Körfez Savaşı sırasında peşmergenin Mart 1991’de başlattığı ayaklanma başarısız olunca, Saddam Güney Kürdistan halkına saldırdı ve bir buçuk milyon insan yeniden Türkiye ve İran’a sığınmak zorunda kaldı.
10 Nisan 1991’de Güney Kürdistan’ın önemli bir kısmının içinde bulunduğu 36’ncı paralel uçuşa yasak bölge ilan edildi. Böylece Güney Kürdistan için “Güvenli Bölge” oluşturulmuş oldu.
1991’de Yumurtalık-Kerkük Petrol Boru Hattı’nın kapatılması ile birlikte Türkiye, Irak’tan sağladığı petrol ihtiyacını Güney Kürdistan üzerinden tankerleri ile karşılamaya başladı.
Merkezi Irak yönetimi Ekim 1991’de devlet memurlarını Güney Kürdistan’dan çekti ve böylelikle Güney Kürdistan’da Irak merkezi yönetimin hiçbir otoritesi kalmadı.
Mayıs 1992’de seçim yapıldı ve ardından Haziran ayında Güney Kürdistan parlamentosu kuruldu.
Ekim 1992’de de Güney Kürdistan Yönetimi nihai hedefinin demokratik Irak içinde federal bir devlet olduğunu açıkladı.
9 Ocak 1992 tarihinde KDP’nin özel temsilcisi Sefin Dizayi Ankara’ya giderek Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile görüştü. Dizayi, bu görüşme sırasında yeni Türk hükümeti ile iyi ilişki içinde bulunmak istediklerini, PKK’ye karşı olduklarını ve topraklarında bu örgüte yer vermeyeceklerini belirtti. Öte yandan Demirel’le görüşen Barzani ve Talabani de PKK’den Türkiye’deki eylemlerine son vermesini aksi takdirde Güney Kürdistan’dan çıkarılacağı tehdidinde bulundular.
Ocak 1992’de Güney Kürdistan Yönetimi PKK’nin “Türkiye’ye karşı eylemlerini durdurmaması halinde, bölgeden çıkarılacağını” ilan etti.
1992 yılı başlarında Rêber Apo’nun çabaları doğrultusunda Güney Kürdistan parça örgütü olarak Kürdistan Özgürlük Partisi (Partiya Azadiya Kurdistan, PAK) kuruldu.
KDP’den ayrılan Sadık Ömer PAK’ın saflarına katılınca 1992 yazında Dohuk’ta bir suikast sonucu KDP tarafından katledildi.
1992’nin Haziran ve Temmuz ayları boyunca KDP güçleri PKK’nin kamplarına saldırdı ve PAK’ın üst düzey isimlerini de tutuklamaya başladı. Bunun üzerine PKK, KDP ile sıcak çatışma içine girmek istemedi; bunun yerine Temmuz 1992’den itibaren özellikle Türkiye ile yapılan ticari geçiş ve tankerlerle yapılan petrol taşımacılığını engellemeye yönelik eylemler gerçekleştirdi ve bu anlamda da KDP ve Türk ekonomisine ciddi darbe vurdu.
Ekim 1992 yılında Talabani “Bizim için en iyi seçenek Türkiye’ye katılmaktır” diyecek kadar ileri gitti.
20 Aralık 1993’te İslami Hareket bölgedeki yozlaşmanın sebebi olarak gördüğü YNK ile geniş çaplı silahlı çatışmaya girdi ve en az 200 kişi hayatını kaybetti.
Güney Kürdistan iç savaşı Mayıs 1994’te KDP ve YNK arasında Şeqlawa ve Çemçemal kasabalarında başladı. 300 kişinin öldüğü çatışmalarda bu iki kasaba YNK tarafından KDP’den alındı.
Mayıs 1994’te KDP ile YNK arasındaki silahlı mücadeleye varan çatışmalar giderek şiddetlenmeye başladı ve koalisyon hükümeti işleyemez bir hal aldı. Mayıs’ın sonunda YNK güçleri Kürdistan Ulusal Meclisi’ni ele geçirdi. Aralık’ta otonom bölge kendi içinde iki ayrı alt bölgeye bölündü. KDP güçlü olduğu kuzeyi, YNK ise güneyi fiili olarak denetim altına aldı.
YNK ve KDP arasındaki iç savaştan en fazla rahatsız olan ülkelerin başında Türkiye geliyordu ve Ankara böylesi bir savaşın Güney Kürdistan’da oluşturacağı otorite boşluğu en fazla PKK’ye yarayacak kaygısı taşıyordu. Bu nedenle harekete geçen Ankara, çatışan tarafları ilk olarak 30 Mayıs 1994’de ve ardından Barzani ile Talabani’yi de 13 Haziran’da Şırnak’ın Silopi ilçesinde bir araya getirdi. Ankara dışında Fransa da iki gücün uzlaşmasından yanaydı. Bu çabaların sonucunda 22 Temmuz 1994’te Paris Anlaşması imzalandı.
Anlaşma metni Kürt yönetiminin sınırlarından Türkiye’ye yapılan saldırıların engellenmesini de içermekteydi. Ancak anlaşma uzun sürmedi.
Çatışmalar zaman zaman artıp azalırken 27 Şubat 1995’te Barzani’nin kontrolünde ve Türkiye sınırında olan Zaxo şehrinde 54 kişinin öldüğü bombalı bir saldırı gerçekleştirildi. Saldırı iki taraf arasındaki ateşkes imkanını ortadan kaldırdı. Barzani sert bir biçimde bu saldırıdan Talabani’yi sorumlu tutarken Talabani bu suçlamayı reddetti.
Birakujî Savaşı
1996 yılı Ağustos ayında KDP ile YNK arasında şiddetli çatışmalar doruğa çıktı.
KDP, Saddam’dan Talabani İran’dan destek istedi.
1996 Ağustos ayında Saddam-Barzani-Türkiye ittifakının kurulduğu endişesi taşıyan İran, Talabani’nin destek teklifini kabul etti. Talabani peşmergeleri Erbil’e dayandı. Ağustos 1996’da yüzlerce KDP peşmergesi hayatını kaybetti.
31 Ağustos 1996’da Saddam rejiminin önemli isimlerinden Tarık Aziz, 22 Ağustos 1996’da Mesud Barzani’nin Irak cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’e mektup yollayarak Talabani’nin ilerlemesi karşısında Irak ordusunun Kürdistan Özerk Bölgesi’ne girmesini istediğini, bu talebin Irak tarafından kabul edildiğini duyurdu.
182 bin Kürd’ü “Enfal’lerle katleden Saddam Hüseyin, 31 Ağustos 1996 tarihinde KDP’nin daveti üzerine 30 bin asker ve 150 tankı ile Güney Kürdistan’a girdi. Henüz Talabani’nin tam kontrolü sağlayamadığı Erbil’de şiddetli çatışmalar yaşandı ve Erbil kenti Saddam tarafından Talabani’den alınarak Barzani ailesine teslim edildi.
Barzani, 182 bin Kürd’ün katili Saddam’a yazdığı mektubunda “Başkanım” diye hitap ediyor ve şunları dile getiriyordu: “Sayın Başkan’ım, sizler başarılarınız ve aklınızla, İran’ın Irak’a müdahalesi için bir çare bulmalısınız. (…) Zat’ı âlinizden Irak ordusuna emir verip tehlike saçtıran yabancı güçlerle, işbirlikçi Celal Talabani’nin ihanetine de son vererek Irak ordusunun Erbil’e girmesini rica ederiz,” diyordu.
1 Eylül 1996’da Erbil, Irak Ordusu’nun ve eski düşmanları, yeni müttefikleri KDP peşmergelerinin eline geçti.
Erbil’i ele geçiren Irak ordusu ve istihbaratı, KDP’nin göz yummadan öte rehberlik etmesi, isim listelerini ve adreslerini Irak rejimine vermesiyle yıllardır Erbil’de yoğun şekilde örgütlenmiş olan Irak istihbaratı ve CIA ajanları pek çok kişiyi öldürdü veya tutuklayarak Bağdat’a götürdü. Erbil’de bu kez KDP, Talabani yanlılarına katliam yaptı, KDP peşmergeleri Talabani ile iş birliği yaptığı gerekçesiyle Erbil’de 450 insanı tek seferde infaz etti.
Talabani’yi tamamen bölgeden tasfiye etmek isteyen Barzani, Irak ordusuyla beraber Süleymaniye’nin üzerine yürüdü ve bu şehri de ele geçirdi. Talabani, İran’a kaçtı.
Saddam Hüseyin, 7 Eylül 1996’dan itibaren Irak Ordusu’nu Güney Kürdistan’dan çekti. Bunu fırsat bilen Talabani yeniden KDP’den Süleymaniye’yi geri aldı.
Ekim 1996’da sona eren Ankara Görüşmeleri’nde taraflar ateşkes konusunda anlaştı. Anlaşma metninde Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapıldı ve PKK’nin bölgedeki faaliyetlerinin de engellenmesi istendi.
ABD’den Ortadoğu’ya müdahale
İki yıl aradan sonra ABD yönetimi Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek için 1998’de Washington Antlaşması ile KDP ile YNK arasında iktidar paylaşımı, güvenlik anlaşmaları konusunda garantörlük yaptı. Bunun; bir ay sonra düğmesine basılacak olan 9 Ekim Uluslararası Komplo ile bağlantısı vardı.
ABD için Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi önünde Rêber Apo engel görülüyordu. Bu yüzden Washington antlaşması ile KDP ve YNK’de 9 Ekim Komplosu’na dahil edildi. Aynı biçimde Güney yönetimi de PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığını kendileri için tehlike görüyor ve PKK’nin varlığı otoritelerinin zayıflamasına neden oluyordu.
