7 Haziran 2025 Cumartesi
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
YIL:44 / SAYI: 521 / MAYIS 2025
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK
Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
SERXWEBÛN | JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE
Anasayfa YAZILAR

MAHSUM KORKMAZ (EGÎD)

MAHSUM KORKMAZ (EGÎD)

Direniş Mücadelesindeki Anılardan Bir Kesit ve 1985 Newroz’unun Uyandırdığı Umutlar! / (2)

Bir kaç gün sonra 27 Kasım geldi. Parti’nin kuruluş gününü baş­ka türlü kutlamak istiyorduk ama, buna zaman bulamadığımız için, Kerim arkadaşın da içinde bulun­duğu bir grup arkadaş, küçük bir mağarada toplandık. Taş zemin üzerinde oturmuştuk. Soğuktan diz­lerimizin titremesine ve soğuk algın­lığından sık sık öksüren bir arka­daşın konuşmamızı bastıran öksürüğüne rağmen iki saatlik bir kutlama konuşması yaptık. Konuşmamızın en önemli hususu direnişin kaçınıl­mazlığı ve artık zamanının geldi­ğine dikkatlerin çekilmesi oldu.

Ertesi gün, alanı terketmek için yola çıktık. Nehiri geçtikten sonra yıllardır ilk defa ovaya ayak bastık. Önümüzde üç günlük, çamurlardan geçilmesi zor bir ova yürüyüşü vardı. Üstelik, konak noktaları da fazla emniyetli değildi. Uzun yıllar dağlarda kalmanın verdiği ovaya yabancılık duygusu içinde bu yü­rüyüşe girişmeye pek cesaret ede­miyorduk. Ama sonunda, değişik tarzda da olsa, tehlikeyle birçok kez burun buruna gelerek bu mesafeyi salimen aşabildik. Vardığımız dağ­lık alanda yaygın bir arama ve operasyon vardı. Mahkumların kal­dıkları bir eve Jandarma baskın yapmış, çıkan çatışmada üç asker vurulmuştu. Bu olay yüzünden sö­mürgeciler alana çullanmışlardı. Helikopterle havadan köylere in­dirme yapıyor, toplu tutuklama ve işkenceler devam ediyordu. Ope­rasyonlardan kaçıp mağaraya sığı­nan yaşlı bir köylü soğuktan ölmüş, mahkumların akrabalarından biri kadın iki kişi soyulmuş vaziyette köy köy dolaştırıldıktan sonra olay yerinde halkın gözü önünde kur­şuna dizilmişti. Halk olayın etki­siyle panik içinde olmasına rağmen, mahkumların yiğitliklerini anlatıyor, onlardan övgüyle sözediyorlardı.

Alandaki arkadaşların çalışmalarına bir süre katıldıktan sonra önemli izlenim ve bazı kazanımlarla birlikte geldiğimiz yolu takip ederek geri dönmeye başladık. He­def noktamıza çabuk ulaşmamız gerekiyordu. Kış olmasına rağmen hava koşulları engelleyici olmadı. 13 gün süren sürekli yürüyüşten sonra yerimize vardık. Kampta yeni mevsim çalışmaları için hazırlıklar başlatılmıştı. Yoğun geçen toplantı ve tartışmalar ardından bahar son­larında birikim yeni bir düzenleme altında örgütlendirilerek çalışma bölgelerine sevk edilmeye başlandı. Düşman, dağılmayı hissetmiş, sınır boyunca ağır güçlerini harekete geçirmişti. Daha önce de kampları­mızın çevresine çok sayıda ajan göndererek bilgi toplamak istemiş, ama bunlardan bir kaçını yakalayıp amaçlarını öğrenmiştik. Sınırdaki tüm önlemlere rağmen, geçişleri önleyemeyen düşman, bizi içerde karşılamaya hazırlanıyordu. Yol gü­zergahları üzerinde önemli nokta­lara birlikler yerleştirilmiş, bölgesel güçler takviye edilmiş, komando birlikleri köylere çıkıp adeta silahlı propaganda yapmaya başlamıştı. Halka, “Apocular’a güvenmeyin, onların içinde çok sayıda MİT var, Apocular Kürt değil, Ermenidir, Komünist din düşmanlarıdır” vb şeyler anlatarak bizi, halktan tecrit etmeye çalışıyorlardı. Ama halk, onların söylediklerine gülüp geçi­yordu. Onlar bu gülüşü, kendi anlat­tıklarına beğeni olarak anlıyor ve köylülere işbirliği teklifinde bulu­nuyorlardı. Subaylar, yaptıkları toplantılarda, “Apocular, patla­maya hazır bomba gibidirler, infi­lak ederlerse, bizi de sizi de havaya uçururlar” diyerek halkı tedirgin etmeye çalışmışlarsa da tüm gay­retleri boşa gitmişti. Çalışmaları­mız her geçen gün daha da sem­patiyle karşılanıyor, yavaş yavaş destek kaynakları açılıyordu. Sı­rasıyla, Uludere, Şırnak, Batman ve Silvan’da ajanlara vurulan darbeler coşku yaratmıştı. Ama halk yetin­miyor, daha da fazlasını istiyordu.

