbaharın sonu ya da yaz mevsimiydi, görevi gereği günlerce süren uzun bir yolculuk yapmıştı. Çalışmalarıyla ilgili parti yönetimine verdiği raporunda yaptığı harcamaların yani mali raporunu da vermiştir. Egîd yoldaş raporunda uzun yolculuk sırasında susuzluğunu gidermek maksadıyla değil de en azından ağzın ve boğazın kurumasını önlemek için bir de sakız aldığını, sakız için verdiği 50 kuruşu da raporuna eklemiştir. Ona göre ihtiyaç üstü olan her şey suç ve haramdır. Sorumsuzluk ve ucuz yaşam en kötüsüydü. En önemlisi de partiyi kendi çalışmalarıyla ilgili en ayrıntılı detaylarına dek objektif olarak tam bilgilendirmekti. Bu 50 kuruşla alınan sakız için de olsa böyle olmalıydı.
Gerilla ordumuzun kurucu komutanı Egîd yoldaşın bu Apocu meziyetleri bugün elbette Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın yaşam tarzı, parti ilke ve ölçülerine yaklaşım biçimiyle gerillanın vuruş tarzı üzerinde etkili olmakta, gerilla da bunu onurla, gururla temsil etmektedir. Dünyada ve tarihte örneği pek olmayan PKK ve PAJK kadro ve militanlarının, yine fedai ruhla direnerek düşmana her gün kök söktüren HPG ve YJA Star gerillalarının sırtlarında taşıdıklarının dışında kendilerine ait, maddiyat adına onları herhangi bir biçimde geriye çekecek hiçbir şeyin olmaması şüphesiz bir ilktir. Yoksa idealler ve amaçlar bu kadar yüksek ve soylu olmazsa kim direnir! Bunlarsız hiç direnmek mümkün olabilir mi? Bu soylu değerler ve yaşam ölçüleri elbette Önder Apo’nun kişiliğinde, zindan direnişçileri ile Egîdlerin yarattığı değerlerden süzülerek gelen ve oluşan değerler ve amaçlar olmaktadır.
Che Guevara, “insan hayallerinin büyüklüğü kadar özgürdür” der. Egîd yoldaş bazen Herekol’un en yüksek noktasında oturduğunda, gözlerinin görebildiği kadar Rojava Kurdistan’ından tutalım Musul-Şengal ovasına kadar görmek istediği tüm Kurdistan’da özgür, demokratik bir geleceğin sohbetini yapardı. Herekol’dan Cûdî’ye, Çirav’a ve Kato’ya baktığında gerillanın yenilmezliğini, dağların tarihsel olarak yiğit ve cefakeş Kürt halkıyla olan dostluğunu anlatırdı. Eruh’ta Yakup Ağa’nın yarım bıraktığı soylu direnişi mutlak zaferle taçlandırmak gerektiğinin sözünü verirdi.
Egîd yoldaş kişiliği, pratiği ve cesaretiyle, eylem geliştirme gücü ve kapasitesiyle döneme damgasını vurmuştur. Olduğu her yerde savaşı geliştiren, bulunduğu her alanda arkadaşlara büyük cesaretle güven veren bir kişiliği vardı. En korkak, en ürkek birisi bile Egîd yoldaşın yanında iyi bir savaşçı olabilirdi. Bu özelliklerinden dolayı partimiz tarafından Ulusal Kahramanlık payesiyle onurlandırılmıştır. Egîd yoldaşın partimiz açısından önemi, mücadelemizdeki halen doldurulmamış olan yeri, sahip olduğu özellikleri, savaş tarzı ve derinliğiyle savaşımızın geliştirilmesinde oynadığı rolü, hatta şehadetiyle bile kadroların kendilerine yönelip düşmana karşı intikam bilediklerini bilirsek Egîd yoldaşın büyüklüğünü ve mücadelemizdeki yerini daha iyi kavramış oluruz.