ABD’nin Irak’ı işgali peşmergelerle işbirliği içinde gelişti. Peşmergeler Kerkük ve Musul’a kadar ilerleyerek ABD askerlerine büyük kolaylıklar sağladı. Bu işbirliği sayesinde Irak’ın geri kalanına kıyasla Güney Kürdistan savaşı çok daha az hasarla atlattı. Temmuz 2003’te Geçici Yönetim Konseyi’nin kurulmasından itibaren Irak’ın geleceğinde söz sahibi olmaya başladı. Bu politika sayesinde geçiş dönemi hükümetlerinde ve Irak seçimlerinde kilit bir konuma yükselen Güney yönetimi bu dönemde yapılan Irak’ın geleceği ile ilgili müzakerelerden güçlenerek çıktı.
Geçici Yönetim Konseyi’nde Irak Dış İlişkiler Bakanlığı görevini Hoşyar Zebari üstlendi ve Haziran 2004’te kurulan Irak Geçiş Hükümeti’nde de bu görevini devam ettirdi. Yine Irak Geçiş Hükümeti’nde Başbakanlığı ise Berham Salih yürüttü ve ayrıca birçok Güney Kürdistanlı siyasetçi Irak yönetiminde üst düzey pozisyonlarda görev aldı.
1992 yılından, 2005 yılına kadar Güney Kürdistan’da seçimler yapılamadı. Ekim 2005’te kabul edilen yeni Irak Anayasası Güney Yönetimi’ne yasal statü kazandırmış ve böylece seçimler de hukuksal zemine oturmuştu.
10 Ocak 2005’te yapılan Kürdistan Bölgesi parlamento seçimlerine “Kürdistan İttifakı” adı altında girildi. İttifak oyların yüzde 83’ünü kazanmayı başardı. Kurulan bu stratejik ortaklık gereği Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Barzani ise Kürdistan bölge başkanı oldu.
2005-2014 yılları arası Celal Talabani Irak cumhurbaşkanı olarak görev yürüttü.
Talabani 3 Ekim 2017’de tedavi gördüğü Berlin’deki hastanede 83 yaşında yaşamını yitirdi.
15 Ekim 2005 tarihindeki referandumda kabul edilen Güney yönetimi, merkezi bütçeden yüzde 17’lik pay alma hakkını elde etti. Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeler konusunu ise ileri bir tarihe ertelediler. Kerkük’ün ve tartışmalı bölgelerin Kürt Bölgesi’ne mi yoksa Irak’a mı dahil olacağı sorununa ise anayasanın 140. Maddesinde yer verilmiş ve en geç 2007 yılının sonuna kadar söz konusu yerlerde yapılacak referandumla buraların çözüme kavuşturulması hedeflenmişti.
2006 yılında petrol yasası yürürlüğe konuldu. Bu yasayla birlikte Güney Kürdistan bölgesi petrol şirketlerinin dikkatini çekmiş ve bölgede hızlı bir petrol arama faaliyeti başlamıştı. Söz konusu yasa Güney yönetimi ile Irak merkezi hükümet arasında sorunlara neden oldu.
2007 yılına gelindiğinde tartışmalı bölgeler ve Kerkük yeniden gündeme geldi. Irak Anayasası’nın 140. Maddesine göre Kerkük dahil tartışmalı bölgelerin Kürdistan Bölgesi’ne mi yoksa Irak merkezi hükümetine mi bağlanacağına karar verilmesi için 2007 yılı sonuna kadar referandum yapılması gerekmekteydi. Fakat söz konusu referandum belirlenen tarihte de yapılmadı/yapılamadı.
Nisan 2009’da Celal Talabani’nin yakın çalışma arkadaşlarından Noşirvan Mustafa KYB’den ayrılıp Goran Hareketini (Değişim Hareketi) kurdu.
25 Temmuz 2009 tarihinde meclis seçimleri gerçekleşti. 2009 yılında yapılan seçimde KDP-YNK ittifakının sandalye sayısı 78’den 59’a düştü, Goran hareketi 25 sandalye kazandı. İslamcı-solcu ittifak ise 13 sandalye kazanarak parlamentoya girdi. PÇDK Hiwa listesi adını verdiği bir liste ile seçime girmek istedi ancak Irak Yüksek Seçim Kurulunca PÇDK’nin seçime girmesine izin verilmedi.
Mayıs 2008’de Ahmet Davutoğlu’nun da yer aldığı bir Türk heyeti Bağdat’a gitti. Ahmet Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Talabani ile görüşmesinin ardından ilk kez Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile açıktan ve resmi temas gerçekleşmiş oldu.
Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tekrardan 1 Kasım 2009’da Hewlêr’e giderek Mesut Barzani ile görüştü. Aynı gün Güney Kürdistan’da Türkiye-Kürt Bölgesi İş Forumu gerçekleştirilmişti. Forumda Bölgesel Yönetimin Ticaret Bakanı Sinan Çelebi bölgede kayıtlı bulunan 450 Türk şirketinin bulunduğunu teşvik ruhsatlarının ise %70’inin de Türk şirketlerine ait olduğunu açıkladı.
2014 yılında DAİŞ’in saldırıları sırasında, statüsü tanımsız bırakılan Kerkük, Xurmatu, Dokan, Ninova vb hattı özellikle PKK gerillalarının savunması sonucu fiili olarak Güney Kürdistan sınırlarına dahil oldu. Referandum sonrası Bağdat ile yaşanan gerilimli sürecin ardından Kerkük ve tanımsız bölgelerin 2014 sınırlarına çekilmesi için yapılan anlaşma (15 Ekim 2017, Dukan) Güney Kürdistan yönetimini bölünme riski ile karşı karşıya bıraktı.
Güney Kürdistan sınırları belirlenirken Kerkük, Ninova, Şeyhan, Hamdaniye, Tilkef, Zummar ve Şengal Kürdistan sınırlarında olmasına rağmen “tanımsız bölgeler” olarak bırakıldı (Irak Anayasası 140. Madde).
2011 yılında Neçirvan Barzani öncülüğünde Türkiye ile Güney Kürdistan yönetimi 50 yıllık gizli bir petrol anlaşması imzaladı.
“Bölge hükümetinin 2007’de çıkardığı petrol yasası Irak Anayasası’na aykırıdır ve bugüne kadar yapılan petrol ihracatı yasadışıdır” şeklinde aldığı karar akabinde, Irak Petrol Bakanlığı bölge petrolünün 2014’ten bu yana yasadışı yollarla satıldığını söyleyerek bazı uygulama kararları aldı ve bunu 24 Mart itibariyle KDP’ye tebliğ edip 15 gün mühlet verdi.
Güney Kürdistan Bölge yönetiminin hala kendi anayasası yok.
Halkların iradesiyle seçilmiş olmasına rağmen, Güney Kürdistan Bölge Yönetimi’nin parlamentosu kapalı.
Bölge yönetimi ekonomik, askeri ve siyasi olarak derin bir kriz içinde. Halkın yoğun olarak “sorunları çözün” talebine rağmen Güney Kürdistan Bölge yönetimi sadece kendi iktidarlarını sağlama alma derdinde. Memur maaşları düzenli ödenmiyor. Savunma Bakanlığı’na tümünün bağlanacağı kararına rağmen, Güney Kürdistan Bölge yönetimi Peşmerge Bakanlığı’na bağlanmamış YNK ve KDP’nin ayrı ayrı peşmerge birlikleri mevcut.
Güney Kürdistan parlamento başkanı Erbil’e giremiyor. 26 Aralık 2017 Güney Kürdistan Parlamento Başkanı ve Goran Hareketi üyesi olan Dr. Yusuf Muhammed, 2015 yılından beri parlamentoya giremediğini ve bu nedenle fiilen başkanlık görevini yerine getiremediğini söyleyip istifa ettiğini açıkladı.
KDP ile Goran Hareketi arasında imzalanan siyasi protokolün 12 Ekim 2015 tarihinde feshedilmesinden sonra parlamento başkanlığı görevinden uzaklaştırılan Dr. Yusuf Muhammed’in 2015 yılından beri parlamentonun bulunduğu Erbil’e girişine izin verilmiyordu.
25 Eylül 2017’de gerçekleştirilen ve halkın yüzde 92’sinin “Evet” oyu kullandığı Kürdistan Bağımsızlık Referandumu (!)
Mesut Barzani, 26-27 Şubat 2017 tarihlerinde Türkiye’ye yapacağı ziyaret öncesinde Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung’a yaptığı açıklamada; “Referandum bizim doğal hakkımızdır. Bu konu Bağdat ile aramızda bir iç meseledir. Bir ulusun kendi kaderine karar vermek istemesinin demokrasi ve insan haklarına aykırı hiçbir yanı yoktur. Bu referandumu yapmak için kimsenin izin ve müdahalesine ihtiyacımız yoktur” açıklaması yaptı. Barzani, “En önemli partneriniz Türkiye, Suriye’deki Kürtler için bağımsızlık fikrini reddediyor’ hatırlatması üzerine de “Bu farklı bir konu. Rojava’daki tüm Kürtler PYD’yi desteklemiyor. Başka siyasi parti ve gruplar da var. Türkiye’nin hassasiyeti, Rojava’daki PYD’nin PKK’nin uzantısı işlevi görmesindendir. Bu nedenle Rojava’daki ve Suriye genelindeki Kürtler için birlikte hareket etmek ve PKK ile arasına mesafe koymak önemli” açıklamasında bulunmuştu. Barzani’nin bu açıklaması Türk devlet yetkililerinin “Kürtler ayrı PKK ayrı, PKK tüm Kürtleri temsil etmiyor” sözleri ile aynıydı ve Barzani en önemli partnerini kopya etmişti.