Gençler kendiliğinden ge­lip mücadeleye katılmak istiyorlar

Siyasi çalışma alanı oldukça geniş­lemişti. Gençler kendiliğinden ge­lip, mücadeleye katılmak istiyorlar, bazıları kendi başına yola çıkıp eğitime alınmaları talebinde bulu­nuyorlardı. Evden ayrılmasına aile­leri rıza göstermeyenler, eve geri gönderilmemeleri için adeta yal-varıyorlardı. Gençlerden biri bize katılmak için on gün ailesinden giz­lenmiş, sonunda bizi bulmuştu ama, kendisini tekrar ailesine teslim etti­ğimizde ağlıyordu ve tavrımıza bir anlam veremiyordu.

Çalışma bölgelerinin birçoğunda benzeri gelişme vardı. Artık bu gelişmeler hazırlık kapsamındaki görev ve hedefleri aşarak, taktiğin genişletilmesini gerekli kılmaktay­dı. Yaygın, silahlı direniş hareketi merkezi bir planlamayla başlatıl­malıydı. Tüm kadrolar halkla bir­likte bunun sıkıntısını çekiyordu.

1984’ün baharında bir arkadaş beraberindeki kalabalık grupla bölgemize geldi. Geliş tarzlarında önemli kararlar getirdiklerini sezinlemiştik. Akşam yemeğinden sonra, köylülerle ko­nuşmaya başladığımızda, köylüler konuyu yine her zamanki gibi silahlı direnişin neden başlatılmadığı so­rununa getirdiler. Bu soruyla sürek­li karşılaştığımız için aynı ve ikna etmekten uzak cevaplar vermekten usanmıştık. Yeni gelen arkadaşın cevaplamasını bekledim, tabi içim­den köylüye katılarak. Arkadaş da ‘hazırlık’ deyince köylü sustu, çünkü daha önce aynı cevapla çok kez karşılaşmıştı.

Geç saatlere doğru grubu bir araya topladığımızda sayımızın hayli kabarık olduğu görüldü. Köy­lüler de böyle bir grupla ilk kez karşılaştıklarından şaşırmışlardı. Onlar da bir şeylerin olacağını tah­min etmiş, birbirlerine bu sefer tamam diyorlardı. Geceyi geçirece­ğimiz ormana çekilip bir kaç grup halinde alana yerleştik. Sabah iyi haberlerle karşılaşacağımızı tah­min ettiğimden o gece hiç bir şey sormadım.

Sabah erkenden kalktık ve köy­lülerin getirdiği yiyeceklerle kah­valtımızı yaptık. Sorumlu arkadaş­la bir kenara çekildik ve ben merak­la konuşmasını bekledim. Arka­daşın konuşmasını dinledikten son­ra yanılmadığım ortaya çıktı. Bir­kaç bölgede aynı günde başlatı­lacak eylemlerle HRK’nin kuruluşu ilan edilecekti, işte dört yıldan beri, birçok ülke ve sınırları dolaşarak, içerde uzun zamandan beri hazırlık­larını yaptığımız gün nihayet gel­mişti. İçimde bir rahatlama hisset­tim ve cevap olarak ağzımdan çıkan ilk şey şu oldu: “iyi ama çok geç bu, daha erken de olabilirdi.” Her şeye rağmen bizleri çok sevindi­ren bir haberdi bu. İçimden hemen tüm arkadaşlara bunu ilan etmek geliyordu ama, bu olmazdı. Arka­daşlar ancak 15 Ağustos’tan birkaç gün evvel duydular haberi. Çünkü kural bunu gerektiriyordu.

Yeni döneme ilişkin de oldukça kapsamlı bir örgütsel plan vardı. Hızla komiteleşmeye gidilecek kit­leleri çeşitli biçimlerde içine alabi­lecek örgütler geliştirilecekti. Bu aynı zamanda Ulusal Kurtuluş Cep­hesinin tabandan başlayarak, ör­gütlendirilmesi demekti. Ardından da cephenin ilanı gelecekti. Bu sa­yede geniş çevrelere biçim ver­mekte çektiğimiz zorluk aşılmış olacaktı. Köylülerin bize dayattık­ları iki konu; birlik ve askeri güç sorunları artık çözümleniyordu.

Planın alanımızda uygulanacağı biçim ve diğer bazı hususlar üze­rinde yaptığımız konuşmadan son­ra hazırlıklara başladık. Saptadığı­mız hedefin keşfi için bir birim oluş­turduk. Bir takım değişiklikler, çe­şitli yerleri hazırlama ve kurulacak birliğin üyelerini bir araya getir­dikten sonra yola koyulduk. Yüksek dağ zirvelerini takip ederek bizi bekleyen arkadaşların noktasına varabildik. Tüm alana hakim yük­sek bir yerdi burası. Arazi son derece mükemmeldi. Orada bizi bekleyen grupla birleştiğimizde kendimizi güvenlikli bir atmosfer içinde bulmuştuk. Herkes bir şeylerin yapılacağını anlamış, coşku içindeydi. Sevinçler gözlerdeki gü­lümsemeyle ifade ediliyordu.

14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirdi

Son hazırlıkları da tamamla­dıktan sonra, 14 Temmuz Propa­ganda Birliği adını alacak olan birliğimizi toplayıp kuruluşu bir bil­diri okuyarak duyurduk. Ardından kararı bize ulaştıran arkadaşın dönemin özelliği ve görevleri üze­rine yaptığı konuşmayı dinledikten sonra birliğin sorumlusu olarak Silahlı Propaganda Yönetmeli­ğini okudum. Bu yönetmelik uya­rınca herkese hazır olup olmadığı soruldu ve hazır olan el kaldırsın der demez, bir anda tüm eller şimşek hızıyla yukarı kalktı. Hazır olmayan yoktu. Öyleyse yönetmelikteki dev­rim andını hep birlikte okuyalım dedim ve o anda havaya kalkık sıkılı yumrukların eşliğinde dağları çın­latan gür bir ses dalgası yankılan­maya başladı. Talimatlar da okun­duktan sonra her şey tamamlanmış­tı. Birliğin ismi, bileşimi, hareket alanı, hedefler, programı, iç işleyişi ve çalışma tarzı konularına tam bir açıklık getirilmişti. Elimizde bol sa­yılacak malzeme ve iki ağır silahı­mız vardı. Harekete geçmeye hazır durumdaydık. HRK’nin kuruluşu­nun halka ilan edileceği yeri henüz arkadaşlara açıklamamıştık. 13 Ağustos’ta eylem alanımızın son keşfini tamamlamış olarak, birliğin yanına döndük. Yönetim Birimi olarak bir tarafa çekilip, eylem planını çizdik. Plan fena sayılmazdı. Bütün ihti­maller hesaba alınmış, hiç bir nokta belirsiz bırakılmamıştı. Eylem mut­laka başarıyla sonuçlanmalıydı. Çünkü ilk ve tarihi bir eylem olacaktı.

Planı oluştururken, Lenin’in “ku­maşı kesmeden önce yedi kez ölçün” sözünü hatırda tutuyorduk. Plana son şeklini verdikten sonra, geniş ve düz bir saha üzerinde eylem alanının maketini yaptık. Birliği bu alana götürdüğümüzde, hedefi açıkladık. Eylemin amacı, önemi ve hedefin özellikleri hakkında verilen bilgilerden sonra, plan açıklanıp tartışılmaya sunuldu. Sonuçta, oy­birliğiyle kabul edildi. Birkaç kez yapılan provadan sonra, akşam sa­atlerinde yola çıktık. El koyacağı­mız düşman silah ve araçları ile yiyecek erzakımızı taşımak için yanımıza birkaç tane de katır aldık. Uzun süre dış dünyayla bağlarımız kopacağı ihtimalini de dikkate alarak tasarruflu olmamız gerektiği sonucunda birleşmiştik. Günde yarım ya da çeyrek ekmekle idare etmeliydik.
On saatlik yürüyüş ardından sa­baha doğru, önceden saptadığımız noktaya ulaştık. Uygun mevzilenişe geçerek uyumaya çalıştık ama, e-sen soğuk rüzgar uyumamıza fırsat vermiyordu. Gün açıldıktan sonra, 3 km uzağımızda bulanan Eruh’u göstererek, işte hedefimiz dedim. Dür­bünle her arkadaş alanı daha iyi tanımaya çalıştı. Ve bize çok uzun gelen bir gün ardından akşama top­landık. İlk etapta yolları ve telefon hatlarını kesecek gruplar, belirle­nen yerlere gönderildiler. Karanlık çökünce birliğin ana mevcudiyeti görev kollarına göre düzenlenmiş bir yürüyüşle şehire doğru inmeye başladı. Kısa bir süre sonra artık şehrin sokaklarına dalmıştık. Çift sıra halinde arka arkaya dizilen sayımız, sokağı doldurmuştu. Düş­man bölüğüne 100 metre kala bir araba çıktı ortaya. Fakat hızla mevziye yattığımız için bizi fark etmedi. Ciddi bir aksilikle karşılaşmamamız büyük bir şanstı. Kısa bir ilerleme­den sonra seri bir şekilde üç kola ayrılarak, planımızdaki hedeflere doğru hızla ilerledik. Bölük binası, subay gazinosu, kahvehaneler, banka ve camiye bir anda ulaşmış­tık. Açılan ilk ateşle bölüğün kapı­sındaki nöbetçi etkisizleştirilmiş, ardından bölüğün üst katlarını he­def alan B.7 ateşi ve onun ardından gazinoya dalış kısa saniye aralık­larıyla başlamıştı. Seri kurşun ve bomba atışları içinde bir anda iki katlı askeri bina ele geçirilmişti. Gazino tarafından açılan düşman ateşi, bölüğün kapısından içeriye girmekte olan bir arkadaşı parma­ğından yaraladı. Fakat düşman ateşi derhal bastırıldı. Bu esnada açılan ateşle, arzumuz dışında, bölük komutanının iki çocuğu kol ve bacaklarından yara almışlardı. Kendilerinden özür dilendi ve anne­leriyle birlikte ateş hattından uzak­laştırılıp, hastaneye gönderildiler.
Bölüğün işgalinden sonra esir alınan askerler bölüğün avlusuna toplatıldı ve HRK’nin amaçları ken­dilerine anlatıldı. Erlerin bir kısmı, sevinç içindeydi. “Bizi de kurtardı­nız hemşerim” diyenler de oldu. Bi­ze katılmak isteyen erleri almak istemedik.