Şubat ayında dillendirilen “Bağımsızlık Referandumu” 7 Haziran’da yine KDP ve Barzani ailesi kararıyla basına deklare edildi. Hükümet ortağı YNK, ana muhalefet partisi Goran Hareketi, Komel (Kürdistan İslami Topluluk Partisi) ve diğer muhalefet güçleri “Bu karar bölgeyi bitirme kararıdır” açıklaması yaptılar. Alınan bu karardan derhal vazgeçilmesi gerektiğini söylediler.
Referandum sonrası artan tehdit ve ambargoya karşı 15 Ekim 2017 günü Süleymaniye’nin Dukan şehrinde önemli bir toplantı gerçekleşti. Bu toplantıya Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum, KDP ve YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) temsilcileri; KDP’den Mesud Barzani, Neçirvan Barzani ve YNK’den Hêro İbrahim Ahmed, Kosret Resul, Bafıl Talabani, Mele Baxtiyar’ın yanı sıra İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Tugayı Komutanı Kasım Süleymani’nin de katıldığı belirtildi.
Toplantı bitiminde Güney Kürdistan yönetimi kameralar karşısına geçip halka “Topraklarımızı savunuyoruz”, “Bağımsızlık referandumunun arkasındayız” mesajı vermişti. Bu mesajı halk coşkuyla karşılamıştı.
Toplantıdan bir gün sonra 16 Ekim 2017 sabahı Dokan ve Tuzxurmatu Haşd El Şabi’nin eline geçti. Peşmerge çatışmadan geri çekildi. 16 Ekim öğlene doğru Kerkük, Haşd El Şabi’ye çatışmasız teslim edilince; kararın toplantıya katılanlarla birlikte alındığı anlaşıldı. Yani “Kürdistan’ın kalbi” Kerkük ve diğer bölgeler, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri ile Güney Kürdistan Yönetimi’nin toplantısında varılan anlaşmaya “kurban” edilmişti.
Kerkük’ün 2017 yılında Irak ordusu ve Heşdi Şabi’nin eline geçmesinin ardından kentteki güç dengesi Arapların lehine değişti.
Tarih 26 Ekim’i gösterirken yeni bir gelişme daha haberlere yansıdı: “Bölgesel yönetimin başkanlığı lağvediliyor.” YNK ve KDP’nin konu üzerinde anlaştığı, 28 Ekim günü yapılacak parlamento toplantısında resmiyet kazandırılacağı duyuruldu. Bu tam da Goran Hareketi’nin iddia ettiği anlaşmanın maddelerinden birine işaret ediyordu. O madde; “Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük bölgesinin kurulması ve yeni bölge için yeni bir hükümet kurulması” maddesiydi.
Goran Hareketi’nin üzerinde anlaşıldığını iddia ettiği 9 madde şöyleydi:
– Irak güçleri tartışmalı bölgelere yeniden konuşlanacak ve peşmerge geri çekilecek.
– Kerkük dahil 17 kasaba ve nahiye merkezi hükümete teslim edilecek.
– Kerkük merkezinde ortak yönetim olacak. 15 Kürt mahallesi Kürtler, 25 mahalle de diğer oluşumlar tarafından yönetilecek.
– Kerkük’teki stratejik yerlerin yönetimi (K1 askeri üssü, havaalanı ve petrol yatakları) hükümette olacak.
– Süleymaniye Havalimanı açılacak.
– Süleymaniye ve Kerkük’teki memur maaşları merkezi hükümet tarafından ödenecek.
– Süleymaniye sınırındaki peşmergelerin maaşları merkezi hükümet tarafından ödenecek.
– Halepçe, Süleymaniye ve Kerkük bölgesi kurulacak.
– Yeni bölge için, yeni bir hükümet kurulacak.
Goran Hareketi’nin lideri Noşirvan Mustafa 19 Mayıs 2017 günü yaşamını yitirdi.
KDP’nin YNK’yi, YNK’nin KDP’yi suçlaması kamuoyu aldatmacasından ibarettir. “Tanımsız bölgelerin” Haşd El Şabi yoluyla Bağdat’a sunulması ile başlayan teslimiyet, KDP ile YNK arasındaki tarihsel hesaplaşmaları yeniden gündeme getirdi.
21 gün sonra 16 Ekim’de bir gecede tüm Irak güçleri tartışmalı bölgelere geri döndü. Referandum Bağdat’ın baskısıyla giz oldu.
Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik KDP desteği ile gelişen işgal saldırılarının tarihçesi
1983 yılının Şubat ayında Irak Dışişleri Bakanı 1. Yardımcısı Taha Yasin ile Türk Başbakanı Bülent Ulusu arasında “Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması” imzalandı
10 Mayıs 1983 günü Uludere kırsalında üç Türk askerinin ölümüyle sonuçlanan PKK gerillalarıyla yaşanan çatışmayı gerekçe yapan Türk ordusu, 25 Mayıs 1983’de 7 bin askerin katıldığı Zaxo ve Amediye arasındaki bölgeden 5 km civarında girerek Güney Kürdistan topraklarına yönelik saldırı başlattı.
Temmuz 1983’te KDP lideri Mesut Barzani ile PKK lideri Abdullah Öcalan arasında dayanışma protokolü imzalandı Bu protokol metni 1. bölümde yayınlanmıştı.
Ekim 1984’te ve Ağustos 1986’da Türk devleti Güney Kürdistan’a yönelik yeni saldırılar gerçekleştirdi. 86 yılındaki saldırıda siviller ve KDP peşmergeleri de yaşamını yitirdi.
KDP, 17 Ağustos 1985 tarihinde PKK’li Hamit Avcı’yı Zagros’un Edibe köyünde öldürdü ve cenazeyi Türkiye’ye teslim etti.
KDP, daha önce PKK ile yaptığı antlaşmayı Mayıs 1987’de tek taraflı olarak feshetti. Barzani yaptığı açıklamada, “Artık bundan böyle PKK’nin denetimimiz altındaki bölgelerde var olabilmesi asla olası değildir” dedi.
Mesut Barzani’nin danışmanı Muhsin Dizayi, Suriye Havayolları’na ait bir uçakla ilk kez resmi olarak 8 Mart 1991 günü İstanbul’a giderek MİT Müsteşarı Teoman Koman ve Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Tugay Özçeri ile görüştü. Ankara Palas Oteli’nde yapılan gizli görüşme ile PKK’ye karşı işbirliği yapmaya dönük kararlar alındı.
Körfez Savaşı sonrası bölgede yaşanan beklenmedik gelişmeleri fırsat bilen Türk devlet güçleri, 5 Ağustos 1991 günü ilk işgal seferi için düğmeye bastı. Adına “Süpürge operasyonu” koyduğu harekat çerçevesinde Türk ordusunun “komando” birlikleri sınır hattını geçerek Xakurkê’yi hedef alan saldırı başlattılar. Havadan ve karadan yapılan bu yoğun saldırılarda her ne kadar Türk devlet kaynaklarına göre “24 hedef” vurulmuş denilse de sömürgeci ordunun kara birlikleri ancak iki hafta Güney Kürdistan topraklarında tutunabildi.
21 Ağustos 1991 günü askeri gücün gerilla alanlarından çekilmesiyle sona eren bu işgal saldırısı yeni bir dönemi de beraberinde getirdi. Bu tarihten itibaren Zaxo’dan Hewlêr’e kadar uzanan hatta Türk ordusunun askeri ve istihbarat birimleri yerleştirilerek, bir nevi işgalci güçlerin kalıcı hale getirilmesi için de ilk adım atıldı. Türk devletinin askeri uzmanlarının “gir-vur-çık dönemi bitti” diyerek açıkladığı bu yeni işgal konseptine göre artık işgal seferleri Güney Kürdistan’ı üs bilen istihbarat ve askeri birimlerin koordinasyonunda ve Güney güçlerinin desteğiyle gerçekleşecekti.
Ertesi yıl suikast ve infazlar başladı. 27 Haziran 1992’de Behdinan bölgesinin tanınmış siyasi simalarından Sadiq Omer ve sonrasında da Amediyeli yurtsever önderlerden Ali Şaban ve Surçi Aşireti liderlerinden Hüseyin Axa Surçi, KDP tarafından katledildi. Her 3 halk önderinin ortak özelliği Rêber Apo ile görüşmüş olmalarıydı.
1992’nin Mayıs ve Ekim aylarında da Güney Kürdistan’da PKK’ye dönük büyük saldırılar gerçekleşti. Yapılan iki büyük operasyon başarısızlıkla sonuçlandı, ancak, hafızalarda KDP’nin PKK alanlarına Türk askerini sokma girişimleri kaldı. Ayrıca bu harekat sırasında KDP peşmergelerinin eline geçmemek için son mermisine kadar direnen ve daha sonra silahını parçalayarak uçurumdan atlayan Gülnaz Karataş’ın (Bêrîtan) bu eylemi, KDP’nin ihanetini somutlaştıran bir olay olarak tarihe geçti.