Diğer yandan cami hoperlöründen T. Arkadaş gür sesiyle HRK kuruluş bildirisini okuyordu. Heye­candan kendisini tutamamış olacak ki ara sıra şiir dizelerini de bildirinin içine katıyordu. Bu ara bölük de­posu açılmış, arkadaşlar ele ge­çirilen asker silahlarını ve cephaneyi dışarıya yığıyorlardı. Bölükte biraz inceleme yaptıktan sonra arkadaş­ların kontrol altında tuttukları kah­velerden birisine uğradım. Köylü arkadaşın biri, halkı kumar oynadık­ları için eleştiriyordu. Bu kaba ve yersiz bir davranış olduğu için müdahale edip özür diledik ve rahat olmalarını, kendileri için savaştığı­mızı söyledik. Bunun üzerine kahvehanedekiler topluca yerlerinden kalkıp kucaklaşmak istediler. Si­gara, çay, su ikramından bulundular. Bir bardak sularını içip, amaçlarımızı açıkladıktan sonra cezae­vini açalım mı diye bir soru yöneltti­ğimizde hep beraber “haydi” dedi­ler. Diğer kahvehanelerde ise, “Bijî PKK, Bijî Serok Apo” sloganları ortalığı çınlatıyordu.

Kahvehanelerde bildiri dağıtımı ve pankartların asımı tamamlan­dıktan sonra bölük çevresinde alı­nan güvenlik kordonu içinde tüm görev kolları verilen işaret üzerine bir araya geldi ve sonuçlar alınıp, kontrol sağlandı. Herhangi bir kay­bımız yoktu. Düşmandan bir ölü, 6 yaralı vardı. Yaralı arkadaşın ilk bakımını doktorumuz yapmıştı. Za­ten yarası önemsizdi. Ele geçirilen düşman silah ve araçları epey faz­laydı. Katırlarla taşımak güçtü. Yükü ancak bir kamyon taşıyabi­lirdi. YSE’ye ait bir kamyonu alıp yüklemeye başladık. Bu arada geri­de kalanları da tahrip ettik. Atatürk büstü dağıtıldı. Gazino, iki televiz­yon, komutana ait taksi, cemse, hükümet binası, banka ve postahane ateşe verildi. Ancak bunların yete­rince tutuşmadığını sonradan anla­dık.

Eruh kasa­bası artık herkesin yakından tanıyacağı bir yer

Şehri bir kaç saat elde tuttuktan sonra bırakmıştık. Artık dağın di­binde arabadan boşalttığımız yük­leri taşıma sorunuyla karşı karşı-yaydık. Uç katır yükü yanında her arkadaş kendi silahıyla birlikte üç silah taşıyordu. Buna rağmen, el konulan silah ve eşyaların bir kıs­mını orada bırakmıştık.

Yüksek ve dik yamaçlı dağı ağır yükler altında bazen tırmanarak aşmaya çalışıyorduk. Susuzluktan takatimiz kesiliyordu. Ama, başarı coşkusu bize güç veriyordu. Rastla­dığımız bir pınarın başında bir süre dinlenip, arkada bıraktığımız şeh­rin ışıklarını seyrettik. O arada kendi kendime şunları düşünüyor­dum. Birçok kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı Eruh kasa­bası, artık herkesin yakından tanıyacağı bir yer olacak ve bu vesileyle Kürdün adı da artık dün­yada konuşulacaktır.

Ağır yük bizi oldukça hantallaştırıyordu. Emniyetli arazi nok­tasına vardığımızda sabah olmak üzereydi. Yerimiz, son derece muazzamdı. Düşmanla her türlü savaşı yürütebilirdik burada. Ama, bir tek eksiğimiz vardı: Su. Olan suyumuz daha sabahın beşinde tükenmişti. El koyduğumuz silah ve araçların sayım ve tasnifini yaptık. 60 büyük silah, 9 tabanca, 4000 mermi, büyük telsiz, radyo, daktilo, su mataraları, kasaturalar, elektro­nik ışıldak ve daha birçok ufak mal­zeme ele geçirmiştik.

Helikopterler ve jet uçaklarının üzerimizde sık sık uçuşları bizi yeri­mizden kımıldatamadı. Onları pek umursamıyorduk çünkü, yapabi­lecekleri bir şey yoktu. Bizi görme­leri olanaksızdı. Ateşlerinden de korunabilirdik. Çünkü, dağlarımız buna elverişliydi.