“Gülnaz Karataş, Xakurkê’de iki yıllık bir gerillacı ve kadın gerilla komutanıydı. Rubarok karakol eylemi ardından gelişen ve Kürt Özgürlük Savaşı tarihine ‘İhanet-Güney Savaşı’ olarak geçen 1992 Ekim-Kasım savaşına Xakurkê cephesinde katıldı. Türk ordusuna ve onunla ittifak eden KDP-YNK güçlerine karşı son mermisine kadar savaştı. İhanet içinde olan işbirlikçi güçler tarafından, daha sonra kendi adıyla anılan tepede dört bir yandan kuşatıldı. Sürekli yapılan ‘Teslim ol’ çağrılarına önce mermi ve bombalarla karşılık verdi. Bunlar tükenince taş atarak savaştı. Kuşatma daralınca silahını ve kayda değer eşyalarını tahrip etti. En son olarak da düşmana teslim olmayı reddedip “Bijî Serok Apo” diyerek kendini uçurumdan attı ve şehit düştü. Bu tutum, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından ‘Özgürlük direnişinin çizgisi” olarak tanımlandı.”(Selahattin Erdem ANF Ekim-2020)
3 Ekim 1992 Güney Kürdistan’da yapılan seçimlerden sonra oluşturulan parlamento Federal Kürt Hükümeti’ni ilan etti. İlkel milliyetçilerin önderliğinde emperyalizmin şemsiyesi altında kurulan bu işbirlikçi, uşak devletin ilk icraatı, PKK kamplarına karşı saldırı kararı almak oldu. 4 Ekim’de Güney Savaşı başlamış oldu. İlkel milliyetçi, işbirlikçi Barzani ve Talabani güçlerinin ilk saldırıları PKK gerillaları tarafından püskürtüldü. Savaş yaklaşık 40 gün sürdü. Saldırılarda ilkel milliyetçiler başarısız kalınca TC ordu birlikleri de katıldı. PKK muazzam bir direniş gösterdi. Sonunda sömürgecilerin ve emperyalistlerin Kürdü Kürde kırdırtma politikasını boşa çıkarmak için Barzani ve Talabani ile bir ateşkes antlaşması imzalandı. Böylece TC’nin planları boşa çıkartıldı. Yapılan antlaşma ile Heftanîn, Xakurkê kampları kısmen boşalttıldıysa da hareketli PKK gerilla birliklerini burada bıraktı.
Rêber Apo, “Bu saldırıyı yö̈neten KDP’nin merkezinden biri olduğ̆u yönünde bilgiler bize ulaş̧tı. Kemal Kerküklü’dü̈r, KDP’li falan değ̆il, TC’nin ajanıdır. Bu tü̈r adlar ç̧oktur. Bunlar KDP’li de değil, direkt TC’nin bunların arasına yerleş̧tirdiği ajanlardır ve TC’nin her istemini yerine getiren adamlardır. Tabii Barzani de ruhunu ve iradesini bö̈ylece TC’ye bağlamış̧ oluyor. İradesi ve karar gücü̈ falan da yok. Dolayı- sıyla ayrılmak isteseler de, Türkiye’nin emirleri dışına çıkamıyorlar. Her ş̧eyleriyle bağlanmışlar, zaten güç̧leri de yok. Böylece tankların ö̈nünde azap askerleri durumuna gelmiş̧lerdir, dağ̆-taş̧ dolaştırılıyorlar.” (Ö̈zgür Gü̈ndem Gazetesi 7 Kasım 1992)
17 Mart 1993’te Celal Talabani’nin de aracılığıyla PKK tarafından barış ve özgürlük için bir iyi niyet mesajı olarak tek taraflı bir ateşkes ilanı oldu.
16 Nisan 1993’te TC’den bazı mesajların gelmesiyle ateşkes, PKK tarafından süresiz olarak uzatıldı. 17 Nisan’da Turgut Özal ani “kalp krizi” nedeniyle öldü. TC’den ateşkese cevap gelmedi.
Türk ordusu 28 Ocak 1994 günü Güney Kürdistan topraklarında hava saldırılarına başlayarak bir işgal seferi için daha düğmeye bastı. Bu kez adına “Zelê Baskını” adını koydular, çünkü Zelê o dönem Kürt kamuoyunda en çok bilinen gerilla üslerinden birisiydi.
İşgalci Türk devleti 1993 ve 94 yıllarında yaptığı saldırının ardından 1995 yılında büyük hazırlıkların ardından iddialı bir saldırıya daha girişti. Kıbrıs Harekatı’ndan sonra yaptığı en büyük “sınır ötesi” operasyonunu “Çelik” adıyla 20 Mart’ta gerçekleştirdi. 13 generalin komuta ettiği ve 35 bin askerin katıldığı operasyonun hedefinde Heftanîn vardı. KDP’nin aktif desteğiyle yapılan operasyon istenilen sonucu alamadı ancak, Kürtlerin ihanet tarihine yeni bir sayfa daha eklenmiş oldu.
1996 yılında Sineht, Heftanîn ve Kelareş hattına dönük KDP desteğiyle iki saldırı ve operasyon daha yapıldıktan sonra 1997 yılının Mayıs ayında adına “Balyoz” dedikleri kapsamlı bir sınır ötesi harekat düzenlendi. 50 bin askerin katıldığı ve son yılların en büyük saldırısı olan bu operasyonda TSK’ye ait iki helikopter PKK tarafından düşürüldü ve harekatın komuta kademesi imha edildi.
Türkiye’nin PKK’ye karşı yaptığı 28 büyük “sınır ötesi” operasyonun hemen hemen birçoğunda yer alan KDP, en büyük ihanete ise 14 Mayıs 1997’de “Balyoz” isimli sınır ötesi operasyonun başlamasından iki gün sonra imza atıyordu. Hewlêr’de yaralı gerillaların bulunduğu hastane ve kurumları basan KDP güçleri, 80’den fazla yaralı gerillayı katletti. KDP güçleri Kürdistan Kızılayı’na (YNDK) bağlı Dezgay Hastanesi Jiyan ve Awedan’a (DJAK), Kürdistan Demokratik Ulusal Birliği (YNDK) Genel Merkezi’ne, Hewlêr’deki Mezopotamya Kültür Merkezi, Kürdistan Özgür Kadın Birliği’ne (YAJK) ve Welat ile Welatê Roj gazetelerine eş zamanlı olarak saldırarak ağır silahlarla ateş açtı. Yapılan bu saldırılarda çok sayıda sivil insan hayatını kaybetti. Belgelere göre Hewlêr katliamında 83 yaralıyla beraber aralarında gazeteci, siyasetçi ve sanatçıların da bulunduğu çok sayıda kişi katledildi veya kaybedildi. Katledilen gerillaların çoğu toplu mezarlara gömülerek, bazı mezarların üzerine asfalt çekildi.
Balyoz”dan umduğunu bulamayan Türkiye Eylül ayında bu kez 100 tank ve 10 bin askerle yeni bir “sınır ötesi” harekat başlattı. KDP destekli bu operasyonun adı “Çekiç”ti. Bu operasyondan sonra daha önce 1992 yılında Zaxo başta olmak üzere birçok istihbarat merkezleri kuran Türkiye bu merkezleri tank, top ve ağır silahlarla donatarak askeri karargahlara çevirdi.
1997 yılının ardından 98’de ‘‘Murat” adıyla 40 bin askerin katıldığı, 99 yılında da “Sandviç” adıyla yeni saldırı ve işgal hareketleri düzenledi.
Türk ordusu 4 Mayıs 2000’de bu kez Heftanîn’i hedef alan işgal saldırısı başlattı. KDP’nin de destek verdiği işgal seferine katılan Türk birlikleri, 4 gün sonra çekilmek zorunda kaldı.
2012 yılına gelindiğinde Rêber Apo’nun geliştirdiği çözüm süreci ile KDP de atılan bu adıma göre kendisini uyarladı. Bir yandan AKP ile sıkı işbirliği içine girerken öte yandan Kürt Özgürlük Hareketi ile de sorunlarını çözüp Rêber Apo’nun Kürtlerin Ulusal Birlik çağrısına cevap verdiğini gösterir gibi yaptı. Ve bu yönlü PKK, KDP, YNK başta olmak üzere birçok Kürt partisinin içinde olduğu bir ulusal birlik komitesi oluşturuldu. Mesut Barzani ve Neçirvan Barzani de bu komitenin toplantısına katıldı. Komitenin ilk toplantısı Hewlêr’de yapıldı. Türk devleti 2015 Temmuz ayında Kürt Özgürlük Hareketine karşı yeni bir imha savaşını başlatınca KDP de AKP’nin bu adımına paralel bir adım atarak bir savaş başlattı. Bu savaşın ilk adımı olarak kurulan ulusal birlik komitesi feshedildi. O komite KDP’nin engellemeleri ile bir daha toplanmadı. Ardından KDP Kürt Özgürlük Hareketi’nin legal alandaki çalışanlarını Hewlêr başta olmak üzere alanında faaliyet yürütemez duruma getirdi. Kimisini alandan çıkarmaya zorladı, kimisini tutukladı, kimisinin alandan çıkarılmasını istedi.
Çökertme planı ile birlikte 2 Aralık 2007 günü Hakkari’nin Çukurca ilçesi sınır hattında Türk ordusunun karakol ve askeri üslerine ait topçu bataryalarından Zap bölgesine havan, obüs ve katyuşalarla saldırı gerçekleşti. İşgal harekatının ilk adımı atıldı. Bunu 16 Aralık gecesi Kandil’den Zap’a kadar uzanan gerilla alanlarında 50’nin üzerinde savaş uçağının katıldığı hava saldırısı takip etti. Ertesi gün bu kez Türk ordusu Xakurkê’nin Geliyê Reş bölgesinde özel askerlerden oluşan 500 kişilik bir birlikle tank, kobra helikopter ve savaş uçakları eşliğinde bir kara operasyonu düzenledi. Topçu atışlarıyla güvenli bir koridor oluşturarak ilerlemek isteyen Türk ordusu birçok noktada gerillanın direnişiyle karşılaşınca, güçlerini 19 Aralık’ta geri çekmek zorunda kaldı.
2008 yılında ise “Güneş Harekatı” 20 Şubat günü HPG Ana Karargahı’nın bulunduğu Zap alanına yönelik Türk savaş uçaklarının bombardımanıyla başladı. Ardından da Türk ordu birlikleri sınırı geçerek Güney Kürdistan topraklarına girdi. Sayıları 10 bini geçen “Dağ komando birliği” ve “özel harekât timleri”ne termal kameralı M60 Patton tankları ve 20 tane F-16 savaş uçağı eşlik etti. Fakat ilk sıcak temasın yaşandığı Çiya Reş’de Türk ordusu ilk darbesini aldı. Burada çok sayıda asker öldü. Peşi sıra birkaç gün içinde diğer cephelerde de arka arkaya darbe alan Türk ordusu, Kürdistan’ın derinliklerine takılıp kaldı.
Türk devletinin 20 Şubat 2008 tarihinde başlattığı Zap işgal saldırısında Başûr halkının tepkisi en üst düzeyde kendisini dışa vurdu. Bamernê ve Amediye halkı bu yerlerdeki üslerde bulunan işgalci Türk devletinin askerleri ile tank, panzer gibi ağır silahlarının üslerden gerillaya saldırmak için çıkmasına izin vermedi.
“Türk askerleri “şok” baskından savunma pozisyona girerken ağır darbeler yemeye başladı. Ankara’da toplanan devlet zirvesinin ardından 29 Şubat 2008 günü alelacele Türk askerlerinin çekilmesine karar verildi. Çekilmeyi “Yağdan kıl çeker gibi çekildik” diye duyuran Büyükanıt, ardından 3 Mart günü Genelkurmaylıkta basına verdiği brifingde, “Geri çekilmede bir tek askerimizi dahi yitirmedik” diyerek esas başarıyı operasyonda değil, geri çekilmede aradıklarını açıkça itiraf etti. Kürt basını ise “Siwar hatin peya çûn” (Atlı geldiler, yaya gittiler) manşetiyle gerillanın Zap destanını duyurdu. 125 Türk askerin öldüğü Zap savaşında bir kobra helikopteri düşürüldü ve 9 HPG gerillası şehit düştü.” (25 Nisan 2022-ANF)
Güney Kürdistan topraklarını hedef alan Türk devletinin en büyük hava saldırısı, adına “çözüm ve barış süreci” denilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yürütülen diyalog ve müzakerelerin bitirilmesinden hemen sonra 24 Temmuz 2015 akşamı gerçekleşti. Medya Savunma Alanlarına bağlı Kandil, Metîna, Heftanîn, Avaşîn, Xakurkê, Xinêre, Garê gibi bölgelerin neredeyse tümü 50 uçak tarafından bombalanırken, 24 Temmuz’dan itibaren hemen her gece devam eden saldırılarda sivil yerleşim yerleri de hedef alındı.
1 Ağustos 2015’te Binarê Qendîl köylerini bombaladı. Bombardımanların hedef aldığı köylerden biri de Zergelê köyüydü. İlk saldırıda Zergelê’de bir kadın yaşamını yitirirken, Türk Savaş uçakları, yardıma koşan köylülerin de üzerine bomba yağdırdı ve 7 sivili daha katletti.
Türk ordusu, 14 Aralık 2017’de Hakkari-Colêmergê’nin Şemzînan ilçesinden Başûr topraklarına yeniden girdi. Helikopterlerle Geliyê Reş, Çiyayê Siro, Çiyayê Evdilkovî, Ava Hecîbegê gibi bölgelere asker indirdi. Başûr’da 30 kilometreye kadar alanı işgal edilirken Lêlikan, Çiyadêl ve birçok alanda yeni askeri üsler kuruldu. Türk devletinin 2017-2018 yılı içinde yaptığı saldırılarda en az 30 sivil katledildi.
27 Mayıs 2019’da “Pençe” adıyla başlattığı işgal girişimi sırasında da peş peşe siviller katledildi. 24 Haziran 2019 günü Hewlêr’in Soran ilçesine bağlı Goşînê bölgesinde seyir halindeki sivil bir araca yapılan bombardımanında araçta bulunan iki kardeşten biri yaşamını yitirdi, diğeri ağır yaralandı. Devam eden hava bombardımanları sonucu 27 Haziran akşam saatlerinde bu kez Süleymaniye’nin Ranya ilçesine bağlı Kortek alanında, bağ ve bahçe işlerinin ardından evlerine dönen bir aileye ait iki araç savaş uçakları tarafından füzelerle vuruldu; aralarında 4 yaşındaki Solin ve annesinin de olduğu 4 kişi katledildi.
Efrîn saldırıları başlamadan önce Bradost alanına yönelik saldırıları başlatıldı. Türkiye-KDP bu saldırıları birlikte yürüttü. Zira KDP peşmergeleri Heci Beg suyundan geçerek Geliyê Reş alanına girerken askerlere öncülük etti. Bradost saldırılarına ara verilerek Efrîn’e yönelindi. Efrîn’den sonra Nisan 2018’de Bradost saldırılarına kalınan yerden devam etti. Mayıs 2019’da daha da ileri götürülmek istendi. Şekif Dağı ve Xakurê’deki tepeleri de kapsayacak şekilde saldırıları devam etti. Bu girişim Neçirvan Barzani’nin 26 Mayıs 2019 yılında bölge başkanı seçildiği gün yapıldı. Dolayısıyla onun onayı ile yapıldı.
Ağustos 2019’da Bradost saldırılarına ara verilerek Heftanîn’de saldırılar başladı. Bu saldırıların hepsinin paralelinde zaman zaman Şengal ile Maxmur Mülteci Kampı’na yönelik hava saldırıları da devam etti.
Son saldırı
KDP’nin desteğiyle sonraki yıllarda da benzer operasyon ve saldırılar devam etti. Son olarak 2019’da Heftanîn’e, 2021 yılında da Zap, Metîna ve Avaşîn’e dönük kapsamlı saldırılar gerçekleşti ve KDP bu saldırıların bizzat içerisinde yer aldı. Sadece 2021 yılında KDP güçleri TSK ile birlikte 11 kez onlarca ağır silahlı konvoyu Medya Savunma Alanlarına gönderdi. PKK güçlerine de birkaç kez saldırı düzenledi. KDP güçlerinin bu saldırıları sonucunda 14 HPG’li yaşamını yitirdi. KDP güçleri, 26 Temmuz 2021 tarihinde Xelîfan’a bağlı Bêxme köyü yakınlarında üç HPG’liyi katletti. 3 Ekim’de HPG, 28-29 Ağustos 2021 gecesi Xelîfan’da KDP güçlerinin düzenlediği pusu sonucunda 7 kişilik bir gruptan 5 HPG’linin yaşamını yitirdiğini duyurdu. Yaşamını yitiren HPG’lilerin cenazeleri ailelerine verilmedi.
17 Nisan’da başlayan kapsamlı Zap saldırısında yine KDP gerek istihbarat desteği, gerekse lojistik ve askeri olarak başrolde yer aldı.
KDP’nin basın özgürlüğü ve gazetecileri ortadan kaldırmaya dönük karnesi de çok kabarık. Barzani ailesinin Raperîn’in ardından özgür sesleri susturmak için yaptığı ilk hamle Reuf Akreyi’nin şehadeti oldu. Ardından 2008 yılında Kerkük’te Ebdulstar Tahir Şerif, 2010 yılında Hewlêr’de Serdeşt Osman, 2016 yılında Duhok’ta Şükri Zeynedin ve Wedat Hisên katledildi. Yine 2017 yılında Şengal’de Nûjiyan Erhan da KDP güçleri tarafından katledildi. Ayrıca çok sayıda gazeteci tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ya serbest çalışmaları engelleniyor, ya da tutuklanarak uzun süre zindanlarda tutuluyor. Türkiye, 1991 yılında PKK’nin denetimindeki alanlara düzenlediği sınır ötesi operasyonun ardından Hewlêr-Duhok-Zaxo hattında kurduğu istihbarat kamplarını, zamanla askeri üslere çevirerek, binlerce asker ve zırhlı araç yerleştirdi. KDP’nin işbirliğiyle Güney Kürdistan’da Medya Savunma Alanları’nı ablukaya almak için sınır hattına paralel olarak yapılan kamplarla bölge üzerinde hakimiyet kurulmaya çalışıldı. KDP’nin hakim olduğu ve Behdinan bölgesi olarak adlandırılan Duhok-Zaxo’nun yanı sıra Hewlêr hattında istihbarat kampları kuran Türkiye 1997 yılında “Balyoz” isimli sınır ötesi operasyonun ardından bu istihbarat merkezlerini, askeri kamplara dönüştürdü.
Mevcut durumda Türkiye’nin Bamernê, Şeladizê, Batufa, Kanîmasî, Kiribî, Sinekê, Sirî, Kubkê, Kumrî, Koxê Spî, Serê Zêr, Geliyê Zaxo ve Amediyê’de askeri üsleri bulunuyor. Ayrıca Hewlêr, Duhok, Zaxo ve Amediyê’de MİT’in şubeleri var.
2014 yılından sonra da Başika, Soran ve Qalaçolan kampları kuruldu. Hewlêr yakınlarındaki Harir bölgesindeki eski havaalanı da kamp olarak kullanılmaya başlandı. Zûmar bölgesinde de bazı grupları eğitmek için bir kamp kurdu.
2017 ve 2018 yılından sonra da Xakurkê bölgesine yerleşmeye çalışan Türk ordusu, bazı bölgelerde üslenerek, kalıcılığını pekiştirmeye çalıştı. Bu durum günümüze kadar devam ederken, özellikle 2021 yılındaki Zap, Avaşîn ve Metîna alanlarında yeni üslerin kurulması çalışması göze çarpan en bariz yerleşme planıydı.