Akşam tekrar yola çıkmak üzere hazırlıklara başladık. Acil olarak suya ve rehbere ihtiyacımız vardı. Rehberle buluşma olanağını daha önce bir talihsizlik sonucu kaçırdı­ğımız için rehbersizdik. İhtiyaçların temini için bazı arkadaşları yakını­mızdaki köye göndermek istedik ama, gittiklerinde köyde askerlerle karşılaşmış ve bir şey alamadan geri gelmişlerdi. Bu durumda yola de­vam etmekten başka çaremiz yok­tu. Kestirdiğimiz yöne doğru, patikasız araziye vurduk. Ama katır­lar üç günden beri su içmediklerinden kayalık arazide yol almaları güçleşiyordu. Bir süre sonra susuz­luktan dolayı, hepimizde yürüme takadı hayli azalmıştı. Susuz oldu­ğumuzdan yemek de yiyemiyorduk. Mola verdiğimiz yerde araziyi keşif etmemiz ve haritamızın da yardı­mıyla yakınımızda bir köyün var olduğunu tespit ettik. Yokuşu zor-bela çıktıktan sonra köye yaklaş­mıştık. Ancak daha önce ilişkile­rimiz olmadığından oraya gitmeyi uygun bulmadık. Bir kaç arkadaşı su ve rehber bulmaları için köye gönderip beklemeye başladık. Dön­düklerinde bol su ve iki de rehber getirmişlerdi. Suyumuzu içtikten sonra biraz dinlendik. Köylüler eyle­min haberini almışlar şaşkınlıkla dolu bir sevinç taşıyorlardı. Ele geçirilen düşman silahları ve araç­lar gözlerini kamaştırıyordu. Bi­zimle biraz yürüdükten sonra, on­ları geri gönderdik. Çünkü harman­larını bırakıp gelmişlerdi.

Düzgün patikada bir saat kadar yol aldıktan sonra, şafak sökmek üzere olduğundan, gündüzü geçirmek için uygun bulduğumuz bir yere konak­ladık. Herkese bir bardak su ile yarım ekmek verildi. O gün oldukça sakin geçti. Fakat öğleden sonra, hayvanlarımızı fark eden bir kadın ve iki genç yanımıza geldiler. Bir­likte iki galon da su getirmişlerdi. Nöbetçilerimizin yanına geldik­lerinde, köylerini asker bastığını, işkence yaptıklarını ve bu yöne de gelebileceklerini anlatmışlardı. Onları teskin etmeye çalıştığı­mızda, buna ihtiyaçları olmadığını anladık. Onlar, daha çok bizim için endişeleniyorlardı. Helikopterlerin dolaşmaya başlamasıyla kadın ye­rini değiştirip emniyete aldıktan sonra konuşmasına devam etti. Çok iyi yaptığımızı söylüyordu. Biraz daha konuştuktan sonra bize daha çok yiyecek ve su getirmek için geri döndüler. Akşam çökmek üzerey­ken aşağımızdan geçen patikadan kalabalık bir askeri birliğin bize doğru geldiklerini gördüm. Arka arkaya dizilmiş, iz sürüyorlardı. Bunun üzerine çatışma pozisyo­nuna geçerek mevzilendik. Yanı­mızdan giden köylülerden bilgi almaya çalışıyorlardı. Fakat bilgi alamamış olacaklar ki, yönlerini değiştirip, bizim de gideceğimiz köye doğru yola devam ettiler. Biz onlardan önce köye varmak istiyorduk çünkü köy boğazda kurulmuş bir geçit noktasıydı. Kim orayı önce tutarsa, diğerini geçirmezdi. Onlar patikada yürüdükleri için geçide bizden önce ulaştılar.

Emin bir yere ulaştığımızda yine sabah oluyordu

Köye yaklaştığımızda öncüleri­miz, köyde asker olduğunu bildirdi­ler. Karşılaştığımız bazı köylülerin yardımıyla vadiyi keskin yamaçtan aşarak tehlike alanını geride bırak­tık. Emin bir yere ulaştığımızda yine sabah oluyordu. Yerimizi hazırla­dıktan sonra kısa bir toplantı yap­tık. Gevşemeye başlayan hareket düzenini ve düşman takibini kırmak için yeni çatışmalara hazırlıklı olunması gerektiğine dikkat çekil­di. Gündüz dürbünle köyü gözetledi­ğimizde yeni takviye birliklerinin de köye girdiklerini gördük. Askerler sıcaktan yorgun ve bitkin düşmüş, kendilerini ağaçların gölgesinde yere atıyorlardı. Helikopter ve jet savaş uçakları, terk ettiğimiz alanın üzerinden o gün hiç eksilmediler. Onlar boğazı geçmediğimizi ve kuşatma alanında olduğumuzu sa­nıyorlardı. Akşama doğru onları kuşatmaları ile baş başa bırakarak, sık ve kayalıklı ormanda aç hali­mizle yola çıktık. O gün son ekmek kırıntılarını da bitirmiştik. Biraz yürüdükten sonra gözlerimiz karar­maya başladı. Dizlerimiz titriyor, vücudumuz enerjisini tüketiyordu. Buna rağmen kendimizi zorlayarak yola devam ettik. Kısa süre sonra bir kaç yayla çadırı ile karşılaştık. Ken­dilerini tanıdığımız için yanlarına gittik. Bizi neşe ile karşıladılar. Kadını ve erkeğiyle işe koyulup bizi doyasıya yedirip içirdiler. Kendi­lerinden ayrıldığımızda artık eski takatsizliğimiz yoktu. Yüksek dağı büyük bir hızla aşıyorduk. Bir kaç saat sonra gizli siyasi üs diyebilece­ğimiz alanımızın üzerinde yükselen dağın başına gelmiştik. Adeta kanat açarcasına hızla aşağıya doğru inmeye başladık. Ormana var­dığımızda şafak da sökmüştü. O günü köylülerle neşe içinde geçir­dik. Üs alanımızı avucumuzun içi gibi biliyorduk ve tanımadığımız tek insan dahi yoktu. Bu nedenle kendimizi kalede gibi hissediyor­duk. Üs halkında bayram sevinci vardı. Bizi yiyeceğe boğdular. Kay­bettiğimiz enerjiyi almaya başla­mıştık.

Türk askerleri geceleri çıkan en ufak bir hışırtı­ya sabaha kadar kurşun yağdırıyor­lardı

Gizli askeri üsse vardığımızda, eylemin değerlendirilmesi ile ilgili bir toplantı yapıp, başarı ve eksik­liklerimizi ele aldık. Kazanımlarımızın korunması için siyasal ve askeri faaliyetlerin vardığı aşama­nın üstüne çıkarılması gerekiyordu. Eylemin önemli siyasal sonuçlar yaratacağı ortada idi. Birlik üyeleri­nin hepsi, tüm konularda görüş birliğindeydi. Değerlendirme ve sonuç raporunu hazırlamak üzere top­lantıya son verildi ve yeni eylemlere hazırlanmak için dinlenme, eğitim ve keşif çalışmalarına başlandı.

Arkadaşların tümünde eylemin bir kez daha açığa çıkardığı coşku, cesaret ve azim vardı. Bu hususta örnek teşkil eden S… adındaki köylü arkadaşımız, politik çalışmalara yeni katılmıştı. Köylülüğümüzün yurtsever, direnişçi ve olgun özel­liklerini mükemmel bir şekilde yan­sıtmaktaydı. Eylemin bütün hazır­lıklarında faal hizmetler sunmuş, eylemde düşman binasına en önde girenler arasında kahramanca çar­pışmış ve geri çekilmede karşılaştı­ğımız zorlukları yenmemizde ö-nemli katkıları olmuştu. Birliğimi­zin en yaşlı üyesi olmasına rağmen hepimizden daha dinç ve aktifti. Eylemden önce kendisiyle keşif için düşman binasını gözlediğimiz es­nada, ona baskın nasıl olmalı sorusunu yönelttim. O ise, “içeri girip silah almazsak olmaz” ceva­bını vermişti. Evet, köylümüz işte böyle idi. Eylemde yer alan diğer köy­lüler de cesaret ve beceride güç­lerini kanıtlıyorlardı. Doğru önder­lik ile Kurdistan köylülüğünün gücü­nün toplamı, devrim volkanını oluşturuyordu. Bu kanıtlanmıştı.
Düşman, eylemlerden sonra ge­lip halkın ayağına kapanıyordu. “Devletimize yazıktır, günahtır, yapmayın, size yol, su, elektrik getireceğiz, din kardeşiyiz” diyor­lardı. Köylülerden, düşmanın bu durumunu dinlediğimizde, aklımıza eskiden parlamento siyasetçileri­nin seçim kürsüsündeki konuşma­ları geliyordu. Şaşaalı “büyük Türk ordusu” zavallı politikacıların duru­muna düşecek kadar küçülmüştü. Onların bu zavallılığı halkın dilinde alay konusu olmuştu. Tokat yiyince uslandı, yoksulluğumuzu, kardeş olduğumuzu anladı diyorlardı. Düş­man, kaybettiği prestijini yeniden kazanmak için dağ komandolarını getirip halka saldırtmaya başlamış­tı. Bu sefer de erler ağlamaya baş­lıyordu. Teskerelerine az kaldığını, yaşamak istediklerini söylüyor­lardı. Dağlarımız, “dağ komando­larını” bitkin düşürüyordu. Koman­do, jandarma, polis, kontrgerilla karışımı özel baskı taburlarını dev­reye sokan düşman, karakolların çoğunu kaldırmıştı. Yerinde bırakı­lanların mevcudu üç katına çıkarıl­mış ve nöbetler er başına üç-dört saate çıkarılmıştı. Buna rağmen, kendilerini güvenlikte hissetmiyor, partizanlara sık sık selam gönderiyorlardı. Operasyon birlikleri, en az 20 adet helikopter filoları ile bir alandaki tüm köylere aynı anda indirim yapıyor, fakat kısa süre içinde tekrar belli merkezlerde top­lanıp gizli operasyona geçiyorlardı. O kadar hantal ve gürültülü idiler ki, gelişlerini çok önceden fark etme­mek mümkün değildi. Bu tarzda defalarca yapılan toplan-dağıl ma­nevraları sonuçsuz kaldı ve yıpran­malarından başka bir işe yaramadı. Bunu bazı sömürgeci komutanlar çok iyi ifade ediyorlardı. Örneğin bir binbaşı, köylülerin huzurunda şun­ları söylemişti; “Karşımızda bir ordu olmuş olsaydı, bir günde ya biz, ya o yok olup giderdi. Ama bun­lar (Partizanlar) bizi ansızın vurup gidiyorlar ve peşlerine düşmek is­tersek, onların iki üç saatte aldıkları yolu, biz ancak on saatte alıyoruz” Evet komutan doğru söylüyordu. Düzenli burjuva ordusunun kendi zaafına parmak basıyordu. Yine, bu koşullarda yaşam acizliğine düşen diğer bir subay, dayandığı sopanın yardımıyla köye zor bela yetişti­ğinde, “nerde bu Apocular, çıkıp bir kurşun sıksınlar da, beni bu azaptan kurtarsınlar” diye seslenmişti. Ge­celeri ağaçlardan düşen cevizin çıkardığı ses ikide bir irkinti yarat­tığı için koca ceviz ağaçlarını kök­ten kesmiş, parola vermediği için sayı­sız hayvan öldürülmüştü. Her canlı­ya düşman olan faşist sömürgeci­ler, geceleri çıkan en ufak bir hışırtı­ya sabaha kadar kurşun yağdırıyor­lardı. Güvenlerini yitirmiş, kendi­lerine nöbet tutturdukları köylüleri, Apocular’ın milisleridir diyerek kovmaya başlamışlardı. Ajanlar verdikleri bilgiler karşılığında da­yakla mükafatlandırılıyordu çünkü, kendilerini tehlikeye sürüklüyorlar­dı.