KDP, Nisan 2020’de Zîne Wertê’ye güç gönderdi. Bu alan tamamen gerilla alanıydı. Alanda bulunan gerillalar KDP peşmergeleri ile görüşmeye giderken 16 Nisan’da KDP peşmergelerinin mevzilerinin yanında Türk savaş uçaklarının hava saldırısına uğradı. Üç gerilla yaşamını yitirdi. KDP ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında başlayan bu gerginlik ve kriz bir süre daha sürdü. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi Kürtler arası bir savaşın çıkmaması için gerginliği tırmandırmadı. KDP’nin bu girişimi başta YNK olmak üzere Kürtlerin siyasi partileri, örgütleri ve askeri güçleri ile kamuoyunda yoğun tepkiye neden oldu. Bu tepkiden ötürü KDP bir süreliğine beklemeye başladı. Tepkilerin dindiğini düşünerek bu kez 25 Ekim tarihinde Garê’deki gerilla alanlarına yönelik güç göndererek mevzilenmeye çalıştı. KDP’nin Garê’deki bu girişimi 30 Ekim’e kadar devam ederken 4 Kasım’da ise girişimini daha da ilerletmek istedi. Bu kez 4 Kasım’da Çemankê nahiyesinden Garê alanına dönük bir operasyon başlatıldı. Gerillanın uyarılarına rağmen zırhlı araçlarla Bebadê köyü civarındaki kampının içine girmeye çalıştı. Ancak yapılan uyarılardan sonra kampın içine doğru ilerlemeye devam eden zırhlı Hammer’lara uyarı amaçlı müdahale edildi. KDP, 7 Kasım’da bu olayı basın yayın organlarında “gerilla saldırdı”(!) şeklinde işlemeye çalıştı.
Türkiye’nin Güney Kürdistan’da ağırlık verdiği çalışmaların başında istihbarat geliyor. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile KDP’nin istihbarat örgütü Parastin’ın yakın işbirliği içerisinde olduğu biliniyor.
Türkiye, istihbarat merkezlerini daha çok KDP’nin hakim olduğu Hewlêr, Duhok ve Zaxo gibi kentlerde yoğunlaştırdı, ancak YNK bölgesini de ihmal etmedi. YNK hakimiyeti altındaki Süleymaniye, Halepçe, Germiyan hattında ‘eleman’ ve ‘özel şirket’ örtüleriyle gizli hareket eden bazı kurumlar oluşturdu.
Son yıllarda özellikle istihbarat ve istihbarata bağlı tekniğe büyük yatırım yapan Türkiye Güney Kürdistan’da yerel işbirlikçilik ağını alabildiğine genişletti. Özellikle kent merkezleri ve bazı sivil yerleşim yerlerine dönük havadan SİHA saldırılarının istihbaratının büyük bölümünün KDP güdümündeki bu yerel işbirlikçi ağ üzerinden yürütüldüğü bilinen bir gerçek.
Maxmur
“Maxmur Kampı’nın KDP ile hikayesi ve mücadelesi 29 yıl öncesine dayanıyor. 1993 yılında Kürt Özgürlük Hareketi karşısında büyük kayıplar veren Türkiye, yönünü sivil halka çevirmiş, Botan-Behdinan hattında halkın Güney Kürdistan’a göç etmesine yol açmıştı. Köylülerin bir kısmı Duhok’un Zaxo ilçesine yerleşti. Bir kısmı da Heftanîn’e bağlı Şeranîş ve Bihêrê bölgelerine yerleşti.
Güney Kürdistan’a yerleşen on binlerce kişi Türkiye ve KDP’nin saldırılarını göğüslemeye çalışıyordu. Türk devleti KDP ile anlaşıp, Zaxo’ya yerleşen mültecilere saldırarak, onları bölgeden çıkarmak istedi. Saldırılarda birçok kişi katledildi.
Yaşanan bombardımanlardan sonra, 1994 yılında her iki kampta bulunan mülteciler buradan çıkmak zorunda kaldı. Üçüncü kez göç etmek zorunda kalan Kuzeyli Kürtler, Zaxo’nun Bêrsivê bölgesine yerleşti. Bölgenin zor şartlarından dolayı burada yalnızca iki ay kalabilen mülteciler, Birleşmiş Milletler (BM) temsilcileri ile güvenli bir yer bulabilmek için görüşmeler gerçekleştirdi. 1995 yılının başında gerçekleştirilen görüşmelerin sonucunda mülteciler Geliyê Qiyametê diye bilinen Etruşa Jor ve Etruşa Jêr diye adlandırılan iki kampa yerleştirildi. KDP, 1995 yılında kapma ambargo uygulayarak, mültecilerin yaşamsal ihtiyaçlarının kampa ulaştırılmasına engel oldu. Aynı zamanda kampa giriş ve çıkışları yasakladı. Aynı yıl KDP’ye bağlı güçler Türkiye desteğiyle her iki kampa da saldırdı. Bu saldırılarda onlarca mülteci hayatını kaybetti.
Yaşanan bu saldırıların ardından, BM kampa yerleşti. Etruşa Jor kampı, Etruşa Jêr kampıyla birleştirildi. 1997 yılında Türkiye yine KDP ortaklığıyla Etruş Kampı’nı da hedef aldı. Bu saldırı ve baskıların üzerine, kamp halkı yerlerini yeniden terk etmek zorunda kaldı.
Buradan Nînova’ya yönelen halk, yine BM’nin kontrolünde bir kamp kurdu. 1997 yılında Türkiye’nin saldırı gerçekleştireceği haberi üzerine, Nînova kampı da boşaltıldı. Kamp halkı buradan Güney Kürdistan ile Irak sınırında bulunan Nehdaran bölgesine yöneldi. Irak hükümeti, 1998 yılında mültecilerin talebi üzerine Maxmur ilçesinde mülteciler için bir yer belirledi. Bu kararın ardından yaklaşık 15 bin mülteci, Maxmur’a geçti. Kürdistanlıların Maxmur’a yerleşmek istemelerinin en önemli nedeni KDP bölgesinde olmamasından kaynaklanıyordu. Yani Kürtler, kendi soydaşları olduğunu iddia eden bir yapıdan kaçıyordu.
Türkiye KDP’nin ortaklığıyla mültecileri göç ettirmek için çok çabaladı. Bu kapsamda defalarca kampa ambargo uygulandı. Aynı zamanda dolaylı olarak bazı kişi ve grupların yoluyla kampa yönelik bombalı saldırılar düzenlendi.
DAİŞ ve Hewlêr
Türkiye alenen desteklediği DAİŞ, 2014 yılında Maxmur bölgesine saldırdı. KDP güçleri bölgeyi boşaltıp kaçtı. DAİŞ neredeyse Hewlêr’in kapılarına dayanıyordu. Güneyli güçler zor durumdaydı. Hükümet yetkilileri ve bizzat Barzani’nin talebi ve çağrısı üzerine HPG güçleri dağlardan iniyordu. Güney halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmışlardı. Ön cephede savaştılar ve Kerkük’te de, Maxmûr’da da DAİŞ’i geriletmeyi başardılar. O süreçte HPG güçlerine duyulan minnet, bizzat Mesud Barzani’nin gerilla birliklerini ziyaret etmesiyle gösteriliyordu.
Ancak KDP ve Barzani’nin minnet duygusu kısa sürdü. HPG’nin varlığından rahatsızlık duyuluyordu. Kampa yönelik baskılar da başlamıştı. Erdoğan, Musul operasyonu, Şengal’in ve Maxmur’un özgürleştirilmesi sürecinde kampı yeniden hedef gösterdi. Bu tehditlerin ardından 6 Aralık 2017 tarihinde kampa dönük bir hava saldırısı gerçekleşti. Saldırının Başîka’da bulunan TSK üssünden gerçekleştirildiği, istihbaratının ise KDP tarafından sağlandığı ortaya çıktı.
KDP, yıllar içerisinde kampa yönelik birçok baskı ve ambargo uyguladı. 2019 yılında KDP’nin yöneliminde yeni bir süreç yaşandı. 17 Temmuz’da Hewlêr’deki Hokkabaz restoranında MİT sorumlularından Osman Köse öldürüldü. Olaydan bir gün sonra 18 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye savaş uçakları kampı bombaladı. KDP de kampa yönelik ambargo uygulayarak kimsenin Hewlêr’e gitmesine izin vermedi. KDP’nin kampa dönük ambargosu günümüze kadar devam ediyor.
Unutulmaz yara Şengal
KDP’nin Şengal’deki ihanetini de üzerine ekleyince KDP’nin yapısı ve yapmak istedikleri daha da belirginleşiyor.
2014 yılında Rojava’da YPG-YPJ güçlerinden ağır darbeler yiyen DAİŞ çeteleri, Suriye ve Irak’ta ilerleyişini sürdürüyordu. Çeteler Êzidîlerin yaşam alanı Şengal’e yöneliyordu. DAİŞ, 3 Ağustos’ta ağır silahlarla Şengal’e saldırmaya başladı. Şengal’e giren DAİŞ çeteleri, kentte hemen katliama başladı. Kadın, çocuk, yaşlı demeden büyük bir kıyım gerçekleştirdi.
Şengal’de yaşanan en büyük acı ise, Êzidîleri yüzüstü bırakan peşmerge güçlerinin kafileler halinde Şengal’den kaçmasıydı.
Bu bölgelerin DAİŞ’e terk edileceği 1 Haziran 2014 tarihinde uluslararası ve bölge güçleri tarafından Ürdün’ün başkenti Amman’da kararlaştırıldığı sonradan ortaya çıkacaktı. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan; Ürdün ve Türkiye’nin de onayıyla Ortadoğu’nun yeniden dizaynı için yeni bir plan yapılmıştı ve bu plana KDP ve Baasçılar da dahil olmuştu. 7 Haziran 2014’te bu kez Hewlêr’de toplandılar. 9 Haziran’da ise Irak askerleri çekildi ve Musul’u DAİŞ’e teslim ettiler.