Verdiğimiz bu örnekler bile düş­manın nasıl bir ruh hali içinde oldu­ğunu ifade etmeye yetecektir. Düşmanı çıldırmaya götüren bu korku hali, onu yığınla dengesizliklere sürüklemiş, ordu yapısını bir bütün olarak laçkalaştırmış, disiplin ol­dukça gevşemişti. Esir aldığımız bir askerin anlattığına göre, bozu­lan disiplini yeniden kurmak için, karakollarda her gece bir askeri işkenceye alıyorlarmış.

Umut yeşermişti artık ama henüz endişe de vardı

Oluşan vahameti gidermek için Ekim ayı başlarından itibaren faşist yöneticiler bölgeye üşüşmeye baş­ladılar. Ama, attıkları naralara veri­len cevaplar, kendilerine pahalıya mal olmaya başlayınca seslerini artık çıkarmaz oldular. Sırasıyla Kenan Evren, Turgut Özal, Genel Kurmay Başkanı ve diğer yetkilileri; Partizanlar, Şemdinli, Çukurca, Beytüşşebap ve Şırnak’ta, halkımızın alkışladığı eylemlerle karşıladılar.

Faşist yetkililer durumu kurtaracaklarına, prestijlerini de yitir­mekteydiler. Bu ise onların çok ağırına gidiyordu. Prestijlerini kurtarmak için halka silah da­ğıtma kararı aldılar. Ama halkın cevabı olumsuzdu. Kendisini ko­ruyamayan bir devleti koruyamayız diyorlardı. “Bize vereceğiniz silah­lar da bir kaç gün içinde Apocular’ın eline geçecek” diyerek onları çık­maza sokuyorlardı. Halka silah dağıtmaktan vazgeçen sömürgeci­ler, uçak ve helikopter uçuşlarını da azalttılar. Bütün kandırma ve gönül alma oyunlarından vazgeçen düş­man, ev yakmaktan, açık işkenceye kadar ve hatta adam öldürmeye kadar vardırdığı baskı uygula­malarından da hiç bir yarar sağ­layamamıştı. Bütün asker “dehası” ve muazzam tekniği bir işe yarama­mıştı. Yüksek rütbeli subaylar tek­nik bilgilerini unutmuşçasına, ka­rakolların korunması için köylüleri­mizin bilgisine başvuruyorlardı. Bir binbaşı, karakolun çevresine duvar ördürtme fikrini yanındaki köylüye açıklayıp “nasıl olur” diye sorunca köylü, “eğer duvar örerseniz nöbetçiler dışarıda kalır ve hedef olur­lar” diyor ve bunun üzerine binbaşı doğru diyor ve “hendek açılsın emrini veriyor. Aslında buna benzer sayısız örnek verilebilir, ama bununla yetineceğiz.
Yine, kendilerini emniyette his­settikleri taburlarına da bir kaç kurşun sıkılınca, buradaki huzurları da kaçmış ve sabahlara kadar havayı ışıldaklarla etrafı aydınlatır olmuş­lardır. Halk, düşmanın zaafını, çaresizliğini gördükçe, yanılgılar­dan sıyrılmaya başlıyordu. Düş­mandan bu kadarını da beklemiyorlardı aslında. Kendilerini artık daha büyük saldırıların maddi ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamaya hazırlıyorlar, cesaretlerini pekiştiriyorlardı. Umut yeşermişti artık ama, henüz endişe de vardı. Kış yaklaşıyordu. Halk bu alanlarda kışın çetinliğini bildiği için tedirgin oluyordu. Bazen kar, meşe ağaç­larının boyunu aşıyordu. Çığ ve tipi fırtınası her yıl mutlaka can alı­yordu. Bizden de Abdülaziz Ka­nat yoldaşın ölümüne bir çığ olayı sebep olmuştu. Biz de bir kaç yıldır bu koşulları yaşadığımızdan, zor­luklarını biliyorduk. Gerçi arkadaş­larımızın çoğu kış eğitimi ve sı­navlarını Bimzort Vadisinde yaptık­larından kış koşullarına alışkındı­lar. Bahsedilen vadi öyle bir yer ki, kurbansız yıl geçmemektedir. 14 saat çeken bir mesafeyi kapsayan vadide göğüse kadar batılan kar içinde yürümek zorunluluğu vardır. Oturmak istense bile, kara parçası bulmak imkansızdır. Bir anlık dur­mak bile don uykusuna tutulmayı beraberinde getirmektedir. Yine her an tipiye yakalanma tehlikesi olduğundan son hızla yürümek şarttır. Tipiye tutulunca kurtulmak çok zordur, insana adım dahi atır­maz, boğar. 1982 kışında 6 kişi boğulmuş, 1983’te 20 kişi yol şaşır­dıklarından donma tehlikesi geçir­miş ve ayakları kesilmişti. O yılın Kasım ayında at üstündeki bir yolcu donarak ölmüş, 1984’ün Aralık ayında vadideki buzul deresi iki kişi­nin hayatına sebep olmuştu. Bu dereyi geçmek için tam 12 kez bele kadar suya vurup geçmek zorunlu­luğu vardı. Sonraları patika yol açıl­dıktan sonra bu suya bir kez vu­ruluyordu.