Şengal’in DAİŞ’ten kurtarılmasının hemen ardından KDP’nin gösterdiği rahatsızlıktan anlaşılıyordu. Şengal’i savunan güçlere yönelik KDP ve Türkiye’nin baskı ve saldırıları başlamıştı. KDP’nin o dönem lideri Mesud Barzani’nin 26 Şubat 2017 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaretten kısa bir süre sonra yani 3 Mart’ta KDP tarafından Xanesor beldesine yönelik saldırı düzenlendi. Bu saldırıda 5 YBŞ savaşçısı yaşamını yitirdi. Saldırıda ayrıca gazeteci Nujiyan Erhan başından aldığı kurşunla ağır yaralandı, 20 günlük yaşam savaşının ardından şehit düştü. Türk devletine ait savaş uçakları da 25 Nisan 2017 tarihinde Şengal’e ve Rojava’nın Karaçox dağına yönelik kapsamlı bir saldırı düzenledi.
Referandum fiyaskosu sonrası Irak ordusu ile Haşdi Şabî güçlerinin Kürdistan bölgesinin bir bölümünü KDP’nin elinden alması ardından Şengal’deki peşmerge güçleri tekrar alanlarını bırakarak geri çekildi. Şengal ve bağlı bölgeler bu kez yerel güçler tarafından yönetilmeye başlandı.
2022 yılına girdiğimizde Şengal’e yönelik saldırının boyutu şekil değiştirdi ve artış gösterdi. AKP-KDP ortaklığında hazırlanan ve Irak hükümetinin de dahil edildiği plan çerçevesinde Şengal’in tamamen öz savunma güçlerinden arındırılması hedefleniyor. Bu kapsamda tam da Zap’a yönelik yeni saldırının başladığı dönemde Irak ordusu da Şengal’i işgal girişimini somutlaştırmaya başladı. Şengal savunma güçleri ve halkın direnişi sonrası geri çekilmek zorunda kalan Irak ordusuna yönelik KDP’nin ve Türkiye’nin halen baskı uyguladığı biliniyor.
Rojava’ya da ihanet
Rojava’da Kürtlerin öncülüğünde özgür devrimin başlayıp hızla büyük kazanımlar ve zaferler kazandığı bir dönemde KDP, düşman tarafını seçerek Rojava’daki Devrimi yok etmek için her türlü çabayı gösterdi.
2011 yılında Rojava’daki devrimin başlamasıyla birlikte KDP, Türkiye ile işbirliği yaparak Rojava’daki devrime karşı çeteleri harekete geçirdi. Rojava’ya ilk saldıran ÖSO gruplarının arasında KDP’nin Suriye uzantısı partilerinin Neviyên Selahaddîn Eyyubî, Neviyên Mistefa Barzani ve Azadi gibi çeteleri vardı. KDP’nin paralı bir gücü olan ve Mesud Barzani’nin emriyle 2012 yılında ENKS’ye bağlı olarak “Pêşmergeyên Roj” adı altında kurulan bu grup Rojava’da başarılı olamayınca Güney Kürdistan’a yerleştirilerek Bineslawe, Xınıs ve Başika gibi kamplarda TSK tarafından eğitildi. Roj Peşmergelerinin kendisi, 6 grupla birlikte Efrîn’e yönelik saldırılara katıldığını ve Türkiye’nin Efrîn’i işgal etmesine yardımcı olduklarını açıkladı. Dêrik, Qamişlo ve Tirbespiyê’de YPG savaşçılarına yönelik saldırılar gerçekleştirdiler. Halep’in Kürt bölgelerinde ise şiddet olaylarına karışarak 2012’de El Nusra ile birlikte Tileran ve Til Hasil katliamlarında yer aldılar. Efrîn’de Özgür Suriye Ordusu adı altında Qestel Cindo bölgesine düzenlenen saldırıya katıldılar. Bu gruplar Kobanê’de Kürtlere karşı kendi üyelerini silahlandırarak, Özgür Suriye Ordusu için vergi topladı. Cizîr’de Barzani’nin Torunları Taburu, Mişel Temo Taburu ve Şêx Maşuq Taburu adı altında kurulan bu grupların ilk hedefi Kürtlerdi. Serêkaniyê’ye yönelik saldırılara katıldılar.
Suriye ve Rojava’da çatışmaların başlamasıyla beraber Kürt partilerince “Kürt Ulusal İnisiyatifi” adında oluşturulan ortak cephe uzun sürmedi. KDP Başkanı Mesud Barzani liderliğinde Encûmena Nîştimanî ya Kurd a Sûrî (Suriye Kürt Ulusal Konseyi – ENKS) kuruldu. ENKS, 26 Ekim 2011’de Hewlêr’de ilan edildi. 5 farklı parti ve kişi tarafından yönetilen ENKS, Cerablus ve Bab işgalinde rol oynadı, Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spi işgallerine de dahil olarak on binlerce Rojavalı yurttaşın göç etmesine sebep oldu. ENKS yetkilileri, Rojava’nın kazanımlarını yok etmek için Türkiye ile birlikte çalışmaları gerektiğini basında açıkça ilan etti. Aynı zamanda Halkların Demokratik Özyönetim sistemine de karşı çıkıyor, Kürtçe eğitimi reddederek Arapça’ya dönmeyi talep ediyorlar.
2020 yılında QSD Komutanı Mazlum Ebdi, Rojava’da bir Kürt birliği düzenlenmesi çağrısında bulununca, bir ENKS heyeti Ankara’yı ziyaret ederek bu birliği bozmak için Türkiye yetkilileriyle görüştü. 2021’de Kuzey ve Doğu Suriye güçleri Rojava’da bir grup ajanı yakaladı. Yakalanan ajanlardan Şivan Ebdulbaqi yaptığı itirafta, “KDP ve ENKS ile birlikte Rojava’dan Hewlêr’e insanları kaçırdık. Hewlêr’de Rojava halkını tahliye etmek için kurulmuş özel bir ofis var” dedi. Bir diğer ajan Abdulbari Osman ise, “ENKS’liler MİT’in emriyle Özerk Yönetim’i suçlamak için kendi üslerini yakıyorlar” dedi.
KDP, 2 Ocak 2013’te El Kaide bağlantılı çetelerin Rojava’ya saldırması sırasında Sêmelka Sınır Kapısı’nı Rojavalı Kürtlere kapattı. KDP Başkanlık Divanı Üyesi Eli Ewni, 10 Ağustos 2013’te yaptığı açıklamada, “PYD kendisi için başka bir kapı açsın” dedi. 2021 yılında KDP aynı politikayı sürdürerek Rojava ile Güney Kürdistan arasındaki kapıyı ikinci kez kapattı.
Türkiye ile eşzamanlı olarak Rojava sınırına hendek kazan KDP’nin lideri Mesud Barzani, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 12 Kasım 2013’teki “Özerklik tek taraflı ilan edilecek bir şey değil” söyleminden sadece 2 gün sonra yaptığı konuşmada, “Rojava’da yaşanan devrim değildir, PYD halka zulüm ediyor. Rojava’da Esad’ın kendisi bulunuyor” dedi. KDP, 11 Şubat 2014’te yaptığı açıklamada, Rojava’da ilan edilen Özerk Yönetimi tanımadıklarını duyurdu.