İradenin yüksek gücü de kanıtlanmıştı

Yörede kış koşullarında, “arda kalan dona kalır” diye bir söz vardı. Ama arkadaşlarımız, bu sözü değiştirerek, “arda kalan dona kal­maz, kurtarılır” yaptılar. Kafile halinde yapılan yolculuklarda ge­ride kalanın beklenilmediğini yöre halkı çok iyi biliyordu. Arkadaşları­mız, bu tür yolculuklarda kendi grup­larından geriye kalanları kurtar­dıkları gibi, başka gruplardan ge­ride kalanları da kurtarıyorlardı. O yola gitmeden önce, “karkerler” ile yolculuk yapın tavsiyeleri artık sık sık duyulur olmuştu. Yüzyıllardan beri bu iklimi yaşayanlar, birçoğu kar görmemiş, sıcak iklimden gelen bu insanların dayanıklılıkları kar­şısında şaşırıyorlardı. Onlara ola­ğanüstü bir güçmüş gibi geliyordu. Burada iradenin yüksek gücü de kanıtlanmıştı. Bunu yakından gö­ren Bimzort köylüleri, işte bizi kurtaracak irade ve sahipleri de­mekteydiler.

Düşman artık umudunu kışa bağlamış, ondan medet bekliyordu. Kış yaklaştıkça sevinçleri artıyor, gittikleri her köyde sizinle yakında görüşürüz diyerek tehditler savuruyorlardı. Ve kış başladı. Hem de son 50 yılın en ağır kışıydı bu. Karşılıklı iki umudun çatıştığı bir dönem yaşanıyordu. Düşman varlığımızı ezmek, bahara adım attırma­mak umudunda. Fakat, ezilen onun umudu oldu. Biz ise, diriliyoruz ulus olarak yeniden.

Newroz 1985, halkımızın umut­larının tazelendiği gün olarak tarihe kaydediliyor. Çünkü bugün halkın büyüyen iradi gücünün soyluluğu ve buna öncülük edenlerin görevleri­nin tarihiliğiyle Ulusal Kurtuluş Cephesinin ilanı yapılıyor. Düşkün­lüğün aşıldığı, yüceleşme ve soylu umutların doruğa çıktığı bir gündür 1985 Newrozu. Ve yeniden bayram olacaktır halkımız için. Çünkü kay­bedilen her şeyi kazanma yoluna giriyoruz. Zorla alınan bütün insani, toplumsal, ulusal değerleri tekrar kazanma var. Bugünden itibaren ve bize cehennem ettirilmek istenen kışı, yüce kazanımları getirecek bir dönemi başlatmanın hazırlık süreci olarak geçirdiğimiz için sonsuz bir rahatlık içinde atlatıyoruz.

1985’i, Newrozla birlikte, halkı­mızın umutlarının son derece can­landığı bir yıl olarak karşılıyoruz. Halkımız, tüm güç ve olanaklarını kullanarak bunu bir direniş haline getirmenin sevincini yaşıyor. Parti­mizin yüce çabaları, sarfedilen emek ve şehit kanları boşa akmamıştır. Tüm bunların etrafında sıkı sıkıya kenetleniyoruz ve hiç bir gerici-faşist güç kazanımlarımızı elimizden alamayacaktır.

PaylaşTweet
Önceki Yazı

İMRALI KAYALIKLARINA BAĞLANMAK

Sonraki Yazı

DEMOKRATİK MODERNİTENİN ÇEKİRDEĞİ KOMÜNLER

Sonraki Yazı
DEMOKRATİK MODERNİTENİN ÇEKİRDEĞİ KOMÜNLER

DEMOKRATİK MODERNİTENİN ÇEKİRDEĞİ KOMÜNLER

  • İLETİŞİM
  • HAKKIMIZDA

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!

Sonuç Bulunamadı
Tüm Sonuçları Gör
  • ANASAYFA
  • TÜM YAZILAR
  • ÖNDERLİK
  • SERXWEBÛN
  • SERXWEBÛN KURDÎ
  • BERXWEDAN
  • ÖZEL SAYILAR
    • BERXWEDAN ÖZEL SAYILAR
    • SERXWEBÛN ÖZEL SAYILAR
  • DOSYALAR
    • ŞEHİTLER ALBÜMÜ
    • KİTAPLAR
    • TAKVİMLER
  • FOTO GALERİ
    • ÖNDERLİK
    • GERİLLA
    • HALK

© 2024 Serxwebûn - Tüm Hakları Saklıdır!