Tüm bu yaşananlar KDP’nin 76 yıllık tarihinin kısa bir özeti niteliğinde. Ancak bu tarihi bir Kürt partisinin Kürdistan mücadelesi tarihi olmaktan ziyade bir ihanet tarihi olarak görmek abartı olmayacaktır. Qazî Muhammed’in idama giderken söylediği “Kürdistan tüm Kürtlerindir” sözünün aksine KDP, Güney Kürdistan’ı sadece Barzani ailesinin mülkü olarak gördüğü ve öyle hareket ettiği tartışılmaz bir gerçek gibi önümüzde duruyor. Bu nedenledir ki, on yıllardır Kürt hareketlerinin gerçekleştirmek istediği ulusal birlik ve Kürt ittifakı her seferinde baltalanıyor. Bu da Kürtlerin Ortadoğu’da büyük kayıplar yaşamasına neden oluyor.” (15 Mayıs 2022-Yeni Yaşam Gazetesi)
Daha çok KDP’nin rengini verdiği ve bir halkın özgürlük umudunu baltalayan ihanet ve işbirlikçiliğe ilişkin olarak Rêber Apo ise şunları dile getiriyor:
Rêber Apo’nun Güney Kürdistan değerlendirmesi
“Hepiniz çok iyi bilmektesiniz ki Kürdistan’daki ihanet geneldir. Bir alandaki ihanet tüm alanların, parçaların mücadelesine büyük zararlar vermektedir. Nasıl ki Kürdistan’da bir uluslararası sömürgecilik varsa, bir uluslararası ihanet de vardır. Uluslararası yerli işbirlikçiler, ihanetin başını da maalesef tüm uyarılarımıza rağmen, bugün savaştığımız işbirlikçi KDP ve özellikle onun hanedan önderliği yürütmektedir. Zamanındaki tüm kardeşçe uyarılara kulak asmamak kadar, en haince, halkımızın en azılı düşmanlarını her tarafa çağırarak, en sonda Güney’e çağırarak, her türlü desteği vererek, en temel devrimci yurtsever güçleri burda da boğmak istemiştir. Bu gerçekten belki de yüzyılın en büyük ihanetidir. Böyle gözü kara bir ihanete ender rastlanır. Çok sıradan bir çıkar için bu kadar büyük ihanete oynamak anlaşılır gibi değildir. Görüldüğü üzere bu sadece sizlere zarar veren bir ihanet değil, uluslararası bir ihanet, tüm sömürgeci güçleri esas alan bir ihanettir. 30-40 yıldan beri acımasızca uygulanmaya çalışılıyor. Size burada tüm yönleriyle bunu anlatacak değilim, her şeyi bizden daha iyi bilmektesiniz. Biz de bunu bildiğimiz için yıllardan beri büyük bir sabırla bunları yurtsever saflara katmak, eğer bu olmasa da, en az zarar verecek düzeye getirmek, yok ihanette ısrar ederlerse, sınır tanımazlarsa da bir daha bu rollerini oynayamayacak kadar ezecek bir konumda bırakmak yaklaşımı içindeyiz. Yıllardan beri çağrılarımıza olumlu temelde yanıt verilmediği gibi anlamamakta ısrar, ihanette ısrar, çapulculukta ısrar, katliamda ısrar, insan kanına, halkımızın kanına hiç değer vermemekte ısrar, bu son savaşımın asıl nedenidir. Kaldı ki kendileri düşmanı çağırıp her şeyi yerle bir etmek istediler. Bizim ki meşru, kutsal, onurumuzu, şerefimizi, özgürlüğümüzü, yaşamımızı savunmaktı. Haklı olduğumuz kadar mutlaka direnmemiz gereken bir durumdu. Direnmeseydik ülkemizde insanlık adına, şeref adına, özgürlük adına hiçbir şey kalmayacaktı. Bilinen bu gerekçelerle büyük bir direnme içinde bulunmaktayız. Yaklaşık 40 günü geçen bu son savaşta TC’nin faşist güçleri kısmen geri çekilmekle birlikte, halen dayandıkları ittifak gereği bir tampon bölge oluşturmada ısrarları var. Ayriyeten her şeyi KDP’ye teslim ettik diyorlar. Bu çok açıktır yani. Böyle bir düşman eliyle KDP’ye teslim edilen ülke bizim değildir. TC’nindir, sizin olamaz. Dolayısıyla tüm Kürdistan halkının ve hatta, bölge halklarının aleyhine olan, onların düşmanlarıyla böylesine gözü kara işbirlikçilik yapan bu güce son ölümcül darbelerini indirme herkesin başta gelen yurtseverlik, insani, özgür savaşçılık görevidir. Nereden bakılırsa bakılsın, sorunlarınızın çözümü bu güç aşılmadıkça, etkisiz duruma getirilmedikçe, bir milim bile ileriye gidemezsiniz. Çelişkilerin kaynağında biz buna salt işbirlikçilik de demiyoruz, tam bir kontra gücü gibi tüm gelişmelerin önünü kesiyor. Dolayısıyla ilerlemek için özgürlüğe, demokratik gelişmeye imkan verebilmek için bu engelin mutlaka aşılması gerekiyor. Uzun bir süreden beri büyük bir kahramanlıkla yürüttüğümüz savaşa artık bundan sonra daha da genişleterek ve hemen tüm yurtsever güçlerini katarak sonuca doğru götürmek büyük önem taşıyor.
Çoğunuz savaştınız ama hepsini boşa çıkardılar ve sizleri de zor duruma soktular, bölgecilik yaptılar, ulusal birliğin önüne engeller diktiler, aşiretçilik yaptılar, demokratik gelişmeyi önlediler, halkımızın birlik ve dayanışmasını asla kabul etmediler. Ulusal Kongre gibi, ulusal demokratik cephe gibi gelişmelere fırsat vermediler. Bölünmüş, parçalanmış düşmanla bağlantı halinde kendi çıkarlarını ısrarla korudular. Dolayısıyla hepimizin mutlaka girip, başarmamız gereken bu savaş ilk defa ulusal birliğin, demokrasinin ve her türlü dost güçlerle, ülkelerle, onurlu, şerefli bir diplomasinin de yolunu açacak bir savaştır. Dolayısıyla en temel a-lınması gereken, önemli oranda kurtarılmış bölge esprisi içinde bulunan Güney Kürdistan’ın bu konumunu bir halk iktidarıyla taçlandırmaktadır. Burada geliştirilecek halk iktidarı, ulusal-demokratik temelde ve genelde de olduğu gibi tüm bölgede de ilerici güçlere büyük bir gelişme fırsatı verecektir.
Bunun için program ve koordineli bir güçbirliğinin kaçınılmazlığı ortaya çıkıyor. Bu görüşmeleri artık daha da derinleştirip iktidara doğru alternatif hale getirmemiz kaçınılmazdır. İşi genel ilkeler düzeyinde bırakmak ve pratikte de buna katılmamak tarihi bir fırsatın kaçırılması olacaktır. Böyle bir fırsatı kaçırmamak için şimdiden ittifakları yeniden elden geçirip, hem bir iktidar programına daha ayrıntılı gitmek, hem de pratikte güçlerimizi hızla iktidara yürüyen bir mücadele konumuna getirmek, yine ertelenemez bir görevdir. Bu konuda da biz payımıza düşeni fazlasıyla yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Artık sonuna kadar burdaki direnen güçlere dayanabilirsiniz ve yenilmez bir güçtür.
Gelinen aşama kesinlikle yenilmez bir aşamadır. Bir daha bu fırsatın yakalanması yine zordur. Uluslararası gericilik tam hakimiyetini kursa sizler de çok iyi bilmektesiniz ki hiçbirimize, hiçbir güce yaşam hakkı tanımayacaktır. Hatta bölgenin teslim olmak istemeyen bağımsız, özgür kalmak isteyen tüm ülke halklarına olan büyük bir tehdit olacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki süreci uzun yılların mücadele pratiğinin de bir sonucu olarak bir neticeye bağlamak en temel görevdir. Bunun zamanı gelmiştir.
Son direniş savaşımımız başarı için epey olgunlaşmayı sağlamıştır. Gerisinin hızla tamamlanarak yürürlüğe girmesi halinde çok önemli bir başarının da beraberinde geleceği açıktır. Yine unutmamamız gerekir ki karşımızda bir ihanet ittifakı da vardır. Dolayısıyla bizim de bir yurtsever ittifakımız şarttır. İhanet ittifakı birbirlerine her türlü yardımı yapıyorlar. Silah yardımının en alasında tutalım, her türlü moral, lojistik yardımı olmaktadır. Bu ittifak uluslararası bir ittifaktır aynı zamanda. Dolayısıyla bizim ittifakın da hem bölgesel düzeyde olması hem de her türlü askeri, siyasi ve ekonomik olarak da dayanışmasını göstermesi kaçınılmazdır. Karşı taraf böyle çalışıyor, sizlerin de böyle çalışması ertelenemez. Sizlere bu temelde görevlerinizi doğru anlamanızı ve gereklerini yerine getirmenizin önemini belirtmek istiyorum. Mevcut duruma dayanarak sonuç alabileceğimiz günler yaşanıyor. Hatta denilebilir ki genel bir devrimci hamle işin sonunu getirebilir. Bu temelde sonuna kadar hazırlıklarınızı yetkinleştirmelisiniz ve acilen bir eylem programıyla herkes üzerine düşeni yapabilmelidir. Unutmayın ki bu dönemin katlanacak bir kısa süreli savaşı, tüm bir süreci kurtaracağı gibi geçmişte de yaptığınız fedakarlıkların kazanca dönüşmesine yol açacaktır. Ama katılmadan, bir seyirci gibi kalmanız geçmişte döktüğünüz kanların, harcadığınız çabaların boşa gitmesi kadar tüm geleceğinizi de kaybedebilirsiniz. Bu temelde inanıyoruz ki hepiniz sonuna kadar sorumluluklarınızın farkındasınız ve acilen bir halk iktidarına gidebilmek için doğru bir anlayış, program ve pratik örgütlülükle, eylemlilikle sonuca gitmeye de hazırsınız. Siz değerli tüm yurtsever, devrimci güçleri bu temelde tarihi görevlerine katılmaya çağırıyorum. Sizlerle geliştirdiğimiz ittifakların böyle pratik bir sonuca gitmesi için acilen görevlerinizin gereklerinin yerine getirilmesinin önemini vurguluyorum. Bunun için uluslararası çerçeve uygundur. İhaneti dünyada hiç kimse tasvip etmiyor. Bölge güçleri, devletleri de artık ihaneti TC dışında desteklemiyorlar. Kimse yüz vermiyor. İçerde de halkın ezici bir kesimi, ihanetin sonunun getirilmesini istiyor. Hatta Irak rejiminin bile bu haliyle bu güce sahip çıkacağını sanmıyoruz. Dolayısıyla uluslararası, bölgesel alanda ve kitleler nezdinde bu kadar itibardan düşen bu gücün hakettiği sonuca gitmesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır. Bu güce söyleyebileceğimiz bir an önce ya gelir halk güçlerine teslim olur, bu kendi başına yürüttüğü pis politikaya bir son verir, ya da başlarına gelecek sonuca katlanırlar. Bizim çağrımız bunlara da eğer bu önümüzdeki günlerde bu şansı değerlendiremezlerse her şeyini kaybedecekler. Ama yok devrimci, yurtsever saflara iltihak ederlerse kayıtsız, şartsız onlara da gereken yer gösterilecektir. Aksi halde savaş sonlarını getirinceye kadar yürütülecektir. Bu temelde tüm değerli, yurtsever güçlerimize, yine başta bizim de savaşçılarımıza olmak üzere tüm savaşanlara, sorumluluk duyan tüm çevrelere, çabalarını sonuç alıcı, zaferi yakalayıcı tarzda pekiştirmelerini, sonuna kadar güvenmelerini, ilerlemelerini ve başarmalarını diliyorum”
Sait Elçi ve Sait Kırmızıtoprak’ların katledilmesi ve İbrahim Ahmed’in Rêber Apo ile yaptığı söyleşi ile devam edecek…